Sigara Yasağıyla
Ülkeyi Kurtarmak
[Varolmayan Parayı Harcamak]
Sigara yasağının resmen başlamasıyla birlikte, "laik medya" ile "islami medya"nın işbirliğiyle son dönemin en büyük kampanyası başlatıldı.
En hızlı "solcu"sundan en "radikal" laikçisine, neo-liberal "solcu"lardan AB yandaşlarından "ılımlı islam"ın müttefiki olan "normal liberaller"e kadar her köşe yazarı sigara yasağının 19 Mayıs günü resmen başlamasıyla kaleme sarıldılar.
AKP'nin yarı-resmi yayın organı olan Yeni Şafak sigara yasağını, "en sağlıklı yasak" olarak ilan ederken, M. Ali Birand "dünden bu yana bir devrim yaşıyoruz. Gerçek bir devrim bu." diye yazdı.
Laikliğinden, AKP karşıtlığından kimsenin şüphe duymayacağı Melih Aşık sigara yasağı üzerine şunları yazmaktan kendini alamadı:
"Bu satırların yazarı yıllarca günde 3-4 paket içmiş biridir. Bıraktık. Sigarasız da yaşanırmış, hem de çok daha keyifli yaşanırmış, onu gördük. Artık temiz hava müptelasıyız. Üstelik memleketin parasını da har vurup harman savurmuyoruz. Ülkemizin özelleştirmelerden bugüne dek sağladığı para 25 milyar dolar. Sigaraya bir yılda ödenen döviz 20 milyar dolar. Harcanan sağlık da cabası... Sigara yasağı fırsatını iyi kullanalım... Hazır yasak gelmişken sigarayı bırakalım."*
Kendinden menkul ekonomist köşe yazarı Hurşit Güneş ise şunları yazıyordu:
"Türkiye'de sigaraya her yıl 20 milyar dolar ödeniyor. Kaldı ki, 30 milyar dolara yakın para da sigaranın yol açtığı hastalıkların tedavisine gidiyor. Yani sigara nedeniyle ekonomik kayıp 50 milyar doları buluyor. Sigara bırakılırsa ne dış açık kalacak, ne enflasyon, ne de borçlar. Üstelik bir de sağlığımıza kavuşacağız ki, onu parayla ölçmek mümkün değil." **
Bunların en hızlısı yine M. Ali Birand oldu. Sigara yasağı "devrimi" karşısında büyük bir heyecanla yasağa uymayanları "kendi sağlığım için sizi ihbar edeceğim" diyerek tehdit ederken, "sayın muhbir vatandaş"ları da göreve çağırdı.
Ve tabi kambersiz de düğün olamazdı. Şişli'nin "metroseksüel" belediye başkanı M. Sarıgül yasağın yürürlüğe girdiği gün 4. Murat edasıyla "sigara yasağını kontrol için zabıta memurlarını da yanına alarak denetime çıktı".
Bütün bunlarda en dikkat çekeni ise, sigara yasağı ile bir yandan "sağlığımıza" kavuşurken, diğer yandan her yıl sigaraya 20 milyar dolar döviz ödemekten kurtulunacağıydı. Hurşit Güneş'in "yan masraflarla" 50 milyar dolar olarak ifade ettiği bu döviz sayesinde, "Sigara bırakılırsa ne dış açık kalacak, ne enflasyon, ne de borçlar."
Böylece Türkiye dış açıktan, enflasyondan ve borçlardan topyekün kurtulacak, dışa bağımlı bir ülke olmaktan çıkacak!
Bu büyük kurtuluş reçetesinin sahibi ve teorisyeni ise, ekonomi değil pediatri profesörü Elif Dağlı'ydı.
Dağlı'ya göre, Türkiye'de 28 milyon kişi sigara içmekte, her sigara içicisi her gün sigara için 1-2 dolar nakit para ödemekte ve toplam olarak günde 50 milyon dolar, yıllık olarak 20 milyar dolar sigaraya harcanmaktadır.
