Yazımızın başlığındaki sözler, neo-liberalizmin soldaki uzantısı olan ÖDP'nin başkanı Ufuk Uras'a aittir. Aşk yazılarının unutulmaz belgesel yapımcısı ve aşk yazıları yazarı Can Dündar'ın Alaattin Çakıcı tarafından "akıllı ol" tehdidi üzerine Habertürk ekranından Ufuk Uras'ın sözleridir bunlar.
Ufuk Uras, Hrant Dink'in öldürülmesiyle birlikte neo-liberal, globalizm ve AB yandaşı küçük-burjuva "aydınları" arasında baş gösteren korku ve panik ortamında "yüreklere su serpen" bu sözleriyle, bir yandan A. Çakıcı tarafından tehdit edilen Can Dündar'a "sahip" çıkarken, diğer yandan korku ve panik içindeki küçük-burjuvalara "korkmayın, biz varız" mesajı vermeye kalkışmıştır.
Şüphesiz Hrant Dink olayı, bu kesimlerde korku ve paniğe yol açmakla birlikte, ilk kez karşılaşılan bir durum değildir. Yakın zaman içinde MHP'nin genel başkanı Devlet Bahçeli'nin "medya mensupları"nı isim vererek tehdit ettiğinde de benzer bir durum ortaya çıkmıştır. Yine benzer korku ve panik ortamı, değişik dönemlerde faşistler ve şeriatçılar tarafından gazeteci, yazar ve öğretim üyelerinin öldürülmeleri sırasında da ortaya çıkmıştır.
Her durumda faşist saldırılar karşısında paniğe ve korkuya kapılan küçük-burjuva sözde "aydınları" ve aydınları, çıkar yolu ya ülkeyi terk etmekte ya da sessiz kalmakta bulmuşlardır. Ama ne ülkeyi terk edişleri, ne sessiz kalışları faşist saldırıları engellememiştir. Olan tek şey, kendi bireysel yaşamlarını bir süreliğine "güvenceye almak"tan ibaret kalmıştır. Bu da, bir başka dönemde, bir başka nedenle faşistlerin hedefi haline gelene kadar geçerli bir "güvence"dir.
Faşist saldırıların kendilerine yönelmesinden büyük kaygı ve korkuya kapılan bu küçük-burjuva kesimlerinin, aynı kaygıları şeriatçıların güçlenmesi karşısında fazlaca duymadıkları da diğer bir gerçektir. "Radikal islamcı"ların kimi zaman Uğur Mumcu gibi aydınları hedef alan cinayetleri söz konusu olsa bile, "türban yanlısı" tutumlarıyla, "ılımlı islam destekçisi" konumlarıyla şeriatçılardan kendilerine bir tehlike gelmeyeceğine inanarak kendilerini güvenceye almışlardır.
İster devlet terörü, ister faşist terör, isterse "radikal islamcı" terör nedeniyle olsun, küçük-burjuva aydınları ve "sözde" aydınlarının kendilerine yönelik terör karşısında duydukları kaygı ve korkuları, her durumda sınıfsal özelliklerinin bir sonucudur. Dolayısıyla kendi sınıfsal özelliklerine uygun "sözcüler" de ortaya çıkar. İşte ÖDP, neo-liberalizmin soldaki uzantısı olarak bu kesimlerin "sözcüsü" ve "hamisi" olmaya çalışmaktadır. Hrant Dink'in cenaze töreninde "etnik" ve "ulusçu" söylemle, "hepimiz Ermeniyiz" diye ortaya çıkan ÖDP, Can Dündar olayında "aslanlar gibi" kükreyerek, "aydınlarımızın kılına dokundurtmayız" diye ortaya atılmıştır.
