[SEKİZİNCİ BÖLÜM]
BAY RODBERTUS. YENİ RANT TEORİSİ
(ARA AÇIKLAMA)
[1. Tarımda Artı-Değer Fazlası. Kapitalizm Koşulları Altında
Tarımın Sanayiden Daha Yavaş Gelişmesi]
||X-445|
Herr Rodbertus. Dritter Brief an von Kirchmann von Rodbertus. Widerlegung der Ricardoschen Lehre von der Grundrente und Begründung einer neuen Rententheorie, Berlin, 1851.
Her şeyden önce şu nokta belirtilmeli: Gerekli ücretin 10 saate eşit olduğu varsayılırsa, bu, en kolayından şöyle açıklanabilir: Eğer 10 saatlik emek (yani 10 saate eşit para miktarı) tarım işçisinin aşağı yukarı bütün gerekli geçim araçlarını yani tarım ve sanayi ürünlerini vb. almasına elveriyorsa o zaman
niteliksiz emek için ortalama ücret budur. Dolayısıyla, burada, onun günlük ürününden kendi payına düşmesi gerekenin
değeri üzerinde duruyoruz. Her şeyden önce bu değer, onun ürettiği
meta biçiminde varolur, yani, bu metanın, kendi tükettiği
(eğer tüketirse) kısmı çıktıktan sonra, değişimi karşılığında kendisi için gerekli geçim araçlarını sağlayabileceği belli
bir miktarında varolur.. Böylece onun
[sayfa 11] gerekli “geliri”nin hesaplanmasında yalnızca bizzat ürettiği
kullanım-değeri değil, ama bunun yanısıra sanayi ve tarım da hesaba katılır. Ama bu
meta kavramı içinde vardır. O yalnızca bir ürün üretmez, bir meta üretir. Dolayısıyla bu konuda fazla söz gerekmez.
Bay Rodbertus ilkin, toprak sahipliği ile sermaye sahipliği arasında
bir ayrılmanın olmadığı bir ülkedeki durumu inceliyor. Ve burada önemli bir sonuca, rantın (rant derken
artı-değerin tümünü kastediyor) yalnızca karşılığı ödenmemiş emeğe ya da bu emeğin temsil ettiği ürünlerin miktarına eşit olduğu sonucuna varıyor.
Hemen belirtilmelidir ki, Rodbertus yalnızca
göreli artı-değerin büyümesini yani emeğin üretkenliğindeki artıştan ileri gelen artı-değer artışını dikkate almaktadır; işgününün uzatılmasından ileri gelen artı-değer artışını değil. Kuşkusuz her mutlak artı-değer, bir anlamda görelidir. Emek, işçi için, bütün zamanını yalnızca kendisini canlı tutmaya yetecek kadar olmaktan daha üretken olmalıdır. Ama bu noktadan itibaren ayrım işlemeye başlar. Bu arada yeri gelmişken belirtelim, eğer başlangıçta emek çok az üretken idiyse, gereksinimler de (örneğin kölelerde olduğu gibi) aşın ölçüde basittir; efendiler de hizmetkarlarından çok daha iyi yaşıyor değildir. Gerekli emeğin göreli üretkenliği, bir kâr yiyicisinin, bir asalağın ortaya çıkmasına yetmeyecek kadar düşüktür. Emeğin henüz pek üretken olmamasına, makinelerin ve işbölümünün bulunmamasına karşın yüksek bir kâr oranıyla karşılaşırsak, böyle bir durum ancak şu koşullarda sözkonusu olabilir: ya Hindistan’da çok olduğu gibi, bir yandan işçinin gereksinimleri aşın ölçüde azdır ve yoksulluk düzeyinin altına çekilmiştir, ama bir yandan da emeğin düşük düzeydeki üretkenliği, ücretlere harcanan sermaye payına oranla, göreli olarak küçük bir
sabit sermayeyle özdeştir ya da –ki bu da aynı kapıya çıkar– toplam sermayeye göre, ücretlere, daha yüksek oranda bir sermaye payı ayrılmıştır; ya da son olarak emek-zamanı aşın ölçüde uzundur. Bu sonuncu durum, kapitalist üretim tarzının zaten varolduğu ama çok daha gelişmiş ülkelerle rekabet zorunda bulunduğu (Avusturya, vb.) ülkelerin durumudur. Bu ülkelerde, bir yandan işçinin gereksinimleri daha az gelişmiş olduğu, bir yandan tarım ürünleri daha ucuza geldiği ya da para olarak daha az değer taşıdığı için –ki bu da kapitalist açısından aynı kapıya çıkar– ücretler düşük olabilir. Böylece, diyelim ki işçinin ücretli olarak gerekli olan 10 saatlik emeğin ürün miktarı küçüktür. Ama işçi 12 saat yerine 17 saat çalışırsa (emeğin düşük üretkenliğinden ileri gelen) açığı kapatabilir. Ama belli bir ülkede, emeğin göreli değeri emeğin üretkenliğine oranla düşüktür diye, farklı
[sayfa 12] ülkelerdeki ücretlerin, emeğin üretkenliğiyle ters orantılı olduğu sanılmamalıdır. Gerçekte durum bunun tam tersidir. Dünya pazarında bir ülke, bir başkasına göre ne ölçüde daha üretkense, ücretleri de ötekiyle karşılaştırıldığında daha yüksek olacaktır, İngiltere’de yalnızca nominal ücretler değil, gerçek ücretler de Kıta Avrupası’na göre daha yüksektir, işçi daha fazla et yer; daha fazla gereksinimini karşılar. Ama bu yalnızca sanayi işçisi için sözkonusudur, tarım işçisi için değil. Ama İngiliz işçilerin ücretleri, üretkenliklerine oranla [başka ülkelerde ödenen ücretlerden] daha yüksek değildir.
Tarım işçisinin ortalama ücreti sanayi işçisinin ortalama ücretinden düşük olduğu içindir ki, toprağın verimine göre rantın değişiklik göstermesinden ayrı olarak bir rantın varlığı —yani modern toprak mülkiyeti— pekala olanaklıdır. Her şeyden önce (kapitalistler çiftçi olmadan önce, çiftçi kapitalist olduğuna göre) geleneksel olarak kapitalist, kazancının bir bölümünü toprak sahibine aktardığı için, bunu, ücretleri, düzeyinin altına düşürerek karşılamıştı. Emekçilerin topraktan kaçmaları üzerine, ücretlerin artması zorunluydu ve arttı. Ama bu baskı kendini hemen hiç hissettirmedi; makineler işe koşulduğu zaman toprak yeniden (göreli) bir nüfus fazlasıyla övünmeye koyuldu. (
Vide İngiltere.) Emek-zamanını uzatmaksızın ya da emeğin üretkenlik gücünü geliştirmeksizin, artı-değer, ücretleri alışıldık düzeyinin altına çekerek de artırılabilir. Gerçekten de tarımsal üretimin kapitalist yöntemlerle yapıldığı her yerde durum budur. Bu, makinelerle sağlanmamışsa, toprak otlağa dönüştürülerek sağlanmıştır, işte burada ||446| rantın
potansiyel temeli ile karşı karşıyayız;
gerçekte tarım emekçisinin ücreti, ortalama ücrete eşit değildir. Bu rant, ürünün, değerine eşit olan
fiyatından bağımsız olarak olanaklıdır.
Ricardo, ikinci tür bir rant artışının, yani aynı fiyat üzerinden daha fazla ürün satılmasının sonucu olan rant artışının da ayrımındadır; ama bunu dikkate almaz, çünkü rantı acre
başına değil, quarter
başına ölçer. 2 şilin[den] 20 quarter [tahıl -
ç.] 2 şilin[den] 10 quarter tahıldan ya da 3 şilin[den] 10 quarterden fazladır diye, Ricardo rantın yükseldiğini söylemez (ve
bu durumda rant, düşen fiyatlar sonucu artabilir).
Bu arada belirtmeli ki, rant fenomeni nasıl açıklanırsa açıklansın, tarımla sanayi arasındaki
önemli farklılık süregider; şöyle ki, fazla artı-değeri, sanayide daha ucuz üretim, tarımda daha pahalı üretim yaratır. Eğer 1 pound ipliğin ortalama fiyatı 2 şilin ise ve
[sayfa 13] ben onu 1 şiline üretebiliyorsam, o zaman daha genişlemiş bir pazar elde edebilmek için ipliği 1 şilin 6 peniden [ya da] her durumda 2 şilinin altında satmam gerekir. Dahası, bu mutlak bir zorunluluktur; çünkü daha ucuz üretim, daha geniş ölçekte üretimi gereksinir. Böylece, öncesiyle karşılaştırıldığı zaman, ben piyasayı mala boğarım. Öncekine oranla
daha çok satmam gerekir. Her ne kadar 1 pound iplik yalnızca 1 şiline maloluyorsa da bu, eskiden ürettiğim 8.000 pound yerine, şimdi, diyelim 10.000 pound üretirsem böyledir. Düşük maliyet, sabit sermaye 10.000 pounda yayıldığı için elde edilmiştir. Eğer ancak 8.000 pound [iplik
-ç.] satsaydım, yalnızca makinelerin aşınma payı, pound başına fiyatı, beşte-bir yani %20 oranında artırırdı. Bu nedenle, 10.000 poundu satabilmek için, 2 şilinin altında satarım. Böyle yaparak hâlâ 6 peni fazla kâr ederim; yani ürünümün 1 şilin olan ve normal kârı zaten içeren değerinin %50’si oranında daha fazla kâr ederim. Üstelik böylelikle pazar fiyatını düşmeye zorlarım ve sonuç olarak tüketici, ürünü daha ucuza elde eder. Ama tarımda 2 şilinden satarım, çünkü yeter miktarda verimli toprağım olsaydı daha az verimli olan toprak ekilip-biçilmezdi. Eğer verimli toprak alanı genişletilseydi ya da daha kötü toprağın verimliliği, talebi karşılayabileceğim ölçüde artırılsaydı, o zaman bu oyun sona ererdi. Ricardo, bunu yalnızca yadsımamakla yetinmiyor, üstelik dikkatleri de açıkça bu noktaya çekiyor.
Demek ki, toprağın verimindeki değişikliğin, rantı değil, ama ranttaki farklılıkları açıkladığını kabul edersek, geriye kalan şu yasadır: Sanayide aşırı kâr ortalama olarak ürün fiyatının düşürülmesinden kaynaklanırken, tarımda rantın göreli büyüklüğünü, yalnızca fiyatın göreli olarak artırılması (verimli topraktan alınan ürünün fiyatının, değerinin üstüne çıkarılması) değil, ama ucuz ürünün, daha pahalı olanın maliyetinden satılması belirler. Ama bu daha önce gösterdiğim gibi (Proudhon)
[2]yalnızca rekabet yasasıdır; “toprak”tan değil, “kapitalist üretim”den kaynaklanır.
Dahası var, Ricardo, ekonomistlerin yaptığı gibi, tarihsel bir fenomeni, önsüz-sonsuz bir yasaya dönüştürmesi bir yana konursa, bir başka açıdan haklı olabilir. Bu tarihsel fenomen, tarım karşısında, imalatın (aslında sanayinin gerçekten burjuva olan kolunun) göreli olarak daha hızlı gelişimidir. Tarım gerçi daha üretken hale gelmiştir ama, sanayi ile aynı hızda değil. İmalatta üretkenlik on kat artarken, tarımda, olsa olsa ikiye katlanmıştır. Dolayısıyla tarım, her ne kadar mutlak olarak daha üretken hale gelmişse de
göreli olarak daha az üretken hale gelmiştir. Bu yalnızca, burjuva üretimin gösterdiği garip gelişmenin ve onun özündeki çelişkinin
[sayfa 14] kanıtı olur; yoksa, tarımın göreli olarak daha az üretken hale geldiği ve sınai ürünün değeriyle karşılaştırıldığı zaman, tarımsal ürünün değerinin ve onun yanısıra rantın da arttığı şeklindeki görüşü geçersiz kılmaz. Kapitalist üretimin gelişme sürecinde, tarımsal emeğin, göreli olarak, sanayi emeğinden daha az üretken hale gelmesi, yalnızca, tarımdaki üretkenliğin aynı hız ve aynı ölçüde gelişmediğini gösterir.
A sanayisinin B sanayisi ile ilişkisinin 1:1 olduğunu varsayalım. Başlangıçta tarım daha üretken[di], çünkü yalnızca doğa güçleri değil, ama doğa tarafından yaratılmış bir makine de tarımda rol oynamakta[ydi -
ç.]; ta başından beri her bir işçi bir makineyle çalışıyor[du
-ç.].
Eski zamanlarda ve ortaçağda, tarımsal ürünlerin sanayi ürünlerinden göreli olarak çok daha ucuz oluşu bundan ileri geliyor[du -
ç.]; ortalama ücret içinde ikisi arasındaki oran, apaçık bunu gösteriyor (Bkz: Wade
[3]).
Şimdi bunun yanısıra 1°: l°’in, her ikisinin [üretim daimin] verimliliğini ifade ettiğini kabul edelim. Bu durumda A sanayisi 10° olursa, yani verimi on kat artarsa, buna karşılık B sanayisi yalnızca üç kat artar ve 3° olursa, o zaman bu iki sanayi dalı daha önce 1:1 iken şimdi 10:3 ya da 1:
3/
10 olur. B sanayisindeki verimlilik mutlak olarak üç kat arttığı halde, göreli olarak 7/10 oranında azalmıştır. En yüksek rant için de aynı[dır] –sanayiye göre– sanki artmış gibidir; çünkü en kötü toprak 7/10 daha az verimli hale gelmiştir.
Şimdi bu asla Ricardo’nun sandığı gibi, tarımsal ürünlerin fiyatındaki göreli artış sonucu ücretler yükseldiği için kâr oranı düşmüştür anlamına gelmez ||447|. Çünkü ortalama ücreti, bu ücreti oluşturan ürünlerin göreli değeri değil, mutlak değeri belirler. Ama şu anlama gelir: Kâr oranı (aslında artı-değer oranı), imalat sanayisinin üretkenlik gücündeki artışla aynı oranda artmamıştır; bu da tanının (toprağın değil) göreli olarak daha az üretken oluşundan ötürüdür. Bundan kesin olarak hiç kuşku yoktur. Sanayideki ilerlemeyle karşılaştırıldığı zaman, gerekli emek-zamanındaki düşüş az görünür. Rusya vb. gibi ülkelerin, tarım ürünleri sözkonusu olduğunda İngiltere ile etkili bir rekabete girebilmeleri olgusu bunu apaçık göstermektedir. Daha zengin ülkelerde paranın daha düşük değerde olmasının (yani zengin ülkelerde paranın, göreli olarak düşük üretim maliyetlerinin) bu işle hiç ilgisi yoktur. Çünkü soru, bu durumun, zengin ülkeler tarımını etkilerken, sanayi ürünlerinin yoksul ülkelerle rekabetini neden etkilemediğidir. (Yeri gelmişken söyleyelim, bu, yoksul ülkelerin daha ucuza ürettiğini ve onların tarım emeğinin daha üretken olduğunu göstermez.
[sayfa 15] Birleşik Devletler’de bile, son istatistiklerle de kanıtlandığı gibi, belli bir fiyatta tahıl ürününün miktarı artmıştır; ama bu acre başına ürün arttığı için değil, daha fazla acre tarıma açıldığı içindir.
Geniş toprakların bulunduğu ve yüzeysel olarak işletildiği yerlerde, toprağın aynı miktar emekle, daha ileri ülkelerdeki çok daha küçük alanlara göre, daha fazla miktarda ürün verdiği, toprağın daha üretken olduğu söylenemez.)
Daha az verimli toprağın tarıma açılması olgusu, zorunlu olarak tarımın daha az verimli hale geldiğini kanıtlamaz. Tam tersine, toprağın daha verimli hale geldiğinin kanıtı olabilir; daha düşük nitelikli toprağın ekilip-biçilmesi, [yalnızca] tarımsal ürün fiyatının sermaye yatırımını karşılayacak yeterlikte arttığının değil, ama bunun tersine, üretim araçlarının verimsiz toprağı “verimli” hale getirecek ve yalnızca normal kâr bırakmakla kalmayıp rant da üretecek ölçüde geliştiğinin kanıtı olabilir. Üretim gücünün [verili] bir gelişme aşamasında verimli olan toprak daha düşük gelişme düzeyinde verimsiz olabilir.
Tarımda emek-zamanının uzatılması –yani mutlak artı-değerin çoğaltılması– ancak sınırlı ölçüde olanaklıdır, insan toprakta, gaz lambasının ışığı altında çalışamaz. Doğrudur, baharda ve yazın insan erken kalkabilir. Ama, zaten göreli olarak daha az işin yapıldığı kısa kış günleri bunu dengeler. Bu bakımdan, normal işgünü yasa zoruyla düzenlenmiyorsa
mutlak artı-değer sanayide daha büyüktür. Tarımda daha küçük miktarda artı-değer yaratılmasının bir ikinci nedeni, ürünün, üzerinde herhangi bir emek harcanmaksızın, uzun süre üretim sürecinde kalmasıdır. Hayvan besiciliği, koyun çiftlikleri gibi, nüfusun topraktan bütün bütün sökülüp çıkarıldığı belli bazı tarım dalları dışında, kullanılan değişmeyen sermayeye göreli olarak tarımda istihdam edilen insan sayısı –hatta en gelişkin geniş-ölçekli tarımda bile– sanayide olduğundan, ya da en azından başat sanayi dallarında olduğundan çok daha fazladır. Dolayısıyla, yukarda anılan nedenlerle, artı-değer kitlesi
aynı sayıda insanın sanayide istihdam edilmesi halinde [olabileceğinden], göreli olarak daha küçükse bile –ki bu koşul, ücretlerin ortalama düzeyin altına düşmesiyle bir ölçüde dengelenir– kâr oranı sanayidekinden daha büyük olabilir. Ancak tarımda kâr oranını (geçici olarak değil, ama sanayi ile karşılaştırılınca ortalama olarak) yükselten başka nedenler (biz yalnızca yukardaki durumu imliyoruz) varsa, toprak sahibinin yalnızca varoluşu bile bu fazla kârın, kendini sağlama almasına ve genel kâr oranının oluşumunda yer almaksızın toprak sahibine gitmesine neden olur.
[sayfa 16]
[2. Kâr Oranı ile Artı-Değer Oranı Arasındaki ilişki.
Tarımsal Hammaddenin Tarımdaki Değişmeyen Sermaye Öğesi
Olarak Değeri]
Rodbertus’la ilgili olarak, genel çerçevede yanıtlanması gereken soru şu:
Yatırılmış sermayenin genel biçimi şöyledir:
Değişmeyen Sermaye Değişen Sermaye
makineler-hammaddeler emek-gücü
Genel olarak, değişmeyen sermayenin iki öğesi, emek araçları ve emeğin nesnesidir. İkincinin zorunlu olarak bir meta, bir emek ürünü olması gerekmez. Bu nedenle her ne kadar h zaman
emek sürecinin bir öğesi olarak varolsada
sermayenin öğesi olarak varolmayabilir. Toprak çiftçinin hammaddesidir, maden madencinin, su balıkçının ve hatta orman avcının.
[4] Ancak sermayenin en tamamlanmış biçiminde, emek sürecinin bu üç öğesi, aynı zamanda sermayenin de üç öğesi olarak belirir, yani bunların hepsi metadır; bir değişim-değeri olan kullanım-değeridir ve emek ürünüdür. Bu çerçevede her üç öğe, değer yaratma sürecine dahil olur; gerçi o sürecin içinde makine de yer alır ama, emek sürecine katıldığı genişlik ölçüsünde değil, yalnızca tüketildiği ölçüde [yer alır].
Şimdi ortaya şu soru çıkıyor: Belli bir sanayi kolunda bu üç öğeden birinin eksikliği, bu sanayide (artı-değer oranını değil)
kâr oranını artırabilir mi? Genel çerçevede şu formül, yanıtı içeriyor:
Kâr oranı, artı-değerin yatırılmış toplam sermayeye oranına eşittir.
Bu araştırmanın başından sonuna kadar,
artı-değer oranının, yani ürün değerinin, kapitalist ile işçi arasında bölünüşünün değişmediği varsayılmıştır.
||448| Artı-değer oranı
a/d’dir; kâr oranı
a / s+d. Artı-değer oranı,
a\ belli olduğu zaman
d de bellidir;
a/d’nin de değişmeyen bir değer olduğu varsayılmıştır. Bu nedenle
a / s+d’nin büyüklüğü, ancak
s+d değiştiği zaman değişebilir;
d belli olduğuna göre, bu büyüklük, ancak s artar ya da eksilirse, büyür ya da küçülür. Bundan başka
a / s+d, s:d’nin oranında değil,
s’nin
s+d toplamıyla ilişkisi çerçevesinde büyür ya da küçülür. Eğer
s sıfıra eşitse o zaman
a / s+d =
a/d olur. Bu durumda kâr oranı artı-değer oranına eşitlenir. Ve bu olabilecek en yüksek miktardır, çünkü hiçbir tür hesaplama
a ve d büyüklüklerini değiştiremez. Diyelim ki
d = 100 ve
a = 50’dir. Bu durumda
a/d = 50/100 = 1/2 = %50’dir. Eğer 100’lük bir
[sayfa 17] değişmeyen sermaye eklenseydi o zaman kâr oranı 50/ 100+100 = 50/200 = 1/4 = %25 [olurdu]. Kâr oranı yarı yarıya azalırdı. Eğer 100
d’ye 150
s eklenseydi o zaman kâr oranı 50 / 150+100 = 50/250 = 1/5 = %20 olurdu. Birinci durumda toplam sermaye
d’ye eşittir. Yani değişen sermayeye eşittir, böylece kâr oranı artı-değer oranına eşit olur. İkinci durumda toplam sermaye 2 x
d’ye eşittir, bu nedenle kâr oranı artı-değer oranının yarısı kadardır. Üçüncü durumda toplam 2
1/
2 x 100 yani 2
1/
2 x
d’dir, yani 5/2
d’dir; böylece
d şimdi artık toplam sermayenin yalnızca 2/5’i kadardır. Artı-değer
d’nin yarısına eşit olur, yani 100’ün yarısına eşit olur; demek ki toplam sermayenin 2/5’inin yalnızca yarısıdır ya da toplam sermayenin 2/10’udur. 250/10 = 25’tir ve 250’nin 2/10’u = 50’dir. Ancak 2/ 10 = %20’dir.
Başlangıç olarak şimdilik bu kadarlık bir saptama yeterlidir. Eğer
d değişmeden kalırsa ve
a/d de aynı kalırsa, o zaman
s’nin nasıl oluştuğu önemli değildir. Eğer
s belli bir büyüklükte ise, diyelim 100 ise, o zaman 50 birim hammaddeden, 50 birim makineden mi, ya da 10 birim hammaddeden 90 birim makineden mi oluştuğu, yoksa hiç hammadde olmaksızın tamamının makineden mi oluştuğu ya da bunun tersi hiç farketmez. Çünkü kâr oranını
a / s+d ilişkisi belirlemektedir;
s içinde yer alan çeşitli üretim öğelerinin göreli değeri, hiç farketmez. Örneğin kömür üretiminde hammaddeler (yardımcı malzeme olarak kullanılan kömür çıkarıldıktan sonra) sıfır kabul edilebilir ve tüm değişmeyen sermayenin (yapılar ve el aletleri dahil) makinelerden ibaret olduğu düşünülebilir. Öte yandan, bir terzi sözkonusu olduğunda, makine sıfır kabul edilebilir — burada değişmeyen sermayenin tümü hammaddelere indirgenebilir (özellikle geniş çapta iş yapan terziler henüz dikiş makinesi kullanmadığına ve öte yandan, zaman zaman Londra’da görüldüğü gibi, işçilerini, fason-çalışanlar şeklinde kullandığı için yapılar bir yana konabileceğine göre. Bu, ikinci işbölümünün, birincinin
biçiminde yeniden ortaya çıktığı
yeni bir fenomendir.)
[5] Eğer kömür ocağı sahibi 1.000 birim makine ve 1.000 birim emek kullanırsa, terzi de 1.000 [birim
-ç.]
hammadde ve 1.000 [birim
-ç.] emek kullanırsa, artı-değer oranının eşit olması durumunda her ikisinin de kâr oranı eşittir. Eğer artı-değerin %20 olduğu varsayılırsa, o zaman kâr oranı her ikisinde de %10 olur: 200/2.000 = 2/20 = 1/10 = %10. Demek ki
s’yi oluşturan parçalar yani hammaddelerle makineler arasındaki orantının kâr oranını etkileyebileceği yalnızca iki durum vardır: 1. Eğer bu orantıdaki herhangi bir değişiklik
s’nin mutlak büyüklüğünü değiştirirse; 2. Eğer
s’yi oluşturan tamamlayıcı parçalar arasındaki orantı,
d’nin büyüklüğünü değiştirirse
[sayfa 18] Bu, üretimin kendisinde organik
değişiklikler olduğunu gösterir; yani
s’nin belli bir parçası daha küçük bir parça ise öteki parça toplam miktarı tamamlayıcı daha büyük parça olmalıdır biçimindeki tololojik bir ifade değildir.
Bir İngiliz çiftçinin
gerçek hesaplarında ücretler 1.690 sterlin,
gübre 686 sterlin,
tohumluk 150 sterlin,
inekler için yem 100 sterlin tutuyor. Demek ki “hammaddeler” toplam 936 sterline ulaşıyor; bu [miktar -
ç.], ücretlere harcanmış olanın yarısından fazladır. (Bkz: F. W. Newman,
Lectures on Political Economy [
Ekonomi Politik Konferansları]
, Londra, 1851, s. 166.)
“Flaman yöresinde” (Belçika kesiminde) “hayvan gübresi ve saman Hollanda’dan ithal edilir” (keten vb. üretimi için. Karşılığında keten, keten tohumu yağı vb. ihraç ederler). “Bu nedenle kentlerin atıkları bir ticaret konusu haline gelmiştir ve düzenli olarak Belçika’ya yüksek fiyatlarla satılır. Anvers’den yaklaşık 20 mil uzaklıkta Schelde’ye kadar, Hollanda’dan getirilmiş gübre rezervuarları görülür. Ticaret, kapitalist bir şirket tarafından ve Felemenk tekneleri ile gerçekleştirilmektedir.” (Banfield)[6]
Ve böylece kemik tozu, kuş gübresi, potas vb. hadi neyse de hayvan gübresi ve yaş dışkı bile ticari mal haline gelmiştir. Üretim öğelerinin para olarak
hesap ve tahmin edilmesi yalnızca üretimdeki biçimsel değişikliğin sonucu değildir. Toprakta yeni malzemeler kullanılmaya ve eski malzemeler
üretim amacıyla satılmaya başlanmıştır. Bu yalnızca, kapitalist üretim tarzı ile daha önceki üretim tarzları arasında beliren biçimsel bir farklılık değildir. Tohumluk ticareti önem kazanmıştır; o ölçüde ki, her yıl değişik ürünlerin tohumluğu sırayla ekilmeye başlanmıştır. Bu gelişmeler çerçevesinde, tarıma ne bizzat tarım [üretimi
-ç.] sırasında üretilen ne de dışardan meta olarak satın alınan hiçbir “hammadde” –yani meta olarak hammadde– girmediğini söylemek gülünç olur. Makine imal eden bir yapımcının kullandığı ||449| makinenin, onun sermayesi arasında bir değer olarak hesaba girmeyeceğini söylemek de bir o kadar saçmadır.
Yıllar boyu kendi üretim öğelerini, tohumluğunu, gübresini vb. üreten ve ailesiyle birlikte kendi ürününün bir kısmını tüketen bir Alman köylü (üretim açısından) ancak toprağı ekip-biçmek için gereken bazı araç-gereçleri satın almak ve ücretleri ödemek üzere para harcamak durumundadır. Varsayalım ki, tüm harcamaların değeri [yarısı para olarak ödenmiş] 100’dür. Köylü, [ürününün] yarısını ürün olarak tüketir (üretim maliyeti [dahil olmak üzere yarısı]). Öteki yarısını satar ve diyelim 100 elde eder. Demek ki brüt
[sayfa 19] geliri 100’dür ve 50’lik sermayesine göre bu, yüzde yüz [kâr] demektir. 50’nin üçte-biri rant için, üçte-biri de vergiler için düşülürse (ki bunların toplamı 33
1/
3 eder) o zaman elinde 16
2/
3 kalır; 50’ye göre hesaplanırsa bu %33
1/
3 demektir. Ama gerçekte onun eline [başlangıçta harcadığı 100’den] kalan yalnızca 16
2/
3’tür. Köylü hesabı yanlış yapmış ve kendini aldatmıştır. Kapitalist çiftçi bu tür yanlışlıklar yapmaz.
Mathieu de Dombasle, Annales agricoles, etc. [
Tarım Tarihi, vb.], 4. fasikül, Paris 1828’de der ki: (Örneğin Berry [ilinde]
metairie sözleşmesi çerçevesinde:
“toprak sahibi toprağı verir, yapılan verir ve genelde tarım için gereken çift hayvanlarının ve araç-gereçlerin tümünü ya da bir bölümünü sağlar; kiracı ise karşılığında, hemen hemen emeğinden başka bir şey koymaz. Toprağın ürünleri eşit olarak paylaşılır” (agy, s. 301). “Kiracılar, genelde dizboyu yoksulluk içindedir.” (agy, s. 302). “Eğer yarıcı 1.000 frank harcamışsa, brüt ürününü 1.500 franka çıkarır;” (yani 500 frank brüt kazanç) “bunun yarısını toprak sahibine aktarmak zorundadır; yalnızca 750’sini alıkoyar ve böylece harcamalarından 250 frank kaybı olur” (agy, s. 304). “Daha önceki tarım sisteminde harcamalar ya da üretim maliyetleri, hayvanların tüketimi için ve toprağı ekip-biçen çiftçi ile ailesinin tüketimi için, hemen hemen tümüyle aynı üründen yani kendi türünden ayrılırdı; nakit para pek ödenmezdi. Ancak bu tür belli durumlar, üretim sırasında tüketilmemiş olan ürünü toprak sahibiyle kiracının kendi aralarında bölüştüreceği düşüncesini yaratabilirdi. Ama bu yöntem yalnızca bu tür tarıma, yani düşük düzeyli tarıma uygulanabilir. Ama bu düzeyi yükseltme arzusu belirdiği zaman, anlaşılmıştır ki, bu yalnızca belli yatırımların yapılmasıyla olanaklıdır; ertesi yıl yeniden kullanılmak üzere net üründen düşülecek belli yatırımların yapılmasıyla olanaklıdır. Böylece, brüt ürünün bu biçimde bölünmesi, herhangi bir iyileştirme açısından aşılamayacak bir engel olarak belirir” (agy, s. 307).
[3. Değer ve Tarımda Ortalama Fiyat[7] Mutlak Rant]
[a) Sanayide Kâr Oranının Eşitlenmesi]
Öyle görünüyor ki, bay Rodbertus rekabetin, metaları
gerçek değerlerine indirerek normal kârı ya da ortalama kârı ya da genel kâr oranını sağladığını düşünüyor; yani metaların fiyat ilişkilerini, çeşitli metalarda yer alan emek-zamanı miktarlarının birbirleri karşısındaki değişkenlik bağlantılarını parayla ya da değer ölçüsü ne ise onunla ifade edecek bir biçimde rekabetin düzenlediğini
[sayfa 20] düşünüyor. Kuskusuz bunu sağlayan, belli bir anda bir metanın fiyatının değerine eşit olması değildir; eşit olması da gerekmiyor. [Rodbertus’a göre olup bitenler şöyle:] Örneğin meta A’nın fiyatı değerinin üstüne yükseliyor ve bir süre bu yüksek düzeyde kalıyor ya da dahası, yüksekliğini sürdürüyor. Böylece A[nın üreticisi kapitalistin] kârı, ortalama kârın üstüne çıkıyor; öyle ki, [o kapitalist
-ç.]
yalnızca kendi “ödenmemiş” emek-zamanını sahiplenmekle kalmıyor, ama başka kapitalistlerin “ürettiği” ödenmemiş emek-zamanının bir bölümünü de sahipleniyor. Şimdi öteki metaların fiyatının para olarak değişmemesi koşuluyla şu ya da bu üretim alanında kârın düşmesi suretiyle dengelenmesi gerekiyor. Eğer meta [A -
ç.], genelde işçilerin tükettiği bir tüketim malı ise o zaman tüm öteki alanlarda kâr oranını düşürecektir; eğer değişmeyen sermayeye, onu oluşturucu bir parça olarak giriyorsa, o zaman değişmeyen sermayenin parçası olduğu bütün üretim alanlarında kâr oranını aşağı bastıracaktır.
Son olarak, meta [A
-ç] ne herhangi bir değişmeyen sermayenin parçasıdır, ne de işçilerin tüketim maddeleri arasında yer alan
zorunlu bir maddedir (işçi, alıp almamakta seçme olanağına sahip olduğu metaları, işçi olarak değil, genelde tüketici olarak tüketir); yalnızca genel bir bireysel tüketim maddesi, tüketim maddelerinden herhangi biri olabilir. Eğer böyle bir tüketim maddesi sanayi kapitalistince bizzat tüketilirse, fiyatındaki artış, artı-değer miktarını ya da artı-değer oranını hiçbir biçimde etkilemez. Şimdi, eğer kapitalist önceki tüketim standardını sürdürmek isterse, o zaman kârın (artı-değerin), bireysel tüketim için kullandığı bölümü, sınai yeniden-üretim için ayırdığı bölüme göre yükselir; ikinci bölüm azalır. A’daki fiyat artışının sonucu olarak ya da kârda ortalama oranın üstündeki artış sonucu olarak (yeniden-üretimin de belirlediği) belli bir zaman aralığı içinde B’deki, C’deki vb. kâr hacmi düşer. A maddesi, eğer yalnızca sınai olmayan kapitalistlerce tüketilmişse, o zaman onlar, öncesine göre A maddesini, B’yle, C’yle vb. karşılaştırıldığında daha fazla tüketmişler demektir. B, C vb. maddelerine yönelik talep azalır; fiyatları düşer ve bu
durumda A’daki fiyat artışı ya da ortalama oranın üzerindeki kâr artışı, B’nin, C’nin, vb. (daha önceki durumlarda ||450| değişmeksizin aynı kalmış olan) para olarak fiyatını düşürerek kârını ortalama oranın altına çeker. Kâr oranının, [ortalama] düzeyin altına düştüğü B’deki, C’deki, vb. sermayeler, A’nın üretim alanına göçerler. Bu, piyasaya sürekli olarak giren ve doğaldır ki, daha kârlı A alanına nüfuz etme eğilimini taşıyan yeni sermaye için, özellikle geçerlidir. Sonuçta bir süre sonra, A maddesinin fiyatı değerinin altına düşer ve
[sayfa 21] hareket tersine dönünceye dek uzun ya da kısa bir zaman süresince düşmeye devam eder. B, C vb. alanlarında ise bir bakıma sermaye göçü nedeniyle, yani bu üretim alanlarında ortaya çıkan organik nedenlerden ötürü arzın az olması sonucu olarak, bir bakıma da A alanında olup-biten ve B, C, vb. alanlarını etkileyen değişiklikler sonucu, tam tersi yönde bir karşı süreç ortaya çıkar.
Yeri gelmişken belirtmeli –para değerinin değişmediği varsayımıyla– B’nin, C’nin vb. para olarak fiyatı gerçi B, C, vb. metalarının değeri üzerine çıkabilir ve böylece bu alanlardaki kâr oranını aşabilir ama, başlangıçtaki düzeyine, hiçbir zaman, yeniden ulaşmayabilir. İyileştirmelere, yeni buluşlara, üretim araçlarından daha fazla tasarrufa vb., fiyatlar ortalamanın üstünde olduğu zaman değil, altına düştüğü zaman, yani kâr normal düzeyinin altına indiği zaman başvurulur. Böylece, B’nin, C’nin, vb. fiyatlarındaki düşme döneminde,
gerçek değerleri düşebilir; başka deyişle, bu metaların üretimi için gereken en az emek-zamanı azalabilir. Bu durumda, metanın fiyatında, değerinin üstünde gerçekleşen artış, aradaki farka eşit olursa, yani metanın yeni değerini ifade eden fiyatla eski en yüksek değerini ifade eden fiyat arasındaki farka eşit olursa, ancak o zaman eski para-fiyatını yakalayabilir. Burada metanın
fiyatı, arzı ve üretim maliyetini etkileyerek metanın değerini değiştirebilir.
Yukarda anlatılan hareketin sonucu: Metanın fiyatında, değerinin üstündeki artışların ya da altına düşüşlerin ortalamasını alırsak veya artışların ve eksilişlerin –sürekli yinelenen– eşitlenme dönemlerinin ortalamasını alırsak, o zaman
ortalama fiyat, malın
değerine eşittir. Dolayısıyla, belli bir alandaki ortalama kâr da genel kâr oranına eşittir; çünkü her ne kadar fiyatlardaki artış ve düşüş sonucu –ya da fiyat aynı kaldığı halde üretim maliyetindeki yükseliş ya da azalış sonucu– bu alandaki kâr, eski düzeyinin üstüne çıktı ve altına indiyse de belli bir dönemde ortalama olarak, meta kendi
değerinden satılır.
Bu yüzdendir ki7 sağlanan kâr, genel kâr oranına eşittir. Bu, Adam Smith’in yaklaşımıdır, ve daha çok da
Ricardo’nun yaklaşımıdır; çünkü gerçek değer kavramına Ricardo daha sıkı sarılır. Bay Rodbertus bunu onlardan almıştır. Ama bu yaklaşım gene de hatalıdır.
Sermayeler arasındaki rekabetin sonucu nedir? Bir eşitleme döneminde metaların
ortalama fiyatı öyledir ki bu fiyatlar, her alanda meta üreticilerine aynı kârı bırakırlar; diyelim ki %10. Bu, başka ne anlama gelir? Her bir meta fiyatının, kapitalistin üstlendiği maliyet fiyatının yani metayı üretmek üzere harcadığı miktarın onda-bir oranında üzerinde olduğu anlamına gelir. Bu da genel
[sayfa 22] olarak aynı büyüklükteki sermayeler eşit kâr getirir demektir; her bir metanın fiyatı, o meta için harcanan ve o metada temsil edilen sermayenin fiyatından onda-bir oranında daha yüksek demektir. Ama mutlak işgününün, tüm alanlarda eşit uzunlukta olduğunu varsaysak, yani sabit bir artı-değer oranı bulunduğunu varsaysak bile, çeşitli üretim alanlarındaki sermayelerin, kendi büyüklükleriyle orantılı olarak, aynı artı-değeri ürettiğini söylemek çok yanlıştır. (Burada kapitalistlerden birinin ötekinden daha uzun çalışma saatleri uygulaması olasılığını bir yana bırakıyoruz ve tüm alanlarda belli bir
mutlak işgünü olduğunu varsayıyoruz. Mutlak işgünündeki farklılıklar, bir ölçüde, emek yoğunluğundaki vb., farklılıklarla dengelenir, bir ölçüde de yalnızca keyfî aşırı kârı ve ayrıksın durumları ifade eder.)
