KURTULUŞ CEPHESİ
MRTA Eyleminin Öğretemedikleri
KURTULUŞ CEPHESİ - Eylül-Ekim 1997 / 39. Sayı
Kurtuluş Cephesi’nin Mayıs-Haziran 1997 tarihli 37. sayısında yayınladığımız “MRTA Eyleminin Öğrettikleri” başlıklı yazımızda Peru’ daki Japon Büyükelçiliğini işgal ederek 146 gün elinde tutan Tupac Amaru Devrimci Hareketi’nin (MRTA) eylemini değerlendirmiştik. Bu değerlendirmemizde, MRTA’nın gerçekleştirdiği eylemin dünya çapındaki etkilerini ele alarak, şöyle yazmıştık:
“Dört ay boyunca dünya kamuoyunun gündeminden düşmeyen MRTA gerillalarının eylemi, herşeyden önce, dünya çapında silahlı devrimci mücadelelerin ‘yok edildiği’, ‘geçerliliğini yitirdiği’ yönündeki propagandaların ne denli gerçek dışı olduğunu açık biçimde kanıtlamıştır. Özellikle 1980 sonrasında dünya çapında emperyalist propagandanın temel konusu haline getirilmiş olan ‘demokratik açılım’a bağlanan ve buna paralel olarak silahlı devrimci mücadelelere karşı ideolojik ve politik saldırılarda bulunan pekçok eski solcu MRTA eylemi ile tam bir şaşkınlık içine düşmüşlerdir. MRTA’nın kendi sözcükleriyle söylersek, ‘neo-liberalizm’ ve ‘globalizm’ söyleminin sürdürücüleri olan eski sol unsurlar, günümüzde silahlı mücadelenin geçersizliğini ileri sürerken, en büyük dayanakları dünya çapında ses getiren bir devrimci silahlı eylemin olmaması oluyordu. İşte MRTA’nın Peru’da gerçekleştirdiği Japon Büyükelçiliği işgali ve dört ay boyunca eylemi sürdürmesi, bu unsurlarda tam bir bozgun havası oluşturmuştur. Bu boyutu ile MRTA’nın eylemi yeni bir sürecin başlangıcı niteliği kazanmıştır.” [1]
Aynı yazımızda, MRTA eylemi karşısında ülkemiz solunda değişik kesimlerin bazı tutumları ele alınmıştır. Bunlar içinde özellikle MRTA’nın eylem süresince serbest bırakılmasını istedikleri cezaevindeki devrimcilerin arasına Peru’daki Aydınlık Yol hareketinin lideri A. Guzman’ı dahil etmemiş olmaları karşısında, MRTA’ya “devrimci dayanışma”ya uygun davranmadıkları şeklinde yöneltilen “eleştiri” ağırlıklı bir yere sahip olmuştur. Özgür Gelecek, Devrimci Çözüm vb. dergi sayfalarında geniş olarak işlenen bu konuyu yazımızda şöyle özetlemiştik:
“MRTA’nın Japon Büyükelçiliği’ne yönelik eyleminin öğrettiği diğer bir gerçek de, gerçekleştirilen silahlı eylemlerin herkesi ‘memnun’ edemeyeceğidir.
Bilindiği gibi, MRTA, Japon Büyükelçiliğindeki tutsaklar karşılığında cezaevlerindeki MRTA gerillalarının serbest bırakılmasını istemiştir. Bu istekleri, kimi örgütlere göre, ‘devrimci dayanışma’yla ‘bağdaşmamak’tadır. Onlara göre, MRTA, sadece kendi örgüt üyelerinin serbest bırakılmasını talep etmekle yetinmeyip, Peru’daki Aydınlık Yol’a bağlı tutsakların ve özellikle de Aydınlık Yol’un ‘başkanı’ı A. Guzman’ın da serbest bırakılmasını talep etmeliydiler! Bunu yapmamakla MRTA, ‘devrimci dayanışma’ya ters düşmüştür! Onlar için, MRTA, ‘sadece kendi insanları için değil, tüm devrimci-demokratlar için özgürlük istemeliydi; devrimci dayanışma bunu gerektirir’miş! MRTA, ‘Başkan Gonzalo’yu’, yani A. Guzman’ı ‘pazarlığa dahil etmemeleri ve bu imkanı sadece beş yüz yoldaşı için kullanma yanlışlığı’ yapmıştır!” [1]
Bu tür “eleştiri”ler karşısında Aydınlık Yol’ un durumu ele alınarak, Aydınlık Yol’un MRTA’ya yönelik silahlı saldırıları ortaya konularak şöyle yazdık:
“Görüleceği gibi, Aydınlık Yol, MRTA’ ya karşı ‘savaş’ ilan etmiş durumdadır. Aydınlık Yol’un MRTA’ya karşı tutumu, salt ideolojik-politik çizgi farklılığı düzeyinde kalmamış, doğrudan MRTA kadrolarının ve sempatizanlarının katledilmesine kadar gitmiştir. Böyle bir örgütün ‘devrimci dayanışma’dan hiçbir şey anlamadığı ve anlayamayacağı açıktır. Salt cezaevinde bulunuluyor olması hiçbir şeyi değiştirmez. Devrimci dayanışma sözü bir niteliği ifade eder ve ancak bu niteliğe uygun olanlar için geçerlidir.”
[
1]
Bu belirlemelere paralel olarak ülkemizdeki sol örgütlerin MRTA’yı ve MRTA’nın Japon Büyükelçiliği eylemini nasıl değerlendirdiklerini ele aldık. Özellikle Partizan Sesi’nin MRTA eylemine yönelik değerlendirmesinden aktarmalar yaparak, kendilerinin MRTA’ya bakış açıları ile Peru’daki Aydınlık Yol’un bakış açısı arasında fark olmadığını ortaya koyduk. Ve Partizan Sesi’nin MRTA eylemine ilişkin olarak yaptıkları değerlendirmeden şu sözlerine yazımızda yer verdik:
“Hazırlık ve planlama safhası filme çekilen ve televizyonlarda yayınlanan bu eylem, profesyonelce hazırlanan ve hatasız gerçekleştirilen başarısız bir eylemdi.” (abç)
[
2]
“Devrimci Tupac Amaru gerillalarının eylemi ile şanlı direnişinin Dünya’nın ezilen ulusları ve halklarının mücadele tarihine altın harflerle geçerek, ezenlere korku, ezilenlere cesaret ve umut verdiği görülecektir.
MRTA’nın Orta-Amerika’daki diğer küçük-burjuva örgütleri gibi sisteme dahil olmaya çalışan uzlaşmacı bir hareket olması bu gerçeği değiştirmeye yetmez... Ancak, sınıf tabiatları gereği MRTA gibi küçük-burjuva örgütler yol ayrımına doğru ilerlemekten sakınamazlar. Bunun tersi, eşyanın tabiatına aykırıdır.” [
1]
Ve şöyle söyledik:
“Partizan Sesi, MRTA’ya karşı duyduğu tüm düşmanlığa rağmen, MRTA’ nın ‘başkan’ Gonzalo’nun serbest bırakılmasını talep etmesini istemektedir. Ama neden? Kendisine karşı olduğunuz, düşman olduğunuz, kendi eylemlerinin sonuçlarını ‘ortadan kaldırmaya’ ya da sonuçlarına ‘karşı’ olan bir örgütten neden bunu bekliyorsunuz? Neden aynı türden bir eylemi, siz ya da Aydınlık Yol gerçekleştirip, MRTA’nın başaramadığını başararak, onların yapmadığını yaparak, onlara bir ‘devrimci dayanışma’ dersi vermeyi düşünmüyorsunuz? Bunun için gerekli gerillaya sahip olduğunuz da kendi sözlerinizle bellidir.”
[
3]
İşte bu sözlerimiz Partizan Sesi’ndeki dostlarımızı rahatsız etmiş. Bunun üzerine Partizan Sesi’ndeki dostlarımız “
Bir düzeltme ve eleştiride yöntem sorunu üzerine” başlıklı bir yazı kaleme almışlar ve Partizan Sesi’nin kapatılması üzerine Halkın Günlüğü dergisi bu yazıyı 16-31 Ağustos 1997 tarihli 2. sayısında dayanışma gereği yayınlamıştır.
Şöyle yazıyorlar Partizan Sesi’ndeki dostlarımız:
“Kurtuluş Cephesi adlı derginin 37. sayısında Partizan Sesi’nin 59. sayısındaki ‘Peru’da Kaybeden Halk Olmadı, Kazandığını Zanneden Katliamcı Fujimori Oldu’ başlıklı yazımıza ilişkin bir eleştiri yazısı çıktı. Yazı dostlara karşı eleştirel bir mantıkla yaklaştığı için olumludur. Fakat eleştiride yöntem sorunu noktasında önemli derecede zaaflar içermektedir. Üzüm yeme niyetinden öte, bağcıyı dövme niyetiyle hareket edilmiştir. Bütünlüklü bir yazının içerisinden bir cümle alınarak ‘vur abalıya’ misali sözümona değerlendirmeler yapılmaktadır.” (abç)
[
4]
Partizan Sesi’ndeki dostlarımızın “bir cümle” olarak ifade ettikleri, yukarda aktardığımız değerlendirmelerinde yer alan MRTA’nın Japon Büyükelçiliği eylemini “
başarısız bir eylemdir” diyerek nitelemeleridir.
Partizan Sesi’ndeki dostlarımız “bir düzeltme” olarak öncelikle şunları yazmaktadırlar:
“Kurtuluş Cephesi tarafından eleştirisi yapılan yazımızı tekrar kontrol ettiğimizde bir dizgi hatası yapıldığını gördük. ‘Başarılı’ olarak geçmesi gereken kelime ‘başarısız’ olarak geçmiştir. Bu hatamızı düzeltir ve okurlarımızdan özür dileriz. Ayrıca bu hatamızı görmemizi sağlayan Kurtuluş Cephesi yazarına da teşekkürlerimizi iletiriz.” (abç) [5]
Partizan Sesi’ndeki dostların bu “düzeltme”leriyle, artık, MRTA eylemini,
“hazırlık ve planlama safhası filme çekilen ve televizyonlarda yayınlanan bu eylem, profesyonelce hazırlanan ve hatasız gerçekleştirilen başarılı bir eylem” olarak değerlendirdiklerini öğrenmiş olduk. Ancak yine de
“Sandinist hareketin etkisiyle 1981’de kurulan MRTA’nın siyasi ve ideolojik hattı ve eylemin sonuna doğru yaptığı taktik hatalar”[
6] bu “başarılı eylem” değerlendirmesinin kapsamı içinde değildir.
Partizan Sesi’ndeki dostlarımız bilmek zorundadırlar ki, bir örgütün
“siyasi ve ideolojik hattı” o örgütün
eyleminin muhtevasıdır. Dolayısıyla bir örgütün eylemi değerlendirilirken, salt biçime (görünüşe) değil, öze, muhtevasına bakılır. Siyasi ve ideolojik “hattı” doğru olmayan ya da yanlış olan bir örgütün gerçekleştirdiği herhangi bir eylemin “doğru” olabilmesi ve bu anlamda “başarılı” ilan edilebilmesi olanaksızdır. Kendilerinin de bilebileceklerini düşündüğümüz bir konudan örnek vererek açıklayalım:
Bilindiği gibi, Peru’da “Başkan Gonzalo” nun yönetimindeki Aydınlık Yol, MRTA gerillalarına karşı kentlerde ve kırlarda silahlı saldırılarda bulunmuşlardır. Bizzat MRTA tarafından açıklandığı gibi, MRTA “bazı yoldaşlarını kaybetmiş”tir. Ve Carlos Farqude adlı MRTA gerilla komutanı Aydınlık Yol tarafından öldürülmüştür.
Bu bir eylemdir. Aydınlık Yol’un gerçekleştiridiği silahlı bir eylemdir. Şimdi bizler, bu
eylemin yapılış tarzına bakarak bir değerlendirme yapacak olsaydık, “eylem” sonucunda “eylem hedefi”ne ulaşıldığına bakarak bu “eylemi” “başarılı” ilan etmemiz gerekmez mi? Aynı şekilde, bu “eylem”le
ulaşılmak istenen “amaç” açısından alarak, yani “revizyonist, düzenle uzlaşan, karşı-devrimci” olarak nitelenen bir “örgüt”ün etkisizleştirilmesi amacı açısından alarak bir değerlendirme yapmamız gerekseydi “başarılı” olarak tanımlamamız gerekmeyecek miydi? Oysa bu türden “eylemler” hiçbir biçimde devrimci eylem olarak kabul edilemeyeceği gibi,
teknik düzeyde değerlendirilmesi bile yapılamaz. İşte Partizan Sesi’ndeki dostlarımız MRTA’nın Japon Büyükelçiliği eylemi karşısındaki konumları böyle olmak durumundadır ve böyle olduğundan da şüphemiz yoktur. Siyasi ve ideolojik hattı bir yana bırakarak, dolayısıyla MRTA’nın böyle bir eylemle ulaşmak istedikleri
amaç ya da eylemi yapış
nedenleri bir yana bırakılarak, salt eylemin yapılış biçimine, tekniğine (ki askeri teknik açısından tartışılmaz bir niteliğe sahiptir) bakarak eylemi “başarılı” ilan etmek olanaklı değildir. Aksi halde, askeri teknik açısından “başarılı” denilebilecek her askeri eylem, politik olarak “başarılı” ilan edilmek zorunda kalınır ki, bu durumda karşı-devrimci kimi eylemlerin de olumlanması kaçınılmaz olur.
Bütün bunları Partizan Sesi’ndeki dostlara anımsatmakta yarar gördüğümüzü ve bu açıdan MRTA eylemini değerlendirmeleri gerektiğini söylemeliyiz.
Gelelim
“Trabzon’a”! [
7]
Partizan Sesi, Kurtuluş Cephesi’ndeki eleştiri karşısında yaptıkları “bir düzeltme” yanında kendilerinin
“devrimcilerin birlikteliklerine ve dayanışmalarına verdiğimiz önem kadar, eleştirideki yöntem sorununada önem vermekteyiz” [
8] diyerek yazılarının sonunda şunları söylemektedirler:
“Cımbızlama ve onun üzerine istediğin ‘özgürlükte’ değerlendirme yapma yöntemi, devrimci bir tarz değildir. Dostluğu zedeleyen bu tutum aynı zamanda okura da yapılmış saygısızlıktır. Çünkü onu cahil yerine koymaktır. Partizan Sesi Gazetesi olarak, dizgiden kaynaklı bu hatamızı düzeltirken Kurtuluş Cephesi yazarının da kendilerine karşı özeleştirel yaklaşmalarını bekliyoruz.”
[
9]
Evet, şimdi Partizan Sesi’ndeki dostların “Trabzon”una gelmiş bulunuyoruz.
Yukarda bir kez daha ele aldığımız gibi, bizim üzerinde durduğumuz MRTA eylemi olmuştur. Partizan Sesi’nin MRTA karşısındaki “siyasi ve ideolojik hattı” ve buna bağlı olarak “devrimci dayanışmanın neresinde olunduğu” yazımız ele alınan birkaç konudan ikisidir. Özellikle dünün “Mao Zedung düşüncesi”ni benimseyenler ve bugünün “Maoist”lerinin, gerek Latin-Amerika’daki gerilla mücadeleleri karşısında, gerekse ülkemizde THKP-C karşısındaki “siyasi ve ideolojik hat”ları bu iki konu çerçevesinde ele alınmıştır. Yaptıkları “bir düzeltme”yle birlikte ifade ettikleri şu sözler açık ve nettir:
“Bizler, Marks’ın ve Engels’in öğrettiklerini uyguluyoruz. MRTA’nın bu başarılı eyleminden dolayı Guevaracı küçük-burjuva çizgiyle uzlaşıp onun yanlış noktalarını gözden ırak tutmamızı bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Ve bu beklenti içerisinde bırakalım Maoizmi, Marksizmi dahi kavramadığınızı gösteriyorsunuz. Biz komünistler, hareketimizin geleceğini de gözetmek zorundayız.” (abç)
[
10]
Benzer sözler, birkaç parargaf yukarda yinelenmektedir:
“MRTA’nın başarılı eylemini takdir etmemiz ve onun devrimci yönünü desteklememiz, onun yanlış olan ideolojik hattını görmememiz ve onunla uzlaşmamız anlamına gelmez... Her kimki bu iki şeyin; desteğin ve eleştirinin ya da birliğin ve mücadelenin bir arada olacağını anlayamıyor, o, tamda eleştirilmesi gereken bir küçük-burjuvadır. Her kim ki komünistlerden bu küçük-burjuva tutumu bekliyor, o, bırakalım Maoizmi, Marksizmi dahi anlamamış ve Marksizmin temel klasiklerini dahi okumamış bir küçük-burjuvadır.”
[
11]
Partizan Sesi’ndeki dostlar bunları söylerken, diğer yandan
“Marksizmi dahi” anladıklarını ve
“Marksizmin temel klasiklerini dahi” okumuş olduklarını göstermek için olsa gerek, Komünist Manifesto’dan “Komünistlerin Mevcut Çeşitli Muhalefet Partileri Karşısındaki Konumları” başlıklı bölümden alıntı yapmaktadırlar.
Herşeyden önce Partizan Sesi’ndeki dostlar, dostluklara çok önem verdiklerini söyledikleri için şu dostça uyarıda bulunmamıza fazlaca tepki göstermeyeceklerdir umarız: “Dostlara karşı eleştirel bir mantıkla yaklaştığı için olumlu” olarak değerlendirdiğiniz yazımıza karşı bu kadar öfkelenmeniz gereksizdir. “Siyasi ve ideolojik hat” üzerine yapılan her türden tartışmada (sizin sözlerinizle “polemik” lerde) kızgınlık ve öfke yakışık almaz. Aksi halde, övgü ile sövgü, siz ne kadar tersini söyleseniz de, düşüncelerinizde ve yazılarınızda yer alacaktır. Dostluk ve mücadele, hiçbir biçimde övgü (dostluk) ve sövgü (mücadele) değildir. Eğer sizlere, arasıra küçük dokundurmalar (espri de diyebilirsiniz) yapıyorsak, bunu kesinkes sizleri “sinirlendirmek” için yapmıyoruz. Yazılarınızda yer verdiğiniz kimi ifadeler, sizlere küçük latifeler yapmamızı sağlıyorsa, bundan sakın alınmayınız. Bizler, siz dostlarımızın deyişiyle, “Guevaracı küçük-burjuvalar” olduğumuz için,
“Maoizmi, Marksizmi dahi anlamamış” ve
“Marksizmin temel klasiklerini dahi okumamış” olabiliriz. Ama sizlerin, bunları bilen, anlayan ve okuyan insanlar olarak, dostlar olarak, bizlere bunları öğretmeniz gerekir. Mao’nun sözleriyle söylersek, bu küçük-burjuvaları eğitmek için sabırlı olmalısınız, onları küçümseyip hor görmemelisiniz. Yine Mao’nun deyişiyle,
“şehir küçük-burjuvazisi güvenilir bir müttefiktir”. Elbette sizlerin “kendi geleceğinizi gözetmek zorunda” olmanızı anlıyoruz. Olur da bu
“Guevaracı küçük-burjuvalar” kitleleri etkilerse, “geleceğiniz” tehlikeye düşebilir. Bu nedenle, çok açık biçimde olmasa da, bunların etkilerini engellemeniz gerekir. Bunu yaparken dikkatli olmanızı da anlıyoruz. Ne de olsa, MRTA eylemi dünya çapında büyük bir yankı yarattı ve ülkemizde de pekçok kişinin sempatisini kazandı. Bunu dikkate alarak, “övgü”nüzün dozunu ayarlamanız da anlaşılabilir. Ama yine de çok ısrar ediyorsanız
“fıkradaki Trabzon’a gelme meselesinde olduğu gibi esas meseleye gele”biliriz!
Partizan Sesi’ndeki dostlar, öncelikle “dostluk-mücadele” ya da bizim deyişimizle “hem dostluk, hem mücadele” konusunda sınıf ile sınıfın siyasal öncüleri ya da örgütlerini birbirine karıştırmamalıdırlar. Küçük-burjuvaziye karşı proletarya partisinin tutumu sınıfsaldır, dolayısıyla devrimin içinde bulunduğu aşamaya göre bu sınıfa karşı belli politikalar izler. Ülkemizdeki devrimci aşama demokratik halk devrimi olduğundan, küçük-burjuvazi (şehir ve kır küçük-burjuvazisi olarak) köylülükle birlikte proletaryanın sınıf müttefikidir. Bu nedenden dolayı, bu sınıfın devrim mücadelesine katılmasını sağlamak, proletarya partisinin en önde gelen görevlerinden birisidir. Kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi görevi, kaçınılmaz olarak bu sınıfın da bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesini gerektirir. Bizim için bu faaliyet, aynı zamanda Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi’nin örgütlenmesidir. Bu açıdan küçük-burjuvazinin devrim saflarına çekilmesi, demokratik halk devrimi çerçevesinde stratejik bir görevdir.
Ama söz konusu olan küçük-burjuva siyasal örgütlenmeler olduğunda, sorun taktiksel özelliklere sahip olur ve bu siyasal örgütlenmelerin nitelikleriyle birlikte ele alınır. Bu konuda Mao’dan birkaç örnek verilebilir. (Burada yeri gelmişken küçük bir latife yapmamıza izin veriniz. Halkın Günlüğü’nde yazınız yayınlandıktan sonra hızla “Marksizmin temel klasiklerini dahi” okumaya başladık! Ancak bildiğiniz gibi aradan çok kısa bir zaman geçti. O nedenle bazı şeyleri tam olarak görememiş olabiliriz. Bu nedenle Mao’dan vereceğimiz örneklerde eksiklikler olursa, bunları “dahi” eleştirebilirsiniz!)
Mao, küçük-burjuvazi ile milli burjuvazinin siyasal örgütü olarak tanımladığı Guomintag karşısında değişik dönemlerde değişik politikalar izlemiştir. Mao’nun Sun Yatsen dönemindeki Guomintag’a karşı tutumu ile Çan Kay-şek dönemindeki Guomintag’a karşı tutumu bir ve aynı değildir. Keza Çan Kay-şek yönetimindeki Guomintag’a karşı Japon emperyalizminin işgalinden önce ve sonraki politik tutumu ile Japon emperyalizminin işgali sırasındaki politik tutumu da bir ve aynı olmamıştır.
Japon emperyalizminin Çin’i işgal ettiği dönemde Mao başkanlığındaki ÇKP Çan Kay-şek’in Guomintag’ı ile ittifak da kurmuştur. Mao, binlerce komünisti katleden Çan Kay-şek ve Guomintag’a karşı Japon emperyalizminin işgali sırasındaki tutumunu şöyle ifade etmektedir:
“Burada tayin edici nokta, Guomintag ve Komünist Partisi arasındaki yakın işbirliğidir. Hükümet, askeri birlikler, bütün siyasi partiler ve bütün halk, iki parti arasındaki böyle bir işbirliği temeli üzerinde birleşsinler.”
[
12]
İşte bu noktada Mao, “iki siyaset”ten söz etmektedir.
“Guomintag’ın tüm yurtsever üyeleri ve Komünist Partisi’nin tüm üyeleri, birleşin ve birinci siyaseti sebatla uygulayın, birinci tedbirler dizisini benimseyin ve birinci sonuç için mücadele edin; ikinci siyasete kararlılıkla karşı çıkın, ikinci tedbirler dizisini reddedin ve ikinci sonucu önleyin.”
[
13]
Görüldüğü gibi, Mao’nun küçük-burjuva siyasal örgütleri karşısındaki politikası “hem dostluk, hem mücadele” ilkesi temelinde oluşturulmuştur. Ancak burada Partizan Sesi’ ndeki dostların hiç unutmamaları gereken nokta, bu küçük-burjuva ya da milli burjuva siyasal partileri karşısındaki politikalar ile Marksist-Leninist partiler arasındaki ilişkiler ve politikalar bir ve aynı değildir. Çin’de Guomintag, hiçbir zaman kendisini “Komünist” ya da “Marksist” olarak sunmadığı gibi, böyle bir tutumu da olmamıştır. Dolayısıyla Mao’nun “iki siyaset” anlayışını alarak, birebir ülkemiz soluna uygulamak olanaksızdır. İşte Partizan Sesi’nin üzerinde durmadığı nokta burasıdır.
Sorun, ne küçük-burjuvaziye karşı sınıfsal tutum, ne de küçük-burjuva politik örgütlenmelerine karşı uygulanacak politik tutumdur. Sorun, Marksizm-Leninizmi savunan örgütlerin “Guevaracı küçük-burjuva” örgütler olarak tanımlanması ve buradan yola çıkarak “hem dostluk, hem mücadele” ilkesini uygulamaya kalkmaktır. İşte “Trabzon’a gelme meselesi” budur.
Ülkemiz solunda olduğu kadar, dünya solunda da, 1960’lardan itibaren ortaya çıkan “sovyet sosyal-emperyalizmi” tezleriyle birlikte başlayan “Mao Zedung düşüncesi” etrafında oluşan örgütlenmeler ortaya çıkmıştır. Bu örgütlenmeler, SBKP revizyonizmine karşı uzlaşmaz bir çizgi izlerken, diğer yandan silahlı mücadeleyi sürdüren devrimci örgütlere karşı kesin bir tutum içine girmişlerdir. Bunun sonucu olarak, dünya ve ülkemiz solunda üç büyük çizgi ortaya çıkmıştır: SBKP revizyonizminin ardılı olan “resmi” komünist partileri; ÇKP çizgisinin izleyicisi olan ve “Mao Zedung düşüncesini” savunan (M-L)’li partiler ve üçüncü olarak her ikisini de eleştiren, devrimci silahlı mücadeleyi temel mücadele olarak kabul etmiş Marksist-Leninist partiler.
Bugün kendilerini “Maoist” olarak tanımlayan eski dönemin “Mao Zedung düşüncesi” savunucuları, bu üç büyük çizgi karşısında kendilerine özgü bazı politikalar belirlemişlerdir. Bu politikaların temelinde, devrimci silahlı mücadeleyi yürüten örgütleri “küçük-burjuva örgütler” olarak tanımlamaları yatmaktadır. Artık bu örgütler karşısındaki tüm politikaları bu tanımlamaya uygun olarak belirlenmektedir.
Kimi zaman “maceracılık”la, kimi zaman “sol sapma”yla, kimi zaman “Guevaracı” olmakla, kimi zaman “Castrocu” olarak tanımlanan bu “küçük-burjuva” örgütler, kendilerini M-L’li eklerle tanımlayan Maocular için her zaman sorun olmuştur. İşte Peru’da Maocu Aydınlık Yol’un doğrudan silahlı saldırılar yönelttiği MRTA bu örgütlerden birisidir. Ve tabi ülkemizde THKP-C, Maocular için aynı nitelikte bir örgüttür.
Burada sorunun geldiği yer, Partizan Sesi’ ndeki dostların Aydınlık Yol’un bu “Guevaracı küçük-burjuva” örgütlere karşı politikalarını nasıl değerlendirdikleridir. Ve belki aynı şekilde, Aydınlık Yol’un MRTA’nın Japon Büyükelçiliği eylemini nasıl değerlendirdiği de gündeme gelecektir. Yoksa Komünist Manifesto’dan alıntı yaparak, MRTA’ya karşı tutumlarını açıklamaya kalkmanın bir anlamı yoktur. Sorun, Marksizm-Leninizm sorunudur. Bizlerin Marksizm-Leninizm kavrayışımızla Maoistlerin kavrayışı arasında temel ayrım olduğu kesindir. Ancak Marksizm-Leninizmin farklı kavranışları sözkonusu olsa da, sorunun Marksist- Leninistler arasında bir sorun olduğu bilinmek zorundadır. Bunu, “onlar Guevaracı küçük-burjuvalar” diyerek geçiştirmek de fazlaca işe yaramayacaktır. Marksist-Leninist hareketin dünya çapında bölünmüşlüğü ile değişik sınıfların politik örgütlenmelere sahip olmaları birbirinden çok farklı iki olgudur.
İşte Partian Sesi’ndeki dostlara “övgü ile sövgüyü” birbirine karıştırmamalarını söylememizin nedenleri kısaca bunlardır. Elbette kendileri, bizim bu sözlerimiz karşısında
“sizin sövgü dediğiniz şeyler ise, MRTA’nın ideolojik hattına ilişkin yaptığımız eleştirilerdir. Biz bunu sövgü olarak değil, eleştiri olarak değerlendiriyoruz” demektedirler. Bizler de, sizler kadar “eleştiride yöntem”e önem veririz, söyleme de. Bizler, Che Guevara’nın dünya devrimci mücadelesine yaptığı katkıları ve değerleri savunuyoruz. Bu anlamda “Guevaracı” demenizden onur duyarız. Ancak Marksist-Leninistler olarak, hiçbir zaman Marksizm-Leninizme katkıda bulunmuş her ustayı, Marksist-Leninisti, yeni bir çizgi oluşturmuş olarak kabul etmiyoruz. Bu nedenle, bizler için Mao’nun, Marksizm-Leninizme katkısı açıktır, ancak bu katkılar onun katkılarının bir “izm” haline getirilmesinin kabul edilebileceği anlamına gelmemektedir. Aynı şekilde dünya devrimci mücadelesine önemli ivmeler kazandıran Che Guevara’nın ortaya koydukları bir “izm” değildir. Dolayısıyla “Guevaracılık”, Che’ye yapılmış bir övgü olarak değerlendirilemez.
Yıllar önce “Mao Zedung düşüncesi”nin ilktemsilcileri olarak Doğu Perinçek ve yandaşlarının ülkemizde örgütlenmeye başladıkları dönemden beri sürdürülen bu tavra karşı Mahir Çayan yoldaş şunları açık biçimde ortaya koymuştur:
“Biz kahraman Küba halkı bir halk savaşı vererek Milli Demokratik Devrimi yapıp sosyalizme geçmiştir, diyoruz. Ve Küba deneyi, Fidel Castro ve Che Guevara hakkında görüşlerimiz açıktır: Şimdi Ekim İhtilâlinin deneyine ilaveten Çin’deki, Doğu-Avrupa sosyalist ülkelerindeki, Kore, Vietnam ve Küba’daki devrimci deneyler mevcuttur. Bu ülkelerin muzaffer devrimcileri Marksizm-Leninizm ve Ekim İhtilâlini zenginleştirmiş ve geliştirmişlerdir. Çin’den Küba’ya kadar bütün bu devrimler istisnasız silahlı mücadele ile ve silahlı emperyalist saldırısına ve müdahelesine karşı savaşmakla kazanılmıştır...
Evet, Küba Devrimi Marksizm-Leninizm hazinesine büyük bir katkıdır. Ve Küba Devriminin muzaffer proleter devrimcileri olan Fidel Castro, Che Guevara ve arkadaşlarından bizim gibi yarı- sömürge ülke Marksistlerinin öğreneceği pekçok şey vardır. Çünkü biz Marksizmi entellektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiye’sinde devrim yapmak için Marksizmi öğreniyoruz!
Küba sosyalist devriminin muzaffer proleter devrimcilerine ‘küçük-burjuva devrimcileri’, ‘sol oportünistler’ demek ihanetin, oportünizmin ta kendisidir. Ve bu görüşü saflarımızda yaygınlaştırmaya çalışanların kişiliklerinden bütün Türkiyeli proleter devrimcileri şüphe etmelidir.”
[
14]
İşte Partizan Sesi’ndeki dostlar 1970 yılında yapılmış bu belirlemeleri anımsamalıdırlar.
Mahir Çayan yoldaşın, aynı konuda 1970’lerin “Mao”cusu Doğu Perinçek’in PDA’sının aynı tür suçlamalarına karşı yazdığı şu sözleri aktararak yazımızı noktalayalım:
“Küçük-burjuva kökenli olmak ayrıdır, küçük-burjuva aydını olmak ayrıdır. Mesela, Che Guevara, Fidel Castro küçük-burjuva kökenlidirler, ama küçük-burjuva aydını değillerdir. Onlar, sapına kadar proleter devrimcisidirler!
Profesyonel devrimci, ister köy küçük-burjuvazisinden gelsin, isterse de şehir küçük-burjuvazisinden, o proletaryanın devrimcisidir. Eğer o, gerçekten profesyonel devrimci olmuşsa, geldiği sınıfla bütün bağlarını koparmıştır. O, artık ne köylüdür, ne aydındır; o, bir proleter devrimcisidir. Görevi, sadece bilinç götürmek değil, bizzat fiili olarak savaşmaktır. O, ölene kadar savaşacaktır ve savaşa savaşa proletaryanın partisinde proleterleşecektir.
Bütün ideolojik ayrılıkların temeli PDA oportünistlerinin dediği gibi, devrim isteyip istememeye değil, (çünkü sosyalist geçinen herkesin subjektif niyeti genellikle devrimin olması doğrultusundadır) devrim yapmak için yola çıkmaya, savaşmaya cesaret edip edememeye dayanır. İşte bu yüzden, ‘devrim için savaşmayana sosyalist denmez’.”
[
15]
Dipnotlar
1 Kurtuluş Cephesi: MRTA Eyleminin Öğrettikleri, Sayı: 37, Mayıs-Haziran 1997
2 Partizan Sesi, Sayı: 59, s: 31, 1-16 Mayıs 1997
3 Partizan Sesi, Sayı: 59, s: 31, 1-16 Mayıs 1997
4 Halkın Günlüğü, Sayı: 2, s: 25, 16-31 Ağustos 1997
5 Halkın Günlüğü, Sayı: 2, s: 25, 16-31 Ağustos 1997
6 Partizan Sesi, Sayı: 59, s: 31, 1-16 Mayıs 1997
7 Halkın Günlügü, Sayı: 2, s: 25, 16-31 Ağustos 1997
8 Halkın Günlüğü, Sayı: 2, s: 25, 16-31 Ağustos 1997
9 Halkın Günlüğü, Sayı: 2, s: 25, 16-31 Ağustos 1997
10 Halkın Günlüğü, Sayı: 2, s: 25, 16-31 Ağustos 1997
11 Halkın Günlüğü, Sayı: 2, s: 25, 16-31 Ağustos 1997
12 Mao Zedung: Seçme Eserler, Cilt: II, s: 15
13 Mao Zedung: Seçme Eserler, Cilt: II, s: 17
14 Mahir Çayan: Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine-1970
15 Mahir Çayan: Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi-1971
Ana sayfaya dönüş [Return]
KURTULUŞ CEPHESi - Eylül-Ekim 1997 / 39. Sayı