Düşük Yoğunluklu Çatışma
ya da "Başı Kesilmiş Tavuk"
"Irak'ta ABD askerlerine yönelik saldırılar gün geçtikçe yoğunlaşırken, bu ülkedeki durumun bir gerilla savaşına dönüşüp dönüşmediği Washington'da yoğun olarak tartışılıyor. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Irak'ta Amerikan askerlerinin karşılaştığı saldırıların bir gerilla savaşı olmadığını söyledi. Bu tartışmaları yapanların Vietnam özlemi içinde olduğunu söyledi.
Rumsfeld, ABD güçlerinin gerillalarla değil, yağmacı, suçlu, yabancı teröristler ve Baas rejiminin kalıntılarıyla karşı karşıya olduğunu iddia etti. Irak'ın özgürleştirilmesinin tamamlandığını belirten ABD Savunma Bakanı, teröre karşı savaşın ise uzun bir süre devam edeceğini söyledi." (Gazeteler, 1 Temmuz 2003)
"Askeri terimlerle ifade edersem, Irak'ta bize karşı klasik gerilla kampanyası yürütülmektedir. Bizim askeri doktrinimizde buna düşük yoğunluklu çatışma adını veriyoruz." (Gen. John Abizaid, ABD Irak işgal ordusu komutanı, 17 Temmuz 2003)
W. Bush'un savaşın resmen sona erdiğini ilan ettiği 1 Mayıs'tan itibaren Irak'ta Amerikan askerlerine yönelik silahlı saldırılarda hemen her gün birkaç Amerikan askeri öldürülmektedir. Savaşın sona erdiği ilan edildiği tarihte ABD ve "koalisyon güçleri"nin "resmi" toplam kaybı 193 iken, bu sayı 28 Temmuz itibariyle 289'a yükselmiştir. Bu gelişme karşısında ABD'de hemen herkes "Irak'ta ne oluyor?" sorusunu sormaya başlamıştır. Rambo filimleriyle, Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığıyla, çok bilinen ifadeyle, "Vietnam sendromu"nun kaybolmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkan bu soru, kaçınılmaz olarak, ABD kamuoyunda "Irak yeni bir Vietnam mı olacak?" kaygısı yaratmaya başlamıştır.
Rumsfeld'in 1 Temmuz'daki açıklamasıyla "ABD güçlerinin gerillalarla değil, yağmacı, suçlu, yabancı teröristler ve Baas rejiminin kalıntılarıyla karşı karşıya olduğunu" açıklaması ve ardından gelen yeni saldırı ve ölüm haberleri ABD kamuoyunun kaygı ve korkularını gidermeye yetmemiştir.
Özellikle Bağdat çevresinde meydana gelen saldırıların giderek yoğunlaşması ve Amerikan işgal birliklerinin bu saldırıları önlemekte çaresiz kalışı Pentagon'da yeni bir tartışmaya neden olmuştur. Bu tartışma, Irak'a yönelik başlatılan saldırının ilk haftasında Rumsfeld ve "ekibi" ile Pentagon'un "diğer yetkilileri" arasında yaşanan strateji tartışmalarıyla benzerlik oluşturmaktadır. CENCOM'un (ABD Irak işgal komutanlığı) yeni atanan komutanı Gen. J. Abizaid'in saldırıların "klasik gerilla kampanyası" olduğunu açıklamasıyla bu tartışma kamuoyuna yansımıştır.
Saddam Hüseyin'in oğulları Udey ve Kusey'in Musul'da altı saat süren bir çatışmadan sonra öldürüldüğünün açıklanması, ardından başlatılan kontr-gerilla operasyonları, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde Amerikan emperyalizminin Irak'ta gerilla savaşı ile karşı karşıya olduğunu kabul ettiğini ortaya koymuştur.
Bugün Irak'ta Amerikan işgal güçlerine karşı gerçekleştirilen silahlı eylemlerin gerilla eylemleri olduğundan artık kimsenin şüphesi kalmamıştır. Artık tartışma konusu olan, bu gerilla eylemlerini kimlerin gerçekleştirdiği ve buna karşı Amerikan emperyalizminin klasik kontr-gerilla taktiklerinin ne denli etkili olacağıdır.
Udey ile Kusey'in öldürülüş tarzı, ölüm fotoğraflarının yayınlanışı, ev baskınları, kitlesel tutuklamalar, Amerikan emperyalizminin CIA'nın elkitaplarında yer alan klasik kontr-gerilla yöntemlerini kullanmaya başladığını göstermektedir. Bizlerin çok iyi bildiği gibi, bu kontr-gerilla yöntemleri, kitle ve kadro pasifikasyonunu sağlamak amacıyla her türlü işkence ve katliamın gerçekleştirilmesinden başka birşey değildir.