Yukardaki varsayımı akıldan çıkarmama koşuluyla,
eşit büyüklükteki sermayelerin ürettiği artı-değer miktarları,
birinci olarak, organik yapılarını oluşturan parçaların yani değişen ve değişmeyen sermayelerin karşılıklı oranlarındaki oynamalara göre farklılık gösterir;
ikinci olarak dolaşım sürelerine göre farklılık gösterir — bu süre, sabit sermayenin döner sermayeye oranıyla ve ayrıca farklı türden sabit sermayelerin çeşitli yeniden-üretim süreleriyle belirlendiği ölçüde farklılık gösterir;
üçüncü olarak, gerçek üretim zamanının süresine göre farklılık gösterir — ki bu süre, [sermayenin
-ç.] üretim dönemiyle dolaşım dönemlerinin uzunluğu arasında esaslı farklılıklara yol açabilecek olan emek-zamanı süresinden
[8] farklıdır. (Bu karşılıklı değişim bağlantılarından birincisi, yani değişmeyen ve değişen sermaye kısımları arasındaki değişkenlik bağlantısı, çok farklı nedenlerden ileri gelebilir; örneğin yalnızca biçimsel olabilir — diyelim, bir alanda işlenen hammadde, bir başka alandakinden pahalı olabilir, ya da emeğin, değişkenlik gösteren üretkenlik farkından kaynaklanabilir vb..)
İşte bu çerçevelerde, eğer metalar değerlerinden satılsalardı ya da
ortalama fiyatlar onların değerine eşit olsaydı, o zaman çeşitli üretim alanlarındaki kâr oranı büyük ölçüde çeşitlilik gösterirdi. Birinde 50, ötekilerde 40, 30, 20, 10 vb. olabilirdi. Örneğin A alanındaki bir yıllık toplam meta oylumunu alırsak, bunların değeri, onlara harcanan sermayeyle, içerdikleri karşılığı ödenmemiş emeğin toplamına eşit olurdu. B ve C alanlarında da aynısı olurdu. A, B ve C’nin içerdiği ödenmemiş emek miktarları ise farklı; örneğin A, B’den, B de C’den daha fazla; A metaları, üreticilerine, diyelim ki 3A (A = artı-değer) bırakıyor B = 2
A ve C =
A bırakıyor. Kâr oranı, artı-değerin yatırılan sermayeye oranıyla belirlendiğine göre ve bizim varsayımımızda bu, A, B, C, vb. için aynı olduğuna göre, bu
[sayfa 23] durumda ||451| eğer yatırılan sermayeye
S dersek, farklı kâr oranlan 3
A/S, 2
A/S,
A/S olacaktır. Dolayısıyla sermayelerin rekabeti, ancak kâr oranını eşitleyebilir; yani bizim örneğimizde kâr oranını, A, B, C alanlarında, 2
A/S, 2
A/S, 2
A/S’ye eşitleyebilir. A, kendi metasını, değerinin 1 A eksiğine ve C, değerinin 1 A fazlasına satar. A alanındaki ortalama fiyat A metasının değerinin altında, C alanındaki ortalama fiyat ise C metasının değerinin üstünde olur.
B örneğinin gösterdiği üzere, gerçekte ortalama fiyat ve metanın değeri, üstüste çakışıyor da
olabilir. Bu, B alanında yaratılan artı-değer ortalama kâra eşitlenince olur. Başka deyişle yaratıldığı alanlar dikkate alınmaksızın artı-değerin bütününün hesabına temel olan toplam sermaye, yani kapitalist sınıfın sermayesi, tek
büyüklük olarak görüldüğü zaman, bu sermayeyi oluşturan parçalar [toplam değişmeyen ve toplam değişen sermaye parçaları -
ç.] arasındaki ilişki ile B alanındaki sermayeyi oluşturan çeşitli parçalar arasındaki ilişki aynı olduğu zaman, olan budur. Bu toplam sermayede geri dönüş vb. dönemleri eşitlenmiştir; örneğin, bu sermayenin tümünün bir yıl içinde geri döndüğü düşünülebilir. Bu durumda
toplam sermayenin her kesimi, kendi büyüklüğüyle uyumlu olarak toplam artı-değere katkı yapar ve ondan bu büyüklüğe tekabül eden miktarını çeker. Ve her bir sermaye parçası, bu toplam sermayenin
pay sahibi sayılacağı için,
birincisi, bu bireysel sermayenin
kâr oranının, tüm ötekilerin kâr oranıyla aynı olacağını söylemek doğru olur — [çünkü] aynı büyüklükteki sermayeler aynı miktarda kâr bırakır;
ikincisi –ki bu birinci noktadan otomatik olarak çıkmaktadır– kâr oylumunun sermaye büyüklüğüne,
kapitalistin toplam sermaye içinde sahip olduğu paya bağlı olduğunu söylemek de doğru olur. Böylece sermayeler arasındaki rekabet, her sermayeye, toplam sermaye içindeki bir pay gibi muamele etmeye ve dolayısıyla bu payın artı-değere ve giderek de kâra katılımını düzenlemeye çalışır. Rekabet, denkleştirme yoluyla, bunu
şu ya da bu ölçüde başarır (rekabetin, belli bazı alanlarda neden bazı engellerle karşılaştığını burada ele almayacağız). Ancak, açık bir ifadeyle söylersek, bunun anlamı şudur: Kapitalistler, işçi sınıfından elde ettikleri ödenmemiş emek miktarını,
belli bir sermayenin doğrudan ürettiği artı-emeğe göre değil ama
birincisi toplam sermayenin, belirli bir sermayenin temsil ettiği göreli parçasına tekabül ederek ve
ikincisi toplam sermayenin ürettiği artı-emek miktarına göre bölüştürülmesi için çabalarlar. Kapitalistler, düşman kardeşler gibi
[9] yağmalayarak elkoydukları başka insanların emeğini, kendi aralarında, her birinin ortalama olarak ötekinin aldığı kadar ödenmemiş emek elde etmesini sağlayacak biçimde bölüşürler.
[sayfa 24]
Rekabet bu eşitlemeyi, ortalama fiyatları düzenleyerek sağlar. Ancak bu ortalama fiyatlar, meta değerinin ya üstünde ya altında oluşur — öyle ki hiçbir meta, bir başka metadan daha yüksek bir kar oranı bırakmaz. Bu nedenle sermayeler arasındaki rekabetin, meta fiyatlarını meta değerleriyle eşitleyerek genel bir kâr oranı yarattığını söylemek yanlıştır. Tam tersine rekabet bunu,
meta değerlerini, artı-değerin bir bölümünü bir metadan ötekine aktaran ortalama fiyatlara dönüştürerek yapar. Bir metanın
değeri, o metanın
içerdiği ödenmiş ve ödenmemiş emek miktarına eşittir. Bir metanın
ortalama fiyatı ise o metanın
içerdiği (maddeleşmiş ya da canlı) ödenmiş emek miktarına ve artı, ortalama bir ödenmemiş emek kotasına eşittir. İkincisi, [ödenmemiş emek kotası -
ç.l metanın içinde böyle bir miktarın bulunup bulunmayışına ya da şu veya bu miktarının, meta değerinde yer alıp almayışına bağlı değildir.
[b) Rant Sorununun Formülasyonu]
Olabilir ki –bunu, bu kitabın
[10] konusu dışında kaldığı için daha sonraki bir araştırmaya erteliyorum– belli bazı üretim alanları, değerlerini,
yukardaki anlamda ortalama fiyatlara indirmelerine engel olan ve rekabetin bu zaferi elde etmesine izin vermeyen koşullar altında çalışırlar. Eğer tarımsal rantta ya da madenlerden sağlanan rantlarda (bazı rantlar vardır ki yalnızca tekel koşullarıyla açıklanabilir; örneğin Lombardiya’daki ve Asya’nın bazı yörelerindeki su kirası ve taşınmaz mal rantını temsil ettiği ölçüde ev kirası) durum böyle olsaydı, şöyle bir sonuç ortaya çıkardı: Bir yanda tüm sınai sermayelerin ürünü, ortalama fiyat düzeyine yükseltilir ya da indirilirken, tarım ürünü, ortalama fiyatın üstünde olan değerine eşitlenir[di]. Bu üretim alanında
yaratılmış artı-değeri –rekabet yasalarına göre olması gerektiği gibi– bu alanda yatırılmış sermayenin, sermaye kotasına uygun biçimde olması yerine, ondan daha fazlasını, bu alanın mülkü olarak gene bu alanın sahiplenmesini sağlayan engeller burada bulunabilir miydi?
Başka üretim alanlarında eşit büyüklükteki sanayi sermayelerine göre, yalnızca geçici olarak değil, ama
kendi üretim alanlarının yapısı nedeniyle %10, %20 ya da %30 oranında daha fazla artı-değer üreten sanayi sermayeleri bulunduğunu varsayalım; derim ki, rekabete karşın bu fazla artı-değeri sürdürebildiklerini ve genel kâr oranını belirleyen genel hesaba (dağıtıma) dahil olmasını önleyebildiklerini varsayarsak, o zaman bu olayda, bu sermayelerin üretim alanlarında iki kâr sağlayıcı, birbirinden ayırdedilebilir:
biri genel kâr oranını elde edendir, öteki, bu alana özgü artıyı elde [sayfa 25] eden. Bu ayrıcalıklının, sermayesini buraya yatırması için her kapitalist bu fazlayı ona ödeyebilir, teslim edebilir ve o,
aynı koşullar altında çalışan tüm kapitalistler gibi, genel kâr oranını kendine alıkoyabilir. Eğer tarımda vb. durum böyle olsaydı, o zaman
artı-değerin, kâr ile
rant arasında bölüşülmesi, burada emeğin sanayide olduğundan
(artı-değerin [üretimi anlamında]) gerçekte daha “üretken” olduğunu hiçbir biçimde göstermezdi. Demek ki, toprağa herhangi bir sihirli güç atfedilmesi [gerekmezdi]; kaldı ki bu zaten saçmadır,
değer emeğe eşittir, öyleyse artı-değer toprağa eşit olamaz (ama göreli artı-değer, toprağın doğal verimliliğinden ileri gelebilir, ancak bu durum, hiçbir koşulda, toprağın ürünlerinin
daha yüksek bir fiyat yakalaması sonucunu vermez. Tam tersi olur.) Ricardo’nun teorisinden medet umulmasına da gerek yoktur; o teori, maltusçu süprüntü ile, onaylanamayacak ölçüde bağlantılıdır, itici sonuçlara yol açıcıdır ve her ne kadar, benim göreli artı-değer konusundaki görüşlerime, teoride karşı değilse de, o görüşleri, pratik değerinden soymaktadır.
Ricardo’nun görüşü şu: Rant (örneğin tarımdaki rant), kapitalist biçimde tarım yapıldığı yerde –ki bu onun önvarsayımıdır– bir
çiftçinin bulunduğu yerde,
genel kârın üzerindeki bir
fazlalıktan başka bir şey olamaz. Burjuva ekonomi anlamında, toprak sahibine verilenin, gerçekte bir ranta eşit olup olmadığının pek önemi yoktur. Yalnızca ücretlerden bir kesinti olabilir (
vide İrlanda) ya da bir kısmı, çiftçinin kârının, ortalama kâr düzeyinin altına indirilmesinden sağlanmış olabilir. Bu olası öğelerden hangisi işlerse işlesin, sonucu hiçbir biçimde değiştirmez. Burjuva sistemde
rant, (genel) kârın üstünde ve ötesinde bir fazlalık olduğu ölçüde, artı-değerin özgül ve karakteristik bir biçiminden başka bir şey değildir.
Peki bu nasıl olur? Meta tahıl, başka her meta gibi, [Ricardo’ya göre]
değerinden satılır, yani öteki metalarla, içerdiği emek-zamanı oranında değişilir. (Bu, sorunu yapay bir biçimde ortaya koyarak karmaşık hale getiren hatalı ilk varsayımdır. Metalar ancak ayrıksın olarak değerlerinden değişilirler.
Ortalama fiyatları değişik bir yoldan belirlenir.
Vide supra.) Buğday üreten çiftçi, tüm öteki kapitalistler gibi, aynı kârı elde ediyor. Bu, tüm ötekiler [kapitalistler
-ç.] gibi onun da işçilerinin emek-zamanının ödenmemiş parçasını sahiplendiğini gösteriyor. Öyleyse rant nereden geliyor? O rantın da zorunlu olarak emek-zamanını temsil etmesi gerekir. Artı-emek sanayide yalnızca kâra dönüşürken, tarımda neden kâra ve ranta ayrışsın? Ve eğer tarımdaki kâr, başka her tür üretim alanındaki
[sayfa 26] kâra eşitse, o zaman bu nasıl olabilir? (Ricardo’nun kâra hatalı yaklaşımı ve bunu artı-değerle karıştırış biçimi burada da zararlı etkisini gösteriyor. Bu, onun işini daha güçleştiriyor.)
Ricardo bu
güçlüğü, ilkede yok sayarak çözüyor. (Gerçekten de ilkeler planında, bir güçlüğün üstesinden gelmenin
tek yolu budur. Ama bunu yapmanın iki yolu var. Ya kişi, ilkeyle çelişenin, şeyin kendisinin gelişimi sırasında ortaya çıkan bir
yanılsama olduğunu öne sürer ya da Ricardo’nun yaptığı gibi,
bir noktada [böyle bir
-ç.] güçlüğün varlığını
yadsır, sonra bir başka aşamada bunu başlangıç noktası alarak güçlüğün varlığını açıklamaya girişir.)
Başka herkesinki gibi çiftçinin sermayesinin de yalnızca kâr bıraktığı biçiminde bir görüş öne sürüyor. (Bu sermaye, rant getirmeyen tek bir çiftliğe ya da bir çiftliğin rant getirmeyen bir bölüm toprağına yatırılabilir. Gerçekte rant getirmeyen bir toprağın ekilip-biçilmesinde kullanılan herhangi bir sermaye olabilir). Dahası, bu başlangıç noktasıdır ve şöyle de ifade edilebilir: Başlangıçta çiftçinin sermayesi yalnızca kâr getirir, rant değil. (Her ne kadar bu
sözde tarihsel biçim önemsizse ve, öteki “yasalar”da, tüm burjuva ekonomistler için ortak biçimse de.) [Çiftçinin sermayesi -
ç.] herhangi bir sınai sermayeden farklı değildir. Rant, yalnızca tahıla olan talep arttığı ve sanayinin öteki dallarının tersine, “daha az” verimli topraklara yönelinmesi zorunlu hale geldiği için işin içine girer. Çiftçi (başlangıçta varsayılan çiftçi), yiyecek [fiyatının] artışı nedeniyle işçilerine daha fazla ödeme yaptığı oranda, öteki herhangi bir kapitalist gibi zarar eder. Ama ürettiği metanın fiyatı değerinin üstüne çıktığı için kazançlı çıkar; birincisi, onun değişmeyen sermayesini oluşturan öteki metaların fiyatı, onun metasına göre düştüğü ölçüde kazançlı çıkar, çünkü onları daha ucuza satın alır; ve ikincisi, kendi artı-değerine, kendisine ait daha pahalı meta olarak sahip olduğu ölçüde kazançlı çıkar. Böylece bu çiftçinin kârı, her ne kadar düşerse de ortalama kâr oranının üstüne çıkar.
Bunun sonucunda bir başka kapitalist, numara II, daha az verimli olan toprağa, bu düşük kâr oranı karşısında, Tin fiyatından ya da biraz daha ucuza ürün sunabilen toprağa gelir. Bu böyle olabilir diyelim. Ama gene de II’de bir kez daha normal durumla karşı karşıyayızdır, yani artı-değer yalnızca kâra dönüşmüştür. Ne var ki, I için rantı, ikiye katlanmış üretim fiyatının varlığıyla açıklamış bulunuyoruz: II’nin üretim fiyatı, aynı zamanda I’in pazar fiyatıdır. Tıpkı daha elverişli koşullarda üretilen bir fabrika metası gibi, [burada da
-ç.] geçici bir
fazla kazanç sağlanmış olmaktadır. Kâra ek olarak rantı da kapsayan tahıl fiyatı, gerçekte yalnızca maddeleşmiş emekten ibarettir ve o emeğin değerine eşittir; ama kendisi içinde somutlaşan değere
[sayfa 27] değil, II’nin değerine eşittir. [Yanyana] iki pazar fiyatına sahip olmak olanaksızdır. (Ricardo, işin içine II numaralı çiftçiyi kâr oranındaki düşüş nedeniyle sokarken, Stirling
[11] aynı şeyi, ücretlerin tahıl fiyatına uyarak artmasıyla değil,
düşmesi nedeniyle yapar.
Ücretlerdeki bu düşme, II numaranın, her ne kadar toprak daha az verimliyse de II numaralı parçayı eski kâr oranıyla ekip-biçmesine olanak tanır.) Rantın varlığı bir kez böylelikle ortaya atıldıktan sonra, artık gerisi kolaydır. Değişen verime vb. göre
rantlar arasındaki farklılık, kuşkusuz doğru kalır. Bu, zorunlu olarak giderek daha daha az verimli toprağın ekime açılacağı anlamına gelmez.
Ve işte size Ricardo’nun teorisi. I’e fazla kâr sağlayan daha yüksek tahıl fiyatı, II için daha önceki kâr oranı kadar bir miktar bile bırakmaz. Böylece açıktır ki, ürün II, ürün I’e göre daha fazla değer içerir; yani daha fazla emek-zamanının ürünüdür, [içinde -
ç.] daha büyük miktarda emeği taşır. Bu nedenle, aynı ürünü diyelim bir quarter buğdayı üretmek için daha fazla emek-zamanı harcamak gerekir. Ve rant toprağın verimindeki bu eksilişe göre ya da diyelim, bir quarter buğday üretmek için kullanılması gereken emek miktarındaki artışa göre yükselecektir. Kuşkusuz yalnızca rantın ödendiği quarterlerin sayısında bir artma sözkonusu olsaydı da
her bir quarterin fiyatı, diyelim, 30 şilinden 60 şiline çıkmamış olsaydı, Ricardo ranttaki bir “artış”tan söz etmezdi. Doğrudur,
azalan kâr oranına karşın mutlak kâr toplamının artabilmesi gibi, düşürülmüş rant oranına karşın mutlak rantın büyüklüğünün artabileceğini, Ricardo bazan unutuverir.
Başkaları da
(örneğin Carey) bu güçlüğün varlığını doğrudan yadsıyarak geçiştirmeye çalışırlar. Rant [derler], yalnızca, daha önceki bir aşamada toprağa yatırılmış sermayenin faizidir.
[12] Bu nedenle de yalnızca
bir kâr biçimidir. O zaman burada, tam da
rantın varlığı yadsınmış ve
baştan savılarak açıklanmış olur.
Daha başkaları, örneğin
Buchanan, rantı, tekelin basit bir sonucu sayar. Ayrıca
Hopkins’e de bakınız.
[13] Onlara göre rant yalnızca,
değerin üstünde basit bir
fazladır.
Tipik bir Yankee
olan bay
Opdyke açısından toprak mülkiyeti ya da rant “
sermayenin meşrulaştırılmışyansıması”dır.
[14]
Hatalı iki varsayımı nedeniyle Ricardo, incelemesini daha güç hale getirmiştir. (Doğrudur, rant teorisini keşfeden Ricardo
[sayfa 28] değildir. Ondan önce West ve Malthus yayınlamıştır. Ancak
kaynak Anderson’dur. Ama Ricardo’yu ayırdeden şey, rantı, kendi değer teorisiyle bağlantılama biçimidir. (Gerçi West de gerçek iç-bağlantıyı tümden atlamış değil.) Ricardo’yla daha sonra rant konusunda giriştiği bir polemiğin açıkça gösterdiği gibi Malthus, Anderson’dan alıp benimsediği teoriyi anlamamıştır.) Metaların değerini, üretimleri için gerekli emek-zamanının belirlediği (ve emeğin genel olarak somutlaşmış toplumsal emek-zamanından başka bir şey olmadığı) şeklindeki doğru ilkeden hareket edersek, o zaman bunu, metaların
ortalama fiyatını da üretimleri için gereksinilen emek-zamanının belirlediği sonucu izler.
Ortalama fiyatın, değere eşit olduğu kanıtlanabilseydi, sonuç doğru olurdu. Ama [daha önce
-ç.] gösterdiğim gibi, her ne kadar, ortalama fiyatın belirlenmesi, emek-zamanına dayanan değerden çıkarılıyorsa da meta değerini
emek-zamanı belirliyor diye metaların ortalama fiyatının değerlerine eşit olacağı
asla söylenemez. (Bu tek bir durumda, belli bir üretim alanındaki bireysel
kâr oranı denen durumda; yani, o üretim alanında elde edilen artı-değerin belirlediği kârın, toplam sermayenin ortalama kârına eşit olması durumunda olur.)
Öyleyse,
her şeyden önce, açıkça görülmektedir ki, (
değişmeyen sermayenin değerini görmezden gelirsek) ortalama fiyatı, yalnızca ücretlerden ve kârdan normal oranlarda oluşan yani ortalama ücretlere ve ortalama kâra dayanacak biçimde oluşan metalar bile, değerlerinin altında ya da üstünde satılabilir. Metanın, kâra ek olarak rant getirmesi olgusu da ||454| bünyesinde taşıdığı değerin
üzerinde satıldığını kanıtlamaz; bir metanın, normal kâr kategorisinde ifadesini bulan artı-değeri, o metanın, değerine satıldığını ne kadar kanıtlarsa, ancak o kadar kanıtlar. Eğer bir meta, gerçek artı-değerinin belirlediği kendi kâr oranının
altında bir
ortalama kâr oranı ya da
sermaye üzerinden
genel bir kâr oranı bırakabiliyorsa, o zaman bundan çıkacak sonuç şudur: Eğer
belli bir üretim alanında metalar, bu ortalama kâr oranının üstünde ayrı bir ad taşıyan, örneğin
rant [denen
-ç.] ikinci bir miktar artı-değer bırakıyorsa, bu durumda, kâr toplamıyla rantın, metanın içerdiği
artı-değerden yüksek olması gerekmez. Kâr, metanın bünyesindeki artı-değerden ya da içinde taşıdığı ödenmemiş emek miktarından az olabildiğine göre, kârla rant toplamının, metanın bünyesindeki artı-değerden fazla olması gerekmez.
Bunun, başka üretim alanlarının tersine neden
özel bir üretim alanında olduğunun hâlâ açıklanması gerekiyor. Ama sorun [artık -
ç.] basitleştirilmiş bulunuyor. Bu meta [rant sağlayan meta] ötekilerden şu bakımdan ayrılır: Bu öteki metaların bir kısmında
[sayfa 29] ortalama fiyat, onların içerdikleri değerin
üstündedir; ama bu yalnızca kendi kâr oranlarını, genel oran düzeyine
yükseltmek içindir. Bu öteki metaların bir başka bölümünde ortalama fiyat, içerdikleri değerin
altında bir düzeyde durur; ama bu yalnızca, kendi kâr oranlarını genel oranla uzlaştıracak noktaya
indirmek için ve o ölçüde gereklidir. Son olarak öteki metaların bir üçüncü bölümünde ortalama fiyat, içerdikleri değere denktir; ama bu yalnızca,
içerdikleri değerden satılırlarsa genel kâr oranında [kâr
-ç.] bırakacakları
içindir. Ama rant getiren meta, bu üç durumdan da farklıdır. Koşullar ne olursa olsun, bu meta, sermayenin genel kâr oranıyla belirlenen
ortalama kârdan daha fazlasını sağlayacak bir fiyattan satılır.
Şimdi ortaya çıkan soru, bu üç durumdan hangisinin ya da kaçının olabilirliği sorusudur.
Metanın içerdiği artı-değerin tümünün fiyatında
gerçekleştirildiğini varsayalım; böyle bir durumda üçüncü durum,.yani yalnızca olağan kâr sağladıkları için, tüm artı-değerleri ortalama fiyatlarında gerçekleştirilen metalar durumu dışlanmış oluyor. Dolayısıyla bunu bir yana bırakabiliriz. Benzer biçimde,
bu önvarsayım çerçevesinde, birinci durumu da yani metanın fiyatında gerçekleştirilen artı-değerin, metanın içerdiği artı-değerin
üzerinde olduğu durumu da dışlayabiliriz. Çünkü “içerdiği artı-değerin” metanın fiyatında “gerçekleştirildiği” varsayılmıştır. Bu durum, bünyesinde taşıdığı artı-değerin, ortalama fiyatında gerçekleştirilen artı-değerden yüksek olduğu metalara ilişkin
2 numaralı durumun benzeri bir durumdur. Bu metalarda da kâr, bu artı-değerin bir biçimini –bu durumda kullanılan sermayenin kârını– temsil eder; genel kâr oranı düzeyine indirgenmiştir. Ne var ki,
metanın içerdiği bu kârı
aşan fazla artı-değer, 2 numaralı metanın tersine, bu ayrıksın metalarda da gerçekleştirilir; ancak sermayenin sahibine değil, toprağın,
doğal öğenin, madenin, vb. sahibine gider.
Ya da fiyatın,
ortalama kâr oranından daha fazlasını sağlayacak kadar yüksek saptandığını [varsayarsak nasıl bir durum olur]? Örneğin tekel fiyatlarında
durum budur.
Bu varsayım –sermayenin ve emeğin serbestçe kullanıldığı [ve] ürünü, kullanılan sermayenin oylumuyla ilgili olarak genel yasalara tabi olan her üretim alanına uygulanan bu varsayım– yalnızca
petitio principii olmakla kalmaz, üstelik [ekonomi] biliminin ve kapitalist üretimin –birincisi ikincinin yalnızca teorik ifadesidir– temelleriyle
doğrudan çelişir. Çünkü böyle bir varsayım, açıklanacak fenomenin kendisini önceden veri sayar; yani, belli bir üretim alanında, bir
[sayfa 30] metanın fiyatının, genel kâr oranından daha fazlasını, ortalama kâr oranından daha fazlasını içeriyor olması
zorunluluğunu ve bunun için de
değerinin üzerinde satılması zorunluluğunu veri sayar. Bu varsayım, tarımsal ürünlerin, metaların genel değer yasalarına ve kapitalist üretimin genel yasalarına tabi olmadığını veri sayar. Üstelik bunu, rantın, kârın yanındaki varlığı
prima facie öyleymiş gibi gösterdiği için verili sayar. Dolayısıyla bu bir saçmadır.
Böylece, bu kendine özgü üretim alanında durumu etkileyen ve meta fiyatlarının, metaların içerdiği artı-değerin [tümünü] gerçekleştirmelerine neden olan özel koşulların bulunduğunu varsaymaktan başka çare kalmaz. Bu, öteki metaların 2. [durumuyla] terstir; o [2.] durumda, metaların fiyatı, içerdikleri artı-değeri genel kâr oranının getirişi ölçüsünde gerçekleştirirler; ortalama fiyatları, ancak genel kâr oranını gerçekleştirecekleri noktaya kadar, artı-değerlerinin altına düşer; ya da başka deyişle ortalama kârları sermayenin tüm öteki alanlarındakinden daha büyük değildir.
Böylelikle, sorun, çoktan basitleşmiştir.
Anlaşılan genel değer yasasından yakayı sıyırarak ve metaların fiyatını
içerdikleri artı-değerin üzerine yükselterek, belli bir sermaye için
genel kâr oranından fazlasını sağlayarak, artık bir metanın fiyatının nasıl olup da hem rant, hem kâr getirdiğini açıklamak diye bir sorun kalmamıştır. Soru şudur: Metaların ortalama fiyatlarda eşitlenmesi sürecinde, nasıl oluyor da bu belli
meta, içerdiği artı-değerin yalnızca
ortalama kârı gerçekleştirmesine elverecek ölçüye kadarki miktarını öteki metalara aktarmak zorunda kalmıyor; ama kendi artı-değerinin, ortalama kâr
üzerindeki ve ötesindeki fazla kısmını gerçekleştirebiliyor; ve böylelikle bu alana sermaye yatırımı yapan bir çiftçi, metayı, [hem
-ç.] ona olağan kârı bırakacak, [hem de
-ç.]
aynı zamanda bu kârın
üstünde gerçekleştirilen fazla artı-değeri üçüncü kişiye, toprak sahibine ödemesini sağlayacak fiyatlardan satması olanaklı olabiliyor?
||455| Böyle konduğu zaman, sorunun formüle ediliş biçimi kendi çözümünü de kuşkusuz içermiş oluyor.
[c) Mutlak Rantın Varoluşunun Zorunlu Koşulu: Özel Toprak Mülkiyeti.
Tarımdaki Artı-Değerin Kâra ve Ranta Ayrışması]
Oldukça basit [bir anlatımla
-ç.)
belli bazı kişilerin, belirli üretim alanlarının, belirli sermaye yatırımı alanlarının metalarında içerilen
kârın (ortalama kârın, genel kâr oranının belirlediği kârın)
[sayfa 31]
üstündeki fazla artı-değeri kapmalarına, yolunu kesmelerine ve el-koymalarına ve böylece genel kâr oranını oluşturan sürece girmesini önlemelerine olanak sağlayan topraklardaki, madenlerdeki, sudaki, vb.
özel mülkiyettir. Dahası, bu artı-değerin bir kısmı gerçekte, herhangi bir sanayi işletmesinde de elde edilir; (fabrika yapıları, işlikler vb. için) kullanılan toprağın rantı, her yerde, hatta toprağın bedava olduğu yerlerde bile işin içine girdiği için, şöyle ya da böyle bir nüfusu barındıran, iyi ulaşım olanaklarına sahip alanlar dışında hiçbir fabrika kurulmamaktadır.
Varsayalım ki, ekilen en kötü topraktan alınan ürün, yani ortalama fiyatı değerine eşit olan ürün, başka deyişle içerdiği artı-değerin tümü fiyatında gerçekleştirilen, çünkü ancak böylelikle olağan kârı sağlayan ürün 3. kategoriye girer; bu toprağa rant ödenmez ve toprak sahibinin burada yalnızca adı olurdu. [Bu -
ç.] toprağın kullanılması karşılığında bir
ödeme yapılsaydı, bu ancak küçük kapitalistlerin, İngiltere’de kısmen olduğu gibi (Bkz:
Newman)
[15], ortalamanın
altında bir kârla yetindiklerini kanıtlardı. Rant oranının, bir metanın
içerdiği artı-değerle
ortalama kâr oranındaki farktan yüksek olduğu her zaman, aynı şey sözkonusudur. Ekimin ancak ücretleri ödemeye yettiği topraklar bile vardır; buralarda emekçi her ne kadar işgününün tamamında kendisine çalışırsa da emek-zamanı toplumsal bakımdan
gerekli olan emek-zamanından uzundur.
Bu çalışma alanında genel olarak geçerli bulunan üretkenliğe oranla [bu emekçinin emeği -
ç.] o kadar verimsizdir ki, her ne kadar, kendisi için 12 saat çalışırsa da daha iyi üretim koşullarında bir işçinin 8 saatte ürettiği kadarını bile pek üretemez. Bu, el tezgahında çalışan bir dokumacının, makineli tezgahta çalışanla rekabeti türünden bir göreliliktir. El tezgahında çalışan dokumacının ürünü her ne kadar 12 saatlik emeğe eşitse de toplumsal bakımdan
gerekli olan 8 saatlik ya da daha az emeğe denktir; bu nedenle de gerekli 8 saatlik emeğin değerindedir. Eğer böyle bir durumda, evde çalışan emekçi kira öderse, o zaman bu, onun
gerekli ücretinden düpedüz bir indirimdir; bırakınız ortalama kârın üstünde bir fazla olmasını, artı-değeri bile temsil etmez.
Varsayalım ki, Birleşik Devletler gibi bir ülkede birbiriyle rekabet eden çiftçilerin sayısı henüz o kadar az ve toprağın mülk edinilmesi o kadar formaliteden ibaret bir şeydir ki herkes, daha önceden toprağı eken mülk sahiplerinden ya da çiftçilerden izin almak gibi bir gerek olmaksızın sermayesini toprağa yatırma ve tarım yapma fırsatına sahiptir. Bu koşullarda —yerleşim yerlerindeki konumu nedeniyle tekel oluşturan toprak dışında— uzunca bir süre çiftçinin, ortalama kârın üzerinde ürettiği artı-değerin,
[sayfa 32] ürünün fiyatında gerçekleştirilmemesi olasıdır; —kâr oranını genel oranın üstüne yükselten tüm metaların artı-değerinde yapıldığı gibi, ona bir fazla-kâr sağlarsa, yani ürünün fiyatında artı-değeri gerçekleştirirse— çiftçi bunu kardeş kapitalistlerle paylaşmak zorunda kalabilir. Bu durumda genel kâr oranı yükselir, çünkü öteki mamul metalar gibi, buğday vb. değerinin altında [bir fiyattan
-ç.] satılır. Bu, değerinin
altında satma, bir istisna yaratmaz, tersine, aynı kategorideki diğer metalara göre buğdayın bir istisna yaratmasını önler.
İkincisi, belli bir ülkede toprağın tümünün tek bir kalitede olduğunu varsayalım; öyle ki metadaki artı-değerin tamamı fiyatta gerçekleştirilirse, sermayeye olağan kârı bırakacak olsun. Bu durumda herhangi bir rant ödenmezdi. Rantın olmayışı, genel kâr oranını hiçbir biçimde etkilemezdi — ne yükseltir ne düşürürdü; tıpkı bu kategoride tarımsal olmayan başka ürünler bulunacağı gerçeğinden etkilenmeyişi gibi. Bu metalar yalnızca
içerdikleri artı-değer, ortalama kâra. eşit olduğu için bu kategoriye girdiğinden, bu kârın düzeyini değiştiremezler; tam tersine onunla uyuşurlar ve her ne kadar kâr onları etkilerse de onlar bu kârı etkileyemezler.
Üçüncüsü, tüm arazinin belli bir toprak türünden oluştuğunu varsayalım; ama [toprak
-ç.] o kadar çorak olsun ki, yatırılan sermaye burda verimsiz olsun; ürünlerin artı-değeri, ortalama kârın altında [kalsın]. Tarımın verimsizliği sonucu, ücretler her yerde artacağı için, bu durumda mutlak emek-zamanının uzadığı y erde, demir ve benzeri hammaddelerin, tarımın ürünü olmadığı 3’erde, ya da dahası, pamuğun, ipeğin, vb. daha verimli bir toprağın ürünü ve ithal malı olduğu yerde, artı-değer hiç kuşkusuz yalnızca daha yüksek olur. Bu durumda [tarımsal] ürünün fiyatı, –olağan bir kâr bırakması için– ürünün içerdiğinden daha yüksek bir artı-değeri içerir. Bunun sonucu olarak rantın bulunmamasına, karşın, genel kâr oranı düşer. Ya da 2 numaralı
durumda, toprağın çok verimsiz olduğunu varsayalım. O zaman, bizzat ortalama kâra eşitliği nedeniyle, bu tarımsal ürünün artı-değeri, ortalama kârin çok düşük olduğunu gösterir; çünkü tarımda 12 iş-saatinin belki 11’i yalnızca ücretleri üretmek için gerekli olacak ve artı-değer yalnızca 1 saate ya da daha azına eşitlenecektir.
||456| Bu değişik örnekler şunu gösterir: /
Birinci durumda,
rantın eksikliği ya da yokluğu, rant fenomeninin geliştiği başka ülkelerle karşılaştırıldığı zaman,
daha yüksek bir kâr oranı ile bağlantılıdır ya da uyumludur.
İkinci durumda, rantın eksikliği ya da yokluğu, kâr oranını
[sayfa 33] hiçbir biçimde etkilemez.
Üçüncü durumda, rantın varolduğu ülkelerle karşılaştırıldığı zaman,
düşük, göreli olarak
düşük genel kâr oranıyla bağlantılıdır, onun göstergesidir.
Bundan çıkan şudur ki, rantın eksikliği ya da yokluğu, artan, eksilen veya değişmeyen kâr oranıyla yanyana olabileceğine göre, belli bir rantın gelişimi, kendi başına, tarımsal emeğin üretkenliğiyle ilgili değildir.
Sorun, burada,
ortalama kâr üstünde sağlanan
fazla artı-değerin tarımda vb. niçin bulunduğunu bilmek değil, ama tam tersine bu karşıt durumda, hangi nedenlerle kendini göstermesi gerektiğini bilmektir.
Artı-değer ödenmemiş emekten başka bir şey değildir; ortalama ya da normal kâr da, verili bir değer büyüklüğündeki her sermayenin elde edeceği kabul edilen bir miktar ödenmemiş emekten başka bir şey değildir. Eğer ortalama kâr %10 dersek, bu, 100’lük bir sermayenin, 10 birim ödenmemiş emeğe komuta ettiğini söylemek demektir; ya da 100 birim somutlaşmış emeğin kendi miktarının onda-biri kadar
ödenmemiş emeğe komuta ettiğini [söylemekten -
ç.] başka bir şey değildir. Böylece,
artı-değerin, ortalama kâr üzerindeki fazlası, bir metanın (fiyatının ya da fiyatının artı-değeri içeren parçasının), ortalama kârı oluşturan ödenmemiş emek miktarından daha büyük miktarda ödenmemiş emek içerdiği ve böylece metaların ortalama fiyatında,
üretim maliyetlerinin üzerindeki fiyat fazlalığını oluşturduğu anlamına gelir. Her bir metada üretim maliyeti yatırılan sermayeyi temsil eder ve bu üretim maliyetlerinin üzerindeki fazlalık, yatırılan sermayenin komuta ettiği
ödenmemiş emeği temsil eder; öyleyse, fiyatta üretim maliyetleri üzerindeki bu fazlalığın oransallığı, –metaların üretimi sürecinde kullanılan– belli [miktardaki -
ç.] bir sermayenin ödenmemiş emeğe komuta etme
oranını gösterir;
belli bir üretim alanındaki metanın içerdiği ödenmemiş emek bu
orana eşit olsun ya da olmasın fark etmez.
Şimdi, kapitalist bireyi, metalarını, kendisine yalnızca ortalama kârı bırakacak ortalama bir fiyattan satmaya ve kendi metalarına girmiş olandan daha az ödenmemiş emeği gerçekleştirmeye zorlayan nedir? Bu ortalama fiyat ona düpedüz
zorlanmıştır, hiçbir biçimde onun özgür istencinin sonucu değildir; metayı, değerinin
üstünde satmayı elbette yeğlerdi. Başka sermayelerin rekabeti, onu buna zorladı. Çünkü aynı büyüklükteki her sermaye, A dalına doluşabilirdi; ödenmemiş emeğin yatırılmış sermayeye, diyelim 100 sterline oranının, –A üretim alanındaki gibi toplumsal bir
[sayfa 34] gereksinimi karşılayan– B, C vb. üretim alanlarındakinden daha büyük olduğu A üretim alanına doluşabilirdi.
