Aydın Doğan'ın sahip olduğu holdinglerde aylardır hummalı bir faaliyet gözlenmektedir. Doğan "medya" holdingde birbiri ardına yapılan atamalar ve çıkartmalar sonucunda, M. Ali Birand gibi "kaşarlaşmış" yüzler "vitrin"e taşınırken, "kaşarlaşmış" bir başka yüz (Fatih Altaylı) soluğu Sabah gazetesinde aldı. Rivayetlere göre, Aydın Doğan CNN-Türk'ün içini boşaltırken, diğer yandan Kanal D'de yapılan yeni "atamalar" yeni bir "şeyler"in habercisiydi. Ancak "medya"nın "kulağı kesik" habercileri bu "yeni" haberin ne olduğuna ilişkin hiçbir yorumda bulunmuyordu. Kimisi "mesleki dayanışma" adına, kimisi bu yeni paylaşımdan kendisine de bir pay düşeceği beklentisiyle "kulaklarını dikip" beklemeyi yeğlemiştir.
Aydın Doğan'ın "medya" holdinglerinde yaptığı değişikliğin ardından sahibi olduğu Petrol Ofisi "yeni vizyonu"yla tüketicinin karşısına çıktı.
İddia büyüktü! Aydın Doğan holding, Petrol Ofisi aracılığıyla "enerji oyununun adını koymuş"tu: Yurtsever benzin.
Kendisini "reklam" uzmanı sanan Ali Atıf Bir'e göre, Aydın Doğan "yurtsever benzin satıp vatanı dışa bağımlı olmaktan kurtaran" kişi oluyordu. Bu "reklam" uzmanına bakılırsa, "Yurtsever konsepti", PO için bulunmaz bir fırsattı. Dahası PO "stratejik düşünceye, algı haritasında doğru yere oynuyor"du.
Eğer bu "reklam uzmanı"nın sunuşundan yola çıkılacak olursa, Aydın Doğan ve holdingleri "strateji" değiştirmiş görünmektedir. Sözkonusu olan petrol gibi "stratejik enerji" olunca, ister istemez Aydın Doğan holdingin "stratejik düşüncesi", "global" boyutlar ortaya çıkarmaktadır.
Amerikan emperyalizminin Irak işgalinin arifesinde, Türkiye'de ve Kuzey Irak'ta konuşlandırılacak Amerikan işgal güçlerine benzin satma hesapları yapan Aydın Doğan ve holding yöneticilerinin, tüm "medya" güçlerini harekete geçirerek 1 Mart tezkeresini kabul ettirtmeye çalıştığı anımsanıldığında, "stratejik düşünce"nin, Amerikan emperyalizminin petrol kaynaklarını işgalinden pay alma düşüncesi olduğu akla gelmektedir.[1*] Ama şimdi "Yurtsever konsepti" gündeme getirilmiştir. Bu durumda Amerikan emperyalizmiyle "işbirliği"ne dayanan "stratejik düşünce" değişmiş görünmektedir.
Biraz geriye dönüldüğünde Doğan Holding'de "birşeyler" olduğu açıkça görülmektedir.
Anımsanacağı gibi, "özelleştirme" furyasında, "medya-siyaset" ilişkileri içinde "medya patronları" kamu bankalarını aralarında paylaşmışlardır. Sabah ve ATV sahibi Dinç Bilgin'in payına Etibank düşerken, Aydın Doğan'ın payına Dışbank düşmüştür.
Ancak Dinç Bilgin, Kasım 2000 "krizi"yle birlikte iflas etmiş ve ardından "banka hortumlamak"tan suçlu bulunmuştur. Aydın Doğan ise, Şubat 2001 kriziyle bile yıkılmamış, büyümesini sürdürmüştür. Dışbank'ı POAŞ izlemiş ve böylece "medya"cılıktan bankacılığa, bankacılıktan enerji sektörüne atlamıştır.
Ne olduysa olmuş, birden "büyüyen" Aydın Doğan "küçülmeye" karar vermiştir.
İlk yaptığı iş, Dışbank Hollanda'yı Cıngıllıoğlu'na satmak olmuştur. Ardından Dışbank'ın tamamının Foris Bank'a satışı gelmiştir. "Medya" manşetlerinde büyük övgüler düzülen bu satış sonucunda Aydın Doğan, net 1,1 milyar doları cebine indirmiştir.
