Nüfus |
Nüfus Artışı Miktarı |
Seçmen Sayısı |
Seçmen Sayısındaki Artış Miktarı |
Kullanılan Oy |
|
1973 |
38.073.000 |
- |
16.798.164 |
|
11.223.843 |
1977 |
41.769.000 |
3.696.000 |
21.207.303 |
4.409.139 |
15.358.210 |
1983 |
47.853.000 |
6.084.000 |
19.767.366 |
-1.439.937 |
18.238.362 |
1987 |
52.564.000 |
4.711.000 |
26.376.926 |
6.609.560 |
24.603.541 |
1991 |
57.262.000 |
4.698.000 |
29.979.123 |
3.602.197 |
25.157.089 |
1995 |
61.737.000 |
4.475.000 |
34.155.981 |
4.176.858 |
29.101.469 |
1999 |
66.293.000 |
4.556.000 |
37.495.217 |
3.339.236 |
32.656.070 |
2002-Genel Seçim |
69.626.000 |
3.333.000 |
41.407.027 |
3.911.810 |
32.768.161 |
2004-Yerel Seçim |
71.813.000 |
2.187.000 |
43.552.931 |
2.145.904 |
33.211.457 |
2007-YSK |
73.875.000 |
2.062.000 |
41.465.000 |
-2.087.931 |
- |
2007-Genel Seçim |
73.875.000 |
- |
42.799.303 |
-753.628 |
36.056.293 |
2007-Referandum |
73.875.000 |
- |
42.690.252 |
-109.051 |
28.819.319 |
26 Kasım 2008-YSK |
70.586.256 |
-3.288.744 |
48.265.644 |
5.575.392 |
- |
YSK, 17 Temmuz 2007 genel seçimlerinden önce "askıya çıkardığı" seçmen kütüklerine ilişkin yaptığı açıklamada, toplam seçmen sayısının 41.465.000 olduğunu açıkladı. Böylece 2004 yerel seçimlerinde 43.552 .931 olan seçmen sayısı 2.087.931 azaldı. Oysa aynı yıllar için TÜİK'in verdiği nüfus "veri"sine göre, Türkiye nüfusu 71.813.000'den 73.875.000'a yükselmiş, yani 2.062.000 artmıştı.
Nüfus 2.062.000 artarken, seçmen sayısının 2.087.931 azalması pek "mantıklı" olmasa da, fazlaca itirazla karşılaşmaksızın 17 Temmuz seçimlerine bu "veriler"le gidildi. Seçim sonrasında "kesin sonuç"ları açıklayan YSK'ya göre, 17 Temmuz seçimlerinde 42.799.303 seçmen kütüğe kayıtlıydı ve bunun 36 milyonu oy kullanmıştı.
Bir kez daha "tahterevalli" oyunu oynandı. 17 Temmuz öncesinde YSK seçmen sayısını 41.465.000 olarak açıklamışken, seçimin "kesin sonuçları"nda seçmen sayısı 1.334.303 artış göstermeyi becermişti. Bu da, seçmen kütüklerinin askıya çıkmasından sonra halkımızın "demokratik hakkı" olan seçme hakkına karşı nasıl büyük bir ilgi gösterdiğini, askıya çıkan seçmen kütüklerinde adı olmayan 1.334.303 kişinin on beş gün içinde kendilerini kütüklere yazdırdıklarını "cümle aleme" göstermişti.
Seçmenlerin bu göz yaşartıcı ilgisi ve "demokratik hak"larına sahip çıkışı sonucunda 2004 yerel seçimlerine göre 2 milyon artan nüfusun 2 milyon seçmeninin kaybolması büyük ölçüde önlenmiş ve kayıp seçmen miktarı 763 bine düşürülmüştü!
Hala nüfusumuz 73 milyondayken yapılan 10 Ekim 2007 referandumunda seçmen sayısı, 17 Temmuz seçimlerine göre 109 bin azalarak 42.690.252 olduğunda aradaki fark "fazla önemsenecek miktar" olmadığı için her şey "normal" kabul edildi.
Ancak 2008'in Ocak ayında TÜİK'in yeni nüfus "veri"leri açıklanıp, Türkiye nüfusu 3.288.744 kişi azalınca, seçmen sayısının da belli ölçüde azalması kaçınılmazdı. 26 Kasım 2008 tarihli YSK açıklaması bu "kaçınılmaz"lığı ilan etti. Ama terk farkla, ters yönde bir gelişmeyle.
