"Uyuyan Güzeller"
Nasıl Uyandırıldı?
Türkiye, 9 Temmuz 2002 günü "Rüya Timi" ile tanıştı. DSP'nin "Hüso"su, İsmail Cem'i ve IMF'nin Kemal Derviş'inden oluşan "rüya timi", Aydın Doğan medya grubunun üstün gayret ve çabalarıyla kamuoyunun karşısına çıktı.
Doğan Şirketler Grubu'nun bir üyesi, Ertuğrul Özkök'ün "küçük bir hissedar" ve Genel Yayın Yönetmeni olduğu Hürriyet gazetesinin öncülüğünde tüm "Doğan Medya Grubu"[1*] Hüsamettin Özkan, İsmail Cem ve Kemal Derviş'in başını çektiği DSP "isyanının" neredeyse tek tezgahçısı ve yöneticisi olarak ortaya çıkmıştır.
Şefliğini Ertuğrul Özkök'ün yaptığı "Doğan Medya Grubu", Hüsamettin Özkan, İsmail Cem ve Kemal Derviş'in oluşturduğu üçlüyü, kimi zaman "rüya timi", kimi zaman "troyka" diye sunarken, DSP "isyancıları"yla kurulacak partiyi de "makul çoğunluğun partisi" olarak "programatik ve pragmatik" bir temele oturtmuştur.
Avrupa Birliği'nin Ankara temsilcisi Karen Fogg'un ünlü e-maillerindeki ifadesiyle "uyuyan güzeller", "rüya timi" olarak karşımıza çıkartılırken, bir zamanların "umudu" "karaoğlan" Bülent Ecevit (ve özellikle Rahşan Ecevit) akla gelebilecek her yol ve sözcük kullanarak karalanmaya, suçlanmaya başlanmıştır. "İş göremez" raporu alınarak "başbakan"lıktan azledilmeye çalışılan Bülent Ecevit'e yönelik suçlamalar, karalamalar öylesi boyutlara ulaştırılmıştır ki, eşi Rahşan Ecevit "Marie Antionet" gibi "on binlerce DSP'liyi" yok eden "haris ve meş'um kadın" olarak sunulmuştur. "Rüya timi"nin yaratıcısı ve yöneticisi olduklarını her fırsatta göstermekten hoşlanan "Doğan Medya Grubu"na göre Bülent Ecevit'in başbakanlıktan ve parti başkanlığından istifa etmesini engelleyen tek kişi Rahşan Ecevit'ti. Eğer Rahşan Ecevit devreden çıkartılabilinirse, DSP de, Türkiye'de rahatlayacaktı!
İstenilen açıktı: Bülent Ecevit başbakanlıktan ve parti başkanlığından istifa edecek, "rüya timi" partinin başına geçecek, İsmail Cem'in başbakanlığında Hüsamettin Özkan'ın koordinatörlüğünde ve Kemal Derviş'in ekonomi yönetiminin tek şefi olduğu yeni bir hükümet kurulacaktı. Ama hesaplar bir türlü tutturulamıyordu! Bülent Ecevit "direngen" çıkmıştı, "inat" ediyordu! Ve tüm kamuoyu oluşturma araçları (medya) kullanılarak amaca ulaşmak için yola çıkıldı. Ve ülkemiz tarihinin en açık, en sıradan, ama bir o kadar "akıllıca" yapıldığı düşünülen dezenformasyon faaliyeti ve bu yolla kamuoyunun koşullandırılması süreci başlatıldı.
Medyatik dilde söylersek, "düğmeye" 29 Mayıs günü gazetelere ilan vererek TÜSİAD basmıştır.
"Türkiye: Nasıl Bir Gelecek?" başlığıyla yayınlanan TÜSİAD ilanında şöyle deniliyordu:
"Türkiye, tarihi bir yol ayrımında. AB ile ilgili kararlara bağlı olarak, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde nasıl bir ülkede yaşayacağımız ve nüfusumuzun yarısını oluşturan gençlerimize nasıl bir Türkiye bırakacağımız bu yıl içinde belli olacak.
Refah düzeyi yüksek, siyasi ve demokratik standartların en üst düzeyde uygulandığı, ekonomisi sağlam, gençlerine çağdaş eğitim ve istihdam olanakları sağlayan, dünyanın gelişmiş ülkeleriyle aynı düzeyde bir Türkiye mi, yoksa ekonomik sarsıntıların belirli aralıklarla devam ettiği, istikrara kavuşmamış siyaseti ile geleceği belirsiz, kişi başına 2000 dolarlık bir milli gelire mahkum olmuş bir Türkiye mi?"
Ve TÜSİAD bu soruları okuyan herkesin ne yanıt vereceğini bildiğinden "Türk insanı ideallerine bir an önce kavuşmak istiyor" diyerek hükmünü vermiştir: "Türkiye, AB üyeliğini gerçekleştirebilecek siyasi ve ekonomik güce sahiptir"!
"Derin kulis"te yapılan yorumlara göre, TÜSİAD'ın bu ilanı, "Ecevit'in gözden çıkarıldığı" anlamına gelmektedir. "Derin kulis"e göre, TÜSİAD, bu ilanıyla "Genel Başkan Cem, yardımcıları Derviş ve Özkan'ın yönetimindeki DSP ile, mevcut koalisyonu bozmadan mümkün olan en geç tarihte seçime gidecek" bir "yeni oluşum" kurmak istemektedir.
2 Haziran günü CNN-Türk'de açıklama yapan TÜSİAD başkanı Tuncay Özilhan şöyle konuşuyordu:
"Başbakanımıza saygımız sonsuz. Ama tabiat kaidesini yerine getiriyor. Başbakanımız maalesef iki saat oturamıyor. Toplantılara katılamıyor. Üzülüyoruz ama 65 milyonun kaderi söz konusu. Siyasetçiler oturup soğukkanlılıkla karar vermeli. Başbakan ve eşi karar vermeli. DSP de bunu kabul etmeli. Daha önce vekâlet önermiştik. Belki biraz çizmeyi aşıyorum, ama DSP'nin kurultaya gitmesi gerekebilir diye düşünüyoruz. Belki öyle bir kurultayda Ecevit şeref başkanı olur, başka bir genel başkan seçilir. Gelecek ona göre planlanır."[1]
TÜSİAD'ın amacı çok açıktı: Ecevit'i DSP'nin başından uzaklaştırmak ve yerine "başka", yani "rüya timi" gibi birilerini geçirmek. Bu gerçekleştikten sonra "gelecek planlanacaktır".
Amaç bu olmasına rağmen, cephe, "kamuoyunun duyarlılığı" hesaplanarak "Avrupa Birliği" tarafından açıldı ve "Avrupa Birliği meydan muharebesi" başlatıldı.
TÜSİAD, sadece "düğmeye" basmakla kalmamış, aynı zamanda bu savaşın taktiklerini de belirlemiştir. "Medya"nın tüm yapacağı iş, bir yandan Bülent Ecevit'in "sağlığı" ve "eşi" ile ilgili haberleri gündemin ilk sırasına çıkartırken, diğer yandan "AB karşıtı" MHP'yi "yeni oluşum"la işbirliği yapmayı kabul etmesi için köşeye sıkıştırmaktır.
