Tekel işçileri, 14 Aralıkta başladıkları eylemleriyle, bir yandan işçi sınıfının bir kez daha keşfedilmesini sağlarken, diğer yandan 1991'deki Zonguldak maden işçilerinin eyleminden günümüze kadar geçen süreçteki belirsizlikleri, karmaşayı ve yanlış düşünceleri daha da belirginleştirdi. Bir bakıma yirmi yıllık süreçte unutulmuş ve bir yana atılmış olan ekonomik, demokratik ve siyasal mücadele kavrayışlarının, düşüncelerin, olumlu ve olumsuz her şeyin katalizörü oldu.
Yalın ekonomik taleple yola çıkan Tekel işçileri “katalizör” olarak ortaya çıkarken, aynı zamanda ekonomik-demokratik mücadeleye ilişkin eski siyasal anlayışların hiç değişmeden on yıllar boyunca varlıklarını sürdürdüğünü de gösterdi.
Tekel işçilerinin kendi eyleminden daha çok, bu eylemle dayanışma söylem ve eylemlerinde ortaya çıkan hümanizm de, eylemin ekonomik-demokratik içeriğini aşan ve çokluk üstünü örten bir nitelik kazandı.[1*] “Klasik sendika ve sendikacılık” döneminin sona erdiğini, şimdi “toplumsal hareket sendikacılığı”nın zamanı olduğunu söyleyenlerin yeniden “klasik” sendikayı ve sendikacılığı keşfetmesini de sağlayan, kendilerine “aydın” diyenlerin işçi sınıfı adına “genel grev” için imza toplama garabetini de açığa çıkaran Tekel işçileri olmuştur.
Tekel işçilerinin eylemi, kimilerine göre “yeni bir işçi sınıfı hareketinin doğuşu”nu müjdelerken, kimilerine göre “Türkiye'ye nasıl yeniden insan ve yurttaş olunabileceğini öğret”mektedir! Bir başkaları için, yıllar boyu dillerinden düşürmedikleri ve sonunda kendilerinin bile inanmadığı “umudu büyütme” söyleminin yeniden dirilişiydi!
Tekel işçilerinin eylemi, daha birkaç hafta öncesine kadar herşeyin “kamu emekçileri hareketi”ne endekslendiği, sınıf mücadelesi denildiğinde akla “kamu emekçileri”nin geldiği, kitle mücadelesinin “kamu emekçileri”nin 25 Kasım “genel grevi”yle yükselişe geçtiği vb. türünden söylemleri, anlayışları bir çırpıda bir yana itiverdi.
Bitlis'ten, Diyarbakır'dan, Manisa'dan, Tokat'tan, Trabzon'dan gelen Tekel işçilerinin eylemi, Kürt ulusal sorununun gerçek ve somut çözüm yolunun nerede olduğunu da gösterdi.
Tekel işçileri eylemleriyle tüm bunları ortaya çıkartırken, eylemlerinde “Türk bayrağı”nı taşımaları, ilk kez sol tarafından ayıplanmadı, kınanmadı ve hatta görmezlikten gelindi. Ve son yıllarda ilk kez, bir işçi hareketi, işçi kitlesi, solda “Türk bayrağı”na karşı duyulan tepkinin önüne geçti.
“Kamu emekçileri”nden eczacılara, itfaiyecilere kadar her kesim, Tekel işçilerinin eylemi çevresinde toplanırken, aynı zamanda onların eylemleri üzerinde kendi özgün ve mesleki istemlerini dile getirmenin yollarını aramaya başladılar. Özellikle Tekel işçileriyle dayanışma amacıyla gerçekleştirilen bir saatlik iş bırakma eyleminin fabrikalardan madenlere kadar her yerde etkin biçimde gerçekleştirilmesi, bu arayışları ve çabaları daha da hızlandırdı.
Tekel işçileri, “kamu emekçileri”nden eczacılara, itfaiyecilerden öğretmenlere kadar her kesimin, sözcüğün gerçek anlamında işçi kitlesinin başını çektiği bir genel grevde buluşmaları için uygun bir ortam yarattı.
Tekel işçileri, 17 Aralık günü polisin saldırısı karşısında bir adım geri çekilmeyerek, polisin tüm şiddetine rağmen birlik içinde kalarak, alışılagelen öğrenci hareketleri gibi polis saldırısı karşısında sağa sola dağılmayarak yeni bir direniş tarzı ortaya koydu.