İşlenebilir toprak, kömür damarları, demir madenleri, şelaleler, vb. belli bazı doğal üretim koşullarının —onlarsız, üretim sürecinin yerine getirilemeyeceği, o alanda metaların üretilemeyeceği koşulların— somutlaşmış emeğin sahiplerinden, ya da mülk sahiplerinden kapitalistlerden başkalarının elinde olduğu üretim alanları mevcut olduğu zaman, bu ikinci türden
üretim koşullarının sahibi şöyle diyecektir:
Eğer, bu üretim koşulunu kullanmana izin verirsem, o zaman sen ortalama kâr elde edeceksin; ödenmemiş normal emek miktarının sahibi olacaksın. Ama üretimin, kâr oranının üstünde ödenmemiş emek, fazla bir artı-değer, bir ödenmemiş emek sağlayacak. Ama siz kapitalistlerde alışılageldiği gibi, sen bu fazlalığı ortak hesaba katmayacaksın, onu ben sahipleneceğim. O bana ait. Bu alışverişin sana da uygun düşmesi gerekir; çünkü, sermayen, başka herhangi bir alandakinin aynısını bu üretim alanında da bırakıyor, üstelik bu, çok sağlam bir üretim dalı. Ortalama kârı oluşturan %10 ödenmemiş emekten ayrı olarak, senin sermayen, %20 [oranında
-ç.]
ek ödenmemiş emek daha sağlıyor. Bunu sen, bana ödeyeceksin ve bunu yapabilmek için de ödenmemiş %20 emeği metanın fiyatına ekleyeceksin; öteki kapitalistlere de bunun hesabını vermeyeceksin. Nasıl ki senin, bir üretim koşuluna –sermayeye, somutlaşmış emeğe– sahip olman, işçilerin belli bir miktar ödenmemiş emeğine elkoymana olanak veriyorsa, benim de bir başka üretim koşuluna, toprağa vb., sahip olmam, senin ortalama kârını aşan ödenmemiş emek kısmını senin zararına ve tüm kapitalist sınıfın zararına ele geçirmeme olanak veriyor. Senin yasan gereği, normal koşullar altında, eşit büyüklükteki sermayeler, eşit miktarda ödenmemiş emeği sahiplenirler ve siz kapitalistler birbirinizi ||457| aranızda rekabet ederek bu konuma zorlarsınız. Evet, bu yasayı [şimdi
-ç.] ben de sana uyguluyorum. Sen, aynı sermayeyle herhangi bir başka üretim alanında, kendi işçilerinin ödenmemiş emeğinden sahip olabileceğinden daha fazlasına sahip olmayacaksın. Ama yasanın, senin, normal payının üzerinde “üretmiş” olduğun ödenmemiş emeğin fazlasıyla bir alıp veremediği yok. Bu “fazla”yı sahiplenmemi kim önleyecek? Ben neden senin adetine göre hareket edeyim ve [bu fazla
-ç.]
kapitalist sınıf arasında paylaşılsın ve herkes toplam sermayedeki payına uygun bir miktar çeksin diye sermayenin ortak
potasına atayım? Ben kapitalist değilim. Senin yararlanmana izin verdiğim üretim koşulu, somutlaşmış emek değil, doğal bir fenomen. Toprak ya da su, maden ya da
[sayfa 35] kömür ocağı
imal edebilir misin?
Quod non Senin elkoymayı başardığın artı-emeğin bir bölümünü serbest bırakman için sana uygulanabilecek zorlama araçları bende mevcut değil. Hadi söyle! Senin kardeş kapitalistlerinin yapabileceği tek şey sana karşı rekabet etmektir, bana karşı değil. Eğer bana, elde ettiğin
ek emek-zamanı ile sermayenin
kuralına göre, sana ayrılan artı-değer kotası arasındaki farktan daha az bir kâr fazlası ödersen, senin kardeş kapitalistlerin sahneye çıkacak ve
s ı z d ı r m a g ü c ü n d e o l d u ğ u n t a m m i k t a r ı b a n a h a k ç a ö d e m e y e z o r l a m a k i ç i n seninle rekabete girişeceklerdir.
Şimdi şu sorunlar ortaya konmalıdır: 1. Feodal toprak sahipliğinden farklı bir biçime, kapitalist üretimin düzenlediği ticari toprak rantına geçiş ya da öte yandan bu feodal toprak mülkiyetinden serbest köylü toprak mülkiyetine geçiş. 2. Amerika Birleşik Devletleri gibi, başlangıçta toprağın sahiplenilmediği ve hiç değilse formel anlamda, ta başından beri burjuva üretim biçiminin egemen olduğu ülkelerde rant nasıl ortaya çıkmaktadır. 3. Henüz varlığını sürdüren toprak sahipliğinin asyatik biçimleri. Ama tüm bunların yeri burası değil.
Bu teoriye göre, öyleyse, toprak, su, madenler, vb. doğa nesnelerinin özel sahipliği, bu üretim koşullarının, doğadan kaynaklanan bu esaslı üretim girdilerinin sahipliği, değerin çıkıp aktığı bir kaynak değildir; çünkü değer, yalnızca somutlaşmış emektir. [Bunların sahipliği -
ç.] bir ek artı-değerin yani kârın içerdiği ödenmemiş emeğin üstündeki ödenmemiş bir fazla emekten doğan bir kaynak değildir. Bununla birlikte bu mülkiyet, bir gelir kaynağıdır. Bir hak talebidir, araçtır; kapitalist tarafından sızdırılan ve aksi halde, normal kârın üzerindeki fazlalık olarak, genel sermaye fonuna tıkıştırılacak olan ödenmemiş emek kısmını, mülkiyetin bir üretim koşulu olarak katıldığı üretim alanında mülk sahibinin sahiplenmesini olanaklı kılar. Bu mülkiyet, kapitalist üretim alanının geri kalan kısmında yer alan süreci engelleyen ve bu belirli alanda yaratılan artı-değere el atan bir araçtır; [artı-değerin -
ç.] bu alan içindeki kapitalistle toprak sahibi arasında bölüşülmesini sağlar. Toprak mülkiyeti böylece, tıpkı sermaye gibi, ödenmemiş emek, karşılıksız emek üzerinde bir hak oluşturur. Ve işçinin somutlaşmış emeğinin, yani sermayenin, işçi üzerinde bir güç olarak belirişi gibi, toprak mülkiyetinde de, toprak sahibinin, ödenmemiş emeğin bir bölümünü kapitalistlerin elinden çekip almasına olanak sağlayan durum, toprak sahipliğinin bir değer kaynağıymış gibi görünmesine neden olur.
[sayfa 36]
Modern toprak rantının varlığını açıklayan, işte bu durumdur.
Belirli bir miktar sermaye yatırımı için, rant miktarındaki değişiklikler, yalnızca toprağın verimindeki farklılıkla açıklanır.
Belli bir verim eşitliğinde ise, rant miktarındaki farklılıklar, ancak
yatırılan sermaye miktarındaki farklılıkla, açıklanabilir. Birinci durumda rant oranı, kullanılan sermayeye (ve ayrıca toprağın genişliğine) göre arttığı için rant yükselir. İkinci durumda rant oranı artar, çünkü aynı, hatta farklı [sermaye
-ç.] oranı nedeniyle (eğer ikinci sermaye dozu aynı ölçüde üretken değilse) rant miktarı artar.
Bu teori açısından, en az verimli toprağın rant ödeyip ödememesinin önemi yoktur. Ayrıca, her ne kadar üretkenlikteki çeşitlilik, eğer yapay biçimde üstesinden gelinmemişse (ki olanaklıdır), sanayi üretimindeki birbirine benzer alanlarda olduğundan çok daha büyük olsa da, tarımdaki verimliliğin gerilemesi için hiç de gerekli değildir. Daha büyük ya da daha az verimlilikten söz ederken
aynı ürünü kastediyoruz. Değişik ürünlerin birbiriyle ilişkisi ayrı bir konudur.
Toprağın kendisi üzerinden hesaplanan rant kira bedelidir,
rant tutarıdır. Rant oranında herhangi bir artış olmadan artabilir. Eğer paranın değeri değişmeden kalıyorsa, bu durumda tarımsal ürünlerin göreli değeri, tarım daha az üretken hale geldiği için değil, onun üretkenliği –her ne kadar artıyorsa da– sanayide olduğundan daha yavaş arttığı için yükselebilir. Öte yandan, para değeri aynı kalırken, tarım ürünlerinin para-fiyatında bir artış olması, ancak değerlerinde bir artış olmasıyla, yani tarımın daha az üretken hale gelmesiyle olanaklıdır (kuşkusuz, öteki metalarda olduğu gibi, bu artışa
arz üzerindeki geçici
talep baskısının neden olmaması koşuluyla).
Pamuklu sanayisinde, sanayinin gelişmesiyle birlikte hammadde fiyatı sürekli düşmüştür; demirde, kömürde vb. durum aynıdır. Burada, rantın artması, oranı yükseldiği için değil, ama daha fazla sermaye kullanılmasıyla olanaklı olmuştur.
Ricardo şu görüştedir: Hava, ışık, elektrik, buhar, su gibi doğa güçleri bedavadır; toprak değildir çünkü sınırlıdır. İşte yalnızca bu nedenle bile, tarım öteki sanayilere göre daha az üretkendir. Eğer toprak, doğanın öteki öğeleri ve güçleri gibi, istenen her miktarda elde edilebilir,
yaygın ve
sahiplenilmemiş olsaydı, o zaman çok daha üretken olurdu.
||458|
İlkin, eğer toprağı, herkes, başlangıçta olduğu gibi, serbestçe kullanabilseydi, o zaman
sermaye oluşumunun özsel öğesi eksik kalırdı. İnsandan ve onun emeğinden ayrı olarak üretimin en önemli öğesi ve üretimin başlangıçtaki tek koşulu elden
[sayfa 37] çıkarılamaz ve mülk edinilemezdi. Böylece de bir başkasının mülkü olarak, işçiyle karşı karşıya gelmez ve onu ücretli emekçi haline getiremezdi. Ricardo’nun anladığı anlamda, yani kapitalist anlamda, emeğin üretkenliği, başkasının ödenmemiş emeğinin “üretilmesi” böylece olanaksız hale gelirdi. Ve bu, kapitalist üretimi tümüyle durdururdu.
Ricardo’nun değindiği doğa güçlerine gelince, bunların kısmen hiçbir şey ödemeden elde edilebileceği, kapitaliste herhangi bir maliyeti olmayacağı doğrudur. Kömür [kapitaliste
-ç.]
bir şeylere malolur, ama, suyu bedava sağladığı takdirde buharın ona bir maliyeti yoktur. Ama şimdi, örneğin buharı ele alalım. Buharın özellikleri her zaman yerli yerinde durur. Onun sınai bakımdan yararlılığı, kapitalistin sahiplendiği yeni bilimsel bir keşiftir. Bu bilimsel keşif sayesinde, emeğin üretkenliği ve onunla birlikte, göreli artı-değer artmıştır. Başka deyişle, emeğin bir günlüğü üzerinden kapitalistin sahiplendiği ödenmemiş emek miktarı, buharın yardımıyla artmıştır. Buharın üretken gücüyle toprağın üretken gücü arasındaki fark öyledir ki, ödenmemiş emeği, biri kapitaliste bırakır, öteki toprak sahibine; toprak sahibi işçiden değil kapitalistten alır. Bu nedenle kapitalist bu öğenin “hiç kimseye ait olmaması” konusunda çok gayretlidir.
Yalnızca şu kadarı doğru: kapitalist üretim tarzında kapitalist, yalnızca gerekli bir görevli olmakla kalmaz, üretimin başat görevlisi olur. Toprak sahibi, bu üretim tarzında, tersine, hayli gereksizdir. Onun için, toprağın
ortak mülk olmaması tek gerekliliktir, toprağın, işçi sınıfıyla, ona
ait olmayan bir üretim koşulu olarak karşı karşıya gelmesindedir; toprak devlet mülkü haline gelirse yani rantı devlet alırsa, amaca tamamen varılmış olur. Toprak sahibi, eski dünyanın ve ortaçağın üretimdeki bu önemli görevlisi, sanayi dünyasında,
gebe kalmış hayvanın yararsız bir ikinci gebeliği gibidir. Bu nedenle radikal burjuva ([bir yandan -
ç.]
tüm öteki vergilerin ortadan kaldırılmasını gözlerken) burjuva sınıfın, devlet mülkü biçimiyle, sermayenin ortak mülkü haline dönüştürmeyi arzuladığı toprağın özel sahipliğini yadsıyarak teorik bakımdan daha ileri gider. Ama pratikte, buna cesareti yetmez; çünkü, bir mülkiyet biçimine –çalışma koşullarından birinin özel mülkiyetine– saldırı, öteki biçimin üzerine de ciddi ölçüde kuşku çekebilir. Kaldı ki burjuvanın kendisi de toprak sahibi haline gelmiştir.
[sayfa 38]
[4. Rodbertus’un, Tarımsal Hammaddeler Değer Taşımaz Tezinin
Yanıltıcılığı]
;
Şimdi gelelim bay Rodbertus’a.
Rodbertus’a göre, tarımda hiçbir hammadde hesaplara dahil edilmez, çünkü, Rodbertus bizi temin ediyor ki, Alman köylü, tohumluğun, hayvan yeminin vb. kendisine herhangi bir maliyeti olduğu düşüncesinde değildir. Rodbertus da bunları üretim maliyetleri faraşında
-ç.] saymıyor; gerçekte
yanlış hesap yapıyor. Çiftçinin 150 yılı aşkın bir süredir, hesaplarını doğru yaptığı İngiltere’de bu duruma göre,
herhangi bir toprak rantı olmaması gerekir. Demek ki, varılacak sonuç, Rodbertus’un çıkardığı sonuç olmamalıdır; yani çiftçi, kâr oranı, imalattaki kâr oranından daha yüksek olduğu için değil, ama, yanlış hesap sonucu,
daha düşük bir kâr oranıyla yetindiği için rant öder sonucu çıkarılmamalıdır. Kendisi de bir kiracı-çiftçinin oğlu olan ve Fransız tarımını yakından tanıyıp bilen Dr. Quesnay bu düşünceyi hiç de sıcak karşılamazdı herhalde. Quesnay, [
Tableau Economique’inde],
kiracı çiftçinin gereksindiği hammaddeye,
yıllık 1.000 milyonluk –her ne kadar onu ayni olarak yeniden-üretiyorsa da–
gider olarak yer verir.
Her ne kadar bir grup imalatta hemen hemen hiç
sabit sermaye ya da makine bulunmazsa da, bir başka grupta –ulaştırma sanayisinin tümünde, vagonu, demiryolunu, gemiyi vb. [kullanarak] yer değişimi üreten sanayide– tek bir hammadde yoktur, yalnızca üretim gereçleri vardır. Bu tür sanayi dalları kârdan ayrı olarak herhangi bir rant bırakır mı? Bu sanayi kolu, örneğin maden sanayisinden, hangi bakımdan farklıdır? Her ikisinde de yalnızca makineler ve buharlı gemiler, lokomotifler ve madenler için kömür, atlar için yem, vb.
yardımcı materyal kullanılır. Kâr oranı, bir sektörde neden ötekinden farklı hesap edilsin? Köylünün üretime
ayni olarak yatırdığı
öndelikler, koyduğu toplam sermayenin beşte-biriyse; o zaman buna, makine ve emek-gücü alımı için yatırılan
öndelik olarak beşte-dört eklememiz gerekirse, toplam giderler 150 quarter olur. Şimdi eğer köylü %10 kâr ederse, o zaman bu 15 quarterdir, yani brüt ürün 165 quarter olur. Bundan, 30 quartere eşit olan beşte-biri çıkarırsa ve 15 quarteri yalnızca 120’ye göre hesap ederse, kârı %12
1/
2 olur.
Bir başka biçimde, [hesabı -
ç.] şöyle de yapabiliriz: [köylünün
-ç.l ürününün değeri ya da ürünü 165 quartere (330 sterline) eşittir. Öndeliklerini 120 quarter (240 sterlin) hesaplıyor; bunun %10’u 12 quartere (24 sterline) eşittir. Oysa brüt ürünü 165 quarterdir; bundan 132 quarter düşülecektir; geriye 33 quarter kalır. Ama bundan
[sayfa 39] 30 quarter ayni olarak çıkarılacaktır. Böylece 3 quarter (6 sterlin) ek kâr kalır. Toplam kârı 12 quarter (24 sterlin) yerine, 15 quarterdir. (30 sterlin). Böylece 3 quarter ya da 6 sterlin rant ödeyebilir ve öteki her kapitalist gibi %10 kâr ettiğini düşünerek
keyiflenebilir. Oysa bu % 10 yalnızca onun imgeleminde vardır.
Gerçekte [yatırdığı
-ç.]
öndelikler 120 quarter değil 150 quarterdir; bunun %10’u da 15 quarter ya da 30 sterlindir, işin aslında 3 quarter eksik almıştır, yani 12 quarterin bir çeyreği kadar ya da alması gereken kârın beşte-biri kadar eksik kâr etmiştir; çünkü [üretim
-ç.]
öndeliklerinin beşte-birini
öndelik saymamıştır. Bu nedenle, kapitalist yöntemlerle hesap yapmayı öğrenir öğrenmez,
onun kâr oranıyla normal kâr oranı arasındaki fark olan rantı ödemeye son verecektir.
Başka deyişle, 165 quarter içindeki ödenmemiş emek ürünü 15 quarterdir; 30 sterline eşittir, 30 iş-haftasını temsil eder. Şimdi bu 30 iş-haftası ya da 15 quarter veya 20 sterlin hesap toplam [üretim -
ç.] öndelikleri olan 150 quarter üzerinden yapıldığı zaman yalnızca % 10’luk bir kâr oluşturur; yalnızca 120 quarter üzerinden hesap edilseydi, daha yüksek bir oranı temsil ederdi; çünkü 120 quarterin %10’u 12 quarterdir ve 15 quarter de 120 quarterin %10’u değil, %12
1/
2’sidir. Başka deyişle köylü, [üretim -
ç.]
öndeliklerinden bir kısmını, bir kapitalistin yapacağı gibi [yapmayarak -
ç.], hesaba katmadığı için, artı-emek birikimini,
öndeliklerinin çok küçük bir bölümü üzerinden hesaplamaktadır. Bu yüzden de biriktirilmiş artı-emek, başka sanayi dallarındakinden daha yüksek bir kâr oranını temsil etmektedir ve bu nedenle, tümden yanlış bir hesaba dayanan bir rant bırakmış olmaktadır. Eğer köylü [üretim
-ç.]
öndeliklerini önce
gerçek paraya çevirmesine, yani onları parayla değerlendirmek için
satmasına ve böylece onları meta olarak görmesine hiç gerek olmadığını kavrasaydı, oyun sona ererdi.
Bu matematik hata (ki birçok Alman köylü yapabilir ama bir kapitalist asla yapmaz)
olmasaydı, Rodbertus’un rantı olanaksız hale gelirdi. Olanaklı hale gelmesi, yalnızca hammaddenin üretim maliyetine girdiği
yerde, üretim maliyetine
sokulmamasından ötürüdür. Yalnızca hammaddenin hesaba
girmeksizin [üretime] girdiği yerde olabilir. Her ne kadar bay Rodbertus rantın varlığı konusundaki açıklamasını,
yanlış bir hesaplamadan değil, ama gerçek harcama kaleminin
olmayışından çıkarmak istiyorsa da hammaddenin [üretime] girmediği
yerde bu olanaklı değildir.
Madencilik sanayisini ya da balıkçılığı alalım. Bunlarda,
yardımcı materyal dışında hammadde görülmez; makine kullanımı (pek az ayrıksın durum dışında) her zaman
yardımcı materyal tüketimini, —yani makinelerin gıdasını— gerektirdiği için bunları
[sayfa 40] (görmezden gelebiliriz. Genel kâr oranının %10 olduğunu ve makinelerle ücretler için 100 sterlin yatırıldığını varsayalım; 100 sterlin hammaddeye, makinelere ve ücretlere değil de yalnızca hammaddeye ve ücretlere harcandı diye 100 sterlinin kârı neden 10 sterlinden fazla olmalıdır? Eğer herhangi bir farklılık olacaksa, bu, ancak,
çeşitli durumlarda, değişmeyen sermaye değerlerinin ve değişen sermayenin birbirine oranının gerçekte farklı olmasından kaynaklanabilir. Bu farklı oran, artı-değer
oranı sabit kabul edilse bile, değişen artı-değerler verir. Ve eğer birbirinden farklılık gösteren bu artı-değerler
eşit büyüklükteki sermayelerle bağlantılı iseler, kuşkusuz birbirine eşit olmayan kârlar üreteceklerdir. Ama öte yandan, genel kâr oranı, bu eşitsizliklerin eşitlenmesinden, artı-değerin, sermayeyi oluşturan organik parçalardan soyutlanmasından ve eşit büyüklükteki sermayelerin eşit kâr bırakmasını sağlayacak biçimde yeniden dağıtılmasından başka bir şey değildir.
Artı-değer miktarının,
yatırdan sermayenin büyüklüğüne bağlı oluşu –genel artı-değer yasalarına göre–
farklı üretim alanlarındaki sermayeler için geçerli değildir; sermayenin
organik parçalarının aynı oranda olduğu,
aynı üretim alanındaki
farklı [büyüklükteki -
ç.]
sermayeler için geçerlidir. Örneğin,
eğirme işinde kârın oylumu kullanılan sermayelerin büyüklüğüne bağlıdır denirse (ki, üretkenliğin
sabit olduğu eklenmedikçe bu ifade de pek doğru değildir), bu, yalnızca, eğirmenleri sömürünün belli bir oranında, toplam sömürü miktarının, sömürülen eğirmenlerin sayısına bağlı olduğu anlamına gelir. Öte yandan, eğer farklı üretim dallarındaki kâr oylumu, kullanılan sermayelerin büyüklüğüne tekabül eder denirse, bu, belli büyüklükteki her bir sermaye için, kâr oranı aynı olur demektir; yani kâr oylumu yalnızca sermayenin büyüklüğüyle değişebilir, demektir. Başka deyişle, kâr oranı belirli bir üretim alanında sermayenin parçaları arasındaki organik orantıdan bağımsızdır; bu belirli üretim alanlarında elde edilen artı-değer miktarından da bütün bütün bağımsızdır.
Madencilik üretimi, daha en başından tarıma değil, sanayiye bağlı kabul edilmek gerekir. Niçin? Çünkü hiçbir maden ürünü bir üretim öğesi olarak ayni olarak kullanılmaz; hiçbir maden ürünü, madenden çıktığı gibi doğruca, maden sanayisinin değişmeyen sermayesine ayni olarak girmez (aynı şey balıkçılık ve avcılık için de geçerlidir; bu alanlarda giderler daha büyük ölçüde emek araçlarından ve ücretlerden oluşur ||460|). Çünkü, bir başka deyişle, madendeki her üretim öğesi –hatta hammaddesi, o madenden çıkıyor olsa bile– yalnızca biçim değiştirmekle kalmaz, ama bir meta haline gelir; yani, bir üretim öğesi olarak madene yeniden girmeden
[sayfa 41] önce
satın alınması gerekir. Bunun tek istisnası kömürdür. Ancak bu da, işlemi iki kez kaydeden defter tutma yöntemini kullanan, yani [yatırım
-ç.]
öndeliklerini kendisine borçlanmakla kalmayan, kendi fonlarını da o fonların borçlusu haline getiren defter tutma yöntemini kullanan maden arayıcının, gelişmenin bir aşamasında kapitaliste terfi ettiği dönemde, kömür yalnızca bir üretim aracı olarak belirir. Böylece, yalnızca burada, yani gerçekte harcamalarda hiçbir hammaddenin görünmediği burada, köylünün yanılgısını daha başından olanaksızlaştıran kapitalist muhasebe usulü egemen olur.
Şimdi, imalatın kendisini ve özellikle de emek sürecinin tüm öğelerinin, aynı zamanda değer yaratma sürecinin de öğesi olduğu kesimini alalım; yani tüm üretim öğelerinin yeni metanın üretimine, gider kalemi olarak, değer taşıyan kullanım-değerleri,
metalar olarak girdiği kesimi alalım. İlk yarı-mamül ürünü üreten imalatçı ile ikincisini ve tamamlanmış ürüne giden süreçte onları izleyen imalatçılar arasında çok önemli bir fark vardır. İzleyen türden imalatçıların hammaddesi, üretim sürecine yalnızca bir meta olarak girmekle kalmaz, aslında ikinci dereceden bir meta olmuştur artık; doğal biçimi içinde bir ham ürün olan ilk metadan farklı bir biçim almıştır, üretim sürecinin ikinci aşamasından geçmiştir. Örneğin eğirmen: Onun hammaddesi pamuktur, zaten meta haline gelmiş olan bir ham üründür. Ancak dokumacının hammaddesi eğirmenin ürettiği ipliktir; baskıcınınki ya da boyacınınki dokunmuş kumaştır, dokumacının ürünüdür; ve daha ileri üretim aşamalarında hammadde olarak yeniden ortaya çıkan tüm bu ürünler aynı zamanda metadırlar.
[16] |460||
||461| Öyle görünüyor ki, iki başka nedenle, bir seferinde John Stuart Mill tartışırken
[17] ve sonra değişmeyen sermaye ile gelir arasındaki ilişkiye ilişkin genel çözümleme sırasında
[18] ilgilendiğimiz soruna geri dönmüş bulunuyoruz. Bu sorunun sürekli olarak dönüp-dolaşıp geri gelmesi, bir yerlerde henüz bir pürüz olduğunu gösteriyor. Gerçekte bu konu kâr hakkındaki bölüm III’e aittir.
[19] Ama buraya daha uygun görünüyor.
Örneğin:
4.000 pound pamuk 100 sterline eşittir;
4.000 pound iplik 200 sterline eşittir;
4.000 yarda amerikan bezi 400 sterline eşittir.
Bu varsayım temelinde, 1 pound pamuk = 6 şilin, 1 pound iplik = 1 şilin, 1 yarda [amerikan bezi] = 2 şilin.
[sayfa 42]
Şu halde %10 kâr oranı üzerinden
A 100 sterlinde, gider = 90
10/
11 sterlin ve kâr = 9
1/
11, sterlin;
B 200 sterlinde, gider = 181
9/
11 sterlin ve kâr = 18
2/
11 sterlin;
C 400 sterlinde, gider = 363
7/
11 sterlin ve kâr = 36
4/
11 sterlin;
A =
pamuk, köylünün [ürünü] (I); B =
iplik, eğirmenin [ürünü] (II); C = dokuma kumaş, dokumacının [ürünü] (III).
Bu varsayım çerçevesinde, A’nın 90
10/
11 sterlininin bir kârı içerip içermediği önemli değildir. Eğer, kendini-yerine geri koyan bir
değişmeyen sermaye oluşturuyorsa kârı içermeyecektir. Aynı biçimde 100 sterlinin [A ürününün değerinin], kâr içerip içermediğinin de [konuyla -
ç.] ilgisi yoktur ve B ile ilişkin olarak, C için de aynı şey.
P’nin (Pamuk yetiştirici) ya da I’in, E’nin (eğirmen) ya da II’nin ve D’nin (dokumacı) ya da III’ün göreli durumu şudur:
I) Gider = 90
10/11 sterlin Kâr = 99/11 sterlin Toplam = 200 sterlin
II) Gider = 100 (I) + 81
9/11 sterlin Kâr = 182/11 sterlin Toplam = 200 sterlin
III) Gider = 200 (II) +163
7/11 sterlin Kâr = 364/11 sterlin Toplam = 400 sterlin
Genel toplam 700’e eşittir.
Kâr 91/11 sterlin + 182/11 sterlin + 364/11 sterlin [ = 637/11 sterlin].
Her üç kesimde yatırılan sermaye: 9010/11 sterlin + 1819/11 sterlin + 3637/11
sterlin = 6364/11 sterlin
700’ün 6364/11 üzerindeki fazlası = 637/11. Ama [oran] 637/11: 6364/11,
10:100’dür.
Bu saçmayı çözümlemeyi sürdürürsek şuraya varırız:
I) Gider = 90
10/11 sterlin Kâr = 99/11 Toplam = 100 sterlin
II) Gider = 100 (I) + 81
9/11, sterlin Kâr = 10 + 82/11 Toplam = 200 sterlin
III) Gider = 200 (II) + 163
7/11 sterlin Kâr = 20 + 164/11 Toplam = 400 sterlin
I [kimseye -
ç.] herhangi bir kâr geri ödemek durumunda değildir; çünkü onun değişmeyen sermayesi olan 90
10/
11 sterlinin herhangi bir kâr içermediği, yalnızca
değişmeyen sermayeyi temsil ettiği varsayılmıştır. Fin ürününün tümü, II’nin giderlerinde
değişmeyen sermaye olarak görünür. 100’e eşit olan bu
değişmeyen sermaye kesimi I’e, 9
1/
11 sterlin kâr bırakır. II’nin 200 olan ürününün tümü III’ün giderlerine girer ve böylece 18
2/
11 sterlin kâr bırakır. Ne var ki, bu durum, I’in, yerine koymak zorunda olduğu sermaye o ölçüde daha küçüktür ve sermayenin kompozisyonu nasıl olursa olsun kârı, sermayenin oylumuna tekabül eder diye I’in kârının II’ninkinden ya da III’ünkinden bir damlacık bile fazla olmayışı gerçeğini hiçbir biçimde değiştirmez.
[sayfa 43]
Şimdi III’ün, her şeyi bizzat ürettiğini varsayalım. O zaman
görünen, durumun değiştiğidir; çünkü giderleri şöyle belirir:
90
10/
11 pamuk üretiminde; 181
9/
11 iplik üretiminde; ve 363
7/
11 dokuma kumaş üretiminde. O üç üretim dalını da satın almıştır ve bu nedenle, her üçünde de sürekli olarak belli bir
değişmeyen sermayeyi kullanmak zorundadır. Şimdi bunları toplarsak 90
10/
11 + 181
9/
11 + 363
7/
11 = 636
4/
11 elde ederiz. Bunun %10’u tamı tamına yukardaki gibi 63
7/
11’dir; ama tümü yalnızca tek bir ceptedir; oysa daha önce 63
7/
11 I, II ve III arasında bölüşülmüştü.
||462| Peki ama biraz önceki yanlış izlenim nasıl ortaya çıktı?
Ama önce bir başka yorum daha.
400’den dokumacının kârını düşersek –ki o 400’ün içinde yer alır ve 36
4/
11’dir– o zaman geriye kalan 400 - 36
4/
11 = 363
7/
11 onun gideridir. Bu giderin içinde iplik için ödenen 200 de vardır. Bu 200’ün 18
2/
11’i eğirmenin kârıdır. Şimdi bu 18
2/
11’i, 363
7/
11’lik giderden düşersek elde 345
5/
11 kalır. Ama eğirmene geri dönebilir olan 200, pamuk üreticisinin kârı olan 9V
n’i de içerir. Bunu da 345%,’den düşersek geriye 336
4/
11 kalır. Bu 336
4/
11’i de –dokunan kumaşın toplam değeri olan– 400’den düşersek apaçık görünüyor ki, bu miktar 63
7/
11’lik bir kârı içermektedir. Ne var ki 336
4/
11 üzerinden 63
7/
11’lik bir kâr %18
34/
37’ye eşittir. Daha önce bu 63
7/
11’i 636
4/
11 üzerinden hesaplamıştık ve %10 kâr bulmuştuk. 700’lük toplam değerin 636
4/
11 üzerindeki fazlası gerçekte 63
7/
11’di.
Bu şimdiki hesaba göre aynı sermayenin 100 [biriminde -
ç.] %18
34/
37 kâr edilebilmektedir, oysa daha önceki hesaba göre yalnızca %10’du.
I, II ve III’ün tek ve aynı kişi olduğunu ama bu kişinin biri pamuk yetiştiriminde, biri iplik eğirmede ve biri de dokumada olmak üzere, üç sermayeyi eşzamanlı kullanmadığını varsayalım. Pamuk üretimini bitirdiği zaman, eğirme işine başlasın ve eğirmeyi tamamlar tamamlamaz, dokumaya girişsin.
O zaman hesabı şöyle belirir:
Pamuk üretimine 90
10/
11 sterlin yatırır. Bundan 4.000 pound pamuk elde eder. Bunu eğirmek için makineye,
yardımcı materyale ve ücretlere 81
9/
11 sterlin daha harcaması gerekir. Bununla 4.000 pound iplik üretir. Son olarak bunu 4.000 yarda kumaş olarak dokur, bu da 163
7/
11 sterlin daha yatırımı gerektirir. Şimdi giderlerini, yatırdığı sermayeyi toplarsa 90
10/
n sterlin + 81
9/
11 sterlin + 163
7/
11 sterlin yani 336
4/
11 sterlin. Bunun %10’u 33
7/
11’dir; çünkü 336
4/
11 : 33
7/
11, 100:10’dur. Ama 336
4/
11 sterlin + 33
7/
11 sterlin = 370 sterlin. Şu halde 4.000 yardayı 400 sterlin yerine 370 sterline, yani 30 sterlin eksiğine, önceki fiyattan %7
1/
2 eksiğine
[sayfa 44] satmalıdır. Eğer değer
gerçekten 400 sterlin olsaydı, o zaman olağan %10
kârla satar ve ek olarak 30 sterlinlik rantı ödeyebilirdi; çünkü daha önce gördüğümüz gibi, kârı, yatırdığı 336
4/
11’lik öndelikleri üzerinden 33
7/
11 değil, 63
7/
11 yani %18
34/
37 olurdu. Ve öyle anlaşılıyor ki, bay Rodbertus’un, rant hesabı yaparken, tutumu da budur.
Yanılgı nereden geliyor? Her şeyden önce, açıktır ki, eğirme ve dokuma kombine haline getirilirse [Rodbertus’a göre] bunların bir rant bırakması gerekirdi; tıpkı eğirme işinin, ekimle kombine hale getirilseydi ya da tarım bağımsız olarak yapılsaydı, rant bırakacak olması gibi.
Apaçık ortada ki, burada iki farklı sorun sözkonusu.
Birincisi 63
7/
11 sterlini, 336
4/
11 sterlinlik sermayeye göre hesap ediyoruz, oysa toplam değeri 636
4/
11 sterlin olan üç sermayeye göre hesap etmeliydik.
İkincisi, son sermayede, yani III’ün sermayesinde giderleri 363
7/
11 sterlin yerine 336
4/
11 sterlin hesap ediyoruz.
Bu noktaları ayrı ayrı ele alalım:
Birincisi: Eğer III,
II ve I tek kişide birleştirilirse ve o kişi, pamuk ürününün tamamını eğirirse, o zaman bu ürünün herhangi bir parçasını, hiçbir biçimde tarımsal sermayesini yerine geri koymakta kullanmamaktadır. Sermayesinin bir bölümünü ||463| pamuk üretiminde –pamuk yetiştirme harcamalarında, tohumlukta, ücretlerde, makinede– ve bir başka bölümünü de eğirme işinde kullanmamaktadır; [bunun yerine
-ç.] önce sermayesinin bir bölümünü pamuk yetiştirme işine yatırmakta, sonra bu bölüm artı ikinci bir bölümü eğirme işine ve ondan sonra da bu ilk iki bölümün, şimdi iplik halinde ortaya çıkan tamamını artı üçüncü bir bölümü-dokuma işine yatırmaktadır. Şimdi, 4.000 yarda kumaş dokunduğu zaman, [onu yapan -
ç.] öğeleri yerine nasıl geri koyacaktır? Kumaş dokurken iplik eğirmiyordu ve eğirecek malzemesi de yoktu; iplik eğirirken de pamuk üretmemişti. Bu nedenle onun üretim öğeleri
yerine geri konamaz. Kendimize biraz yardım etmek için şöyle diyelim: Evet, bizim ahbap 4.000 yardayı satar ve 400 sterlinden iplik ve pamuğun [üretim
-ç.] öğelerini “satın alır”. Bu, bizi nereye götürür? Gerçekte, üç sermayenin eşzamanlı olarak kullanıldığını ve üretime yatırıldığını varsaydığımız bir konuma götürür. Ama piyasada varolmadıkça, iplik satın alınamaz, pamuk satın almak için onun da piyasada varolması gerekir. Ve dokunan iplikle eğirilen pamuğun yerini doldurmak üzere piyasada varolmaları için, dokumada kullanılan sermayeyle
eşzamanlı olarak, bir yandan iplik dokunmuş kumaşa dönüştürülürken, bir yandan da aynı zamanda
[sayfa 45] pamuğa ve ipliğe dönüştürülecek sermayelerin yatırılması gerekir.
Demek ki, III, her üç üretim dalını kombine hale getirse de, üç üretici bunları paylaşsa da, kullanıma hazır, eşzamanlı üç sermaye olmalıdır. Eğer o [III.
-ç.]
aynı düzeyde üretim yapmak isterse, dokuma işinde kullandığı aynı sermayeyle eğirme ve pamuk yetiştirme işini sürdüremez. Bu sermayelerin her biri işe bağlanmıştır ve karşılıklı olarak birbirlerini yerine geri koymaları, tartışılan konuyu etkilemez. [Üretim öğesini
-ç.] yerine geri koyan sermayeler, değişmeyen sermayedir; yatırılmış ve bu
üç branşın her birinde eşzamanlı işlevselliğini sürdürüyor olmalıdır. Eğer 400 sterlin, 63
7/
11 sterlinlik bir kârı içeriyorsa, o zaman bu yalnızca kendi kârı olan 36
4/
11 sterlinin yanısıra, III’ün, II’ye ve I’e ödemesi gereken ve varsayımımıza göre onun kendi metasında gerçekleştirilen kârları toplamasına izin verdiğimiz içindir. Ancak kâr onun 363
7/
11 sterlini üzerinden yapılmış değildir, köylü ek 90
10/
11 sterlininden, eğirmen de 181
9/
11 sterlininden sağlamıştır. O [III -
ç.] kendi cebine attığı tüm kârı aynı biçimde dokumaya yatırdığı 363
7/
11 sterlin üzerinden elde etmemiştir; ama hem bu sermaye, hem eğirme ve pamuk yetiştirme işine yatırdığı öteki iki sermaye üzerinden kazanmıştır.
İkincisi: Eğer III’ün giderlerini 363
7/
11sterlin yerine 336
4/
11 kabul edersek, bu şundan ötürüdür:
Pamuk yetiştirme giderlerini 100 yerine yalnızca 90
10/
11 sterlin sayarız. Ama o, ürünün tamamını gereksinmektedir, ki bu da 90
10/
11’e değil, 100 sterline eşittir; 9
1/
11’lik kârı da içerir. Böyle olmasaydı o, kendisine
hiçbir kâr getirmemiş olan 90
10/
11 sterlini kullanırdı. Pamuk yetiştirme işi ona bir kâr bırakmazdı, yalnızca 90
10/
11 sterlinlik harcamalarını yerine geri koyardı. Aynı biçimde, eğirme işi de ona bir kâr bırakmaz, ürünün tamamı, yalnızca giderlerini karşılardı.
Bu durumda harcamaları 90
10/
11 + 81
9/
11 + 163
7/
11 = 336
4/
11’e inerdi. Yatırdığı sermaye bu olurdu. Bunun %10’u da 33
7/
11 yapardı. Ve ürünü 370 sterlin olurdu. Değer bir metelik bile daha yüksek olmazdı; çünkü varsayımımıza göre, I ve II bölümleri, herhangi bir kâr getirmezdi. Bu durumda da III, I ve II’ye dokunamayıp eski üretim yöntemine sarılsa çok daha iyi ederdi. Çünkü daha önce I, II ve III’ün kullanımını bekleyen 63
7/
11 sterlin [kâr
-ç.\ yerine III şimdi kendi başına yalnızca 33
7/
11 sterline sahip oluyordu; oysa daha önce, öteki dostları ile birlikte [kârı
-ç.] 36
4/
11 sterlindi. Bu, iş yaşamında, gerçekten beceriksizlik olurdu. I’de herhangi bir kâr etmediği için yalnızca II’deki 9
1/
11 sterlinlik bir gideri tasarruf etmiş olurdu; II’de herhangi bir kâr etmez ise o zaman da III’te yalnızca 18
1/
11sterlin tasarruf ederdi. Pamuk üretimindeki 90
10/
11 sterlin ve
[sayfa 46] eğirme işindeki 81
9/
11 + 90
10/
1I yalnızca kendilerini, yerlerine geri koyardı. Yalnızca dokuma işine yatırılan 90
10/
11 + 81
9/
11 + 163
7/
11’lik üçüncü sermaye %10’luk bir kâr bırakırdı. Bu şu demekti: Dokumacılıktaki 100 [sterlin] %10 kâr getirirdi, ama eğirme ve pamuk üreticiliği tek metelik bırakmazdı. I ve II, kendisinin dışındaki kişiler olsaydı, bu III için pek keyifli olurdu; ama eğer
bu küçük kârları tasarruf etmek ve kendi cebine atmak için üç işkolunu bir ve aynı kişide yani kendi değerli kişiliğinde birleştirirse durum hiç de öyle olmaz. Bu nedenle kârı (ya da ||464| bir kapitalistin değişmeyen sermayesinin başkaları için kâr olan parçasını) getirecek giderlerden tasarruf I ve II [nin ürünleri]nin herhangi bir kârı içermesi ve I ve II’nin ortaya bir artı-değer koymamaları, ama kendilerini, yalnızca,
kendi üretim maliyetlerini yani
değişmeyen sermaye ve ücretler için yapılan harcamaları yerine geri koymak durumunda olan ücretli emekçiler gibi görmeleri gerçeğinden kaynaklanmıştır. Böylece bu koşullarda –elbette I ve II’nin, III için çalışmaya razı olmamaları halinde; çünkü çalışsalardı kâr
onun hesabına gidecekti— aslında daha az emek harcanmış olur ve karşılığında ödeme yapılacak çalışmanın, ücretler için mi yoksa ücretler ve kâr için mi olacağı, III açısından pek fark etmezdi. Ürünü,
metayı satın alıp parasını ödediği sürece onun için değişen bir şey yoktur.
