Bundan 40 yıl önce, 26 Temmuz 1953 günü F. Castro ve 165 arkadaşı Küba'nın Santiago kenti yakınlarındaki Moncada askeri kışlasına yönelik bir harekât düzenlediklerinde bunun Küba tarihinde bir dönüm noktası olacağını düşünenler pek fazla değildi. 10 Mart 1952'de askeri bir darbe ile iktidarı ele geçiren Batista karşısında, derme çatma silahlarla 165 adamın girişimi tarihe karşı bir meydan okumaydı. Ve 1956 Aralığında Sierra Maestra'da başlayan Öncü Savaşı, 26 Temmuz Harekâtı ile başlayan süreci yeni bir evreye dönüştürürken, aynı zamanda kendi politik kimliğini de bu harekâtla simgeleştirmiştir.
Moncada saldırısı, Castro'nun, Batista yönetimini devirmeye yönelik kent merkezli bir planının parçası olmakla birlikte, kendi içinde kırları içeren yönlere de sahipti. Kentin savunulmasının olanaksız olduğu koşullarda savaşçıların Sierra Maestra'ya yönelmeleri Moncada saldırısının bir parçası olarak düşünülmüştü.
Ama Moncada baskını planlandığı gibi gelişemedi. Saldırı grupları yetersiz silahlarıyla askerler karşısında etkili olamadı ve bir kısmı çatışmalarda ölürken, aralarında Fidel Castro'nun da bulunduğu diğerleri tutsak edildiler. Ve Castro çıkartıldığı mahkemede "tarih beni beraat ettirecektir" derken 26 Temmuz Harekâtı'nın tarihsel meşruiyetini ortaya koyuyordu.
Küba'nın tanınmış bir avukatı ve aynı zamanda milletvekili olan Castro'nun bu cüretli saldırısı karşısında Küba Sosyalist Halk Partisi'nin "darbeci ve maceracı burjuva muhalefetine karşı" olduğunu ilan etmesi ise olayın diğer bir tarihsel boyutunu ortaya çıkarmıştır. Bu olayla birlikte revizyonist partiler silahlı devrimci mücadelelere karşı kesin bir tutum içine girdiklerini açıkça beyan eder hale gelmişlerdir.
Moncada baskını, askeri olarak başarısızlığa uğramış olmasına karşın, politik olarak Batista yönetimine karşı bir alternatifin varlığını ortaya koymuştur. Bu politik alternatif F. Castro'nun kişiliğinde ortaya çıkmakla birlikte, 26 Temmuz Hareketi olarak politik bir örgütlenmeye dönüşmüştür. Ve bu Hareketin programı da F. Castro'nun Batista mahkemesinde yaptığı savunmayla çizilmiştir.
Ancak her yenilgi gibi, Moncada baskınının başarısızlığa uğraması da Küba'da silahlı mücadele saflarında belli bir dağınıklık ve bölünme yaratmıştır. Che bu durumu şöyle ortaya koymaktadır: "Küba'nın Santiago şehrindeki Moncada Kışlası'na yapılan baskından sonra, ülkedeki devrimciler arasında iç işlerle ilgili fikir ayrılıkları ve anlaşmazlıklar başgöstermiş, bunun sonucu olarak da, bütün yüreksiz kişiler şu ya da bu nedenle ihtilâlci safları terkederek daha az feragat isteyen siyasal partilere ya da devrimci örgütlere katılmaya başlamışlardı." [1*] Bu ortamda kitlelerin tepkisinden çekinen Batista yönetimi F. Castro'yu serbest bırakarak sınırdışı etti. Meksika'ya giden F. Castro, burada yeniden örgütlenme çalışmalarına başladı. Meksika'da Alberto Bayo'nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi başlatıldığında sayıları onlarla ifade edilebilecek kadar azdı. F. Castro, aralarında Che'nin de bulunduğu 82 kişiyle yeni bir plan hazırlamıştı. Bu plan, Moncada Kışlası baskınından birkaç noktadan farklıydı.
Castro'nun yeni planında kırlar, özellikle de Sierra Maestra daha fazla ağırlık taşıyordu. Moncada saldırısında olduğu gibi belli bir askeri birliğin ele geçirilmesiyle birlikte gelişecek bir kent ayaklanması taktiği, bu kez daha iyi donatılmış bir gerilla birliğine dayandırılmıştı. Gerillalar Küba'ya çıktıklarında Santiago kentinde düzenlenecek genel grev ve ayaklanma, aynı zamanda kentin ele geçirilmesini sağlayacak ve geçici bir hükümet kurulacaktı.
Ama pratik planlandığı gibi gelişmedi. Santiago'daki genel grev ve ayaklanma kısa sürede bastırıldı. Gerillalar ise, planlanan günden iki gün sonra Küba'ya ayak basabildiler. Ve daha henüz deniz yolculuğunun yarattığı sorunlar giderilemeden Batista ordusuyla çatışmaya girmek zorunda kaldılar. Çatışmadan sonra sadece 14 kişi Sierra Maestra'ya ulaşabildi. Böylece Maestra Dağında 14 kişinin sürdürme kararlılığı gösterdiği bir gerilla savaşı başladı. Bu, Sierra Maestra'da, Latin-Amerika ve dünya tarihinin en önemli olaylarından birinin başlangıcı oluyordu.