Oysa tüm bu “katalizör” ve öncü rolüne karşın, Tekel işçilerinin Ankara'daki eylemleri, cılız ve göstermelik birkaç “destek” sözlerinin dışında bir süre görmezlikten gelindi. Yine de birkaç CHP'li milletvekilinin “rutin” alışkanlıkla sahiplendiği Tekel işçileri, kendi özgüçleriyle direnişlerini ve eylemlerini sürdürdüler. Legalist solun birkaç kişilik “zincirleme” eylem biçimlerini bile denediler. Ama kısa sürede sadece varolmakla, sadece direnmeyi sürdürmekle, sadece kararlılığı göstermekle sınıfsal özelliklerine uygun eylem biçimini öğrendiler. Ve sadece hükümetin ve polisin tutumuyla politize oldular, eylemleri siyasallaştı. Eylemleri siyasallaştığı ölçüde, sıkılı yumruklar havaya kalktı, sloganlar daha kesin hale geldi.
Böylece, bir kez daha “ekonomik mücadeleye siyasal nitelik kazandırma” heveslilerinin hevesleri kursaklarında kaldı.
Tekel işçilerinin eylemi, Lenin'in, “İktisadi mücadele çok kez kendiliğinden siyasal bir niteliğe bürünür, yani ‘devrimci basilin-aydın tabakanın' müdahalesi olmadan, sınıf bilinçli sosyal-demokratların müdahalesi olmadan” saptamasının yeni bir kanıtı oldu.[2*] Tüm bu somut gerçeklikten ortaya çıkan soru şudur: Yalın ekonomik taleple yola çıkan Tekel işçileri böylesi bir “katalizör” ve öncü rolünü nasıl üstlenebildi? Nasıl oldu da, geniş bir “medya” desteğine sahip olan “kamu emekçileri”nin tüm örgütlülüklerine ve eylemliliklerine rağmen başaramadığı bir şeyi, geniş kitleleri kendi çevresinde toplayarak harekete geçirmeyi başarabildiler?
Şüphesiz nitelik değişimi her zaman nicelik birikiminin ürünüdür. Nicelik birikimi olmadan nitel dönüşüm olamaz. Bu bağlamda, Tekel işçilerinin eylemi ve yarattığı sonuçlar, ülkemiz tarihindeki, ne kadar yenilgiye uğratılmış olursa olsun tüm işçi ve devrimci mücadelelerin üzerinde yükselir. Ancak bunların etkisi doğrudan değil, dolaylıdır. Elbette “kamu emekçileri”nin 25 Kasım genel uyarı grevinin de, tekil öğrenci eylemlerinin de Tekel işçilerinin eyleminin oluşumunda ve gelişiminde etkisi vardır. Ancak ortaya çıkan gerçek, doğrudan ya da dolaylı olarak Tekel işçilerinin eylemini etkileyen etmenlerin Tekel işçilerinin eylemi çevresinde toplanma gereği duymalarıdır. İşte bu sınıf farklılığıdır.
Adına ne kadar “emekçi” sıfatı eklenirse eklensin, “kamu emekçileri” adı verilen memur kesimi yalın biçimde küçük-burjuvalardan oluşur. Küçük-burjuvazi, sınıfsal özellikleri nedeniyle sürekli ve kararlı bir mücadele yürütemez, halk kitlelerinin öncüsü olamaz. AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte Memur-Sen'in üye sayısında ortaya çıkan olağanüstü artış da, küçük-burjuvazinin (“kamu emekçileri”) güçlüden yana olma özelliğinin bir yansısıdır. Ancak bu, memurların, “kamu emekçisi” sıfatıyla kendi yaşam koşullarını iyileştirmek amacıyla yürüttükleri mücadeleyi küçümsemek anlamına gelmez. Bunun anlamı, küçük-burjuvazinin, ne kadar KESK içinde örgütlü olursa olsun, ne kadar “solcu” görünürse görünsün, sınıfsal nitelikleri gereği halk kitlelerinin öncüsü olamayacakları demektir. İşte bu nedenle, “kamu emekçileri”, yaklaşık yirmi yıllık mücadelelerine rağmen, hiçbir zaman Tekel işçilerinin bir aylık bir sürede sağladıkları gelişmeyi sağlayamamıştır.
