"İŞTE geldik IMF'nin en kritik olayına. Türkiye'nin bütün harcamalarını kısması için büyük baskı yapan IMF'nin şimdi hedefi 'eğitim harcamaları'.
Eğitim alanındaki kapasite artışlarının yol açacağı yeni harcamalar IMF heyetinin bütçe görüşmelerinde gündeme getireceği önemli konulardan biri olacak.
IMF'nin Türkiye açısından 'büyük tehlikesi' işte burada başlıyor.
IMF'nin Türkiye'yi sömürgeleştirme programının 'en temel' maddesine böylece gelmiş bulunuyoruz.
IMF'nin Türkiye'ye şimdiye dek yaptığı dayatmalar Türkiye'nin geleceği açısından çok büyük sakıncalar içermiyordu.
Ancak bu IMF gemisi tehlikeli sulara girdi.
Türk gencinin eğitim hakkına sınırlama getirmek, Türkiye'nin geleceğine koyulmuş en büyük ipotektir. Bu toplantıda alınacak kararlarla, IMF Türkiye için gerçek bir tehlike haline gelebilir.
Eğer IMF memurları, Türkiye'nin eğitime ayırdığı bütçeleri kısmaya kalkar ve zaten kısıtlı olan eğitim hakkımızı elimizden almaya çalışırsa, o zaman yarından tezi yok IMF 'denize dökülmelidir'."* (Fatih Altaylı, Hürriyet, 3 Ekim 2002)
Doğan medya grubunun yeni "yükselen değeri" ("in"), Ertuğrul Özkök'ün halefi ve "medya"nın MİT ajanı olarak adı açıklanmış tek kişisi Fatih Altaylı böyle yazmaktadır.
Aynı günkü Hürriyet gazetesinde televoleci ekonomistlerin "müzmin muhalif ekonomist" olarak lanse ettiği Ercan Kumcu ise, "İflasın eşiğinde olmasa da, Amerikan ekonomisi de zor durumda. Uzun süredir alıştıkları ekonomik büyüme kayboldu. Balon söndü." diye yazmaktadır.
Yine aynı gün Hürriyet gazetesinde "Nikke Endeksi 19 yıl geriye gitti" başlığı ile verilen haberde Tokyo borsasında Nikkei Endeksi'nin 19 yıldır ilk kez 9.000 puanın da altına düştüğü haberi verilmiştir.
Güngör Uras ise 3 Ekim tarihli Milliyet gazetesinde "Tarımda İşler Kötü" başlığı altında şunları yazmaktadır: "(1) Türkiye'de tarım geriliyor. Tarım ülkesi olan Türkiye kendi ihtiyacı olan tarım ürünlerini üretemeyecek duruma düştü. (2) Tarım kesimi dünya pazarlarında talebi olan, para eden mal üretemiyor. Bu nedenle hem tarımdaki insanlar fakirleşiyor, hem de ekonomiye ve ihracata katkıları giderek küçülüyor." 2 Ekim tarihli gazetelerde ise şu haber yer almıştır: "11 Eylül'ün saldırılarının ardından tüm dünyanın tepkisini çekecek sert önlemler alarak kendi yurttaşları dışında herkese şüpheyle bakan ABD, elinde 10 yıllık vizesiyle New York'a gelen gazeteci-yazar, Doç. Dr. Haluk Gerger'i de terörist muamelesine tabi tuttu.
Dün eşiyle birlikte New York'a giden Gerger, Newark Havaalanında hiç ummadığı bir davranışla karşılaştı. Amerikan polisi, 'Dışişleri Bakanlığı sizin vizenizi iptal etti. Siz giremezsiniz, ama eşiniz ABD'ye girebilir' diyerek Gerger'i engelledi.
Gerger'in parmak izini alıp, fotoğraflarını çeken Amerikan polisi daha sonra aynı uçakla Gerger'i sınır dışı ederek Münih'e geri gönderdi." Görüldüğü gibi, Ekim ayının ilk günlerinde gazetelerde yer alan bir terörist ve dört ekonomist haber, seçim sath-ı mailine girildiği bir dönemde "medya"da kendilerine yer bulabilmiştir.
