Kılıçdaroğlu, CHP Kurultay’ında yaptığı konuşmada "mayınlı arazilerin yoksul köylülere dağıtılacağını" ve "toprak reformu" yapılacağını ilan etti. Böylece unutulmuş olan köylülük ve tarım sorunu bir kez daha gündemin ilk sıralarına çıkma olanağı kazandı.
Ama 60’ların ünlü sloganı "toprak reformu" ya da devrimci hareketin ifadesiyle "toprak devrimi" her ne kadar çok "bilinir" görünse de, 1980 sonrasındaki "ihracata yönelik sanayileşme", "neo-liberalizm", "globalizm" propagandaları arasında unutulup gitmiştir. "Sosyal-demokrasi"ye yeniden dönüşten söz edildiği bugünlerde, "toprak reformu", bu unutulmuşluk içinde kaçınılmaz olarak "popülizm" olarak kolayca damgalanabilmiştir.
"Toprak reformu" konusu ele alınırken (ve pek çok başka konuda da), herşeyden önce, kapitalizmin iç dinamikle gelişmediği, dolayısıyla dışa bağımlı olarak yukardan aşağıya geliştirildiği bir ülkede yaşadığımız gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır. Eğer kapitalizm kendi iç dinamiğiyle gelişmiş olsaydı, şüphesiz, tarım sorunu kapitalist ölçülerde çözümlenmiş, yani tarımda kapitalizm egemen üretim ilişkisi haline gelmiş olurdu. Kapitalizm iç dinamikle değil de dış dinamikle, emperyalizmin çıkar ve taleplerine uygun olarak yukardan aşağıya geliştirilince, kaçınılmaz olarak tarım sorunu da çarpık bir hal almıştır. 12 Eylül sonrasında ithalatın liberalizasyonuyla birlikte ilk ithal edilen malın "Çikita muz" olması da ülkedeki tarım sorununun nasıl bir çıkmaz içinde olduğunu açıkça göstermiştir.
Emperyalizmin aşırı-üretim sorunu ve buna karşı geri-bıraktırılmış ülkelerde iç pazarın genişletilmesine yönelik yeni-sömürgecilik uygulamaları, bir yandan "kapalı üretim birimlerini", yani feodal ve yarı-feodal üretim ilişkileri içinde bulunan tarımı "pazar için üretim"e yöneltirken, diğer yandan kırdan kente büyük bir göç dalgasının ortaya çıkmasına yol açmıştır. 12 Eylül sonrasında uygulanan ekonomi politikalarla her türlü emperyalist ülke malının ithalatının serbest bırakılmasıyla ortaya çıkan tarım ürünleri ithalatı böylesi bir pazar genişletilmesi koşullarında kırsal alanların çok daha hızla çözülmesine ve göçe neden olmuştur.
Bugün şekerden buğdaya, mısırdan ete kadar hemen hemen tüm tarımsal ve hayvansal ürünler ithal edilmektedir. "Yüksek faiz, düşük kur" politikasıyla TL’nin değerlenmesi ithalatı cazip hale getirmiştir. İç tarımsal üretimin maliyetindeki (gübre, mazot vb.) artış da ithal ürünlerle yerli ürünleri ithal ürünlerle "rekabet" edemez hale getirmiştir. Bu da, kaçınılmaz olarak hem tarımsal üretimi geriletmiş, hem de göç nedeniyle kentlerde büyük bir işsizler ordusu ortaya çıkarmıştır.
Böylece tarım sorunu, bir yanıyla tarımsal üretimin azalması ve talebin ithalatla karşılanması sonucu dış ticaret açığının büyümesiyle, diğer yanıyla da kırdan kente göçle ortaya çıkan büyük işsizler ordusunun istihdamı sorunuyla karmaşık bir hal almıştır.
Kentlerdeki işsizliğin kentlerde istihdam edilmesi, ancak sanayinin gelişmesiyle olanaklıdır. Her türlü sanayi ve tarım ürününün "düşük kur" politikasıyla ucuza ithal edilmesi, sanayi yatırımlarını (kapitalist anlamda) "cazip" olmaktan çıkarmıştır. Öte yandan tarım ürünleri fiyatlarının ithalat karşısında sürekli düşmesi ve buna karşılık maliyetlerin sürekli yükselmesi tarımsal üretimin gerilemesine de yol açtığından, tarım kesiminde de büyük bir işsizliğe yol açmıştır.
Böyle bir ortamda, tarımsal üretimin "cazip" hale getirilmesinin ve artırılmasının yeni istihdam olanağı yaratabileceği kolayca düşünülebilir. Ekilmeyen arazilerin ekime açılmasının ve ekilebilir arazilerde daha geniş çaplı ekim yapılmasının yaratacağı istihdam olanağının işsizliğe de çare olabileceği varsayılabilir. Bu düşünce ve varsayımla gerçekleştirilecek bir "toprak reformu"nun, hem tarımsal üretimi artıracağı (dolayısıyla da tarım ürünleri ithalatını azaltacağı), hem de istihdam yaratacağı ileri sürülebilir.