Aynı "prof"a göre, "Üstelik hasta oluyoruz. Bu kez tedavi olmak için 30 milyar dolar harcıyoruz. Toplamda Türkler sigara almak için, sonra hastalanıp tedavi için 50 milyar dolar kaynak harcıyor."
Ve ardından şunu soruyor Elif Dağlı:
"50 milyar dolar ne demek biliyor musunuz?"
Böylesi bir paranın ne demek olduğunu bilmeyen cahiller için de yanıtını kendisi veriyor:
"Biz İncirlik Üssü'nü açıp, Irak'a 1.5 milyar dolar için askerlerimizi gönderecektik. Sigarayı bugün bıraksak, 15 yıl sonra ülkenin hiç dış borcu kalmayacak. Ne IMF'nin ne de Dünya Bankası'na ihtiyacımız kalmayacak."
Artık "kahrolsun emperyalizm", "tek yol devrim" gibi sloganlar atmaya hiç gerek yoktur! Ülkenin bağımsızlığını isteyen herkesin yapması gereken tek şey, sigara yasağının tam ve eksiksiz uygulanmasını sağlamak, M. Ali Birand'ın söylediği gibi buna uymayanları "ihbar" etmektir!
Böylesine kolay, böylesine basit ve böylesine ucuz bir biçimde ülkeyi kurtarmak varken, birilerinin ortaya çıkıp emperyalizmden, emperyalist sömürüden kurtulmanın devrimci yolundan söz etmesi pek de "yakışık" almayacaktır!
"Koskoca ekonomist"ler, en laikçisinden, en ulusalcısından "koskoca köşe yazarları" "prof" damgalı bu kurtuluş reçetesini ciddiye almışken, bunun gayri-ciddi olduğunu söylemek de kolay olmayacaktır.
Bir deli ya da bir çıkar grubunun bilinçli ya da bilinçsiz savunucusu olan biri, bir kuyuya taş atar. Sorun, bu taşı kuyudan çıkartabilmektir.
Elif Dağlı'nın "sigara için bir yılda 20 milyar dolar ödeniyor"la başlattığı kurtuluş reçetesi, Melih Aşık'ın köşesinde "sigaraya bir yılda ödenen döviz 20 milyar dolar" haline dönüşürken, sigaradan kaynaklanan hastalıkların tedavisi için harcanan 30 milyar dolarla birlikte, 50 milyar dolarlık bir hacme ulaşmaktadır.
GSMH'nın reel olarak 400 milyar dolar olduğu bir ülkede, sigara ekonomisinin 50 milyar, yani GSMH'nın %12,5'ni oluşturması pek ekonomik verilerle ve ekonomik gerçeklerle açıklanabilir bir durum değildir.
2007 verilerine göre, 170 milyar dolarlık ithalat içinde tütün ve tütün ürünleri ithalatı 302 milyon dolardır. Diğer bir deyişle "ödenen döviz miktarı", toplam ithalat için ödenen dövizlerin binde 2'sidir.
Yıllık olarak sigara için ödenen 20 milyar doların %58'i ÖTV vb. vergilerden oluşmaktadır. Bu da yaklaşık olarak 12 milyar dolardır. Elif Dağlı'ın "harcanan kaynak" dediği de, sigara üzerinden alınan bu vergilerle sağlanan kaynaktır.
Vergi ise, devletin iç ve dış borçlarını ödemekte kullandığı temel gelir kalemi, yani kaynaktır.
Eğer sigara yasağı ile borçların ödenmesinden söz ediliyorsa, burada söz konusu olan tek şey devletin sigara tüketiminden aldığı vergilerle sağladığı bütçe gelirinden söz ediliyor demektir Dolayısıyla sigara yasağıyla birlikte devlet bu vergi gelirinden mahrum olacağından ortada bir gelir, bir kaynak resmen mevcut olmayacaktır. Kaçınılmaz olarak sigara yasağı ile borçların ödenmesini önerenler, sigara yasağıyla birlikte azalacak olan vergi gelirlerini bir başka biçimde almanın yollarını keşfetmek zorundadırlar.
Basit anlatımıyla, sigara yasağıyla ülkenin borçlardan kurtulması bir tarafa, bu yasakla birlikte azalacak olan sigara tüketimi sonucunda devlet bütçe gelirleri azalacak, dolayısıyla da yeni borçlanmaya gidilecek ya da yeni ve ek vergiler konulacaktır.
Evet, ekonomi, ekonomik ilişkiler ve ekonominin işleyişi birkaç sayıyı bir araya getirerek açıklanabilir bir şey değildir. Ülkede yılda şu kadar sigara tüketiliyor, sigaranın fiyatı bu, harcanan toplam para miktarı şu, eğer bunları tasarruf edersek, yani tüketmezsek şu kadar para sahibi olunur türünden açıklamalar, belki "bir" akla uygun görünebilir, ama ekonomik gerçeklerle hiçbir biçimde bağdaşmaz.
Pediatri profesörü olmak ile ekonomi bilmek aynı olmadığı gibi, sigaranın sağlığa zararlı olması ile ekonomik kayıplar aynı değildir.
İddia edilen 20 milyar dolarlık yıllık sigara tüketiminin %58'i vergi olarak ödendiği için, sigara tüketimi için harcanan paranın sadece 8 milyar dolarlık bölümü ekonomik bir değere sahiptir. Bu değerin içinde, hammadde (tütün), işgücü (ücretler) ve ticari kâr yer alır.
Sigara tüketiminin ortadan kalkmasıyla birlikte, burada sözü edilen tüm kalemler de ortadan kalkar. Dolayısıyla, tütün üreticisinin geliri, sigara üretiminde çalışanların aldığı ücret ve sigara ticaretinden elde edilen kâr ortadan kalkar, ekonomik değer olmaktan çıkar.
Üretilmemiş tütün varolmayan bir tütündür. Hiç kimse üretimi yapılmayan bir ürünü satıp gelir sağlayamaz, varolmayan bir ürünü işleyemez, üretilmemiş bir ürünü satıp kâr elde edemez. Varolmayan şeylerinde varsayılması, belki pediatri için geçerli olsa bile ekonomi için mümkün değildir.
Eğer sigara yasağıyla tüm sigara tüketimi sona erecek olursa, ilk başta sigaradan alınan vergi gelirleri yok olacak, bu vergi gelirleriyle verilen kamu hizmetleri verilemez olacaktır.
İkinci olarak, tütün üretimi tümüyle sona ereceği için, tütün üreticilerinin herhangi bir geliri olmayacak, dolayısıyla da başka malların satın alınması için harcayacak bir gelirleri de olmayacaktır.
Üçüncü olarak, sigara üretiminde çalışan işçiler işlerini kaybedeceklerdir. İşlerini kaybettikleri için gelirleri olmayacak, gelirleri olmayacağı için de başka bir mal ve hizmet alımı için harcayacak paraları da olmayacaktır.
Ve nihayetinde sigara ticaretiyle elde edilen ticari kâr da ortadan kalkacak ve ticari kârla ortaya çıkan tüketim (talep) ve sermaye de hayali hale gelecektir.
Şüphesiz sigara tüketiminin sona ermesiyle birlikte, sigaradan kaynaklanan ekonomik faaliyet tümüyle sona erecektir. Ancak yine de geriye bir şeyler kalacaktır.
Öncelikle tütün üretimi yapılmayacağından, tütün üretimi için ayrılmış topraklar boşa çıkacaktır. Sigara gibi sağlığa zararlı bir üretim yerine "sağlığa yararlı" bir başka üretimin yapılabilmesi olanaklı olacaktır.
İkinci olarak, tütün üretimi için tüketilen işgücü açığa çıkacaktır. Sigara yasağıyla birlikte herhangi bir gelir sahibi olmayacak olan bu işgücü, potansiyel olarak başka ("sağlığa yararlı") üretim alanlarında istihdam edilerek gelecekte yeni ve farklı bir gelir sahibi olabilecektir.