Irak'ta Amerikan işgaline karşı gerçekleştirilen silahlı eylemlerin gerilla eylemleri olduğu ne denli açıksa da, bunların bütünsel bir stratejik çizgiye sahip merkezi bir örgütlenmenin gerçekleştirdiği eylemler olup olmadığı henüz açıklığa kavuşmamıştır.
Bu "direniş", doğrudan Irak ordusunun ve Baas partisinin "milli mukavemet" hareketinin bir parçası olabileceği gibi, değişik grupların kendi amaç ve çizgilerine göre gerçekleştirdikleri silahlı eylemler olabilme olasılığına da sahiptir.
Ancak eylemlerin yapılış tarzı, Amerikan işgal komutanı Gen. J. Abizaid'ın kabul ettiği gibi, belli bir askeri eğitime ve askeri örgütlenmeye dayandığını göstermektedir. Bu da, düzenli birlikleri yenilmiş orduların yürüttüğü tip bir gerilla savaşı olasılığını güçlendirmektedir.
Ülkemizde "sivil savunma" ya da "milli mukavemet" olarak adlandırılan, resmi adı "Memleket İçi Düşmana Karşı Silahlı Müdafaa" olan bu tip gerilla savaşı yasada şöyle tanımlanmaktadır: "Ülkemizin kıyı ve sınırlarının uzunluğu nedeniyle vâki olabilecek tecavüz ve taarruzlara karşı yurdumuzun her yerinde kâfi kuvvet bulundurulmasındaki güçlükler dikkate alındığında, düşmanın serbest toplanmasına ve harekete geçmesine mani olmak ve mümkünse düşmanları yok etmek maksadıyla, askerlik mükellefiyeti dışındaki halkımızdan icabeden yerlerde silahlı teşkilât vücuda getirmek ... fevkalade hallerde ve seferde havadan kıt'a indirmelerine, paraşütçülere, denizden çıkarmalara ve hudutlardan sızmalara karşı düşmana silahla mukavemet etmek." Aynı yasanın gerekçesinde "Önceden, çok iyi bir hazırlık yapılmamış ve topyekûn bir savaşta cephe ve cephe gerisinde herkesin ne yapacağı belirtilmemişse, barış düzeninden savaş düzenine geçilinceye kadar, kazanılma şansı olmadan savaşın bitebileceği şüphesizdir" denilerek, bu tip gerilla savaşının önceden planlanıp örgütlendirileceği açıkça ortaya konulmuştur.
İşte bugün Irak'ta meydana gelen gerilla eylemlerinin, tüm devletlerin işgal koşullarına göre oluşturdukları sivil-askeri örgütlenmenin bir ürünü olduğunu söylemek pekala mümkündür.
Adı ne olursa olsun, düzenli orduların yetersiz kaldığı ya da yenilgiye uğratıldığı koşullarda, "düşmanın serbest toplanmasına ve harekete geçmesine mani olmak ve mümkünse düşmanları yok etmek" amacıyla oluşturulan örgütlenme gerilla savaşını esas alan "silahlı direniş" örgütlenmesidir.
Bir devletin "işgalci düşmana" karşı "silahlı direniş" yürütmesi, hareketin ilerici, ulusal bağımsızlıkçı olduğu anlamına gelmediği gibi, ulusal bir hareket olması da zorunlu değildir. Burada sözkonusu olan, hareketin politik ve ideolojik niteliği değil, askeri özelliğidir. Bu hareketin askeri özelliği, gerilla savaşını temel almasıdır. "... gerilla savaşı kavramı, kavram olarak tek başına nitelik belirleyici değildir.
Merkezi otoriteye karşı mahalli mütegallibe de, düzenli birlikleri yenilmiş bir ordu da düşmanına karşı gerilla savaşı yürütebilir."[1*] Bu nedenle, bir silahlı hareketin gerilla niteliği taşımasına bakarak, o hareketin politik niteliğini saptamak olanaksızdır. Bu bağlamda diyebiliriz ki, bugün Irak'ta Amerikan işgal güçlerine karşı gerçekleştirilen silahlı eylemler, sözcüğün askeri anlamıyla, gerilla eylemleridir ve işgalci emperyalist güçlere yöneldiği ölçüde haklı bir savaştır.