Bilinebileceği gibi, "toprak reformu"nun özü, ekilmeyen kamu arazilerinintopraksız ve az topraklı köylüye dağıtılmasıdır. Böylece dağıtılan toprakla mevcut köylü nüfusu daha verimli üretim yapabilecek ve üretim artışı gerçekleştirilecektir. Doğal olarak tarımsal üretimdeki artış da tarım ürünlerinin birim maliyetinin ve fiyatının düşmesine yol açacaktır.
Burada temel unsur, kırsal alanda topraksız ve az topraklı köylünün emek-gücünün verimli olarak kullanılmasıdır. "Toprak reformu" öncesinde küçük bir toprak parçasında küçük bir ürün karşılığı tüketilen emek-gücü, "toprak reformu" sonrasında daha geniş bir toprak parçasında tüketileceği için üretkenliği artmış olacaktır. Bu açıdan "toprak reformu", tarıma emek-yoğun sermaye yatırımı anlamına gelir. Asıl amaç, tarımda sermaye yatırımının artırılmasıdır.
Ancak böyle bir emek-yoğun sermaye yatırımının etkili olabilmesi için, herşeyden önce kırsal alanda serbest ya da yarı-serbest emek-gücünün ortaya çıkmış olması gerekir. Eğer kırsal alanda yeterli emek-gücü mevcut değilse, yapılacak bir "toprak reformu" hiçbir biçimde yeni istihdam olanağı ortaya çıkarmaz ve üretim artışına yol açmaz. Bu açıdan "toprak reformu", kırsal nüfusun yoğun olduğu koşullarda ve dönemlerde, toprağın yeniden dağıtımı yoluyla tarımsal üretimin genişletilmesine yol açarken, kırsal nüfusun azaldığı koşullarda ve dönemlerde aynı sonucu ortaya çıkarmaz. Olsa olsa, mevcut üretici köylü nüfusun üretiminde belli bir artışa yol açarak gelirlerinin artmasını sağlar, ama yeni istihdam olanağı sağlamaz.
Tarımın yeni istihdam olanağı yaratabilmesinin tek yolu, sermaye (kapitalist ilişkiler içinde) yatırımından geçer. Bu sermaye yatırımının da, emek-yoğun sermayeden daha çok para-sermaye olarak yatırılması gereklidir. İşte bu para-sermaye yatırımıyla tarımsal üretimin genişletilmesi yeni istihdam olanağı ortaya çıkarır. Şöyle ki:
Toprak, ister "reform"la kamu arazilerinin dağıtımıyla sağlanmış olsun, ister toprak rantını[1*] kaldırarak kamu arazilerinin sermaye yatırımına açılmasıyla sağlanmış olsun, her durumda aynı zamanda bir sermaye niteliğindedir. Toprak sermayesi ile emek-gücünün bir araya gelmesiyle üretim süreci başlar. Burada sermayenin büyüklüğü ve yatırıldığı alanın genişliğine bağlı olarak emek-gücü kullanımı da, yani istihdam da o kadar büyük ve geniş olur.
Bugünkü kırsal yapı içinde gerçekleştirilecek bir "toprak dağıtımı", varolan emek-gücünün daha geniş bir arazi üzerinde kullanılmasını sağlayabilir. Bu da, atıl ve verimsiz emek-gücünün kullanılması demektir. Ancak kentlere göç etmiş ve orada işsizler ordusuna katılmış eski kırsal nüfusun istihdam edilmesinin önünü açmaz. Bunun gerçekleştirilmesinin yolu, tarımın başlı başına bir sermaye yatırım alanı haline gelmesinden geçer. Yani tarımın, tıpkı sanayi gibi üretim ve istihdamı artıran bir yatırım alanı haline getirilmesi gerekir. Bunun kapitalist üretim ilişkilerindeki karşılığı "kapitalist çiftlikler"in kurulması, tarımın kapitalist sermayenin yatırım alanı haline getirilmesidir.
Eğer tarım, kapitalist sermaye açısından herhangi bir alanda faaliyet gösteren sanayi sermayesi gibi yatırım alanı haline getirilebilinse, bu yatırıma paralel olarak yeni istihdama yol açar. Bir başka deyişle, tarımsal üretimin kapitalist sermaye yatırım alanı haline gelmesiyle tarım işçiliği başlı başına bir istihdam alanı haline gelir. Bu durumda, tarım işçisinin nereden sağlandığı, yani kırsal alandaki mevcut nüfustan mı, yoksa kentlerdeki işsizlerden mi sağlanıldığı önemini yitirir. Dolayısıyla tarıma yapılan her sermaye yatırımı, giderek kent ve kır işsizlerinin istihdamını sağlayan bir üretim alanı ortaya çıkarır.