Üçüncü olarak, sigara üretiminde çalışan işgücü açığa çıkacaktır. Tekel fabrikalarının kapatılması gibi, çalışan işçiler işsiz kalacaktır, ama aynı zamanda potansiyel olarak başka işte ("sağlığa yararlı") çalışabilir bir işgücü sahibi olarak işsiz kalacaktır.
Dördüncü olarak, sigara ticaretinden gelir elde edilemeyeceği için, bu ticaret aracılığıyla sağlanan gelir ve sermaye de ortadan kalkacak, kaçınılmaz olarak "sağlığa yararlı" bir başka alanda yatırılacak bir sermaye de bulunmayacaktır.
Böylece, tütün ve sigara üretimiyle ilgili tüm ekonomik faaliyet sona ereceği için, bu faaliyetlerde ortaya çıkan her türlü gelir ve sermaye birikimi de sona erer. Olmayan gelirlerle de varolan borçların ödenmesi zaten olanaksızdır.
Pediatri profesörünün aklına uyularak ülkeyi kurtarmaya soyunulduğunda, işte böylesi varolmayan gelirlerle varolan borçların ödenmesine kalkışılacaktır.
Bu pediatri profesör aklı, tümüyle bir yerlerde bir biçimde varolduğu sanılan bir paranın "boş ve gereksiz, üstelik sağlığa zararlı" bir biçimde harcandığı inancına dayanır. Sözcüğün tam anlamıyla mirasyedi aklıdır bu.
Bir mirasyediye ailesinden yüklü bir nakit miras kalmıştır ve bu mirasyedi bunu harvurup harman savurmaktadır. Bir pediatri profesörü ortaya çıkmakta, bu mirasyedinin nakit parasını nasıl ve nerede harcaması gerektiğini söylemektedir.
Ama ortada mirasyediler değil, kendi topraklarını ekip biçtiği koşulda belli bir gelir sağlayabilen tütün köylüsü; tütünü fabrikada işleyerek sigara haline getirebildiği takdirde ücret alan işçi sözkonusudur.
Ve tüm ekonomistler kadar pediatri profesörünün de bildiği gerçek, önce çalışılır, sonra ücret ödenilir. Üretim olmadan ürün, ürün olmadan gelir olmaz. Olmayan gelir de, mirasyedinin ailesinden kalan nakit parayla hiçbir ortak özelliğe sahip değildir.
Pediatri profesörünün "aklını" oluşturan, bu "akıl"ın, kendisine ve inananlara "mantıklı" gelmesini sağlayan tek gerçek ise, belli bir işte çalışan ve düzenli bir gelir sahibi olan küçük-burjuva olmalarıdır.
Onların mantığına göre, kendileri bir iş sahibidirler ve iş sahibi olarak bir yerlerden para almaktadırlar. Artık tüm yapacakları iş, bu aldıkları parayı, hazır ve nakit parayı nerede ve nasıl tüketecekleridir. Onlar, üretmeden tüketmenin mümkün olduğu inancına sahiptirler. Çünkü gerçek ve ekonomik karşılığıyla bir değer üretmezler. Yine de, o iş sahibi olabilmek için (örneğin pediatri profesörü olabilmek için), ailesi tarafından dünyaya getirilmek, yedirilmek, içirilmek, giydirilmek, eğitilmek ve sağda solda gezebilmek için de bir para harcanmış olması gerekir. Ya da allahın lütfu olarak, birgün birden pediatri profesörü olarak, ülkenin birinde, bir yerde profesör olarak doğmuş olması gerekir. Doğal olarak da, böylesi bir allahın lütfuyla profesör olan kişiye de, allahın lütfu olarak kendisine bir para verilmiş olacaktır.