Böylece "medya", ülke tarihinin en büyük manipülasyon ve dezenformasyon operasyonlarından birisine başlamak için "start" almıştır.
Her zaman olduğu gibi, Avrupa Birliği aracılığıyla "yeni kredi" olanakları sahibi olacağını düşünen "Doğan Medya Grubu" TÜSİAD'ın "Yakup Cemil"i olarak ileri atılmıştır.
"Doğan Medya Grubu" köşe yazarları TÜSİAD ilanının faşist MHP'nin başkanı Devlet Bahçeli'nin "Avrupa Birliği'ne uyum süreci ile ilgili açıklamasına yanıt" olduğunu hep bir ağızdan söylemeye başladılar.
Ancak TÜSİAD'ın gazetelerde yayınlanan "Avrupa muhtırası ilan"ı sadece "düğmeye" basarak "AB meydan muharebesini" başlatmıştır. Kendilerinin de çok iyi bildiği gibi, bu muharebe tek bir ilanla yürütülemezdi. Hemen Genelkurmay ve MGK devreye sokuldu.
İlanının yayınlandığı gün TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan ve Prof. Süheyl Batum Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı "makamında ziyaret ettiler". "Ziyaret" sonrası Tuncay Özilhan "büyük ölçüde mutabakat olduğunu" açıkladı.[2*]
30 Mayıs günü yapılan ve Ecevit'in "katılmadığı" MGK toplantısı sonrasında Hürriyet gazetesi "Tarihi Çağrı" başlığı ile TÜSİAD'ın silahlı güçlerinin "tam" desteğini ilan etti.
Köşe yazarlarına göre Devlet Bahçeli iyice köşeye sıkıştırılmıştı!
Toplumun Dünya Kupasının "heyecan" ve "çoşkusu" içinde bulunduğu bir sırada, "Doğan Medya Grubu"nun diğer yayın organı Milliyet gazetesi tüm bunlar ikincil konularmışçasına Ecevit'in "sağlığı" ile ilgili yayınlarını manşetten vermeye devam etmiştir:
"Evde Tek Başına
10 gündür evde istirahat eden Ecevit'i başbakan yardımcıları Bahçeli, Yılmaz ve Özkan'ın ziyaret etmemesi dikkat çekiyor"[2]
"Tıpta yeni kavram: Başbakan Yarı Mobilize
Başkent Hastanesi, Ecevit'in durumunu yarı mobilize diye açıkladı. Biz de ünlü doktorlara 'bu ne anlama geliyor?' diye sorduk. Hiç biri işin içinden çıkamadı."[3]
"İş görür raporu
Ecevit, Türkiye tarihinde bir ilkle taburcu oldu. Doktorların verdiği 'iş görebilir' raporuyla, Oran'daki kütüphane eve gitti."[4]
Tarihler 31 Mayıs'ı gösterdiğinde Milliyet gazetesi Ecevit'in hastalığına "kesin teşhisi" koydu:
"Ecevit'te parkinson başlangıcı"[5]
Oysa ki, aynı Milliyet gazetesi 6 Mayıs tarihinde şöyle yazıyordu:
"Doğrular yine Milliyet'te
İşte teşhis
Doktorları, Ecevit'in rahatsızlığının ardındaki gerçeği Milliyet'e açıkladı: Kalın barsağın uzunluğundan kaynaklanan gaz sıkışması."[6]
Aynı tarihlerde "Doğan Medya Grubu"nun üçüncü "büyük" gazetesi Radikal'in ilgi alanı ise Avrupa Birliği'ne girmenin sosyolojik, psikolojik, ideolojik ve teorik kapsamı olmakla birlikte, "büyük biraderleri" Hürriyet ve Milliyet'in manşetlerde bıraktıkları boşlukları kapatmak olmuştur.
Radikal gazetesi "liberal sol" görünüm altında Avrupa birliğinin MHP "sorunsalı"yla daha yakından ilgili yayınlar yapmaya başlamıştır. Doğal olarak bu yayınların temel konusunu MHP ve MHP'li bakanların "icratı"nı sergilemek oluşturmuştur.
"Sağlığımız allaha emanet
Hormonlu çilek ve Almanya'ya satılan biberlerde zararlı ilaç çıkmasıyla alevlenen tartışma, bir gerçeği ortaya koydu: Hormon ve tarım ilacı kullanımı gibi hassas bir konuda denetim mekanizması çalışmıyor."[7]
"Avrupa uyarmasa ölmüşüz: İlaçların yan etkisini izleyen bir sistem yok
Türkiye yan etkiden bihaber"[8]
"Partizanlık ve kötü yönetim, devletin GSM operatörünü batırıyor
Aycell kötü yola düştü"[9]
"Validen vekillere: Kaçakçılar
Iğdır valisi Tamer, içişleri bakanlığına gönderdiği raporda bölgedeki mazot kaçakçılığını MHP Iğdır milletvekili Abbas Bozyel ile ANAP'lı Ali Güner'in organize ettiğini ileri sürdü."[10]
"MHP Avrupa yolunu kapattı
MHP lideri Bahçeli, liderler zirvesiyle hükümetin gündemini tamamen ele geçirdi. İdam başta olmak üzere AB reformlarını kilitleyen MHP, haziran başında, erken seçim ihtimalini de yaratacak ataklar yapma peşinde"[11]
"Torunlarınız sizi affetmez
Türkiye, AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamak istiyorsa yapılması gereken reformlar belli. Ama kendi gündemlerini bütün ülkenin önüne koymuş olan siyasi partiler Türkiye'nin geleceğini tıkıyor"[12]
Ve Mayıs sonuna gelindiğinde Radikal gazetesi de "büyük biraderler" gibi sorunun çözümünü ilan etti:
"Asker AB kapısını araladı
Ecevit ve Bahçeli'nin katılmadığı MGK toplantısında tarihi kararlar alındı. Askerlerin son günlerde dile getirdiği önerilere paralel kararların özeti: Ulusal Program'daki yükümlülüklere dair çalışmalar hızlansın."[13]
Görüldüğü gibi, Mayıs ayının sonuna gelindiğinde "Doğan Medya Grubu"nun "üç büyüğü" Avrupa Birliği konusunu gündemin ilk sırasına çıkartırken, diğer yandan ANAP dışındaki hükümet ortaklarını (DSP ve MHP) her yönden "sıkıştırmaya" başlamışlardır.
Bu gazetelerin manşetlerine bakıldığında Haziran ayına girilirken ülkenin temel sorunu AB'ye girmektir ve bu sorun, TÜSİAD ilanında ifade edildiği gibi "geleceğimiz"i belirleyen bir sorundur. Henüz "geleceğimizi karartanlar"ın kim olduğu açıkça ilan edilmemişse de, bunların hükümet içindeki iki parti olduğunun altı çizilmeye başlanmıştır.
Artık "AB meydan muharebesi"nin ikinci perdesi açılmaktadır: AB yanlıları ile AB karşıtlarırıın ayrışması ve saflaşması.
Bu ayrıştırma ve saflaştırma operasyonunun "yumuşak karnı" ise DSP olmaktadır. Milliyet gazetesi tarafından Ecevit'in "sağlığı" ile ilgili haberlerdeki yoğunluk, giderek "post-Ecevit dönem" senaryolarına yerini bırakmaya başlamıştır.