1956 Aralığında başlatılan gerilla savaşı değişik ara evrelerden geçerek 1 Ocak 1959'da zafere ulaştı.
Che bu gelişimi şu şekilde özetlemektedir: "Küçük savaşçı çekirdeklerin başlattıkları mücadeleye (Öncü Savaşı) giderek sürekli bir şekilde yeni yeni güçler katılır, kitle hareketleri boy göstermeye başlar, eski düzen yavaş yavaş yıpranır, çöker; işte tam bu sıradadır ki işçi sınıfı ve şehirli yığınlar savaşın kaderini tayin ederler." (Che Guevara) [2*] Yıllar boyu pasifistlerin ve revizyonistlerin "bir avuç adamın oligarşi ile düellosu" olarak değerlendirdikleri Öncü Savaşı, tarihsel olarak ilk kez Küba Devrimi ile stratejik bir konuma ulaşmıştır.
Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde I. ve II. bunalım dönemlerinde olduğu gibi Halk Savaşı doğrudan kitlelerin açığa çıkmış tepkilerinin örgütlenmesiyle başlatılamayacağı, yine Küba Devrimi ile tanıtlanmıştır. III. bunalım döneminde oligarşi ile halk kitlelerinin düzene karşı tepkileri arasında kurulmuş olan suni dengeyi bozmadan Halk Savaşının başlatılması olanaksızdır. Suni dengeyi bozmanın ve halk kitlelerini devrim saflarına çekmenin, dolayısıyla Halk Savaşını başlatmanın yolu Öncü Savaşından geçer. "Küba devrimi, çalışma tarzı, takip ettiği rota itibariyle bu tarihsel dönemin özelliklerinin bir sonucudur."[3*] "Küba Devrimi'nin doğru değerlendirilmesi geri-bıraktırılmış ülkelerde Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin geleceği açısından büyük önem taşır. Küba Devrimi dünyadaki devrimci hareketler (özellikle Latin-Amerika'da) üzerinde büyük etki yaratmış, ABD'nin burnunun dibinde bile devrimin yapılabileceğini açıkça ortaya koymuştur. Ancak Küba Devrimi değerlendirilirken sık sık öz ve biçimin karıştırılması, esas incelenmesi gereken öz (emperyalizmin III. bunalım döneminin özelliklerinden kaynaklanan Öncü Savaşı) olduğu halde; Küba'nın özel şartlarından doğan mücadelenin ara aşamalarının (Öncü Savaşının başlaması, gelişmesi, Halk Savaşına dönüşmesi) ön plana çıkarılması büyük hatalar ve ağır kayıplarla sonuçlanmıştır. Özellikle Latin-Amerika'daki devrimci hareket, Küba Devrimi'nin temel stratejisi ile (politikleşmiş askeri savaş) bu stratejinin uygulanma biçimini ve ara aşamalarını birbirine karıştırmanın, öz yerine uygulamanın biçimine aşırı önem vermenin bedelini çok pahalı ödemiştir.
Küba Devrimi'ni hiçbir ön hazırlık yapmadan, kitlelerle hiçbir ilişki kurmadan, Sierra Maestra'ya çıkan bir avuç insanın gerçekleştirdiğini düşünen çeşitli gerilla grupları, aynı uygulamayı Latin-Amerika'nın diğer ülkelerinde de yapmaya çalışmışlar, silahlı bir grubun dağlara çıkmasıyla devrimin kısa sürede gerçekleşebileceğini düşünmüşlerdir. Özellikle Küba Devrimi'nden sonraki birkaç yılda gerilla gruplarında hayalcilik o kadar güçlüdür ki, Küba Devrimi'nde öz ve biçimi karıştırma şampiyonu Debray bile onları Blanquizmle suçlamaktadır.
Karşı-devrim, devrimleri devrimcilerden daha hızlı öğrenir, daha kısa sürede gerekli dersler çıkarır. Küba'daki olgunlaşmış buhranı başka ülkelerde de arayan ve böylece birkaç eylemle halk kitlelerinin geniş desteğini kazanacaklarını sanan devrimciler büyük ölçüde yanılmışlardır.[4*] Küba'da milli krizin olgunlaşmış olması Öncü Savaşının hızla Halk Savaşına dönüştürülmesinin nesnel koşullarını ifade eder. Batista yönetimi siyasal olarak kitlelerden tecrit olmuş durumdadır. Halk kitleleri Batista yönetiminin hiçbir siyasal girişimine katılmamaktadır. Dolayısıyla yönetim sadece siyasal zor ile ayakta durmaktadır. Bu boyutuyla olgunlaşmış milli kriz koşullarında yürütülen bir Öncü Savaşının hızla Halk Savaşına dönüşmesi Küba Devrimi'nin özgünlüğüdür ve Küba Devrimi'nin ara aşamalarını belirlemiştir.
