Daha birkaç ay önce, Aralık 2008'de "nur topu" gibi bir "Nazım Hikmet Marksist Bilimler Akademisi" sahibi olmuştuk. Kendilerini "marksist leninist komünist" olarak tanımlayan bir Enver Hocacı "ekol"ün temsilcileri sayesinde böyle bir "akademik" eğitim olanağına kavuştuğumuzda, bunun açık biçimde Gramscici "sivil toplum" anlayışının ürünü olduğunu Kurtuluş Cephesi'nin geçen sayısında ortaya koymaya çalışırken şöyle demiştik:
"'Marksist Bilimler' Akademisi denilen şey, Gramscici 'sivil toplumda hegemonya kurma' anlayışının ürünü olan 'eğitsel' mantığın ürünüdür, yani evrimci çalışma tarzının mantıki sonucudur. Ve şimdi bir kez daha yanlışlığı defalarca kanıtlanmış olan yanlış bir çalışma tarzının yeni bir versiyonu ortaya çıkartılmıştır. Anlaşılan bugüne kadar yanlışlığının kanıtlanmış olması yetmemiştir. Şimdi 'olmayana ergi' yöntemiyle, bir kez daha bu yanlışlık kanıtlanmaya çalışılmaktadır." Bu "marksist leninist komünist" evrimli "akademi"nin "deniz manzaralı lüks kafeterya" sahibi olmakla ünlü BEKSAV bünyesinde kurulduğunun ilan edilmesinden kısa bir süre sonra, bu kez "marksist leninist"i olmayan "komünist" partisinin "Nazım Hikmet Akademisi" kurma kararı aldığı ilan edildi.
SİP-TKP'sinin "akademisi", üstelik "Nazım Hikmet Akademisi", kendi söylemleriyle Şubat ayının son günlerinde "yola çıktı"! Yine kendi ifadeleriyle bu yeni "akademi"nin amacı şöyle ifade edildi: "Her biri ikişer yıllık bir programa sahip olan edebiyat, müzik, sinema ve sosyal bilimler bölümlerinde eğitim verecek olan NHA, sanat ve bilim arasında disiplinler üstü bir ilişki kurmayı ve kendi alanındaki başarılarının ötesinde bir aydın kimliği taşıyacak sanat ve bilim insanları yetiştirmeyi hedefliyor." Sözcüğün kendi anlamlandırdıkları halleriyle, "beraber üretmek, beraber çalmak ve söylemek" için "yola çıkan" yeni akademi, birincisinden bazı farklılıklara sahip görünmektedir.
Her şeyden önce, bu yeni "akademi", yukarda da belirttiğimiz gibi, her ne kadar birincisi gibi "komünist" olmasına "komünist"se de, başında "marksist leninist"i olmadığı için sadece "Nazım Hikmet Akademisi" ünvanına sahip kılınmıştır.
İkinci olarak, birinci "akademi", hem "marksist", hem de "bilimler"e sahip bir "akademi" olurken, ikincisi bu yönü üstü örtük olarak geçiştirmeyi tercih etmiştir.
Üçüncü olarak, birinci "akademi", öğrencilerini (tedrisat yapılacağı için "katılımcılar"a öğrenci demenin bir sakıncası yoktur) "sosyalist" yapıp, "sosyalist" yaşatmayı hedeflerken, ikincisi, "aydın kimliği taşıyacak sanat ve bilim insanları yetiştirmeyi" hedeflemiştir. Üstelik bunu yaparken de, "disiplinler üstü" olmayı da "temel"e yerleştirmiştir.
Bu farklılıklara (eğer farklılık olarak kabul edilecek olursa) rağmen, her iki "akademi" de, "Nazım Hikmet" adını kullanmayı tercih etmiştir. Her ikisi de, Gramscici "sivil toplum" anlayışının ürünleri olmakla birlikte, yenisi (ikincisi, en azından şimdilik ikinci) daha belirgin biçimde bu "sivil toplumculuğa" gönderme yapar: "Sosyal bilimler bölümünün bu ihtiyaç üzerinden şekillenecek olduğunu ifade eden Nevzat Evrim, 'Hedefimiz, Türkiye'nin emekçi halkının aydını olma iddiası taşıyan arkadaşlarla, birlikte düşünmek ve birlikte üretmektir' dedi. Programa katılmak isteyecek kişilerin 'Türkiye'nin aydını olma istek ve ihtiyacı duymaları ve bunun için gerekli emek ve zamanı vermeye hazır olmaları' gerektiğini belirten Evrim, 'katılımcı arkadaşların, bize bu istek ve ihtiyaç ile, tanımladıkları sorunlara çözümler arayarak gelmelerini istiyoruz' dedi." Burada sözü edilen "emekçi halkın aydını" sözü, açık biçimde Gramsci'nin "organik aydını"nın yerli versiyonudur.[1*] Bu açıdan, her iki "akademi", Nazım Hikmet yanında bir de Gramsci ortak paydasına da sahiptirler. Ancak tüm farklılıklarına ve ortaklıklarına rağmen, biri "yeni", diğeri "eski" olduğu için, "yeni"nin "eski"nin "fikrini ve projesini" çaldığı bile düşünülebilir.
