Karl Marks
Artı-Değer Teorileri
İkinci Kitap


Karl Marx'ın Theorien über den Mehrwert (1862-63) (Vierter Band des "Kapitals") Zweiter Teil adlı yapıtını, İngilizcesinden (Theories of Surplus-Value (Volume IV of "Capital") part 2, Lawrence and Wishart, London 1975, Translated by Renate Simpson, Edited by S. Ryazanskaya) dilimize çevrildi ve kitap, Fransızcasıyla (Théories sur la plus-value (Livre IV du "Capital") tome 2, Editions Sociales, Paris 1974, Publiées sous la responsibilité de Gilbert Badia) karşılaştırıldıktan sonra Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap adı ile, Sol Yayınları tarafından, Kasım 1999 tarihinde, Ankara'da yayınlanmıştır.

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta:
Kurtuluş-Cephesi Dergisi

Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında: Artı-Değer Teorileri / İkinci Kitap (4.899 KB)








[ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM]
RICARDO’NUN RANT TEORİSİ (SONUÇ)





[1. Ricardo’nun Toprak Mülkiyetinin Bulunmadığı Varsayımı.
Yeni Toprağa Yönelmenin Bu Toprağın Konumuna
ve Verimine Bağlı Oluşu]


      Ricardo’nun Rant Hakkında”ki II. bölümüne geri dönelim. Smith’ten zaten bildiğimiz “koloni teorisi”ni1 sunarak başlıyor; fikirlerin mantıklı dizisini kısaca ortaya koymak için şu yeterlidir:       “Zengin ve verimli toprağın bol bol bulunduğu bir ülkede ilk kez yerleşirken, fiilî nüfusu desteklemek için o toprağın çok küçük bir bölümünün ekilmesi gereklidir; ya da işin aslında, nüfusun emrinde olan sermayeyle çok küçük bir bölümü ekilebilir; böyle bir ülkede ilk kez yerleşirken herhangi bir rant olmayacaktır; çünkü henüz sahiplenilmemiş bol miktarda toprak varken, ve bu nedenle (sahiplenilmediğini Ricardo daha sonra tamamen unutur) “her kim ekmek isterse emrindeyken, toprağın kullanılması karşılığında hiç kimse ödeme yapmaz.” ([David Ricardo, On the Principles of Political Economy and Taxation [Ekonomi Politiğin İlkeleri ve Vergilendirme Üzerine], 3. Baskı, Londra, 1821], s. 55.)       (Demek ki burada toprak mülkiyeti olmadığı varsayılmaktadır. Bu süreç tanımlamasının, modern insanların [kolonilerde -ç.\ yerleşmesi olayında aşağı yukarı doğru olmasına karşın, birincisi, gelişmiş kapitalist üretim için geçerli değildir; ve [ikincisi] eski [sayfa 291] Avrupa’daki olayların tarihsel çizgisi olarak ortaya konursa, aynı ölçüde yanlıştır.)       “Arz ve talep genel ilkesi çerçevesinde, havanın ve suyun ya da sınırsız miktarda varolan başka herhangi bir doğa armağanı için neden hiçbir şey ödenmiyorsa, tıpkı onun gibi, böyle bir toprak içirt, de hiçbir rant ödenmez ... bu ||601| doğal yardımcıların kullanılması karşılığında hiçbir bedel istenmez; çünkü bunlar tükenir türden değildir ve herkesin emrindedir. ... Eğer tüm topraklar aynı özelliğe sahip olsaydı, eğer nicelik bakımından sınırsız ve nitelik bakımından bir-örnek olsaydı, kendine özgü konum üstünlüğü olmadıkça” (ve bir mülk sahibinin elinde oldukça, diye de eklemeliydi) “kullanılmasına karşılık herhangi bir bedel istenmezdi” (çünkü asla özel mülkiyete geçirilemezdi). “Dolayısıyla, yalnızca, toprak nicelik bakımından sınırsız ve nitelik bakımından bir-örnek olmadığı ve nüfusun artmasıyla daha düşük nitelikli ya da daha az konum üstünlüğünde olan topraklar da ekime açıldığı için, toprağın kullanımı karşılığında rant ödenmektedir. Toplum büyüdükçe ikinci dereceden toprak tarıma açıldığı zaman, üstün nitelikli toprağa derhal rant ödenmeye başlanır; ve rant miktarı toprağın bu iki parçası arasındaki nitelik farkına bağlı olur (agy, s. 56-57).       Bu noktayı daha yakından inceleyeceğiz. Mantıksal sıra şöyle: Fiilî nüfus ve sermaye ile karşılaştırıldığında, toprak, zengin ve verimli toprak, öğe olarak bol bol varsa, pratikte sınırsız miktardaysa –Ricardo, “bir ülkede ilk yerleşirken (Smith’in koloni teorisi) durumu böyle kabul ediyor– ve bundan başka, eğer “bol miktardaki bu toprak “henüz sahiplenilmemiş ise ve bundan ötürü, henüz sahiplenilmediği için “herkim ekmek isterse emrinde ise, bu durumda doğal olarak toprağın kullanılması karşılığında hiçbir şey ödenmez, rant ödenmez. Eğer [elde] “nicelik bakımından sınırsız –yalnızca sermaye ve nüfusa göre değil, ama gerçekte sınırsız bir öğe (su ve hava gibi sınırsız) olsaydı– o zaman birinin sahiplenmesi, bir başkasının sahiplenmesine engel oluşturmazdı. Toprakta hiçbir özel mülkiyet (ayrıca hiçbir “kamu ya da devlet) mülkiyeti olmazdı. Bu durumda –eğer tüm toprak aynı nitelikteyse– hiç rant ödenmezdi. Olsa olsa, “kendine özgü konum özelliği olan toprağın sahibine [rant ödenirdi].
      Demek ki Ricardo’nun düşündüğü koşullarda –yani toprağın “sahiplenilmediği ve ekilmemiş toprağın “bu nedenle her kim ekip-biçmek isterse emrinde” olduğu koşullarda– eğer rant ödeniyorsa, bu yalnızca, “toprak nicelik bakımından sınırsız ve nitelik bakımından bir-örnek olmadığı içindir; başka deyişle farklı türde topraklar olduğu ve aynı tür toprak “sınırlı olduğu içindir. Biz diyoruz ki, Ricardo’nun varsayımı çerçevesinde ödenen rant yalnızca farklılık rantıdır. Ama [varsayımını .] bununla sınırlayacak [sayfa 292] yerde –toprak mülkiyetinin varolmadığı varsayımından tamamen ayrı biçimde– toprağın kullanımı karşılığında hiçbir zaman mutlak rant ödenmediği, yalnızca farklılık rantı ödendiği sonucuna sıçrayıverir.
      Bu durumda tüm sorun şudur: Eğer toprak çok bol bir öğe olarak sermayeyle karşı karşıya gelirse, o zaman sermaye sanayinin başka herhangi dalında nasıl iş görüyorsa, tarımda da aynı biçimde iş görür. Dolayısıyla toprak mülkiyeti yoksa rant da yoktur. En çoğu, bir toprak parçası ötekinden daha verimliyse, sanayideki gibi kâr fazlası olabilir. Bu durumda, toprağın farklı derecedeki verimliliğinin doğal temellerine dayanarak, bu fazla-kârlar, kendilerini farklılık rantı olarak yerleştireceklerdir.
      Öte yandan eğer toprak, 1. sınırlıysa, 2. sahiplenildiyse ve sermaye toprak mülkiyetini önkoşul olarak görürse –ve kapitalist üretimin geliştiği yerde durum böyledir: sermaye eski Avrupa’da sahip olduğu bu önkoşulu bulamadığı yerde, ki Birleşik Devletler’de bulamamıştır, onu kendisi yaratır– bu durumda toprak başından bu yana, sermaye için bir iş alanı öğesi değildir. Öyleyse farklılık rantına ek olarak [mutlak] rant vardır. Ama bu durumda da bir tür topraktan ötekine geçiş –ister artan verim çizgisinde I, II, III, IV ya da ister azalan verim çizgisinde IV, III, II, I olsun– Ricardo’nun varsayımı çerçevesinde olduğundan daha başka türlü işler. Çünkü sermayenin kullanılması her iki kategoride hem I’de hem II, III, IV’te, ve benzer biçimde tersi süreçte yani geçiş IV’ten III’e vb. olduğu zaman toprak mülkiyetinin direnciyle karşılaşır. IV’ten III’e vb. geçişte, IV’ün fiyatının III’te sermayenin ortalama bir kârla kullanılabilir olmasını sağlayacak kadar yükselmesi yeterli değildir. Fiyat öyle bir ölçüde artmalıdır ki, III’te rant ödenebilmelidir. Eğer geçiş I’den II’ye vb. ise, o zaman I için rant bırakan fiyatın, II için yalnızca bu rantı getirmekle kalmaması ama onun yanında bir de farklılık rantı bırakması gerektiği açıktır. Ricardo’nun toprak mülkiyetinin varolmayışı konusundaki varsayımı, kuşku yok ki, toprak mülkiyetinin varlığı ile ve varlığından kaynaklanan yasayı dışlamamıştır.
      Kendi varsayımı çerçevesinde farklılık rantının nasıl ortaya çıkabileceğini gösterdikten sonra, Ricardo sözü sürdürür:       “Nitelik bakımından üçüncü olan toprak tarıma açılır açılmaz, ikincide rant derhal başlar ve daha önce olduğu gibi, [ikisinin .] üretkenlik güçleri arasındaki fark tarafından düzenlenir. Aynı zamanda, nitelik bakımından birinci olanın rantı artar; çünkü bu her zaman ikincideki rantın, belli bir miktar sermaye ve emek karşılığı elde edilen ürünler arasındaki fark kadar üstünde olmalıdır. Nüfusun artmasında, besin sağlamayı arttırmak için bir ülkeyi, [sayfa 293] nitelik bakımından daha kötü toprağa yönelmek zorunda bırakacak olan her adım (agy, s. 57) (doğal ki bu, nüfusun artmasındaki her adımın bir ülkeyi nitelik bakımından daha kötü toprağa yönelmek zorunda bırakacağı anlamına gelmez) ||602| daha verimli topraktaki rant artacaktır” (agy, s. 57).       Bu tamam.
      Ricardo bir de örnek veriyor. Ama, daha sonra işaret edilecek noktalardan ayrı olarak, bu örnek, azalan verim çizgisini benimsiyor. Bu ise yalnızca bir önvarsayımdır. Bunu, sessiz-sakin araya sokuşturmak için şöyle diyor:       “Henüz sahiplenilmemiş ... zengin ve verimli toprağın bol bol bulunduğu bir ülkede ilk kez yerleşirken” (agy, s. 55).       Ama kolonistlere göre “henüz sahiplenilmemiş, kötü ve kısır toprak bol bol bulunsaydı da durum aynı olurdu. Rant ödenmeyişi toprağın zenginliğine ya da verimli oluşuna değil, sınırsızca varoluşuna, sahiplenilmemişliğine ve verimliliğiyle ilgili bu nitelik ne olursa olsun bir-örnek niteliğine dayanıyor. Bundan ötürü Ricardo varsayımını şöyle formüle ediyor:       “Eğer tüm topraklar aynı özelliğe sahip olsaydı, eğer nicelik bakımından sınırsız ve nitelik bakımından bir-örnek olsaydı, kullanılmasına karşılık herhangi bir bedel istenemezdi” (agy, s. 56).       “Zengin ve verimli olsaydı demiyor ve diyemez; çünkü bu koşulun, yasayla kesinlikle hiçbir ilişiği yoktur. Zengin ve verimli olmak yerine toprak, kötü ve kısır olsaydı, o zaman, her kolonist tüm toprağın daha büyük bir parçasını ekip-biçmek zorunda kalırdı ve böylece toprağın sahiplenilmemiş olduğu yerde bile, nüfusun artmasıyla birlikte, pratikteki toprak bolluğunun, nüfusa ve sermayeye oranla fiili sınırsızlığının ortadan kalkacağı noktaya daha hızlı yaklaşırlardı.
      Hiç kuşku yok ki, kolonistler en az verimli olan toprağı değil, en verimli olanı, yani ellerindeki tarım araç-gereçleriyle en çok üretebilecekleri toprağı seçeceklerdir. Ama yapacakları seçimde, sınırlayıcı tek öğe bu değildir. Onlar için ilk belirleyici öğe toprağın konumudur, denize, geniş nehirlere, vb. yakın olma konumudur. Batı Amerika’daki vb. toprak herhangi bir toprak kadar verimli olabilir; ama kolonistler kuşkusuz New England’da, Pennsylvania’da, North Carolina’da, Virginia’da, vb., kısacası Atlantik’in doğu kıyısında yurt edinmişlerdir. Eğer en verimli toprağı seçselerdi, o zaman yalnızca bu yöredeki en verimli toprağı seçerlerdi. Bu [durum .] onların, daha sonraki aşamada, nüfusun büyüyüşü, sermayenin oluşumu, ulaşım olanaklarının gelişimi, kasabaların kurulması bu daha uzak olan yöredeki daha verimli toprağı daha [sayfa 294] yakın ettiği zaman, Batıdaki daha verimli toprağı ekmelerine engel olmadı. Kolonistler en verimli yöreyi aramazlar, ama en uygun konumlu yöreyi ararlar; onun içinde de kuşkusuz –konum sözkonusu olduğu ölçüde koşullar eşitseen verimli toprağı ararlar. Ama bu onların daha verimli yöreden daha az verimli yöreye doğru ilerlediklerini kanıtlamaz; yalnızca, aynı yöre içinde –konumun aynı olması koşuluyla– daha verimli toprağın, doğal olarak verimsiz topraktan önce ekildiğini gösterir.
      Ne var ki Ricardo,”... zengin ve verimli toprak bolluğunu, doğru bir biçimde “aynı özelliğe sahip olan [...] nicelik bakımından sınırsız [...] nitelik bakımından bir-örnek toprak diye değiştirerek andığı örneğe geliyor ve oradan yanlış ilk varsayımına geri sıçrıyor:       “En verimli ve en elverişli konumdaki toprak ilk ekilen toprak olacaktır” (agy, s. 60).       [Buradaki] zayıflığı ve yapaylığı sezinler ve bu nedenle “en verimli toprağa, başlangıçta olmayan yeni bir koşul daha ekler: “ve en elverişli konumdaki. Bunun aslında “en elverişli konum içindeki en verimli toprak olması gerekirdi; kuşkusuz bu saçmalık, ülkenin içinde, yeni gelenlerin, anavatanla ve ülkelerindeki yaşlı akrabalarıyla ve dış dünyayla ilişkilerini sürdürebilecekleri en elverişli konumdaki yörenin, kolonistlerin henüz keşfetmedikleri ve keşfetme durumunda olmadıkları topraklardaki “en verimli bölge” olduğunu [söylemeye] kadar da vardırılamaz.
      Azalan verim çizgisi varsayımı, daha verimli yöreden daha az verimli yöreye geçiş, demek ki, yapay biçimde işin içine katılmıştır. Söylenebilecek olan şudur: En iyi konumda olduğu için ilk önce ekilen yörede, bu yöre içinde, daha.verimli topraktan daha az verimli olan toprağa geçilinceye kadar hiçbir rant ödenmez. Ama eğer bu birinciden daha verimli ikinci bir yöreye geçilirse, o zaman varsayıma göre bu birinci yöre daha kötü konumda olur. Bunun içindir ki, toprağın daha fazla verimli oluşunu, konumunun daha elverişsiz oluşunun ortadan kaldırması olasıdır; bu durumda bölge I’in toprağı rant bırakmayı sürdürür. Ama “konum”, ekonomik duruma göre, tarihsel olarak değişecek bir koşuldur; ve ulaşım olanaklarının kurulmasıyla, kasabaların ortaya çıkmasıyla vb. ve nüfusun artmasıyla sürekli olarak iyileşmek durumundadır. Dolayısıyla, açıktır ki, yöre II’de üretilen ürün zaman içinde yavaş yavaş, yöre I’deki rantı yeniden (aynı ürün için) düşürecek bir fiyattan pazara getirilecek ve konumun elverişsizliği ortadan kalktığı ölçüde, en verimli toprak olarak belirecektir.
      ||603| Bu durumda açıktır ki,
      Ricardo’nun, farklılık rantını doğruca ve genel biçimi içinde [sayfa 295] bizzat ifade ettiği yer: yani “... aynı özelliğe sahip2 tüm topraklar ... nicelik bakımından sınırsızlık ... nitelik bakımından bir-örneklik ...” daha verimli topraktan daha az verimli toprağa geçiş durumunu içermemektedir; bu [geçiş] de tarihsel olarak doğru değildir. Birleşik Devletler’de, onun Adam Smith’le birlikte düşündüğü gibi değildir; Carey’in bu noktadaki itirazları bunun için haklıdır;
      Ricardo “konum”a yaptığı “en verimli ve en elverişli konumdaki toprak ilk ekilen toprak olacaktır... eklemesiyle, sorunu bizzat kendisi tersine çevirmiştir;
      Ricardo verdiği örnekte kanıtlanması gerekeni, yani en iyi topraktan giderek kötüleşen toprağa geçişi varsayım olarak kabullenmek suretiyle keyfi varsayımlar yaptığını kanıtlamaktadır;
      Son olarak <doğru, genel kâr oranının düşme eğilimini açıklamak umuduyla> böyle bir varsayım ortaya koyar, çünkü, her ne kadar farklılık rantı, geçişin I’den II, III, IV’e mi yoksa IV’ten III, II, I’e mi doğru olduğuna bağlı değilse de, Ricardo, farklılık rantını başka türlü açıklayamaz.

