“Kusura bakmayın beyler. İstediğiniz kadar düşünce adamı olun. İstediğiniz kadar medyanın mensubu olun. Özgürlüklerin de bir sınırı vardır. Siz siyasetçiyi eleştirme hakkına sahip olacaksınız. Siyasetçinin sizi eleştirme hakkı olmayacak. 25 kuruşa simit yok artık.” (Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan, 16 Kasım 2011.)
“El hakk”!
[1*]
Başbakanın, danışmanların yazdığı yazıları “cam”dan (
promter/suflör) okuyarak belagat sanatında ustalaşmış bir “hatip” olduğu “mutlak çoğunluk” tarafından kabul edilmektedir. Ardından yandaş ve sindirilmiş “medya” aracılığıyla, sürekli olarak cilalandığı, “sen neymişsin be abi!”leştirildiği de “mutlak çoğunluk” tarafından kabul edilmektedir. Doğal olarak, bu durumdaki birinin başına gelecek şey, Recep Tayyip Erdoğan’ın da başına gelmiş ve sonuçta “ben neymişim abi!” demeye başlamıştır.
Propaganda ve kamuoyunun manipülasyonu konusunda ustalaşıldığı ölçüde, “özgüven” diye sunulan bir kendini beğenmişlik, bir “mağrurluk” görünümü gittikçe yoğunlaşmaya başlamıştır. Bunun son örneği, ABD’nin “popüler” dergilerinden olan
Time’a Recep Tayyip Erdoğan’ın “kapak” olması olayında görülmüştür.
Time’da “kapak” olan “9. Türk” olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın, sadece Avrupa ve Asya baskılarında kullanılan “kapak fotoğrafı” karşısında gösterdiği tepki, “şakayla karışık” bir “mağrurluğun” dışa yansımasına “vesile” olmuştur.
“Bu resmi bulmakta çok zorlanmış olmalılar” diyerek
Time “kapak”ındaki fotoğrafı “beğenmediğini” dile getiren Recep Tayyip Erdoğan’ın, “ünlü gazeteci” Hasan Cemal’in KCK operasyonlarına dönük “eleştirileri” karşısında söylediği sözler “demokrasi”, “özgürlük”, “insan hakları” vb. “teferruat”a ilişkin “inancını” bir kez daha gözler önüne sermiştir: “Özgürlüklerin de bir sınırı var… 25 kuruşa simit yok artık”!
Evet, “özgürlükler”in de bir “sınırı” vardır! “Özgürlüğün sınırı” için, ilköğretimin “Yurttaşlık ve Demokrasi Eğitimi” adlı yepyeni ders programına bakıldığında da bir şeyler öğrenilebilir. “Bir kişinin özgürlüğü, bir başka kişinin özgürlüğünün başladığı yerde biter” türünden klasik, beylik, alışılagelen tanımlamalar da “özgürlüğün sınırları”nı çizme çabasının ifadeleridir. Ancak hiçbirisinde, “25 kuruşluk simit”le belirlenmiş bir “özgürlük sınırının” mevcut olmadığı da “aşikardır”.
Şüphesiz aklı başında insanlar, hala ülkede demokrasi olduğuna inanan insanlar, hala Cuma hutbelerini “din özgürlüğü” olarak gören insanlar elbette şu soruyu soracaktır: Nasıl oluyor da, bir ülkenin “baş”bakanı olan ve “müstakbal cumhurbaşkanı” (ki mevcut anayasada, “cumhurbaşkanı” olmak için “yüksek okul mezunu olmak” koşulu vardır), “yok öyle yağma, ne kadar ekmek o kadar köfte” türünden bir “argo” söylemle “özgürlük”ten ve “özgürlüğün sınırları”ndan söz edebiliyor?
Bu soruyu soran insanlar, çokluk kendilerini “aydın” olarak tanımlarlar. “Aydın” oldukları için de, “aydınlanmak” adına sorularına yanıt beklerler. Hasan Cemal gibi “medya aydını” ise, “aydın” olduğu için, yani “aydınlanmış insan” olduğu için, böyle bir soru sormak yerine, sorunun yanıtını vermeye çabalar. “Medya mensubu” olarak, “iktidarı eleştirme hakkı” kapsamında, iktidarın “olumsuz icraatlarını” eleştirmeye koyulur. Ama “25 kuruşa simit yok artık” sözleriyle ifade edilen bir “özgürlük” sınırlamasını da pek anlayabilir durumda değildir.
Evet, “25 kuruşa simit yok artık”! Daha önceleri 5 kuruşa alınan simit, zaman içinde 10 kuruş, 20 kuruş derken 25 bin lira olmuş ve AKP’nin “üstün ekonomi yönetimi” sayesinde 25 kuruşa “in”miştir! Böylece kendisini “aydın” zanneden, ülkede “demokrasi” olduğunu sanan insanlar, simit fiyatlarındaki her artışla birlikte özgürlüğün sınırlandırıldığını bir türlü görememişlerdir. İster AKP “yandaşı” olsunlar, ister AKP “hayranı” olsunlar, hepsinin ortak özelliği, olmayan şeyleri “var” kabul etmek ve olmayan şeylerin karşısında “varmış” gibi davranmaktır.
Bu insanlar, yıllarca söylenilmiş, yazılmış-çizilmiş ve tarihin her evresinde defalarca kanıtlanmış gerçeklere dönüp de bakmamışlardır.
Tarihin gösterdiği en temel gerçeklerden birisi,
demokratik devrimin tamamlanmadığı ülkelerde, burjuva anlamda da olsa, yani “klasik” tanımıyla bir demokrasiden söz etmenin olanaksız olduğudur. Böylesi ülkelerde “temel insan hak ve özgürlükleri”, yani “hak”, efendinin, ağanın, paşanın, kralın ya da padişahın “inayetiyle” vardır. Daha özdeyişsel olanı ise, “hak”kın sadece “değirmende olduğu” şeklindedir.
Evet, “hak değirmende olur”! Değirmende, buğday un olur; ekmekçide, un hamur olur; fırında, hamur simit olur! Simitçide, simit 25 kuruş olur! Artık “hak”kınız da, paranız kadar yiyebileceğiniz 25 kuruşluk simit kadardır. Ama Recep Tayyip Erdoğan, yani “baş”bakan, artık 25 kuruşa simidin olmadığını söylemektedir. Simit de, hak da, özgürlük de pahalanmıştır. Öyle 25 kuruşluk simit karşılığı bol keseden “hak”tan, “hukuk”tan, “özgürlük”ten söz etmenin zamanı geçmiştir. Şimdi, başta Hasan Cemal olmak üzere, herkes daha çok çaba göstermek, daha çok yaranmak zorundadır. “Hak” ve “özgürlükler”, öyle “yağma Hasan’ın böreği” değildir! Eski alışkanlıklarıyla, “medya”nın eski gücüyle hareket edenlerin kulakları çekilmektedir. AKP iktidarı, kendilerine göre, artık yerleşmiş ve hatta kalıcılaşmıştır. Bu yerleşik ve kalıcı iktidar koşullarında, özgürlük de, simit fiyatlarına eşdeğer biçimde pahalanmıştır. Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği sadece budur.
Bunun bir adım ötesi, “neka ekmek, oka köfte”dir.
Dipnotlar
[1*] Apaçık ortada olan, Mutlak Gerçek.