Şimdi bu allahın lütfu olarak bir iş, bir meslek, bir ünvan ve para sahibi olan, havadan (allahtan) gelen parayı harcayan profesörün ardına takılarak, ülkeyi kurtarmak ve müreffeh bir ülke haline getirmek allahın lütfuna kalmıştır.
Ama işçiyseniz, köylüyseniz, allahın lütfuna mazhar olamadığınızdan, ister istemez çalışmak, üretmek ve bunun karşılığında tükettiğiniz emek-gücünüzün karşılığı olarak bir gelir sahibi olmak durumunda kalırsınız. Pediatri profesörü gibi ünvanınız, işiniz ve paranız olmadığı için de, olmayan parayı daha "sağlıklı" nasıl tüketeceğinizin hesabını da yapamazsınız.
Sigara yasağıyla ulaşmak istenilen "sıfır sigara" hedefine ulaşıldığında, "sıfıra sıfır, elde var sıfır"la karşılaşıldığında hâlâ ülke emperyalizme bağımlı, hâlâ IMF talimatlarıyla yönetiliyor ve hâlâ iç ve dış borçlar yüz milyarlarca dolar düzeyinde kalmayı sürdürüyorsa, yapılacak tek iş, pediatri profesörünün maaşına el koymak olacaktır. Böylece saygın pediatri profesörü çalışacak, ülkeyi kurtaracağına inandırdığı insanlar da onun maaşını alıp dışa bağımlılıktan kurtarılmış bir ülkede sağlıklı bir yaşama yelken açacaklardır.
Bu saygın pediatri profesörünün maaşına el konulduğunda kendisinin ne yiyip-içeceği sorulacak olursa, söylenecek tek söz, "sağlıklı bir yaşam" olacaktır. O, sigaranın zararlarından toplumu kurtarmış olmanın "dayanılmaz hafifliği" ile yaşamını sürdürmenin bir yolunu bulacaktır!
Dilin Altındaki Bakla ya da
Pantolon Uyduramadık
Gömlek Verelim
Bir ürünün üretilmesiyle birlikte ortaya çıkan değer ile aynı ürünün üretilmemesiyle kaybolan değer bir ve aynıdır. Değeri belirleyen, o ürünün üretilmesi için toplumsal bakımdan gerekli olan emek-zamanıdır. Bu yüzden, üretimin olmadığı yerde emek olmaz, emeğin olmadığı yerde de değer ortaya çıkmaz.
Bu değer, ister kâr olarak sermaye sahibinin cebine girsin, ister ücret olarak işçinin emek-gücünün karşılığı olarak verilsin, isterse ticari kâr olarak sermayeler arasında paylaşılmış olsun, her durumda bir ürünün üretilmesi için belli bir sermayenin yatırılmasını gerektirir.
Sermaye, nakit para sahibi olarak pazardan hammadde ve işgücü satın alır. İşgücü, sermaye sahibi tarafından, belli bir zaman için (örneğin sekiz saat) kullanılmak amacıyla satın alınır. İşgücü sahibi emekçi, bu saatler içinde emek-gücünü kapitaliste satmış olduğundan, bu iş saatleri boyunca kendi emek-gücü üzerinde hiçbir tasarrufta bulunamaz. Sözcüğün tam anlamıyla, sermaye sahibi, işgücü sahibinin (emekçi) sekiz saatlik yaşam süresinin efendisi, sahibidir. Bu yüzden, bu iş saatleri içinde üretim sürecinde hammaddeye aktarılan tüm emek-gücü kapitalistin malıdır, onun mülkü olur.
Ama emek, mülkiyete baş kaldırır. Sekiz saat süresince sermayenin malı, mülkü ve ücretli kölesi olarak çalışmak istemez. Kendisinin insan olduğunu, insanca çalışmak, insanca ilişkiler içinde olmak, kısacası insanca yaşamak ister. Ücretli köle, efendisine başkaldırır.
Daha iyi çalışma koşulları ve daha yüksek bir ücret talep eder.