Şu açıktır ki, Tekel işçileri yalın ekonomik taleplerle yola çıkmışlardır. Doğal olarak, bu talepleri şu ya da bu ölçüde gerçekleştiği oranda, eylemleri de sona erecektir. Her ekonomik mücadele, “elle tutulur sonuçlar” elde edilmesiyle birlikte sona erer ve Tekel işçilerinin eylemi de böyle sona erecektir. Belki siyasal iktidarın demagojisiyle, belki sendika bürokrasisinin kandırmasıyla, elde edilenler talep edilenlerden çok daha az ve önemsiz olabilecektir. Ama gerçek bir işçi sınıfı hareketinin, örgütlü ve kararlı bir sınıf eyleminin nasıl geniş kitleleri harekete geçirebileceğini açık ve somut olarak gösterdikleri için, gelecekteki sınıf hareketi üzerinde etkide bulunacaktır. Bir tek işkolunda bile olsa, ülke çapında birleşmiş ve örgütlenmiş bir kitle hareketinin ne kadar başarılı olabileceğini gösterdikleri için, gelecekteki her sorunda örnek alınacaktır.
İşte AKP'yi de, işverenleri de kaygılandıran ve korkutan budur. Bu nedenle de, Tekel işçilerinin eylemini yozlaştırmak, sıradanlaştırmak ve açık zor kullanarak sindirmek için ellerinden gelen tüm çabayı göstereceklerdir. Eğer Tekel işçilerinin eylemini yozlaştırabilir, sıradanlaştırabilir ve asıl olarak da zor güçleriyle başarısızlığa uğratabilirse, onların tarihsel bir örnek olmalarını da ortadan kaldırabileceklerini düşüneceklerdir. Ama ok yaydan çıkmıştır. Artık Tekel işçilerinin eylemi, 15-16 Haziranla, 1 Mayıslarla ve Zonguldak maden işçilerinin eylemiyle birlikte tarihteki yerini almıştır. Ne yapılırsa yapılsın, bu ortadan kaldırılamayacaktır.
Son söz: Tekel işçilerinin eylemi, “%100 dumansız hava sahası” sloganıyla “sağlıklı yaşam” savunucusu solcu, solumsu ya da hümanistlerin sigara yasağını hararetle desteklerken, Tekel işçilerini ve tütün üreticilerini unutuşlarına ve unutturuşlarına da bir yanıt olmuştur.
[1*] Bu dayanışma söylem ve eylemlerinde egemen olan “Ankara'nın soğuğunda bizi Tekel işçisinin mücadele ateşi ısıttı” türünden sözlerde ifadesini bulan “pozitif hümanizm”, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in “Tek hatamız merhametli davranmak” sözlerinde “negatif hümanizm” olarak ortaya çıkmıştır. [2*] Lenin, Ne Yapmalı?, s. 93. Lenin şöyle yazar:
“Rusya dahil, bütün dünyada, iktisadi mücadeleye siyasal nitelik kazandırmayailkkalkışan,çokkez,bizzatpolisolmuştur; hükümetin kimi desteklediğini kavramayı işçiler kendileri öğreniyorlar. Yeni bir Amerika keşfetmiş gibi bu kadar övgüsünü yaptığınız ‘işçilerin işverene ve hükümete karşı iktisadi mücadelesi', bugün Rusya'nın her tarafında, en ücra köşelerinde bile, grevlerden sözedildiğini işitmiş, ama sosyalizm konusunda hiç bir şey duymamış işçilerin kendileri tarafından yürütülmektedir. Elle tutulur sonuçlar vaadeden somut istemler ileri sürerek biz işçiler arasında harekete geçirmek istediğimiz ‘eylemi' biz zaten ortaya koyuyoruz ve günlük, sınırlı sendikal çalışmalarımızda, bu somut istemleri çoğu kez aydınlardan hiç bir yardım görmeksizin biz kendimiz ileri sürüyoruz... Biz sizin sandığınızdan çok daha aktifiz, ve hiç bir ‘elle tutulur sonuç' vaadetmeyen istemleri bile açık sokak savaşlarıyla pekâlâ destekleyecek durumdayız. Bizim eylemimizi ‘yükseltmek' size düşmez, çünkü eylemdenasılyoksunolansizlersiniz. Kendiliğindenliğe daha az boyuneğin ve kendi eyleminizi yükseltmeyi biraz daha çok düşünün baylar!” (agy, s. 93-94.)