1999 yılında ABD'den vize alabilen, ancak bugün "terörist" muamelesine tabi tutulan Haluk Gerger gibi bir küçük-burjuva demokrat aydınına karşı yapılmış bu "anti-demokratik" davranış karşısında, ABD'ye vize almak bir yana, yaşamında New-York'a gitmeyi bile hayal etmemiş köylülerin, oralarda alınan ve IMF aracılığıyla uygulattırılan kararlarla yoksullaşması garip bir çelişki oluşturmaktadır.
Aynı şekilde, üniversite öğretim üyesi Haluk Gerger'in on yıllık ABD vizesine sahip olması ile IMF'nin eğitim giderlerini kısmaya yönelik talebi de acı bir ironi oluşturmaktadır.
Diğer yandan Japon borsasının 1983'ler seviyesine inmesi ve Amerikan ekonomisinin yakın zamanda "resesyondan" çıkma olasılığının fazla görülmemesi de başka bir çelişki oluşturmaktadır.
Tokyo borsasının Nikkei Endeksi'nin 1993'ler düzeyine gerilemesiyle ortaya çıkan "sanal sermaye"nin boyutları, kendilerini "borsa kurdu" zanneden ya da Amerikanvari "broker" olarak İMKB'de boygösterenlerin bile hayalini kuramayacakları boyuttadır.
Japonya'nın 1980 dünya ekonomik buhranından en az etkilenen ülke olmasıyla birlikte 7.000'lerden yükselişe geçen Nikkei endeksi 1989 sonuna gelindiğinde 38.915 seviyesine yükselmiştir. 1997 Asya kriziyle birlikte 14.000'ler seviyesine inmişse de 2000 yılının Mart ayında endeks rakamı 20.337'ye ulaşmıştır. Eylül 2002 sonu itibariyle Nikkei endeksinin değeri 1983 yılının Ağustos değeri seviyesindedir (9.185). Tokyo borsasının bugünkü "pazar değeri" 4 trilyon dolardır. Tokyo borsasında meydana gelen düşüşlerin ortaya çıkardığı kayıplar 2 trilyon dolardan daha fazladır. Bunun anlamı ise, "sıradan" Japon vatandaşının yirmi yıllık birikiminin bir çırpıda yok olduğudur.
Böylesine büyük paraların "el değiştirdiği" bir ortamda emperyalist metropollerdeki "sıradan insanlar"ın tüketimlerinin düşmesi kadar doğal başka bir şey yoktur.
Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığından sonraki yıllarda emperyalist ülkelerde görülen ekonomik canlanmanın gerçek niteliği de borsalardaki büyük düşüşlerle ortaya çıkan "değer transferleri"nde yatmaktadır. "Globalleşen" dünyada, genişleyen emperyalist pazarlardan elde edileceği varsayılan büyük kârlara dayanan borsa "yatırımları"yla elde edilen para-sermaye ekonomik büyümenin motoru olmuştur. Özellikle iletişim sektörüne (cep telefonları ve internet) yönelen bu borsa parasıyla sağlanan canlanma, satışların "istenilen boyutta" olmamasıyla sona ermiştir.
Öte yandan aynı borsa parasının oluşturduğu kredilerle geri-bıraktırılmış ülkelere yapılan tüketim malları ihracatının da büyük bir kâr sağlayacağı beklentileri, kredilerin ödenemez boyutlara ulaşmasıyla sonlanmıştır.
Bugün tüm dünya insanları için sorun, mal ve hizmetler sektöründe ortaya çıkan büyük mal ve para stoklarının varlığıdır. Özellikle emperyalist ülkelerde büyük bir istihdam kapasitesine sahip olan hizmetler sektörünün "ürünlerini" satamaz hale gelmesiyle birlikte işten çıkarmaların hızlanması ve büyük boyutlara ulaşması büyük bir kitlenin tüketim gücünü yitirmesi anlamına gelmektedir. İletişim alanındaki yatırımların, hem sermayesini sağlayan, hem de ürünlerinin tüketicisi olan bu kesimin ekonomik yaşamdan çekilmesi, emperyalist ülkeler için yeni bir "işsizlik" sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu işsizlerin en temel özelliği iyi eğitim görmüş büro personeli olmalarıdır. Ülkemizde çok sevilen deyişle, bunlar, "beyaz yakalı" işçilerdir.
İşte Fatih Altaylı'ya IMF'yi denize dökmek gerektiğinden söz ettiren "eğitim" sorununun "global" boyutu burada bulunmaktadır. Emperyalist ülkelerde "iyi eğitim görmüş" milyonlarca büro personeli ve teknisyeninin işsiz kaldığı bir dönemde eğitim harcamalarının artırılmasının yeni işsizler yaratmaktan başka bir anlamı yoktur.
Eğer ülkenizdeki eğitimin kalitesizliğinden, üniversitelerin iyi mezunlar veremediğinden şikayet ediyorsanız, emperyalist metropollerde işsiz dolaşan milyonlarca "iyi yetişmiş" elemanı işe alabilirsiniz. Hem zaten "globalleşen dünya"da ulusal pazar için üretim yapmanın, hizmet üretmenin bir değeri olmayacağına göre, böylesine eğitilmiş ve yabancı dili "ana dili" olan personelden daha iyisini mi bulunacaktır?
Ayrıca iflasın eşiğine gelmiş ve iflas ettirilmesi planlanan bir ülke olarak, bu iflas işlemlerinin yürütülmesi için de yabancı dili "ana dili" olan kişilere ihtiyaç olacaktır. Bir de extrası: bu personel için ABD vizesine de ihtiyaç yoktur.
New-York borsasının "pazar değeri"nin 12 trilyon dolar olduğu gözönüne alındığında, GSMH'sı 150 milyar dolar olan bizim gibi ülkelerin pek bir değeri de bulunmamaktadır. T. Özal'ın "boy"ları için 150 milyar dolarlık ülkeden vazgeçmek kolay olacaktır. IMF'yi denize dökelim derken denize dökülmek işten bile değildir.
Tüm bu haberlerin ve rakamların arasında gözden yitirilen, unutulan ve unutturulan milyonlarca, milyarlarca insandır.
Ülkemiz somutunda ifade edersek, 68 milyonluk nüfusa ve 80 yıllık bir ulusal-devlete sahip olan bu ülkenin ekonomik değeri GSMH'sı ile ölçülemez. Borsa sözcükleriyle ifade edersek, Türkiye'nin "pazar kapasitesi" New-York borsasından çok daha fazladır.
Bunun doğruluğuna inanmayanlar, ellerine kalem-kağıt ve hesap makinası alarak, ülkedeki mal ve hizmet üreten birimlerin ortalama değerlerini ve 35 milyon insanın emek-gücünün fiyatını toplayabilirler. Ve yine de bundan şüpheye düşenler, GSMH'nın Türkiye'den çok daha az olan Irak'a yönelik Amerikan emperyalizminin askeri saldırısının maliyeti konusundaki gazete haberlerini okumaları yerinde olacaktır. Bu kadar büyük bir maliyeti bu kadar küçük bir GSMH sahibi ülke için kabul etmenin mantığını kolayca bulamayacaklardır. (Oysa, böylesine büyük maliyetle Irak'a "yatırım" yapan ülke, dünyanın en gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkesidir ve muhasebe şirketleri her ne kadar şirket kârlarını şişirmekte ustaysalar da, dünyanın en büyük kapitalist muhasebe şirketleridir.)
Diyebiliriz ki, IMF'yi denize dökmek için, öncelikle bunu yapacak olanların kendi öz güçlerine güvenmeleri gerekir. Bu güven olmadığı sürece, Fatih Altaylıların sözleri seçim sath-ı mailinde MHP'ye, AKP'ye göz kırpmaktan öte bir değere sahip değildir.
Haluk Gerger hocaya gelince, ABD'den aldığı on yıllık vizeye rağmen "terörist" muamelesi yapılmasına üzülmesine gerek yoktur. Bizler, onlarca yıldır "terörist" ilan edilmiş, Amerikanın yönetiminde askeri darbelere maruz kalmış ve işkencelere uğratılmış milyonlarca Türkiye vatandaşı olarak bunlara alışığızdır. Eğer kendisi için fazlaca üzülmemiş görünüyorsak, nedeni budur.