Gerçekleştirilen silahlı eylemlerin haklı bir savaşın eylemleri olduğu gerçeğini görmezlikten gelerek, eylemlerin kim tarafından ve hangi amaçla yapıldığını öne çıkartmak, Amerikan emperyalizminin işgalini meşrulaştırmaktan başka bir anlamı yoktur.
Şüphesiz bu konuda da Amerikan emperyalizminin "tetikçileri" boş durmamaktadır. M. Ali Birand'la "baş tetikçi"liği kimseye bırakmayan Cengiz Çandar şöyle yazmaktadır: "Uday ve Kusay'ın Musul'da bertaraf edilmesiyle, Irak'ın ayağa kalkmasına yönelik 'direniş', başı kesilmiş bir tavuk gibi bir süre daha debelendikten sonra, çok muhtemeldir ki, ezilecektir.
Şu an için, Irak halkının ezici çoğunluğuna 'gözünüz aydın'; Türkiye' deki 'cehalet ve tarih körlüğü koalisyonu'na ise 'başınız sağolsun' demek gerekecek..."[2*] Kin ve nefret dolu bu sözler, Saddam ve çocuklarından daha çok, Irak'ta Amerikan emperyalizmine karşı silahlı eylemler gerçekleştirenlere ve bu eylemleri işgalci güçlere karşı yürütülen haklı bir savaşın, direnişin parçası olarak kabul edenlere yöneliktir. Cengiz Çandar, sadece Irak'ta değil, ülkemizde ve başka ülkelerde de, Amerikan emperyalizmine yönelik her türlü silahlı ve silahsız direnişin "tavuk gibi" boğazlanmasını ve başının koparılmasını istemektedir.
Amerikan emperyalizminin askeri doktrinine göre "düşük yoğunluklu çatışma" olarak adlandırılan gerilla savaşının sürdürülmesi ve geliştirilmesi, herşeyden önce bu savaşı yürüten gücün sınıf niteliğine ve ideolojik-politik çizgisine bağlıdır. Geçmiş dönemin Arap küçük-burjuva milliyetçi-devrimci hareketi olan Baas'ın sınıf özelliği gerilla savaşının sürdürülebilmesi ve geliştirilebilmesi için önemli zaaflara sahiptir. Ancak bu, Irak'ta Amerikan işgal güçlerine karşı gerçekleştirilen silahlı eylemlerin "tavuk gibi" boğazlanacağı ve devrimci bir halk kurtuluş hareketine dönüşemeyeceği anlamına gelmemektedir.
Dahası, Irak'taki silahlı direnişin, Cengiz Çandar gibi soysuzların istediği gibi "başı kesilmiş bir tavuk gibi bir süre daha debelendikten sonra, çok muhtemeldir ki, ezilecek" olması, bugün Amerikan emperyalizminin içine düştüğü tedirginlik ve korkuyu ortadan kaldırmamaktadır. Bağdat'ta Amerikan askerlerinin fotoğraflarını çeken ve içlerinde "globalizm" yandaşı Yalçın Doğan'ın da yer aldığı "Türk gazeteciler"in gözaltına alınması bile, Amerikan işgal güçlerinin "başı kesilmiş tavuk"tan bile ne denli korktuklarını açıkça göstermiştir.
Yukarda da belirttiğimiz gibi, bu durum, "düşük yoğunluklu çatışma" kim tarafından yürütülüyor olursa olsun, Amerikan emperyalizmini zor durumda bıraktığı ve giderek Irak çapında kontra-gerilla yöntemlerinin yaygın biçimde kullanmasını gündeme getirmektedir. Amerikan emperyalizminin "düşük yoğunluklu çatışma" doktrinine uygun olarak gerçekleştireceği toplu tutuklamalar, işkenceler, katliamlar, her çeşit pasifikasyon yöntemleri, her koşulda, Irak'ta bir Vietnam görünümü ortaya çıkaracaktır ve bugünden çıkarmaya başlamıştır.
1980 sonrasında devrimci mücadeleye saldırmanın ve devrimcilere küfür etmenin "para" getirici bir meslek haline gelmesiyle birlikte, tüm tarihsel olaylar ters-yüz edildiği gibi, Vietnam halk savaşı da ters-yüz edilmiştir.
"Irak ikinci bir Vietnam olmayacaktır", "Uday ve Kusay'ın Musul'da bertaraf edilmesiyle, Irak'ın ayağa kalkmasına yönelik 'direniş', başı kesilmiş bir tavuk gibi bir süre daha debelendikten sonra, çok muhtemeldir ki, ezilecektir" sözleri bu ters-yüz edilmişliğin inancıyla ulu orta söylenmektedir.
Herkes bilmek durumundadır ki, "düşük yoğunluklu" olsun olmasın, varolan her "çatışma", her durumda iki tarafı öngerektirir. Tek bir tarafın kendi kendine yaptığı bir savaş dünyada mevcut değildir. Vietnam, Amerikan emperyalizminin işbirlikçi güçlerle işlerini yürütmeye çalıştığı, ancak işbirlikçilerin yetersiz kaldığı koşullarda "komünizmi engellemek" demagojisiyle giriştiği bir işgal hareketidir.
Her işgalin amacı, ülkeyi tümüyle denetime almak ve buna paralel olarak ülkeyi istenildiği gibi yönetmektir. Bu nedenle, işgalin birinci aşaması işgal güçlerinin ülkeye girmesi iken, ikinci aşaması ülke çapında denetimi ele geçirmektir. Bu nedenle, hiçbir direnişle karşılaşmaksızın ülkeye girmek ve denetimi sağlamak, tüm işgalcilerin idealidir. Burada işgal güçlerine karşı direnişin, işgalin ilk gününden itibaren başlayıp başlamayacağı, ülke içindeki sınıf ilişkilerine ve kitlelerin işgal karşısında takındıkları politik tutuma bağlıdır. Ama her durumda, işgal, bir ülkenin bir başka ülke tarafından ele geçirilmesi, kendi isteklerini o ülkeye işgal aracılığıyla kabul ettirmesidir. Ülkemizdeki mandacıların bir zamanlar savunduğu gibi, Amerikan işgali ve işgal yönetiminin, bir başka ülkenin (örneğin İngiltere'nin) işgali ve işgal yönetiminden daha farklı yöntemler kullanması, işgal olayını ve bu ülkede kendi isteklerine, çıkarlarına uygun bir yönetim ve faaliyet yürüteceği gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Tarih bilincini yitirmiş olanlar, böyle bir uygulamanın, er ya da geç bir iç direnişe neden olduğunu ve olacağını unuturlar. Genellikle yeni işbirlikçi burjuvazi ile işbirlikçiliğin kendisine bireysel çıkar sağlayacağını sanan küçük-burjuvaların inancına göre, eğer bir ülke insanlarının tümü, işbirlikçiliğin kötü bir şey olmadığını, kendi yararlarına olduğunu düşünürler ve inanırlarsa, işgal olayı iyi birşey olacaktır, ülkeye "barış ve refah" getirecektir!
Felsefik olarak nesnel gerçekliği reddeden bu düşünce, sonal olarak, gerçeğin somutluğu ile yüzyüze gelene kadar kendini aldatmanın bir aracı olur.
Amerikan emperyalizmi ne planlar ve ne isterse istesin, emperyalist bir ülke olmanın bir adım ötesine geçemez. Emperyalizm de, bir başka ülkeyi ve ülkeleri sömürmeksizin varolamaz. Bu da, sömürgelerde ulusal bilinci uyandırır ve ulusal birliği sağlar. Açık işgal koşulları ise, bu uyanışı ve birliği çok daha hızlı gerçekleştirir.
Ertuğrul Özkök ve diğer işbirlikçiler "ABD'nin Irak'taki geleceğini nasıl görüyoruz? Burası bir Vietnam mı olacak, yoksa ABD duruma hâkim olacak mı?", "ABD'nin Irak'ta başarısızlığa uğraması Türkiye'nin lehine midir, aleyhine midir?" diye sorular sorarak, geleceği tahmin etmeye çalışmaktadırlar. Bölgenin "en büyük", "en güçlü devleti" olduğunu iddia ettikleri devletlerinin yüzbinlerce görevlisinin bile tahmin yapamadığı, bizzat Amerikan emperyalizminin bile gelecekte ne olacağı konusunda hiçbir öngörüye sahip olmadığı ve hatta bu nedenle "müşterek bahis" düzenlemeye bile kalkıştığı bir ortamda, Ertuğrul Özkök gibilerinin falcılıkları, olsa olsa borsada kaybetmeye doyamayan ve şimdi Pentagon'un "siyasal analiz piyasası"nda para kaybetmeye aday olanların arayıp da bulamayacakları "tiyo"dan öteye geçmez.[3*] Adlarına büyük büyük "stratejik araştırmalar" sıfatı eklenmiş yüzlerce kuruluş dünyanın siyasal geleceğinin ne olacağını araştırırken, büyük büyük "adamlar" "tink-tank" larda boş boş konuşmalarla kamuoyunu aldatmaya çalışırken, işlerin "siyasi analiz piyasası" adı altında "müşterek bahis" konusu haline dönüşmüş olması bile, emperyalizmin önünü göremediğinin en açık kanıtıdır.