Evet, YSK'nın 26 Kasım 2008 tarihli açıklamasına göre, Türkiye'deki seçmen sayısı 48.265.644'e yükselivermişti. Böylece 17 temmuz seçimlerine göre seçmen sayısı 5.575.392 artmış oldu. Türkiye nüfusu üç milyon azalırken, seçmen sayısının beş buçuk milyon artması da "normal" sayılabilir! Çünkü YSK ve TÜİK hemen her zaman aynı şeyleri yapmaktadır. Bu nedenle de şaşırtıcı hiç bir şey yoktur!
Halkın askıya çıkan seçmen kütüklerine gösterdiği büyük ilgi ve bu sayede "cümle aleme" "demokratik hak"larına nasıl sahip çıktığı istatistiki olarak gösterilmişken, YSK'nın öylece oturması elbette beklenemezdi. Halkın "demokratik duyarlılığı"na uygun davranan YSK, bir gecede seçmen sayısını artırıvererek, "demokrasi"yi kendi "veri"leriyle, kendince, "mütevazi" bir biçimde desteklemiş oldu!
Seçmen kütüklerinde yapılan "düzenlemeler", yani oynamalar Kurtuluş Cephesi'nin Kasım-Aralık 2002 tarihli 70. sayısındaki "Sakıp Sabancı'sız Seçimlerin Sayısal Sonuçları Üzerine" yazımızda ve yine Mayıs-Haziran 2007 tarihli 97. sayısındaki "Seçimler Bir Aldatmaca mı?" yazısında ele alınmıştır. Karmakarışık edilmiş, birbiriyle sürekli çelişen "veriler"e bağlı kalarak seçmen kütüklerinde yapılan oynamaları değerlendirirken, bunların açık biçimde seçimlerin bir aldatmaca olduğunu gösterdiğini, her durumda oligarşik yönetimin istediği anda seçim sonuçlarını bir biçimde değiştirebileceğini ortaya koymaya çalıştık.
Ve yine bu yazılarımızda, 1977 Haziran seçimlerinde ülke tarihinin en büyük "mükerrer oy"unun kullanıldığının altını çizdik.
Evet, ülke tarihinin bilinen ve resmen saptanmış olan en büyük "mükerrer oy" kullanım olayı 1977 Haziran seçimlerinde gerçekleşmiştir. Öyle ki, bu seçimlerde Erbakan'ın MSP'si ile Türkeş'in MHP'si "mükerrer oy" turları düzenlemişlerdir. Özellikle birbirine yakın iller arasında "bindirilmiş kıtalar"la seçim günü boyunca yapılan otobüs turlarıyla bu "mükerrer oy" verilmesi sağlanmıştır.
Bilindiği gibi, Haziran 1977 seçimlerinde CHP, oyların %42'sini alarak birinci parti olmuş, ancak mecliste yeterli çoğunluğu sağlayamadığı için II. MC hükümeti kurulmuştur. Seçim sonrasında (ki her "şaibeli" seçim sonrasında olduğu gibi) Bülent Ecevit, seçimlerde büyük çaplı "mükerrer oy" kullanılması karşısında kayıtsız kalırken, aklınca "demokratik seçimlere leke sürülmesi"ni önlemeye çalışmıştır.
Haziran 1977 seçimlerinde "mükerrer oy kompetan"larının başında MSP ve onun "Akıncılar" üyeleri (ve elbette Tayyip Erdoğan ve mehteran takımı) yer almıştır.
Yine de seçimlerde kimin ne kadar "mükerrer oy" kullandırttığı, ne kadar oyun olağan seçmene ait olduğunu saptamak da olanaksızdır. Açık olan tek şey, seçmen sayılarıyla oynandığı, "mükerrer oy" kullanılması için koşulların yaratıldığıdır.