İşte bu tarihte kısa adı CSIS olan ve Merkezi Washington'da bulunan "Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi"nin[3*] "Türkiye Direktörü" olarak ünvan sahibi Dr. Bülent Ali Rıza adlı kişinin 24 Mayıs tarihli "Ecevit sonrası dönemin ertelenmesi" ("Postponing the Post-Ecevit Era") başlıklı "raporu" kamuoyuna yansıtıldı.[4*]
İşte böylesi "dış destek"lerle politika "kulislerinde" yer alan herkesin çok iyi bildiği "post-Ecevit dönem" planları Haziran ayına girildiğinde "yeni" bir "medyatik" atakla yürütülmeye devam etmiştir.
Kim olduğu ve nerden geldiği "makul çoğunluk" tarafından fazlaca bilinmese de, "sivil toplum" önderi, İKV başkanı ünvanlı Meral Gezgin Eriş adlı bayanın önderliğinde 175 "sivil toplum örgütü" imzalı "muhtıra ilan" 6 Haziran günü gazetelerde tam sayfa yayınlandı.
"Meral Hanım'ın Avrupa ordusu
İKV Başkanı Meral Gezgin Eriş, 15 Milyon kişinin temsilcisi 175 sivil toplum örgütünü, Avrupa hedefi için harekete geçirdi."[14]
4 Haziran günü faşist MHP'nin genel başkanı Devlet Bahçeli'nin "grup toplantısında", kendileri aleyhine yazı yazan gazetecilerin adlarını tek tek sıralayarak yaptığı "tehdit" konuşmasına bir yanıt gibi sunulan "Meral Hanımın Avrupa Ordusu" harekâtı faşist MHP'nin "hedef tahtasına" oturtulduğu görünümünü veriyordu. Artık herşey "AB yandaşları-AB karşıtları" arasında süren bir "savaş"a dönüşmüş gibiydi.
Milliyetçi, mukaddesatçı, muhafazakar, dini bütün, ama hepsinden önemlisi "Türk-İslam sentezcisi" tüm güçler bu yeni "savaş" alanında kılıçlarını çekip yerlerini aldılar. Ve 7 Haziran günü "Türkiye Cumhuriyetini Kuran Türk Ulusuna" başlıklı "133 aydın, akademisyen ve sendikacı"nın imzaladığı bildiri Cumhuriyet gazetesinde tam sayfa ilan olarak yayınlandı.[5*]
Ancak dezenformasyon kanalları hazırlıklıydı ve aynı gün (7 Haziran) Radikal gazetesinin manşetinde şunlar yazılıydı:
"İşadamları AB'den kopmanın doğuracağı ekonomik sonuçları açıkladı
TÜSİAD: Zenginliğin yolu AB
Prof. Dr. Asaf Savaş Akat'ın TÜSİAD'ın isteği üzerine hazırladığı çalışmaya göre Türkiye, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlarsa 10 yıl sonra kişi başına düşen milli gelir dokuz bin dolara kadar çıkabilir"[15]
Bu arada Dünya Kupası, olanca "heyecanı" ile sürüyordu. 9 Haziran tarihli Radikal gazetesinin manşetiyle ifade edersek, sadece "siyasete 90 dakika ara" verilmişti.
Dünya Kupası'nın "heyecan" ve "coşkusu"yla verilen 90 dakikalık ara bittiğinde, Bülent Ecevit yeniden devreye sokuldu.
"Ecevit havayı yumuşattı"[16]
"Mecliste AB işini çözeriz
Başbakan Ecevit, 12 gün sonra dün gazetecilerin karşısına çıktı koalisyonda kriz yaratan idam ve Kürtçe konusuna el koydu."[17]
"Doğan Medya Grubu"nun "üç büyüğü" "ortalığın yumuşadığı" izlenimi uyandırırken, "küçük kardeşler"den Gözcü'nün sürmanşeti gelecek günlerin işaretlerini veriyordu:
"Başbakan Bülent Ecevit'in dünkü açıklamasından çıkan sonuç:
Ölürüm bırakmam."[18]
Ancak Dünya Kupası "heyecanı" beklenilenin tersine uzadı. Çeyrek final, yarı final derken "siyaset"e bir süre ara verildi. Tüm gözler Dünya Kupasına çevrildi ve "siyaset" ikinci plana indi.
İşte bu sırada (19 Haziran) Pamukbank'a el konuldu.
Karamehmet'lerin Pamukbank'ın içini nasıl boşalttıkları "büyük medya patronları" için bu kez fazlaca önemli olmamıştır. Onların gündemi hükümeti devirmek ve yerine yeni bir "oluşum" geçirmek olduğundan Pamukbank olayı fazlaca ilgi uyandırmamıştır.
Dünya Kupası maçlarının bitimiyle birlikte "medyatik" dezenformasyon ve kamuoyunun koşullandırılması faaliyetleri yeniden başlatıldı.
"Ecevit'in 'sağ kolu' kırıldı
Başbakan'ın hükümetteki sağ kolu Hüsamettin Özkan'ın Ecevitler'e olan kırgınlığı su yüzüne çıktı. Özkan, dün ilk kez gruba katılmadı."[19]
Temmuz ayına girerken artık "kartlar" açık oynanmaya başlandı. MHP bir yana bırakılıp, Bülent Ecevit'e yönelen "Doğan Medya Grubu" yeniden Ecevit'in "sağlığı" konusunu işlemeye başlamıştır.
"Doğan Medya Grubu"nun ilk "bombası" Hürriyet'in kalemşörlerinden Emin Çölaşan'a yaptırılan haber oldu:
"Emin Çölaşan, Ecevit'in hastalığıyla ilgili hiç yayınlanmamış gerçeği açıklıyor.
Acı Gerçek"[20]
2 Temmuz günlü Hürriyet gazetesinin manşetinden verilen bu habere göre, Emin Çölaşan "birinci elden aldığı çok özel haberi" yayınlayıp yayınlamamakta "hayli tereddüt" ettikten sonra "acı gerçeği" kamuoyuna açıklamayı bir görev bilmiştir.
Emin Çölaşan'ın haberine göre, Bülent Ecevit'in "tüm göstergeleri çok iyi" olmakla birlikte "78 yaşındaki Bülent bey"e "81 yaşındaki Rahşan hanım" "çok iyi bakmamaktadır".
"Yatakta olması gerekirken kapıyı konuklara Ecevit açıyor. Rahşan hanım içeriden 'Ayy ben iş yapıyordum zili duymamışım' diye sesleniyor.
Başbakan ilaçlarını düzgün alamıyor. Eve gelene kapıyı başbakan açıyor. Bir keresinde, çelik korsesi çözülmüş, kasığında olması gereken özel çorap ayak bileklerinde kapıyı açıyor."[21]
Ancak tüm bunlar holding "medyası"nca yeterli görülmemiş olacak ki, "Yakup Cemil" rolündeki Emin Çölaşan haberinin devamında Bülent Ecevit'in "aç kaldığının" kan tahlilleriyle ortaya çıktığını yazarak Rahşan Ecevit'in 14. Luois'e nasıl "Marie Antionette"lik yaptığını kamuoyuna açıklamaktadır![6*]
3 Temmuz günü Hürriyet gazetesi bir kez daha Emin Çölaşan'ın haberini konu yaparak, haberin Ankara'ya "bomba gibi düştüğünü" manşetten vermiştir.