ÖDP ve başkanı Ufuk Uras, "aslanlar gibi kükreyerek" küçük-burjuva "aydınları"na sahip çıkar görünürken, DY'nin geçmiş "hayalet"inin mirasına yaslanır. 12 Eylül sonrası kuşaklarına anlatılan söylenceye göre, faşist milislere karşı "en kahraman" direnen onlar olmuştur. Doğal olarak böyle bir "miras"a sahip olanların, bugün de benzer bir "kahramanlık" yapabileceklerine inanılabilir. Her ne kadar "dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım"ın hararetli savunucularının "dün"kü "miras"ları, bugünün "güvencesi" olarak ne kadar kabul edilebilirse.
Oysa DY, faşist milis saldırılara karşı bir yandan kitlelere "direniş komiteleri" ile mücadele çağrısı yaparken, diğer yandan, kendi sözleriyle ifade edersek, "Seksen öncesinin yoğun silahlı çatışma ortamı içinde DY ortamı gerginleştiren değil 'frenleyici' bir siyasi çizgi izle"miştir.*
1990'larda "aşkın ve biranın partisi" olarak ÖDP adıyla kendilerini yeniden örgütleyen DY'nin kariyerist-oportünist yöneticileri, her durumda kendi bireysel yaşamlarını garantiye alma peşine düşmüşlerdir. Bu "garantili bireysel yaşam" amacı, giderek "globalizm" ve AB yandaşı neo-liberal bir çizgiye oturtulmuştur.
Eski DY ve yeni ÖDP yöneticilerinden Melih Pekdemir'in sözleriyle, onların tek isteği, "sabah sıcak yataklarında uyanmak"tır. Böylece "uzun yaşama"nın sırrını da keşfetmişlerdir.
İşte ÖDP başkanı Ufuk Uras ile tehdit altında olduklarını düşünen küçük-burjuvalar arasındaki "doğal ittifak" da bu yolla kurulmuş olmaktadır.
Yıllardır söyledik, söylüyoruz, küçük-burjuvazinin "sol kanadı" olarak tanımlanabilecek ilerici, demokrat ve yurtseverlerin, faşist ve şeriatçı tehdit karşısında, oligarşinin ve emperyalizmin saflarında yer alan küçük-burjuvazinin "sağ kanadı"nı "müttefik" olarak gördükleri sürece, bu tehditlere boyun eğmekten başka çareleri yoktur. Bugün bu "sağ kanat" tümüyle neo-liberalizmin ülke içindeki uzantılarıdırlar. Dolayısıyla bu "sağ kanat"ı müttefik olarak görenler, aynı zamanda neo-liberalizmin müttefiki olmak zorundadırlar.
ÖDP, neo-liberalizmin soldaki uzantısı olarak, kesin bir biçimde AB'nin emperyalist ülkelerinin çıkarlarının, "AB demokrasisi" söylemiyle savunucusu durumundadır. Onların gerçek bir demokrasi sorunları olmadığı gibi, faşist milis saldırılar karşısında tutarlı ve kararlı bir mücadele yürütmeleri de söz konusu değildir. (12 Eylül'de görüldüğü gibi.)
Faşist milislerin ya da bunların "mafya" uzantılarının tehdidi karşısında neo-liberallerle bir yere varılamayacağını, hem tarih, hem de gelişen olaylar açık biçimde göstermiştir.
Bu tehdit ve saldırılara karşı tek yol, anti-faşist mücadeleyi örgütlemek ve geliştirmektir.
Bunun dışındaki her yol, ya faşist terör yoluyla küçük-burjuva aydınlarının sindirilmesine, ya da şeriatçılarla işbirliğine çıkacaktır.
Söylencelere inanıp 12 Eylül öncesinin DY'sinin "mirasyedisi" ÖDP'ye kapılanlar, er ya da geç bu gerçeklerle yüz yüze geleceklerdir.
Evet, neo-liberalizmin sol uzantısı ÖDP'nin başkanı Ufuk Uras, "aydınlarımızın kılına dokundurtmayız" diyerek kükremiştir. Kayahan'ın şarkısının sözlerini biraz değiştirerek söylersek:
Bir aslan kükredi, miyav dedi.