Yine de meraklı küçük-burjuva sormayı sürdürecektir: Irak'taki silahlı eylemler sürecek midir?, Irak'taki silahlı eylemlerin giderek yaygınlaşması ve kitlesel eylemlerle bütünleşmesi Amerikan emperyalizminin bölgeden çekilmesine neden olacak mıdır? ve nihayet bu durumda meydana gelecek olaylar Orta-Doğu'nun daha da karışmasına yol açarak Türkiye için olumsuz sonuçlar yaratacak mıdır?
Ertuğrul Özkök, Cengiz Çandar ve M. Ali Birand gibi işbirlikçiler bir yana, Tony Blair ve W. Bush'un yeminler ederek, andlar içerek geleceğe ilişkin yaptıkları açıklamaların inandırıcı olmadığı bir ortamda, bu ve benzeri sorular sorulmaya devam edecektir.
Bilinmesi gereken ilk gerçek, Amerikan emperyalizminin milyarlarca dolar harcayarak Irak'ı "imar" edemeyeceği, Orta-Doğu'nun "en gelişmiş, en demokratik, en refah içinde yaşayan" topulumu haline getiremeyeceğidir. Yapabileceği tek şey, mümkün olduğu kadar kendine sadık işbirlikçiler bulmak, bu işbirlikçilere dayanarak işbirlikçi bir ordu kurmak ve bu ordu aracılığıyla Irak'ta kendi çıkarlarını gerçekleştirmektir. Ve bu çıkarlar da, herkesin bileceği gibi, Irak petrollerinin ve diğer kaynaklarının Amerikan tekellerinin daha fazla kâr edebilmeleri için yağmalanmasıdır. Bu yağmadan küçük kırıntılarla beslenecek işbirlikçi yöneticiler ve işbirlikçi ordu dışında kalan Irak halkı ise, bu gelişmeler karşısında ya boyun eğecek ya da savaşacaktır.
Irak halkı, Amerikan işgaline ve sömürüsüne açıkça boyun eğse de, savaşsa da, Türkiye'nin koşullarında hiçbir değişikliğe neden olmayacaktır. Değişim, on yıldır sürdürülen "globalizm" propagandasının boş bir söylem olduğunun açığa çıkmasıyla, emperyalizmin emperyalizm olarak varolduğunun herkesçe görünür hale gelmesiyle çoktan gerçekleşmiştir.
Irak'ın yağmalanmasından alınacak birkaç ihale, satılacak birkaç ton mercimek vs. ile Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik bunalımdan ve borç yükünden kurtulamayacağı da ortadadır. Irak'a asker gönderme karşılığında Amerikan emperyalizminin vereceği söylenen bir milyar dolar ise, sadece AKP iktidarının birkaç büyük başının zenginleşmesini sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Geleceğin bilinebilir diğer bir gerçeği de, günün birinde Cengiz Çandar gibi emperyalizmin "tetikçileri"nin, eğer fırsat bulup kapağı o çok sevdikleri, uğruna her şeyi yapmayı, ihaneti ve yalanı göze aldıkları, cinayetlerini ve işkencelerini savundukları Amerika'ya atamadıkları takdirde, bütün işbirlikçiler gibi, "başı kesilmiş tavuk gibi debelenerek" son nefeslerini verecekleridir. Tavuğun başının dini kurallara göre kesilip kesilmeyeceğini ise, halkımızın siyasal bilinci belirleyecektir. "Düşük yoğunluklu çatışma" nın son gerçeği de budur.
[1*] Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III. [2*] Cengiz Çandar, Tercüman, 25 Temmuz 2003. [3*] Gazetelerde yer alan Pentagon kaynaklı bir haberlere göre, ABD Savunma Bakanlığı bünyesinde kurulacak siyasi analiz piyasası adlı birimde, şahıs ve şirketlerin, Ortadoğu ülkelerinin kaderi hakkında bahse girmeleri ve bundan para kazanabilmelerini sağlayan "müşterek bahis" açılması planlanmıştır.
Plana göre bahisçiler, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu sekiz Ortadoğu ülkesinde, suikast, savaş, terör eylemi, ekonomik kriz ve darbe beklentileri gibi konularda birbirleriyle iddiaya girebilecek.
Bahislere konu olabilecek ülkeler ise, Irak, İran, İsrail, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye'den oluşmaktadır.