Amaç belli olmuştur: Bülent Ecevit, yani başbakan, Rahşan Ecevit tarafından iyi bakılamamaktadır, dolayısıyla "hastahanede özel bakıma" alınması gerekir kanısını toplumun "vicdanına" seslenerek yerleştirmek. Bir başka deyişle, başbakan Bülent Ecevit, doktor raporuyla "iş göremez" hale getirilerek tasfiye edilmek istenmektedir.
Aynı gün, Hürriyet'in diğer "kardeşi" Milliyet ise "daha insancıl" yaklaşmaktadır Ecevitlere!
"Sorulmayanı sorduk, Ecevit açık açık yanıtladı:
Aklım Yerinde"[22]
Fikret Bila'nın "çok özel röportajı"yla Rahşan Ecevit'in Bülent Ecevit'e "çok iyi baktığı" haberin ayrıntılarında yer almaktadır.
İlk bakışta bu "insancıl" haber, Hürriyet' in "zalimliği" karşısında Ecevitlerin Milliyet tarafından "korunması" gibi görünmektedir. Oysa Mayıs ayında Ecevit'in sağlığının iyi olmadığı, bu nedenle başbakanlıktan istifa etmesi gerektiği haberlerini manşetine taşıyan da aynı Milliyet olmuştur.
Oysa Milliyet gazetesinin 3 Temmuz tarihli haberi ile Hürriyet gazetesinin 2 Temmuz tarihli haberi birbirini tamamlamaktadır. Kamuoyunun dikkatinin çekilmek istendiği yer Bülent Ecevit'in "akli dengesi yerinde mi" sorusu olmaktadır. Fikret Bila, "çok özel röportajı" ile bu konuyu kamuoyunun gündemine sokmaya çalışmıştır.
4 Temmuz günü Hürriyet ve Milliyet gazetesi Ecevit'in sağlık durumuna ilişkin haber yayınlamazken, bu kez görevi Radikal yerine getirmiştir:
"Başbakanlıkta Tıp Zirvesi
Haberal, Başbakanlığa giderek Özkan ve Sağar'a Ecevit'in sağlık durumunu anlattı.
Başbakan Ecevit'in tedavisini yürüten Başkent Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal ... hekimlerin Ecevit'in tavsiyeleri dinlememesinden rahatsız olduğu için Başbakanlık'la temasları artıracağı ifade ediliyor."[23]
Radikal gazetesinin bu haberi dezenformasyon ve kamuoyunun yönlendirilmesi için özel olarak hazırlanmıştır. Başbakan Bülent Ecevit olmakla birlikte, Başbakanlık ayrı bir kurum ve ayrı bir kişiye aitmişçesine (Hüsamettin Özkan) bir izlenim uyandırılmaktadır. Oysa Bülent Ecevit'in hastalandığından bu güne kadar Hüsamettin Özkan bir kez bile görüşmeye ya da ziyarete gitmemişken, birden başbakanın sağlığıyla ilgili haberler "zirve" haline getirilmektedir. Kamuoyu Bülent Ecevit'in "sağlık nedeniyle" görevden alınmasını desteklemeye yöneltilirken, diğer yandan "yeni" başbakan yardımcısı adayına (Hüsamettin Özkan) alıştırılmaya çalışılmaktadır.
4 Temmuz günü "Doğan Medya Grubu'nun Frankfurt tesisi, muhteşem bir törenle açıldı". Bu haberi 5 Temmuz günü Hürriyet gazetesi sürmanşeten şöyle veriyordu:
"Muhteşem Açılışta Avrupa Uzlaşması
Almanya'daki yeni baskı tesislerimizin açılışında politikacılar, Türkiye'nin AB'ye girmesine destek verme konusunda uzlaştılar."[24]
Haberle birlikte yayınlanan "muhteşem tören" fotoğrafında Tansu-Özer Çiller, Mesut Yılmaz, Tayyip Erdoğan yanında Bülent Eczacıbaşı, Can Kıraç birlikte görüntülenmiştir.
Tarihler 8 Temmuzu gösterdiğinde Hürriyet gazetesi manşet ve sürmanşet haberleriyle "yeni" gündemi açıklıyordu:
"3 Kasım Depremi
Ecevit Özkan'ı silince başka yol kalmadı
MHP lideri Devlet Bahçeli'den süpriz çıkış: '3 Eylül'de erken seçim kararı alalım, 3 Kasım'da seçim yapalım."[25]
Hürriyet gazetesinin manşet haberi ise "Ve Özkan'la yolları ayırdı" olmuştur.
9 Temmuz günü tüm gazeteler benzer manşetlerle çıktı.
"İstifa depremi"
Gazeteler bakanlardan Hüsamettin Özkan, İstemihan Talay, Recep Önal ve Mustafa Yılmaz'la birlikte 18 milletvekilinin istifası haberleriyle doluyken Milliyet gazetesi Hüsamettin Özkan'ın Ecevit'e son sözleri olarak "allah şifa versin" dediğini sürmanşetten verirken, alt manşetinde şu haber yer alıyordu:
"Yeni parti kuruluyor
Ecevitlerin inadı DSP'yi parçaladı. Özkan'ın ardından istifa eden 3 bakan ve 18 milletvekili parti kurmak için hazırlıklara başladı."[26]
Aynı gün Hürriyet gazetesi ise "gözler bu ikilide" alt manşetiyle Kemal Derviş ve İsmail Cem'in istifalarının gündemde olduğunu yazıyordu.
"Doğan Medya Grubu"nun diğer "yayın organları" boş durmuyordu:
"Rahşan hanım intikam alıyor, olan bize oluyor"[27]
"Bu Ne Sevgi Ah!
Ecevit 56 yıllık aşkı Rahşan Hanım'ın dediğini yaptı ve sağ kolu Özkan'ı harcadı."[28]
11 Temmuz günü "medya"nın birinci haberi İsmail Cem, Kemal Derviş ve Hüsamettin Özkan'ın anlaştıkları ve "yeni partinin yola çıktığı" oldu.
12 Temmuz günü "Doğan Medya Grubu" "yeni parti"nin adını "yeni oluşum"a dönüştürerek "troyka" söylemine geçiş yaptı. Ama hesaplar henüz bitmediğinden eski söylem tümüyle terk edilmedi.