Sermayenin bütünüyle mi yoksa kısmen mi ayni olarak yerine geri konduğu, başka deyişle,
değişmeyen sermaye olarak hizmet görecek olan metanın üreticileri tarafından yerine geri konup konmadığı [III açısından -
ç.] önem taşımaz.
İlkin değişmeyen sermayenin tümü, aynı ürün olarak yenilenmelidir: makine makineyle, hammadde hammaddeyle,
yardımcı materyal yardımcı materyalle yenilenmelidir. Tarımda, değişmeyen sermaye [yeniden-üretime -
ç.] bir
meta olarak, yani doğrudan alım ve satım aracılığıyla girebilir. Organik maddelerin yeniden-üretime girişi ölçüsünde değişmeyen sermaye, kuşkusuz, aynı üretim alanının ürünleriyle yerine geri konmalıdır. Ama bu üretim alanının içindeki üretici bireyler tarafından yerine geri konması da gerekli değildir. Tarım ne kadar gelişirse [değişmeyen sermayenin -
ç.] tüm öğeleri, [yeniden-üretime
-ç.]
formel olarak değil ama gerçekte o kadar çok,
metalar olarak girerler. Başka deyişle, dışardan gelirler; örneğin tohumluklar, gübreler, sığır, hayvansal özler vb. başka üreticilerin ürünüdür. Örneğin sanayide, demirin makine atelyesine ve makine atelyesinden makinenin de demir madenlerine sürekli hareketi, buğdayın ambardan toprağa ve topraktan çiftçinin ambarına hareketi kadar süreklidir. Tarımdaki ürünler, yerlerine doğrudan geri konurlar. Demir, makineleri yerine doğrudan geri koyamaz. Ama makinenin
[sayfa 47] değeri kadar demir, birinin makinesini yerine geri koyar [ve makine de] yerine geri konduğu kadarıyla ötekinin demirini.
100 sterlinlik bir ürün için gideri 90
10/
11 sterlin olan bir köylü, örneğin 20 sterlin tohumluk için, 20 sterlin makine için ve 50
10/
11 sterlin de ücretler için harcamış olduğunu hesaplasaydı bunun kâr oranı üzerinde yapacağı varsayılan farklılığın ne olacağını görmesi güç olurdu. Onun istediği, toplam üzerinden %10 kârdır. Ürünün, tohumluk karşılığı olan 20 sterlini herhangi bir kârı içermez. Gene de %10’luk bir kârı biçimsel olarak içerebilecek olan ve makine için harcanan 20 sterline denk büyüklüktedir. Oysa makine için harcanan 20 sterlin, tohumluk için harcanan 20 sterlin gibi, fiilen tek metelik kâr içermeyebilir. Eğer bu 20 sterlinler makine yapımcısının, örneğin tarımdan karşıladığı değişmeyen sermayenin bileştirenlerini yerine koyuyorsa durum böyledir.
Tüm makinelerin, değişmeyen sermayesi olarak tarıma gittiğini söylemek ne kadar yanlışsa, tüm hammaddelerin imalata gittiğini söylemek de o kadar yanlıştır. Hammaddelerin çok büyük bir bölümü, tarımda olduğu gibi korunur ve yalnızca değişmeyen sermayenin yeniden-üretimini temsil eder. Bir başka bölümü yiyecek biçimiyle doğrudan geliri oluşturur ve meyve, balık, sığır, vb. bir kısmı da hiçbir “imalat süreci”nden geçmez. Bu nedenle tarımda “imal edilen” hammaddelerin tümünün faturasını sanayiye çıkarmak yanlış olur. Hiç kuşku yok ki, ücretlerle makinelerin yanısıra, hammaddenin de bir yatırım öndeliği olarak belirdiği imalat dallarında yatırılan sermayenin, kullanılan hammaddeleri sağlayan tarım
kollarındakinden büyük olması gerekir. Gene aynı biçimde, eğer bu imalat dalları (genel orandan farklı olarak)
kendi kâr oranına sahip olsaydı, [bu dallarda
-ç.] daha az emek kullanıldığı için bu oranın tarımdakinden düşük olacağı da varsayılabilir. Çünkü, verili bir artı-değer oranı ile, daha fazla değişmeyen sermaye ve daha az değişen sermaye, zorunlu olarak daha düşük bir kâr oranı getirir. Ancak bu, öteki sanayi dalları karşısında, belli bazı sanayi dalları ve öteki tarım dalları karşısında, (ekonomik anlamda) belli bazı tarım dalları için de aynı derecede geçerlidir. Gerçekte bu, sözcüğün tam anlamındaki tarımda, en az olasıdır; çünkü tarım, sanayiye hammadde sağlar ama, kendi gider hesabında hammadde, makine ve ücretlerde farklılık gösterir; ama sanayi,
hammaddeleri için yani değişmeyen sermayesinin, sınai ürünlerle değişim yoluyla değil kendi içinde yenilediği bölümü için tarıma ödeme yapmaz.
[sayfa 48]
[5. Rodbertus’un Rant Teorisindeki Yanlış Varsayımlar]
||465| Şimdi bay Rodbertus’un kısa bir
özeti.
Önce durumu, kendi imgelediği biçimiyle, toprak sahibinin aynı zamanda kapitalist ve köle sahibi olduğu biçimiyle tanımlıyor. Sonra bir ayrışma başlıyor. “Emek ürünü”nün işçilerden elde edilen parçası –”doğal rant olanı”– “toprak rantına ve sermaye kazancına” bölünüyor. ([Rodbertus,
Sociale Briefe an von Kirchmann. Dritter Brief, Berlin, 1851,] s. 81-82). (Bay
Hopkins –Bkz: not defteri
[20]– bunu daha basit ve keskin ifadelerle açıklar.)
Ardından bay Rodbertus “ham ürün” ile “mamul ürün”ü (s. 89) toprak sahibi ile kapitalist arasında paylaştırıyor —
petitio principii. Bir kapitalist ham ürünler üretir, bir başka kapitalist mamul ürünler. Toprak sahibi
hiçbir şey üretmez, “ham ürünlerin sahibi” de değildir. Bu [yani, toprak sahibi “ham ürünlerin sahibidir” düşüncesi] bay Rodbertus gibi bir Alman “toprak mülk sahibenin yaklaşımıdır, İngiltere’de, kapitalist üretim, imalatta ve tarımda aynı zamanda başlamıştır.
Bir “sermaye kazancı oranı”nın (kâr oranının) nasıl oluştuğunu bay Rodbertus yalnızca, paranın bir kazanç “ölçüsü” verdiği olgusuyla, yani kazancın sermayeye oranının ifadesini (s. 94) olanaklı hale getirdiği, böylece “sermaye kazançlarının eşitlenmesinde standart bir ölçüt olduğu” (s. 94) olgusuyla açıklıyor. Bu
kârın bir-örnekliğinin, her bir üretim dalında, rantın ve ödenmemiş emeğin eşitliğiyle
çelişkili olduğuna ve bu nedenle metaların değerleriyle ortalama fiyatların farklı olması gerektiğine ilişkin en ufak bir fikri yoktur. Bu kâr oranı tarımda da ölçü haline geliyor, çünkü imalatta “
mülkün getirişi sermayeden başka bir şeyle hesaplanamıyor” (s. 95) ve imalatta da “ulusal sermayenin çok geniş bir bölümü kullanılıyor” (s. 95). Kapitalist üretimin gelişmesiyle birlikte tarımın da yalnızca biçimsel açıdan değil, ama gerçekte tümden değiştiğine ve toprak sahibinin, üretimde yerine getireceği hiçbir işlevi kalmayan bir
saksıya dönüştüğüne dair tek sözcük yok! Rodbertus’a göre
“imalatta tüm tarım ürününün değeri, hammadde olarak sermayenin içindedir; oysa birincil üretimde durum böyle olamaz” (s. 95).
Tümü
yanlış.
Rodbertus şimdi kendine, sınai kârdan, sermayenin kârından ayrı olarak, ham ürün için “bir rant” kalıp kalmadığını, kaldıysa “hangi nedenlerle” kaldığını soruyor (s. 96).
Hatta
“mamul ürün gibi ham ürünün de kendi emek maliyetine göre değişikliğini, ham ürünün değerinin yalnızca kendi emek maliyetine [sayfa 49] eşit olduğunu” varsayıyor (s. 96).
Doğru, Rodbertus’un dediği gibi, bu Ricardo’nun da varsayımıdır. Ama yanlış, en azından
prima facie yanlış; çünkü metalar değerlerine göre değişilmezler; değerlerinden farklı olan ortalama fiyatlar üzerinden değişilirler; ve dahası bu, görünüşe göre çelişkili bir yasanın, metaların değerinin “emek-zamanı”yla belirlendiği yasasının sonucudur. Eğer ham ürün, ortalama kârdan ayrı olarak ve onun dışında bir rant taşısaydı, bu, ancak ham ürünün ortalama fiyattan
satılmaması halinde olanaklı olurdu; ve bunun neden böyle olduğunun da açıklanması gerekirdi. Ama bakalım Rodbertus nasıl yaklaşıyor.
“Rantın” (artı-değerin, ödenmemiş emek-zamanının) “ham ürünün ve mamul ürünün değerine göre bölündüğünü ve bu değerin emek maliyetiyle” (emek-zamanı) “belirlendiğini varsayalım” (s. 96-97).
Her şeyden önce bu
varsayımı incelemeliyiz. Gerçekte bu, metalardaki
artı-değerler, değerleriyle aynı orandadır ya da bir başka deyişle metaların içerdiği
ödenmemiş emek,
içerdikleri emek miktarıyla orantılıdır, demektir. Eğer A ve B metalarının içerdiği emek miktarı 3:1 ise, o zaman bunların içindeki ödenmemiş emek –ya da artı-değer– de 3:1’dir. Hiçbir şey bu kadar yanlış olamaz. Gerekli emek-zamanı, örneğin 10 saat ise, bir meta 30 işçinin, bir başkası 10 işçinin ürünü olabilir. Eğer 30 işçi yalnızca 12 saat çalışırsa o zaman onların yarattığı artı-değer 60 saat[i bulur], ki bu beş gündür (5 x 12); ve [öteki] 10 işçi günde 16 saat çalışırsa, onların yarattığı artı-değer de 60 saattir. Buna göre, A ürününün değeri 30 x 12 = 120 x 3 = 360 [iş-saati] ki 30 işgünü demektir (12 saat 1 işgünü). Ve meta B’nin değeri 160 iş-saatine eşit olur, ki bu da 13
1/
3 işgünü demektir. A ve B metalarının
değerleri 360:160, 36:16, 9:4, 3:
1/
3’tür. Ancak bu metalardaki artı-değerler 60:60 = 1:1. Bunlar eşittir, oysa değerler 3:l
1/
3’tür.
||466| Demek ki,
ilkin mutlak artı-değerler, emek-zamanının, gerekli emeğin ötesine uzatılması, yani artı-değer oranları farklıysa, metaların artı-değerleri, değerleriyle orantılı değildir.
İkincisi, artı-değer oranının aynı olduğu varsayılır ve dolaşımla ve yeniden-üretim süreciyle ilgili öteki öğeler bir yana konursa, o zaman artı-değerler iki metanın içerdiği göreli emek miktarlarına bağlı değildirler, ama sermayenin ücretlere giden parçasının, değişmeyen sermayenin hammaddeye ve makinelere harcanan parçasına oranına bağlıdırlar. Ve bu oran, eşit değerdeki metalarda çok farklı olabilir; bu metaların “tarım ürünleri” ya da “imalat ürünleri” oluşu hiç farketmez; bu konuyla da hiç ilgisi yoktur, en azından ilk bakışta.
[sayfa 50]
Rodbortus’un ilk varsayımı, yani eğer molaların delerleri emek-zamanıyla belirleniyorsa, o zaman, çeşitli metaların
içerdiği ödenmemiş emek miktarları –ya da artı-değerleri– değerleriyle
doğrudan oranlıdır varsayımı temelden yanlıştır. Dolayısıyla şöyle demek de yanlıştır:
Eğer “değeri emek maliyetleri belirliyorsa, rant, ham ürünün ve mamul ürünün değerine göre bölünür” (s. 96-97).
“Kuşkusuz bundan şu çıkar: Bu rant parçalarının büyüklüğünü, kazancın hesabına [esas olan -ç.] sermayenin büyüklüğü değil, ama –tarımsal emek de olsa, imalatçı emeği de olsa– doğrudan emek + gereçlerin ve makinelerin aşınmasına karşılık eklenmesi gereken emek belirler” (s. 97).
Gene yanlış. Artı-değerin oylumu (ve bu olayda artı-değer raftır; çünkü burada rant, kârdan ve toprak rantından farklı olarak genel bir terim kabul edilmektedir), yalnızca içerilen dolayımsız emeğe bağlıdır,
sabit sermayenin aşınmasına değil. Tıpkı, hammaddenin değerine ya da değişmeyen sermayenin herhangi bir parçasına bağlı olmayışı gibi.
Aşınma, kuşkusuz,
sabit sermayenin yeniden-üretilmesi gereken oranını belirler. (Aynı zamanda, sabit sermayenin üretilmesi, yeni sermaye oluşumuna, sermaye birikimine bağlıdır.) Ama sabit sermayenin üretilmesinde ortaya konan artı-değer,
sabit sermayenin sabit sermaye olarak içine gireceği üretim alanını, örneğin hammaddelerin üretilmesine giren artı-değerin etkilediğinden daha fazla etkilemez. Tersine, tarım olsun, makinelerin üretimi olsun, imalat olsun, hepsi için eşit biçimde geçerli olan şey, artı-değerlerini, eğer artı-değer oranı belirli ise, yalnızca kullanılan emek miktarının ve eğer kullanılan emek miktarı belirli ise, artı-değer oranının belirlediğidir. Bay Rodbertus, “hammaddeleri” başından defedebilmek için
aşınmayı işin içine “sokmaya” çalışıyor.
Öte yandan bay Rodbertus, rantın büyüklüğünü, “sermayenin, materyal değeri içeren bölümü”nün etkilemediğinde ısrarlı; çünkü “örneğin, hammadde olarak yünün emek maliyeti, belli bir ürünün, örneğin ipliğin ya da kumaşın emek maliyetini etkileyemez” (s. 97).
Eğirme ya da dokuma için gerek duyulan emek-zamanı, hammaddenin malolduğu emek-zamanına ne ölçüde, daha doğrusu ne kadar az bağlıysa makinenin emek-zamanına da —yani
değerine de— o kadar bağlıdır. Hem makine, hem hammadde, çalışma sürecine girer; hiçbiri artı-değer yaratma sürecine girmez.
“Öte yandan, birincil ürünün değeri ya da materyalin değeri, sermayede, sermaye harcaması olarak belirir; [sermaye -ç.] sahibi kazancını, mamul ürüne isabet eden rant bölümünü, onun üzerinden [sayfa 51] yapmak durumundadır. Ama tarım sermayesinde bu sermaye kısmı yoktur. Tarım, daha önceki bir üretimin ürünü olan herhangi bir materyal gerektirmez, gerçekte [materyal -ç.] o üretimle başlar ve tarımda mülkün, materyale benzeş olan parçası, toprağın kendisi olabilir ki onun da maliyeti olmadığı kabul edilir” (s. 97-98).
Bu, Alman köylüsünün anlayışıdır. Tarımda (madencilik, balıkçılık, avcılık hariç, ama
kesinlikle hayvancılık değil)
tohumluk, hayvan yemi, sığır, mineral gübre vb. imalatın materyalini oluşturur ve bu materyal ||467|
emek ürünüdür. Bu “harcama”, sanayileşen tarımın gelişmesiyle orantılı olarak büyür. Artık almak ve elkoymak, konumuz olmaktan bir kez çıktıktan sonra — tüm üretim, yeniden-üretimdir ve bundan ötürü de “materyal olarak, daha önceki bir üretimin ürününü” gerektirir. Üretimin sonucu olan her şey aynı zamanda üretimin ön-gereğidir. Ve geniş-ölçekli tarım ne ölçüde gelişirse, “daha önceki bir üretim”in ürünlerini, o ölçüde daha çok satın alır ve kendininkilerini o ölçüde çok satar. Tarımda, bu harcamalar, çiftçi kendi ürününü satmaya tamamen bağımlı hale gelir gelmez, biçimsel olarak, meta halinde belirirler — parayla hesaplanarak metaya dönüştürülürler; çeşitli tarım ürünlerinin (örneğin saman gibi) fiyatları oturur oturmaz, üretim alanlarının bölünüşü tarımda da ortaya çıkar. Bir çiftçi sattığı bir quarter buğdayı
gelir sayar da toprağa attığı bir quarter buğdayı
harcama saymazsa, zihninde garip bir şeyler olmalıdır. Bu arada, bay Rodbertus, “daha önceki bir üretimin ürünleri” olmadan, örneğin keten ya da ipek “üretimini başlatmayı” bir yerlerde denese iyi eder. Bu kesinlikle saçmadır.
Ve tabii Rodbertus’un vardığı sonuçların geri kalanı da öyle:
“Sermayenin rant büyüklüğünü etkileyen iki parçası, böylece tarım ve sanayide ortaktır. Ancak sermayenin, rant büyüklüğünü etkilemeyen parçası –ama kazancı yani rantı belirleyen sermaye parçalarının hesaplanmasına temel alman sermaye parçası– yalnızca sınai sermayede vardır. Varsayıma göre, ham ürünün değeri, tıpkı mamul ürünün değeri gibi, emek maliyetine bağlıdır ve rant böylece, birincil ürünle mamul ürünün sahiplerine, bu değerle orantılı olarak bölünür. Bu nedenle hammaddenin üretiminde ve sınai üretimde elde edilen rant, bu maddelerin malolduğu emek maliyetiyle orantılıdır; ama tarımda ve sanayide kullanılan ve rantın bir kazanç olarak dağıtılmasına –imalatta tamamen, tarımda ise, sanayide egemen olan kazanç oranına göre– temel olan sermayeler, emek miktarları ve onların belirlediği rant oranında değildirler. Her ne kadar birincil ürüne ve sanayi ürününe eşit miktarda rant düşerse de sanayi sermayesi, içerdiği tüm hammadde değeri ölçüsünde, tarım sermayesinden büyüktür. Bu hammaddenin değeri mevcut rantın bir kazanç olarak hesabına temel olan sanayi [sayfa 52] sermayesini –kazancın kendisini değil– artırırsa da ve aynı zamanda tanında egemen olan sermaye kazana oranını düşürürse de tarımda –bu kazanç oranına dayandırılan hesabın emmediği– bir rant parçasının kalmış olması gerekir” (s. 98-99).
Birinci yanlış önerme: Eğer sanayi ürünleriyle tarım ürünleri,
değerlerine göre (yani üretimleri için gerekli emek-zamanına göre) değişilirse, o zaman sahiplerine eşit miktarda
artı-değer ya da ödenmemiş emek bırakırlar. Artı-değerler, değerlerle orantılı
değildir.
İkinci yanlış önerme: Rodbertus
bir kâr oranını (ki o buna sermaye kazancı oranı diyor) önceden varsaydığına göre, metaların
değerleriyle orantılı olarak değişildikleri varsayımı yanlıştır. Bir varsayım ötekini dışlar. Çünkü (genel) bir
kâr oranının varolması için metaların
değerleri, ortalama fiyatlara dönüştürülmüş ya da dönüştürülme sürecinde olmalıdır. Her bir üretim alanında,
artı-değerin yatırılan sermayeye oranı temelinde, oluşturulan
belirli kâr oranları, bu genel kâr oranında [birbirine -
ç.] eşitlenir. Peki, neden tarımda değil? İşte sorun bu. Ama Rodbertus bu sorunu doğru dürüst formüle bile etmiyor; çünkü
birincisi, önceden genel bir
kâr oranını varsayıyor,
ikincisi, belirli kâr oranlarının (dolayısıyla farklılıklarının da) eşitlen
mediğini ve böylece metaların
değerleri üzerinden değişildiğini kabul ediyor.
Üçüncü yanlış önerme: Hammaddenin değeri, tarıma girmez. Burada tersine, tohumluk vb. [üretim
-ç.] öndelikleri değişmeyen sermayeyi oluşturan parçalardır ve çiftçi tarafından
öyle hesap edilirler. Tarım, sanayinin bir dalı haline geldiği –yani toprakta kapitalist üretim yerleştiği– ölçüde ||468| tarım pazar için üretir; kendi tüketimi için değil ama satış için metalar üretir — giderlerini de o ölçüde hesaplar ve her harcama kalemini, kendisinden (yani üretimden) de satın alsa üçüncü bir kişiden de satın alsa, meta kabul eder. Üretim öğeleri,
ürünlerin yaptığı gibi ve o ölçüde doğal olarak meta haline gelirler; çünkü her şey bir yana bu öğeler, aynı ürünlerdir. Buğday, saman, sığır, her türden tohumluk vb. meta olarak öyle
satıldığı için –ve gıda maddesi olarak [bizzat çiftçi tarafından
-ç.] kullanamamaları durumunda bu satış önemli olduğu için– bunlar da üretime meta olarak girerler; ve çiftçinin, parayı hesap birimi olarak kullanmaması için
tam bir mankafa olması gerekir. Bu,
ilkin, hesabın yalnızca biçimsel yönüdür. Ama aynı zamanda [durum öyle bir biçimde]
gelişir ki, çiftçi bir yandan kendi
hasılasını satarken [bir yandan
-ç.]
harcamalarım, tohumluğu, sığırı, gübreleri, mineral özleri, vb. satın alır; öyle ki çiftçi birey için bu [üretim -
ç.] öndelikleri biçimsel anlamda öndeliklerdir,
[sayfa 53] satın alınmış metalardır. (Bunlar çiftçi için öteden beri meta olagelmişlerdir, sermayesini yapan parçalar olmuşlardır. Ve o bunları ayni olarak üretime geri döndürdüğü zaman, [hepsini
-ç.]
üretici kimliğiyle kendisine
satılmış kabul etmiştir.) Dahası, tarım ilerlediği ölçüde bu [durum
-ç.] ortaya çıkar ve sonal ürün giderek daha çok sınai yöntemlerle ve kapitalist üretim biçimine göre üretilir.
Dolayısıyla sermayenin, tarıma
değil, ama sanayiye giren bir parçası olduğunu söylemek yanlıştır.
Şimdi
Rodbertus’un (
yanlış)
önermesine göre, varsayalım ki, tarımsal ürünle sınai ürünün bıraktığı “rant parçaları” (yani artı-değer payları) bellidir ve tarımsal ürünle sınai ürünün
değerleriyle orantılıdır. Başka deyişle, varsayalım ki,
eşit değerdeki sınai ürünlerle tarımsal ürünler, sahiplerine, eşit
artı-değer bırakırlar; yani
eşit miktarlarda ödenmemiş emek içerirler; o zaman, sanayiye (hammadde için) giren, ama tarıma girmeyen
bir sermaye parçasından ötürü herhangi bir eşitsizlik ortaya çıkmaz; ve böylece, örneğin aynı artı-değer, sanayide, bu [sermaye parçası
-ç.]
miktarınca
artmış bir sermaye üzerinden hesap edilerek daha küçük bir kâr oranı vermek gibi bir sonuç yaratmaz. Çünkü aynı sermaye
kalemi tarıma girer. Burada yalnızca,
bunu aynı oranda mı yaptığı sorusu kalır. Ama bu, bizi, yalnızca
nicel farklılıklara getirir; oysa bay Rodbertus “
nitel”
bir farklılık istemektedir. Bu aynı
nicel farklılıklar, farklı sınai üretim alanları arasında olur. Genel kâr oranında, karşılıklı olarak birbirlerini götürürler. Peki tarımla sanayi arasında
(eğer böyle farklılıklar varsa) neden birbirini götürmesin? Bay Rodbertus tarımın,
genel kâr oranında yer almasına izin verdiğine göre, neden bunun oluşumu sürecinde [aynı şey
-ç.] olmasın? Ama bu onun savunduğu fikrin sonu demek olurdu.
Dördüncü yanlış önerme: Rodbertus’un,
değişmeyen sermayenin bir öğesi olan
aletlerin aşınma payım değişen sermayenin yani artı-değeri yaratan ve özellikle artı-değer oranını belirleyen sermaye kesiminin içine sokması, ama aynı zamanda hammaddeyi
katmaması yanlış ve keyfîdir. Daha en başından, istediği sonuca varabilmek için bu
hesaplama hatasını yapmaktadır.
Beşinci yanlış önerme: Eğer bay Rodbertus, tarımla sanayi arasında bir ayrım yapmak istiyorsa, o zaman, makineler ve gereçler gibi,
sabit sermayeyi içeren
sermaye öğesi tümüyle sanayiye aittir. Bu sermaye öğesi, herhangi bir sermayenin öğesi haline geldiği ölçüde, yalnızca
değişmeyen sermayeye girebilir; ve
artı-değeri hiçbir zaman tek metelik bile çoğaltamaz. Öte yandan bir
sanayi ürünü olarak, belirli bir üretim alanının hasılasıdır. Fiyatı ya da toplumsal sermayenin bütünü içinde oluşturduğu değer aynı zamanda,
[sayfa 54] belirli bir miktarda artı değeri temsil eder (hammaddede durum böyledir). Şimdi |bu sermaye öğesi
-ç.] elbette tarımsal ürüne girer, ama sanayiden kaynaklanır. Eğer bay Rodbertus hammaddeyi sanayi sermayesinin dışardan gelen bir öğesi sayıyorsa, o zaman makineleri, gereçleri, tankları, yapılan, vb. tarımdaki sermayenin dışardan gelen öğesi kabul etmelidir. Böylece, sanayinin yalnızca ücretleri ve hammaddeleri kapsadığını (çünkü
sabit sermaye hammadde olmadığı sürece, bir sanayi ürünüdür, kendi ürünüdür) oysa tarımın yalnızca ücretleri ||469| ve makineleri vb.
yani sabit sermayeyi içine aldığını, çünkü
hammaddenin, gereçlerin içinde somutlaşmadığı ölçüde tarımın ürünü olduğunu söylemelidir. O zaman, bu “kalem”in eksikliğinin sanayi muhasebesini nasıl etkilediğini incelemek gerekir.
Altıncısı: Doğrudur, madencilik, balıkçılık, avcılık, (ağaçlar insan eliyle dikilmediği ölçüde) ormancılık, vb., kısacası
doğal maddeleri çıkarma sanayileri –kendi türünden
yeniden-üretilmeyen hammaddelerin çıkarılmasıyla ilgilenen sanayiler–
yardımcı materyal dışında hiçbir
hammadde kullanmazlar. Tarım için böyle
değildir. Ama aynı ölçüde [doğrudur] ki, bu,
sanayinin çok geniş bir kesimi için, adıyla söylersek,
giderleri, makineler,
yardımcı materyal ve ücretleri kapsayan
taşımacılık sanayisi için geçerli değildir.
Son olarak, kuşkusuz terzilik vb., bazı başka
sanayi dalları vardır ki,
göreli olarak, yalnızca hammaddeleri ve ücretleri emerler, ama makineleri,
sabit sermayeyi vb. değil.
Bütün bu durumlarda,
kârın büyüklüğü, yani
artı-değerin yatırılan sermayeye oranı, –
değişen sermayenin ya da ücretlere harcanan sermaye parçasının çıkarılmasından sonra kalan– yatırılmış sermayenin makinelerden, hammaddelerden, ya da her ikisinden birden ibaret olup olmadığına değil, ama ücretlere harcanan sermaye kesimi [karşısındaki
-ç.] göreli büyüklüğüne bağlıdır. Böylece dolaşımın yarattığı değişiklikler dışında farklı üretim alanlarında, farklı kâr oranları belirir; bunların eşitlenmesinin ürünü, genel kâr oranıdır.
Rodbertus, artı-değer ile onun özel biçimleri, özellikle kâr arasında bir farklılık olduğunu sanmaktadır. Ama, daha en başından başlayarak genel bir yasanın saptanmasıyla değil de
belirli bir fenomenin (toprak rantının) açıklanmasıyla ilgilendiği için esas noktayı gözden kaçırmaktadır.
Üretimin her dalında
yeniden-üretim hep olagelir; ama sınai yeniden-üretimin doğal yeniden-üretimle aynı zamana raslayışı yalnızca tarımda olur.
Doğal maddeleri çıkarma sanayilerinde böyle olmaz. Bu nedenledir ki, bu sanayilerde, ürün, doğal biçimiyle,
[sayfa 55] kendi yeniden-üretiminde (
yardımcı materyal biçimi dışında) bir
öğe haline gelmez.
Tarımı, hayvancılığı vb., başka sanayilerden ayıran,
birincisi, bir ürünün üretim aracı haline gelmesi olgusu
değildir, çünkü bu, belirli bir yiyecek maddesi biçimine sahip olmayan tüm sınai ürünler için sözkonusudur. Ve o biçimleriyle bile bu ürünler, onları tüketerek kendisini yeniden-üreten ya da emek-gücünü sürdüren
üreticinin üretim aracı haline gelirler.
İkincisi, fark, tarımsal ürünlerin, üretime
metalar, yani sermayeyi oluşturan parçalar olarak girmesi olgusu
değildir; üretimden çıkar çıkmaz geri dönerler. Üretimden meta olarak çıkar ve ona meta olarak yeniden girerler. Meta, kapitalist üretimin hem ön-gereği, hem sonucudur.
Ve buradan giderek, üçüncüsü, [ortada -
ç.] yalnızca şu gerçek [kalır ki], onlar, ürünü oldukları üretim sürecine, kendilerinin üretim aracı olarak katılırlar. Makineler için de durum budur. Makine, makineyi yapar. Kömür, ocaktan kömürün çıkarılmasına yardım eder. Kömür kömürü taşır, vb.. Tarımda bu, insanın rehberlik ettiği, bir ölçüde nedeni olduğu, doğal bir süreç olarak belirir. Öteki sanayilerde, sanayinin doğrudan sonucu olarak belirir.
Ama bay Rodbertus,
tarımsal ürünlerin, yeniden-üretime (teknik bakımdan) “kullanım-değerleri” olarak garip bir biçimde girmeleri nedeniyle, “
metalar”
olarak girmelerine izin vermemesi gerektiğini düşünüyorsa yanlış yoldadır. Anlaşılan, tarımın henüz bir meslek olmadığı, üreticinin tükettiğinden geri kalan üretim
fazlasının meta haline geldiği, bu durumda bile bu ürünlerin, üretime girdiklerinde bile
meta sayılmadığı devirleri düşünüyor. Bu, kapitalist üretim tarzının sanayiye uygulanışını, ciddi ölçüde yanlış anlamaktır. Kapitalist üretim tarzı açısından, değer taşıyan –ve bu nedenle de kendi içinde
meta olan– her ürün, hesaplarda da meta olarak belirir.
[6. Sanayi ve Tarımda Ortalama Fiyat ile Değer Arasındaki İlişkiyi
Rodbertus’un Anlamayışı. Ortalama Fiyatlar Yasası]
Örneğin, madencilik sanayisinde, sırf makinelerin oluşturduğu
değişmeyen sermayenin 500 sterlini bulduğunu ve ücretler için konan sermayenin de 500 sterlin olduğunu varsayalım. Bu durumda, eğer artı-değer %40 yani 200 sterlin ise kâr %20 [olur]. Demek ki:
Değişmeyen Sermaye Değişen Artı-Değer
Makineler Sermaye
500 500 200
[sayfa 56]
Eğer aynı değişen sermaye imalatın (ya da tarımın), hammaddelerin payı bulunan dallarına yatırılsaydı ve ayrıca bu değişim sermayenin kullanılması (yani o belirli sayıdaki işçinin çalıştırılması) 500 sterlin değerinde makineler gerek tirşeydi, o zaman üçüncü bir öğenin, hammaddeler değerinin, diyelim 500 sterlinin daha eklenmesi zorunlu olacaktı. Böylece bu durumda:
Değişmeyen Sermaye Değişen Artı-Değer
Makineler Hammadde Sermaye
500 + 500 = 1.000 50 200
200 sterlin bu durumda 1.500 sterlin üzerinden hesap edilecek ve [kâr
-ç.] yalnızca %13
1/
3 olacaktı. Eğer birinci durumda, konuyu gözler önüne sermek için taşımacılık sanayisi alınsaydı bile, bu [ikinci
-ç.] örnek hâlâ geçerli olurdu. Öte yandan, ikinci durumda makinelerin maliyeti 100, hammaddelerin 400 olsaydı bile, kâr oranı aynı kalırdı.
||470| Dolayısıyla bay Rodbertus’un düşündüğü şey şudur: Sanayide 100 makineler için, 100 ücretler için ve
x hammaddeler için yatırılırken tarımda 100 ücretler için ve 100 makineler için yatırılır. O zaman şema şöyle olur:
I. Tarım
|
Değişmeyen Sermaye
Makine
|
Değişen
sermaye
|
Artı-
Değer
|
Kâr
oranı
|
100
|
100
|
50
|
50/200 = 1/4
|
II. Sanayi
|
Değişmeyen Sermaye
Makine Hammadde
|
Değişen
sermaye
|
Artı-
Değer
|
Kâr
oranı
|
x
|
100[=x + 100]
|
100
|
50
|
50/200 = 1/4
|
Bu durumda [sanayideki kâr oranının -
ç.] her koşulda 1/4’ten, yani I’deki ranttan az olması gerekir.
Demek ki,
birincisi, tarımla sanayi arasındaki bu farklılık
hayalidir, var-değildir; tüm ötekileri belirleyen rant üzerinde hiçbir etkisi yoktur.
İkincisi, bay Rodbertus bu farkı, sanayinin herhangi iki bireysel dalı arasında da bulabilir. Fark,
değişmeyen sermayen ile değişen sermayenin büyüklüğü arasındaki orana orantısına bağlıdır ve oranı hammaddelerin eklenmesi, bazan belirleyebilir bazan belirleyemez. Makinelerin yanısıra hammaddeler de kullanan sanayi dallarında hammaddelerin değeri yani toplam sermaye içindeki göreli
[sayfa 57] payları, daha önce belirttiğim gibi kuşkusuz çok önemlidir.
[21] |Ancak
-ç.]
bunun toprak rantıyla bir ilgisi yoktur.
“Yalnızca ham ürünün değeri, emek maliyetinin altına düştüğü zaman tarımda da ham ürünün payına düşen rant parçasını sermaye üzerinden hesaplanan kazanç emer. Çünkü o zaman bu rant parçası öyle azalmış olabilir ki, her ne kadar tarım sermayesi hammaddenin değerini kapsamıyorsa da bu ikisi [tarım sermayesi ile hammadde değeri -ç.] arasındaki orantı, mamul ürünün payına düşen rant kısmıyla –hammaddenin değerini de içeren– imalat sanayisi arasındaki orantıya yakın gelir. Böylece ancak bu koşullarda tarımda da sermaye kazancının yanısıra geriye hiçbir rant kalmaması olasıdır. Ama pratikte kural olarak, koşullar değerin, emek maliyetine eşitlenmesi yasasına yönelik geliştiği ölçüde gene kural olarak toprak rantı da varlığını sürdürür. Rantın yokluğu ve sermaye kazancından başka bir şeyin varolmayışı, Ricardo’nun ısrarla öne sürdüğü gibi, işin başındaki durum değildir, yalnızca ayrıksın bir durumdur” (s. 100).
Şimdi, yukardaki örneği sürdürerek, somut bir sonuca varmak için hammaddeleri 100 kabul edersek şunu elde ederiz:
I. Tarım
|
Değişmeyen Sermaye
Hammadde
|
Değişen
sermaye
|
Artı-
Değer
|
Değer
|
Fiyat
|
Kâr
|
100
|
100
|
50
|
250
|
2331/3
|
[33<1/3=]%162/3
|
II. Sanayi
|
Değişmeyen Sermaye
Hammadde Makineler
|
Değişen
sermaye
|
Artı-
Değer
|
Değer
|
Fiyat
|
Kâr
|
100 100
|
100
|
50
|
350
|
350
|
50 = %162/3
|
Burada tarımdaki ve sanayideki kâr oranı, aynı olur, dolayısıyla rant için geriye bir şey kalmaz; çünkü tarımsal ürün
değerinin altında 16
2/
3 sterlinden satılmıştır. Hatta örnek,
tarım için yanlış olduğu ölçüde doğru bir örnek olsaydı bile, ham ürün değeri “emek maliyetinin altına” iner,savı, yalnızca
ortalama fiyatlar yasasına uygun düşerdi. Bu nedenle, açıklanması gereken şudur:
Neden “
ayrıksın bir [
durum -ç.]
olarak”
, bu, belli ölçülerde tarımdaki bir olgu
değildir]
ve neden, burada toplam artı-değer, (ya da en azından, sanayinin öteki dallarına göre ortalama kâr oranının üstünde
bir fazlalık büyük ölçüde) bu belirli üretim dalı ürününün fiyatında
kalır da
genel kâr oranının oluşumuna katılmaz. Burada apaçık bir hale geliyor ki, Rodbertus (genel) kâr oranının ve ortalama fiyatın ne olduğunu anlamamaktadır.
Bu
yasayı iyice açıklığa kavuşturmak için –ve bu
[sayfa 58] Rodbertus’dan çok daha önemli– beş örnek vereceğiz. Artı-değer oranını, hepsinde aynı sayıyoruz.
Eşit değerdeki metaları karşılaştırmak da hiç gerekmiyor; yalnızca
kendi değerleriyle karşılaştırılacaklar. İşi basitleştirmek için burada karşılaştırılan metaları, eşit büyüklükteki sermayelerin ürettiği kabul edilmiştir.
||471|
|
Değişmeyen Sermaye
Makine Hammadde
|
Değişen
sermaye
(ücretler)
|
Artı-
Değer
|
Artı-
Değer
oranı
|
Kâr
|
Kâr
oranı
|
Ürünün
değeri
|
I
|
100
|
700
|
200
|
100
|
%50
|
100
|
%10
|
1.100
|
II
|
500
|
100
|
400
|
200
|
%50
|
200
|
%20
|
1.200
|
III
|
50
|
350
|
600
|
300
|
%50
|
300
|
%30
|
1.300
|
IV
|
700
|
—
|
300
|
150
|
%50
|
150
|
%15
|
1.150
|
V
|
—
|
500
|
500
|
250
|
%50
|
250
|
%25
|
1.250
|
;
Burada, I, II, III, IV ve V. kategorilerde (beş farklı üretim alanında)
değerleri sırasıyla 1.100 sterlin, 1.200 sterlin, 1.300 sterlin, 1.150 sterlin ve 1.250 sterlin olan metalar görüyoruz. Bunlar, eğer
değerleri üzerinden değişilseydi bu metaların değişileceği para fiyatlarıdır. Hepsinde yatırılan sermaye
aynı büyüklüktedir, 1.000 sterlindir. Eğer bu metalar değerleri üzerinden değişilseydi I’deki kâr oranı %10, II’de bir kat fazlasıyla %20, III’te %30, IV’te %15, V’te %25 olurdu. Eğer bu belirli kâr oranlarını toplarsak %10 + %20 + %30 + %15 + %25, hepsi %100 yapar.