[2. Rantın Tahıl Fiyatını Asla Etkilemeyeceğini Öne Süren Rikardocu
Tez, Mutlak Rantın, Tarımsal Ürün Fiyatlarının
Yükselmesine Yol Açması]


      Örnekte üç tür toprak kabul edildi: eşit bir sermaye yatırımıyla 100, 90, 80 quarter buğday olmak üzere “net ürün” veren 1, 2, 3 numaralı [topraklar -ç.].
      1 numara       “nüfusla karşılaştırıldığı zaman, verimli bol toprak bulunan ve [nüfusun durumu -ç.] nedeniyle yalnızca 1 numaranın ekilmesi gereken yeni bir ülkede (agy, s. 57)       ekilecek ilk topraktır.
      Bu durumda “tüm net ürün, “ekici”ye aittir ve “yatırdığı sermayenin kârıdır (agy, s. 57). Bu örnekte gerçi herhangi bir kapitalist üretim varsayılmış değildir ama (plantasyonlardan söz etmiyoruz) gene de “net ürün”ün derhal sermayenin kârı sayılması tatmin edici değildir. Ama olabilir ki, “eski ülke’den gelen kolonist, buna o gözle kendisi öyle bakmıştır. Nüfus, 2 numaranın da ekilip-biçilmesini gerektirecek ölçüde artarsa, o zaman 1 numara 10 quarter rant bırakır. Kuşkusuz burada 2 ve 3 numaranın “sahiplenilmediği ve sermayeye ve nüfusa oranla miktarlarının pratikte “sınırsız kaldığı varsayılmaktadır. Yoksa, başka tür gelişmeler [sayfa 296] olabilirdi. Dolayısıyla, 1 numara, bu varsayım çerçevesinde, 10 quarter rant bırakacaktır:       “Çünkü ya tarımsal sermaye üzerinden iki kâr oranı olması gerekecektir ya da on quarter veya 10 quarterin değeri, başka bir amaç için 1 numaranın ürününden, çıkarılmalıdır. 1 numarayı ister toprağın sahibi, ister başka biri eksin, bu on quarter aynı biçimde rantı oluşturur; çünkü 2 numaranın ekicisi, ister 1 numarayı ekerek on quarteri rant için ödesin, ister 2 numarayı ekmeyi sürdürerek hiç rant ödemesin, kendi sermayesiyle aynı sonucu elde ederdi” (agy, s. 58).       İşin aslında tarımsal sermayenin iki kâr oranı olurdu; yani 1 numara (bu durumda kendisini rant diye yerleştirebilecek olan) 10 quarter kâr fazlası getirirdi. Ama iki sayfa ilerde bizzat Ricardo, aynı üretim alanı içinde aynı tür sermaye üzerinden, dolayısıyla tarımsal sermaye üzerinden yalnızca iki değil ama birçok farklı kâr oranının yalnızca olası değil, üstelik kaçınılmaz olduğunu söyler:       “En verimli ve en elverişli konumdaki toprak ilk ekilip-biçilen toprak olacaktır ve ürünün değişilebilme değeri, tüm öteki metaların değişilebilme değeri için olduğu biçimde ayarlanacaktır — yani bu ürünü üretmek ve pazara getirmek için, en baştan en sona kadar çeşitli biçimlerde gerekli olan toplam emeğe göre ayarlanacaktır. Niteliği daha düşük bir toprak ekime açıldığı zaman ondan alınan ürünün değişilebilme değeri yükselecektir, çünkü onu üretmek için daha çok emeğe gerek olacaktır.
      “Tüm metaların, ister imal edilsin, ister madenden çıkarılsın, ister toprağın ürünü olsun, hepsinin değişilebilme değeri, özellikle kendine özgü üretim kolaylıklarına sahip olanların yararlandığı oldukça elverişli koşullar altında, üretimleri için yeterli olacak daha az miktar emekle değil, ama her zaman, bu tür kolaylıklara sahip olmayanların, o ürünlerin üretimi için zorunlu olarak harcadıkları daha büyük miktardaki emeğe göre düzenlenir; en elverişsiz koşullarda onları üretmeyi sürdürenlerce belirlenir; en elverişsiz koşullar [derken .] kastedilen” (eski fiyattan) “gerek duyulan ürün miktarının üretimi sürdürmeyi gerektirdiği en elverişsiz koşullardır” (agy, s. 60-61).
      Dolayısıyla, her bir sanayide yalnızca iki değil birçok kâr oranı, yani genel kâr oranından sapmalar [vardır].
      Bu noktada, aynı toprakta farklı miktarlarda sermaye kullanımının etkilerine ilişkin olan örneğin (s. 58-59) daha fazla ayrıntısına girmenin gereği yok. Yalnızca şu iki önerme [not edilecek]:       1. “Rant her zaman, eşit miktarlarda iki sermaye ve emeğin ||604| yatırılmasıyla elde edilen ürünler arasındaki farktır” (agy, s. 59). [sayfa 297]       Başka deyişle, {toprak mülkiyetinin olmadığı varsayımına göre) yalnızca farklılık rantı vardır. Çünkü       2. “iki kâr oranı olamaz” (agy, s. 59).
      “En iyi toprakta, eski aynı emekle, aynı ürünün elde edilebileceği doğrudur, ama daha az verimli toprakta yeni emek ve sermaye kullananların elde ettiği azalan hasılat nedeniyle, o ürünün değeri çoğalır. Dolayısıyla verimli toprağın daha düşük topraklar karşısındaki avantajları hiçbir biçimde yitirilmemiş, yalnızca ekiciden tüketiciye ya da toprak sahibine aktarılmıştır; gene de daha düşük topraklarda daha çok emeğe gerek olduğu için ve ek ham ürün arzını kendimize yalnızca bu topraklardan sağlayabildiğimiz içint [en verimli toprağın -ç.] ürününün ötekilere göre değeri sürekli olarak eski düzeyinin üstünde olacak ve o ürünün daha fazla şapka, giysi, ayakkabı, vb. ile değişil meşin i sağlayacaktır; [...] o ürünün üretiminde bu tür ek emek miktarına gerek olmamıştır.
      “Bu durumda ham ürünün göreli değerinin artış nedeni, elde edilen son kısmın üretiminde daha çok emek kullanılmasından ileri gelir, toprak sahibine rant ödenmesinden ileri gelmez. Tahıl değerini, ürünün rant ödemeyen nitelikteki o toprakta ya da o sermaye parçasıyla üretilmesine harcanan emek miktarı düzenler. Tahıl [fiyatı .] rant ödendiği için yüksek değildir, ama tahıl [fiyatı -ç.] yüksek olduğu için rant ödenmektedir; ve haklı olarak gözlemlenmiştir ki, toprak sahipleri kendi rantlarından vazgeçseler bile tahıl fiyatında herhangi bir indirim olmaz. Böyle bir önlem, yalnızca bazı çiftçilerin beyefendiler gibi yaşamasını sağlayabilir ama, tarımdaki en verimsiz toprakta ham ürün elde etmek için harcanması gereken emek miktarını azaltmaz” (agy, s. 62-63).
      “Tahıl değerini, ürünün, rant ödemeyen o toprakta ... üretilmesine harcanan emek miktarı düzenler (agy, s. 63) biçimindeki hatalı önermeye burada eğilmemi, daha önceki açıklamalarım gereksiz duruma getirmiş bulunuyor. Belirtmiş olduğum gibi, sonuncu toprak türünün rant ödeyip ödememesi, [ya da] hiç rant ödememesi, mutlak rantın tamamını mı [yoksa] bir bölümünü mü ödediği, ya da mutlak rantın yanısıra (eğer verim çizgisi artan bir çizgiyse) farklılık rantı ödeyip ödemediği bir ölçüde, verim çizgisinin artan ya da azalan bir çizgi oluşuna bağlıdır ve her durumda tarımsal olmayan sermayenin bileşimine göre tarımsal sermayenin göreli bileşimine bağlıdır; ve bu bileşimdeki farklılık sonucu eğer mutlak rant öngörülüyorsa, yukardaki durumlar, piyasanın durumuna bağlıdır. Ama özellikle Ricardo’vari örnek, (her ne kadar o zaman rant değilse bile fermage ödenirse de) ancak iki koşulda olabilir; ya yasada ya da fiilen toprak mülkiyeti varolmadığı zaman ya da en iyi toprak, ancak pazar değerinde bir düşüş olursa pazarda yer bulabilecek ek arz sağladığı zaman. [sayfa 298]
      Ama yukardaki alıntıda, bunun yanısıra yanlış ya da tek yanlı daha başka şeyler de var. Ham ürünün göreli değeri –ki burada pazar değerinden başka bir şey değildir– yukardaki nedenden [olduğu gibi -ç.] başka nedenlerle de artabilir. [Birincisi] eğer o ana kadar değerinin altında, hatta belki de maliyet fiyatının altında satıldıysa [artabilir .]; ham ürün üretiminin, büyük bir bölümünün ekicinin tüketimine yönlendirildiği belli bir toplum düzeninde (ayrıca, ortaçağda, kasaba ürününün tekel fiyatını güvenceye aldığı dönemde) bu hep böyledir. İkincisi, ham ürün –maliyet fiyatından satılan öteki metaların tersine– henüz değerinden satılmadığı zaman da böyle olur.
      Son olarak, eğer toprak sahibi farklılık rantından vazgeçerse ve onu çiftçi cebine atarsa tahıl fiyatı açısından hiçbir şey fark etmeyeceğini söylemek doğrudur. Ama bu, mutlak rant için doğru değildir. Bu noktada, toprak mülkiyetinin ham ürün fiyatını yükseltmediğini söylemek yanlıştır. Tam tersine fiyat yükselir, çünkü toprak mülkiyetinin müdahalesi, ham ürünün değerinden satılmasına neden olur; bu değer ürünün maliyet fiyatının üstündedir. Yukardaki gibi tarımsal-olmayan sermayenin 80s + 20d [sterlinden -ç.] oluştuğunu, artı-değerin %50 olduğunu varsayalım; o zaman kâr oranı [yüzde] 10 ve ürün değeri 110 [sterlindir -ç.]. Öte yandan tarımsal ||605| sermaye 60s + 40d [sterlinden .] oluşmuştur, ürün değeri 120’dir. Ham ürün değerinden satılmıştır. Eğer yasal olarak –ya da kolonilerdeki gibi göreli toprak bolluğu nedeniyle pratikte– toprak mülkiyeti olmasaydı, o zaman ürün 115’ten satılabilirdi. Çünkü birinci ve ikinci sermayenin (yani 200’ün) toplam kârı 30’a eşittir; şu halde ortalama kâr 15’e eşitlenir. Tarımsal-olmayan ürün 110 yerine 115’e satılabilir; tarımsal ürün 120 yerine 115’e satılabilir. Böylece tarımsal ürünün, tarımsal-olmayan ürüne göre göreli değeri onikide-bir oranında düşer; ancak her iki sermaye için –ya da sınai ve tarımsal, toplam sermaye için– ortalama kâr 10’dan 15’e %50 oranında artar. |605||