"10 bin DSP'liyi tasfiye etti
İngiliz gazetesi Financial Times, Rahşan Ecevit'i, eşini iktidardan ederek giyotinde idam edilen Fransız Kraliçe Marie Antoinnette'ye benzetti."[29]
12 Temmuz "Doğan Medya Grubu" için neredeyse bir dönüm noktası olmaktadır. Çünkü Kemal Derviş "yeni oluşum"a katılmak için istifa etmiş, ancak iki saat sonra istifasını geri almıştır. Kimine göre Ecevit istediği için, kimine göre Cumhurbaşkanı Sezer istediği için istifasını geri almıştır. Kemal Derviş'in istifa olayı ve vazgeçmesinin tek sonucu, olayların, "toplum mühendisliği" ne[7*] soyunmuş olan "Doğan Medya Grubu"nun istediği gibi gelişmediğidir. Ama onlar bir kez bu işe girmişlerdir, amaçlarına ulaşabilmek için güçlerini kullanmayı sürdürme kararlılığı içindedirler. Nitekim aynı gün Milliyet gazetesinin manşeti Kemal Derviş'in istifasını geri almasıyla bozulan "moralleri" güçlendirmeye yönelik olmuştur:
"Kemal Derviş yeni oluşumdan kopmuyor
Sözünü Tutacak
Derviş, Cem ve Özkan'la çıktığı yoldan dönmeyeceğini, 'Cem'e söz verdim' sözleriyle açıkladı. Sezer'in ısrarıyla istifasını geri alması için, 'Bu, devletin emriydi, geri çeviremezdim' dedi."[30]
Ancak Kemal Derviş'in "yeni oluşum"a bağlı olduğuna ilişkin atılan tüm manşetlere karşın, gelişmelerin istenildiği yönde olmadığı ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle İsmail Cem'in "yeni oluşum"un "ilk basın toplantısı"nda söylediği sözler, işleri daha da karıştırmıştır.
"Türkiye'nin elbette büyük sorunları mevcut. Ama Türkiyemiz'in gücü, Türkiyemiz'in birikimi, Türkiyemiz'in kudreti yaşadığımız bütün sorunlardan daha büyüktür. Bu gücü hayata geçirecek olan Türkiye'nin çağdaş birikimleridir bu gücü hayata geçirecek olan. Birikimleri büyük bir ittifaka, sosyal demokrasi eksenindeki çağdaş çoğunluğun iktidarına dönüştürmek önümüzde duran vazifedir. Bizim iddiamız, bizim amacımız budur, bunu gerçekleştirmek için yola çıkmaktayız."[31]
Artık konu gazete manşetleri ile kamuoyunun yönlendirilmesi ve koşullandırılması konusu olmaktan çıkmış, "yeni oluşumcular"ın "makul olmayan" düşüncelerini değiştirmeye dönüşmüştür. Dolayısıyla konular manşetlerden köşe yazılarına taşınmıştır.
Her zaman olduğu gibi bu yeni "yönelimi" Ertuğrul Özkök dile getirmiştir.
"Yeni oluşumun lideri İsmail Cem, kurulacak partinin rengini 'demokratik sol' olarak ilan ederken, çok önemli bir iddiayı da gündeme getiriyor.
Türkiye'de, sağ ve sol arasında, çok partili hayatın başından beri oluşan 'yüzde 70-yüzde 30 denklemini bozmak'.
MAKUL ÇOĞUNLUK
Daha açıkça ifade edeyim.
Yeni oluşum, yüzde 80'lik 'makul çoğunluğu' sosyal demokrat etiketle fethedebileceğini düşünmektedir.
Türkiye'de 1970'li yıllarda 'Karaoğlan' ideolojisinin yayıldığı dönem hariç, bu denklemi kimse bozamadı.
Sağ, etki alanını sol lehine genişletebildi, ama bunun tersi olmadı.
Ama o günler geride kaldı.
Duvarlar yıkıldıktan sonra insanların kafasında nelerin değişebildiğini bilmiyoruz.
Ben, yine de dünkü tezimi tekrar edeceğim.
Cem, Derviş, Özkan isimleri etrafında oluşan coşku, sol etiketin belirlediği coğrafyaya sığmaz.
Bu coşkunun, klasik siyasi etiketleri aşan bir boyutu var.
Dolayısıyla bu talebe cevap verecek hareketin de klasik tarifleri aşması gerekir.
Cem'in dünkü konuşması etkileyiciydi.
Ama ben, Türkiye'nin çözmek zorunda olduğu bazı sorunları ile ilgili ipuçları bulamadım."[32]
Ertuğrul Özkök, İsmail Cem'in basın toplantısındaki sözlerinden "hayal kırıklığı" duyduğunu açıkça söylemese de, işlerin yolunda gitmediğini şöyle dile getirmektedir:
"Aslına bakarsanız, liderlik kadrosunu oluşturan üç siyasetçinin de bu konularda gerçek birer liberal olduğunu biliyoruz.
O nedenle, ben ilk bakışta biraz hayal kırıklığına uğramış gibi görünen çevrelere sabırlı olmalarını tavsiye ederim.
Ben başından beri Mehmet Ali Bayar gibi isimlerin de bu hareket içinde yer alması gerektiğini düşünüyorum.
Dün Mehmet Ali Bayar'la konuştum.
Cem'in konuşmasını kastederek, 'Bu başlangıç, bütün Türkiye'yi kapsayıcı topografyaya uymuyor' diyor.
Bayar o yüzden yeni oluşumla ilişkisini 'aktif görüşmelerden izlemeye almış'.
Benim görüşüm şu:
Bugün ilan edilen etiket üzerinde fazla durmamak gerekir.
Önemli olan bu etiketin içinin nasıl doldurulacağıdır.
Hepimiz biliyoruz ki, bugünün sosyal demokrat tarifi, bundan 10-15 yıl öncesinin sosyal demokrat tarifi ile çok farklıdır.
Ben, tanıdığım bu üç politikacının, sosyal demokrasi tarifine çok derin ve çağdaş bir içerik vereceklerine eminim.
Biraz bekleyip partinin programını görmek gerekiyor."[33]
Yine de Ertuğrul Özkök işi şansa bırakmak istememektedir. Bu yüzden "partinin programını bekleyip görmeden" onun nasıl olması gerektiğini de aynı yazısında yazma gereği duymuştur:
"Peki 21'inci yüzyıla yönelik politika yapacak bir partinin kimyası nasıl olmalı?
Bu tarifi Kemal Derviş çok güzel yapmıştı.
'Liberal ekonomi, sosyal sentez.'"[34]
Ama ok yaydan çıkmıştı. "Doğan Medya Grubu"nun üstün gayretleriyle ortaya çıkartılan "yeni oluşum" İsmail Cem'in başkanlığında "makul çoğunluk" partisi olmaktan "çağdaş çoğunluk" partisi olmaya doğru adım atmıştır.
Oysa ona söylenen başkadır:
"Dünle birlikte gitti cancağızım
Ne kadar laf varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım"[8*]
Ondan istenilen açıktır: "Soldan sağa" her kesimi kucaklayacak (ki buna Ertuğrul Özkök "makul çoğunluk" adını veriyor) "yeni bir parti" kurmak ve bu çerçevede DTP başkanı yapılan Ali Bayar'ı da kendi aralarına katarak bir "merkez partisi" oluşturmak.
Fakat İsmail Cem böyle bir gelişmeyi benimsememiş görüntüsü çizmeye başlamıştır. Bu görüntünün "derin kuliste" fazlaca destek bulmadığını ve "düş" kırıklığı yarattığını "dostça" yazma görevi "küçük birader" Radikal'in "gözdesi" "beyaz Türk"lerden Murat Yetkin'e verilmiş görünmektedir:
"Yeni partinin bu çerçevede soldan sağı kucaklayacak şekilde kurulmuş olması beklentisi derin kuliste de varmış. Yeni parti ekibinden Talay'ın 'ikinci Özal hareketi' formülasyonu bu çerçevede heyecan oluşturmuş ve AKP'nin önünün böylelikle kesilebileceği 'umudunu doğurmuş'. Ancak Cem'in partisini sosyal demokrat çizgide açıklaması yeni partinin çoğu kesimin içinde yer alacağı bir oluşum olmayacağını açığa çıkarmış...
