KURTULUŞ CEPHESİ - Ocak-Şubat 1995


      Görüldüğü gibi, bir yandan yoksul köylülerin elindeki topraklar, orta köylüler tarafından satın alınırken ve böylece zengin köylü haline dönüşürken, yeni ekime açılan topraklar da büyük oranda zengin köylünün eline geçmiştir.
      Topraksız köylü aile sayısı ise 1985 Köy Envanter Etütlerinde 1.742.000 olarak belirlenmiştir. Bu oran, tüm kırsal nüfus içinde % 30.94'ünü oluşturmaktadır. İşte kentlere yönelen göç bu nüfustan meydana gelmektedir. Bu nüfus, 1963 sayımlarında 1-20 dönüm toprak mülkiyetine sahip gözüken 1.065.000 yoksul köylü ailesinin 1980 sayımlarında 982.000 aileye düşmesiyle ortaya çıkan bir mülksüzleşme ve nüfus artışından kaynaklanan mutlak bir artıştır. (Burada hemen belirtmeliyiz ki, 12 Eylül döneminde alınan bir kararla Köy Envanter Etütleri durdurulmuştur. Bu nedenle, 1980 sonrasındaki yeni tarım politikaları ve yüksek enflasyon uygulamalarıyla yoksul köylülerin artan mülksüzleşmesinin sayıları elde edilememektedir. Bu nedenle, 1963 sayımlarına göre 1980'de mülksüzleşmenin mutlak rakamının 100.000 civarında olması, 1980 sonrasındaki geniş çaplı mülksüzleşme için sadece bir eğilimin ifadesidir.)
      Tüm bu gelişmelere rağmen, hemen hemen pek az sesi çıkan kesim, yine de köylülük olmaktadır. Kırsal alanlarda köylülerin, 1965-80 arasındaki mücadelesiyle hiçbir bağlantısı yokmuş gibi gözüken bir politik ilişkiler egemen durumdadır. Bunun temel nedeni, topraksız ve yoksul köylü ailesinin bireylerinin kentlere göç etmeleri ve giderek tarımsal üretimden kopmalarıdır. 1980 ortalarına kadar ekim zamanı köyüne dönen nüfus, giderek kentlerde yerleşik hale gelmiş ve düşük tarım taban fiyatları nedeniyle de fiili emek vermekten uzaklaşmıştır. Böylece köylülüğün toprak talebi, hemen hemen kalmamış gibi bir görüntü ortaya çıkmıştır. İlk dönem düşük taban fiyatları uygulamasının geçici olduğunu düşünen köylüler, yeni bir hükümet koşullarında, özellikle eski AP'nin (DYP) iktidara gelmesiyle bu durumun sona ereceğini beklemişlerse de, tarım politikalarında hiçbir değişiklik olmamıştır. Böylece orta ve zengin köylünün, gıda sektöründe yatırım yapan tekellere yönelik üretimlerine eklemlenen küçük köylü üretimi, "serbest pazar ekonomisi" propagandasıyla birlikte kendi halinden memnun bir kitle görünümü kazanmıştır. Topraksız ve az topraklı köylü ile orta ve zengin köylü arasındaki çelişkiler, eski dönemin toprak ağaları ile tefecilerle olan çelişkilerine nazaran daha yumuşak olması, köylü kitlesinin sessizliğini belirlemiştir. Böylece tekelci burjuvazinin elinde tuttuğu sanayilere girdi olarak kullanılan kırsal üretim (tarımsal ve hayvansal), bu sanayiler tarafından belirlenmektedir. Bu duruma uyum sağlamakta zorlanan köylü kitlesi, gelişmenin yavaş ve kısa bir dönemde olmasından dolayı, henüz gerçeklerin farkında da değildir. Sanayiye girdi olan kırsal üretim sonucunda, köyde yerleşik ailelerin ellerine geçen para miktarındaki artış, aynı zamanda tepkilerin pasifize olmasında etkili olmuştur. Geçmişe göre tüketiminde önemli bir değişim olmayan küçük köylü ailesinin kırsal alandaki sınıfsal farklılaşmanın belirginleşmesiyle birlikte, geleneksel "köy içi dayanışma"dan da uzak kalmıştır. Daha düne kadar aynı koşulları paylaştığı bir kısım köylünün, kentlerle, yani gıda sanayi ile kurdukları ilişkilerle kendilerinden farklılaştığını gören küçük ve yoksul köylü, bugün için bu ilişkilere eklemlenmeye çalışmaktadır. Bu eklemleme çabasının sınıfsal farklılaşma nedeniyle bir işe yaramadığını gördüğü zaman, kırsal alanın bu suskunluğu da sona erecektir.