*


      ||636| Kendi rant kavramı için Ricardo şöyle der:       “Ben rantı kısmi bir tekelin sonucu sayarım; gerçekte hiçbir zaman fiyatı düzenlemez” [agy, s. 332-333]       (yani hiçbir zaman tekel olarak hareket etmiyor, dolayısıyla hiçbir zaman tekelin sonucu değil. Ricardo için tekelin tek sonucu rantı, çiftçi yerine daha iyi tür toprağın sahibinin cebe indirmesi olabilirdi), [sayfa 299]       “ama daha çok onun sonucudur. Eğer toprak sahipleri tüm ranttan feragat etselerdi, benim görüşüm o ki, toprakta üretilen metalar daha ucuz olmazdı; çünkü her zaman, toprakta üretilmiş aynı molaların bir bölümü vardır ki, artı-ürün, yalnızca sermayenin kârını ödemeye yetecek kadar olduğundan, bu bölüm için hiçbir rant ödenmez ya da ödenemez” (agy, s. 333).       Buradaki artı-ürün, ücretlerin emdiği ürünün üzerindeki fazladır. Varsayalım, belli bir toprak hiç rant ödemiyor; eğer bu toprak ya da daha doğrusu onun ürünü pazar değerini düzenliyorsa Ricardo’nun savı ancak o zaman doğrudur. Öte yandan, eğer pazar değerini daha verimli toprak düzenlediği için bu toprağın ürünü rant bırakmıyorsa, bu olgu hiçbir şeyi kanıtlamaz.
      Eğer farklılık rantından “toprak sahipleri feragat etselerdi bu gerçekten çiftçilerin yararına olurdu. Öte yandan mutlak ranttan feragat, tarımsal ürünlerin fiyatını düşürür, bu süreç ortalama kârın yükseleceği ölçüye kadar, sınai ürünlerin fiyatını artırırdı. |636||

*

      ||605| “Rantın artışı, her zaman ülkenin artan zenginliğinin ve artan nüfusu için gıda sağlama güçlüğünün sonucudur” (agy, s. 65-66).       İkincisi yanlış.       “Zenginlik en hızlı, eldeki kullanılabilir toprağın en verimli olduğu, ithalatın en az sınırlandığı ve tarımsal iyileştirmeler yoluyla emeğin oransal miktarında herhangi bir artış yapmaksızın üretimin katlanabildiği ve bunun sonucunda rant artışının yavaş olduğu ülkelerde artar” (agy, s. 66-67).
      Rantın mutlak miktarı, rant oranı aynı kalırken, nüfusun artışıyla birlikte yalnızca tarımda yatırılan sermaye artarsa da artabilir; I’de hiç rant ödenmezken ve II’de mutlak rantın yalnızca bir bölümü ödenirken, göreli verim, vb. sonucu farklılık rantı önemli ölçüde yükselirse de artabilir (bkz: Tablo)3

[3. Smith’in ve Ricardo’nun Tarımsal Ürünlerin Doğal Fiyatı
Konusundaki Yaklaşımı]

      “Yüksek tahıl fiyatı rantın nedeni değil de sonucu olsaydı, rantların yüksek ya da düşük oluşuna göre fiyat oransal olarak etkilenirdi ve rant fiyatı oluşturucu bir parça olurdu. Ne var ki, tahıl fiyatının düzenleyicisi, en fazla emek miktarıyla üretilen tahıldır; ve rant o tahılın fiyatına en ufak ölçüde bile fiyatı oluşturan bir parça olarak [sayfa 300] girmez, giremez. ... Çoğu metaların oluşumuna hammadde girer ama tahıl gibi, hammaddenin değerini de hiç rant ödemeyen toprakta en son kullanılan sermaye kısmının üretkenliği belirler; bu nedenle rant, metaların fiyatını oluşturucu bir öğe değildir” (agy, s. 67).       Burada “doğal fiyat (çünkü burada tartışılan şey bu fiyat) ile değerin birbirine dolandırılmasından ileri gelen büyük bir karışıklık var. Ricardo bu karışıklığı Smith’ten almıştır. Smith’in durumunda konu bir ölçüye kadar doğrudur; çünkü Smith kendi doğru değer tanımından yola çıkar ve tanımından yola çıktığı ölçüde de yaptığı doğrudur. Ne rant, ne kâr ne de ücretler, metanın değerini oluşturan bir öğe değildirler. Tam tersine metanın değeri belli ise, değer farklı kısımlara, ya birikmiş emek (değişmeyen sermaye) ya da ücretler veya kâr ve de rant kısımlarına bölünebilir. Öte yandan doğal fiyat ya da maliyet fiyatından söz ederken Smith; onu oluşturan kısımları belli önkoşullar olarak adlandırabilir. Ama doğal fiyatıyla değeri karıştırdığı anda, bunu, metanın değerine taşımış olur.
      Hammaddeyle makinelerin (kısaca değişmeyen sermayenin) her bir üretim alanındaki kapitaliste dışardan belirlenmiş görünen sabit bir fiyatla üretime girmesi olgusunun ötesinde, metalarının fiyatını hesap ederken kapitalistin yapması gereken iki şey vardır: emeğin ücretinin fiyatını eklemelidir ki, bu da (belli sınırlar içinde) onun için belli gibidir. Metanın doğal fiyatı, pazar fiyatı değildir, uzun bir dönemdeki ortalama pazar fiyatıdır ya da pazar fiyatını kendine çeken merkez noktasıdır. Bu çerçevede, ücretlerin fiyatını, genelinde emek-gücünün değeri belirler. Ama kâr oranı –doğal kâr oranı– tarımsal-olmayan sanayide kullanılan sermayeler toplamının ürettiği toplam metaların değeri tarafından belirlenir. Çünkü bu, metanın kapsadığı değişmeyen sermaye değeri ile ücret değerinin fazlasıdır. Toplam sermayenin yarattığı toplam artı-değer, mutlak kâr miktarını oluşturur. Bu mutlak miktarın yatırılan tüm sermayeye oranı, genel kâr oranını belirler. Bu nedenle genel kâr oranı da –yalnızca tek tek her bir kapitaliste değil, ama her bir üretim alanındaki sermayeye de– dışardan belirlenmiş gibi görünür. Kapitalistin, –ona göründüğü üzere bir bütünü oluşturan parçaları birbirine ekleyerek ya da parçalardan bütünü oluşturarak– belli bir metanın doğal fiyatını meydana getirmek için genel kâr [oranını -ç.], örneğin, diyelim %10’u ||606|, ürünün içerdiği hammaddenin, vb. fiyatına ve ücretlerin doğal fiyatına eklemesi gerekir. Doğal fiyatın, ya da biraz fazlasının ya da azının ödenmesi, o sırada başat olan pazar fiyatının düzeyine bağlıdır. Değerden farklı olan maliyet fiyatına yalnızca ücretler ve kâr girer; [sayfa 301]rant yalnızca harcanan hammaddenin, makinenin vb. fiyatında esasen yer aldığı ölçüde girer. Yani, hammaddenin, makinenin, kısaca değişmeyen sermayenin fiyatını daha önceden belirlenmiş bir toplam olarak gören kapitalistin rantı olarak girmez.
      Rant, maliyet fiyatına, tamamlayıcı kısım olarak girmez. Eğer, özel koşullarda tarımsal ürün kendi maliyet fiyatından satılırsa, o zaman rant da yoktur. Bu durumda [belli bir -ç.] tür toprağın, maliyet fiyatından satılan ürünü, o alandaki ürünün pazar değerini belirlediği zaman, sermaye açısından toprak mülkiyeti ekonomik olarak yoktur. (Tablo D, Konum I farklıdır.4)
      Ya da (mutlak) rant vardır. Bu durumda tarımsal ürün, kendi maliyet fiyatının üstünde satılmıştır., Maliyet fiyatının üstünde olan değerinden satılmıştır. Ama ürünün pazar değerine rant girer ya da daha doğrusu pazar değerinin bir parçasını oluşturur. Ama rant, çiftçiye önceden belirlenmiş bir şey olarak görünür; tıpkı kârın sanayiciye görünüşü gibi. Rantı, tarımsal ürün değerinin, maliyet fiyatı üstündeki fazlası belirler. Ama çiftçi de hesabını tıpkı kapitalist gibi yapar: önce giderler, ikincisi ücretler, üçüncüsü ortalama kâr, son olarak rant; rant da ona, benzer biçimde sabit bir şeymiş gibi görünür. Bu onun için, örneğin buğdayın doğal fiyatıdır. Bu fiyatı elde edip edememesi, pazarın başat olan durumuna bağlıdır.
      Maliyet fiyatı ile değer arasındaki farklılık gereği gibi korunursa, o zaman, rant, bütünü oluşturan bir parça olarak maliyet fiyatına asla giremez; maliyet fiyatını oluşturucu parçalardan ancak meta değerinden ayrışık olarak söz edilebilir. (Kâr fazlası gibi, farklılık rantı da maliyet fiyatına asla girmez, çünkü pazar maliyet fiyatının[91] bireysel maliyet fiyatı üzerindeki fazlasından ya da pazar değerinin bireysel değer üzerindeki fazlasından başka bir şey değildir.)
      Şimdi bu çerçevede Ricardo, Adam Smith’e karşı rantın maliyet fiyatına asla girmediğini öne sürerken işin özünde haklıdır. Ama bunu, maliyet fiyatı ile değer arasındaki farkı gözeterek değil de Smith gibi ikisini özdeşleyerek kanıtlarken hatalıdır; çünkü her ne kadar değer ücretlere, kâra ve ranta ayrışabilirse de, ne rant, ne kâr, ne de ücretler değerin tamamlayıcı parçası değildir, üstelik, her üç parça da eğer her üçü de varsa, önemi bakımından eşittir. Ricardo’nun mantığı şu: Rant tarımsal ürünün doğal fiyatını oluşturan bir parça değildir, çünkü tarımsal ürünün pazar değerini belirleyen şey, en kötü topraktan alınan ürünün, maliyet fiyatına, ve o ürünün değerine eşit olan fiyatıdır. Dolayısıyla, rant değeri [oluşturan] [sayfa 302] bir parça değildir, çünkü doğal fiyatı [oluşturan] bir parça delildir — doğal fiyat da değere eşittir. îşte bu yanlış. En kötü toprakta yetiştirilen ürünün fiyatı, o ürünün maliyet fiyatına eşittir; ya bu ürün, kendi değerinin altında satıldığı için –Ricardo’nun dediği gibi değerine satıldığı için değil– ya da o tarımsal ürün ayrıksın olarak değeri ve maliyet fiyatı özdeş olan metalar sınıfına ya da türüne ait olduğu için, fiyatı maliyet fiyatına eşittir. Belli bir üretim alanında belli bir sermaye ile, diyelim 100 sterlinlik bir sermaye ile yaratılan artı-değer, toplam sermayenin aynı göreli parçasına (100 sterline) isabet eden ortalama artı-değere denk düştüğü zaman olan budur. İşte Ricardo’nun karıştırdığı bu.
      Adam Smith’e gelince: maliyet fiyatını değerle bir ve aynı saydığı ölçüde, bu yanlış varsayım temelinde, kâr ve ücretler gibi rant da “doğal fiyatı oluşturan bir parçadır” derken haklıdır. Bunun tersine, daha sonraki açıklamalarında rantın, doğal fiyata ücretler ve kârlar gibi girmediğini vurgularken tutarsızdır. Bu tutarsızlığa düşer, çünkü gözlemi ve doğru çözümlemesi, onu gene de, tarımsal-olmayan ürünün doğal fiyatıyla tarımsal ürünün pazar değerinin belirlenişinde bir farklılık olduğunu kabul ve itirafa zorlar. Smith’in rant teorisini tartışırken bu konuya yeniden eğileceğiz.