Giderek netleşen mesaj bu noktada netleşiyor: Cephe genişletilmeli. Kime karşı: Cumhuriyet'in laik ve demokratik niteliğini tehdit eden akımlara karşı. Çünkü, 'AKP'nin gelinen noktada bu akımların gücünü bünyesinde temsil ettiği' inancı hâkim."[35]
Bundan sonraki birkaç gün boyunca İsmail Cem'in "köşeye sıkıştırılması"na yönelik haber ve yorumlar yoğunlaştırıldı.
"Derviş yakın çevresiyle dertleşti
'Yeni Oluşum'a yeni isimler lazım'
Derviş yakın arkadaşlarıyla[9*] biraraya geldi ve Yeni Oluşum için ne düşündüklerini sordu. Ortak cevap ilginçti: Şu andaki görünüm yeni yüzlerin değil, eski DSP'lilerin oluşumu."[36]
Ve "yeni bomba" gazetelerin birinci sayfa manşetlerinde "patladı": "Derviş, süpriz bir şekilde Deniz Baykal'la buluşarak 2,5 saat görüştü".
"Doğan Medya Grubu" daha önceden bildiği, ancak gerçekleşmesini engelleyemediği (ya da en azından İsmail Cem'i sıkıştırmak için kullanabileceğini düşündüğü) Derviş-Baykal görüşmesinin "rüya timi"ne ilişkin yaratabileceği "güvensizliği" ortadan kaldırmak amacıyla 18 Temmuz günü tüm manşetleriyle harekete geçti.
Milliyet gazetesi Derviş-Baykal görüşmesi haberini vermeksizin şu manşetle yayınlandı:
"Derviş'in planı
Baykal-Derviş görüşmesi ciddi dedikodulara yol açtı. Ancak Derviş'in planı Yeni Oluşum'a güç kazandırmak"[37]
Radikal de, Milliyet gibi, Derviş-Baykal görüşmesinin olduğuna ilişkin hiçbir habere yer vermeksizin "yorumu" manşete çıkardı:
"Kemal Derviş: Gönlüm daha geniş bir uzlaşmadan yana
Yeni Oluşum üçlüsünden Derviş, İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan'ın bilgisi dahilinde ama farklı yönde temaslarda bulunuyor. Derviş, 'sosyal-liberal sentez' modeline uygun 'daha kapsamlı bir uzlaşma' arıyor."[38]
"Büyük birader" Hürriyet gazetesi ise, Baykal-Derviş görüşmesini küçük bir alt başlıkla Muharrem Sarıkaya'nın köşe yazısından vermekle yetindi. Ama "rüya timi"nin nasıl destek bulduğunu gösteren başka bir manşet atmamazlık etmedi:
"Demirel'den süpriz mesaj
Demirel, Yeni Oluşum'un liderleri İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan'ı telefonla arıyarak, 'Türkiye'nin yeni bir soluğa ihtiyacı var' dedi."[39]
"Doğan Medya Grubu"nun "üç büyüğü" kendi aralarında işbölümü yaparak son gelişmeleri yönlendirme çabasına girişmişlerdir. Bu çabaları öylesine telaş içinde yapılmaya başlanmıştır ki, Baykal-Derviş görüşmesinin haberini bile vermeden "yorumuna" geçmişlerdir. Bu "telaş"ın ardındaki "korku" ise, "yeni oluşum"un sonuna gelindiğidir. "Doğan Medya Grubu" bu durumun sorumlusu olarak "sosyal-demokrat" sözcüğünü terk edecekmiş gibi görünmeyen İsmail Cem'i gördüğünden son bir hamle ile İsmail Cem'i "iyice köşeye sıkıştırmaya" karar verirken, kendi "korkusu"nun içine iyice sıkışmıştır.
"Cem'e ilk ders
Örgütsüz olmaz
Yeni Oluşumcular, liderleri İsmail Cem'in seçim bölgesi Kayseri'de az ilgi görmesini yorumladılar: İyi niyetten kaynaklanan bir acemilik."[40]
Ama Radikal'in manşeti Milliyet'in tam tersi oldu:
"Kayseri'de yoğun ilgi gören Cem, 'Hedefimiz partiler koalisyonu değil' dedi
Hedef Türkiye Koalisyonu"[41]
Aynı gün Hürriyet gazetesi "yeni oluşum"a ilişkin hiçbir habere yer vermeksizin ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Wolfowitz'le yapılan görüşmeleri sürmanşetten verirken, manşet haberi şöyle olmuştur:
"Katili 'deli' diye sokağa saldılar
Trabzon'da ablasını öldürüp ahıra gömen T.S., akli dengesi yerinde olmadığı için serbest bırakıldı."[42]
Böylece "rüya timi"yle oluşturulmaya çalışılan "yeni oluşum" hikayesinin sonuna gelindi.
Artık "Doğan Medya Grubu"nun "yeni oluşum"a ilişkin haberleri "kerhen" haberlere dönüşmüştür.
22 Temmuz günü "yeni oluşum" "Yeni Türkiye" partisi olarak kurulurken Hürriyet gazetesi küçük bir başlık altında "yeni oluşum"un "Yeni Türkiye"sinin "yeni amblemi"ni vermekle yetinmiştir.[10*]
23 Temmuz günü, yani "Yeni Türkiye" partisinin kuruluş haberlerinin yer aldığı gün, Milliyet gazetesinin manşeti herşeyin bittiğini ve "Doğan Medya Grubu"nun işin içinden çekildiğini ilan ediyordu:
"Yeni partiye eski amblem
Yeni Türkiye Partisi'nin ambleminin bir Amerikan kurumundan esinlenilerek hazırlandığı ortaya çıktı."[43]
Tarihler 24 Temmuz'u gösterdiğinde "rüya timi" Avrupa Birliği "fırsatını kaçırtan" "rüya takımı"nın içinde yer alarak "Doğan Medya Grubu"nun çöp sepetinde yerini aldı. Böylece "siyaset" Bülent Ecevit'in "hastalığı"yla ortaya çıktığı varsayılan "boşluğu" doldurmak için TÜSİAD'ın ilanıyla başlayan ve "uyuyan güzeller"in uyandırılmasıyla "heyecanlanan" ve "rüya timi" ile "coşan" üç aylık serüvenini tamamlamış görünmektedir. Artık "siyaset" "eskisi gibi" ve "eski" görünümüyle, ilişkileriyle yeniden seçim sath-ı mailine taşınırken üç ay sürdürülen bir manipülasyon (güdüleme, yönlendirme) ve dezenformasyon faaliyeti daha geride kalıyordu.
Ama bazı sorular ve ilişkiler yeterince aydınlanmadan olduğu gibi kalmıştır. Güdülülenler ile güdülüyenler (manipüle edenler ile edilenler), kullanılanlar ile kullananlar henüz tam olarak açığa çıkmış değildir.