Burada asıl olan, sermayenin yatırım alanı olarak tarımın, en az sanayi ve hizmetler sektöründeki sermaye kadar kâr sağlamasıdır. Tarımsal üretimdeki kapitalist kârın sanayi ve hizmetler sektöründeki kâra göre daha düşük olmasına yol açan temel etmen ise mutlak toprak rantıdır. Bu nedenle, "toprak reformu"nun, sadece mevcut kırsal nüfusun emek-gücünün daha verimli hale getirilmesini sağlayan bir toprak dağıtımından ibaret olmayıp, aynı zamanda ve esas olarak mutlak toprak rantını kaldıran (ya da sanayi ve hizmetler sektöründeki yatırımlarla rekabet edebilir düzeye indiren) özelliğe sahip olması gerekir. İkinci olarak, "toprak reformu", geniş ve büyük toprakların ekime açılmasını sağlamak zorundadır. Böylece büyük tarımsal işletmeler yaratılarak (kapitalist anlamda tarım şirketleri) yeni istihdam olanağı ortaya çıkar.
Kapitalist anlamda büyük çiftliklerin ortaya çıkartılması, yani tarım kapitalistlerinin yaratılması (ki bu devlet aracılığıyla da "kapitalist devlet çiftlikleri" şeklinde olabilir) yeni iş olanakları ortaya çıkaracaktır. Bunun yolu da, mutlak toprak rantının ortadan kaldırılmasından geçer.
Ama kapitalizmin yukardan aşağıya geliştirildiği, sanayiden tarıma kadar her alanda çarpık bir gelişmenin ortaya çıktığı ülkelerde böylesi bir "toprak reformu" (toprağın yeniden dağıtımı ve mutlak toprak rantının kaldırılmasıyla tarımın sermaye yatırımı için kârlı bir alan haline getirilmesi) tek başına yeterli değildir. 1980’lerde Turgut Özal döneminde "tavuk çiftlikleri" için kamu arazilerinin bedelsiz olarak verilmesinde ortaya çıkan yolsuzluklar ortadadır. Aynı şekilde Et-Balık Kurumu’nun özelleştirilmesinde olduğu gibi, tarımsal işletmelerin arazisi yeni bir rant kapısı olarak kullanılmıştır. Keza Turgut Özal’ın "tavuk çiftlikleri" için kamu bankalarından açılan krediler, göstermelik birkaç "çiftlik binası" yapımı dışında başka alanlarda (özellikle turizm ve eğlence sektöründe) tüketilmiştir.
Bu nedenlerden dolayı, "toprak reformu"nun, en açık ve kesin anlamıyla tarımın kamu yatırımının temel alanı haline getirilmesini sağlayacak biçimde yapılması zorunludur. Diğer bir ifadeyle, kamunun, yani devletin, herhangi bir kapitalist özel sermaye gibi tarıma yatırım yaparak yeni iş olanakları yaratması gereklidir. Bu da büyük devlet çiftliklerinin ve hayvancılık kombinalarının kurulması demektir. Bunun paralelinde topraksız ve az topraklı köylüye toprak dağıtımı, onların büyük devlet çiftlikleriyle rekabet edebilme koşullarını yaratacaktır.
Kentlerdeki işsizlerin, daha tam ifadeyle kırdan kente göç etmiş nüfusun yeniden tarımsal üretime kazandırılması ve tarımda istihdam edilmesi için, tarıma büyük ölçekli üretime yönelik olarak büyük sermaye yatırımı yapılması zorunludur. Bu yolla, kırdan kente göç ederek serbest emek-gücü haline gelmiş nüfusun tarım işçisi olarak istihdam olanağına ortaya çıkar.
Bu boyutlarıyla "toprak reformu", sözcüğün geniş anlamında "toprak devrimi" ya da "tarım devrimi" içeriğine sahip olur. Demokratik devrimin tamamlanmadığı ülkelerde de başka bir seçenek zaten yoktur.
Böyle bir "toprak reformu" (devrimi), kaçınılmaz olarak hem istihdamı artırır hem de tarımsal üretimde büyük artışa yol açar. Emek-gücünün üretkenliğindeki artış ve toprak rantının ortadan kaldırılması tarım ürünlerinin maliyetini azaltarak fiyatlarının düşmesine yol açarken, aynı zamanda üreticinin toplam gelirinde artışa neden olur.
Ama...