[4. Ricardo’nun Tarımsal İyileştirmeler Konusundaki Görüşleri.
Tarımsal Sermayenin Organik Bileşimindeki Değişikliklerin
Ekonomik Sonuçlarını Anlamakta Ricardo’nun Yetersiz Kalışı]

      ||607| “Sermayenin, her seferinde üretimsel bakımdan daha az kazanç bırakan ek bir parçasının toprağa yatırılması zorunlu duruma geldikçe rantın arttığını daha önce görmüştük.”       (Ama sermayenin her ek parçası üretimsel bakımdan [mutlaka -ç.] daha az kazanç bırakmaz.)       “Aynı ilkelerden çıkan sonuç şudur ki, toplumda, aynı miktar sermayenin toprağa yatırılmasını gereksiz duruma getiren ve bundan ötürü son kullanılan parçayı daha üretken yapan herhangi bir koşul rantı düşürür” (agy, s. 68).       Yani (daha düşük) mutlak rant, ille de farklılık rantı değil. (Bkz: Tablo B.)
      Bu koşullar, nüfustaki bir azalmayı izleyerek “bir ülke sermayesinin azaltılması olabilir. Ama tarımsal emeğin üretken güçlerinin daha üst düzeyde geliştirilmesi de [olabilir -ç.].       “Ne var ki, bir ülkenin zenginliği ve nüfusu arttığı zaman, bu artışa, tarımda daha kötü topraklan ekip-biçme gereğini azaltacak ya da aynı miktar sermayeyi daha verimli [toprak -ç.] parçalarına [sayfa 303] yayacak türden önemli iyileştirmeler eşlik ederse aynı sonuçlar sağlanabilir” (agy. s. 68-69).       (Ne garip ki, burada Ricardo, Anderson’un kuvvetle vurguladığı bir noktayı, daha kötü toprakların niteliğini iyileştirici sonuçlar verecek geliştirmeleri unutuyor.)
      Ricardo’nun şu önermesi tümden yanlış:       “Aynı nüfusla, fazlasıyla değil, herhangi bir ek miktarda tahıl talebi olamaz” (agy, s. 69).       Tahıl fiyatındaki bir düşüşle birlikte, öteki ham ürünlere, taze sebzeye, ete, vb. yönelik talebin sıçrayacağı, ve tahıldan schnapps, [sert içkiler .], vb. yapılabileceği gerçeğinden tamamen ayrı olarak, Ricardo burada, tüm nüfusun istediği kadar tahılı tükettiğini varsayıyor. Bu yanlıştır.       (“1848, 49, 50’de tüketimimizdeki devcesine artış, daha önce iyi beslenmemiş olduğumuzu ve arzdaki açık yoluyla fiyatların tırmandırıldığını gösteriyor.” (F. W. Newman, Lectures on Political Economy [Ekonomi Politik Dersleri], Londra, 1851, s. 158.)       Aynı Newman şöyle diyor:       “Ricardo’nun” rantın fiyatı artıramayacağı “savı, rant isteme gücünün, gerçek yaşamın hiçbir durumunda arzı azaltamayacağı varsayımına bağlanıyor. Ama neden? Eğer rant istenmeseydi derhal ekilip-biçilebilecek olan çok miktarda arazi parçası var ki, toprak sahipleri, ya av sahası olarak daha avantajlı koşullarda kiraya verebileceği için ya da [....] toprağın romantik yabanlığını, ekilip-biçilmesi karşılığında sağlayabilecekleri ufak ve nominal ranta yeğledikleri için yapay biçimde boş tutuluyor (agy, s. 159.)       Gerçekten de toprak sahibi toprağını tahıl üretiminden çekerse, otlağa ya da konut alanına veya İskoçya’nın dağlık yöresindeki bazı illerde olduğu gibi av amaçlı yapay koru haline dönüştürürse rant elde edemeyeceğini söylemek yanlış olur.
      Ricardo tarımda iki türlü iyileştirmeyi birbirinden ayırıyor. Bir türü       “... toprağın üretim gücünü artıran ... [türden olanlar]... daha ustalıklı ürün rotasyonu ya da daha iyi gübre seçimi [dir]. Bu iyileştirmeler, kesinlikle aynı ürünü daha küçük bir topraktan elde etmemizi sağlar.” (David Ricardo, On the Principles of Political Economy, and Taxation [Ekonomi Politiğin İlkeleri ve Vergilendirme Üzerine], Londra, 1821, s. 70.)
      Bu durumda, Ricardo’ya göre rantın düşmesi gerekir. [sayfa 304]
      “Eğer, birbirini izleyen sermaye parçaları 100, 90, 80, 70 ürün verirse, o dört parçayı yatırdığım zaman benim rantım 60, ya da
70 ve 100 = 30

}

bu arada ürün de

{

100
70 ve 90 = 20 90
70 ve 80 = 10 80
    70
  60 340
      arasındaki fark olur.
      Ve bu parçaları yatırdığım sürece, her birinin ürününün eşit olarak artması gerekmesine karşın, rant aynı kalır.”
      (Eğer eşit bir artış olmasaydı, artan verimliliğe karşın rantın artması olasıdır.)       “100, 90, 80, 70 yerine eğer ürün 125, 115, 105, 95’e yükseltilirse rant gene 60 ya da
105 ve 125 = 30

}

bu arada ürün
440’a yükselir

{

125
95 ve 115 = 20 115
95 ve 105 = 10 105
    95
  60 440

arasındaki fark olur.
      “Ama, talepte herhangi bir artış olmaksızın böyle bir ürün artırımı için, toprakta onca sermayeyi yatırmanın herhangi bir nedeni yoktur; bir parça geri çekilir ve bunun sonucu, son sermaye parçası 95 yerine 105 ürün bırakır ve rant 30’a ya da
105 ve 125
105 ve 115


= 20
= 10


}

bu arada ürün, nüfusun gereksinimini
gene de karşılamaya yetecek kadar,
345 quarter olacaktır...

{

125
115
105
 
  30 345

      arasındaki farka düşer” (agy, s. 71-72).       Nüfusta bir büyüme olmaksızın, fiyat düştüğü zaman talebin artabilmesinden ayrı olarak (bizzat Ricardo ürünün 5 quarter arttığını varsayıyor) sürekli verimi azalan toprağa yüklenilmektedir, çünkü nüfus yani nüfusun tahıl tüketen, ekmek yiyen kesimi her yıl artmaktadır; ve bu kesim, [genel] nüfustan daha hızlı büyümektedir; çünkü ekmek çoğunluğun temel gıdasıdır. Dolayısıyla, talebin sermayenin üretkenliğiyle birlikte artmadığını ve bunun sonucu rantın düştüğünü varsaymanın gereği yoktur. Üstelik, verimlilik derecesindeki farklılığı, iyileştirme dengesiz biçimde etkilerse rant artabilir.
      Bunun dışında, hiç kuşku yok ki (B ve E tabloları) –talep sabit kalırken– verimlilikteki artış, yalnızca en kötü toprağı pazarın dışına atmakla kalmaz, ama daha iyi topraktaki sermayenin (Tablo B) bir kısmını bile tahıl üretiminden çekilmeye zorlayabilir. Bu [sayfa 305] durumda, eğer, farklı toprak türlerindeki ürün fazlalaşması eşit ise, tahılın rantı düşer.
      Ricardo şimdi de tarımsal iyileştirmelerin ikinci yönüne geçiyor.

      “Ancak [bazı .] iyileştirmeler vardır ki, her ne kadar toprağın para cinsinden rantını düşürürlerse de tahıl cinsinden rantım azaltmaksızın ürünün göreli değerini azaltırlar. Bu tür iyileştirmeler toprağın üretken güçlerini artırmazlar; ama ürününü daha az emekle elde edebilmemizi sağlarlar. Bu iyileştirmeler daha çok bizzat toprağın ekilip-biçilmesinden çok, toprağa yatırılan sermayenin oluşumuna yöneltilmiştir. Saban ve harman makinesi gibi tarımsal araçlardaki iyileştirmeler, tarımda çalıştırılan atların kullanımında sağlanan tasarruf ve veterinerlik mesleğinde [ulaşılan -ç.] daha ileri bilgi bu türdendir. Toprakta daha az emekle aynı şey demek olan daha az sermaye kullanılacaktır; ama aynı ürünü elde etmek için daha az toprak ekilemez. Ne var ki, bu tür iyileştirmelerin tahıl cinsinden rantı etkileyip etkilememesi, farklı sermaye büyüklükleri uygulanmasıyla elde edilen ürünler arasındaki farkın arttığı mı, aynı mı kaldığı, yoksa azaldığı mı sorusuna bağlı olacaktır” (agy, s. 73).       (Ricardo, toprağın doğal verimi üzerinde dururken de buna bağlı kalsaydı iyi ederdi. Bu durumlara geçişin, farklılık rantını artırıp artırmadığı, aynı bırakıp bırakmadığı, ya da azaltıp azaltmadığı, daha verimli, farklı topraklarda kullanılan sermayeyle elde edilen ürünün artıp artmadığına, aynı kalıp kalmadığına ya da azalıp azalmadığına bağlıdır.)       “Eğer dört parça sermaye, 50, 60, 70, 80 toprağa yatırılsa, hepsi aynı sonucu verirse ve böyle bir sermayenin oluşumundaki herhangi bir iyileştirme, her birinden 5’ini geri çekmeme ve böylece 45, 55, 65 ve 75 olmalarına olanak sağlarsa, tahıl cinsinden rantta herhangi bir değişiklik olmaz; ama iyileştirmeler, en az verimli kullandığım sermaye parçasının tümünü tasarruf etmeme olanak sağlayacak türden olursa, tahıl cinsinden rant derhal düşer; çünkü, en üretken sermaye ile en az üretken sermaye arasındaki fark || 609| azalır; rantı oluşturan da işte bu farktır (agy, s. 73-74).       Bu, Ricardo için varolan tek rant, farklılık rantı için doğrudur.
      Öte yandan, Ricardo asıl soruna hiç mi hiç değinmiyor. Bu sorunun çözümü açısından, bir quarter [tahılın -ç.] değerinde bir düşüş olup olmadığı ya da eskisi gibi aynı tür toprağın, aynı miktar toprağın ekilmesinin gerekip gerekmediği önemli değildir; değişmez sermayenin fiyatındaki azalmanın sonucu olarak –ki varsayıma göre daha az emeğe mal olur– tarımda istihdam edilen doğrudan emeğin azaldığı mıt arttığı mı, yoksa değişmediği mi önemlidir. Kısacası, sermayenin organik bir değişim geçirip geçirmediğidir. [sayfa 306]
      Örneğimizi A tablosundan (sayfa 574 not defteri XI)5 alalım ve ton yerine quarter ölçüsünü koyalım.
      Burada tarımsal-olmayan sermayenin bileşiminin 80s + 20d sterlin, tarımsal sermayeninkinin 60s + 40d sterlin, her iki durumda da artı-değer oranının %50 olduğu varsayılmıştır. Dolayısıyla, tarımsal sermayenin rantı ya da maliyet fiyatı üzerindeki değer fazlası 10 sterlindir. Böylece şu durumu elde ederiz:
       

Sınıf


Sermaye
£

Tahıl
quarter

Toplam
değer
£

Quarter başına
pazar değeri
£

Quarter başına
münferit değer

I
II
III
Toplam

100
100
100
300
60
65
75
200

120
130
150
400

2
2
2

2££ =40 şilin
111/13£=1£1612/13ş.
13/5£ =1£12 şilin

;

[Tablonun devamı]
 

Quarter başına
farklılık değeri

Quarter başına
maliyet fiyatı

Mutlak
rant
£

Farklılık
rantı
£

I
II
III


0
2/13£=31/13 ş.
2/6£=8 şilin

15/6£=1£162/3 ş.
19/13£=l£1311/13ş.
17/15£=1£91/3 ş.

10
10
10

30

0
10
30

40

[Tablonun devamı]
 

Mutlak rant
quarter

Farklılık rantı
quarter

Kira
£

Kira
quarter

I
II
III


5
5
5

15

0
5
15

20

10
20
40

70

5
10
20

35


      Sorunu en katışıksız haliyle incelemek için I, II, III’te kullanılan sermaye büyüklüğünün her üç durumda da değişmeyen sermayenin (100) fiyatındaki azalmadan eşit biçimde etkilendiği varsayılmalıdır. [sayfa 307] Çünkü eşit olmayan bir etkilenme yalnızca farklılık rantını ilgilendirir ve eldeki konuyla da hiçbir ilintisi yoktur. Bu çerçevede iyileştirmeler sonucu, daha önce 100 sterline malolan aynı miktar sermayenin şimdi yalnızca 90’a malolduğunu, böylece onda-bir ya da %10 azaldığını varsayıyoruz. Şu halde bu durumda soru, iyileştirmenin tarımsal sermayenin oluşumunu nasıl etkilediği sorusudur.
      Ücretler için kullanılan sermayenin [değişmeyen sermayeye] oranı aynı kalırsa o zaman, eğer 100, 60s + 40d sterlinden oluşuyorsa, 90 sterlin 54s + 36d sterlinden oluşur ve bu durumda toprak I’deki 60 quarterin değeri 108 sterlindir. Ama fiyattaki düşüş öyle olsaydı ki, daha önce 60 sterline malolan aynı miktar değişmeyen sermaye şimdi 54 sterline malolurken d (ya da ücretlere ödenen sermaye) 36 yerine (aynı biçimde 1/10 düşerek) 322/5 sterline malolsaydı, o zaman 100 sterlin yerine [90 sterlin değil .] 862/5 sterlin yatırılırdı. O sermayenin bileşimi de 54s + 322/5d olurdu. Ve 100 sterlin üzerinden hesaplanırsa, bu sermayenin bileşimi 62½s + 37½d olurdu. Bu çerçevede I’deki 60 quarterin değeri 1023/5 sterline eşit olurdu. Son olarak, her ne kadar değişmeyen sermaye değeri azalıyorsa da ücretlere harcanan sermayenin mutlak olarak aynı kaldığını düşünürsek, o zaman değişmeyen sermayeye göre oransal olarak büyümüş olur; böylece yatırılan 90 sterlinlik sermaye 50s + 40d’yi içerir ve 100’lük [bir sermayenin] bileşimi de 555/9s + 444/9d olur.
      Şimdi bu üç durumda, tahıl cinsinden ve para cinsinden ranta ne olduğunu görelim. Durum B’de s’nin d’ye oranı, her ne kadar ikisinin değeri de azalıyorsa da, aynı kalır. C’de ||610| s’nin değeri, oransal olarak azalır, d’ninki ise daha da düşer. D’de yalnızca s’nin değeri iner, d’ninki değil.
      Her şeyden önce, önceki say fada yer alan özgün tabloyu yeniden düzenleyelim [ve ondan sonra, B, C ve D’nin, biraz önce anlatılan durumları temsil eden ve tarımsal sermayenin organik parçalarının değer değişikliklerini resimleyen yeni tablolarıyla karşılaştıralım.]6

*


      ||611| Ekli tabloda açıkça görünen şu:
      Başlangıçta A’da oran 60s + 40d sterlindir; her sınıfta yatırılan sermaye 100’dür. Para cinsinden rant 70 sterline, tahıl cinsinden [sayfa 308] 35 quartere ulaşır.
      B’de değişmeyen sermaye ucuzlar, öyle ki her sınıfta yalnızca 90 sterlin yatınhr, ancak değişen sermaye de aynı oranda ucuza gelir ve böylece oran aynı kalır. Burada para cinsinden rant düşer, tahıl cinsinden rant aynı kalır; mutlak rant da[92] aynıdır. Para cinsinden rant azalır, çünkü yatırılan sermaye azalmıştır. Tahıl cinsinden rant aynı kalır; çünkü daha az para, oran aynı kalmak üzere [göreli olarak] daha çok tahıl [üretir].
      C’de değişmeyen sermaye daha ucuz[dur]; ama d’nin [değeri] daha da azalır, öyle ki, değişmeyen sermaye göreli olarak daha pahalıya gelir. Mutlak rant düşer. Tahıl cinsinden rant ve para cinsinden rant düşer. Para cinsinden rant, genel olarak sermaye önemli ölçüde azaldığı için; tahıl cinsinden sermaye de [çeşitli kategoriler arasındaki] farklılıklar aynı kalırken mutlak rant düştüğü için düşer; bu yüzden hepsi eşit olarak düşer.
      Ancak D’de durum tümüyle tersinedir. Yalnızca değişmeyen sermaye azalır; değişen sermaye aynı kalır. Bu Ricardo’nun varsayımıydı. Bu durumda, sermayedeki azalmadan ötürü para cinsinden rant düşer –ama düşüş pek önemsizdir, mutlak rakam olarak 1/3 sterlindir– ama konan sermayeye göre, önemli ölçüde artar. Öte yandan tahıl cinsinden rant mutlak olarak büyür. Neden? Çünkü mutlak rant %10’dan %122/9’a yükselmiştir — zira d, s’ye oranla büyümüştür. Şu halde:
       

Sermaye

Mutlak
rant
%

Mutlak
rant
£

Farklılık
rantı
£

Mutlak
rant
quarter

Farklılık
rantı
quarter

Kira
£

Kira
quarter

A) 60s+40d
B) 54s+36d
    (60s+40d)
C) 54s+322/5d
    (62½s +37½d)
D) 50s+40d
    (555/9s+444/9d)

10
10

83/4

122/9

30
27

2217/25

33

40
36

341/5

362/3

15
15
;
135/19

18

20
20

20

20

70
63

5622/25

692/3

35
35
;
335/19

38


      Ricardo devam eder:       “Aynı ya da yeni toprakta yatırılan sermayenin birbirini izleyen parçalarıyla elde edilen üründeki eşitsizliği azaltan her şey rantı düşürme eğilimindedir; [...] bu eşitsizliği artıran her ne ise o da, zorunlu olarak karşıt sonucu doğurur ve rantı artırma eğilimi gösterir” (agy, s. 74).       Sermaye geri çekilerek eşitsizlik artırılabileceği gibi, verimlilik [sayfa 309] artırılarak ya da hatta daha az verimli toprak pazarın dışına atılarak da eşitsizlik artırılabilir.

[Sınıf]

Sermaye
£

Quarter

[Toplam
Değer]
TD£

[Pazar-değeri]
PD
quarter başına

[Bireysel değer]
BD
quarter başına

[Farklılık değeri]
FD
quarter başına

A
I
II
III
Toplam

100
100
100
300

60
65
75
200

120
130
150
400

2£[=40ş]
2£[=40ş]
2£[=40ş]

$2[=40ş.]
111/13£=1£1612/13ş
19/15£=1£12ş

0
2/13£=31/13ş
2/5£=8ş

B
I
II
III
Toplam

90
90
90
270

60
65
75
200

108
117
135
360

14/5£=1£16ş
14/5 £=1£16ş
14/5 £=1£16ş
14/5£=l£16ş
143/ 65£=1£133/13ş
133/75£=1£84/5ş

0
[9/65£=]210/13ş
[9/25£=]71/5ş

C
I
II
III

Toplam
862/5
862/5
862/5

2591/5

60
65
75

200

1023/5
1113/20
128¼

342
[171/100£]=1£141/5ş
[171/100£]=1£141/5ş
[171/100£]=1£141/5ş

[171/100£]=1£141/5ş
[1188/325£=1£1137/65ş]
[146/125£=1£79/25ş]
0
[171/1300£=241/65ş]
[171/500£=621/25ş]
D
I
II
III
Toplam

90
90
90
270

60
65
75
200

110
1191/6
137½
3662/3

15/6£[=1£162/3ş]
15/6£[=1£162/3ş]
15/6£[=1£162/3ş]

15/6£[=1£162/3ş]
[19/13£=1£1311/13ş]
[17/15£=1£91/3ş]

0
[11/78£=232/39ş]
[11/30£=71/3ş]


      [sayfa 310]
Maliyet fiyatı
quarter başına


[Mutlak
Rant]
MR
£
[Farklılık
Rantı]
FR
£
[Mutlak
Rant]
MR
quarter
[Farklılık
Rantı]
FR
quarter
Rant
£


Rant
quarter


[Sermayenin bileşimi ve
mutlak
rant oranı]

15/6£=1£162/3ş
19/13£=1£1311/13ş
17/15s£=1£91/3ş

10
10
10
30
0
10
30
40
5
5
5
15
0
5
16
20
10
20
40
70
0
10
20
35

100 £lik [sınai olmayan bir sermaye] için 60s+40d
[100 £lik] sınai sermaye için 80s+20d
Mutlak rant %10


139/60£=1£13ş
134/65£=1£106/13ş
124/75£=1£62/5ş

9
9
9
27

0
9
27
36

5
5
5
15

0
5
15
20

9
18
36
63

5
10
20
35

90£ için 54s +36d
100£ için 60s +40d
Mutlak rant %10

[173/125£=]1£1117/25ş
[1751/1625£=1£979/325ş]
[1167/625£=1£543/125ş]


714/25
714/25
714/25

2217/25
0
811/20
2513/20

341/5
48/19
48/19
48/19

135/19
0
[5]
[15]

20
714/25
[1611/100]
[3321/100]

5622/25
48/19
[98/19]
[198/19]

335/9
862/5£ için 54s+322/5d
100£ için 62½s+37½d
[Sermaye] 100£ = [ürün değeri] 1183/4£ Böylece
mutlak rant %83/4
[113/20£=]1£13ş
[134/65£=1£106/13ş]
[18/25£=1£62/5ş]

11
11
11

33
0
91/6
27½

362/3
6
6
6

18
0
[5]
[15]

20
714/25
[1611/100]
[3321/100]

692/3
48/19
[98/19]
[198/19]

38
90£ = 50s+40d
100£ = 555/9s+444/9d
[Sermaye] 100£ = [ürün değeri] 1222/9£. Mutlak
rant %122/9

      [sayfa 311]
      (Toprak sahibi ve kapitalist. The Morning Star gazetesi,[93] 15 Temmuz 1862 tarihli bir başyazısında Lancashire’ın vb. pamuklu üretim bölgelerinde (Amerikan iç savaşı ve pamuk kıtlığı sonucu) felaketle karşı karşıya kalan işçileri (gönüllü ya da zorunlu) desteklemenin kimin görevi olduğunu [inceliyor]. Şöyle diyor:       “Bu insanlar, çoğunu kendileri, kendi emekleriyle yarattıkları mal-mülkten desteklenmekte yasal bir hak sahibidirler. ... Pamuk sanayisinden servet yapan insanların, genel bir yardımla öne çıkması özellikle boynunun borcu olan kişiler olduğu belirtilmektedir. Hiç kuşkusuz öyle. ... Tüccar ve imalatçı kesimler [...] böyle yaptı. ... Ama onlar, pamuklu imalatından para yapan tek sınıf mı? Kesinlikle değil. Lancashire ve North Cheshire’ın toprak sahipleri, bu yolla yaratılan servetten müthiş bir pay aldılar. Ve bu toprak sahiplerinin, onlara özgü avantajı, bu zenginliği yaratan [...] sanayiyi bir ucundan olsun tutmuş ya da bir fikir katkısı yapmış olmaksızın o servetten pay almış olmalarıdır. ... Fabrika sahibi, sermayesini, ustalığını, gözünü kırpmayan uyanıklığım bu ||612| büyük sanayinin yaratılmasına vermiştir, şimdi çok ağır bir darbenin, etkisi altında sendeliyor; fabrika işçisi ustalığını, zamanını, kol emeğini vermiştir; peki Lancashire’ın toprak sahipleri ne verdiler? Hiçbir şey — kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey; ama gene de, bundan öteki sınıfa göre çok daha önemli kazanç elde ettiler ... hiç kuşkusuz, bu büyük toprak sahiplerinin yıllık gelirlerinde, bu tek nedene bağlanabilecek olan artış, devcesine bir şeydir, bir olasılıkla üç kattan az değildir.”       Kapitalist, işçileri doğrudan sömürendir. Yalnızca doğrudan el-koyan değildir, ama artı-emeği doğrudan yaratandır. Ama (sanayi kapitalisti için) bu ancak üretim sürecinde ve bu süreç yoluyla olabileceği için, o kapitalistin kendisi de bir üretim görevlisidir, yöneticisidir. Öte yandan toprak sahibi, toprak mülkiyeti aracılığıyla (mutlak rant için) ve değişik toprak türlerinin fiziksel farklılığı nedeniyle (farklılık rantı için) bir hak iddiasındadır; bu iddia onun, yönetimine ve yaratılmasına hiçbir katkıda bulunmadığı artı-emeğin ya da artı-değerin bir bölümünü cebine atmasına olanak sağlar. Bu çerçevede, her nerede bir çatışma olsa kapitalist onu yalnızca, sırtındaki bir kambur, zevkine düşkün bir ur, kapitalist üretime musallat olmuş bir asalak, kendisine yapışmış bir bit olarak görür.)
      “Madenlerin Rantı Hakkındaki bölüm III [David Ricardo, On the Principles of Political Economy, and Taxation [Ekonomi Politiğin İlkeleri ve Vergilendirme Üzerine], 3. Baskı, Londra 1821, s. 76]. [sayfa 312]
      Bir kez daha:       “... bu rant” (madenlerin rantı) “toprak rantı gibi, hiçbir zaman onların ürününün yüksek değerinin nedeni değil, sonucudur” (agy, s. 76).       Mutlak rant sözkonusu olduğu ölçüde, bu rant yüksek [ürün .] değerinin ne nedeni, ne sonucudur; ama değerin maliyet fîyatı üzerindeki fazlasının sonucudur. Bu fazlanın, maden ya da toprağın ürünü için ödenmesi ve böylece mutlak rantın oluşması, o fazlanın sonucu değildir çünkü bu değer fazlası, tüm iş sınıflarında vardır, o belirli üretim alanlarındaki ürünün fiyatına girmez toprak mülkiyetinin sonucudur.
      Farklılık rantıyla ilgili olarak, yüksek değer [terimi ile .], daha verimli toprak ve maden sınıflan için, ürünün pazar değerinin gerçek ya da bireysel değeri üzerindeki fazlası kastedildiği ölçüde, farklılık rantının bu yüksek değerdin sonucu olduğu söylenebilir.
      Ricardo’nun, en kötü toprağın ya da madenin ürününü düzenleyen değişilme değerinden yalnızca maliyet fiyatını, maliyet fiyatından da harcanan öndelikleri ve artı alelade kârı anlaması ve maliyet fiyatıyla gerçek değeri yanlış biçimde özdeşlemesi, aşağıdaki alıntıdan da görülecektir:       “İşletilen en kötü madenden çıkarılan metal, o madende istihdam edilenlerin giyeceklerini, yiyeceklerini ve tükettikleri öteki zorunlu maddeleri sağlamaya ve ürünü pazara getirmeye yetecek kadar olmakla kalmayan, ama, girişimi sürdürmek için sermaye yatıranın genel ve alelade kârını da kaldırabilen bir asgari değişilme değeri olmalıdır. Rant bırakmayan en kötü madenden sermayenin elde ettiği kazanç, öteki daha verimli tüm madenlerin rantını düzenler. Bu madenin olağan sermaye kârını bırakacağı varsayılır. Öteki madenlerin bundan fazla ürettiği her şey zorunlu olarak rant sahiplerine ödenecektir” (agy, s. 76-77).       Dolayısıyla burada açık bir dille şöyle demiş oluyor: Rant, tarım ürünü fiyatının (değişim değeriyle fiyat burada aynı) maliyet fiyatı –yani yatırılan sermayenin değeri artı olağan (ortalama) sermaye kârı– üzerindeki fazlasına eşittir. Demek ki, tarımsal ürünün değeri maliyet fiyatından yüksekse, toprak farklılıklarına bakmaksızın rant ödeyebilir — en kötü toprak ve en kötü maden en iyisi kadar mutlak rant ödeyebilir. Eğer tarımsal ürünün değeri maliyet fiyatından daha yüksek değilse, rant, ancak pazar değerinin göreli olarak daha verimli topraklardan elde edilen ürünün gerçek değerini aşan fazlasından doğabilir.       “Eğer eşit emek miktarları eşit sabit sermaye miktarlarıyla, rant [sayfa 313] bırakmayan madenden her zaman eşit miktarlarda altın çıkarabilirlerse ...” (altın) “miktarı, taleple birlikte gerçekten de artabilir, ama değeri değişmeksizin kalır (agy, s. 79).       Altın ve maden için geçerli olan tahıl ve toprak için de geçerlidir. Dolayısıyla, eğer aynı tür toprak işlenmeye ve aynı emek harcanmasıyla aynı ürünü vermeye devam ederse, ||613| o zaman, her ne kadar taleple birlikte miktarı artarsa da bir pound altının ya da bir quarter buğdayın değeri aynı kalır. Böylece rantı (oranı değil, miktarı) ürünün fiyatındaki herhangi bir değişiklikle birlikte artar. Üretkenlik sabit kalmakla birlikte daha fazla sermaye kullanılır. Ürünün fiyatındaki herhangi bir artıştan hemen tamamen ayrı olarak ve farklı topraklarla madenlerin bıraktığı rantlarda herhangi bir oransal değişiklik yapmaksızın, bu, rantın mutlak miktarını artıran belli başlı nedenlerden biridir.