      Böylece, sürekli yoksullaşan, topraklarını yitiren, ürünlerini daha düşük fiyatlarla satmak zorunda kalan büyük bir köylü kitlesi, neredeyse "toprak talebi"ni unutmuş görünmektedir. Ama kentlere göç eden kesim, kentlerdeki işsizlik ve yaşam koşullarının zorlukları karşısında, tepkilerini dışa vurmak durumundadır. İşte bu tepkileri kendine kanalize eden RP olmuştur. RP, kırsal alanlarda kurduğu eski ilişkileriyle, kentlere yeni göç eden nüfus içinde etkinliğini artırmıştır. Bunun sonucu olarak, "eskiden solun kitlesi olan" gecekondu nüfusu, RP'nin "kitlesi" haline dönüşmüştür. Oysa söz konusu olan kitle, 1980 öncesinin küçük ve orta köylüleridir ve devrimci mücadelede pek az yer almışlardır. Ama aynı kitle RP'nin 1980 öncesindeki tabanını teşkil etmektedir. Bu da, büyük kentlerdeki belediye seçimlerini RP'nin kazanması ile somutlaşmıştır. Ve RP'nin belediyeleri kazanması, aynı zamanda, kentlere göç eden köylü kitlesinin "toprak talebi"nden uzaklaştığını göstermektedir.
      Bütün bunlar, artık ülkemizde "toprak sorunu" diye bir sorunun kalmadığı ve bu yüzden "toprak devrimi"nin gündemden kalktığı anlamında yorumlanamayacağı da açıktır. Ülkemizdeki toprak sorunu, tekelci burjuvazinin de kabul ettiği gibi, kesinkes burjuva demokratik anlamda bile çözümlenmemiştir. Yoksullaşan ve mülksüzleşen köylünün "toprak talebi"ni dile getirmemesi, bu talebin olmadığı anlamında yorumlanamayacağı da açıktır.
      Ayrıca "toprak sorunu"nun çözümlenmesi, dolayısıyla "toprak devrimi"nin yapılması, sadece köylü kitlesinin öznel durumuyla değil, tarımsal üretimin düzenlenmesi ve geliştirilmesiyle ilintili olduğu de gözden kaçırılmamak zorundadır.
      Diyebiliriz ki, bugün, köylü kitlesi tam bir şaşkınlık içindedir. 1980 sonrasında uygulanan ekonomi-politikalar ve yaygın propagandalarla, tam bir şaşkınlık içine düşmüştür. Olayların ne yönde gelişeceğini kestirememektedir. Oligarşinin 12 Eylül sonrasında uyguladığı zorun, 1980 öncesinde devrimci mücadeleye girmiş kendi "çocukları"nı nasıl ezdiğini görmüştür. 1980 öncesinde kendi sorunlarını dile getirenlerin karşılaştığı bu durum, Kürt ulusal hareketine yönelik zor uygulamalarıyla birleşmesi, köylü kitlesinin pasifize edilmişliğini belirlemiştir. Böylece bir yandan 1980 sonrasında oligarşinin uygulamalarının getirdiği şaşkınlık, öte yandan oligarşinin zor uygulamaları, bugün kırsal alanlardaki ilişkileri belirlemektedir. Bu süreç de, 1990 sonrasında ekonominin içine girdiği bunalım koşullarında sonuçlanmaya doğru evrilmektedir. Bu da köylü kitlesinin giderek politize olmasını getirecektir. Bu noktada RP, kırsal alanlarda ya da kentlerde, politize olan kitlenin tepkilerini pasifize etmenin ve oligarşiye kanalize etmenin en önemli aracı durumundadır. Bu açıdan, RP'nin "din"i araç olarak kullanmasına karşı verilecek mücadele, aynı zamanda köylü kitlesi üzerindeki gerici propagandayı ve ideolojik etkiyi kırmanın bir yolu durumundadır.
      Ama yine de sorun, her zamanki gibi, köylülüğün işçi sınıfı ile ittifakını kurmaktır ve bu ittifakın işçi sınıfının ideolojik hegemonyasıyla birlikte olacağını bilme sorunudur.



Dipnot

(*) Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I, s: 35


Sayfa başına gidiş