İstatistiki olarak 1977 seçimleri 4,4 milyon seçmen artışıyla tarihsel rekora sahip olmuşsa da, YSK'nın 26 Kasım 2008'deki açıklamasıyla yeni bir rekor kırılmıştır. Şimdi sorun, bu tarihsel "rekor"un seçmenin "özgür iradesi" üzerinde ne kadar etkide bulunacağı, seçim sonuçlarının ne kadar "demokratik seçme hakkı"nın ifadesi olacağıdır. Özellikle seçmen kütüklerinin ve seçim sonuçlarının "bilgisayar" ortamına aktarıldığı bir dönemde, bu seçmen sayısındaki "rekor" artışın "klavye başında" nasıl sonuçlar üretebileceği belirsizdir. Geçmişte "bindirilmiş kıtalar"la doğrudan sandıklarda yapılmaya çalışılan "mükerrer oy" oyunu, şimdi "klavye başında" kolayca yapılabilir hale gelmiştir. Artık "bindirilmiş kıtalara", otobüs turlarına, "aktif militanlara" ihtiyaç da yoktur. YSK'ya atanacak bir kaç üst düzey yetkili ve bir kaç "bilgisayar uzmanı" sonuçları değiştirmek için yeterli olacaktır.
Ama bu oyunlar, bu türden "kalem oynatmalar", "klavye başı seçim zaferi" kazanılması, belki bir partinin (şüphesiz AKP) oylarını korumasına ya da artırmasına hizmet edebilir, seçimi "açık ara" almasına olanak sağlayabilir. Ancak hiç bir biçimde halkın içinde bulunduğu durumu, gerçekliği değiştirme gücüne sahip değildir. Eğer bir halk, iktidardaki partiden memnun değilse, onun uygulamalarından huzursuzsa, seçim hileleri o partinin iktidarda kalmasına ne kadar yol açarsa açsın, bu memnuniyetsizliği ve huzursuzluğu ortadan kaldıramaz. Sadece iktidar olmanın olanaklarını kullanarak halkın memnuniyetsizlik ve huzursuzluğunu baskı altına alma olanaklarına sahip olabilir. Bu da, hileli olarak seçim kazanmış partinin giderek halktan daha fazla tecrit olmasına ve halka daha fazla baskı yapmasına yol açar. Böylesine hileyle seçim kazanan parti, her durumda polis teşkilatını güçlendirmek ve onun aracılığıyla her türlü muhalefeti sindirmeye çalışmaktan başka şey yapamaz. Denetiminde bulunan "medya" aracılığıyla yapılacak her türlü dezenformasyon ve manipülasyonların ne kadar etkisi görünürse görünsün, "dipten gelen dalga"yı durdurmaya yetmeyecektir.
Bu nedenle, seçmen kütükleri üzerinde oynanması, son tahlilde fazlaca önemli değildir. Bunun üzerini örttüğü gerçekler, şöyle ya da böyle açığa çıkar. Ama seçmen sayısıyla ilgili tutarsız ve sürekli değişen veriler, ülkedeki düzenin ne kadar işe yaramaz ve çarpık olduğunu da en açık biçimde gösterir. Şirketlerin ve bankaların yıl sonuna gelindiğinde bilançolarına "makyaj" yapmaları gibi, kamunun hizmetinde olduğu iddia edilen devlet kurumları da benzer "makyajlar" yaparak, ülkenin içinde bulunduğu gerçek durumu gizlemeye çalışmaktadırlar. TÜİK'in her türlü verisinin sürekli değiştirilmesinden, örneğin GSMH verilerinin sürekli "revize" edilmesinden, YSK'nın seçmen kütüklerine ilişkin verilerinin sürekli değiştirilmesine kadar tüm çarpıklıklar gerçekleri gizleme çabasının en açık örnekleridir.
Elbette burada "ezber"den şu söylenebilir: Eğer bir ülkenin resmi kurumları kendi işlevlerini doğru biçimde yerine getirmiyorsa, o kurumlar güvenilmezdir, yozlaşmıştır, çürümüştür. Eğer bir ülkenin resmi devlet kuruluşları güvenilmezse, yozlaşmış ve çürümüşse, o sistemin baştan aşağı değiştirilmesi zorunludur. Ve sorun, bu zorunluluğun bilincinde olunup olunmadığıdır. Oynanan oyunların, yozlaşmanın, çürümenin farkında olmayanlar ya da aldırmayanlar, kaçınılmaz olarak bu oyunların, yozlaşmaların, çürümenin sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaktır.