26 Ekimden itibaren Paris, Fransa ve Avrupa, hiç alışık olunmayan bir olaylar dizisiyle karşılaştı.
Paris banliyölerinden Clichy-sous-Bois'de polisten kaçan iki "göçmen" gencin gizlenmeye çalıştıkları elektrik trafosunda yaşamlarını yitirmeleriyle birlikte Paris "göçmen" ateşiyle yanmaya başladı.
Günlerce süren, sonuçta Fransız hükümetinin Olağanüstü Hal ilan etmesiyle sonuçlanan Paris ateşi, başta Fransa olmak üzere, tüm Avrupa'nın "göçmen politikaları"nı ve göçmenlerin "entegrasyonu" sorununu tartışmaya açtı.
Kimilerine göre Paris ateşi, "beyaz ırkçı Avrupa"yı yakıyordu. Kimine göre, "ırkçı Avrupa"nın yabancı düşmanlığına karşı bir başkaldırıydı. Bir başkasına göre ise, "globalizme karşı göçmen ayaklanması" Paris'i yakıyordu ve "yakında devrim olacak"tı.[1*] II. Yeniden Paylaşım Savaşı sonrasında sömürgeciliğin (kolonyalizm) sona erişiyle birlikte milyonlarca işbirlikçi, Avrupa'nın emperyalist ülkelerine göç etti. Daha sonra bunlara ucuz işgücü olarak "yabancı işçi"ler dahil edildi. Ancak yabancılara karşı kolonyalist tutum varlığını sürdürdü.
Paris ateşi, bu kolonyalist tutumun ve bunun yansısı olan göçmenlerin ve yabancı işçilerin dışlanmışlığının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Burada Paris olaylarının nedenlerinden çok, değişik kesimler tarafından nasıl değerlendirildiğini ve "medya" tarafından nasıl sunulduğunu ele alacağız.
Olayların başlangıcını oluşturan, 26 Ekim günü iki "göçmen" gencin ölümü Fransız basınında sıradan bir "polis olayı" olarak yer alırken, Fransa dışında "haber" değerine sahip olmamıştır. Ancak olayı protesto etmek için sokağa çıkan "göçmenler"in, arabaları ve binaları yakmaya başlamalarıyla birlikte, Paris ateşi gazetelerin manşetlerinde yer almaya başlamıştır.
İlk günün bilançosu, yakılmış 23 otomobil, bir kreş yatakhanesi ve vitrinlerin tahrip edilmesi oldu.
28 Ekim tarihli Le Monde, bu olayları, "Clichy-sous-Bois, iki gencin kaza sonucu ölümü üzerine şiddet hareketlerine sahne oldu"[2*] diye duyurdu. Fransız Komünist Partisi'nin resmi yayın organı olan l'Humanité, "Ayaklanma Gecesi"[3*] başlıklı haberinde olayların bir "isyan" olduğuna dikkatleri çekiyordu. Diğer Fransız gazeteleri ise, olayları küçük haber başlığı olarak sunmakla yetindiler.
Hürriyet, "İşte AB'nin İki Yüzü"[4*] başlıklı haberinde, Paris'teki bir başka olayı, lise öğrencilerinin eğitim reformu yasasına karşı protestolarında Fransız polisinin şiddet kullanmasını öne çıkartıyordu.
Ancak 29 Ekimden itibaren tüm Fransız basınının ilk sayfaları ve manşetleri Paris ateşiyle doldu.
"Paris banliyösünde şiddet."
Fransız basını, tüm "şiddet" söylemlerine karşın, sözleşmişcesine olayları alabildiğine küçümserken, diğer yandan da kısa sürede sona ereceği beklentisi içindeydi. Bu beklentiyi l'Humanité, "Şiddeti gerileten yürüyüş"[5*] olarak ifade ederken, 400 kişinin katıldığı bu yürüyüşü, "şiddete hayır demek ve kurbanların aileleriyle dayanışmak…" olarak sunuyordu.
30 Ekim günü, göçmen ve yabancı işçi çocuklarını "işe yaramaz pislikler" diye niteleyen ve bu "pislikleri" Paris banliyölerinden temizlemeyi amaçladığını ilan eden içişleri bakanı Sarkozy olaylar karşısında "sıfır hoşgörü" gösterileceğini açıkladı.
Sabah gazetesi Paris'teki olayları şu başlıklarla veriyordu: "Paris banliyölerinde gerginlik tırmanıyor"[6*], "Paris banliyöleri barut fıçısı."[7*] L'Humanité, Sarkozy'nin "pislikler" sözlerini öne çıkartarak, "Sarkozy, kundakçı itfaiye eri"[8*] başlığıyla olayların sorumlusunun içişleri bakanı Sarkozy olduğunu işlemeye başladı. Öte yandan, Sarkozy'nin "durumu yatıştırmak yerine, tonunu sertleştiriyor" olmasını, "olayların bastırılamayıp işlerin büyümesine yol açabileceği" kaygısını dile getirmekten de geri durmuyordu. L'Humanité Sarkozy'nin tutumunu "Yangın stratejisi" olarak tanımlıyordu.
Sartre'nin kurucuları arasında yer aldığı "sol" Libération'un başlığı ise, "Paris banliyölerindeki şiddet olayları hükümette de bir çeteler savaşı yarattı... Bu olaylar Villepin ve Sarkozy arasında yeni bir iktidar mücadelesine yol açıyor"[9*] şeklindeydi.
2 Kasımın bilançosu 177 yanmış otomobil ve tahrip edilmiş bir polis karakoluydu.
3 Kasım'dan itibaren Türkiye'deki gazeteler Paris olaylarına daha geniş yer vermeye başladılar: "Chirac'tan itidal çağrısı."[10*] Anadolu Ajansı, "Etnik iç savaş benzetmesi" başlığıyla, Fransa İçin Hareket Partisi (MPF)'nin lideri Philippe de Villier'nin "kontrol edilemeyen göç politikalarındaki yanlışlıkların, olayların gerçek nedeni olduğu… Sadece şehir gerillalarına karşı değil, otomobillerin ateşe verildiği ve gerçek mermilerin kullanıldığı etnik bir iç savaş haliyle karşı karşıya olunduğu"[11*] haberini geçiyordu.
3 Kasımın bilançosu, 400 yakılmış otomobil.
Paris yangınının 4 Kasım bilançosu, 519 otomobil ve 27 otobüs oldu.
Yakılan otomobil sayısındaki sürekli artışla birlikte Fransa'da ve Türkiye'de "Paris Yanıyor" manşetleri atılmaya başlandı.
5 Kasımın bilançosu, Paris'te 700, tüm Fransa'da 900 yanmış otomobil oldu.
Taha Akyol olayları şöyle yorumluyordu: "Yüzlerce dükkân ve kamu binası ateşe verildi, 250 araç yakıldı. Polis, isyancılar için "şehir gerillası" diyor! Bütün Avrupa'da korkulan olay Paris'te patlak verdi: Entegre olmamış yerleşik göçmenlerin şiddete başvurarak ayaklanması."[12*] 6 Kasım'da yakılan otomobil sayısı 1.500'e yükseldi.
Olayların onikinci gününe gelindiğinde Fransa'da kaygılar artmaya başladı. Temel kaygı, kontrolden çıkmaya başlayan olayların bastırılmasi ve sarsılan kamu otoritesinin onarılması oluyordu. "Devlet sorgulanıyor"[13*] başlıklı Libération bu kaygının en çarpıcı örneğiydi.
Bir başka başlık "Endişe verici salgın",[14*] olayların giderek bir "isyan", "ayaklanma" görünümü almaya başlamasının ve ülke çapında yaygınlaşmasının "düzeni" tehlikeye düşürmeye başlamasından duyulan korkuyu ifade ediyordu. Fransa'nın entegrasyon politikasının iflas ettiği iddiası da aynı haberin içine yerleştirilmişti. Aynı günün akşamı, "Dominique de Villepin banliyölerde sokağa çıkma yasağı konmasını sağlamak istiyor"[15*] haberi korkuyu kısmen yatıştırmıştı. Başbakan, "Devletin tepkisi katı ve adil olacak!" diyerek acil önlemler alacağını TF1 kanalına açıkladı.
L'Humanité'nin başyazarı Pierre Laurent bu koroya, "Acil yurttaş tepkisi" çağrısıyla katıldı[16*]. Artık FKP, o bildik "düzen partisi" söylemini açıkça dile getirmeye başlamıştı: "On günlük ayaklanma boyunca, bu mahallelerin sayısız ihtiyacına cevap verecek ve huzuru sağlayacak tek bir acil tedbir açıklanmadı… Sarkozy barutu ateşleyip sahnede rol kesiyor… Başbakan onu destekliyor… Çalışma bakanı hiç ortalıkta yok. Resmi iletişim her sabah bir gece önce yakılan araç ve bina sayısını basına bildirmekten ibaret. Bu aşağılama-sorumsuzluk karışımı umursamazlığa acilen son verilmeli. Bu, sağın ekmeğine yağ sürmek. Oysa son günlerde bu mahallelerde şiddetin artmasına karşı çıkarak Sarkozy'nin oyununa düşmek istemeyen çok sayıda yurttaş var"16.
Libération'un "Sarkozy'yi söndürmek"[17*] başlığı, FKP'nin düzen için duyduğu kaygının neredeyse aynı ifadelerle tekrarlanmasından ibaretti. Fransız solu artık "önce barış" diyerek ortaya çıkmış ve çözüm önerisi olarak da "diyalog"tan söz etmeye başlamıştı.
Paris banliyölerinde başlayan yangının büyük kitlesini Cezayirli göçmenler oluşturduğundan, Cezayir basını da konuya ilgisiz kalmamıştır: "1400'den fazla araç yakıldı, 395'ten fazla sorgulama"[18*], "Chirac önceliği toplumsal düzenin ve güvenliğin yeniden kurulmasına veriyor"[19*].
7 Kasım gününün en "popüler" haberi ise, "Erdoğan: Olayları türban yasağı fitilledi" haberi olmuştur. Tayyip Erdoğan "Fransa'da türbanın yasaklanmasıyla ilgili olarak okullarda başlatılan süreç, olayları fitilledi. Daha önce Fransa'da hiç böyle bir şey olmamıştı. Kendilerine de anlattık. Bir buçuk yıl önce Fransız iş adamları ve entelektüellerinin de bulunduğu bir grupla bir araya geldim. Kendilerine anlattık."[20*] diyerek engin ve derin bir Paris yangını tahlili yaparak ortaya çıkmıştır.
CHP'nin tepkisi ise, "Bu, Avrupa'daki Türklere 'türban yasağına karşı siz de yürüyün' demektir. Bu bir teşviktir, tahriktir. Başbakan açıklamasını derhal düzeltmelidir" şeklinde düzenden yana olmuştur.
Agence France Presse (AFP) Tayyip Erdoğan'ın "türban" tahlilini dünyaya duyururken, İngiliz basını "Devrim ilkeleri nerede kaldı"[21*] diye sorarak, Fransız müslümanlarının okullarda türban takmasının yasaklanmasını, cumhuriyetin "özgürlük" ilkesine aykırı bulduklarını haber haline getiriyordu.
8 Kasım günü, Fransız Ulusal Meclis'i, bakanlar kurulunun aldığı sokağa çıkma yasağını görüşmek için toplandı. Le Monde, "Dominique de Villepin mecliste olağanüstü hali doğruluyor ve önlemlerini açıklıyor"[22*] haberiyle konuyu okuyucularına duyururken, bütün siyasi partiler Cumhuriyet düzeninin yeniden tesisinden söz ediyorlardı.
Sosyalist Parti "ilke olarak" sokağa çıkma yasağına karşı çıkmaz, diğer yandan "acil reformlar"dan söz ederken, sağ parti UDF, uygulamanın ancak gerekli olan yerlerle sınırlı kalmasını istiyordu. Yeşiller ve FKP sokağa çıkma yasağına karşı olduklarını ilan ettiler.
FKP milletvekili Alain Bocquet, "Şu elli yıl öncesinin olağanüstü yasası söz konusu, sanki savaştaymışız gibi. Bu, ülkedeki toplumsal güvensizliğe cevap olamaz" diye hükümeti uyarmakla yetiniyordu.
1955 tarihli Olağanüstü Hal Kararnamesi'nin uygulamaya sokulmasına ilişkin hükümet kararı 8 Kasım günü mecliste kabul edildi.
Olağanüstü hal ilan edilmesi karşısında troçkist LCR (Ligue Communiste révolutionaire) yayınladığı bildiride, "Savcıların sokağa çıkma yasağı ilan ettiği her yerde gece-gündüz ayırmaksızın sokağa çıkarak direnin… Halkın acil ihtiyaçlarına cevap vermek yerine Villepin, Cezayir Savaşı'ndan kalma koloni yasasını geri getiriyor" diyerek eylem çağrısı yapıyordu.
Aynı günkü Libération'un başlığı ise, "Villepin savaşa gidiyor"[23*] oldu.
Böylece, Fransa içinde ve dışında tüm basın, 1955 yasasını ve Cezayir savaşını sayfalarına taşımaya başladılar.
Olağanüstü Hal Kararnamesi, 3 Nisan 1955 tarihinde Cezayir bağımsızlık savaşçılarına karşı yürütülen insan avı için çıkartılmış bir yasa. 1955 yasası, savcılara uygun gördükleri bölgelerde en çok 12 gün süreyle dolaşım, toplantı, gösteri ve ifade yasağı koyma konusunda geniş yetkiler veriyor. Bu süreyi uzatma yetkisi, üçer aylık sürelerle Ulusal Meclise ait.
Olağanüstü Hal uygulamasıyla birlikte Fransa'daki durum, banliyölerde tepki, iktidarda polis devletine kapı aralayarak olayları kontrol altına alma eğilimi, solun oy kaygısı (sağın baskı ve söylemleriyle seçmen kaybına uğramamak için "radikal" söylemden uzak durma çabası), Fransızların "Cumhuriyet'in ilkeleri, değerleri" söylemiyle ve göstermelik barışçı, diyalogdan yana küçük gösterileri ile tüm düzen partilerine "bastırın şu şiddeti, düzen istiyoruz" mesajı ile yükselen "yüksek tansiyon" durumundan ibaretti. 1968'den beri Fransa belki de ilk kez ne yapacağını bilemez hale düşmüştü. Fransa "sorguluyor". Sorular, her kesimin çıkarları, beklentileri ve yaşam tarzları doğrultusunda ve her türlü sistematikten uzak havada uçuşuyor ve oradan gazete sayfalarına yansıyor. Her türden beklenti, altına sığınacağı "ortak" bir kılıf bulmuş gibi: Cumhuriyet'in ve ilkelerinin korunması!.
9 Kasım: Reuters (Ankara): Tayyip Erdoğan'ın Fransa'daki Türklere, "olayların dışında kalın" talimatını geçiyor.
Reuters (Paris): "1955 yasasının tozları silkelendi".
Taha Akyol "Varoşların isyanı ve türban"[24*] yazısıyla Tayyip Erdoğan'ın mehteran takımına destek veriyor. Çetin Altan, Fransa'nın hastalığına tanı koyuyor: "Köylü kentli çatışması ve taze öfkeler".[25*] Cezayir'in günlük haber gazetesi Horizons birinci sayfadan veriyor: "Cumhuriyet baş aşağı ... Aşağıdaki Fransa'nın neden yandığını bilmeyen yukarıdaki Fransa".[26*] Aynı gün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi"türban" kararını açıkladı. Türkiye'deki gazetelerin manşetleri "AİHM'den üniversitede türban yasağına onay"[27*] şeklinde çıkarken, Tayyip Erdoğan'ın Paris olaylarına ilişkin "türban" yorumu tüm haberler ve köşe yazılarında yerini korumayı sürdürdü. Tek farkla ki, artık Avrupa'daki "göçmen Türkler" ve Türkiye-Avrupa ilişkileri çerçevesinde.
Birisi, "Avrupa'ya nasıl konuşmalı?"diye soruyor, bir yandan da taktik veriyor: "Uygarlıklar arasında köprü olmak adına siyasi meselelere yalnızca din farkı perspektifinden bakmak ve ona göre siyaset ve söylem oluşturmak Türkiye'ye yarar sağlamaz. Avrupa'daki Türklerdin meselelerine vatandaşlık haklarının geliştirilmesi ve yaşadıkları toplumlara uyum sağlama açısından bakmak gerekir."[28*] İlter Türkmen'in ise, "içi rahat"tır. Emekli büyükelçinin Fransa'nın kurumlarına güveni tamdır. "Fransa'da bunalım"ı incelerken Demirel'in güvencesi imdadına yetişiyor: "9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel haklı. Fransa bu işin üstesinden gelir"[29*].
11 Kasıma gelindiğinde Fransa artık sıkıyönetimi konuşmaya başlamıştı.
Michel Tubiana soruyor: "Sıkıyönetim: düşmanlar kim?"[30*], Vanessa Sheneider, "Villepin, savaş stratejisinin kuyumcusu"[31*]. Hasan Cemal ise, hariçten gazel okuyucusu olarak, "Fransa kendini sorgulamak zorunda"[32*] diye yazmaktan kendini alamamıştır. Horizons, Cezayir basınının ortak tutumunu sergilemektedir: "Başkan Chirac, Cezayir-Fransa ortaklığının gücünü vurguladı"[33*].
Kuruluşundan bu yana, bağımsızlık savaşları savunucusu, Afrika halklarının gözü, kulağı olma misyonunu üstlenmiş Cezayir gazetesi El Moudjahid ise olaylara karşı umursamaz bir tutum sergilemektedir. Onun bu umursamazlığının nedeni, sadece Paris banliyölerinde başlayan yangında, Cezayir savaşından sonra kolonizmin işbirlikçisi oldukları için kaçıp Fransa'ya yerleşenlerin de bulunması değildir. İşin içine, yenilenmeye çalışılan Cezayir-Fransa ilişkileri, anlaşma sonucu Cezayir'e gelmesi beklenen Fransız sermayesi ve yatırımları ile kısa dönemde beklenen, bakanlar seviyesinde resmi ziyaretler de girmiştir.
14 Kasıma gelindiğinde Fransa birden durulmaya başladı. "Şiddet eylemleri"nde düşüş olduğu haberleri gazetelerde yer alırken l'Humanité'den Pierre Laurent, "Normale dönüş mü?"[34*] diye sorarken, bir diğer haber başlığı: "Sokağa çıkma yasasından beri ortalık yatıştı"[35*] olmuştur. "Şiddet" olaylarındaki düşüşe rağmen, Ulusal Meclis olağanüstü hali üç ay uzatma kararı almakta tereddüt etmedi.
Ortalığın "yatıştığı"na ilişkin haberler birbiri arkasına geldikçe, sol yeniden konuşmaya başladı: "Olağanüstü rejime hayır!"[36*] "Liberal Avrupa'ya hayır!"ı çağrıştıracak şekilde haykırıyordu. Birbiri ardına sorular soruyordu: "Polis devlet mi?"[37*],"Cumhuriyet nereye gidiyor?"[38*] Paris'te "düzen" yeniden kurulduktan sonra "en sert" eleştiri l'Humanité'den J. E. Ducoin tarafından yapıldı: "Çürüme"[39*].
Bu süreçte Paris olaylarına ilişkin en "yürekli" yaklaşım Ece Temelkuran'dan geldi: "Önce Paris, sonra tüm yeryüzü ayaklanacak"[40*] diyordu yazısında. "Yüzlerini göstermeyen gölgeler Paris'in gettolarında ayaklandı. Alevlerin önünde birer kara gövde olarak ellerini kaldırıyorlar şimdi, zafer işaretleriyle bütün dünya gazetelerinin birinci sayfasına çıkıyorlar. Avrupa başkentleri diken üzerinde. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlarla konuşmak için bir dil arıyorlar...
Avrupa'nın arka sokaklarında yaşayan, kanı emilmiş Güney yarımküreden gelen bu insanlar da pek yakında kendilerine liderler bulacaklar. Çünkü dilsiz, söz söyleyemeyen bir ayaklanma sürdürülemez. Öfkeleri ve farklılıkları sürdüğü sürece bu isyan enerjisi kendisine bir lider arayacak ve nihayet bulacak. Görürsünüz, pek yakında başka Avrupa kentlerinde de benzer olaylar çıkacak. Bu işin rengi çok değişecek!"[40*] Yine de bu "yürekli" sözler, ne denli öncüsüz devrim olamayacağına bir gönderme gibi görünse de, ezilenlerin "kendilerini kurtaracak lider" beklemeleri gerektiği düşüncesiyle gölgeleniyordu.
19 Kasım'a gelindiğinde, Fransa basını artık aklında olanı sayfalarına yansıtmaya başladı. Ortalık sessizleşmiş, düzen yeniden kurulmuştu. "Tabu tarih" diye adlandırılan dönem, Cezayir Savaşı konuşulmaya başlandı.
"Bir yasak hikaye"[41*] ve "Kara gece"[42*] başlıklı haberler Cezayir savaşını gündeme yeniden taşıdı. Fransa "adı konmamış savaşı", sömürgeci ile sömürge arasındaki, sömürgenin bağımsızlığıyla sonuçlanan savaşı, Cezayir Bağımsızlık Savaşını konuşmaya başladı.
Böylece Paris yanmışken, sorun "banliyöleri"nin sosyal durumu, göçmenlerin entegrasyonu gibi sorunlar olmaktan çıkıp, doğrudan kolonyalizmin, kolonyalist zihniyetin sorgulanmasına dönüşmeye başladı. Ve bu sorgulamanın odak noktasına Cezayir Savaşı yerleşti.
Cezayir, 1830'dan itibaren Osmanlı egemenliğinden Fransız kolonisi haline dönüşmüş, 132 yıl Fransa'nın sömürgesi olarak yönetilmiş bir ülkeydi.
1830-1870 arası, ülkenin yerli arap-müslüman halkına, Fransız dilini, kültürünü ve yasalarını baskı yoluyla kabul ettirmeye çalışan bir asimilasyon politikası başlatıldı. Bu asimilasyon politikası pek çok kendiliğinden isyanlara yol açtı. Bunların bir sonucu olarak 1946'da geniş bir reform girişimi başlatıldı.
1948'de Cezayir'e genel vali olarak atanan Sosyalist Parti üyesi Marcel-Edmond Naegelen reformları engelleyen üç temel nedenden söz ediyordu: "Kendi siyasal-ekonomik ayrıcalıklarını koruyarak müslümanların yaşam şartlarını düzelteceklerini düşünen Avrupa kökenliler, uzaktaki bu ülke dışında daha önemli dertleri olduğunu düşünen Fransız yöneticiler ve reformların bağımsızlığı engellemesi olasılığına karşı uzlaşmaya yanaşmayan Cezayir milliyetçileri".[43*] Sosyalist Parti'nin iktidar koşullarında uygulanan reformların sonucu ise, "durumu idare etmek"ten ibaret kaldı. Bir başka deyişle, Cezayirliler için kolonyalizmin, yasal güvencelerle sürdürülmesinden başka bir sonuç vermedi.
Bu dönemde Cezayir nüfusunun dörtte birini, çoğunluğu Fransız olan Avrupalılar oluşturmaktaydı. Halkın taktığı isimle, bu Pieds Noirs (Kara Ayaklılar) ülkenin yönetici tabakasını oluşturuyorlardı.
Kolonyalizm, tüm kolonilerde olduğu gibi, Fransız askeri varlığına dayanarak bu Kara Ayaklılar aracılığıyla sürdürülüyordu. Ekonomik ilişkiler tümüyle bunlara aitti. Yerli halkın küçük bir azınlığı, "Harki"ler Fransız kolonyalistlerinin işbirlikçisi olarak Kara Ayaklıların hizmetindeydiler. Aynı zamanda Fransız lejyonlarında görev alan bu işbirlikçi Cezayirliler, bu yolla Fransız "vatandaşı" olmayı da hak ediyorlardı. 1962'deki bağımsızlıktan sonra Fransa'ya kaçanlar bu işbirlikçi Cezayirlilerdi.
Fransız sömürgeciliğine karşı Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) 1 Kasım 1954 gecesi ülke çapında harekete geçti. Aynı anda pek çok Fransız karakoluna saldırılar düzenlendi. Eylemler Toussaints yortusunda yapıldığı için Fransa tarihine "Toussaint Rouge" (Kızıl Toussaint) olarak geçmiştir.
Eylemlerin ardından FLN, "Cezayir halkı, Ulusal davamızın savaşçıları! Bizi yargılayacak olan sizlere programımızı, hareketimizin anlamını, Kuzey Afrika çerçevesinde ulusal bağımsızlığa dayalı görüşlerimizi açıklıyoruz" sözleriyle başlayan ve "Devrim ilkelerine uygun olarak, hareketimiz yalnız ve yalnız sömürgeciliğe, yani pasif savaş taktikleriyle, asgari özgürlüklerin kullanılmasını engellemeyi daima başaran tek ve inatçı düşmana karşıdır" diye devam eden 1 Kasım Bildirisini yayınladı.[44*] 12 Kasım 1954 günü içişleri bakanı François Mittérand Ulusal Meclis'te Fransa'nın politikasını "Cezayir, Fransa'dır" diyerek açıklıyordu.
Ardından, yüz bin kadar asker Cezayir'e gönderildi. Fransız lejyonerleri ve düzenli ordusuyla FLN arasında pek çok silahlı çatışma, kırlarda ve kentlerde aylarca sürdü.
3 Nisan 1955'te Fransız meclisi Olağanüstü Hal Yasası'nı çıkardı. Sözcüğün tam anlamıyla "karşı ayaklanma taktiği"nin yasal bir zemine oturtulmasıydı bu. Cezayir'deki durumu Jacques Soustelle, "Hiç bir vaadimizi tutmadığımızı cesaretle kabul etmemiz gerekiyor. Bu ikili bir sorun yarattı: kitlenin sosyal, seçkinlerin siyasal hoşnutsuzluğu. Birbirine eklenen bu hoşnutsuzluklar, müthiş bir patlayıcı güç oluşturdu"[45*] diye özetliyordu.
Fransız solu, sosyalistler ve komünistler Cezayir'in bağımsızlığını desteklediklerini değişik biçimlerde ortaya koydu.
Özellikle ordunun sivil halka baskısı, FLN'yi destekleyenlere uygulanan işkenceler savaş boyunca solun eylemlerinin odak noktasını oluşturdu.
13 Mayıs 1958'de De Gaulle'cüler bir darbeyle Cezayir'de bir geçici hükümet kurdular. Bu gelişme karşısında FLN, Cezayir Geçici Devrim Hükümeti'ni ilan etti.
15 Mayıs'ta, Fransa'nın IV. Cumhuriyet'i sona erdi.
Ve Fransa için yeni anayasa hazırlandı. V. Cumhuriyet'in bu anayasası, ilk kez Cezayirlilerin de oy kullanmaları sağlanarak kabul edildi. Anayasa oylamasına, FLN'nin tüm çabalarına karşın Cezayir'de %90 evet oyu çıktı.
Cezayir olaylarıyla siyasi gücünü arttıran De Gaulle, Şubat 1959'da V. Cumhuriyet'in Cumhurbaşkanı oldu.
Seçilir seçilmez Cezayir'e giden De Gaulle, halka yaptığı konuşmada şöyle diyordu: "Sizi anladım! Burada neler yaşandığını biliyorum… her şeyi en baştan… kurumlarımızdan başlayarak yeniden başlatmak istediğinizi… İşte bu yüzden buradayım".[46*] Bu tarihten itibaren Fransa'nın en "kirli" savaşı başladı. Fransız kontra-gerillası Organisation de l'Armée Secrete (OAS-Gizli Ordu Örgütü) FLN'ye karşı silahlı saldırılar başlattı. Giderek OAS eylemleri Cezayir ve Fransa'da FLN'nin legal unsurlarının öldürülmesine yöneldi. Ancak OAS'a rağmen barış görüşmeleri 1960'da başlatıldı. Barış antlaşması 18 Mart 1962'de imzalandı.
19 Mart'ta Cezayir Geçici Devrim Hükümeti başkanı Benkhedda, Cezayir halkına şöyle sesleniyordu:
"Yedi buçuk yıllık acımasız bir savaşta, Cezayir halkı dünyanın en büyük sömürgeci güçlerinden birine kafa tuttu…. Bunu, davasının haklılığına olan inancı… kolonyalizmin zincirlerini kırmadaki kararlılığı ve hepsinden önemlisi tek vücut olarak direnmesiyle başardı…..Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Ulusal Kurtuluş Ordusu, halkın emrinde etkin birer savaş aracı oldular… Mağrib'li Arap kardeşlerimize, sosyalist ülkelere, üçüncü dünya halklarına, bize destek olan Fransa ve Avrupa'nın tüm demokratlarına, destekleri ve dayanışmaları için teşekkürlerimizi ifade etmeliyiz. Bu savaş emperyalizmin aşağıladığı halklara bir örnek olmuş ve emperyalizmin yenilmezliği efsanesini yıkmıştır…"[47*] Ve Cezayir 5 Temmuz 1962'de bağımsızlığını ilan etti.
Cezayır Savaşı, ardında 500.000 ölü bırakarak sona erdi.
Cezayir Savaşı'nın sona ermesinin en önemli sonuçlarından birisi de, Fransız kolonicilerinin ve Fransız sömürgeciliğiyle işbirliği yapan yüzbinlerce işbirlikçinin "anavatan"a göç etmesi oldu.
Bugün Paris banliyölerinde ateşi yakanların büyük çoğunluğu, bu işbirlikçi göçmen kitlesinin üçüncü kuşak gençleridir.
Bugün Paris'in yanışının üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Olağanüstü Hal uygulaması ile uygulanan sokağa çıkma yasağı, binlerce tutuklama sonucunda eylemler azaldı ve sona erdi.