Tarihte görüldüğü gibi, kapitalizmin ücretli kölesinin bu talepleri, hemen her durumda sermaye sınıfının zoruyla yüzyüze gelmiş, katliamlara sahne olmuştur. Yine de bu talepler sona ermemiş, sürmüş ve gelişmiştir.
Sözcüğün tam anlamıyla işçi sınıfının ekonomik taleplerle yürüttüğü mücadeleler siyasal mücadelelere dönüşmüş, siyasal mücadeleler zafer ve yenilgilere sahne olmuştur. Her durumda, işçi sınıfı küçük de olsa bazı kazanımlara sahip olmuştur.
İşçi sınıfının ekonomik talepler doğrultusunda en büyük kazanımı, iş saatinin sekiz saatle sınırlandırılması, iş saatleri içinde insani ihtiyaçlarını karşılayacak molaların çalışma süresine dahil edilmesi, çalışma koşullarından doğan hastalıkların ücretsiz olarak tedavi edilmesi ve kendi emek-gücünü yeniden üretebilmek için belli sosyal haklara sahip olmasıdır.
Bütün bunlar, sermaye sahibinin ücretli köleler üzerindeki eski egemenliğinin sona ermesini, işçinin satın aldığı emek-gücünü iş saatlerinde istediği gibi çalıştıramamasını getirmiştir.
Ücretli mola hakkı, ücretli tatil hakkı, ücretsiz sağlık hizmetleri hakkı, artık işçi sınıfının hemen her durumda sahip olduğu ve olması zorunlu kabul edilen haklar haline gelmiştir.
Bu hakların gerektirdiği "kaynak" ise, doğrudan sermaye sahibinden ya da büyük ölçüde sermaye sahibinden karşılanır olmuştur.
Bunun karşılığında sermaye sahibi, her durumda iş verimliliğini artırmak, yani birim başına emek-gücünün sermaye sahibi için ürettiği değeri artırmak için türlü yollara ve yöntemlere başvurmuştur, vurmaktadır. En çok kullanılan yöntem ise, emek yoğunluğunu artırmak olmuştur. Bu ise, biteviye, soluksuz, fasılasız, molasız işgünü boyunca işçinin çalıştırılması demektir.
Saygın pediatri profesörü Elif Dağlı sigara yasağının TBMM'de kabul edilmesi üzerine yayınladığı bildiride şöyle söylemektedir:
"Bu kanun ile sigara içmeyen, ancak istemsiz olarak toplu yaşama alanlarında sigaranın zehirli dumanına maruz kalan, milyonlarca Türk insanın hasta olması ve ölmesi engellenecek, işçi sağlığı ve iş güvenliği korunacak, iş verimliliği artacak, gençlerin ve çocukların sigara içmeyi kabul edilebilir bir davranış olarak görmesi ve benimsemesi önlenecektir. Bütün bunlarla Türkiye'nin sigara ile yılda kaybettiği 50 milyar dolardan ekonomiye gidilecek ve bütçeye olumlu katkı olacaktır."
Görüldüğü gibi, "toplu yaşama alanları" vb. türden "sağlık" konularının yanında "işçi sağlığı", "iş güvenliği" ve "iş verimliliği"n-den söz edilmektedir.
Aynı çevrelerin iddialarına göre:
"Sigara içenler ayrıca tam güçleri ile çalışamazlar. Yüzde 40 eksik güçle çalışırlar . Sigara içen bir insanın çalışma gücü ile sigara içmeyenin çalışma gücü bir olmaz . Sigara içen kişide ciğerler iflas etmek üzere olduğundan daha çabuk yorulur. İşyerinde sigara içmek için kaçamaklar yapar zaman kaybı olur. Sigara içerken iş yapmaya kalkar gene zaman kaybıdır..."
İşte dilin altındaki bakla budur!
"İşçi sağlığı", "iş güvenliği" gibi demagojik sözlerin ardından gelen "iş verimliliği" sermaye sınıfının sigara yasağı karşısındaki konumunu belirleyen "bakla"dır.