Mayıs ayına kadar seçimlerin "normal zamanında", yani 2004 yılında yapılmasını isteyen ve o zamana kadar Ecevit'in başbakanlığındaki hükümetin işbaşında kalmasını savunan TÜSİAD'ın "fikir değiştirmesi"ne yol açan gelişmeler, çok basitçe "Ecevit'in sağlık durumu" olarak açıklanmıştır. Öte yandan, bu "fikir değişikliği" sonrasında Ecevit' in DSP'nin başından ve başbakanlıktan çekilmesini isteyen TÜSİAD'ın "düğmeye" Avrupa Birliği konusuyla basarken, CSIS'in, ABD büyükelçisi Robert Pearson'un Kemal Derviş'i uyararak "seçimlerin Kasım ayında yapılacağını" 24 Mayıs'ta, yani TÜSİAD ilanından beş gün önce resmen ve yazılı olarak açıklaması,[11*] "patronlar kulubü"nün gerçek patronunun kim olduğunun bilinmesine rağmen, neden "Doğan Medya Grubu"yla Avrupa Birliği söylemiyle kampanya başlatıldığı yeterince kamuoyuna yansımamıştır.
Şüphesiz koşullandırılmak istenen "kamuoyu", tüm bu süreçte konunun odak noktasına Avrupa Birliği ve bunun için gerekli denilen "uyum yasalarının çıkartılması" konulmuşken, neden tüm bilgi ve "aktörler"in arka planında Avrupa Birliği değil de ABD'nin olduğunu da merak edecektir.
ABD büyükelçisi R. Pearson'un Kemal Derviş'e "öğle yemeğinde" Bülent Ecevit'in "post-Ecevit dönem"e ilişkin olarak yapmayı düşündüklerine ilişkin söyledikleri, bilgi kaynağının "gizli CIA ajanları" olmayıp, doğrudan DSP içi olduğunu, dolayısıyla İsmail Cem ile Hüsamettin Özkan olduğunu açıkça göstermektedir. Görülen o ki, ABD büyükelçisi İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan'ın olası yükselişine karşı Kemal Derviş'i uyararak harekete geçme talimatı vermiştir. Kemal Derviş'in "yeni oluşum"a katılışının arka planında ABD büyükelçisinin "duyumları" ve "talimatları" olduğu görülmektedir.
Ama alınan "istihbaratlar" tam olarak doğru çıkmamıştır. Bülent Ecevit "kısa bir süre sonra" istifa etmemiş, "aktif siyaset hizmetini noktalayacağını" bildirmemiş, tersine "inatçı ihtiyar" davranışları sergilemiştir. İçten, yani DSP içinden ve dıştan, yani TÜSİAD'tan Amerika'ya kadar yapılan tüm tavsiyelere, ikna çabalarına karşın Bülent Ecevit "direnmiş"tir. Kaçınılmaz olarak "post-Ecevit döneminin ertelenmesi" gündeme gelmiştir. (CSIS'in 24 Mayıs tarihli Bülent Ali Riza imzalı "raporu"nun başlığı ve konusu da budur.)
Böylece sorun, Bülent Ecevit'in "direnişinin" kırılması görünümü kazanmıştır. Doğal olarak bu "direniş"in arkasında Rahşan Ecevit'in olduğu (ve belki Devlet Bahçeli de) "istihbar" edildiğinden, "oklar" bu yöne çevrilmiştir. "Doğan Medya Grubu"nun devreye sokulduğu yer de burasıdır.
Ağustos ayına girildiğinde, TÜSİAD'ın Mayıs ayı sonunda başlattığı "AB" kampanyasının gelişim ve dönüşüm aşamalarının Avrupa Birliği ile ilgili olmadığı, "AB yanlıları"nın bir başka amaç için kullanıldığı daha açık görünür olmuştur: Irak saldırısı ve saldırı sonrası Orta-Doğu'nun yeniden şekillendirilmesi.
Tüm bu süreçte "AB" temelinde kampanyalar yürütülmesine rağmen, hiçbir AB ülkesinin, kurumunun ve kişisinin adının "kulisler"de bile yer almaması tesadüf değildir. Yapılanlar, Amerikan emperyalizminin Orta-Doğu'da "post-Saddam dönemi" planlarının bir parçasıdır ve bu planda verilen görevi yerine getirmeyeceklerin tasfiye operasyonudur. Ama henüz Türkiye'de gerekli ilerleme sağlanamamış görünmektedir. Bu da dezenformasyon faaliyetlerinin yoğunlaşacağı anlamına gelmektedir.
Dipnotlar
[1] Radikal, 3 Haziran 2002
[2] Milliyet, 15 Mayıs 2002
[3] Milliyet, 21 Mayıs 2002
[4] Milliyet, 28 Mayıs 2002
[5] Milliyet, 31 Mayıs 2002
[6] Milliyet, 6 Mayıs 2002
[7] Radikal, 3 Mayıs 2002
[8] Radikal, 14 Mayıs 2002
[9] Radikal, 16 Mayıs 2002
[10] Radikal, 20 Mayıs 2002
[11] Radikal, 23 Mayıs 2002
[12] Radikal, 28 Mayıs 2002
[13] Radikal, 31 Mayıs 2002
[14] Hürriyet, 6 Haziran 2002
[15] Radikal, 7 Haziran 2002
[16] Radikal, 10 Haziran 2002
[17] Hürriyet, 10 Haziran 2002
[18] Gözcü, 10 Haziran 2002
[19] Milliyet, 28 Haziran 2002
[20] Hürriyet, 2 Temmuz 2002
[21] Hürriyet, 2 Temmuz 2002
[22] Milliyet, 3 Temmuz 2002
[23] Radikal, 4 Temmuz 2002
[24] Hürriyet, 5 Temmuz 2002
[25] Hürriyet, 8 Temmuz 2002
[26] Milliyet, 9 Temmuz 2002
[27] Radikal, 9 Temmuz 2002
[28] Posta, 9 Temmuz 2002
[29] Hürriyet, 12 Temmuz 2002
[30] Milliyet, 12 Temmuz 2002
[31] İsmail Cem'in 12 Temmuz günlü basın toplantısı
[32] Ertuğrul Özkök, "70-30 denklemini bozma zamanı", Hürriyet, 13 Temmuz 2002
[33] Ertuğrul Özkök, agy, Hürriyet, 13 Temmuz 2002
[34] Ertuğrul Özkök, agy, Hürriyet, 13 Temmuz 2002
[35] Murat Yetkin, "Yeni oluşuma 'derin' destek", Radikal, 16 Temmuz 2002
[36] Milliyet, 17 Temmuz 2002
[37] Milliyet, 18 Temmuz 2002
[38] Radikal, 18 Temmuz 2002
[39] Hürriyet, 18 Temmuz 2002
[40] Milliyet, 19 Temmuz 2002
[41] Radikal, 19 Temmuz 2002
[42] Hürriyet, 19 Temmuz 2002
[43] Milliyet, 23 Temmuz 2002
[1*] Ayrıntılı bilgi için "Aydın Doğan ve Medya Grubu" yazısına bakınız.
[2*] 5 Haziran günü Genelkurmay başkanlığı TÜSİAD başkanının ziyareti ve 30 Mayıs'ta yapılan MGK toplantısı hakkında yaptığı açıklamada bu durumu "yalanlamış"tır.