Küba Devrimi'nin bu özgünlüğünün bir yana bırakılması, yukarda da belirttiğimiz gibi, öz ile biçimin karıştırılmasına yol açmıştır. Bunun sonucu olarak "fokoculuk" adı verilen bir sapma ortaya çıkmıştır. Teorik ifadelerini R. Debray'ın yazılarında bulan fokoculuk, milli krizin olgunlaşmış olarak kabul edilmesine dayanır. Böyle olunca tüm geri-bıraktırılmış ülkelerde oligarşik yönetimin açık siyasal zor ile ayakta kaldığı varsayılır. Bu koşullarda öncünün bir-kaç başarılı askeri eyleminden sonra kitlelerin hemen devrime katılacağı düşünülür. Bir başka deyişle, Öncü Savaşı kısa sürede Halk Savaşına dönüşecektir. Doğal olarak tüm faaliyetler buna göre düzenlenir.
Bu çizginin pratikteki görünümü 'nerede hareket orada bereket' şeklindedir; sonuçları değerlendirilemeyen, propagandası yapılmayan sürekli eylem. Açıktır ki, bu çizgiyi sürdüren öncü, subjektif niyeti ne olursa olsun mücadelenin kısa sürede zafere ulaşacağına inanır, devamlı saldırarak gücünü tüketir ve doğal olarak fazla yaşayamaz. Douglas Bravo bu çizginin Venezüella'daki sonuçlarını şöyle değerlendiriyor: "Geçmişte, politika ve hareket planında çok saldırgan olan askeri çizgimiz, devrim hareketine büyük bir savaş gücü vermekteydi; ne var ki kısa vadeli olan bu görüş, bizim uzun savaş stratejimize uymuyordu; başarısızlığını hazırlayan da bu olmuştur."[5*] Debrayizm, bütün bu genel özelliklerinin sonucu silahlı propaganda ile silahlı eylemi özdeş kabul eder. Bu görüşe göre, önemli olan eylemi yapmaktır, eylemin kitle içindeki propagandası, yaratılan etkinin örgütlenmesi kendiliğinden gerçekleşir; bunun için eylemden önce ya da sonra kitle içinde herhangi bir çalışma yapmaya gerek yoktur. Aynı görüş ülkemizde de bir dönem oldukça taraftar bulmuştur. Bunun nedeni askeri eylemlerin propagandasını burjuva basın organlarının yapması ve bunun daima böyle olacağının zannedilmesidir. Ülkemizde sıkıyönetim döneminde sadece eylemi yapmanın yetmeyeceği, onu kitlelere duyuracak, propagandasını yapacak, eylemin kitle içinde etkisini değerlendirecek bir çalışmanın gerekliliği açıkça ortaya çıkmıştır. Mahir Çayan yoldaş yapılan eylemlerin gereken ölçüde propagandasının yapılamadığını şöyle anlatır: "Bu yüzden 5-6 tane devrimci askeri eylem (propagandası yapılmamasına rağmen) kitlelerde derin bir şaşkınlık ve sempati yaratmıştır."(Kesintisiz Devrim II-III) Görüldüğü gibi eylemlerin burjuva yayın organlarındaki yankıları ve kitlelerin bunları kendi kendilerine değerlendirmeleri propaganda sayılmamaktadır. Başka bir deyişle: "... mesele gorillere ve kukla ordulara karşı nasıl ateş edileceğini bilmekte değildir, ama bu işi nasıl yapmalıdır ki, devrimci sınıflar, a) silahların kendi öncüleri tarafından atıldığını anlasınlar ve b) onun başlattığı kampanyaya her yoldan ve her seviyeden katılsınlar, asıl sorun bunun nasıl yapılabileceğini bilmek sorunudur."[6*] "Sadece zor kuvvetlerine saldırmakla kitlelerin devrime kazanılabileceğini sanan, Küba Devrimi'nin yanlış yorumundan kaynaklanan bu çizgi -Mahir Çayan yoldaşın da belirttiği gibi- aslında bir sol kendiliğindenciliktir."[7*] İşte 26 Temmuz 1953'de F. Castro ve arkadaşlarının gerçekleştirdikleri Moncada saldırısı ile başlayan ve 1 Ocak 1959'da zafere ulaşan Küba Devrimi III. bunalım döneminin tüm geri-bıraktırılmış ülkelerinde devrimin stratejisini ve stratejik rotasını ortaya koyan genel özellikleri ve kendi özgünlükleri ile belirlenen devrimin ara aşamalarıyla tarihsel öneme sahiptir. Ve bu tarihte, her zaman 26 Temmuz Harekâtı, devrimci öncünün geri-bıraktırılmış ülkeler devrimindeki yerini ve rolünü belirleyen bir simge olarak kalacaktır.