Eğer beş üretim alanının tamamında yatırılan tüm sermayeyi dikkate alırsak, bunun bir bölümü (I) %10, bir bölümü (II) %20 vb. bırakıyor. Toplam sermayenin bıraktığı ortalama, beş parçanın ortalamasına eşittir ve bu da
100 (kâr oranları toplamı)
|
5 (farklı kâr oranları sayısı)
|
yani %20.
Gerçekte beş alanda yatırılan 5.000 sterlin sermayenin 100 + 200 + 300 + 150 + 250 = 1.000 sterlin kâr bıraktığını görürüz; 5.000’de 1.000, 1/5’tir, ki o da %20 eder. Aynı biçimde eğer
toplam ürünün değerim hesaplarsak 6.000 sterlin buluruz ve, yatırılan 5.000 sterlin sermayenin üstü 1.000 sterlindir, ki bu da
yatırılan sermayeye göre %20’dir yani 1/6 ya da
toplam ürünün %16
2/
3’üdür. (Bu gene başka bir hesaplamadır.) Her ne ise, yatırılan her sermaye, yani I, II, III, vb., –ya da aynı anlama gelmek üzere,
eşit [sayfa 59]
büyüklükteki sermayeler– toplam sermayenin bıraktığı artı-değerden yalnızca,
kendi büyüklükleriyle orantılı, yeni yatırılan toplam sermaye içinde temsil ettikleri pay ile orantılı bir parça almalıdırlar; her biri yalnızca %20 kâr almalıdır ve bunu almaları gerekir. ||472| Ama bunun olanaklı olabilmesi için çeşitli alanların ürünleri, bazı hallerde değerlerinin
üstünde bazı başka hallerde az ya da çok, değerlerinin
altında satılmalıdır. Başka deyişle, toplam artı-değer, onlar arasında [her bir
-ç.] belirli üretim alanında yaratıldığı oranda değil, ama yatırılan sermayelerin
büyüklüğüne oranla dağıtılmalıdır. Hepsi ürününü 1.200 sterline satmalıdır ki, ürünün, yatırılan sermayenin üzerindeki değer fazlası, sermayenin 1/5’i kadar yani %20 olsun.
Bu oranlamaya göre:
|
Ürün
değeri
|
Artı-
değer
|
Ortalama
fiyat
|
[Ortalama fiyatın
değerle ilişkisi]
|
[Kârın artı-
değerle ilişkisi
%]
|
Hesaplanan
kâr
|
I
|
1.100
|
100
|
1.200
|
Değer üzerindeki
ortalama fiyat
fazlası
100
|
Artı-değer
üzerindeki
fazla kâr
%100
|
200
|
II
|
1.200
|
200
|
1.200
|
Değer fiyata eşit
0
|
0
|
200
|
III
|
1.300
|
300
|
1.200
|
Ortalama fiyatın
değere göre eksiği
100
|
Kârın artı-değer
altına düşme oranı
%331/3
|
200
|
IV
|
1.150
|
150
|
1.200
|
Değer üzerindeki
fiyat fazlası
50
|
Artı-değer üzerindeki
kâr fazlası
%331/3
|
200
|
V
|
1.250
|
250
|
1.200
|
Fiyatı aşan
fazladan değer
50
|
Kâr üzerindeki
fazladan artı-değer
%25
Kârın artı-değer
altına düşme oranı
%20
|
200
|
Bu gösteriyor ki, yalnızca bir durumda (II) ortalama fiyat metanın değerine eşittir; çünkü bir raslantı olarak,
artı-değer,
normal ortalama kâr olan
200’e eşittir. Öteki durumların hepsinde daha
[sayfa 60] çok ya da daha az miktarda artı-değer bir [alandan] çekilip, bir başkasına verilmiştir vb..
Bay Rodbertus’un açıklaması gereken şey, neden
tarımda durumun böyle
olmadığı ve [tarım] ürünlerinin [neden]
ortalama fiyattan değil de delerlerinden satıldığıdır.
Rekabet, kârların eşitlenmesini yani meta
değerlerinin ortalama fiyatlara indirilmesini sağlar. Malthus’a göre, kapitalist birey,
kendi sermayesinin her parçasından eşit kâr bekler
[22] — başka deyişle, bu, sermayesinin her parçasını (
organik işleyişinden ayrı olarak) bağımsız bir kâr kaynağı olarak görmesi demektir, yani, [sermayesi
-ç.] ona böyle görünür. Aynı biçimde, kapitalistler sınıfıyla ilgili olarak, her kapitalist, kendi sermayesini,
eşit büyüklükte öteki her sermayenin getirdiğine
eşit oylumda bir kâr kaynağı olarak görür. Bunun anlamı şudur: Belli bir üretim alanındaki her bir sermaye yalnızca, bir bütün olarak
üretime yatırılmış toplam sermayenin parçası kabul edilir ve –kendi büyüklüğüyle, kendi stokuyla orantılı olarak– oluşumuna katıldığı toplam sermaye içindeki oranına, göre, toplam artı-değerdeki [yani -
ç.] toplam ödenmemiş emekteki ya da emek ürünlerindeki payını ister. Tek tek her üretim alanındaki sermayenin sağladığı kârı, asla ve asla tek başına ödenmemiş emeğin belirlemediği; kârın, kapitalistler toplam sermayedeki paylarına uygun oranlardaki kotalarını çeksinler diye, yalnızca o ödenmemiş emeğin “
ürettiği”
ve toplam kârlar potasına attığı bir şey olmadığı; sermayenin emekten
bağımsız bir gelir kaynağı olduğu; [evet -
ç.] –rekabette her şeyi tersinden
gören– kapitalistin bu anlayışını ve üstelik yalnızca onun değil, en sadık yazarlarıyla tarikat müritlerinin de [paylaştığı
-ç.] bu anlayışı [işte Rodbertus’un -
ç.] bu
yanılsaması doğrulamaktadır.
İşte Rodbertus’un saçmaları. Bu arada [belirteyim -
ç.] tarımın –hayvancılık gibi– bazı dallarında, değişen sermaye, yani ücretlere ayrılan kısmı, sermayenin değişmeyen kısmıyla karşılaştırılırsa, aşırı ölçüde küçüktür.
“Rant, doğası gereği, her zaman toprak rantıdır” (s. 113).
Yanlış. Rant her zaman toprak sahibine ödenir;
hepsi bu. Ancak eğer pratikte sık sık olduğu gibi, normal kârdan kısmen ya da bütünüyle bir kesinti ise ya da normal ücretlerden bir kesinti ise (doğrudur, artı-değer yani kâr artı rant, hiçbir zaman ücretlerden bir
kesinti değildir, ancak işçinin ürününün, bu üründen ücretin
indirilmesinden sonra kalan parçasıdır) o zaman, ekonomik bakış açısından, toprak rantı değildir. Pratikte bu, ||473| rekabet normal ücretleri ve normal kârı yeniden sağlar sağlamaz kanıtlanır.
Rekabetin, meta
değerlerini sürekli olarak [düzeyine -
ç.]
[sayfa 61] indirgeme eğiliminde olduğu
ortalama fiyatlar, genel kâr oranına ulaşılması için bir üretim alanındaki ürünün delerine sürekli
eklemeler yapılması ve bir başka alanın ürününün –yukardaki çizelgede II dışında–
değerinden indirimler yapılması yoluyla elde edilir. Değişen sermayenin, yatırılan toplam sermayeye oranının (artı-değer oranının belli olduğunu varsayarak) toplumsal sermayenin ortalama oranına tekabül ettiği belli üretim alanlarının metalarında, değer ortalama fiyata eşittir; bu nedenle,
değerden ne bir indirim, ne
değere bir ekleme yapılması gerekir. Ne var ki, burada [ayrıntısına girmeyeceğimiz -
ç.] bazı özel durumlardan ötürü, belli üretim alanlarındaki metaların değerinden (geçici bir süre değil, ama genel olarak, ortalama fiyatın
üstünde durduğu halde) bir
indirim yapılmıyorsa, o zaman, bu belli üretim alanındaki
tüm artı-değerin alıkonması —her ne kadar meta
değeri ortalama fiyatın üstündeyse ve bu nedenle ortalamadan daha yüksek bir kâr bırakıyorsa da— bu, o alanın ayrıcalığı kabul edilecektir. Burada bizi ilgilendiren ve [bu duruma
-ç.]
özgü bir özellik olarak, bir istisna olarak açıklamak zorunda kaldığımız şey, metaların
ortalama fiyatının, değerlerinin altına inişi değildir –bu genel bir fenomendir ve eşitlemenin zorunlu önkoşuludur– ama öteki metaların tersine, belli metaların neden ortalama fiyatın üzerinde, değerlerinden satıldığıdır.
Bir metanın ortalama fiyatı
üretim maliyetine (ona yatırılan sermayeye, diyelim ücretler, hammadde, makineler ya da başka her ne ise) ve + ortalama kâra eşittir. Böylece, eğer, yukardaki örnekte olduğu gibi, ortalama kâr %20, yani 1/5 ise, o zaman her bir metanın ortalama fiyatı,
C (sermaye yatırımı) +
P/C ‘dir (ortalama kâr oranı). Eğer
C +
P/C metanın
değerine eşitse, yani eğer bu üretim alanında yaratılan artı-değer S,
P’ye eşitse, o zaman metanın değeri, ortalama fiyatına eşit olur. Eğer
C +
P/C metanın
değerinden küçükse, yani bu alanda yaratılan artı-değer
S,
P’den büyükse o zaman metanın değeri, ortalama fiyatına
indirilir ve artı-değerinin bir kısmı öteki metaların değerine eklenir. Son olarak, eğer
C +
P/C meta efelerinden büyükse, yani
S,
P’den küçükse, o zaman, metanın
değeri ortalama fiyatına yükseltilir ve başka üretim alanlarında yaratılan artı-değer ona eklenir.
Ve ensonu, değerleri
C +
P/C’den büyük olduğu halde değerlerinden satılan metalar varsa, ya da değeri, her nasılsa, normal ortalama fiyata
C +
P/C’ye gelecek biçimde indirilmemişse, o zaman bu metaları ayrıksın bir duruma koyan bazı ayrıksın koşulların işliyor olması gerekir. Bu durumda, bu üretim alanlarında elde edilen kâr, genel kâr oranının
üstünde olur. Eğer kapitalist burada
[sayfa 62] genel kâr oranını elde ederse, fazla kârı, rant biçiminde
toprak sahibi alır.
[7. Kâr Oranını ve Rant Oranını Belirleyen Öğeler Konusunda
Rodbertus’un Hatalı Görüşleri]
Benim kâr oranı ve faiz oranı ya da rant oranı dediğim şeye Rodbertus “
sermayenin kâr düzeyi ve faiz”
(s. 113) diyor.
Bu düzey “bunların sermayeye oranına bağlıdır. ... Bütün uygar uluslarda, 100’lük bir sermaye bir birim sayılır; düzeyin hesaplanmasında standart ölçüyü sağlar. Şu halde, 100’lük sermaye başına düşen kazancın ya da faizin ilişkisini ifade eden sayı ne kadar büyükse, yani bir sermaye ne kadar ‘fazla yüzde bırakıyorsa, kâr ve faiz o kadar yüksektir” (s. 113-114).
“Toprak rantının ve kirasının düzeyi, bunların belli bir toprak parçasına oranından çıkar” (s. 114).
Bu fena. Rant oranı, her şeyden önce sermaye üzerinden hesaplanır; yani
meta fiyatının üretim maliyeti üzerindeki ve
fiyatın, kârı oluşturan parçası üzerindeki
fazla olarak hesaplanır. Bazı olayları anlamasına yardım ettiği için bay Rodbertus, hesabı bir acre ya da bir morgen
ile yani şeyin görünen biçimiyle ||474| yapıyor, böylece onun içindeki içsel bağlantı da yitiriliyor. Bir acre’ın bıraktığı rant, kiradır,
rantın mutlak miktarıdır. Rant oranı aynı kalsa ya da düşürülse bile kira artabilir.
“Toprak değerinin düzeyi, belirli bir toprak parçasının rantının, sermayeleştirilmesinden çıkar. Belli bir yöredeki bir toprak parçasının rantının sermayeleştirilmesinden elde edilen sermaye miktarı ne kadar büyükse, toprağın değeri o kadar yüksektir” (s. 114).
Buradaki “düzey” sözcüğü saçmadır. Çünkü neye göre bir ilişki ifade ediyor? %10’un 20’den fazla bırakması aşikardır; ama burada ölçü birimi 100’dür. “Toprak değerinin düzeyi” tümüyle genel meta fiyatlarının
yüksek ya da
düşük düzeyi gibi genel bir ifadeden farklı değildir.
Şimdi, bay Rodbertus şunu araştırmak istiyor:
“Peki öyleyse, sermaye kârının ve toprak rantının düzeyini ne belirler? (s. 115.)
[a) Rodbertus’un Birinci Tezi]
Her şeyden önce şunu araştırıyor: “
genel olarak rant düzeyi”ni
[sayfa 63] ne belirler, yani
artı-değer oranını ne düzenler?
“I) Belirli değerdeki bir ürün ya da belirli bir emek miktarındaki ürün veya aynı şey demek olan belirli bir ulusal ürün çerçevesinde genel rant düzeyi, ücretler düzeyiyle ters orantılı, emeğin genel üretkenlik düzeyiyle doğru orantılıdır. Ücretler ne kadar düşükse rant o kadar yüksektir; emeğin genel üretkenlik düzeyi ne kadar yüksekse ücretler o kadar düşük ve rant o kadar yüksektir” (s. 115-116).
Rant “düzeyi” –artı-değer oranı– diyor Rodbertus, “rant için bırakılan parçanın büyüklüğüne” (s. 117) yani toplam üründen ücretleri düştükten sonraki [parçanın büyüklüğüne -ç.] bağlıdır; o parçanın içinden “sermayenin yerine geri konmasına yarayan değer kısmı ...ihmal edilebilir” (s. 117).
Aman ne güzel (yani, artı-değerin incelenişinde sermayenin değişmeyen kısmının “ihmal edilmesi”ni kastediyorum).
Şu da bir bakıma garip bir kavrayış:
“ücretler düştüğü zaman, yani toplam ürün değerinin daha küçük bölümünü oluşturduktan itibaren rantın öteki parçasının” (yani sınai kârın) “kâr olarak hesaplanmasında esas alınacak olan toplam sermaye azalır. Ancak şimdi sorun artık yalnızca, sermayenin kârı ya da toprak rantı haline gelen değerle, hesaba esas olan ve kârın ve rantın düzeyini belirleyen sermaye ya da toprak alanı arasındaki bir orantı sorunudur. Demek ki, eğer ücretler rant için daha büyük bir değer bırakmaya elverirse, daha azalmış bir sermayeye ve aynı toprak alanına karşın kâr ve toprak rantı olarak daha büyük bir değer hesaba esas alınacaktır. Bunun sonucu olarak her ikisinin oranı artar ve bundan ötürü, ikisi birlikte ya da genel olarak rant artar. ... Ürün değerinin aynı kaldığı varsayılmaktadır. ... Emeğin malolduğu ücret azaldığı için, ürünün malolduğu emeğin mutlaka azalması gerekmez.” (s. 117-118.)
Son kısım güzel. Ama ücretlere giden
değişen sermaye azaldığı zaman,
değişmeyen sermayenin küçülmesi gerektiğini söylemek yanlıştır. Başka deyişle,
artı-değer oranı artıyor diye
kâr oranının (toprak alanı vb. türden uygun düşmeyen göndermeleri bir yana koyuyoruz) artması gerektiğini söylemek doğru değildir. Örneğin, ücretler, emek daha üretken hale geldiği için düşer ve her durumda bu, aynı işçinin aynı zaman süresi içinde daha çok hammadde kullanmasında kendini gösterir; bu nedenle değişmeyen sermayenin bu parçası büyür; makine ve değeri de öyle. Öyleyse ücretlerdeki azalmayla kâr oranı düşebilir.
Kâr oranı, yalnızca artı-değer oranına değil, ama aynı zamanda istihdam edilen işçi sayısının
[sayfa 64] belirlediği
artı-değer miktarına da bağlıdır.
Rodbertus, gerekli ücreti doğru biçimde “
gerekli tüketim maddeleri miktarı, yani belli bir ülke, belli bir dönem için oldukça istikrarlı, belirli miktarda maddi ürünler” (s. 118) diye tanımlıyor.
||475| Ondan sonra, bay Rodbertus, kârla ücretlerin ters orantılı ilişkileri ve bu ilişkinin emek üretkenliğiyle belirlenişi konusunda Ricardo’nun ortaya koyduğu önermeleri en
anlaşılmaz bir kargaşa, karmaşıklık ve sakarlık içinde öne sürüyor. Kargaşa bir bakıma, ölçü olarak emek-zamanım alacak yerde, budalaca [bir yaklaşımla
-ç.]
ürün miktarlarım almasından ve “
ürün değerinin düzeyi”
ile “
ürün değerinin büyüklüğü”
arasında anlamsız farklılıklar yapmasından ileri geliyor.
“
Ürün değerinin düzeyi”
derken, bu delikanlı, ürünün emek-zamanıyla göreli ilişkisinden başka bir şeyi kastetmiyor. Eğer
aynı emek-zamanı miktarı, birçok ürün veriyorsa, o zaman
ürün değeri yani ürünün ayrı parçalarının değeri düşüktür, yok eğer tersiyse o zaman da bunun tersidir. Eğer bir işgünü 100 pound iplik ve daha sonra 200 pound [iplik -
ç.] ürettiyse, ikinci durumda ipliğin değeri, birincide ne idiyse onun yarısı olur. Birinci durumda değeri 1/100 işgünüdür; ikincide, bir pound ipliğin değeri 1/200 işgünüdür.
Değerinin yüksek ya da düşük olmasının yani daha çok ya da daha az emek içermesine bakmaksızın, işçi aynı miktarda ürün aldığına göre, ücretler ile kâr, ters orantılı hareket eder ve ücretler, emeğin üretkenliğine göre, toplam ürünün daha çoğunu ya da azını alırlar. Rodbertus bunu aşağıdaki anlaşılmaz tümcelerle ifade ediyor:
“Eğer ücret gerekli geçim maddesi olarak, belirli miktarda maddi ürün miktarı ise, o zaman, eğer ürünün değeri yüksek ise, ücretin yüksek bir değerde olması gerekir; eğer düşük ise, düşük bir değer oluşturmalıdır; ve dağıtım için elde hazır ürünün değeri sabit varsayıldığı zaman, ürün değeri yüksekse ücret onun geniş bir bölümünü, değeri düşükse küçük bir bölümünü emecektir; bu nedenle de rant için ya büyük ya küçük bir pay bırakacaktır. Ancak, bir insan, ürün değeri, malolduğu emek miktarına eşittir kuralını kabul ederse, o zaman, ürün değerinin düzeyini bir kez daha, yalnızca emeğin üretkenliği ya da ürün miktarı ile onun üretimi için kullanılan emeğin miktarı arasındaki göreli ilişki belirler ... eğer aynı miktarda emek daha fazla ürün çıkarırsa, başka deyişle, üretkenlik artarsa, o zaman aynı miktarda ürün daha az emek içerir ve tersine, aynı miktarda emek daha az ürün çıkarırsa, başka deyişle eğer üretkenlik düşerse, o zaman aynı miktarda ürün daha çok emek içerir. Ancak ürün değerini emek miktarı belirler ve ürün değerinin düzeyini de belli bir ürün miktarının göreli değeri belirler. ...” Dolayısıyla “genel olarak emeğin üretkenliği ne kadar yüksekse “genel olarak kâr da o kadar yüksek” olmalıdır (s. 119-120). [sayfa 65]
Ama bu, üretimi için işçi istihdam edilen, ürün –geleneğe ya da gereksinime göre– bu işçinin tüketiminde, bir geçim aracı olarak görünen
türlerin içinde yer alıyorsa doğrudur. Eğer durum böyle değilse, o zaman bu emeğin üretkenliği, ücretlerin ve kârın göreli yüksekliği üzerinde ya da genel olarak
artı-değer miktarı üzerinde herhangi bir etki yapmaz. Toplam ürünün
değerindeki aynı pay, bu pay ister ürünlerin sayısıyla ister ürün miktarıyla ifade edilsin, buna bakmaksızın, işçiye ücret olarak gider. Bu durumda emek üretkenliğindeki herhangi bir değişiklik
ürün değerinin bölünüşünü değiştirmez.
[b) Rodbertus’un İkinci Tezi]
“II) Eğer belli bir ürün değerinde, genel rant düzeyi veri ise, o zaman toprak rantının ve sermaye kârının düzeyi birbiriyle ters orantılıdır, ayrıca doğal madenleri çıkaran emeğin ve imalat emeğinin üretkenliğiyle ters orantılıdır. Rant ne kadar yüksek ya da düşük ise sermaye kazancı o kadar düşük ya da yüksek olur, ve bunun tersi; doğal madenleri çıkaran emeğin ya da imalat emeğinin üretkenliği ne kadar yüksek ya da düşük olursa, rant ya da sermaye kârı o kadar düşük ya da yüksek olur; ve ayrıca sermaye kârı ya da rant da, değişe değişe, bir kez o bir kez öteki, daha yüksek ya da daha düşük olur.” (s. 116).
Birincisi, ([Tez] I’de) ücretler ile kârın birbiriyle
ters orantı ilişkisi içinde olduğu biçimindeki rikardocu [yasa] vardı.
Şimdi, –farklı biçimde geliştirilen ya da
daha doğrusu “işe katılan”– rikardocu ikinci [yasa]: kâr ve rant ters orantı ilişkisindedir.
Açıktır ki,
belli bir artı-değer kapitalistle toprak sahibi arasında bölündüğü zaman, birinin payı ne kadar büyükse ikincininki o kadar küçük olacaktır ve
vice versa. Ama bay Rodbertus
kendisinden başka şeyler daha ekliyor ki, bunların daha yakından incelenmesi gerek.
Her şeyden önce,
genel olarak artı-değerin (“emek ürününün, rant olarak paylaşılmaya hazır olan değerinin”) kapitalist tarafından çalıp çırpılan tüm
artı-değerin “ham ürünün değeri ve + mamul ürünün değerinden oluşması”nı yeni bir keşif sayıyor (s. 120).
Bay Rodbertus önce, tarımda “hammaddenin değeri”nin varolmadığı konusundaki “keşfı”ni yineliyor. ||476|. Bu kez aşağıdaki sözcük selinde:
“Mamul ürüne payına düşen ve sermaye kârının oranını belirleyen rant parçası, yalnızca bu ürünün üretilmesinde fiilen kullanılan sermayenin kârı değil, ama onun yanısıra, imalatçının [sayfa 66] sermaye fonundaki hammaddenin değeri olarak beliren tüm ham ürünün de kârı sayılır. Öte yandan, hammaddenin payına düşen ve toprak rantı için bir artık bırakarak, hammadde üretiminde kullanılan sermayenin kârını, imalattaki belirli kâr oranına göre” (evet! belli kâr oranı) hesaplamaya esas olan rant parçası, böyle bir hammadde değeri yoktur” (s. 121).
Yineliyoruz:
quod non!
Bay Rodbertus’un
kanıtlamadığı ve kendi yöntemiyle kanıtlayamayacağı bir
toprak rantının var olduğunu, yani ham ürünün artı-değerinin belirli bir parçasının toprak sahibinin payına düştüğünü varsayalım.
Ayrıca “belirli bir ürün değerinde, genel rant düzeyi”nin (
artı-değer oranının)
“veri olduğunu” da (s. 121) varsayalım. Bu, şuna varır: örneğin 100 sterlinlik bir metada, diyelim yarısı, 50 sterlin ödenmemiş emektir; o zaman bu, artı-değerin tüm kategorilerinin rantın, kârın vb. içinden ödeneceği fonu oluşturur. Öyleyse, açıkça ortadadır ki, 50 sterlindeki bir
pay sahibi, öteki ne kadar daha az çekerse, o kadar fazlasını çekecektir ve
vice versa; ya da, kâr ve rant ters orantılıdır. Şimdi soru şu: ikisi arasındaki oranlamayı belirleyen nedir?
Her durumda, şu bir gerçektir ki, imalatçının (ister tarımcı ister sanayici olsun) geliri, mamul ürününün satışından sağladığı artı-değere (ki, bunu kendi üretim alanındaki işçilerden sızdırmıştır) eşittir ve (sanayiciye satılan
çavlanda olduğu gibi, ya da
ham ürün sayılması neredeyse olanaksız olan
evin vb. rantında olduğu gibi,
mamul üründen doğrudan hasıl olmayan) toprak rantı, yalnızca, kâr fazlasından (genel kâr oranına girmeyen artı-değer parçasından) ortaya çıkar ki, ham ürünlerde içerilir ve çiftçi tarafından toprak sahibine ödenir.
Şu da çok doğrudur ki, ham ürünün değeri yükseldiği [ya da düştüğü] zaman, ham ürünü kullanan sanayi dallarının kâr oranı ham ürünün değeriyle ters orantılı olarak yükselir ya da düşer. Önceki bir başka örnekte
[23] gösterdiğim gibi, eğer pamuğun değeri bir kat artarsa, o zaman belli bir ücrette ve belli bir artı-değer oranında, kâr oranı düşecektir. Ancak aynı şey tarımda da geçerlidir. Eğer hasat kötüyse ve üretim aynı düzeyde sürdürülecekse (burada metaların delerlerine satıldığını varsayıyoruz) o zaman toplam ürünün ya da değerinin daha büyük bir bölümünün toprağa döndürülmesi gerekir ve ücretler çıkarıldıktan sonra, elbette eğer [ücretler
-ç.] durağan kalırsa, çiftçinin artı-değeri ürünün daha küçük bir bölümünü kapsar; bunun sonucu, kendisiyle toprak sahibi
[sayfa 67] arasında paylaşılmaya hazır daha küçük bir parça kalır. Bireysel ürün, eskisine göre daha yüksek bir değere sahip olabilirse de yalnızca ürün miktarı değil, ama aynı zamanda geri kalan
değer kısmı da küçük olabilir. Talep sonucu, eğer ürün, değerinin
üstüne çıkarsa ve daha az ürün miktarı, önceki daha fazla ürün miktarından yüksek bir
fiyat elde ederse, bu farklı bir konudur. Ancak bu ürünlerin değerlerinden satıldığı biçimindeki koşulumuza
ters düşer.
Tersini varsayalım. Pamuk hasadının bir kat daha bol olduğunu ve örneğin tohumluk bir gübre olarak doğrudan toprağa döndürülecek parçasının, eskiye göre daha düşük maliyette olduğunu varsayalım. Bu durumda ücretler düşüldükten sonra pamuk yetiştiricisine kalan değer kısmı, öncekine göre daha büyüktür. Pamuk sanayisinde olduğu gibi burada da kâr oranı artar. Doğrudur, 1 yarda amerikan bezinde, ham ürünün yarattığı değerin oranı eskisine göre daha küçük, imalat sürecinin yarattığı değerin oranı ise daha büyük olur. Varsayalım ki, içerdiği pamuğun değeri 1 şilin olduğu zaman amerikan bezinin 1 yardası 2 şiline malolmaktadır. Şimdi pamuk 1 şilinden 6 peniye inerse (ki, delerinin fiyatına eşit olduğu varsayımı çerçevesinde bu ancak, ekiminin daha üretken hale gelmesiyle olasıdır) o zaman bir yarda amerikan bezinin değeri 18 penidir.
Değer dörtte-bir oranında, %25 azalmıştır. Ama pamuk üreticisi daha önce 100 poundu 1 şilinden satarken, şimdi 200 [poundu -
ç.] 6 peniden satması gerekir. Daha önce değer 100 şilin [di]; şimdi de 100 şilindir. Her ne kadar daha önce pamuk, ürünün [amerikan bezinin
-ç.] değerinin daha büyük bir kısmını oluşturduysa –ve pamuk üretiminde artı-değer oranının kendisi aynı zamanda azaldıysa– pamuk üreticisi poundu 1 şilinden kendi 100 şi-linlik pamuğu için şimdi yalnızca 50 yarda amerikan bezi elde etmiştir; şimdi 1 pound [pamuk
-ç.]
6 peniden [satılır], 100 şilini için 66
2/
3 yarda elde eder.
Metaların
değerlerinden satıldığı varsayımı çerçevesinde, ürünün üretimine katılan üreticilerin gelirinin, ||477| ürünün
toplam değerinde temsil edilen değer parçasına
zorunlu olarak bağlı olduğunu söylemek yanlıştır.
Makine dahil, imal edilen tüm metaların toplam değerinin bir dalda 300 sterlin, bir başkasında 900 ve üçüncüde 1.800 olduğunu kabul edelim.
Eğer, tüm ürün değerinin, ham ürünün değeriyle mamul ürünün değeri arasında bölünmesi oranı, artı-değerin –Rodbertus’un deyişiyle rantın– kâra ve toprak rantına bölünmesi oranını belirli-yorsa, o zaman bu, ham ürünlerle mamul ürünlerin üretime
[sayfa 68] değişen son oranlardn katıldığı farklı üretim alanlarındaki farklı ürünler için de doğru olmalıdır.
900 sterlinlik bir değerden 300 sterlinin mamul ürünü, 600 sterlinin hammaddeyi karşıladığı ve 1 sterlinin 1 işgününe eşit olduğunu varsayalım. Ayrıca
artı-değer oranı da 12 saatlik normal bir işgününde, diyelim, 10 saatte ek 2 saat olsun. O zaman 300 sterlin fmamul ürün] 300 işgününü ve 600 sterlin [ham ürünl bir kat fazlasıyla 2 x 300 işgününü kapsar. Artı-değer miktarı birinde 600, ötekinde 1.200 saattir. Bu, yalnızca, belli bir artı-değer oranında, artı-değer
oylumunun işçi sayısına ya da aynı zamanda istihdam edilen işçi sayısına bağlı olduğu anlamına gelir. Ayrıca, tarımsal üretimin değerine giren artı-değerden bir bölümün rant olarak toprak sahibine gittiği
varsayıldığına (ve kanıtlanmadığına) göre, demek ki,
toprak rantı miktarı, “mamul ürün”e
göre tarımsal ürün değerindeki artışla orantılı olarak büyür.
Yukardaki örnekte tarımsal ürünün mamul ürüne oranı 2:1, yani 600:300’dür. [Bir başka durumda] 300:600 olduğunu varsayalım. Rant, tarımsal ürünün içerdiği artı-değere bağlı olduğuna göre, açıktır ki, bu birinci durumda 1.200 saatken, ikinci durumda 600 saate ulaşıyorsa ve rant, bu artı-değerin
belirli bir parçasını oluşturuyorsa, birinci durumda, ikincidekinden fazla olması gerekir. Ya da toplam ürün değerinde, tarımsal ürünün oluşturduğu
değer parçası ne kadar büyük olursa, tüm ürünün artı-değer indeki payı o kadar büyük olacaktır; çünkü ürün değerinin her bir parçası, artı-değerin belirli bir parçasını içerecektir ve
tüm ürünün artı-değerinde tarım ürününün payına düşen ne kadar büyük olursa, rant o kadar büyük olacaktır; çünkü
rant, tarımsal ürünün
artı-değerinin belli bir kısmını temsil eder.
Rant, diyelim, tarımsal artı-değerin onda-biri olsun; o zaman tarımsal ürünün değeri, eğer 900 sterlinin 600 sterlini ise rant 120 [saat], ve eğer 300 sterlin ise yalnızca 60 [saatltir. Buna göre, rantın
oylumu, gerçekte tarımsal ürünün miktarıyla birlikte değişir, buradan giderek de tarımsal ürünün, mamul ürünle ilişkisi içindeki göreli değeriyle birlikte de değişir. Ancak, rantla kârın “
düzeyinin –oranlarının–
bununla, kesin olarak hiçbir ilgisi yoktur. Birinci durumda, ürünün değeri 900 sterlindir, bunun 300 sterlini mamul ürün, 600 sterlini tarımsal üründür. Bunun 600 saatlile artı-değefi mamul ürünün payıdır, 1.200 tarımsal ürünün. Toplam 1.800 saat. Bunun 120’si ranta, 1.680’i kâra gider, ikinci durumda ürün değeri 900 sterlindir, bunun 600 sterlini mamul ürün ve 300 sterlini tarımsal üründür. Demek ki 1.200 [saat] artı-değer mamul ürünün, 600 tarımındır. Toplam 1.800. Bunun 60’ı ranta, 1.200’ü
[sayfa 69] imalat için kâra ve 540’ı tarım için [kâra
-ç.\ gider. Toplam 1.740. İkinci durumda mamul ürün (değer olarak) tarımsal üründen bir kat fazladır. Birinci durumda, konum tersinedir. îkinci durumda rant 60’tır, birincide 120. [Rant
-ç.] tarımsal ürün değeriyle aynı oranda büyümüştür. Tarımsal ürünün oylumu arttığı ölçüde, rantın oylumu da artmıştır. Eğer toplam artı-değeri 1.800’ü düşünürsek, birinci durumda rant 1/15 ikinci durumda 1/30’dur.
Eğer burada, tarımsal ürünün payına düşen
değer kısmı artışı ile birlikte
rant oylumu da büyüyorsa ve
bununla da
oylumu, toplam artı-değerdeki oransal payını artırıyorsa, yani artı-değerin ranta gitme oranı da kâra gitme oranına göre artıyorsa — o zaman, bu yalnızca, Rodbertus, rantın,
tarımsal ürünün artı-değerinde belirli bir oranda yer aldığını varsaydığı
içindir. Gerçekten de bu olgu, bir
veri ya da
önvarsayım ise, böyle olmalıdır. Ne var ki Rodbertus’un “hammaddenin değeri” konusunda ortaya attığı ve benim
476. sayfanın başında esasen değindiğim saçmalardan böyle bir olgu hiçbir biçimde çıkmaz.
Ancak rant
düzeyi, katıldığı ürünün [artı-değeri ile]
orantılı olarak artmaz, çünkü şimdi, daha önce olduğu gibi [orantı] onda-bir[dir]; rantın
oylumu büyür, çünkü
ürün artar ve “düzeyi”nde bir artış olmaksızın oylumu arttığı için, “düzey”i, kâr oranına göre ya da toplam ürünün ||478| değerindeki kârın payına göre artar. Toplam ürün değerinin daha büyük bir kısmının bir
rant sağladığı, bir
ön-gerekirlik sayıldığı, yani
artı-değerin daha büyük kısmı
ranta dönüştürüldüğü için, artı-değerin ranta çevrilen kısmı, doğal ki büyüktür. Bunun “hammaddenin değeri” ile hiçbir ilgisi yoktur. Ancak “
daha büyük rant” aynı zamanda “
daha yüksek ranf’ı temsil ettiği, “çünkü, [rantın
-ç.]
hesaplanmasına esas olan alan ya da acre sayısının aynı kaldığı, böylece her bir acre başına daha büyük bir değer düştüğü” (s. 122) gülünçtür. Bu, rant “düzeyi”ni, sorunun güçlüklerinin önüne set çeken bir “standart ölçü” ile ölçmeye varır.
Henüz rantın ne olduğunu bilmediğimiz için, yukardaki örneği farklı biçimde ortaya attık ve tarımsal ürünün
kâr oranım mamul ürün için olanla aynı tuttuk, yalnızca
aynı kâr oranı varsayıldığın-dan, rant için zorunlu olarak, onda-bir ekledik; böylece şimdi tüm sorun daha farklı bir görünüm alıyor ve daha açık duruma geliyor.
[sayfa 70]
|
Mamul
ürün
|
Tarımsal
ürün
|
|
I
|
600 sterlin
[7.200 saat]
|
300 sterlin
[3.600 saat]
|
İmalat için 1.200 [saati, tarım için 600 ve rant için 60. Toplam 1.860 [saat; bunun] 1.800’ü kâr
|
II
|
300 sterlin
[3.600 saat]
|
600 sterlin
[7.200 saat]
|
İmalat için 600 [saat], tarım için 1.200, rant için 120. Toplam: 1.920 [saat; bunun] 1.800’ü kâr
|
II numaralı
durumda rant I’dekinin iki katıdır; çünkü üründen emdiği değer payı, yani tarımsal ürün [parçası
-ç.] sınai ürüne oranla büyümüştür. Her iki durumda da kâr oylumu aynıdır, yani 1.800’dür: Birinci durumda [rant], toplam artı-değerin 1/31’i, ikincisinde 1/16’sıdır.
Eğer Rodbertus “hammaddenin değeri”ni özellikle sanayiye yüklemek istiyorsa, o zaman her şeyden önce, değişmeyen sermayenin, makineleri, vb. içeren kısmını tarıma bindirmek görevi olmalıydı. Sermayenin bu parçası tarıma, sanayinin sağladığı bir ürün olarak –“ham ürün” için üretim aracını oluşturan “mamul ürün” olarak– girer.
Burada iki firma arasında bir hesap işini ele aldığımıza göre, sanayi sözkonusu olduğu ölçüde, makinelerin “hammadde”yi içeren değer kısmı “hammadde” ya da “materyalin değeri” başlığı altında daha önceden
borç yazılmıştı. Bu nedenle, bunu iki kez kaydedenleyiz.
Makine değerinin imalatta kullanılan öteki
kısmı eklenmiş “imalat emeği”ni (geçmiş ve şimdiki [emeği
-ç.])
içerir ve ücretlerle kâra (ödenmiş ve ödenmemiş emeğe) ayrışır. Burada (makinelerin hammaddesinin içerdiği kısmından ayrı olarak) yatırılmış olan sermaye kısmı, o nedenle
yalnızca ücretleri içerir. Böylece yalnızca yatırılmış sermaye miktarını artırmakla kalmaz, ama kârı, bu sermaye üzerinden hesaplanacak artı-değer oylumunu da artırır.
(Bu hesaplamalarda genellikle yapılan hata, örneğin kullanılan makinelerin ya da gereçlerin
aşınma payının makinelerin içine, onun değerine konmasıdır ve her ne kadar, son çözümlemede bu aşınma payı
emeğe –ya hammaddenin içerdiği emeğe ya da hammaddeyi makineye dönüştüren emeğe, vb.– indirgenebilirse de bu
geçmiş emek, artık hiçbir zaman kâra ya da ücretlere katılmaz, yalnızca, üretilmiş üretim koşulu olarak (yeniden-üretimi için gereken gerekli emek-zamanı değişmediği ölçüde) iş görür — ki, emek-zamanındaki kullanım-değeri ne olursa olsun, artı-değer yaratılması sürecinde yalnızca değişmeyen sermayenin değeri olarak
[sayfa 71] görünür. Bu çok büyük önem taşımaktadır ve değişmeyen sermaye ile gelirin değişimini incelediğim yerde açıklanmıştır.
[24] Ancak, ondan ayrı olarak, sermaye birikimi bölümünde daha da geliştirilmesi gerekecektir.)
Tarım –yani salt ham ürünlerin ya da birincil denen [maddelerin -
ç.] üretimi– sözkonusu olduğu zaman,
firmaların “
birincil üretimi”
ve “
imalat”
ı arasında hesabı dengeye getirmekte değişmeyen sermayenin makineleri, araç-gereçleri vb. temsil eden kısmı, hiçbir nedenle, tarımsal sermayeye’ onun
artı-değerini artırmaksızın giren bir kalem olmaktan başka bir biçimde görülemez. Eğer makine vb. kullanılması sonucu, tarım emeği daha üretken hale gelirse, bu makinenin vb. fiyatı ne kadar yüksek olursa, üretkenlikteki artış o kadar küçük kalacaktır. Tarımsal emeğin ya da herhangi tür emeğin üretkenliğini artıran şey, makinenin
değeri değil, kullanım-değeridir. Yoksa, sınai emeğin üretkenliğinin, her şeyden önce, hammaddelerin ve onun özelliklerinin işe sokulmasından ileri geldiği de söylenebilirdi. Ama bir kez daha, sanayi için bir üretim koşulu oluşturan şey, hammaddelerin değeri değil, kullanım-değeridir. Değeri, tam tersine, bir indirimdir. Dolayısıyla, bay Rod-bertus’un,
sınai sermaye ile ilgili olarak “materyalin değeri” konusunda söyledikleri, harfi harfine ||479|
mutatis mutandis,
makineler vb., için geçerlidir.
“Söz gelişi, belli bir ürünün diyelim buğdayın ya da pamuğun emek maliyeti, makine olarak sabanın ya da çırçırın” (ya da drenaj kanalının veya ahırların) “emek maliyetinden etkilenmez. Öte yandan, makinenin değeri yada makine karşılığı, sahibinin, kârını, yani ham ürünün payına düşen rantı hesaplamasına esas olan sermaye miktarında elbette görünür” (karşılaştır: Rodbertus, s. 97).[25]
Başka deyişle: Buğdayda ve pamukta sabanla çırçırın aşınma payı değerini temsil eden değer kısmı, tarlayı sürme ya da çiğidi pamuktan ayırma işinin sonucu değildir, sabanı ve çırçırı imal eden emeğin sonucudur. Değerin bu tamamlayıcı kısmı, tarımda üretilmeksizin tarımsal ürünün içine girer. O yalnızca tarımın içinden geçer; tarım [bu değer kısmını
-ç.] yalnızca, makine yapımcılarından yenilerini alarak, sabanları ve çırçırları yenilemek üzere kullanır.
Tarımca gereksinilen makineler, gereçler, yapılar ve öteki mamul ürünler iki tamamlayıcı parçadan oluşur: 1. Bu mamul ürünlerin hammaddeleri [2. hammaddelere eklenen emek.] Bu hammaddeler tarımın ürünü olmakla brlikte, tarım ürününün, ücretlere ve
[sayfa 72] kâra asla girmeyen bir parçasıdırlar. Hiçbir kapitalist varolmasay-di bile, çiftçi gene de ürününün bu parçasını kendi ücreti olarak kazanamazdı. [O parçayı -
ç.] kendisine, ondan bir makine yapsın diye makine üreticisine
bedava vermek zorunda kalırdı, ayrıca bu hammadeye eklenen (ücretlere ve kâra eşit) emek için de ödeme yapması gerekirdi. Gerçekte, olan budur. Makine yapımcısı hammaddeyi satın alır, ama makineyi satın alırken, tarımsal üretici, hammaddeyi geri satın almak zorundadır. Sanki onu hiç satmamış, makine biçimine soksun diye ona ödünç vermiş gibidir. Böylece,
tarımda kullanılan makinenin değerinin, hammaddeye indirgenen parçası her ne kadar tarımsal emeğin ürünüyse ve onun değerinin bir parçasını oluşturursa da üreticiye değil, üretime aittir; dolayısıyla, tohum gibi, onun giderleri arasına girer. Ancak öteki parça, makinede somutlaşan imalat emeğini temsil eder ve tarıma üretim aracı olarak giren “imalat ürünü”dür; tıpkı hammaddenin, sanayiye bir üretim aracı olarak girmesi gibi.
Böylece, eğer “birincil [maddeler -
ç.] üretimi” firmasının, “imalat sanayisi” firmasına, sanayicinin sermayesine bir kalem olarak giren “hammadde değeri”ni sağladığı doğruysa, ondan daha az doğru olmayan şey, “imalat sanayisi” firmasının, “birincil [maddeler -
ç.]
üretimi” firmasına, çifçinin sermayesine (
hammaddeyi içeren parçası dahil olmak üzere)
bu “tamamlayıcı değer parçası” ona herhangi bir artı-değer getirmeksizin dahil olan makinenin değerini sağladığıdır. İngilizlerin deyişiyle “
yüksek tarım”da her ne kadar artı-değer oranı daha büyükse de kâr oranının ilkel tarımınkinden daha küçük
çıkmasının nedeni budur.
Bu durum, aynı zamanda bay Rodbertus’un eline çok çarpıcı bir kanıt da verir: Değişmeyen sermayede yer alan ürün parçasının, yerine ayni olarak mı geri konduğunun ve, dolayısıyla, yalnızca hesaba bir meta olarak –para-değer olarak– mı geçirildiğinin, yoksa gerçekten devredilip alım-satım sürecine mi girdiğinin
sermaye yatırımının doğasıyla hiç mi hiç ilgisi yoktur [denebilir
-ç.]. Varsayalım ki, hammaddeler üreticisi, makine yapımcısına kendi makinesinde somutlaşan demiri, bakırı, keresteyi vb. parasız vermiştir, böylece makine yapımcısı ona makineyi satarken ondan yalnızca katma-emeğinin ve kendi makinesinin aşınma payının karşılığını isteyecektir, o durumda bu makine, tarımcıya şimdi kaça malolu-yorsa o zaman da o kadara malolur ve aynı
tamamlayıcı değer kısmı, onun üretiminde, değişmeyen sermaye olarak, bir yatırım olarak görünür. Tıpkı, bir çiftçinin, hasadın tümünü satması ve hasat değerinin, tohumluğu (hammaddeyi) temsil eden parçasıyla başka yerden –belki de tohumluk türünde bir
değişiklik arzu ederek ve
[sayfa 73] aynı türden ekimin dejenerasyonunu önlemek için– tohumluk alması ya da bu tamamlayıcı değer parçasını doğrudan ürününden çıkararak toprağa geri döndürmesinin aynı kapıya çıkması gibi.
Ama bu sonuçlara varmak için bay Rodbertus, makineleri içeren değişmeyen sermaye parçasını yanlış yorumluyor.
Bay Rodbertus’un [durum] II’siyle bağlantılı olarak incelenmesi gereken ikinci yön şudur: O
toplam yıllık geliri meydana getiren mamul ve tarımsal ürünlerden oldukça farklı bir şey olan
geliri oluşturan mamul ve tarımsal ürünlerden söz ediyor. Şimdi, toplam yıllık üründen söz ederken tarımsal ürünün, makineleri içeren bölümünün tümünü ||480| ve tarımsal ürünün doğrudan tarımsal üretime geri döndürülen parçası düşüldükten sonra,
artı-değerin, çiftçi ve imalatçı arasındaki dağıtılma oranını –ve dolayısıyla, çiftçinin payına düşen artı-değer kısmının onunla toprak sahibi arasında dağıtılma oranını– imalat ile tarımın, ürünlerin toplam değerindeki payının belirlediğini söylemenin doğru olduğunu varsayalım; o zaman bile, eğer
ortak gelir fonunu oluşturan ürünlerden konuşuyorsak bunun doğru olup olmadığı hayli kuşkuludur. Gelir (burada
yeni sermayeye çevrilen kısmı dışarda bırakıyoruz) bireysel tüketime giden parçalan içerir ve soru, kapitalistlerin, çiftçilerin ve toprak sahiplerinin bu potadan ne kadar çekip aldıkları sorusudur. Bu kotayı, mamul ve ham ürünün, geliri oluşturan ürün değerindeki payları mı belirlemektedir? Ya da toplam gelir değerinin tarımsal emekle imalat emeğine bölündüğü kotalar mı [belirlemektedir -
ç.]?
Geliri oluşturan ürünler kitlesi, daha önce gösterdiğim gibi,
[26] iş araçları (makine) olarak üretime giren ürünlerin hiçbirini,
yardımcı materyali, yan-tamamlanmış maddeleri ve yarı-tamamlanmış maddelerin yıllık emek ürününün parçasını oluşturan hammaddelerini kapsamaz. [Gelirin
-ç.\ dışında bırakılan, yalnızca birincil [ürün
-ç.] üretiminin
değişmeyen sermayesi değildir; onun yanısıra makine yapımcılarının değişmeyen sermayesi ve kapitalistle çiftçinin, çalışma sürecine girmekle birlikte değer yaratma sürecine
girmeyen tüm
değişmeyen sermayeleri de dışarda bırakılır. Bundan başka, gelir, yalnızca değişmeyen sermayeyi değil, ama onun yanısıra, üreticilerinin
gelirim temsil eden ve gelir olarak tüketilebilir ürünlerin üreticilerinin sermayesine, kullanılmış
değişmeyen sermayeyi yenilemek üzere giren tüketilebilir-olmayan ürün kısmını da kapsamaz.
Gelirin harcanmasına konu olan ve
gerçekte zenginliğin geliri oluşturan parçasını, hem
kullanım-değeri, hem
değişim-değeri çerçevesinde temsil eden
ürünler kitlesi –daha önce gösterdiğim
[sayfa 74] gibi
[27]– yalnızca (yıl boyunca)
yeni-eklenmiş emekten oluşur denebilir. Demek ki, yalnızca gelire yani ücretlerle kâra (ki bu da yeniden
kâra, ranta, vergilere vb. bölünür) indirgenebilir; çünkü, hiçbir zerresi, üretime giden herhangi bir hammadde değerini, üretime giden makinelerin aşınma payını, tek sözcükle üretim araçları değerinin hiçbirini içermez. Gelirin türevsel biçimlerini –yalnızca gelir sahibinin sözkonusu ürünlerdeki kendi göreli payından, diyelim hizmetler için ya da borç [ödemek
-ç.] için, vb. vazgeçtiğini gösteren [biçimler olarak
-ç.]– bir yana bırakalım ve bu geliri gözden geçirelim; ve üçte-birini ücretlerin, üçte-birini kârın, üçte-birini rantın oluşturduğunu ve ürünün de 90 sterlin olduğunu varsayalım. Bu durumda her biri, toplam miktardan 30 sterlin değerinde ürün çekebilecektir.
Geliri oluşturan ürün miktarı yalnızca
yeni-katılmış (yani yıl boyunca katılmış) emeği içerdiğine göre, eğer ürün üçte-iki tarımsal emekten ve üçte-bir imalatçı emeğinden oluşuyorsa, kolayca görünen o ki. imalatçılar ve tarımcılar ürünü bu oranda paylaşacaklardır. Değerin üçte-biri imalatçıların, üçte-ikisi tarımcıların payına düşecek ve imalat ile tarımda (her ikisinde de aynı artı-değer oranı varsayılarak) gerçekleştirilen artı-değer miktarı, toplam ürün değerinden imalat ile tarımın aldığı bu paylara oransal olarak denk düşecektir. Ancak rant, çiftçinin kâr oylumuna oranla büyüyecektir, çünkü bir asalak gibi ona yapışmıştır. Ve bununla birlikte bu yanlıştır. Çünkü değerin, tarımsal emeği içeren bir kısmı, tarımda aşınıp eskiyen
sabit sermayeyi yenileyen sabit sermayenin, vb. imalatçısının
gelirini oluşturur. Dolayısıyla,
geliri oluşturan ürünlerin değer kısımlarındaki tarımsal emekle imalatçı emeğin birbirine oranı, bu ürünler kitlesi değerinin ya da bu ürünler kitlesinin kendisinin imalatçılarla tarımcılar arasında dağıtıldığı
oram hiçbir biçimde ifade etmez; imalatla tarımın toplam üretimde yer aldığı
oranı da göstermez.
Rodbertus sözü sürdürüyor:
“Ancak, bir kez daha [söyleyelim ki -ç.], birincil ürünlerle mamul ürünlerin göreli değer düzeyini ya da toplam ürün değerindeki paylarını belirleyen, yalnızca ve yalnızca birincil |ürünler -ç.] üretimindeki ya da imalattaki üretkenliktir. Birincil [ürünler -ç.] üretimindeki emeğin üretkenliği ne kadar düşükse birincil ürünlerin değeri o kadar yüksek olacaktır; tersi de öyle. Aynı biçimde, imalatta üretkenlik ne kadar düşükse, mamul ürünün değeri o kadar yüksek olacaktır; tersi de öyle. Ham ürünün yüksek değeri, yüksek toprak rantına ve düşük sermaye kazancına, ve yüksek mamul ürün değeri ise yüksek sermaye kazancına ama düşük toprak rantına yol açacağı için eğer genel rant düzeyi belliyse, toprak rantıyla sermaye [sayfa 75] kazancının yalnızca birbiriyle ters orantılı olmakla kalmaması, umu birincil [ürün -ç.] üretimindeki ve imalattaki kendi emek üretkenlikleriyle de ters orantılı olması gerekir” (s. 123).
İki
farklı üretim alanının üretkenliği karşılaştınlacaksa, bu ancak göreli olarak yapılabilir. Başka deyişle, tamamen keyfî bir noktadan, örneğin, kenevir ve ketenin değeri, yani bunlarda somutlaşan, birbiriyle değişkenlik bağlantısı içindeki emek-zamanı miktarları, diyelim 1:3 iken başlanır. Eğer bu orantı değişirse, o zaman, bu iki farklı emek üretkenliğinin değiştiğini söylemek doğrudur. Ama bir ons altın üretimi için gereken emek-zamanı ||481| üçe eşit olduğu, bir ton demir için gereken de üçe eşit olduğu için, altın üretiminin, demir üretiminden “daha az üretken” olduğunu söylemek yanlıştır.
îki metanın göreli değeri, birinin, ötekine göre daha fazla emek-zamanına malolduğunu gösterir; ama bundan ötürü, bir dalın ötekinden “daha üretken” olduğu söylenemez. Bu yalnızca, her iki durumda da, emek-zamanı,
aynı kullanım-değerlerinin üretimi için kullanıldıysa doğru olabilir.
Eğer ham ürün değeri mamul ürününkine göre 3:1 ise, imalat tarıma göre üç kat üretkendir demek tamamen yanlıştır. Yalnızca orantı değişirse, diyelim, 4:l’e, 3:2’ye ya da 2:l’e değişirse yani yükselir ya da düşerse, o zaman iki daldaki göreli üretkenliğin değiştiği söylenebilir.
[c) Rodbertus’un Üçüncü Tezi]
III) “Sermaye kazancının düzeyini yalnızca genel olarak ürün değerinin düzeyi ve özel olarak ham ürünle mamul ürün değerinin düzeyi belirler; ya da genel olarak emeğin üretkenliği ve özel olarak hammadde ve mamul madde üretiminde kullanılan emeğin üretkenliği belirler. Bundan ayn olarak, toprak rantının düzeyi, ürün değerinin büyüklüğüne ya da belli bir üretkenlik halinde üretim için kullanılan emek miktarına veya üretken güce de bağlıdır” (s. 116-117.)
Başka deyişle:
Kâr oranı yalnızca
artı-değer oranına bağlıdır, bunu belirleyen de yalnızca
emeğin üretkenliğidir. Öte yandan, emeğin üretkenliği belli ise,
toprak rantı oranı ayrıca, kullanılan emek
miktarına (işçilerin sayısına) bağlıdır.
Bu savda ne kadar sözcük varsa, neredeyse bir o kadar da yanlışlık var.
Birincisi, kâr oranını, hiçbir biçimde yalnızca
artı-değer oranı belirlemez. Bu konuya biraz sonra daha geniş değineceğiz. Ama her şeyden önce,
artı-değer oranı yalnızca emeğin üretkenliğine
[sayfa 76] bağlıdır demek yanlıştır. Emeğin
belli bir üretkenlik [düzeyinde
-ç.] artı-değer oranı,
artı-emek-zamanının uzunluğuna göre değişir. Demek ki, artı-değer oranı, yalnızca emek üretkenliğine değil, ama onun yanısıra, istihdam edilen emek
miktarına da bağlıdır; çünkü (bir yandan üretkenlik sabit kalırken)
ödenmiş emek, yani sermayenin ücretlere giden kısmı artmaksızın,
ödenmemiş emek artabilir. Artı-değer –mutlak olsun, göreli olsun (ve Rodbertus, Ricar-do’dan, yalnızca ikinciyi öğrenmiş)– emek, işçinin kendisini yeni-den-üretmesi için gerekenin üzerinde, hiç değilse bir miktar artı-emek-zamanı bırakacak yeterlikte üretken olmadıkça, artı-değer varolamaz. Ama durumun bu olduğunu varsayarsak
belli bir asgari üretkenlikte, artı-değer oranı, artı-emek-zamanının uzunluğuna göre değişir.
Bu nedenle,
birincisi, artı-değer oranını, yalnızca sermayenin sömürdüğü emeğin üretkenliği belirlediğine göre, kâr oranı ya da “sermaye kazancı
düzeyi”
de böyle belirlenir demek
yanlıştır. İkincisi: Emeğin üretkenliği belliyse, işgününün
uzunluğuna göre ve normal işgünü veri ise
emeğin üretkenliğine göre değişen
artı-değer oranım [Rodbertus, burada
-ç.] belirli saymıştır. Öyleyse
artı-değerin kendisi, her işgünü kendilerinden belirli bir miktar artı-değer sızdırılan işçilerin sayısına göre ya da ücretlere harcanan değişen sermayenin
oylumuna göre değişecektir. Öte yandan
kâr oranı, değişen sermayeye ve + değişmeyen sermayeye,
bu artı-değerin oranına bağlıdır. Eğer
artı-değer oranı belli ise,
artı-değer miktarı gerçekten de değişen sermaye miktarına bağlıdır, ama
kâr düzeyi, kâr oranı, artı-değerin yatırılmış toplam sermayeye oranına bağlıdır. Bu durumda kâr oranını, demek ki, hammaddenin (eğer bu sanayi dalında
varsa)
fiyatı ve belli bir
etkinlikteki makinelerin değeri belirleyecektir.
Şu halde Rodbertus’un söylediği yanlıştır:
“Demek ki, ürün değerindeki artışın sonucu olarak, sermaye kazancı arttıkça, kazanç hesabının dayandığı sermaye değerinin miktarı da aynı oranda artar ve o zamana kadar kazançla sermaye arasında varolagelen oran, sermaye kazancındaki bu artıştan ötürü değişmez” (s. 125).
Bu yalnızca,
şu gereksiz yinelemeyi [imliyorsa] geçerlidir: (Artı-değer oranından ve artı-değerin kendisinden çok farklı [bir şey olan -
ç.])
kâr oranı belli ise, işte tam da bu nedenle kâr oranı
değişmez varsayıldığı için
kullanılan sermaye miktarının esamisi okunmaz. Ama emek
üretkenliği değişmediği halde, kural olarak, kâr oranı artabilir ya da emek üretkenliği artsa da ve dahası, her kesimde artsa da
düşebilir. [sayfa 77]
Ve şimdi bir kez daha, toprak rantı konusundaki budalaca ifade (s. 125-126), salt bir rant artışının, rant oranını da artıracağı, çünkü her ülkede “değişmeyen bir acre sayısı” temelinde hesaplandığı yolundaki inatçı iddia (s. 126). Eğer (belli bir kâr oranında) kâr oylumu artıyorsa, o zaman, içinden çıkıp geldiği sermaye
miktarı büyüyor [demektir -
ç.]. Öte yandan, eğer rant artıyorsa, o zaman [Rodbertus’a göre] ölçüm standardı “acre sayısı” değişmeksi-zin sabit kalırken .yalnızca bir öğe, yani rantın kendisi değişir.
||482| “Böylece rant, her yerde toplumun ekonomik gelişmesine katkı yapan bir nedenden, adıyla söylersek, üretim için kullanılan emekteki artıştan ötürü, başka bir deyişle artan nüfustan ötürü yükselebilir. Bunu mutlaka, ham ürün değerinde bir artırırı izlemesi gerekmez, çünkü rantın, daha büyük miktarda birincil üründen alınmış olması zaten bu etkiyi yapmalıdır” (s. 127).
128. sayfada Rodbertus garip bir keşif yapar: Ham ürün değeri normal düzeyinin
altına düşerek, rantın tümden ortadan kaybolmasına yol açsa bile
“sermaye kazancının %100’e yükselmesi” (yani meta değerinden satılırsa) olanaksızdır; “ne kadar yüksek olursa olsun [sermaye kazancı %100’den-ç.] çok daha aşağıda olmak zorundadır” (s. 128).
Peki niçin?
“Çünkü” (sermaye kazancı) “yalnızca ürün değerinin bölünmesinin bir sonucudur. Bu nedenle bu birimin, her zaman bir kesiri olmak zorundadır” (s. 127-128).
Bay Rodbertus, bu, tamamen
sizin nasıl hesap yaptığınıza bakar
Diyelim ki, yatırılan sermaye 100’dür, yatırılan ücretler 50’dir ve diyelim ki emek ürünü, bu 50’nin üstünde ve ötesinde 150’dir. O zaman şu hesapla karşılaşırız:
Değişmeyen
Sermaye
|
Değişen
Sermaye
|
Artı-
Değer
|
Değer
|
Üretim
Maliyeti
|
Kâr
|
Yüzdesi
|
100
|
50
|
150
|
300
|
150
|
150
|
100
|
Bu durumu yaratmanın tek koşulu, işçinin, kendi işgününün dörtte-üçünde patronu için çalışmasıdır; dolayısıyla, emek-zamaılının yalnızca bir çeyreğinin onun kendini yeniden-üretmesine yeteceği varsayılmıştır. Kuşkusuz, eğer bay Rodbertus, 300’e eşit olan toplam ürün değerini alır ve üretim maliyeti üzerindeki fazlayı dikkate almazsa ve bu
ürün kapitalistle işçi arasında bölünecek derse, o zaman kapitalistin payı, yalnızca bu ürünün bir bölümüne kadar çıkabilir, hatta 999/1.000’e kadar çıksa bile. Ama
[sayfa 78] bu hesaplama doğru değildir, ya da en azından, her bakımdan yararsızdır. Eğer bir insan 150 koyar ve 300 elde ederse, o 150’de 150 yerine, 300’de 150 hesabıyla %50 kâr ettiğini söylemez.
Yukardaki örnekte, varsayalım ki, işçi 3 saati kendisi için 9 saati kapitalist için 12 saat çalışmıştır. Şimdi diyelim 15 saat çalışsın, yani 3 kendisi için 12 kapitalist için. O zaman, daha önceki üretim oranına göre, değişmeyen sermayeye 25’lik bir harcama eklenmesi gerekir (aslında daha az, çünkü makine gideri emek miktarıyla aynı derecede büyümez). Bu durumda:
Değişmeyen
Sermaye
|
Değişen
Sermaye
|
Artı-
Değer
|
Değer
|
Üretim
Maliyeti
|
Kâr
|
Yüzdesi
|
125
|
50
|
200
|
375
|
175
|
200
|
1142/7
|
O zaman, bir kez daha “
rantın sonsuza doğru”
büyüdüğü [fikrini
-ç.]
ortaya atar, çünkü birincisi, rantın yalnız oylum olarak artmasını bir büyüme olarak yorumlar ve bu nedenle, daha büyük miktardaki ürün üzerinden aynı oranda rant ödendiği zaman, bir artıştan sözeder. İkincisi, çünkü hesabı, standart ölçüt olarak “bir acre” üzerinden yapar. Ortak yanı olmayan iki şey.
*
Aşağıdaki noktalara kısaca değineceğim, çünkü benim amacımla bir ilgileri yok.
“
Toprağın değeri”
, “
sermayeleşmiş toprak rantı”
d\r. Bu nedenle, para olarak ifadesi, geçerli faiz oranının düzeyine bağlıdır, %4’ten sermayeleşmiş ise 25 ile çarpılması gerekir (çünkü %4, 100’ün 1/25’idir); %5 dense 20 ile çarpılınalıdır (çünkü %5, 100’ün 1/ 20’sidir). Bu, toprak değerinde %20’lik bir farklılık demek olur (s. 131). Para değerindeki bir düşüşte bile,
toprak rantı ve dolayısıyla
toprağın değeri nominal olarak artabilir, çünkü –faizdeki ya da kârdaki artıştan (parayla ifade edilen artıştan) farklı olarak– sermayenin parasal ifadesi dengeli bir biçimde artmaz. Ne var ki, parasal olarak artan rant ise “bir toprak parçasının değişmeyen acre sayısı” ile ilintilendirilmek zorundadır (s. 132).
Bay Rodbertus, Avrupa konusundaki bilgeliğini şöyle derleyip toparlıyor:
1. “... Avrupa uluslarında genel olarak emeğin —birincil [maddeler -ç.l üretiminde ve imalatta istihdam edilen emeğin— üretkenliği arttı ... bunun sonucu, ulusal ürünün ücretler için kullanılan parçası azaldı, geriye rant için kalan parçası arttı ... böylece rant genel olarak arttı” (s. 138-139). [sayfa 79]
2. “... üretkenlik artışı, birincil [maddeler -ç.| üretimine oranla imalatta göreli olarak daha fazladır ... bu nedenle, eşdeğer bir ulusal ürün bugün, ham ürün için, mamul ürün için olduğundan daha fazla rant payı bırakacaktır. O yüzdendir ki, genel rant artışı ne olursa olsun, gerçekte, sermaye kazancı düşerken yalnızca toprak rantı arttı” (s. 139).
Bay Rodbertus, tıpkı Ricardo gibi rantın artışı ile kârın düşüşünü birbiriyle açıklıyor; birinin düşüşü ötekinin artışına eşittir, ve ikincinin artışı,
tarımın ||483|
göreli verim eksikliğiyle açıklanır. Gerçekten de Ricardo, bir yerlerde çok açık bir biçimde, bunun mutlak değil, ama “göreli” bir verim-eksikliği
olduğunu söyler. Ama tersini söyleseydi bile, rikardocu kavramı ilk ortaya koyan
Anderson her bir toprak parçasının mutlak olarak ıslah edilebileceğini açıkça belirttiğine göre, [Ricardo’nun
-ç.]
böyle söylemesi, kendi koyduğu ilkeye uygun düşmezdi.
Eğer genel olarak “artı-değer” (kâr ve rant) çoğalmışsa bu yalnızca toplam rant oranının,
değişmeyen sermayeye oranla düşmesinin bir sonucu olarak olanaklı değildir, ama üretkenlik artışı nedeniyle düşmesinin sonucu olarak olanaklıdır. Sömürü oranlarının artmasına ve istihdam edilen işçi sayısının artmasına karşın bir bütün olarak, ücretlere harcanan sermaye miktarı, mutlak olarak artsa da
göreli olarak düşmüştür; çünkü, bir yatırım olarak –geçmişin ürünü [olarak
-ç.]– bu sermaye, işçiler sayesinde harekete sokulur ve üretimin bir
ön-gereği olarak toplam sermayede sürekli olarak büyüyen payı oluşturur. Böylece kâr oranı ve rant birarada düşünüldüğü zaman –her ne kadar yalnızca oylumu (mutlak miktarı) değil, ama emeğin sömürülme oranı arttıysa da– düşmüştür. Bay Rodbertus bunu göremiyor, çünkü onun gözünde, değişmeyen sermaye sanayinin icadıdır; tarım ondan habersizdir.
Ancak, kârla rantın
göreli büyüklüğü sözkonusu olduğu ölçüde, tarımın sanayiden daha az üretken oluşu nedeniyle
kâr oranının mutlak olarak düştüğü öne sürülemez. Örneğin, eğer, kâr oranının ranta oranı daha önce 2:3 iken şimdi 1:3 ise o zaman, daha önce rantın üçte-ikisini oluşturuyorduysa, şimdi üçte-biridir; ya da daha önce [kâr], toplam artı-değerin beşte-ikisi olduğu halde şimdi yalnızca bir çeyreğidir; ya da eskiden 8/20 iken 5/20’dir; 3/20 ya da %15 oranında düşmüştür.
Varsayalım ki 1 pound pamuğun değeri 2 şilindi. 1 şiline düşer. Daha önce bir günde 100 pound pamuk eğiren 100 işçi şimdi 300 pound eğirmektedir.
Daha önce 300 pound pamuk için yapılan harcama 600 şiline
[sayfa 80] ulaşıyordu, şimdi yalnızca 300 şilindir. Ayrıca, her iki durumda da makinelerin 1/10 ya da 60 şilin olduğunu varsayalım. Son olarak, 300 işçi için yapılan harcama, 300 pound pamuk için 300 şilindi, şimdi 100 [işçi] için 100 şilindir, işçilerin üretkenliği “artmış olduğu” için –ve varsayalım ki burada [ücret -
ç.] ödemesi kendi ürünleriyle yapılıyor– eskiden artı-değer ücretlerin %20’siyken şimdi %40’ıdır.
Dolayısıyla 300 poundun maliyeti şudur:
Birinci durum:
Hammadde 600, makine 60, ücretler 300, artı-değer 60, toplam 1.020 şilin.
İkinci durum:
Hammadde 300, makine 60, ücretler 100, artı-değer 40, toplam 500 şilin.
Birinci durumda: Üretim maliyeti 960,
kâr 60,
kâr oranı [yüzde] 6
1/
4.
İkinci durumda: [
Üretim maliyeti]
460,
kâr 40,
kâr oranı [yüzde] 8
16/
23
Rantın, 1 pound [pamuğun
-ç.] üçte-biri olduğunu varsayalım; o zaman, birinci durumda 200 şiline yani 10 sterline, ikincide 100 şiline yani 5 sterline eşittir. Burada rant düşmüştür, çünkü ham ürün %50 ucuzlamıştır. Ama ürünün tümü %50’den daha fazla ucuzlamıştır. I’de [hammaddenin değerine] eklenen katma-sınai emek 360 : 600 - 6 : 10 = l : l
2/
3; II’de 140 : 300 = l:2
1/
7’dir. Sınai emek, tarım emeğinden göreli olarak daha fazla üretken hale gelmiştir; gene de birinci durumda ikinci durumla karşılaştırıldığında, kâr oranı daha düşük, rant ise yüksektir. Her iki durumda da rant, hammaddelerin üçte-biri kadardır.
Varsayalım ki II’de hammadde miktarı bir kat artar ve 600 pound [pamuk
-ç.] eğrilir; o zaman oran:
II. 600 pound [pamuk] = 600 şilin hammadde, 120 şilin makine, 200 şilin ücretler, 80 şilin artı-değer. Toplam 920 şilin üretim maliyeti, 80 şilin kâr, kâr oranı %8
16/
23.
I’le karşılaştırıldığı zaman kâr oranı artmıştır. Rant I’dekinin aynı olur. 600 pound, 1.000’e malolur, oysa önce 2.040 idi.
||484| Tarımsal ürünün göreli pahalılığından, mutlaka [daha yüksek] rant getireceği sonucu çıkmaz. Ancak, rantın, bir %’de olarak, tarımsal ürünün her bir değer zerresine sıkı sıkıya sarıldığı varsayılırsa —ki Rodbertus’un bunu varsaydığı söylenebilir, çünkü kanıt dediği şey saçmadır— o zaman, gerçekten, tarımsal ürünün giderek pahalılaşmasıyla rantın arttığı sonucuna varılabilir.
“... artan nüfusun sonucu olarak, toplam ulusal ürünün değeri de müthiş ölçüde artmış bulunuyor ... bu nedenle bugün, ulus daha çok ücret, daha çok kâr, daha çok toprak rantı elde ediyor ... ayrıca, bu [sayfa 81] artmış topak-rantı miktarı [toplam ulusal ürünü -ç.\ çoğaltmıştır, oysa artmış ücret ve kâr miktarı, benzer bir sonuç yaratamaz” (s. 139).
[8. Rodbertus’un Çarpıttığı Yasanın Gerçek Özü]
Bay Rodbertus’un (yukarda ayrıntılarıyla geniş biçimde değindiğim gibi, örneğin artı-değer oranı (“
rantın düzeyi”)
yalnızca,
emek daha üretken hale geldiği zaman artabilir türünden, yani
mutlak artı-değeri gözden kaçıran vb. hatalı yaklaşımları şöyle dursun) tüm saçmalıklarını bir kenara koyalım; özellikle “
materyalin değeri”
, sözcüğün tam kastettiği anlamdaki (kapitalist) tarımda harcamaların parçası olmaz şeklindeki zırva anlayışı [bir kenara koyalım -
ç.]
İkinci saçmalık: Tarım ve imalatın değişmeyen sermayesindeki ikinci parçayı, yani –tıpkı “materyalin değeri” gibi– makine olarak üretimine katıldığı üretim alanının emeğinden kaynaklanmayan makineleri, vb. “değerin tamamlayıcı parçası” saymama saçmalığını –her ne kadar hem makine hem materyal üretim aracı olduğu ve üretim sürecine bu özelliğiyle katıldığı halde, makinelerin
değeri kâra, materyalin değeri kadar “ufak” bir metelik değer katmasa bile, hem tarımda hem sanayide, kârın hesabında ölçü alınan “değerin tamamlayıcı parçası” saymama saçmalığını– [bir kenara koyalım
-ç.].
Üçüncü saçmalık: Tarıma giren “makine”nin vb.
tüm “değer”ini bir harcama kalemi olarak kaydetmemesi ve onun hammaddeyi içermeyen öğesini tarımın sanayiye borcu saymaması, bu yüzden de bir bütün olarak sanayi kesiminin harcamalarına katmaması ve bunun ödenmesi için tarımdaki ham ürünün bir bölümünün sanayi kesimine
bedava verilmesi gereğini [anlamaması saçmalığını bir kenara koyalım
-ç.].
Dördüncü saçmalık: Makinelere ve onların
yardımcı materyallerine ek olarak “materyalin değeri”nin, sanayinin tüm dallarına [harcama kalemleri olarak -
ç.] girmesine karşılık, doğal madenleri çıkarma sanayisinde olduğu kadar taşımacılık sanayisinde de durumun böyle olmadığına inanması [saçmalığını bir kenara koyalım
Beşinci saçmalık: Her ne kadar, değişen sermayenin yanısıra “hammadde” gerçekten birçok imalat dalına giriyorsa da (ve ne kadar daha fazla
tamamlanmış ürün tüketime sunulursa o kadar daha çok böyle oluyorsa da) değişmeyen sermayenin öteki parçasının neredeyse tümden ortadan kaybolduğunu ya da çok küçük
[sayfa 82] olduğunu, geniş-ölçekli sanayidekiyle ve tarımdakiyle karşılaştırılamayacak kadar kıiçük olduğunu görememesi [saçmalığını bir kenara koyalım -
ç.].
Altıncı saçmalık: Metaların ortalama fiyatlarını değerleriyle karıştırması [saçmalığını bir kenara koyalım
-ç.].
Rant açıklamalarını çiftçinin
yanlış hesabına ve kendi yanlış hesabına dayandıran, öyle ki, çiftçi
giderlerini doğruca hesap ettiği ölçüde rantın ortadan kalkmasını gerektirecek olan tüm bu saçmalıkları bir kenara koyarsak, ortada işin özünde, yalnızca şu sav kalır:
Ham ürünler
değerlerinden satıldığı zaman, değerleri, öteki metaların
ortalama fiyatlarının ya da
kendi ortalama fiyatlarının üzerindedir; bunun anlamı şudur: [Ham ürünlerin
-ç.] değerleri, üretim maliyetleriyle ortalama kâr [toplamından
-ç.] daha yüksektir; yani
rantı oluşturan bir
fazladan kâr bırakır. Dahası, bu şu anlama da gelir: Artı-değer oranının aynı olduğu varsayılırsa, tarımda değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranı, sanayiye ait olan bazı üretim alanlarındakinden, ortalama olarak daha büyüktür (sanayi, bu oranın bazı sanayi dallarında tarımdakinden daha yüksek olmasını engellemez). Ya da daha genel biçimde söylemek gerekirse, tarım, değişen sermayesi oransal olarak değişmeyen sermayesinden ortalamada daha büyük olan sanayiler sınıfına aittir. Bu yüzden, üretim maliyeti üzerinden hesaplanan artı-değeri, sanayi alanındakinden, ortalama olarak, daha büyük olmak durumundadır. Ki bu da bir kez daha, tarıma
özgü kâr oranının,
ortalama kâr oranının ya da
genel kâr oranının üstünde olduğunu söylemektir. Ki bu da bir kez daha şu demektir: Artı-değer oranı aynı olduğu zaman ve artı-değerin kendisi belli ise o zaman, her üretim alanındaki bu belirli kâr oranı, değişen sermayenin, bu belli alandaki değişmeyen sermayeye oranına bağlıdır.
Dolayısıyla bu, benim geliştirdiğim yasanın
genel bir biçimde, yalnızca belirli bir üretim dalına uygulanması demektir.
||485| Sonuç olarak:
1. Demek ki kanıtlanması gereken şudur: tarım,
meta değerleri, ortalama fiyatların üzerinde bulunan, kârına bizzat [o üretim alanında
--ç.]
elkonduğu ve genel kâr oranının eşitlenmesi için devre-dilmediği ölçüde kâr oranı
ortalama kârın üzerinde bulunan, bu nedenle de onlara
fazladan bir kâr sağlayan belli bazı üretim alan-larındandır.
Bu birinci nokta, ortalama olarak tarıma kesinlikle uyar görünüyor; çünkü kol emeği, tarımda henüz göreli olarak başattır ve imalatı tarımdan daha hızlı geliştirmek burjuva üretim tarzının
[sayfa 83] karakteristiğidir. Ancak bu, ortadan kalkabilecek olan
tarihsel bir fark. Bu aynı zamanda, işin genelinde sanayinin tarıma sağladığı üretim araçları değer bakımından düşerken, tarımın sanayiye sağladığı hammaddelerin genel olarak değerinde artış olduğu, sonuçta da imalat sanayisinin geniş bir kesiminde değişmeyen sermayenin tarıma göre, oransal olarak daha büyük bir değer taşıdığı anlamına geliyor. Ama bu, doğal madenleri çıkarma sanayisinin büyük bölümüne uygun düşmeyebilir gibi görünüyor.
2. Rodbertus gibi şöyle demek yanlıştır: eğer –genel yasaya göre– tarımsal ürün ortalama olarak delerinden satılırsa o zaman, fazladan bir kâr,
öteki adıyla rant bırakması gerekir; sanki şu metayı delerinden, ortalama fiyatının
üzerinde satmak kapitalist üretimin genel yasasıymış gibi.
Tam tersine, neden birincil [maddeler
-ç.]
üretiminde –
istisna olarak ve değeri,
benzer biçimde ortalama fiyatının üzerinde olan sınai ürünler sınıfının tersine– değerlerin neden ortalama fiyatlara
indirilmediği ve dolayısıyla bir artı-kâr,
öteki adıyla rant yaratıldığı gösterilmelidir. Bu basit bir biçimde
toprak mülkiyeti ile açıklanacaktır. Eşitleme yalnızca sermayeler arasında gerçekleşir, çünkü yalnızca sermayelerin birbirine karşı eylemi, sermayenin yapısında varolan yasayı vurgulama gücündedir. Bu açıdan, rantı [toprak
-ç.\ tekelinden çıkaranlar haklıdır. Çünkü, kapitalistin işçiden artı-değeri söküp almasını nasıl ki yalnızca sermayenin
tekeli olanaklı kılıyorsa, sürekli bir
artı-kâr oluşturan artı-emek parçasını toprak sahibinin kapitalistten söküp almasını olanaklı kılan da toprak sahipliği tekelidir. Ancak rantı tekelden çıkaranlar, tekelin, toprak sahibine,
meta fiyatını değerinin üzerine [çıkmaya
-ç.] zorlama gücünü verdiğini düşlerken yanılıyorlar. Tam tersine [tekel
-ç.]