"İş dünyasının teşkil ettiği bir sivil toplum örgütü 29 Mayıs 2002'de Genelkurmay İkinci Başkanı'nı ziyaret etmiştir. Ziyaret sırasında konuk kişiler tarafından idam ve dil konusunda yaptıkları çalışmalar açıklanmış, hazırladıkları dokümanlar verilmiştir. Ziyaret bir nezaket ziyareti niteliğinde olup bu hassas konularda tartışılıp görüş birliğine varıldığı şeklindeki ifadeler gerçeği yansıtmamaktadır." (5 Haziran 2002 tarihli Genelkurmay açıklaması)
[3*] CSIS, ilgili her kişinin çok iyi bildiği gibi CIA'nın "sivil" kurumlarından birisidir. "Stratejik araştırmalar" yaptığı için olsa gerek, ülkemizdeki her türlü siyasal gelişmenin arka planında bu kuruluşun adı geçer. Örneğin TÜSİAD'ın Mart 2001 tarihli "teknokratlar hükümeti" planının ilk açıklandığı yer CSIS olmuştur.
[4*] Adı geçen "rapor"da şöyle denilmektedir: "ABD büyükelçisi Robert Pearson'la yaptığı öğle yemeği görüşmesinde, Pearson, Ecevit'in yakında istifa edeceğini ve bunun Kasım 2002'de erken seçimin yolunu açabileceğini söyleyerek Derviş'i uyardı."
[5*] Bu bildiri sadece Cumhuriyet gazetesinde ilan olarak yayınlanmıştır. Dolayısıyla "medya"da fazlaca ilgi görmemiştir. Ancak konuya ilişkin yazı yazanlar bildiriyi imzalayanların bileşimini şöyle tanımlamaktadırlar:
"MHP'li olarak bilinen Prof. Ahmet Bican Ercilasun ile solcu Prof. Anıl Çeçen, İslamcı Prof. Hayrani Altıntaş ile Atatürkçü Prof. Ergun Aybars, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Turan Yazgan, Kemalist Prof. Sina Akşin, Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral, eski TRT Genel Müdürü Prof. Şaban Karataş, DSP eski milletvekili Gökhan Çapoğlu, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Ümit Özdağ vb."
[6*] Bu haberlere Bülent Ecevit'in "tepkisi" çok sıradandır: "Eşime yapılan zalimliktir".
[7*] Son dönemde yeniden "toplum mühendisliği"nden söz edilmektedir. Bununla 28 Şubat 1997 "post-modern darbe" olayının "kahramanları" generallerin yaptıkları işin bir "toplum mühendisliği" olduğunu söylemelerine atıf yapılmaktadır. Tanımlama Çevik Bir'e aittir.
[8*] İsmail Cem 12 Temmuz'da yaptığı ilk basın toplantısında Ertuğrul Özkök'ün çok sevdiği Mevlana'nın bu sözlerini yinelemiştir.
[9*] Bu haberde sözkonusu olan "yakın arkadaşlarla biraraya geldiği" yer Ankara Hilton'dur. Sözkonusu olan "yakın arkadaşlar" "Prof. Dr. Hurşit Güneş, Prof. Dr. Celal Göle, Prof. Dr. Asaf Savaş Akad, işadamı Bülent Eczacıbaşı, Derviş'in danışmanı Oya Ünlü ve babası Devlet Bakanı Fikret Ünlü"dür. Bir başka haberde "yakın arkadaşlar" toplantısına ilişkin şu bilgilere yer verilmiştir: "Bu arada, otele ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Wolfowitz ile ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Marc Grossman'ın da gelmesi dikkat çekti. Gazetecilerin, 'Wolfowitz ile Grossman da yemeğe katıldı mı?' sorusunu Eczacıbaşı, 'Hayır' şeklinde yanıtladı.
[10*] NTV'nin "yeni oluşum"un kuruluşuna ilişkin haberi şöyledir:
"Partinin adı 'Yeni Türkiye', amblemi ise 'Kızının elinden tutarak ileriyi gösteren baba' figürü olarak kesinleşti. Notere tescil ettirilen amblemde kırmızı, beyaz ve mavi renkler yer alacak. Amblemdeki baba figürü bugünü, kız çocuğu ise geleceği sembolize ediyor.
Yeni Türkiye amblemi olarak seçilen figürün belirlenmesinde Atatürk'ün bir kız çocuğunun elinden tuttuğu ve 'İstikbal göklerdedir' fotoğrafı esin kaynağı oldu." (22 Temmuz 2002)
[11*] Kemal Derviş'e ABD büyükelçisi Robert Pearson tarafından seçimlerin Kasım ayında olacağına ilişkin uyarı yaptığı öğle yemeği 14 Mayıs günü gerçekleşmiştir. Öğle yemeği ve konuşulanlar 16 Mayıs günü Akşam gazetesinde "kulis dedikoduları" olarak yer almıştır. 16 Mayıs tarihli Akşam gazetesinde "Politik Adam" köşesinde olay şöyle anlatılmaktadır:
"Büyükelçi, Derviş'e, Ecevit'i sordu. Sağlığını, özellikle. Türkiye'nin siyasi geleceğini sordu. Koalisyonun ne olacağını, özellikle. Ekonominin gidişatını sordu. Erken seçimin ekonomiyi nasıl etkileyeceğini, özellikle.
ABD Büyükelçisi ekonominin erken seçimden nasıl etkileneceğini sordu ısrarla Kemal Derviş'e.. Sonra da;
'Kasımda seçim var Türkiye'de' dedi, Robert Pearson, önceki günkü yemekte. Ve şöyle devam etti:
'Sayın Bülent Ecevit kısa bir süre sonra, bizim duyumlarımıza göre önümüzdeki cumartesi günü çekileceğini açıklayacak. Seçimlerin erkene alınmasını, kasım ayı içinde yapılmasını isteyecek.
Seçime kadar da hem hükümetin hem de partisinin başında kalacağını, sonra aktif siyaset hizmetini noktalayacağını bildirecek. Programlara erteleme.
Açıklamadan önce koalisyon ortaklarıyla görüşecek. Onların görüşlerini alacak. Kararı ortak verecekler. Belki de açıklamayı birlikte yapacaklar.
Küçük bir ihtimal daha var gerçi;
O da Bülent Bey'in ağırlıklı olarak evinde çalışarak hükümetin normal seçim dönemine kadar yürümesini sağlamak. Bu durumda aktif hizmeti Hüsamettin Özkan üstlenecek.
Bülent Bey, koalisyonun dağılması halinde yeni bir hükümet kurulmasının Türkiye'ye zaman kaybettireceğini, ekonomiyi olumsuz etkileyeceğini düşünüyor. Bunu düşününce de olumsuzluk yaratan kişi olmamak için sağlığını hiçe sayıyor. Eğer ortaklarıyla anlaşmaya varabilirse, ki bu zor görünüyor, seçim tarihi uzayabilir. Ama kesin olan Ecevit'in yumuşak geçişle çekileceğini açıklayacağı.'
Robert Pearson, henüz resmen kamuoyunun bilgisine sunulmayan bir konuya daha değiniyor:
'Başbakan ertelediği diğer programlar gibi Pakistan gezisini de erteleyecek. Dışişleri Bakanlığı iptal için uygun, ortalığı telaşa vermeyecek, uluslararası platform için geçerli bir neden arayışı içine girdi. Bilgi bize ulaştı.'"