Bir işçinin işyerinde beş dakika "sigara molası" hakkı olduğu koşullarda, sigara yasağı ile elde edilecek yıllık "iş saati tasarrufu" ortalama 25 saattir. Bu da, ortalama 7,5 YTL saat ücretiyle hesaplandığında 187 YTL'ye eşittir.
"Sigara yasağı"nın en hararetli savunucularının "işçi sağlığı"ndan söz ettiklerinde ilk elde ettikleri "kazanç", işçinin "sigara molası" hakkını elinden alarak, karşılığı ödenmeksizin yılda 25 saat daha fazla çalıştırılmasıdır.
Verimlilik artışı ve "sigaraya bağlı hastalıklar"ın tedavisi için sosyal sigortalar kurumunun yaptığı "sağlık ödemeleri" işin içine girdiğinde, sermaye sınıfının sigara yasağıyla elde etmeyi umduğu "kazanç" büyük boyutlara ulaşmaktadır.
Asıl sorun "sigaraya bağlı hastalıklar" genellemesiyle, iş yerlerinin (özellikle tekstil, madencilik, metal sanayi) sağlık koşullarına uygun olmayan toz vb. barındırmasıyla ortaya çıkan solunum yolları hastalıkları ise, sigara yasağı yandaşlarınca görmezlikten gelinmesidir.
Onlar için varsa da, yoksa da, işçinin sekiz saat çalışma karşılığında sattığı emek-gücünü sermaye sınıfına en ucuza maletmektir. Sağlık sigortası primlerinin büyük bölümünün işveren tarafından ödendiği gözönüne alındığında ise, "işçi sağlığı" konusunda sermaye sahiplerinin ne kadar "duyarlı" olduklarını anlamak fazlaca zor değildir.
Bugün gelinen noktada, sigara yasağı adı altında, işçilerin sekiz saatlik işgünü içinde biteviye çalıştırılmalarının sağlanması, bu yolla verimliliğin artırılmasıdır. Ancak bu gelinen noktadır. Bundan sonraki aşama, "sigaraya bağlı hastalıklar"ın masraflarının doğrudan kişi, yani işçi tarafından karşılanmasıdır. Böylece işyerlerinin sağlıksız koşullarından kaynaklanan her türlü iş hastalığı "sigaraya bağlı hastalık" kapsamında değerlendirilecek, bu hastalıkların tedavi masraflarının da işçiler tarafından karşılanması sağlanarak işverenlerin sigorta prim ödeme miktarları düşürülecektir.
Pediatri profesöründen ekonomist köşe yazarlarına kadar herkese çağrımızdır: Haydi, işyerlerindeki yetersiz ve hatta hiç olmayan havalandırma nedeniyle işçilerin ne oranda solunum yolları hastalıklarına yakalandıklarını saptayınız! Saptayınız ki, bu solunum yolları hastalıkları ile sigaranın yol açtığı hastalıklar arasında doğru ve bilimsel bir ilişki ya da orantı kurunuz! Bunu yapmadığınız sürece, sigara yasağı propagandistliği yaparak, işçinin sağlığını değil, işverenin, sermaye sınıfının kârlarını daha fazla nasıl artırabilirim diye "akıl" yorduğunuzu kabul ediniz!
Evet, sigara yasağı ile, ülkeyi, emperyalizmden kurtarmayı başaramazsanız bile, sermaye sınıfının kârlarını artırmayı, işçileri hiçbir ücret ödemeksizin daha fazla çalıştırmayı başarmanıza az kaldı. Sıkı durun! Bunda ne kadar başarılı olursanız, üretmeden tüketmeniz için size o kadar ücret verilecektir.
Ve hepimizin bildiği gibi, sizler, sizin gibi eğitilmiş aydınlar, sermaye sınıfının ücretli hizmetkarlarından başka bir şey değilsiniz. Hizmetinizin karşılığını mutlaka alacaksınızdır. Bundan kimsenin şüphesi olamaz. Ta ki, ayaklar baş olana kadar!