Ve bu yılın Haziran ayında Kanal D'nin %20 hissesi 150 milyon dolara Deutsche Bank'a satılmıştır.[2*] Böylece bir yıl içinde Aydın Doğan "mal varlığını" nakite çevirmiş ve yaklaşık 1,5 milyar dolarlık bir "likit"e sahip olmuştur.
Forbes'in "dünyanın en zengin 1000 kişisi" listesinde 1 milyar dolar servetiyle 620. sırada görünen Aydın Doğan'ın, bu satışlarla birlikte ilk 100'e girmesi bile mümkündür.
Kimilerine göre, Aydın Doğan "safra" atmıştı, elindeki nakitle Telekom ve Tüpraş "özelleştirmeleri"nden daha büyük bir pay alma peşindeydi. Bu nedenle hiç kimse Aydın Doğan'ın pılısını pırtısını toplayıp kaçmaya hazırlandığını iddia edemezdi. Zaten kaçacak adam "gözünden" belli olurdu. Oysa Aydın Doğan "memleketi" olan Kelkit'e "büyük yatırımlar" yapıyordu. O artık bir "yurtsever" olmuştu. Elindeki nakiti böylesine "yurtsever" işlerde kullanan birinin kaçma hazırlığı yaptığını kimse söyleyemezdi.
İşte bu "yurtsever stratejik düşünce"yle, "yurtsever benzin", Temmuz sonunda piyasaya sunuldu. Artık o, bir "yurtsever"di. Öyle ki, Aydın Doğan'ın bu "yurtseverliği" bay %5 Ertuğrul Özkök'e bile bulaşmıştı. Aydın Doğan'ın Kelkit'teki "büyük yatırımları" sayesinde bay %5, "hayatında ilk kez" "şehit evine" gitmişti. O da, artık bir "yurtsever" sayılabilirdi.
Şimdi sorun, Aydın Doğan'ın bu yeni "yurtsever konsepti"nin hangi "stratejik düşünceye" dayandığı ve elindeki nakit parayı (ne yapacağı değil) ne yaptığıdır.
Görülen o ki, Aydın Doğan'ın "stratejik düşüncesi", ülkede yükselen "milliyetçilik" dalgasını yeni bir sıçrama tahtası olarak kullanmak ve bu yolla "nurlu ufuklar"dan bir başka "ülkü"ye perende atmaktan ibarettir. Bir bakıma aslına rücu etmektedir. Tek farkla ki, bir süre soluklanmaya çalıştığı "nurlu ufuklar"ın "ılımlı" cemaatinin "şefkatli kolları" yavaş yavaş sıkılmaya başlamıştır. AB propagandisliği ve "AB emperyalizmi"nin işbirlikçiliğine soyunmak da artık pek kârlı ve "stratejik" görünmemektedir.
Bugün Aydın Doğan'ın yapmaya çalıştığı, "banka hortumlamak"tan suçlanarak tüm mal varlığına el konulmasını engellemeye çalışmak ve bunu engelleyemediği koşullarda mal varlığını bugünden nakite çevirerek sağlama almaktan ibarettir.
Güngör Uras'ın sıkça uyardığı gibi, "ılımlı islam" hükümetiyle birlikte "kartlar yeniden karılmış ve yeniden dağıtılmaya başlanmıştır". Bir dönemin "özelleştirme" furyasıyla kamu kuruluşlarının yağmalanmasıyla elde edilmiş zenginlikler, şimdi el değiştirmektedir. Aydın Doğan'ın korkusu, sıranın kendisine geldiğidir. İşte bu "stratejik düşünce"yle, bir yandan nakite geçerken, diğer yandan "yurtsever" imajıyla kendini korumaya çalışmaktadır.
"Yurtsever konsepti" özenle seçilmiştir. PO aracılığıyla "vatansever"lik değil, "yurtseverlik" öne çıkartılmaktadır. Bu yolla, sadece "milliyetçi" kesimler değil, aynı zamanda "sol" kesimler de Aydın Doğan'ın koltuk değneği olmaya adaydır. Aydın Doğan'ın "stratejik düşüncesi"nde, stratejik yedekler bu şekilde ortaya çıkarken, stratejinin temel gücü, nakit paradır.
Diğer yandan Aydın Doğan bir "işadamı"dır. Her işadamı gibi, "işini yapar". Şimdilik elinde biraz "medya" kuruluşu ve PO vardır. Dolayısıyla bunlarla "iş" yapmayı da sürdürecektir. "Enerji oyununun adını koyan" PO ortaya çıktığında, "milliyetçi" cenahtan PKK'ye karşı mücadelenin yeni taktikleri üretilmeye başlanmıştır.
Bu "yeni taktik"e göre yapılması gereken tek şey, Habur kapısının kapatılması ve bu yolla Kuzey Irak'la olan her türlü ticaretin (özellikle mazot ticaretinin) sona erdirilmesidir. Böylece Kuzey Irak Kürt yönetimi büyük bir gelir kapısından mahrum kalacağı için, PKK'nin Kuzey Irak'ta "barınmasına" izin vermeyecektir. Öte yandan Türkiye üzerinden lojistik sağlayan ABD de Habur'un kapatılmasıyla birlikte "hizaya" gelecektir.
Bu "milliyetçi" taktikler uygulandığında istenilen sonuçların ortaya çıkıp çıkmayacağı bilinemese de, Habur üzerinden ülkeye giren "kaçak mazot"ta büyük bir azalma olacağı kesindir. Kaçak mazot ticaretinin durmasından kârlı çıkacak olan ise, hiç şüphesiz petrol dağıtım şirketleri olacaktır. Amerikan emperyalizminin Irak işgalinin ilk günlerinde "komşuda pişer bana da düşer" diyen Aydın Doğan, şimdi "kendin pişir kendin ye" ile tanımlanan "yurtsever"liğe geçiş yapmıştır.
Tüm bu "stratejik düşünce"ler ve buna bağlı "yurtsever konsepti", kendi yanında istihdam ettiği eski "solcu" danışmanların engin bilgi ve irfanlarının ürünleridir. Reina'da "yeni-sömürgecilik muhabbeti" yapan bu danışman kadrosu, AB'den umudu kesmiş, yabancı sermayenin artık işbirlikçiye ihtiyaç duymaz hale geldiğini algılamaya başlamışlardır. Amerikan emperyalizmi ile "stratejik ortaklık"ın da işe yaramadığını hissetmektedirler. Bu durumda tek yol "sine-i millete dönmek"tir. Ama unuttukları tek şey, paranın dini olmadığı gibi, milletinin de olmadığıdır. Anımsayamadıkları ise, "millet"le yola çıkanların ancak "milliyetçilik"e ulaşabileceğidir. Milliyetçiliğin yolu ise, yurtseverliğin tam karşıtına çıkar.[3*] Dün dini politikaya alet edenlerden, kişisel çıkarları için dini kullananlardan söz edilirken, şimdi "vatan, millet, Sakarya" yetmezmiş gibi, "yurtseverlik" de politikanın ve kişisel çıkarların hizmetine sunulmuştur.
Belki de Aydın Doğan ve hempalarının** hiç de "kötü" niyetleri yoktur! Onlar belki de, ülkenin "makus talihini" yenerek, ülkenin ilk "milli burjuvası" olmaya karar vermişlerdir! Belki de, eski dönemin anti-emperyalist "milli" burjuvaları gibi milliyetçi olmaktansa, "yurtsever" olarak "ulusal burjuva" diye anılmak istemektedirler. Kim bilebilir ki!
Şüphesiz bu bir bilmece değildir.
Popüler ifadeyle "medya-siyaset-mafya" ilişkisi çerçevesinde varolmuş, kökeninde 12 Eylül askeri darbesi yatan bir holdingin, 12 Mart holdinglerinin kaderini paylaşacağı kesindir. Bütün sorun "misyon"unu tamamlayıp tamamlamadığıdır. "Misyon"unu tamamlamış hiç bir şey, kendi kendine uydurduğu yeni "misyonlar"la varlığını uzun süre devam ettiremez.
Bu da işbirlikçilerin tarihinin küçük bir dersidir.
[1*] Her ne kadar bu satışın RTÜK nedeniyle "karşılıklı anlaşmayla iptal" edildiği ilan edilmişse de, söz konusu olan sadece "yasal bazı engeller"dir. [2*] Kürt milliyetçiliğinin kendisini "yurtsever" olarak tanımladığı düşünülecek olursa, bunun da fazlaca önemi yoktur. [3*] Hempalar sözcüğünün anlamını bilmeyenler için belirtelim ki, TDK sözlüğünde "hempa"nın karşılığı, "kötü işlerde aynı amaçla ve birlikte hareket eden kişi, ayakdaş" olarak verilmektedir.