Geriye, "sert uygulama"nın mimarı olarak görünen Sarkozy'nin "beyaz Fransızlar"ın büyük bir desteğini kazanması ve FKP'nin "ayrımcılık" temeline oturtulmuş şu "romantik" değerlendirmesidir:
"Bir gün tarih kitaplarımızdan… Cumhuriyetçi Fransa'nın, 21. Yüzyılın ilk yıllarında, nihayet gözünü evlatlarına, en çok ta göçün mirasçılarına çektirdiklerine çevirdiğini okuyabilecek miyiz?"[48*] Kuşkusuz bir gün "yeryüzü ayaklanacak"tır, "varoşlar"dan çıkıp geleceklerdir, ama "isyana lider" aramadan, ne yaptıklarını, ne için yaptıklarını, nasıl yapacaklarını bilerek, kendi devrimci öncüleriyle geleceklerdir. O gün geldiğinde gazeteler ve tarih, bu bilerek "yapmak"ı yazacaklar "yorumsuz" olarak, oraya buraya çekiştirmeden, devrimin dilinden.
Paris yanarkenin geriye bıraktığı tek gerçek budur.
[1*] Her zaman olduğu gibi, her olaydan kendilerine pay çıkartmayı çok seven sol çevrelerde bu tür değerlendirmeler sıkça yapılmıştır. İşte bunlardan biri:
"Göçmen ayaklanması, devrimci olanakların, emperyalist merkezlerde de biriktiğini ortaya koyan bir işaret fişeği oldu. Dünya devriminin ateşleri sadece yeni sömürgelerde değil, emperyalist merkezlerde de parlamaya başlıyor... Devrimci gelişmeler Fransa proletaryasının sınıf belleğini de canlandıracaktır. 1789'un, 1848'in, 1871'in, 1935'in, 1944'ün, 1968'in biriktirdiği devrimci miras, yeni koşullarda yeni bir biçim altında, akacak bir kanal bulacaktır." (Atılım, Sayı: 80, 11 Kasım 2005.) [2*]Le Monde, 28 Ekim 2005. [3*]L'Humanité, 28 Ekim 2005. [4*]Hürriyet, 28 Ekim 2005. [5*]L'Humanité, 29 Ekim 2005. [6*]Sabah, 1 Kasım 2005. [7*]Sabah, 2 Kasım 2005. [8*]L'Humanité, 2 Kasım 2005. [9*] Libération, 2 Kasım 2005. [10*]Hürriyet, 3 Kasım. [11*]Anadolu Ajansı, 3 Kasım 2005. [12*] Taha Akyol, Milliyet, 5 Kasım 2005. [13*]Libération, 7 Kasım 2005. [14*]Le Figaro, 7 Kasım 2005. [15*]Le Monde, 7 Kasım 2005. [16*]L'Humanité, 7 Kasım 2005. [17*]Libération, 7 Kasım 2005. [18*]El Moudjahid, 7 Kasım 2005. [19*]La Tribune, 7 Kasım 2005. [20*]Hürriyet, 7 Kasım 2005. [21*]The İndependent, 7 Kasım 2005. [22*]Le Monde, 8 Kasım 2005. [23*]Libération, 8 Kasım 2005. [24*]Milliyet, 10 Kasım 2005. [25*]Milliyet, 10 Kasım 2005. [26*]Horizons, 10 Kasım 2005. [27*]Sabah, 10 Kasım 2005. [28*]Sabah, 10 Kasım 2005. [29*]Hürriyet, 12 Kasım 2005. [30*]Le Monde, 11 Kasım 2005. [31*]Libération, 11 Kasım 2005. [32*]Milliyet, 11 Kasım 2005. [33*]Horizons, 13 Kasım 2005. [34*]L'Humanité, 14 Kasım [35*]Le Figaro, 15 Kasım 2005. [36*]L'Humanité, 15 Kasım 2005. [37*]Libération, 16 Kasım 2005. [38*]Libération, 16 Kasım 2005. [39*]L'Humanité, 19 Kasım 2005. [40*] Ece Temelkuran, Milliyet, 9 Kasım 2005. [41*]Le Figaro, 19 Kasım 2005. [42*]Le Figaro, 19 Kasım 2005. [43*] Naegelen, Cezayir'de Görev, Flammarion, 1962. [44*] M. Harbi, Cezayir İhtilali Arşivleri, Genç Afrika say., 1981. [45*] Edgar Faure Hükumetinde okunan 1 Haziran 1955 Raporu. [46*] Söylevler ve Mesajlar, (Mayıs 1958-Temmuz 1962) s.15. [47*]Le Moudjahid, 19 Mart 1962, Özel sayı. [48*]L'Humanité, 26 Kasım 2005.