, meta değerini ortalama fiyatının üzerinde tutmasını, metayı değerinin üzerinde değil, değerinden satmasını olanaklı hale getirir.
Böyle değiştirilirse önerme doğrudur. Bu,
rantın varlığını açıklar, oysa Ricardo yalnızca
farklılık rantının varlığını açıklar ve aslında,
toprak sahipliğine de herhangi bir
ekonomik etki atfetmez. Dahası, [bu önerme
-ç.\ üstyapıyı başımızdan atar, ki bu Ricardo’da, onun sunumunda yani tarımsal sanayinin aşama aşama daha az üretken hale geldiği şeklindeki sunumunda ihtiyaridir, zorunlu değildir. [Önerme ise
-ç.\ tam tersine [tarımın
-ç.]
giderek daha üretken hale geldiği [savına
-ç.\ kapıları açar. Ancak burjuva temelde tarım,
göreli olarak daha az üretkendir, ya da emeğin üretkenlik gücünü geliştirmekte sanayiye göre daha yavaştır. Ricardo, kendi “ek artı-değer”ini daha büyük üretkenlikten değil, daha küçük üretkenlikten çıkarırken haklıdır.
[sayfa 84]
[9. Farklılık Rantı ile Mutlak Rant Arasındaki Karşılıklılık İlişkisi.
Tarihsel Bir Kategori Olarak Rant.
Smith ile Ricardo’nun Araştırma Yöntemi]
Rantlardaki fark sözkonusu olduğu ölçüde, eşit büyüklükteki toprak alanlarında eşit sermaye yatırılmış olması koşuluyla, özellikle temel besin olan ekmeğin yapımında kullanılan ürünlerle ilgili olarak fark,
doğal verimlilikteki farklılıktan kaynaklanır; eğer toprağın büyüklüğü ve verimi eşitse, ranttaki farklılıklar
eşit olmayan sermaye yatırımından ileri gelir. Birincisi, yani
doğal farklılık, yalnızca rantın büyüklüğünde değil, ama yatırılmış sermayeye göre, düzeyinde ya da oranında da farklılığa neden olur. İkincisi, yani
sınai farklılık yalnızca yatırılmış sermayenin oylumuna oranla
daha büyük rant yaratır. Aynı toprakta ardarda gelen sermaye yatırımları farklı sonuçlar da
verebilir. Verimi çeşitlilik gösteren topraktaki
farklı artı-kâr ya da
farklı rantlar, tarımı sanayiden farklılaştırmaz. Farklılaşmayı sağlayan şey, şudur: Bu artı-kârlar tarımda sürekli bir
fikstür haline gelir, çünkü doğal bir temele dayanırlar (kuşkusuz, bir ölçüde düzeylerinin
eşitlenebileceği de doğrudur). Ote yandan sanayide, –aynı ortalama kâr bağlamında– bu artı-kârlar, yalnızca
çarçabuk gelip-geçer türden olurlar ve
yalnızca, daha üretken makinelere ve çalışma düzenlerine geçiş nedeniyle ortaya çıkarlar. Sanayide ortalama fiyatları
indirerek fazladan kâr bırakan şey, her zaman en son eklenen
en üretken sermayedir. Tarımda artı-kâr, en iyi tarlaların verimliliğindeki mutlak artışın değil ama
daha az üretken topraklar ekilip-biçildiği için, o tarlaların verimliliğindeki göreli artışın sonucu
olabilir ve
sıklıkla da sonucun böyle olması
gerekir. Sanayide daha üst düzeydeki
göreli üretkenlik ve artı-kâr (ki [sonra
-ç.] ortadan kalkar)
her zaman eski sermayeyle karşılaştırıldığında yeni yatırılmış sermayenin üretim gücündeki ya da üretkenliğindeki mutlak artışın sonucudur. Sanayide hiçbir sermaye, sanayinin bir koluna daha az üretken sermayeler
yeni girdi
diye artı-kâr üretemez (burada, talepteki anlık artışlarla ilgilenmiyoruz).
||486| Ne var ki, tarımda da daha sonraki bir aşamada daha verimli bir toprağın –ya doğal olarak ya da teknikteki yeni gelişmeler sonucu, eski [koşullarla] işletilen eski toprağa göre daha verimli hale gelen toprağın– kullanıma girmesiyle (bunu Ricardo da kabul eder) ve hatta eski toprağın bir bölümünü
ekim-dışı bırakması (madencilikteki ve kolonyal ürünlerdeki gibi) ya da farklı ürün üreten başka tür tarımın zorlamasıyla da aynı şey olabilir.
[sayfa 85]
Tarımı sanayiden ayıran şey, rantlardaki
farklılıkların (artı-kârların) hemen hemen
süreğenleşmiş olması olgusudur. Ancak,
pazar fiyatının ortalama üretim koşullarından kaynaklanması ve böylece, ortalamanın altındaki ürünün fiyatını, bu
fiyatın
üstüm: hatta
değerinin üstüne çıkarması — bu olgu topraktan kaynaklanmaz,
rekabetten, kapitalist üretimden kaynaklanır. Demek ki bu, doğal bir yasa değil, toplumsal bir yasadır.
Bu teoriye göre, ne en kötü toprak için
rant ödenmesi gereklidir, ne rantın
ödenmemesi. Gene benzer biçimde,
rant bırakmayan, yalnızca alışılmış kâr bırakan, hatta
onu bile bırakmayan yerde
[uzun süreli -ç.]
kira rant ödenmesi olasılığı da vardır. Burada
ekonomik olarak rant bulunmadığı halde toprak sahibi rant elde eder.
Rant (
artı-kâr)
, yalnızca daha iyi (
daha verimli)
toprak için ödenir. Burada rant, “rant olarak” yoktur. Bu durumlarda artı-kâr –sanayideki artı-kâr gibi– pek seyrek olarak rant biçiminde sabitleşir (Kuzey Amerika’da
ABD’nin doğusunda olduğu gibi).
[28]
||486| Bir yandan,
kullanılabilir toprağın özel mülk haline gelmemiş göreli olarak büyük alanlarında olduğu yerlerde, öte yandan, doğal verim çok fazla olduğu için kapitalist üretimin
yetersiz gelişimine ve bu nedenle, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranının yüksek olmasına karşın tarım ürünü
değerlerinin, ortalama fiyatlarına eşitlendiği (bazan da
altına düştüğü) yerlerde durum böyledir. Eğer [bu ürünlerin
-ç.]
değeri daha yüksek olsaydı, rekabet, onları bu düzeye indirirdi. Ama Rodbertus gibi, devletin [toprak rantını sahiplendiğini, çünkü]
acre başına, örneğin bir dolar ya da buna yakın vergi, düşük, neredeyse
nominal bir fiyat belirlediğini söylemek zırvadır.
însan, aynı biçimde devletin, her sanayi dalının işletmesi için bir “iş vergisi” koyduğunu da söyleyebilir.
Bu durumda Ricardo’nun yasası varlık kazanır. Rant yalnızca, göreli olarak verimli toprakta mevcuttur — ancak çoğu zaman sabit değil, sanayideki artı-kâr gibi değişken bir durumdadır. Rant
bırakmayan toprak, düşük veriminden değil,
yüksek veriminden ötürü rant vermez. Toprağın daha iyi türleri rant öder, çünkü
göreli olarak daha yüksek verimlilikleri nedeniyle ortalama verimlilikten
daha fazlasına sahiptirler.
Ancak,
toprak mülkiyetinin varolduğu yerlerde aynı durum, yani ekilen son toprağın
rant getirmemesi durumu
tersi nedenlerle de ortaya çıkabilir. Örneğin, tahıl hasadı
değerinin çok düşük olduğunu (ve bu düşüklüğün
rant ödemekle hiçbir bağlantısı olmadığını), ekilen son toprağın göreli düşük veriminden ötürü, bu topraktan alınan hasadın yalnızca
ortalama fiyata eşit olduğunu
[sayfa 86] varsayarsak, bu, o toprağa rant bırakan toprak kadar emek harcansayılı
quarter sayısı, (yatırılan sermayeye göre) o kadar az olurdu ki, ekmek ürünlerinin ortalama fiyatı çerçevesinde, buğdayın yalnızca
ortalama fiyatı sağlanabilirdi, demekten başka bir şey değildir.
||487| Örneğin varsayalım ki,
rant bırakan sonuncu toprak (ve
en küçük rantı bırakan toprak
saf rantı, ötekiler farklılık rantını temsil eder) 100 sterlinlik bir sermaye yatırımıyla 120 sterline eşit (ürün] ya da 1/3 sterlinden 360 quarter buğday üretmektedir. Bu durumda 3 quarter 1 sterline eşittir. Diyelim 1 sterlin, 1 haftalık emeğe eşit olsun. 100 sterlin 100 haftalık emektir ve 120 sterlin do 120 haftalık emek. 1 quarter 1/3 haftadır, yani 2 gündür ve bu 2 günden ya da
(normal işgünü 12 saat ise) 24 saatten 1/5’i ya da 4
4/
5 saati ödenmemiş emektir, yani her bir quarterde somutlaşan artı-değere eşittir. 1 quarter 1/3 sterline eşittir, yani 6
2/
3 şilin ya da 6
6/
9 şilindir.
Eğer quarter, değerinden satılırsa ve ortalama kâr %10
ise, o zaman 360 quarterin
ortalama fiyatı 110 sterlin, quarter başına ortalama fiyat da 6
1/
9 şilin olur. Değer, ortalama fiyatın 10 sterlin üstündedir. Ve ortalama kâr %10 olduğuna göre, rant artı-değerin yarısına yani 10 sterline ya da quarter başına 5/9 şiline eşit olur 120 iş-haftalık (oysa bunun yalnızca 100 haftası maddileşmiş ya da canlı, ödenmiş emektir) aynı harcama karşılığında daha çok quarter veren daha iyi türden bir toprak, quarter başına 6
6/
9 şilin fiyattan, daha yüksek bir rant bırakır. Ama en kötü tarımın yapıldığı toprak 100 sterlinlik sermayede 10 sterlinlik, ya da bir quarter buğday başına 5/9 şilinlik rant bırakır.
120 iş-haftasında yalnızca 330 quarter [ürün
-ç.]
veren yeni bir toprak parçasının ekime açıldığını varsayalım. Eğer 3 quarterin değeri 1 sterlin ise, o zaman 330 quarterinki 110 sterlin olur. Ama 1 quarter şimdi artık
2 gün ve 2
2/
11 saate eşittir, daha önce ise yalnızca 2 güne eşitti. Daha önce 1 quarter 6
6/
9 şiline eşitti ya da 1 qu-arter 6 şilin 8 peniydi; şimdi 1 sterlin 6 güne eşit olduğuna göre, 1 quarter 7 şilin 3 peni 1
1/
11 farthinge
eşit olur.
Değerinden satılacaksa quarter şimdi 7 peni 1
1/
11 farthing fazlasına satılmalıdır, bu fiyattan o da quarter başına 5/9 şilin rant bırakır. Daha iyi toprakta üretilen buğdayın
değeri, burada, daha kötü toprakta üretilenin delerinin
altındadır. Eğer bu en kötü toprağın ürünü, bir kalite üstündeki toprağın ya da rant getiren toprağın ürününün fiyatından satılırsa, o zaman kendi değerinin
altında ama
ortalama fiyatından, yani normal %10 kârı bırakan fiyattan satılmış olur. Dolayısıyla ekilebilir ve kapitaliste normal ortalama kârı bırakır.
[sayfa 87]
En kötü toprağın, kârdan ayn olarak rant bıraktığı iki durum vardır.
Birincisi, bir quarter buğdayın
değeri 6
6/
9 şilinin üstünde olsaydı (
fiyatı talep nedeniyle 6
6/
9 şilinin üstünde yani değerinin üstünde olabilirdi; ama burada bu bizi ilgilendirmiyor. Daha önce ekim yapılan en kötü toprakta 10 sterlin rant bırakan quarter başına 6
6/
9 şilinlik fiyat,
bu toprakta yetiştirilen ve farklılık rantı bırakan buğday
değerine eşitti), yani [eğer] daha önce ekim yapılan en kötü toprak ve tüm öteki topraklar, bir yandan
aynı rantı bırakırken, oransal olarak daha az verimli olsalardı ve böylece değerleri kendi ortalama fiyatlarının ve öteki metaların ortalama fiyatının üstünde olsaydı. Dolayısıyla
yeni en kötü toprağın rant
bırakmayışı, onun düşük veriminden ötürü değil,
öteki toprağın, göreli yüksek veriminden ötürü olurdu. Yeni sermaye yatırımı yapılmış yeni tür toprağa karşı, [daha önce] ekilen ve rant bırakan en kötü toprak
genel rantı, farklılık rantı olmayan rantı temsil eder. Ve onun rantının yüksek olmayışı rant bırakan toprağın [yüksek] veriminden dolayıdır.
Rant bırakan son toprağın yanısıra üç başka toprak sınıfı daha olduğunu varsayalım. Sınıf II (yukardaki I, rant bırakan toprak) beşte-bir daha fazla rant getiriyor, çünkü bu toprak sınıf I’den beşte-bir daha fazla verimli; sınıf III de aynı biçimde beşte-bir [daha fazla rant bırakıyor -
ç.], çünkü sınıf II’den beşte-bir daha fazla verimli; ve sınıf IV için de aynısı, çünkü o da sınıf III’ten beşte-bir daha verimli. Sınıf I’de rant 10 sterline eşit olduğuna göre, sınıf II’de 10+1/5 = 12 sterlin, sınıf III’te 12+1/5 = 14
2/
5 sterlin ve sınıf IVte 14
2/
5 + 1/5 = 17
7/
25 olur.
[29]
Eğer IV daha az verimli olsaydı III-I [sınıflarının
-ç.]
rantı ||488| daha büyük olurdu ve IV’ün rantı da mutlak olarak daha fazla olurdu (ama oran aynı olur muydu?). Bu iki doğrultuda alınabilir.
Eğer I daha verimli olsaydı o zaman II, III ve IVün rantı oransal olarak daha küçük olurdu. Öte yandan yeni eklenmiş, rant bırakmayan toprak I’e göre ne ise, I II için, II III için ve III de IV için odur. Yeni tür toprak rant bırakmaz, çünkü I’den [alınan
-ç.]
buğdayın
değeri, yeni topraktan [alınanın] ortalama fiyatının üstünde değildir. Eğer I daha az verimli olsaydı, onun üstünde olurdu. O zaman yeni toprak da aynı biçimde rant bırakırdı. Ama aynı şey I için de geçerlidir. Eğer II, daha verimli olsaydı, o zaman I ya rant bırakmaz, ya daha küçük bir rant bırakırdı. Ve
II ile
III ve
III ile
IV için de aynı. Son olarak bir de tersi var: IV’ün mutlak verimi H’nin rantını belirler. Eğer IV daha da verimli olsaydı, III, II ve I ya daha az rant bırakırdı, ya hiç bırakmazdı. Öyleyse, Tin bıraktığı
[sayfa 88] rantı, yani farklılık rantı olmayan rantı, IV’ün verimliliği belirler, tıpkı, yeni toprağın rant bırakmamasının koşullarını Tin veriminin belirleyişi gibi. Dolayısıyla
Storch’un yasası, yani
en verimli toprağın rantı, herhangi bir rant bırakacak son toprağın rantını ve bundan ötürü de farklılık rantı olmayan rant bırakan toprakla, hiç rant bırakmayan toprak arasındaki farkı belirler yasası burada geçerlidir.
[30]
Demek ki, burada beşinci sınıf, yeni ekime açılan toprak I
´’nün (I karşısında)
herhangi bir rant bırakmaması olgusu,
kendi verimsizliğine bağlanmamalıdır, ama I ile karşılaştırıldığında [gösterdiği -
ç.]
göreli verim eksikliğiyle, dolayısıyla da I’ karşısında I’in göreli verimliliği ile açıklanacaktır.
[İkincisi.] Rant bırakan toprak türleri I, II, III ve IV’ün [ürününün] değeri, yani quarter başına (daha gerçekçi olması için quarter yerine
bushel denebilir) 6 şilin 8 peni, I
´’nün
ortalama fiyatına eşittir ve onun kendi değerinin
altındadır. Şimdi birçok ara aşama olasıdır. 100 sterlinlik bir sermaye yatırımı ile I”nün kendi verdiği gerçek ürün olan 330 bushel ile I’in verdiği 360 bushel arasında diyelim 333, 340, 350 ve 360’a kadar
x miktarında ürün verdiğini varsayalım. O zaman, bir quarterin 6 şilin 8 peni olan değeri, I”nün (bushel başına) ortalama fiyatının üstünde olur ve ekime açılan son toprak rant bırakır. Hiç değilse
ortalama kârı üretmesini, I’in ve dolayısıyla da I-IV arasındakileringöreli düşük verimine borçludur.
Hiçbir rant bırakmaması, I’in göreli yüksek veriminin ve onun kendi düşük veriminin sonucudur. Ekime açılan son toprak I’, eğer bir bushelin değeri 6 şilin 8 peninin
üzerinde olsaydı, yani I, II, III ve IV daha az verimli olsaydı, rant bırakabilirdi, çünkü o zaman buğdayın değeri daha büyük olurdu. Ancak, değer 6 şilin 8 peni olarak verilseydi, yani I, II, III ve IV’ün verimi aynı olsaydı, o zaman da bir rant bırakabilirdi. Eğer kendisi daha verimli olsaydı, 330 bushelden fazla üretseydi ve
böylece bushel başına 6 şilin 8 penilik değer onun
ortalama fiyatının üstünde olsaydı, durum bu olurdu; başka deyişle, onun kendi ortalama fiyatı, 6 şilin 8 peninin
altında olurdu ve dolayısıyla I, II, III ve IVte üretilen buğdayın değerinin
altında olurdu. Eğer değer, ortalama fiyatın üzerinde ise, o zaman, ortalama kârın üzerinde bir fazladan kâr ve dolayısıyla bir
rant olasılığı var demektir.
Bu gösteriyor ki,
farklı üretim alanlarını –örneğin tarımı ve sanayiyi– karşılaştırırken, değer ortalama fiyatların üzerinde ise, bu, artı-kâr bırakan yani ortalama fiyat üzerinde bir değer fazlalığı sağlayan üretim alanında
üretkenliğin düşük olduğunun işaretidir.
[sayfa 89]
Öte yandan, bu,
aynı alandaki bir sermayenin, aynı üretim alanındaki başka sermayeler ile karşılaştırıldığında
daha büyük üretkenlikte olduğunun da [işaretidir]. Yukardaki örnekte, I rant bırakır, çünkü tarımda değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranı, sanayidekinden daha büyüktür; yani maddeleşmiş emeğe daha çok yeni emek katılması gerekir — ve toprak mülkiyetinin varlığı nedeniyle, ortalama fiyatın
üzerindeki bu değer fazlası, kapitalistler-arası rekabet sonucu olarak eş-düzeye gelmez. Ama I’in, yine de bir rant bırakması, bushel başına 6 şilin 8 penilik değerin, onun ortalama fiyatının
altında olmamasından ve verimliliğinin de kendi (ürün
-ç.]
değerini bushel başına 6 şilin 8 peninin üzerine çıkaracak ölçüde düşük bulunmamasından ötürüdür. Dahası, Tin
fiyatını, kendi değeri belirlemez, ama II, III ve IV’te yetiştirilen buğdayın değeri, daha kesin olmak gerekirse II’de yetiştirilenin değeri belirler.
Pazar fiyatının yalnızca
kendi ortalama fiyatına, eşit olup olmaması, ya da onun üstünde olması ve
değerinin, ortalama fiyatının üzerinde olup olmaması kendi üretkenliğine bağlıdır.
Demek ki, Rodbertus’un, tarımda ortalama kâr getiren her sermayenin rant bırakması
gerekir görüşü yanlıştır. Bu yanlış vargı onun ||489| yanlış temele [dayanmasının -
ç.] sonucudur. Onun mantığı şöyle: Tarımdaki sermaye, diyelim 10 sterlin bırakıyor. Ama, sanayinin tersine, hammaddeler [bu sermayeye
-ç.] dahil
olmaz; 10 sterlin, daha küçük bir toplam üzerinden hesaplanmıştır. Bu nedenle [10 sterlin -
ç.] %10’dan daha fazlasını temsil eder. Ama sorun şu: Tarımsal ürünlerin değerini
ortalama fiyatın (yani kendi ürünlerinin ve öteki metaların fiyatının) üzerine yükselten şey hammaddelerin yokluğu değildir (tam tersine, hammaddeler gerçek tarıma girer;
girmeselerdi de pek bir önemi olmazdı, yeter ki
makineler vb., oransal olarak artsın). Tersine, sınai
üretimin belirli alanlarında değil ama, genelde sanayide
ortalama olarak mevcut bulunan oranla karşılaştınldığında [tarımdaki
-ç.] değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranının yüksek olmasından ötürüdür. Numara I’deki rantın varlığını ve miktannı, farklılık rantı olmayan mutlak rantı, dolayısıyla
en küçük rantı belirleyen işte bu
genel farkın büyüklüğüdür. Ancak ekime yeni açılan ve rant bırakmayan toprak I
´’nde yetiştirilen buğdayın fiyatını belirleyen şey ise kendi ürününün
değeri değildir, I’in değeridir ve dolayısıyla da I, II, III ve IV’ün sağladığı buğdayın ortalama
piyasa fiyatıdır.
Tarımın (toprak mülkiyetinden kaynaklanan) ayrıcalığı, yani ürününü,
ortalama fiyattan değil, ama değeri ortalama fiyatın üstündeyse delerinden satması, farklı toprak türlerinde birbirine karşı yetiştirilen ürünler için olduğu kadar
aynı üretim alanında
[sayfa 90] üretilen farklı değerdeki ürünler için de geçerli değildir. Sınai ürünler karşısında olduğu gibi, yalnızca değerlerinden satılma isteminde bulunabilirler. Aynı alanın öteki ürünlerine karşı, pazar fiyatı tarafından belirlenirler ve –burada ortalama pazar fiyatına eşit olan– değerin yeterince yüksek mi yoksa düşük mü olduğu Tin verimine bağlıdır; yani I”nün eğer
bu değerden satılırsa buğdayın değeriyle ortalama fiyatı arasındaki genel farkta az mı çok mu yer alacağı, yoksa hiç mi yer almayacağı Tin veriminin yeterince yüksek ya da düşük olmasına bağlıdır. Ancak bay Rodbertus değerlerle ortalama fiyatlar arasında hiçbir ayrım yapmadığı ve metaların kendi değerlerinden satılmasını tüm metalar için genel bir yasa saydığı, tarımsal ürünlerin ayrıcalığı saymadığı için, kuşkusuz, en az verimli toprağın ürününün de
kendi bireysel değerinden satılması gerekeceğine inanıyor olmalıdır. Ne var ki, o [ürün
-ç.]
aynı türden ürünlerle rekabetinde bu ayrıcalığını yitirir.
Şimdi I
´’nün ortalama fiyatının, bushel başına, I’in değeri olan 6 şilin 8 peninin üzerinde olması olanaklıdır. Toprak I´’nün ekilip-biçilmesi için talebin artması gerektiği (her ne kadar doğru olmazsa da) düşünülebilir. Bunun için I’den alınan buğdayın fiyatı
değerinin üstüne, yani 6 şilin 8 peninin üstüne çıkmalıdır ve bu kalıcı olmalıdır Bu durumda toprak I
´ ekilip-biçilecektir. Eğer değeri 6 şilin 8 peninin
üzerinde olduğu halde 6 şilin 8 penide ortalama kârı elde edebilirse ve talebi karşılayabilirse o zaman fiyat 6 şilin 8 peniye inecektir; çünkü şimdi artık arz talebe uygun düşmektedir ve böylece I’in yeniden 6 şilin 8 peniden satması gerekir, II, III ve IV için de aynı; böylece I
´ için de öyle. Öte yandan, eğer I
´’de
ortalama fiyat 7 şilin 8 peniye çıkarsa, yani o normal kârı ancak bu fiyatta yapabiliyorsa (ki bu fiyat onun bireysel değerinin çok altında olabilir) ve talep başka türlü karşılanamıyorsa, o zaman bir bushelin değeri 7 şilin 8 penide istikrar bulur ve Fin talep fiyatı, değerinin üstüne çıkar. II, III ve IV’ün, zaten
kendi münferit değerinin üstünde olan talep fiyatı ise daha da artar. Öte yandan, böyle bir istikrara izin vermeyecek bir tahıl ithali olasılığı varsa, o zaman I’ gene de ekilebilir, eğer küçük çiftçiler ortalama kârdan daha azıyla yetinmeye yanaşırlarsa. Bu hem tarımda hem sanayide sürekli olagelmektedir. Bu durumda, rant, I
´ ortalama kârı elde ettiği zaman ödenir, ama bu, yalnızca çiftçinin kârından bir indirim olur. Eğer bu da yapılamazsa o zaman toprak sahibi toprağı, esas amacı, tıpkı el-tezgahında çalışan dokumacınınki gibi, ücretini çıkarmak ve az ya da çok olsun, fazlasını rant biçiminde toprak sahibine vermek olan rençbere uzun süreli kiralayabilir. El-tezgahı dokumacısı örneğinde olduğu gibi, bu fazlalık, emeğin ürününden değil, ama
[sayfa 91] emeğin ücretinden bir indirimden de olabilir. Bütün bu durumlarda rant ödenebilir. Bir durumda, kapitalistin kârından bir indirim olabilir. Bir başka durumda toprak sahibi, kapitalistin sahiplenebileceği işçinin artı-emeğine elkoyabilir. Ve son bir durumda da, kapitalistlerin sık sık yapma eğiliminde oldukları gibi işçinin ücretinden geçinir. Ancak geniş-ölçekli
kapitalist üretim yalnızca ekilen sonuncu toprağın en azından ortalama kâr bıraktığı, yani I’in değerinin I
´’nün en azından ortalama fiyatı yakalamasına elverdiği durumlarda olabilir.
İnsan,
değer ile
ortalama fiyat arasında aynm yapmanın, sorunu nasıl şaşırtıcı bir biçimde çözüverdiğini ve Ricardo’nun da karşıtlarının da haklı olduklarını nasıl gösteriverdiğini [kolayca
-ç.]
görebilir.
[31]
||XI-490| Eğer mutlak rant bırakan toprak, yani I, tarım yapılan tek toprak olsaydı, o zaman, bir bushel buğdayı
değerinden, 6 şilin 8 peniye ya da 6
6/
9 şiline satabilirdi, ortalama fiyata, 6
1/
9 şiline ya da 6 şilin 1
1/
3 peniye indirmezdi. Eğer bütün topraklar aynı türden olsaydı ve talep arttığı için, tarım yapılan alan 10 kat art-saydı, o zaman I, 100 sterlin başına 10 sterlin rant bıraktığına göre, her ne kadar yalnızca
tek tür toprak bulunuyorsa da rant, 100 sterline çıkardı. Ancak rant oranı ya da düzeyi,
ne yatırılan sermayeye oranla, ne
tarım yapılan toprak alanına oranla artardı. On kat acre ekilir ve on kat sermaye yatırımı yapılırdı. Demek ki bu yalnızca kiranın artışı, rant oylumunun artışı olurdu, rant düzeyinin artışı değil. Kâr oranı düşmezdi, çünkü tarımsal ürünlerin değeri ve fiyatı aynı kalırdı. On kat daha büyük olan bir sermaye, doğaldır ki, kendisinin onda-biri kadar olan bir sermayeye göre on kat daha fazla rant bırakır. Ote yandan aynı toprak alanında on kat fazla sermaye kullanıldıysa ve aynı sonuç elde edildiyse, o zaman yatırılan sermayeye göre, rant oranı
aynı kalır; toprak alanıyla orantılı olarak rant [miktarı -
ç.] artabilir ama, kâr oranını hiçbir biçimde değiştirmez.
Şimdi, toprak değiştiği için değil, ama daha çok değişmeyen sermaye ve daha az değişen sermaye yatırıldığı için yani makineye, atlara, mineral gübrelere, vb. daha fazla, ücretlere daha az sermaye harcandığı için I’de daha verimli bir tarım yapıldığını varsayalım; o zaman, buğdayın değeri kendi ortalama fiyatına ve sınai ürünlerin ortalama fiyatına yaklaşır, çünkü değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranında [sınai sermayeye göre, varolan
-ç.]
fazlalık azalmıştır. Bu durumda rant düşer ve kâr oranı değişmeden aynı kalır. Eğer üretim tarzı, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranını sanayideki ortalama oranla aynı
[sayfa 92] [düzeye -
ç.] getirecek biçimde değişmişse, o zaman buğdayın ortalama fiyatının üzerindeki değer fazlası ve onunla birlikte rant, yani artı-kar da ortadan kalkar. Kategori I artık rant bırakmaz ve (değiştirilen üretim tarzına, uzun dönemli kira sözleşmesinin sonunda toprak sahibinin bizzat yatırmamış olduğu sermayeden faiz elde edebileceği gibi fiilî olarak toprakta somutlaşmış ek sermaye eşlik etmemişse (ki bu gerçekte, toprak sahiplerinin, kendilerini zengin etmedeki başlıca yoldur ve İrlanda’da
kiracılık haklarına ilişkin anlaşmazlık tam bu nokta üzerindedir) o zaman topraktaki mülkiyet yalnızca ismen mevcut hale gelir. Şimdi eğer Fin yanısıra varolan II, III ve IV’ün hepsinde bu üretim tarzı uygulansaydı o zaman bu topraklar, daha fazla olan doğal verimlilikleri dolayısıyla hâlâ rant bırakırlardı ve bu rant, verimlilik dereceleriyle orantılı olurdu. Bu durumda kategori I rant bırakmaz duruma gelirdi ve buna uyarak II, III ve IV’ün rantları da tarımdaki genel üretkenlik oranı, sanayide başat olan oranla eşitlendiği için düşerdi. II, III ve IV’ün rantı rikardocu yasaya uygun duruma gelirdi; daha verimli toprağın daha az verimli toprağa göre, artı-kârı olarak
varolur ve onun dengi haline gelirdi; sanayide yerleşip yerini sağlamlaştırmasına yarayacak doğal bir temelden yoksun olması dışında, tıpkı sanayideki artı-kârlar gibi.
Toprak mülkiyeti varolmasaydı bile rikardocu yasa gene de hükmünü yürütürdü. Toprak mülkiyetinin kaldırılması, kapitalist üretimin ise sürdürülmesi durumunda, verimlilik farkından kaynaklanan bu fazladan kâr yerli yerinde kalırdı. Eğer toprağa devlet elkoysaydı ve kapitalist üretim sürseydi, o zaman II, III ve IV’ün rantı devlete ödenirdi, ama rant olarak rant kalırdı. Eğer toprak mülkiyeti,
halkın mülkiyeti haline gelseydi o zaman, kapitalist üretimin tüm temeli, işçinin, bağımsız bir güç olarak, çalışma koşullarıyla karşı karşıya geldiği temel ortadan kalkardı.
Rantla ilgili olarak daha sonra ele alınıp incelenecek bir soru: Daha yoğun tarımda, yatırılan sermayeyle bağlantılı olarak rant oranı her ne kadar düşüyorsa da nasıl oluyor da rant
değer ve
miktar olarak artıyor? Apaçık görünen o ki, bu, yalnızca,
yatırılan sermaye miktarı arttığı için olanaklı olabilir.
Eğer rant [oranı
-ç.]
1/5 ise ve 1/10 olursa, o zaman 20 x 1/5 = 4 ve 50 x 1/10 = 5 olur. Hepsi bu. Ama eğer, yoğun tarımda üretim koşulları, ortalama sanayide geçerli koşullarla aynı olursa, yalnızca onlara
uyarlanmak yerine en verimsiz toprağın rantı ortadan kalkar, en verimlisi için de toprağın farklılığına indirgenir.
Mutlak rant artık varolmaz.
Şimdi, talepteki bir artışı izleyerek, yeni toprağın, II’nin, I’e ek
[sayfa 93] olarak tarıma açıldığını varsayalım. Kategori I mutlak rantı öder, II farklılık rantını öder; ama buğdayın
fiyatı ll’de değer, 11’de değer fazlası) aynı kalır. Kâr oranı da etkilenmeyecektir. Ve IV’e gelinceye kadar, bu böyle sürer. Böylece, I, II, III ve IV’e yatırılan toplam sermayeyi dikkate alırsak, rant
düzeyi, rant oranı da artmaktadır. Ama II, III ve IV’ün ortalama kâr oranı, I’dekiyle, sanayidekine eşit olanıyla yani genel kâr oranıyla aynı kalır. Dolayısıyla ||491| eğer daha verimli toprakla devam edersek, gerçi kâr oranı değişmeksizin ve buğday fiyatı da sabit kalır ama,
rant miktarı ve oranı artabilir. Rantın düzeyindeki ve miktarındaki artış, I’deki sermayenin azalan üretkenliğinden ötürü değil, II, III ve IV’te sermayenin artan üretkenliğinden ötürüdür. Ama artan üretkenlik, sanayide ister-istemez olduğu gibi, kârlarda bir artışa ve hem meta fiyatında hem ücretlerde bir düşüşe neden olmaz.
Ancak, IV’ten III, II ve I’e ters Sürecin gerçekleştiğini varsayalım. O zaman, fiyat 6 şilin 8 peniye çıkar; [bu düzeyde
-ç.] henüz I’de 100 sterlinde 10 sterlin rant bırakmaya devam eder. Çünkü IV’te buğdayın rantı 100 sterlinde 17
7/
2S sterline [erişir]; ancak bunun 7
7/
25’i, fiyatının, I’deki değerin üzerinde kalan fazlasıdır. Kategori I 100 sterline (10 sterlin rant ve
bushel değeri 6 şilin 8 peni olmak üzere) 360 bushel vermişti. 11-432 bushel. III-518
2/
5 bushel ve IV-622
2/
25 bushel. Ancak bushel başına 6 şilin 8 peni fiyat, her bir 100 [sterlin
-ç.] için IV’e 7
7/
25 fazladan rant bıraktı. IV, 3 busheli 1 sterline ya da 622
2/
25 busheli 207
9/
25 sterline satar, ama değeri, I’deki gibi yalnızca 120 sterlindir; bu miktarın üzerinde kalan her ne ise, onun fiyatının, değeri üstündeki fazlasıdır.
[32] IV, busheli 3 şilin 10
8/
27 peniden satsaydı, değerinden satmış olurdu ve bu fiyattan, 100 sterlinde 10 sterlin rant elde ederdi. IV’ten III’e, III’ten II’ye ve II’den I’e doğru olan hareket, bushel fiyatını (ve onunla birlikte rantı), I’e gelince 6 şilin 8 peniye ulaşacak biçimde artırır; I’de bu fiyat şimdi daha önce IV’te bıraktığı rantın aynısını bırakır. Kısmen, yiyecek maddelerinin ve hammaddelerin değerindeki artıştan ileri gelen fiyat artışı nedeniyle kâr oranı düşer. IV’ten III’e geçiş şöyle olabilir: Talep[teki artış -
ç.] nedeniyle IV’ün fiyatı değerinin üstüne yükselir, böylece yalnızca rant bırakmakla kalmaz, ama bir rant fazlası bırakır. Bunun sonucunda, bu fiyattan normal ortalama bir kârla [herhangi bir
-ç.]
rant bırakacağı umulmayan
III tarıma açılır. IV’ün fiyatındaki artış dolayısıyla eğer kâr oranı düşmez de ücretler düşerse, o zaman III, ortalama kâr bırakacaktır. Ancak III’ten [ek] arz nedeniyle, ücretlerin yeniden normal düzeye yükselmesi gerekir; [o zaman] III’teki kâr oranı düşer, vb..
Böylece,
bizim yaptığımız varsayım çerçevesinde, yani IV’ün
[sayfa 94] fiyatı üzerindim III’ün herhangi bir rant bırakamayacağı ve lll’ün ancak eski kar oranı üzerinden tarıma açılabileceği, çünkü ücretlerin bir süre için [normal] seviyenin altına düştüğü varsayımımız çerçevesinde, bu aşağı doğru hareketle kâr oranı düşer.
Bu koşullarda [bir kez daha] rikardocu yasa[nın geçerliliği olasıdır]; ama [Ricardo’nun -
ç.] yorumuna göre bile zorunlu değildir. Yalnızca
belli koşullarda
olanaklıdır. Gerçekte hareketler çelişkin olur.
Bu, rant teorisini, özünden yoksunlaştırmıştır.
Bay Rodbertus’ta rant, önsüz-sonsuz doğadan, en azından da onun “materyalin değeri” [yaklaşımı dolayısıyla
-ç.]
kapitalist üretimden kaynaklanır. Bizim görüşümüze göre rant, sermayenin tamamlayıcı organik parçalarındaki
tarihsel farklılıktan, kısmen giderilebilecek ve gerçekten de tarımın gelişmesiyle tamamen ortadan kaldırılabilecek tarihsel farklılıktan kaynaklanır. Doğrudur, eğer
mutlak rant ortadan kalksa bile, toprağın fiilî verimindeki varyasyonlardan ileri geldiği ölçüde farklılık yerli yerinde kalır. Ancak –doğal varyasyonların bir olasılıkla giderilmesinden hayli farklı olarak–
farklılık rantı pazar fiyatının düzenlenmesiyle bağlantılıdır ve bu nedenle, fiyatla ve kapitalist üretimle birlikte ortadan kalkar. Geride yalnızca şu olgu kalır:
değişik verimlilikteki toprak toplumsal emek tarafından ekilir ve istihdam edilen emek miktarındaki farklılığa karşın, emek her tür toprakta daha üretken hale gelebilir. Ancak, en kötü toprakta kullanılan emek miktarı, hiçbir biçimde, şimdi burjuvanın yaptığı gibi, daha iyi toprağın [ürünü] için daha fazla emeğe ödeme yapılması sonucunu vermez. Tersine, IV’te tasarruf edilen emek, III’ün iyileştirilmesi için, III’ten tasarruf edilen emek II’nin iyileştirilmesi için ve son olarak II’den tasarruf edilen I’in iyileştirilmesi için kullanılabilir. Böylece, toprak sahiplerince kemirilen sermayenin tamamı, toprağın ekilmesinde kullanılan emeğin dengelenmesine ve tarımda bir bütün olarak emek miktarının azaltılmasına hizmet eder.
||492| (Yukarda gcriüğümüz gibi
[33] Adam Smith önce değeri ve bu değerin birleştirenleri olarak kâr, ücret vb. arasında varolan ilişkiyi doğru kavrar ve ondan sonra yola tersine devam eder; ücretlerin fiyatını, kârı ve rantı ön-gelen öğeler sayar ve
metanın fiyatını, onlardan oluşturmak için, hepsini [değerden
-ç.]
bağımsız biçimde belirlemeye çalışır. Bu yaklaşım değişikliğinin anlamı şudur: İlkin sorunu
içsel ilişkileri içinde kavrar ve sonra işi,
rekabette göründüğü biçimiyle tersinden tutar. Onun bu iki yaklaşımı, bu çelişkinin bilincinde olmadan, yapıtında, naif bir biçimde birbirine ters düşer. Ote yandan, Ricardo,
yasaları oldukları gibi kavramak
[sayfa 95] için, bilinçli olarak rekabet biçiminden, rekabet görünümünden
soyutlar. Bir yandan, yeterince ileri gitmediği, soyutlamasını tamama erdirmediği için ayıplanmalıdır; örneğin, metanın delerini çözümlerken bir anda, her tür somut koşulu dikkate alma düşüncesinin kendini etkilemesine izin verir. Öte yandan da, olağandışı biçimleri, genel yasaların
doğrudan, aracısız kanıtları sayması ve onları
yorumlamayı başaramayışı nedeniyle de ayıplanmalıdır. Birincisiyle ilgili olarak [şu söylenebilir -
ç.], soyutlaması çok eksiktir; ikincisine gelince o biçimsel bir soyutlamadır, kendi içinde yanlıştır.)