Ancak böyle düşünmemiz yanlış olacaktır. Çünkü SİP-TKP'sinin "akademi fikri", kendi ifadeleriyle "yepyeni değil aslında"! "2001 yılında Nâzım Üniversitesi adıyla bir adım atmıştık bu alana. O dönem niyetimiz, hayatla bağı giderek kopan ve apolitikleşen, giderek içi boşalan, iş bulma kaygıları ve kariyer hesaplarına konu olan üniversite ortamında aradıklarını bulamayan öğrencilerle ve çalışma koşulları nedeniyle kendilerini geliştirme olanağı ellerinden alınmış emekçilerle buluşabilmekti."[2*] Buna göre, asıl "fikriyatı ve projeyi" "çalan" taraf, birincisi, yani "marksist bilimler" ünvanını taşıyan akademi tarafı olmaktadır. Ne de olsa, "öteki" taraf, "Nazım Üniversitesi" fikriyatına 2001 yılında sahiptir! Her ne kadar bu "üniversite" fikriyatı 2001'le tarihlendirilmişse de, hiç bir zaman böyle bir "üniversite"nin "mücerret" hale gelmediği vakidir. Öte yandan "üniversite"den "akademi"ye niye tenzili rütbe eyledikleri ise, tam anlamıyla "muamma"dır.
Geçen sayımızdaki yazımızda dipnotta ifade ettiğimizi burada bir kez daha yinelemek durumundayız: "Evet, bütün bunlar 'şaka' gibidir. 'Arjantin tango' BEKSAV 'bünyesinde' yürütülen 'atölye' çalışmalarından birisidir. Öte yandan Yapı-Kredi Kültür Sanat Merkezi'nin de 'Arjantin tango'su vardır. Keza SİP-TKP'sinin 'Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde de 'dans atölyesi' salsa, çaça, rumba'yla birlikte 'tango' kursları vermektedir. Tıpkı 'Kültür Merkezi'ni ziyaret eden tüm Nâzım dostlarının sohbetlerine, taze çayı ve leziz mutfağıyla katılan' Piraye Kafe'si gibi. Bu kadar benzerlik de, olsa olsa Hollywood filmlerindeki gibi 'sadece rastlantı'dır!" Elbette "şaka" yapmıyorlar! Koca koca adamlar, değişik akademik (burada sözü edilen Nazım Hikmet başlıklı akademi değil elbette) ünvanlara sahip akademisyenler, sanatçılar ve "komünist gençler" böylesi bir "şaka"yı yapacak cinste değillerdir. Hiç biri, ne Nazım Hikmet'in adı, ne "sosyalist, emekçi, aydın" sözcükleri şaka kaldırır şeyler değildir. Zaten bu sözcükleri kullananlar ciddi davaların, ciddi insanlarıdırlar. Birinci "akademi" "sosyalist" yetiştirirken, ikincisi "emekçilerin" organik aydınını yetiştirmeye (saksıda olup olmadığı önemli değildir) soyunmuştur. Her ikisi de "kültür merkezi"ne sahiptir ve her ikisinin de "nezih" ve "leziz" ortam sunan "Kafe"leri vardır. Dediğimiz gibi, bu kadar benzerlik de, olsa olsa Hollywood filmlerindeki gibi "sadece rastlantı"dır!
Bazı "medya" köşe yazarlarının yaptığı gibi, yazının sonuna "günün sözü" olarak şu yazılabilir:
Oportünist, her yerde ve her biçimde oportünisttir! Legalist, hangi adla ortaya çıkarsa çıksın, her zaman legalisttir!
[1*] Gramsci şöyle yazar: "Başa geçmek isteyen her grubun en önemli özelliklerinden biri, geleneksel aydınları 'ideolojik olarak''kendine dönüştürme ve kazanma yolunda yaptığı savaştır. Bu grup, organik aydınlarını yetiştirdiği ölçüde, bu dönüştürme ve kazanma işi çabuk ve etkili olarak gerçekleştirilebilir." [2*] Yeni "akademi"nin sinema bölümünün sorumlusu Çağrı Kınıkoğlu.