Emperyalizme bağımlı bir ülkede bunu yapmak olanaklı değildir. Dün olduğu gibi bugün de emperyalist-kapitalist sistemin en büyük sorunu aşırı-üretimdir. 1980 dünya ekonomik bunalımı sonrasında emperyalist ülkelerdeki yeni sermaye yatırımlarıyla sanayi ve tarımda büyük bir üretim artışı ortaya çıkmıştır. Özellikle gen teknolojisindeki gelişmelerle tarımsal üretim olağanüstü büyümüştür. Bunun sonucu olarak, başta ABD ve Almanya olmak üzere, emperyalist ülkelerde tarımsal üretim fazlası dev boyutlara ulaşmıştır. ABD’nin buğday, mısır vb. ürünlerde ve Almanya’nın şeker, süt vb. ürünlerindeki aşırı-üretim geri-bıraktırılmış ülkelere ihraç edilerek bir tarımsal aşırı-üretim krizine yol açması önlenmeye çalışılmaktadır. GDO’lu ürünlerin ithalatının genişletilmesine ilişkin AKP hükümetinin aldığı son karar da ABD’nin tarımdaki aşırı-üretimine pazar bulma gereksinmesinin ürünüdür.
Bu koşullar altında, sadece istihdam açısından bile olsa tarımsal üretimi artırmaya yönelik her girişim, kaçınılmaz olarak emperyalist ülkelerin kendi tarım ürünleri için pazar yaratma girişimiyle çatışmak zorundadır. Bu çatışmayı ortadan kaldırmanın tek yolu, tarımsal üretimin Arjantin, Brezilya vb. Latin-Amerika ülkelerinde olduğu gibi yabancı sermayeye açılmasıdır. Bu da emperyalist ülkelerin kendi iç üretimlerinin çok büyük ölçüde arttığı koşullarda zaten olanaksızdır. Cargill olayında olduğu gibi, yabancı sermaye ilk dönemde yerli üretime yönelik yatırım yapıyor görünse de, bir süre sonra doğrudan metropol ülkelerden tarım ürünleri ithalatına yönelmektedir.
Bugün "terör" sorunundan işsizliğe kadar pek çok sorunun "çözüm anahtarı" olarak görülen GAP projesinin tamamlanamamasının arkasında yatan temel neden de, emperyalist ülkelerdeki tarım ürünleri fazlasıdır.
Bu nedenle, ülkemizde yapılmaya kalkışılacak olan bir "toprak reformu", sonuç olarak tarımsal üretimin artırılmasına yol açarak tarım ürünleri ithalatını büyük ölçüde ortadan kaldırmaya yöneleceği ölçüde emperyalist ülkelerin tarımdaki aşırı-üretim krizini önlemeye yönelik müdahaleleriyle çatışmaya girmeksizin gerçekleştirilemez ve sürdürülemez. Böyle bir çatışma göze alınmadığı sürece, "toprak reformu", çok yalın ve basit biçimde belli toprakların, örneğin mayınlı arazilerin dağıtımından öteye geçmeyecektir. Bu da, klasik anlamıyla sosyal-demokrasinin marksizmden "ödünç" aldığı çözümleri uygulayamamasının maddi temelidir. Burada sosyal-demokratların bireysel "iyiniyet"lerinin (eğer böyle denilebilirse) hiçbir önemi yoktur.
[1*] "Kapitalist üretim tarzının önkoşulları o halde şunlardır: Toprağı gerçekten işleyenler, bir kapitalist tarafından, tarımla, yalnızca sermayenin özel bir sömürü alanı olarak, özel bir üretim dalındaki sermayesi için bir yatırım olarak uğraşan bir kapitalist çiftçi tarafından istihdam edilen ücretli işçilerdir. Kapitalist çiftçi, toprak sahibine, kullandığı toprağın sahibine, sermayesini, bu özel üretim dalına yatırma hakkı karşılığında sözleşme ile saptanmış belirli dönemlerde, örneğin her yıl, (tıpkı para-sermaye ödünç alanın belirli bir faiz ödemesi gibi) bir miktar para öder. İster tarımsal toprak, yapı arsaları, madenler, balıkçılık bölgeleri ya da ormanlar için olsun ödenen bu para miktarı toplamına, toprak rantı adı verilir. Bu, toprak sahibinin, toprağını, kapitalist çiftçiye kiralamayı kabul ettiği bütün dönem için ödenir. Bu nedenle, toprak rantı, burada, topraktaki mülkiyetin, iktisadi açıdan gerçekleştiği, yani değer ürettiği biçimidir. O halde, burada, birlikte ve karşılıklı zıtlık halinde, modern toplumun çerçevesini oluşturan üç sınıfın hepsi – ücretli işçiler, sanayici kapitalistler ve toprak sahipleri ortaya çıkmış oluyor." (K. Marks, Kapital, Cilt III, s. 546-547.)