[5. Adam Smith ile Malthus’un Rant Konusundaki Görüşlerine
Ricardo’nun Yönelttiği Eleştiri]


      Bölüm XXIV Adam Smith’in Toprak Rantına İlişkin Öğretisi
      Bu bölüm, Ricardo ile Adam Smith arasındaki fark açısından büyük önem taşıyor. (Adam Smith’i ilgilendirdiği ölçüde) bu tartışmayı daha tam biçimde yapmayı, Ricardo’nunkinden hemen sonra Adam Smith’in öğretisini ex professo ele alacağımız bölüme erteleyeceğiz.
      Ricardo, Adam Smith’in, tarımsal ürün fiyatının rant bıraktığı ve bırakmadığı durumları doğruca belirlediğini göstererek ondan bir alıntıyla başlıyor. Ama öte yandan, Smith toprak ürününün bazı bölümlerinin, örneğin besin ürünlerinin, her zaman rant bırakması gerektiğini de söyler.
      Bu nedenle Ricardo, kendisi açısından dikkate değer olan şu sözleri söylüyor:       “En gerisinden en uygarına kadar her ülkede, hâlâ, kendisine yatırılan sermayeyi bu ülkede alışılmış ve normal kârla birlikte yenileme yeterliğinde olandan daha değerli ürün veremeyecek nitelikte toprak olduğuna inanıyorum. Hepimiz biliyoruz ki Amerikana durum bu, ama gene de kimse rantı düzenleyen ilkelerin bu ülkede ve Avrupa’da farklı olduğunu iddia etmiyor” (agy, s. 389-390).       Gerçekte, bu ilkeler büyük ölçüde “farklı. Toprak mülkiyetinin –fiilî ya da yasal– varolmadığı yerde mutlak rant olamaz. Toprak mülkiyetinin yeterli işareti farklılık rantı değil, mutlak ranttır. Toprak mülkiyetinin varolduğu yer ile varolmadığı yerde, rantı aynı ilkelerin düzenlediğini söylemek, toprak mülkiyetinin [sayfa 314] ekonomik biçimi, toprak mülkiyetinin varlığından ya da yokluğundan bakımsız demekle birdir.
      Ayrıca “... sermayeyi ... alışılmış kârla birlikte yenileme yeterliğinde olandan daha değerli ürün veremeyecek nitelikte toprak vardır (agy, s. 389-390) demek ne anlama geliyor? Aynı emek miktarı 4 quarter üretirse, ürün, bu emek iki [quarter .] ürettiği zamankinden daha değerli değildir, yalnızca bir durumdaki bireysel quarterin değeri, ötekine göre bir kat büyüktür. Bu nedenle, rant bırakıp bırakmaması, ürünün bu “değer” büyüklüğünden hiçbir biçimde bağımsız değildir. Eğer değeri, maliyet fiyatından yüksek ise ürün ancak o zaman bir rant bırakabilir ki bu da tüm öteki ürünlerin maliyet fiyatına bağlıdır, ya da başka deyişle, her bir üretim alanında 100 sterlinlik bir sermayenin ortalama olarak sahiplendiği ödenmemiş emeğin payına bağlıdır. Değerinin, maliyet fiyatından yüksek olup olmaması, [ürünün .] mutlak büyüklüğüne hiçbir biçimde bağlı değildir; ama tanmsal-olmayan sanayide kullanılan sermayenin ortalama bileşimiyle karşılaştırıldığı zaman, ürünün üretiminde kullanılan [tarımsal .] sermayenin bileşimine bağlıdır.       “Ama İngiltere’nin toprağı ekmede çok ilerlediği doğru olsaydı da şimdi artık rant bırakmayan hiçbir toprak kalmamış olsaydı, o zaman eskiden böyle topraklar olduğu da aynı ölçüde doğru olurdu; ve olup olmamasının sorun açısından önem taşımadığı, çünkü, Büyük Britanya’da toprağa yatırılan ve yalnızca sermayeyi olağan kârla birlikte yenileyen bir sermayenin yeni ya da eski toprağa yatırılmış olmasının farketmediği de aynı ölçüde doğru olurdu. Eğer bir çiftçi, yedi ya da ondört yıllık uzun süreli bir anlaşmayla bir toprağı kiralamayı kabul ederse, o toprakta 10.000 sterlinlik bir sermaye kullanmaya niyetlenebilir; bilir ki, mevcut tahıl ve ham ürün fiyatı üzerinden, sermayesinin harcamak zorunda olduğu bölümünü yeniden yerine koyabilir, rantını ödeyebilir ve genel kâr oranını yakalayabilir. Buna ek bir 1.000 sterlin ona, olağan sermaye kârını getirecek bir üretkenlikle kullanılamazsa, 11.000 sterlin yatırmayacaktır. Bunu yatırıp yatırmamayı hesaplarken, yalnızca ham ürün fiyatının giderlerini ve kârını sağlayacak yeterlikte olup olmadığını dikkate alır, çünkü bilir ki, ek bir rant ödemeyecektir. Kira sözleşmesinin sonunda bile ödediği rant artırılmayacaktır; çünkü eğer, bu ek 1.000 sterlin yatırıldığı için toprak sahibi rant isteminde bulunacak olsa, bu yatırımı geri çekerdi; çünkü bu yatırımı yaparak, varsayıma göre, çiftçi yalnızca başka herhangi bir sermaye yatırımıyla elde edebileceği normal ve alışılmış kârı sağlar; bu nedenledir ki, ham ürün fiyatı biraz daha artmadıkça ya da aynı şey demek olan alışılmış ve genel kâr oranı düşmedikçe, [o ek sermaye için -ç.] rant ödemeyi kaldıramaz (agy, s. 390-391).       Ricardo burada, en kötü toprağın da rant bırakabileceğini itiraf [sayfa 315] eder. Bunu nasıl açıklıyor? Ek talep sonucu ek arz sağlamak zorunlu hale geldiği için en kötü toprakta ikinci bir miktar sermaye daha yatırılıyor ||614|. Bu, eğer tahıl fiyatı artıyorsa, yalnızca maliyet fiyatını karşılayacaktır. Dolayısıyla ilk sermaye, bu maliyet fiyatının üstünde ve ötesinde bir fazlalık bırakacaktır — bu ranttır. Bu durumda gerçekte ikinci miktar yatırılmadan önce birinci miktar sermaye en kötü toprakta bir rant bırakır, çünkü pazar değeri maliyet fiyatının üstündedir. Öyleyse tek soru, bunun olması için, pazar değerinin, en kötü ürünün değerinin üzerinde mi, yoksa tersine en kötü ürünün değerinin kendi maliyet fiyatının üzerinde mi olacağı ve fiyat artışının ürünün değerinden satılması olanağını vereceğidir.
      Dahası: Fiyatın, maliyet fiyatına yani yatırılan sermaye + kâra eşit olacak kadar yükselmesi neden gerekli? Farklı üretim alanlarındaki sermayelerin rekabeti ve bir daldan ötekine sermaye aktarımı için gerekli. Yani sermayenin sermaye üzerindeki hareketinin sonucu. Peki ama sermaye hangi hareketiyle toprak mülkiyetini, ürün değerinin maliyet fiyatına düşmesine izin vermeye zorlayabilir? Tarımsal ürün talebindeki bir düşmenin eşliğinde olmadıkça, tarımdan sermaye çekilmesi bu sonucu sağlayamaz. Ters sonuç verir ve tarımsal ürünün pazar fiyatının, değerinin üstüne çıkmasına neden olur. Toprağa yeni sermaye aktarılması da bu sonucu sağlayamaz. Çünkü, kapitalist bireyden, “ortalama bir kâr ile yetinmesini ve bu kârı sağlayan fiyatın üstündeki değer fazlasını kendisine ödemesini isteme olanağını toprak sahibine veren, sermayelerin kendi aralarındaki rekabettir.
      Ama şu soru sorulabilir: Eğer toprak mülkiyeti, ürünü maliyet fiyatının üstünde, değerinden satma gücünü veriyorsa, aynı biçimde ürünü değerinin üstünde, keyfî bir tekel fiyatından satma gücünü neden vermesin? Tahılda dış ticaretin olmadığı küçük bir adada, başka her tür ürün gibi tahıl da, gıda maddesi de hiç kuşku yok ki, tekel fiyatından satılabilir; yani yalnızca talep durumuyla, başka deyişle ödeme gücüyle desteklenen talep durumuyla sınırlanan tekel fiyatından satılabilir; ve sağlanan ürünün fiyat düzeyine göre, bu fiilî talebin büyüklüğü ve genişliği büyük ölçüde değişebilir.
      Avrupa ülkelerinde ortaya çıkamayacak olan bu tür ayrıksın durumları bir yana bırakırsak, İngiltere’de bile verimli toprakların geniş bir bölümü, öteki bölümün değerini artırmak için, yapay biçimde tarımdan ve genel olarak pazardan çekilmiştir — toprak mülkiyeti ancak, sermayeler arası rekabet meta değerlerinin belirlenişini değiştirdiği ölçüde, sermayelerin hareketini etkileyebilir ve [sayfa 316] kötürümleştirebilir. Değerlerin maliyet fiyatlarına dönüştürülmesi, yalnızca kapitalist üretimdeki gelişmenin sonucudur. İlk başlarda metalar (ortalama olarak) değerlerinden satılırdı. Tarımda bundan sapılmasını toprak mülkiyeti önledi.
      Ricardo, bir çiftçi yedi ya da ondört yıllık bir sözleşmeyle, diyor, bir toprağı kiraladığı zaman, diyelim 10.000 sterlinlik bir sermaye yatırımıyla, tahıl değerinin (ortalama pazar değerinin) harcamalarını, ortalama bir kârla ve sözleşmeyle kabul edilen rantla birlikte karşılamaya elverişli olacağını hesaplar. Bu nedenle, bir toprak parçasını “uzun süreli kiraladığı” zaman, ilk düşüncesi, ürün değerine eşit olan ortalama pazar değeridir; kâr ve rant, yalnızca bu değerin, ayrıştığı öğeleridir, ama bu değeri oluşturmazlar. Öngörülen ürün değeri teori ve üretimin iç-ilişkileri açısından ne ise, mevcut pazar fiyatı da kapitalist için odur. Şimdi, Ricardo’nun bundan çıkardığı sonuca gelelim. Eğer çiftçi [yatırdığı sermayeye .] bir 1.000 sterlin daha eklerse, yalnızca, bu mevcut pazar fiyatından, bunun, kendisine olağan kârı bırakıp bırakmayacağını düşünür. Bu nedenle Ricardo, öyle görünüyor ki, maliyet fiyatının belirleyici öğe olduğunu, bu maliyet fiyatına kârın, düzenleyici bir öğe olarak girdiğini, ama rantın girmediğini düşünmektedir.
      Birincisi, maliyet fiyatına kâr da onu oluşturan bir öğe olarak girmez. Çünkü, varsayıma göre çiftçi pazar fiyatını, kendisi için başlangıç noktası olarak almaktadır ve bu belli pazar fiyatından, 1.000 sterlinin kendisine olağan kârı bırakıp bırakmayacağını tartmaktadır. Dolayısıyla bu kâr, bu fiyatın nedeni değil, sonucudur. Ama –Ricardo kendi düşünce çizgisini izlemeyi sürdürür–, 1.000 sterlinlik yatırımı, fiyatın kâr bırakıp bırakmayacağı hesabı belirler. Demek ki, 1.000 sterlinlik yatırım için ve üretimin fiyatı için kâr belirleyici öğedir.
      Dahası var: Eğer kapitalist, 1.000 sterlinin olağan kârı bırakmayacağını görürse, bu yatırımı yapmazdı. Ek yiyeceğin üretimi gerçekleşmezdi. [Bu üretim -ç.] ek talep için gerekliyse, o zaman talep, fiyatı, yani pazar-fiyatını, kâr bırakacak düzeye gelinceye kadar yükseltirdi. Böylece kâr –ranttan farklı olarak– [fiyatı .] oluşturan bir öğe haline gelirdi; ürünün değerini yarattığı için değil, ama, ürünün fiyatı, harcanan sermayenin yanısıra olağan kârı ödeyecek düzeye çıkmasaydı ||615| ürünün kendisi yaratılmayacak olduğu için, kâr [fiyatı -ç.] oluşturan bir öğe haline gelirdi. Ne var ki, bu durumda, fiyatın, rantı da ödeyecek kadar yükselmesi gerekli değildir. Demek ki rant ile kâr arasında temelli bir fark vardır, ve bir bakıma, kâr, fiyatı oluşturan bir öğedir, oysa rant değildir, denebilir. (Bu düşünce, öyle görünüyor ki, Adam Smith’in de aklının gerisindedir.) [sayfa 317]
      Bu durumda, doğrudur.
      Ama neden?
      Çünkü bu durumda toprak mülkiyeti sermayeyle toprak mülkiyeti olarak karşı karşıya gelemez; demek ki, –varsayıma göre– rantın, mutlak rantın oluştuğu [koşullar] bileşimi burada yoktur. 1.000 sterlinlik ikinci yatırımla üretilen ek tahıl, pazar değeri aynı kalırsa, başka deyişle, ek talep, fiyatın aynı kalacağı beklentisi üzerinde ortaya çıkmışsa, değerinin altında, maliyet fiyatından satılacak demektir. 1.000 sterlinle üretilen bu ek ürün, demek ki, daha kötü olan yeni bir toprağın ekime açıldığı aynı koşullar altında ortaya çıkmaktadır; pazar değerini belirlemeyen, ama daha önceden varolan pazar değerinden, yani yeni üretimden bağımsız olarak belirlenmiş fiyattan satılması koşuluyla sağlayan, yeni, daha kötü toprağın ekime açıldığı aynı koşullar altında ortaya çıkmaktadır. Bu koşullar altında, ek toprağın rant bırakıp bırakmaması, tamamen, göreli verimine bağlıdır; çünkü pazar değerini belirleyen o değildir. Eski toprağa yatırılan ek 1.000 sterlinde de durum aynı böyledir, işte tam da bu nedenle Ricardo tam tersine, ek toprağın ya da ek sermaye miktarının, pazar değerini belirlediği, çünkü bağımsız biçimde belirlenmiş, belli bir pazar değeri çerçevesinde o ürünün rant değil, yalnızca kâr bıraktığı ve ürünün değerini değil, yalnızca maliyet fiyatını karşıladığı sonucuna varır. Ne contradiction adjectol7.
      Her ne ise, bu örnekte, her ne kadar rant bırakmıyorsa da ürün yetiştirilir! Kuşkusuz. Uzun süreli kira sözleşmesi çiftçiyi, yani kapitalisti, kiraladığı toprağın sahibi yaptığı için, bağımsız karşıt bir güç olarak toprak mülkiyeti, kira süresi boyunca çiftçi için yani kapitalist için mevcut değildir. Sermaye, bu toprakta, engellenmeksizin hareket eder ve sermaye için ürünün maliyet fiyatı ona yeter. Sözleşme süresi dolduğu zaman bile, çiftçi doğal olarak rant miktarını, topraktaki sermaye yatırımının, ne ölçüde delerinden satılabilecek ve dolayısıyla rant bırakabilecek ürün sağlayacağına bağlı hale getirecektir. Belli bir pazar değeri çerçevesinde, maliyet fiyatının üstünde herhangi bir fazlalık getirmeyen bir sermaye, pazar fiyatı, ürününün maliyet fiyatına ancak ucu ucuna denk gelecek ölçüde verimi düşük olan bir toprak için rant ödemek –ya da sözleşmeyle rant ödeme yükümlülüğü altına girmek– gibi bir hesap yapmaz.
      Pratikte, işler, her zaman Ricardo’vari yürümez. Eğer çiftçinin bir miktar ihtiyat sermayesi varsa ya da 14 yıllık uzun süreli kira sözleşmesinin ilk yıllarında bir miktar sermaye elde etmişse, [sayfa 318] borçlanarak ek sermaye sağlamış olmaması koşuluyla, olağan kâr aramaz. Çünkü bu ihtiyat sermaye ile ne yapacaktır? Ek toprak için uzun süreli yeni bir kira anlaşması mı yapacaktır? Tarımsal üretim, daha büyük bir sermayeyle daha geniş bir alanın ekilmesin-dense, daha yoğun bir sermayeyle daha yüksek derecedeki bir tarımı yeğ tutar. Üstelik, eski toprağın yakın çevresinde herhangi bir toprak kiralama olanağı bulunamazsa, iki çiftlik, çiftçinin işletme yönetimini, imalat sanayisinde bir kapitalistin çalışmasını altı fabrikanın bölebileceğinden daha çok böler. Yoksa, çiftçi parasını faiz için bankaya, devlet tahvillerine mi ya da demiryolu pay senetlerine mi vb. yatırmalıdır? O zaman daha en başından olağan kârın hiç değilse yarısından ya da üçte-birinden vazgeçmiş olur. Bu durumda, bu parayı ek sermaye olarak çiftliğe yatırabilirse, ortalama kârın altında, örneğin %10 olsa bile, eğer kendi kârı %12 idiyse, gene de faiz %5 ise, o %100 daha kazançlı olacaktır. Bundan ötürü, 1.000 sterlini eski çiftliğe yatırmak, onun için gene de kârlı bir spekülasyondur. ||616|
      Demek ki, Ricardo’nun, bu ek sermaye yatırımını, yeni toprağa ek sermaye uygulanmasıyla bir tutması çok yanlıştır. Birinci durumda, kapitalist üretimde bile, ürünün olağan kârı bırakması mutlaka gerekli değildir. Yalnızca çiftçinin ihtiyat sermayesini, para-sermaye yerine sınai bir işte kullanmayı yeğlemesi için, olağan faiz oranından, yüklendiği riske ve zahmete değecek kadar yüksek bir kâr getirmesi gereklidir.
      Ancak bu gözlemden Ricardo’nun çıkardığı şu sonuç, daha önce belirtildiği üzere, saçmadır.       “Eğer Adam Smith’in o geniş kavrayışlı aklı bu gerçeğe yönelmiş olsaydı, rantın, ham ürün fiyatını oluşturan tamamlayıcı kısımlardan biri olduğunda ısrar etmezdi; çünkü her yerde, fiyatı, sermayenin bu son kısmıyla elde edilen ve içinden bir rant ödenmeyen kazancı belirler (agy, s. 391).       Oysa onun çizdiği resim tam tersini kanıtlıyor: yani, bu son sermaye kısmının toprağa yatırılmasını düzenleyen şey pazar fiyatıdır; bu pazar fiyatı, sermayenin yatırılması işinden bağımsız olarak önceden vardı — bu nedenle, hiçbir rant içermez, yalnızca kârı içerir. Kapitalist üretim için kârın tek düzenleyici olduğu çok doğrudur. Ve bundan ötürü eğer üretimi yalnızca sermaye düzenleseydi, mutlak rantın varolmayacağı da doğrudur. Rant, üretim koşullarının, toprak sahibine, üretimin yalnızca sermaye tarafından düzenlenmesine engel koyma olanağını verdiği noktada ortaya çıkar.
      İkincisi Ricardo, rantın doğru ilkelerini [yalnızca] kömür madenleriyle ilgili olarak geliştirdiği gerekçesiyle Adam Smith’e [sayfa 319] serzenişte bulunuyor (s. 391 vd.); hatta şunu bile söylüyor:       “Rant ilkesi burada tümüyle hayranlık uyandıracak biçimde ve pek güzel açıklanıyor, ama [burdaki -ç.] her sözcük, madenler için geçerli olduğu ölçüde toprak için de geçerlidir; gene de o, ‘toprağın üzerindeki malikanelerde durum daha başkadır’ iddiasında bulunuyor.” (agy, s. 392).       Adam Smith, belli koşullarda toprak sahibinin, toprak üzerindeki mülkiyet hakkını oyuna sokmak ve buna dayanarak mutlak rant istemek üzere sermayeye etkin biçimde –her ne kadar başka bazı koşullarda böyle değilse de– direnme gücüne sahip olduğunu sezinlemiştir; özellikle gıda üretiminin rant yasasını ortaya çıkardığını, oysa toprağa yapılan başka sermaye yatırımlarında rantın, tarımsal rant tarafından belirlendiğini sezinlemiştir.       “Hem ürünlerinin, hem rantlarının oranı” (diyor Adam Smith) “onların göreli verimine değil, mutlak verimine oranlıdır” (agy, s. 392).       Ricardo yanıtında, gerçek rant ilkesine çok yaklaşmıştır. Şöyle diyor:       “Ama varsayalım ki, rantı yüklenemeyecek hiçbir toprak yoktur; o zaman, en kötü toprağın rantı, ürün değerinin, sermaye harcaması ve olağan sermaye kârı üzerindeki fazlasına orantılı olur; aynı ilke, daha iyi nitelikteki ya da konumdaki toprağın rantını da yönetir; ve böyle olduğu içindir ki, bu toprağın rantı, ona göre daha alt düzeyden olan toprağın rantını, sahip olduğu üstünlükler ölçüsünde aşar; aynı şey üçüncü kalite ve giderek en iyisi için de söylenebilir. Bu durumda, toprağın rantı olarak ödenecek ürün parçasını belirleyen şeyin, toprağın göreli verimi olduğu apaçık belli değil mi — tıpkı madenlerin rantı olarak ödenecek ürün parçasını belirleyen şeyin, madenlerin göreli verimliliği olması gibi?” (agy, s. 392-393).       Burada Ricardo rantın doğru ilkesini açıklıyor. Eğer en kötü toprak rant ödüyorsa ve rant –yani mutlak rant böylece toprağın farklı doğal verimliliğinden bağımsız olarak ödeniyorsa, o zaman bu rant, “ürün değerinin sermaye harcaması ve olağan sermaye kârı üzerindeki fazlasına [agy, s. 392-393] eşit olmalıdır; yani ürün değerinin maliyet fiyatı üzerindeki fazlasına eşit olmalıdır. Ricardo, kendi ilkelerine ters düşecek biçimde ve yanlış olarak, değerin, ürünün maliyet fiyatına eşit olduğu biçimindeki Smith doktrinini kabul ettiği için, böyle bir fazlalığın olamayacağını varsaymaktadır. ||617|
      İşin geri kalanında da bir kez daha yanılgıya düşer.
      Farklılık rantını, kuşkusuz “göreli verim” belirler. Mutlak rantın, “doğal verimlilikle hiçbir ilgisi yoktur.
      Ama Smith, en kötü toprağın ödediği fiilî rantın, öteki [sayfa 320] toprakların mutlak verimine ve en kötü toprağın göreli verimine ya da en kötü toprağın mutlak verimine ve öteki toprakların göreli verimine bağlı olabileceğini söylerken gerçekten haklıdır.
      Çünkü en kötü toprağın ödediği fiilî rant miktarı, Ricardo’nun düşündüğü gibi, ürününün maliyet fiyatını aşan değer fazlasına değil, ama, maliyet fiyatının üstündeki pazar değeri fazlasına bağlıdır. Ama bunlar çok farklı şeylerdir. Eğer pazar fiyatını, en kötü toprağın ürünü belirleseydi, o zaman pazar değeri, o ürünün gerçek değerine eşit olurdu; böylece, o ürünün maliyet fiyatı üzerindeki pazar değeri fazlası, [gene aynı ürünün -ç.] kendi bireysel değerinin, yani gerçek değerinin, maliyet fiyatı üzerindeki fazlasına eşit olurdu. Ama, pazar fiyatı, bu ürünü dikkate almaksızın, başka tür topraklar tarafından belirleniyorsa, durum böyle olmaz. Ricardo azalan bir [verim .] çizgisinin varolduğunu düşünür. En kötü toprağın en son ekildiğini, ve (varsayılan örnekte) ek talebin, en kötü ve en son ekilen topraktan alınan değeri üzerinden bir ek arzı gereksindiği zaman ekildiğini kabul etmektedir. Bu durumda pazar değerini, en kötü toprak [ürününün .] değeri düzenler. Artan [verim .] çizgisinde ise, (Ricardo’ya göre bile) bu yalnızca, daha iyi tür toprakların sağladığı ek ürün, ek talebi ancak eski pazar değerinden karşıladığı zaman olur. Eğer ek arz daha fazla olursa, Ricardo, eski toprağın üretim dışına, atılması gerektiğini düşünmektedir; ama bundan çıkan yalnızca şudur ki, eski toprak daha düşük bir rant bırakacaktır (ya da hiç rant bırakmayacaktır). Aynı şey azalan [verim .] çizgisinde de olur. Eğer ek arz yalnızca eski pazar değerinden sağlanabiliyorsa, en kötü toprağın rant bırakıp bırakmayacağı, bırakacaksa bunun ne ölçüde olacağı, bu pazar değerinin, yeni en kötü topraktan alınacak ürünün maliyet fiyatının ne kadar üzerinde olacağına bağlıdır. Her iki durumda da o toprağın rantını, göreli verimi değil, mutlak verimi belirler. Daha iyi topraklardan alınan ürünün pazar değerinin, o toprağın kendi gerçek, bireysel [ürün .] değerinin ne ölçüde üstünde olduğu, yeni [en kötü .] toprağın mutlak verimine bağlıdır.
      Adam Smith burada, toprakla madenler arasında, yerinde bir ayrım yapar; çünkü madenlerde hiçbir zaman daha kötü türlere geçiş olmadığını –her zaman daha iyilere geçiş olduğunu– ve bunların da hep, gereksinilenden daha fazla ek arz sağladıklarını kabul eder. Şu durumda, en kötü toprağın rantı, demek ki mutlak verimine bağlıdır.       “Adam Smith, ancak sahiplerince işletilebilecek bazı madenler bulunduğunu, çünkü o madenlerin işletme giderlerini, sermayenin olağan kârıyla birlikte karşılamaya ancak yettiklerini belirttikten [sayfa 321] sonra, tüm madenlerin ürün fiyatını başlıca bu tür madeninin belirlediğini itiraf etmiş olduğunu düşünmemiz gerekir. Eğer eski madenler, gerek duyulan kömür miktarım sağlamakta yetersiz ise, kömürün fiyatı artacak ve yeni, daha düşük nitelikli bir madenin sahibi kendi madenini işleterek olağan sermaye kârını elde edebileceğini görünceye kadar da artmaya devam edecektir. ... Bu durumda anlaşılıyor ki, kömürün fiyatını düzenleyen, her zaman en az verimli olan madendir. Ancak Adam Smith, farklı düşüncede: ‘en verimli kömür madeninin de, kendi bölgesindeki tüm öteki madenlerin fiyatını düzenlediğini’ gözlemliyor. ‘Hem mülk sahibi, hem işletmeci, tüm komşu madenlerden bir ölçüde daha düşük satarlarsa, biri daha fazla rant, öteki daha fazla kâr elde edebileceğini anlar. Komşuları, dayanmanın pek kolay olmadığını bilseler ve rantlarıyla kârlarını, ikisini birden azaltsa ve bazan tamamen ortadan kaldırsa da kısa süre içinde, aynı fiyattan satmak zorunda kalırlar. Bazı işletmeler tümden kapatılır; bazıları rant bırakmaz olur ve ancak mülk sahibi tarafından işletilebilir.’ Eğer kömüre yönelmiş talep azalmışsa ||617a| ya da yeni yöntemlerle miktar artırılmışsa, fiyat düşer ve bazı madenler kapanır; ama her durumda, rant yüklenmeksizin işletilen madenin fiyatı, giderleri ve kârı karşılayacak yeterlikte olmalıdır. Fiyatı düzenleyen, demek ki en az verimli olan madendir. Gerçekten, bir başka yerde Adam Smith de bunu ifade etmiştir; çünkü şöyle der: “Kömürün herhangi bir süre boyunca, satılabileceği en düşük fiyat, tüm öteki ürünlerde olduğu gibi, olağan kârla birlikte, kömürü pazara çıkarmak için gereken sermaye harcamasını ancak ucu ucuna karşılayacak yeterlikteki fiyattır. Sahibinin rant elde edemediği, ama ya kendisinin işlettiği ya da başıboş bıraktığı bir madende, kömürün fiyatı genelde hemen hemen bu fiyat dolayında olmak durumundadır. “ (agy, s. 393-395..       Adam Smith, pazardaki belli koşullar zinciri çerçevesinde en verimli madenin (toprağın) pazara egemen olduğunu bir kural olarak açıklarken hatalıdır. Ama bir kez, önceden varsayılan bu duruma göre Adam Smith’in (işin bütününde) yürüttüğü mantık doğrudur, Ricardo’nunki yanlıştır. Adam Smith, talep durumunun sonucu olarak ve göreli üstün verimliliği nedeniyle en iyi madenin, eğer rakiplerinden daha ucuza satarsa, eğer ürünü eski pazar değerinin altında ise, tüm ürününü piyasanın emebileceğini kabul etmektedir. Bu, kötü madenlerde de fiyatların düşmesine neden olur. Pazar fiyatı düşer. Bu, doğal ki, kötü madenlerde rantı düşürür, hatta tümden ortadan kaldırabilir. Çünkü pazar değeri, belli bazı [toprak] sınıflarının ya da madenlerin bireysel ürün değeri gibi olsa ya da olmasa da rant pazar değerinin maliyet fiyatı üzerindeki fazlasına eşittir. Smith’in gözden kaçırdığı şey, bunun, eğer sermayeyi geri çekmek ve üretim ölçeğini düşürmek gerekirse yalnızca kârı azaltabileceğidir. Eğer pazar fiyatı –belli koşullarda en iyi madenlerin ürünü tarafından düzenlendiği biçimiyle pazar [sayfa 322] fiyatı en kötü maden ürününün maliyet fiyatı üzerinde herhangi bir fazlalık bırakmayacak ölçüde düşerse, o zaman, bu madeni ancak sahibi işletebilir. [Çünkü -ç.] bu pazar fiyatından, hiçbir kapitalist ona rant ödemeyecektir. Toprak sahipliği, bu durumda ona, sermaye üzerinde bir güç olma olanağı vermez; ama kendisi sözkonusu olunca, toprağa sermaye yatırmayı arzulayan kapitalistlerin karşı karşıya geldiği [toprak sahibi -ç.] direncini, kendisi için kaldırır. Onun açısından toprak mülkiyeti yoktur, çünkü toprak sahibi kendisidir. Dolayısıyla toprağını maden olarak ya da başka bir üretim alanında kullanabilir; yani kendisinin belirlemediği, ama belirlenmiş bulduğu pazar fiyatı, ona ortalama kârı bırakırsa, başka deyişle onun maliyet fiyatı ise, o zaman toprağı kendisi işletebilir.
      Ve Ricardo bundan, Smith’in kendisiyle çelişkiye düştüğü [sonucunu .] çıkarıyor! Çünkü ne kadar yeni madenin sahipleri tarafından işletilebileceğini —başka deyişle eski pazar fiyatının işletmecilere yalnızca maliyet fiyatım bırakması nedeniyle toprak mülkiyetinin [bir öğe olarak -ç.] ortadan kalktığı bir ortamda— eski pazar fiyatı düzenlediği için, maliyet fiyatının pazar fiyatını belirlediği sonucuna varmaktadır! Ama bir kez daha azalan [verim -ç.\ çizgisine sığınmakta ve daha az verimli madenin ancak, ürünün pazar değeri, daha iyi madenlerin ürün değeri üzerine çıktığı zaman işletilmesini kabul etmektedir; oysa gerekli olan yalnızca pazar fiyatının, maliyet fiyatının üstüne çıkması ya da sahipleri tarafından işletilen kötü madenlerde maliyet fiyatına eşit olmasıdır. Yeri gelmişken söyleyelim, Ricardo’nun “... eğer yeni yöntemlerle (kömür) “miktarı artırılmışsa fiyat düşer ve bazı madenler kapanır [agy, s. 394] biçimindeki varsayımı yalnızca fiyatın düşme derecesine ve talep durumuna bağlıdır. Eğer fiyatlardaki bu düşme sonucu pazar tüm ürünü emebilirse, o zaman, pazar fiyatındaki düşmenin, pazar değerinde o kötü madenlerin maliyet fiyatının üstünde bir fazlalık bırakması koşuluyla kötü madenler gene de rant getirecektir; ve pazar değeri maliyet fiyatını karşılıyorsa ya da ona eşitse madenleri, sahipleri işletecektir. Ama bu durumların her ikisi için de en kötü madenin maliyet fiyatı pazar fiyatını düzenler demek saçmadır. Gerçekte, en kötü madenin maliyet fiyatı kendi ürün fiyatının başat pazar fiyatıyla ilişkisini belirler ve bu çerçevede ||618| madenin işletilip işletilmeyeceği sorusunun yanıtını belirler, ama belli bir verimlilikteki bir toprak parçasının ya da madenin belli bir pazar fiyatında işletilebileceği gerçeği, apaçık görünüyor ki, pazar fiyatının, bu madenlerden çıkarılan ürünün maliyet fiyatı tarafından belirlenmesiyle ilişkisi yoktur ya da onunla özdeş değildir. Eğer artan pazar değeri, bir ek arzı gerekli ya da [sayfa 323] olası duruma getirirse, o zaman un kotu toprak pazar değerini düzenler ama o zaman mutlak rant da getirir. Adam Smith’in kabul ettiği örnek bunun tam tersidir.
      Üçüncüsü, Ricardo (s. 395 vd.) ham ürünün ucuzluğunun, örneğin tahıl yerine, ücretin düşmesine ve üretim maliyetinin azalmasına yol açacak olan patates kullanılmasının, daha büyük bir payın olduğu kadar daha büyük bir miktarın da toprak sahibine gidecek oluşuna inandığı için Adam Smith’i ayıplıyor. Öte yandan [şunda ısrar ediyor]:       “Bu ek bölümün hiçbir parçası ranta gitmez, ama tümü şaşmaksızın kâra gider ... aynı nitelikteki topraklar ekildikçe ve bu topraklanıl göreli verimliliğinde ya da üstünlüklerinde herhangi bir değişiklik olmadıkça, rantın brüt ürüne oranı her zaman aynı olur (agy, s. 396).       Bu, kesinlikle yanlıştır. Rantın payı düşebilir ve dolayısıyla miktarı göreli olarak azalabilir. Temel gıda olarak patatesin ortaya sürülmesi, emek-gücünün değerini azaltır, gerekli emek-zamanını kısaltır, artı-emek zamanını ve dolayısıyla artı-değer oranını artırır; bu durumda –öteki koşulların aynı kalması koşuluyla– sermayenin oluşumu değişebilir: her ne kadar istihdam edilen canlı emek miktarı aynı kalıyorsa da değişen sermaye parçası, değişmeyen parçaya göre azalır. Bundan ötürü kâr oranı yükselir. Bu durumda mutlak rantta ve oransal olarak farklılık rantında bir düşüş [olabilir]. (Bkz: s. 610, tablo C8 Bu öğe tarımsal olan ve tarım-sal-olmayan sermayeyi eşit ölçüde etkiler. Genel kâr oranı artar ve bunun sonucu olarak rant düşer.
      Bölüm XXVIII. Altının, Tahılın ve Emeğin, Zengin ve Yoksul Ülkelerdeki Karşılaştırmalı Değeri Hakkında.      “Yapıtının tümü boyunca, Dr. Smith’in hatası, tahıl değerini sabit saymasındadır; tüm öteki şeylerin değeri artırılabilse de tahıl değerinin asla yükseltilemeyeceğini varsaymasındadır. Ona göre tahıl her zaman aynı değerdedir, çünkü her zaman aynı sayıda insan besleyecektir. Aynı biçimde, kumaş her zaman aynı değerdedir, çünkü her zaman aynı sayıda palto yapar denebilir. Değerin, doyurma ve giydirme gücüyle ne ilgisi olabilir?” (agy, s. 449-450).
      “Dr. Smith, metaların doğal fiyatının son kertede kendi pazar fiyatlarını düzenlediği öğretisini öylesine maharetle destekledi ki...” (agy, s. 451).
      “Tahılla hesaplandığında iki ülkede altın çok farklı değerde olabilir. Zengin ülkelerde düşük, yoksul ülkelerde yüksek olacağını göstermeye çalıştım. Adam Smith farklı görüşte: tahılla hesap edilen altın değerinin zengin ülkelerde en yüksek olduğunu düşünüyor” [sayfa 324] (agy, s. 454).
      Bolüm XXXII. Rant Hakkında Bay Malthus’un Görüşleri.      “Rant bir değer yaratılmasıdır ... ama bir servet yaratılması değildir”[94] (agy, s. 485).
      “Tahıl fiyatının yüksekliğinden söz ederken bay Malthus, anlaşılıyor ki, quarter ya da bushel fiyatını kastetmiyor, ama, “üretim maliyeti” teriminde her zaman ücretler ve kâr dahil olmak üzere, tüm ürünün satıldığı fiyatın, üretim maliyeti üzerindeki fazlasını kastediyor. Her ikisinde de üretim maliyetinin aynı olması koşuluyla, quarteri 3 sterlin 10 şilinden yüzelli quarter tahıl, 4 sterlinden 100 quarterin toprak sahibine bırakacağı ranttan daha fazlasını getirir” (agy, s. 487). “Toprağın yapısı ne olursa olsun, yüksek rant, yüksek ürün fiyatına bağlıdır; ama yüksek fiyatta rantın bolluğa oranla yüksek olması gerekir, kıtlığa oranla değil” (agy, s. 492).
      “Rant, yüksek tahıl fiyatının sonucu olduğuna göre, rant yitirimi, düşük fiyatın sonucudur. Yabancı tahılı, rant bırakabilen yerli tahılla hiçbir zaman rekabete kalkışmaz; fiyatın düşmesi, hiç şaşmaksızın, tüm rantı emilinceye kadar toprak sahibini etkiler; fiyat daha da düşerse olağan sermaye kârını bile karşılamayacaktır; o zaman sermaye başka bir işte kullanılmak üzere topraktan çekilecektir ve daha önce o toprakta yetiştirilen, o zamana kadar ithal edilmeyen tahıl bu kez ithal edilecektir. Rantın yitiriminden ötürü, parayla hesaplanan bir değer yitirimi olacaktır, ama bir zenginlik kazancı olacaktır. Ham ürünün ve öteki ürünlerin miktarı topluca artırılacaktır; daha kolaylıkla üretilmelerinden ötürü, gerçekte miktar olarak artacaklardır ama, değer olarak azalacaklardır” (agy, s. 519). [sayfa 325]







Dipnotlar

      1 Bkz: Bu cilt, s. 212-213, 224. -Ed.
      2 Elyazmasında “aynı özelliğe sahip” yerine “aynı özellikte”. -Ed
      3 Bkz: s. 248-249. -Ed.
      4 Bkz: Bu cilt, s. 277-279. -Ed.
      5 Bkz: s. 248-249. -Ed.
      6 Bkz: 310-311. sayfalardaki tablo. Marx, C ve D tablolarındaki bazı sütunları boş bırakmış. Bu konmamış sayılar ve son sütunun başlığı editörlerce eklendi. -Ed.
      7 Kendinde çelişki. -ç.
      8 Bkz: Bu cilt, s. 310-311. -Ed.

Açıklayıcı Notlar

      [91]Pazar maliyeti fiyatı terimiyle Marx’ın kastettiği şey, belli bir üretim alanındaki metaların pazar fiyatını düzenleyen genel maliyet fiyatıdır. Bunu Marx’ın, bu cildin 115. sayfasında aynı kavram için kullandığı “ortalama pazar fiyatı” terimiyle karşılaştırınız. – 302.
      [92] S. 30 9’da ki metinde bu kitabın 310-311 sayfaları arasındaki tablonun son sütunundaki “mutlak rant ibaresiyle Marx, mutlak rant oranını kastediyor. – 309.
      [93] Serbest ticaret yanlılarının günlük gazetesi The Morning Star, 1856-1869 yılları arasında Londra’da yayınlandı. – 312.
      [94] Ricardo rantı “değer yaratımı” olarak tanımlarken toprak sahiplerinin toplam toplumsal ürününün değerindeki artışı cebe atmalarını kastediyor. Ricardo’ya göre bu artış ürününün bir kısmının üretiminin giderek zorlaşmasının sonucudur. Ricardo değerdeki bu çoğalmayı “nominal” addediyor; çünkü bu çoğalma toplumun gerçek zenginliğine hiçbir şey katmıyor. İlkeler’in XXXII. bölümünde Ricardo, Malthus’un rant “açık bir kazanç ve yeni bir zenginlik yaratımadır tezini eleştirir ve rantın bir bütün olarak toplumdaki zenginliği artırmadığını, yalnızca “tahılın ve metaların değerinin bir bölümünün eski sahiplerinden toprak sahiplerine” aktarılması olduğunu belirtir.
      Ricardo’nun İlkeler’inden Marx’ın yaptığı uzun bir alıntı özetine bu cildin 526-527. sayfalarında yer verilmiştir. Marx’ın “sahte bir toplumsal değer” yara­tımı hakkındaki görüşleri Kapital’in üçüncü cildinde yer alıyor. (Karşılaştırı­nız: Karl Marx, Kapital, Üçüncü Cilt, s. 583.) – 325.


Sayfa başına gidiş