[10. Rant Oranı ve Kâr Oranı.
Tarihsel Gelişmenin Değişik Evrelerinde Tarım ve Sanayinin
Üretkenliği Arasındaki ilişki]
Şimdi kısaca, Rodbertus’un geri kalanına dönelim.
“Sırasıyla ücretlerde, sermaye kazancında ve toprak rantında, ulusal ürün değerindeki artıştan kaynaklanan artış [gerçekte -ç.] ulusun ne ücretlerini yükseltir, ne sermaye kazancını; çünkü [şimdi artık -ç.] daha fazla ücret daha çok işçi arasında bölüştünilmekte ve daha büyük miktardaki sermaye kazancı aynı oranda artan sermayenin payına düşmektedir; ama öte yandan toprak rantının artması gerekir, çünkü her zaman alanı aynı kalan toprağın payını oluşturur. Tarımsal emeğin üretkenliğinde, insan topluluğunun yet-kinleştirilmesi fikrine ve tarımsal ve istatistik gerçeklere taban tabana ters olan bir düşüşe yol açmaksızın, normal faiz oranında, ser-mayeleşmiş toprak rantı demek olan toprak değerinde [görülen -ç.] büyük artışı doyurucu bir biçimde açıklamak ancak böylelikle olanaklıdır.” (s. 160-161.)
İlkin not edilmelidir ki, [bu parçanın hedef aldığı] Ricardo,
hiçbir yerde, “
toprak değerinden büyük artış”
ı açıklamaya çalışmamıştır. Bu onun açısından hiçbir biçimde
sorun değildir. Ayrıca der ki –ve Ricardo bunu açıkça belirtmiştir (Bkz: daha ilerde Ricardo ile ilgili bölüm
)– rant oranı verili iken, tahılın ya da tarımsal ürünün değeri sabit kaldığında rant
artabilir. Bu artış da onun için bir sorun yaratmaz. Rant oranı aynı kalırken kirada artış olması da onun açısından sorun yaratmaz. Onun sorunu,
rant oranındaki artıştadır, yani yatırılan tarımsal sermayenin [belli bir
-ç.]
oranı olarak ranttır, ve buradan giderek de tarımsal ürün
miktarının değil ama değerinin, örneğin bir quarter buğdayın değerinin yani aynı miktardaki tarımsal ürün değerinin artışıdır; bunun sonucu olarak, ortalama fiyatın üstündeki değerin fazlası artar ve dolayısıyla
[sayfa 96] kâr oranının üstündeki rant fazlası artar. Burada Rodbertus (hatalı “birincil materyalin değeri” görüşü bir yana) rikardoculuğun sorunundan uzaklaşmaktadır.
Rant oranı, yatırılan sermayeye göre, gerçekten de artabilir; başka deyişle tarım sürekli olarak
daha üretken hale gelmekteyse de tarımsal ürünün göreli değeri, sınai ürüne oranla artabilir. Ve bu, iki nedenden ileri gelebilir.
Birincisi, yukardaki örneği, I’den II’ye, III’e ve IV’e yani giderek daha verimli toprağa geçişi (ama ek arzın, I’i ekim-dışı bırakmaya yetecek kadar büyük olmadığı ya da değer ile ortalama fiyat arasındaki farkı IV’ün, III’ün ve II’nin göreli düşük rant ödeyeceği I’in de hiç ödemeyeceği bir düzeye indirmeye yetecek kadar büyük olmadığı toprağa geçişi) alalım. Eğer I’in rantı 10 olursa, II’ninki 20, III’ünkü 30 ve IV’ünkü 40 ve her dört tür toprakta 100 sterlin yatırım yapıldıysa, o zaman I’in rantı yatırılan sermayeye göre 1/10 ya da %10, II’ninki 2/10 ya da %20, III’ünkü 3/10 ya da %30 ve IV’ün rantı 4/10 ya da %40 olur. Yatırılan 400 [sterlin
-ç.) sermayeye karşı toplam 100 sterlin ki bu da 100/4 = %25 ortalama rant verir. Tarımda yatırılan tüm sermayeyi aldığımız zaman rant %25’e varır. Yalnızca toprak I’de (verimsiz toprakta) yapılan tarım geliştirilseydi, o zaman rant 400’de 40, yani eskisi gibi %10 olurdu; %15 ölçüsünde artmazdı. Ancak, birinci durumda (eğer I’e yapılan 100 sterlinlik yatırım 330 bushel verdiyse), bushel başına 6 şilin 8 peniden yalnızca
1.320 bushel üretilirdi. İkinci durumda [yani dört sınıf toprağın hepsi ekildiği zaman] aynı fiyattan 1.500 bushel üretilmiş olur. Her iki durumda da aynı [miktarda -
ç.] sermaye yatırılmıştır.
[34]
Ancak burada rant düzenindeki artış yalnızca görünüştedir. Çünkü, sermaye harcamalarını ürüne göre hesap edersek, I’de 330 bushel üretmek için 100 ve 1.320 bushel üretmek için 400 [sterlin -
ç.]
gereksinilirdi. Ama şimdi [I-IV’te -
ç.] 1.320 bushel üretmek için 100 + 90 + 80+70 yani 340 sterlin
[35] gereklidir. II’deki 90 sterlin, I’deki 100 kadar; III’teki 80, II’deki 90 kadar; ve IV’teki 70, III’teki 80 [sterlin
-ç.] kadar üretmektedir. I ile karşılaştırıldığında rant oranı II, III ve IV’te yükselmiştir.
Eğer toplumu bir bütün halinde alırsak, bunun anlamı şudur:
aynı ürünü kaldırmak için 400’lük bir sermaye yerine 340’lık bir sermaye, yani [öncekine göre] %85’lik bir sermaye kullanılmıştır.
||493| 1.320 bushel, birinci durumdakine göre yalnızca farklı bir biçimde dağıtılmış olur. Çiftçi 90’da, eski 100’de olduğu kadar, 80’de eski 90’da olduğu kadar ve 70’te eski 80’de olduğu kadar [ürün
-ç.] teslim etmelidir. Ancak 90’lık, 80’lik ve 70’lik sermaye
[sayfa 97] harcamaları, eskiden 100’lük sermaye harcamasıyla elde ettiği miktar kadar ürün bırakmaktadır. O daha fazlasını teslim eder, aynı ürünü sunmak için daha fazla sermaye kullanmak durumunda kaldığı için değil, ama daha az sermaye kullandığı için; sermayesi daha az üretken hale geldiği için değil, ama daha üretken hale geldiği için; ve o gene de sanki aynı miktar ürünü üretmek için, aynı eski sermayeye gerek duyuyormuş gibi, [ürününü
-ç.]
I’in fiyatından satar.
[
İkincisi.]
Rant oranındaki bu artıştan –ki burada her ne kadar yerleşik hale gelmemiş ise de, sanayinin farklı dallarındaki dengesiz, artı-kârın eşit olmayan artışıyla örtüşen bir artıştır bu– ayrı olarak, ürün değeri aynı kalmakla birlikte, yani emek daha az üretken duruma gelmediği halde,
rant oranının arttığı yalnızca bir başka olasılık vardır. Bu, yatırımdaki üretkenlik eskisi gibi
aynı kalırken, sanayideki üretkenlik artarsa ve bu artış kâr oranındaki bir düşüşte kendini ifade ederse, başka deyişle değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranı azalırsa ortaya çıkar. Ya da bir başka biçimiyle yani tarımda da üretkenlik artarken ama sanayideki oranda değil, daha düşük bir oranda artarken ortaya çıkar. Eğer tarımdaki üretkenlik 1:2 artarken, sanayideki 1:4 olursa, o zaman
göreli olarak aynıdır, sanki tarımda l’de kalmış, sanayide katlanmıştır. Bu durumda değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranı, tarımdakine göre sanayide bir kat daha hızlı azalıyor demektir.
Her iki durumda da sanayide kâr oranı düşer ve o
düştüğü için de rant
oranı artar. Öteki durumlarda kâr oranı mutlak olarak düşmez (hatta
sabit kalır), ama ranta göre düşer. Böyle olması, [kâr oranının
-ç.]
kendisi azaldığı için değil, rant ve yatırılan sermayeye göre rant oranı arttığı içindir.
Ricardo bu durumlar arasında ayrım yapmıyor. Bu durumlar dışında (yani kâr oranının, her ne kadar sabitse de, daha verimli türden topraklarda kullanılan sermayenin farklılık rantına göre düştüğü durum dışında ya da sanayide artan üretkenlik sonucu değişmeyen sermayenin değişen sermayeye genel oranının değiştiği ve
böylece tarımsal ürünlerin değerinin fazlasını ortalama fiyatının üzerine çıkardığı durum dışında) sanayi daha üretken hale gelmeden kâr oranı düşerse, rant oranı ancak o zaman artabilir. Ne var ki, bu, yalnızca, tarımın düşük üretkenliği sonucu, eğer ücretler artarsa ya da hammadde değeri artarsa ya da olasıdır. Bu durumda kâr oranındaki düşüşle rant oranındaki artışı, her ikisini birden aynı neden ortaya çıkarır; yani tarımın üretkenliğindeki ve tarımda uygulanan sermayedeki azalma ortaya çıkarır. Ricardo işte böyle görüyor. Para değeri
aynı kalıyorsa, o zaman bu durum kendini,
[sayfa 98] ham ürünlerin fiyatında artış olarak gösterir. Eyer bu artış yukardaki gibi
göreli bir artış ise, o zaman paranın fiyatındaki hiçbir derişiklik, sınai ürünler karşısında tarım ürünlerinin para-fıyatını artıramaz. Eğer para %50 oranında düşerse, o zaman, daha önce 3 sterlin değerinde olan bir quarter artık 6 sterlin değerindedir, ancak eskiden 1 şilin değerinde olan 1 pound iplik bu kez 2 şilin değerinde olur. Bu nedenledir ki, sınai ürünlere göre, tarım ürünlerinin para fiyatlarındaki
mutlak artış, hiçbir zaman, para [değerindeki] değişikliklerle açıklanamaz.
Genelde, ilkel, kapitalist-öncesi üretim tarzında tarımın sanayiden
daha üretken olduğu düşünülebilir, çünkü doğa makine ve organizma olarak yardım eder; oysa sanayide, doğa güçlerinin yerinde hemen hemen neredeyse tümüyle, henüz insan edimi vardır (zanaat türü sanayide vb. olduğu gibi). Kapitalist üretimin o fırtınalı büyüme döneminde –her ne kadar kapitalizmin gelişmesi, tarımda
değişmeyen sermaye ile değişen sermaye oranının önemli ölçüde değşmesinin esasen gerçekleşmiş
olmasını, yani çok sayıda insanın topraktan sürülüp çıkarılmış olmasını
ön-koşul sayarsa da– sanayideki üretkenlik tarımla karşılaştırıldığı zaman, hızla gelişir. Daha sonra, üretkenlik her ikisinde de, ama eşit olmayan biçimde ilerler. Bununla birlikte sanayi belli bir düzeye eriştikten sonra oransızlığın azalması gerekir; başka deyişle, tarımdaki üretkenlik, sanayidekinden, göreli olarak daha hızlı artmalıdır. Bu: 1. İşi oluruna bırakan çiftçinin yerini
işadamı tarımcı kapitalistin almasını; çiftçinin katıksız bir ücretli-eınekçiye dönüşmesini; geniş-ölçekli tarımı, yani yoğunlaşmış sermayeyle tarım yapılmasını gerektirir. 2. Ancak özellikle, geniş-ölçekli sanayinin gerçekten bilimsel temeli olan mekanik [bilimi -
ç.], 18. yüzyıl içinde belli bir yetkinlik derecesine erişmiştir. Kimya, jeoloji ve fizyoloji, sanayiden çok tarımın özgül
doğrudan temelini oluşturan bu bilimleri ||494| 19. yüzyıla gelinceye ve özellikle de son dönemlerine kadar gelişmemiştir.
Yalnızca metaların değerini karşılaştırarak, sanayinin iki
farklı dalının daha az ya da daha çok üretken olduğundan söz etmek saçmadır. Eğer 1800’de bir pound pamuğun değeri 2 şilin, bir pound ipliğinki 4 şilin idiyse ve 1830’da pamuğun değeri, 2 şilin ya da 18 peni ve ipliğinki de 3 şilin ya da 1 şilin 8 peni olmuşsa, o zaman, her iki daldaki üretkenlik artışı oransal olarak birbiriyle karşılaştırılabilir — ama bu yalnızca 1800 oranı başlangıç noktası alındığı için. Öte yandan, pamuğun bir poundu 2 şilin, ipliğinki 3 şilin olduğu için ve dolayısıyla pamuğu üreten emek, eğirmenin [yeni katma-emeği] kadar büyük olduğu için birinin, ötekinden bir
[sayfa 99] kat daha üretken olduğunu söylemek zırvadır. Tuval, o tuvali kullanan ressamın resminden daha ucuza yapılabilir diye, ressamın emeği, tuvali yapanınkinden daha az üretkendir demek ne kadar saçma ise, işte bu da o kadar saçmadır.
Üretken sözcüğünü kapitalist anlamda — ürünün göreli kitlesiyle aynı zamanda, artı-değerin üretkenliği anlamını da, içeriyorsa bile, doğru olan yalnızca şudur:
Eğer, ortalama üretim koşullarına göre, (belli değerler üzerinden) pamuk sanayisindeki [ücretleri] 100 sterline varah 100 işçiyi istihdam etmek için hammadde ve makine vb. formunda 500 sterline gerek duyuluyorsa ve öte yandan, buğday ekiminde [ücretleri) 100 sterline varan 100 işçi istihdam etmek için hammadde ve makineler formunda 150 sterline gerek görülüyorsa, I’de değişen sermaye 600 sterlinlik toplam sermayenin 1/6’sını ve değişmeyen sermayenin 1/5’ini oluşturur; II’de ise değişen sermaye toplam sermayenin 2/5’ini ve değişmeyen sermayenin de 2/3’ünü oluşturur. Demek ki I’de yatırılan her 100 sterlin yalnızca 16
2/
3 sterlin değişen sermaye ve 83
1/
3 sterlin değişmeyen sermaye içerecektir; buna karşılık II’de [yatırılan her 100 sterlin -
ç.] 40 sterlin değişen, 60 sterlin değişmeyen sermaye içerir. I’de değişen sermaye 1/6 ya da %16
2/
3’tür, II’de %40. Açıktır ki, fiyatların tarihçesi, bugün için çok zavallıcadır. Ve teori neyin araştırılması gerektiğini gösterinceye kadar da zavallılıktan kurtulamayacaktır. Eğer artı-değer oranı, diyelim %20 olsaydı, I’deki artı-değer 3
1/
3 sterlin olurdu (böylece kâr %3
1/
3). II’de ise 8 sterlin (böylece kâr da %8). I’deki emek daha üretkendir diye, II’deki kadar üretken olamazdı (başka deyişle,
daha fazla ürün üretkeni diye, daha fazla
artı-değer üretkeni olamazdı). Bu arada yeri gelmişken söyleyelim, örneğin pamuk sanayisinde, açıktır ki, 1:1/6 oranı ancak 10.000 sterlinlik bir değişmeyen sermaye (bu makinelere vb. bağlıdır) yatınlsaydı ve ücretler de 2.000 sterline vararak toplam 12.000 sterlin olsaydı, olanaklı olabilirdi. Eğer 1.000’i ücretler olmak üzere yalnızca 6.000 yatınlsaydı o zaman makineler daha az üretken olurdu vb., 100’de ise hiç yapılamazdı. Ote yandan, olanaklıdır ki eğer 23.000 sterlin yatırılsa, bunun sonucu olarak makinelerin
etkinliğindeki artış ve diğer başka tasarruflar öylesine büyük olabilir ki, 19.166
2/
3 sterlinin tamamı
değişmeyen sermayeye ayrılmaz, aynı miktardaki emek, daha fazla hammadde ve (değer [olarak]) eskisine göre 1.000 sterlin daha azına malolacağı varsayılan daha az makineye vb. gerek duyardı. O zaman, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranı yeniden artar, ama bu yalnızca mutlak sermaye [miktarı] arttığı içindir. Bu, kâr oranındaki düşüşe karşı bir
engeldir. 12.000’erlik iki
[sayfa 100] sermaye 23.000’lik bir sermayenin ürettiği miktar kadar meta üretebilir; ama birincisi, metalar daha pahalı olabilir, çünkü 1.000’lik bir harcamayı daha gerektirirler; ikincisi kâr oranı daha küçük olabilir, çünkü 23.000 sterlinlik sermayenin içinde değişen sermaye, toplam sermayenin 1/6’sından daha fazladır yani 12.000’er sterlinlik iki sermayenin toplamındakinden daha fazladır. | 494||
||494| (Öte yandan, sanayinin ilerlemesiyle makineler daha etkinleşir ve daha ucuzlar; demek ki, eskiden olduğu gibi
aynı miktarda makine kullanılsaydı tarımdaki değişmeyen sermayenin bu kısmı azalırdı; ama makine miktarı, fiyatındaki azalmadan daha hızlı büyür, çünkü bu öğe, tarımda henüz pek az gelişmiştir. Öte yandan, tarımın daha fazla üretkenliğiyle birlikte, hammadde fiyatı —pamuğa bakın— düşer; öyle ki hammadde, değer yaratma sürecinin tamamlayıcı bir parçası olarak, emek sürecinin tamamlayıcı bir parçası olarak arttığı derecede artmaz.)
[36]| 494||
*
||494|
Petty bize, kendi zamanındaki toprak sahihinin, tarımsal ürünlerin fiyatının ve rant (düzeyinin) düşmesine neden olur diye, tarımda iyileştirmeler yapmaktan korktuğunu söylüyor; ekilen toprakların
genişletilmesi ve ekilmiş toprakların genişletilmesiyle aynı şey olan daha önceleri kullanılmamış toprağın tarıma açılması. (Hollanda’da bu toprak genişletme, daha da doğrudan bir biçimde anlaşılıyor.) Petty diyor ki:
“... bataklıkların kurutulmasına, ormanların ıslahına, orta malı toprakların kapatılıp mülk edinilmesine, St. Foyne ve Clo-vergrass’da ekim yapılmasına karşı toprak sahipleri, erzak fiyatını düşürecek diye homurdanıyorlar ...” ([William Petty], “Political Arithmetick” [Several Essays in Political Arithmetick’ten], Londra, 1699, s. 230.)
(“... tüm İngiltere’nin [...] Galler’in ve İskoçya ovalarının rantı, yıllık dokuz milyon dolayında ...”) (agy, s. 231).
Petty bu görüşe karşı savaşır; D’Avenant ||495| daha da ileri gider, rant ya da kira artarken,
rant düzeyinin nasıl düşebileceğini gösterir. Şöyle der:
“Bazı yerlerde ve illerde rantlar düşebilir ama gene de ulusun toprağı” (toprağın değerini kastediyor) “bu sürede gelişebilir: Örneğin parklar, park olmaktan çıkarıldığı, ormanlar ve orta malı topraklar kapatılıp elkonduğu zaman, bataklık topraklar kurutulduğu ve” (ülkenin) “birçok yeri emekle ve gübrelemeyle ıslah edildiği zaman, [sayfa 101] hiç kuşku yok ki, daha önce azami ölçüde iyileştirilmiş olan ya da daha fazla iyileştirilemeyecek olan toprakların değer yitirmesi kaçınılmazdır. [...) bundan ötürü, tek tek insanların kirası, düşer, ama krallığın genel kirası bu tür iyileştirmeler nedeniyle artar.” (Charles D’Avenant, Discourses on the Publick Revenues, and on the Trade of England, Kısım II, Londra, 1698, s. 26-27.)”... özel rantlarda 1666’dan 1688’e kadar düşüş (...) ama krallığın genel kirasındaki artış bu süre içinde, önceki yıllardakinden oran olarak daha fazlaydı, çünkü topraktaki iyileştirmeler bu iki dönem arasında, daha önceki herhangi bir döneme göre çok daha büyük ve daha yaygındı...” (agy, s. 28).
Burada da belli ki, İngiliz, rant düzeyini her zaman
krallıktaki toplam toprakla (ya da bay Rodbertus gibi genel olarak acre ile değil) sermayeyle ilintili rant olarak algılamaktadır.
[sayfa 102]
Dipnotlar
1 Marx’ın İngilizce yazdığı sözcük, tümcecik ve tümceler, siyah harflerle; Fransızca yazdığı sözcük, tümcecik ve tümceler siyah-italik harflerle; Marx’ın altını çizdiği ingilizce ve Fransızca sözcükler aralıklı (espaslı) dizildi. -Ed.
2 Bakınız: -ç.
3 0,404 hektar, -ç.
4 Yaklaşık 12,5 kiloluk İngiliz tahıl ölçü birimi, -ç.
5 Elyazmasında “kentlerin atıkları bir ticaret konusu haline gelmiştir” yerine “Felemenk kentlerinde atıklar ticaret konusudur” deniyor. -Ed.
6 Çiftçinin, elde ettiği ürünün bir bölümünü (genelde yarısını) rant olarak toprak sahibine ödediği kiracılık sözleşmesi; yarıcılık, -ç.
7 Yukarıya bakınız, -ç.
8 ||486| (Opdyke toprağı “sermayenin meşrulaştınlmış yansıması” diye adlandırdığına göre demek ki “sermaye başka insanların emeğinin meşrulaştınlmış yansımasıdır.”) |486||
9 Elyazmasında “sermayenin yansıması” yerine “sermaye değerinin yansıması” deniyor. -Ed.
10 Tartışılan konunun, hiçbir kanıta dayanmaksızın doğru olduğunu savlamak, -ç.
11 İlk bakışta, -ç.
12 Elbette hayır. -ç.
2
13 Bir sabah süresince sürülebilecek arazi büyüklüğü. Hollanda’da ve sömürgelerinde, yaklaşık iki acre büyüklüğünde arazi birimi. Prusya, Norveç ve Danimarka’da bir acre’in üçte-ikisi büyüklüğünde arazi ölçüsü. -ç.
14 Bundan daha fazla değil. -ç.
15 1 şilin = 12 peni -ç.
16 Bkz: Bu cilt, s. 66-67. -Ed.
17 Gerekli değişiklikler ve düzeltmeler yapıldıktan sonra. -ç.
18 Bkz: Bu cilt, s. 320-321. -Ed.
19 Bkz: Bu cilt, s. 58-63. -Ed.
20 Bkz: Bu cilt, s. 144.-Ed.
21 Çeyrek peni -ç.
22 4/5 kile -ç.
23 Bkz: Bu cilt, s. 299-300. -Ed.
24 Elyazmasında “koruların” -Ed.
25 Elyazmasında “gübreleme” yerine “imalat”. -Ed.
26 Elyazmasında “ya da” yerine “ve” -Ed.
27 Elyazmasında “kira” yerine “rant geliri” -Ed.
28 Elyazmasında “kira” yerine “rant” -Ed.
Açıklayıcı Notlar
[1] Marx’ın yaptığı plan gereği, “Üretken Emek ve Üretken-Olmayan Emek Üzerine Teoriler” bölümünü tamamladıktan ve yapıları gereği fizyokratlar hakkındaki bölümü tamamlayıcı nitelikte olan (Necker hakkındaki, Quesnay’nin Ekonomik Tablosu hakkındaki ve Linguet hakkındaki) üç bölümü daha yazdıktan sonra Ricardo ile ilgili bölüme geçmesi gerekiyordu. Ama Marx böyle yapmadı. Linguet hakkındaki bölümü tamamladıktan sonra Bray hakkındaki bölümü yazmaya başladı. Öyle anlaşılıyor ki, bu değişiklik Linguet’le ilgili bölümde andığı “bazı sosyalist yazarlar” göndermesiydi. Marx o yazarlardan bu araştırma sırasında söz edeceğini belirtmişti (
Artı-Değer Teorileri, Birinci Kitap, Sol Yayınları, 1998, s. 327). İşte bu çerçevede, X. not defterinin içindekiler Listesinde “(f)” başlığında (bu başlık Linguet hakkındaki (e) bölümünden hemen sonra geliyor) yer alan “Ricardo” adının üzerini çizdi, yerine “Bray” yazdı. Ancak Bray hakkındaki bölümü tamamlamadı. Marx daha sonra Bray hakkındaki çözümlemelerini “Ekonomistlerin Hasımları” bölümüne aktarmaya karar verdi (
Artı-Değer Teorileri, Birinci Kitap, Sunuş, Sol Yayınları, 1998, s. 20).
Marx Bray hakkındaki bölümü yazmaya başladığı zaman, “Ricardo” hakkındaki bölümü, hemen ardından “(g)” bölümünde başlatmayı düşünmüştü ama bir kez daha “Ricardo” adını çizdi ve “(g)” bölümüne “Bay Rodbertus. Ara Açıklama. Yeni Toprak Rantı Teorisi” başlığını koydu.
Marx, Rodbertus hakkındaki bu bölümü Haziran 1862’de yazmaya başladı. 9 Haziran 1862’dc Ferdinand Lassalle’ın Marx’a gönderdiği bir mektupta “Size yolladığım kitapları (Rodbertus, Roscher, vb. hakkında) Ekim başında bana geri yollamalısınız” diye hatırlatması üzerine, öyle anlaşılıyor ki Marx, Rodbertus hakkındaki bölümü hemen yazma zorunluluğunu duydu. Ancak belirtmeli ki, Rodbertus’un rant teorisinin bir an önce eleştirel bir çözümlemeye konu edilmesini gerektiren bazı ciddi nedenleri de vardı.
Marx’ın
Kapital’de ilgili mektupları açıkça gösteriyor ki, o sıralarda Marx, Ricardo’nun rant teorisinde bazı hatalar ve eksiklikler olduğunu görüyordu. Ricardo’nun rant teorisindeki önemli eksikliklerden biri mutlak rant kavramını içermemesiydi. Bu kavramı Rodbertus
Sociale Briefe an von Kirchmann’ın üçüncüsünde geliştirmeye teşebbüs etmişti. Marx, Rodbertus’un bu çalışmasını, Ricardo’nun rant teorisini ele almadan önce, şimdi önümüzde olan “Ara Açıklama”ya konu edindi. – 11.
[2] Marx burada Proudhon’u hedef alan
Felsefenin Sefaleti başlıklı çalışmasını kastediyor. (Bkz:
Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınlan, Ankara 1999) – 14.
[3] John Wade’in
History of the Middle and Working Classes’ı [
Orta Sınıflar ve İşçi Sınıflarının Tarihi]
kastediliyor. Bu çalışma 1833’te Londra’da yayınlanmıştı. – 15.
[4] “Hammadde” teriminden Marx burada emeğin herhangi bir biçimde değişmediği ancak çalışma koşulu olarak hizmet edecek, doğanın sağladığı şeyleri anlıyor. Bunun dışındaki tüm örneklerde Marx “hammadde” sözcüğünü daha dar anlamda,
Kapital’in Birinci Cildinde VII. bölümde tanımladığı biçimde, “esasen emek ürünü olan şeyler” anlamında kabul eder. (
Kapital, Birinci Cilt, Sol Yayınları, Ankara 1997, s. 184). “... emeğin her ürünü hammadde değildir; ancak emek aracılığıyla bazı değişiklikler geçirdikten sonra hammadde olabilir” (agy, s. 182).
“Hammadde” terimini normal kullanımından ayırarak kullanması olasılıkla Rodbertus’u eleştirirken Marx’ın, Rodbertus’un terminolojisini polemik aracı yapmak istemesinden ileri gelmiştir. – 17.
[5] 1861-1863 elyazmalarının IV. not deflerinde (s. 149 ve sonrasında) Marx “emeğin
ilk işbölümü”nü toplum içinde birbirinden bağımsız olan meta üreticileri arasında toplumdaki işbölümü olarak; “
ikinci işbölümu”nü de kapitalist bir girişimde, özellikle bir işlik içindeki işbölümü olarak tanımlar. (
Kapital, Birinci Cilt, s. 344.) – 18.
[6] Bu alıntılar, Thomas Charles Banfield’ın,
The Organisation of Industry [
Sanayinin Örgütlenmesi]
adlı kitabının, 1848’de yayınlanan ikinci baskısından (s. 40 ve 42) aktarılmıştır.
– 19.
[7] “Ortalama fiyat” (“
Durchschnittspreis”) terimini Marx burada ürünün fiyatı anlamında, yani s +
d (üretim maliyeti) + ortalama kâr anlamında kullanıyor; ve açıkça belli olduğu gibi bu terim, “uzun bir süreye yayılan ortalama pazar fiyatı ya da pazar fiyatının çekim alanı içinde olduğu merkez nokta” ile özdeştir. (Bkz: bu cilt, s. 301) “Ortalama fiyat” terimini Marx ilk kez
Artı-Değer Teorileri’nin Birinci Kitabında kullanmıştır. – 20.
[8] “
Üretim süresi”
ve “
emek süresi”
ya da “
çalışma süresi”
arasında özellikle tarımda görülen farkı ve bu farkın tarımdaki kapitalist gelişmede ortaya çıkardığı özellikleri Marx 1857-1858 elyazmalarında (
Grundrisse der Kritik der politischen Oeconomie [
Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisinin Temelleri])
açıklamıştır. “Üretim süresi” kavramı –yani çalışma süresine ek olarak “çalışmaya konu olan nesnenin, doğal süreçlerin de etkisi altında bulunduğu ve fizik, kimyasal, fizyolojik değişikliklerden geçtiği süreyi” de kapsayan dönem– Marx tarafından
Kapital’in ikinci cildinde, “üretim zamanı” hakkındaki bölüm XIII’te incelenir. – 23.
[9] Kapital’in üçüncü cildinde Marx, kapitalistlerin aynı anda hasım rakipler ve “müttefikler” olduğunu ifade eder. Genel kâr oranının eşitlenmesiyle ilgili incelemesinde Marx “tek tek her üretim dalında kapitalist bireylerin ve genelde bir bütün halinde kapitalistlerin toplam işçi sınıfının sömürülmesine ve sömürü derecesine toplam sermaye ile katıldıklarına işaret eder ve şöyle der: “Görülüyor ki, kendi aralarındaki rekabette nefretten hiçbir şey kaybetmezken kapitalistlerin neden tüm işçi sınıfına karşı gerçek bir mason topluluğu oluşturduğunun kesin matematik kanıtını görüyoruz.” (
Kapital, Üçüncü Cilt, Sol Yayınlan, Ankara 1997, s. 176.) – 24.
[10] Marx’ın orijinal planına göre ekonomiye ilişkin çalışmaları altı kitaba ayrılacaktı; “bu kitap” derken Marx, bu altı kitaptan ilkine,
Kapital’e gönderme yapıyor. (Bkz:
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, Ankara 1993) –25.
[11] Bkz: P. J. Sterline,
The Philosophy of Trade or; Outlines of a Theory of Profits and Prices [
Ticaretin Felsefesi ya da Ana Çizgileriyle Kâr ve Fiyat Teorisi]
, Edinburgh, 1846, s. 209-210. – 28.
[12] Carey, rantın yalnızca toprağa gömülmüş sermayenin faizi olduğunu ilan etmişti. Marx, kendi elyazmasının 523. sayfasında (Bkz: bu cilt, s. 151), adından söz etmeksizin Carey’in bu sıradan ve vülger yaklaşımı üzerinde duruyor. – 28.
[13] Buchanan’ın, tarımsal ürünlerde tekel fiyatı kavramını Marx elyazmasının 523 ve 644. sayfalarında (bkz: bu cilt s. 150 ve s. 370-371) ele alıyor; Hopkins’in rant hakkındaki görüşlerini ise elyazmasının 508-510. sayfaları arasında (bkz: bu cilt, s. 125-129) inceliyor. – 28.
[14] Bkz: George Opdyke,
A Treatise on Political Economy [
Ekonomi Politik Üzerine Bir Tez]
, s. 60, New York, 1851. – 28.
[15] Francis William Newman’ın
Lectures on Political Economy [
Ekonomi Politik Üzerine Dersler]
, Londra, 1851, kastediliyor. Kitabının 155. sayfasında Newman şöyle yazıyor: “... yoksul olmayan ve kesinlikle kapitalist denmesi gereken bu çiftçilerin çoğunluğuna bakınca, kırsal yaşam sevgisinin, ortalamada onları, aynı sermayeyle başka bir işten beklenebilecek olan kazançtan daha azıyla yetinmeye yönelttiğini görürüz.” – 32.
[16] Elyazmasında bundan sonra bir şema taslağı yer alıyor. Bu taslakta Marx, bir pamuk üreticisinin, bir eğirmenin ve bir dokumacının üretimini inceliyor. Her birinin tek tek elde ettiği kârdan yola çıkıyor ve elde edilen kârın,
dokumacının, aynı zamanda eğirmen ve pamuk üreticisi olduğunun varsayılması halinde nasıl gelişeceğini inceliyor. Ancak anlaşılıyor ki, Marx bu yazdıklarından mutlu olmamış. Çünkü şemayı yarım bırakmış, karalamış ve hemen altında metinde yer alan düşüncelerini yazmış. – 42.
[17] Marx, John Stuart Mill hakkındaki geniş bölümü kastediyor. Bu bölüm VII ve VIII. not defterlerinde (1861-63 elyazmasının 319-345. sayfalarında) yer alıyor. Marx’ın hazırladığı İçindekiler sayfası uyarınca ve VII. not defterindeki referanslara (s. 319) bakarak John Stuart Mill bölümü
Artı-Değer Teorileri’nin Üçüncü Kitabına, Rikardocu ekolün çözülüşü bölümüne aktarıldı. – 42.
[18] Bkz: Karl Marx,
Artı-Değer Teorileri, Birinci Kitap, Dördüncü Bölüm, “Gelirin ve Sermayenin Değişimi” başlıklı Onuncu Kesim, s. 217-238. – 42.
[19] Marx burada, sonunda
Kapital’in üçüncü cildini oluşturan “Genel Olarak Sermaye” çalışmasını kastediyor. Bkz:
Artı-Değer Teorileri, Birinci Kitap, açıklayıcı not 12, Sol Yayınları, 1998). – 42.
[20] Marx burada, ekonomi politiğe ilişkin özetlemeleri içeren XII. not defterini kastediyor. Not defterinin kapağına Marx “Londra, Temmuz 1851” yazmıştı. Marx burada, Thomas Hopkins’in
Economical Enquiries Relative to the Laws Which Regulate Rent, Profit, Wages and the Value of Money [
Rantı, Kârı, Ücretleri ve Para Değerini Düzenleyen Yasalar Çerçevesinde Ekonomik Araştırmalar]
(Londra, 1822) başlıklı kitabından yaptığı bir alıntıyı kastediyor. Bu alıntı XII. not defterinin 14. sayfasında yer almaktadır. Marx daha sonra bu bölümü, 1861-1863 elyazmasının XIII. not defterinin kapağında (s. 669b) yeniden alınlılar. Bu baskıda, bu alıntı Ekler bölümünde, s. 562-563’de yer alıyor. – 49.
[21] Marx, (17. notta anılan
ve Artı-Değer Teorileri’nin üçüncü kitabında yer alan) John Stuart Mill ile ilgili bölümde hammaddenin yüksek ya da düşük maliyetinin onu kullanan sanayi üzerindeki etkisini ele alıyor. – 58.
[22] Bkz.: T. R. Malthus,
Principles of Political Economy [
Ekonomi Politiğin İlkeleri]
, İkinci Baskı, Londra 1836, s. 268). Malthus’tan alıntılanan bu parçayı Marx
Artı-Değer Teorileri’nin üçüncü kitabında Malthus’la ilgili bölümde (elyazmasının 765-766. sayfaları) çözümlüyor. – 61.
[23] Marx burada elyazmasının VIII. not defterinde (s. 335-336),
Artı-Değer Teorileri’nin üçüncü kitabında yayınlanan (bkz: 17 nolu açıklayıcı not) John Stuart Mill ile ilgili geniş ara-açıklamasında verdiği örneğe gönderme yapıyor. – 67.
[24] Bkz: Karl Marx,
Artı-Değer Teorileri, Birinci Kitap, s. 217-238. – 72.
[25] Rodbertus’tan aldığı bu parçayı Marx, “gerekli değişiklikler”le alıntılıyor. Bu değişiklikler Rodbertus’un hesap dışı bıraktığı bir durumun zorunlu sonucu olarak ortaya çıkmış bulunuyor. Rodbertus’un hesap dışı bıraktığı şey, nasıl ki sanayide tarımsal hammaddelerin değeri ürüne giriyorsa makinelerin ve öteki üretim araçlarının değerinin de tarımsal ürüne girmesi gereği idi. Marx daha önceki bir noktada (bkz: bu cilt s. 51-52) bu parçayı Rodbertus’un söylediği biçimde alıntılıyor. Marx “makine değeri” (
Maschienenwert) terimini Rodbertus’un “materyal değeri” (
Materielwert) terimine benzeterek Rodbertus’u bir bakıma alaya alıyor. Marx’ın alıntıya eklediği tüm sözcükler, metinde espaslı dizilmiştir. – 72.
[26] Bkz: Karl Marx,
Artı-Değer Teorileri, Birinci Kitap, s. 230-237. – 74.
[27] Bkz: Karl Marx,
Artı-Değer Teorileri, Birinci Kitap, s. 221-230. – 75.
[28] Elyazmasında bundan sonra sermaye hakkında şu kısa ekleme yapılmış: “Başka insanların emeğinin meşrulaştırılmış yansıması”. Marx bu eklemeyi köşeli ayraç içine almış ve yazının akışını kestiği için başka bir yere eklenmesi gerekliğini belirtmiş. Bu ciltte bu alıntı s. 28’de dipnot olarak yer alıyor. – 86.
[29] Marx, toplam rantın (yani mutlak rant ve farklılık rantının) toprağın göreli verimine bağımlılığını incelemeye başladığı bu paragrafta her şeyden önce, rant miktarının toprağın verimiyle doğrudan orantılı olduğunu (yani eğer herhangi bir toprak türü, bir başkasından beşte-bir oranında daha verimliyse o türün rantının daha az verimli olan toprağın rantına göre beşte-bir daha fazla olduğunu) varsayıyor. İzleyen incelemesinde Marx bu varsayımından vazgeçiyor ve rant miktarının, toprağın göreli verimine bağımlılığını daha kesin bir biçimde formüle ediyor.
Marx’ın bu daha sonraki açıklamalarıyla uyumlu olarak sınıf II, III ve IV’ün rantlarını eklersek ve bu sınıfların bıraktığı quarter ürün sayısından giderek bir hesap yaparsak her bir quarter 1/3 sterlinden satıldığına göre şu rant miktarına ulaşırız: sınıf II için 34 sterlin, sınıf III için 62
4/
5 sterlin, sınıf IV için de 97
9/
25 sterlin. Hesabın nasıl yapıldığına gelince şöyle: Sınıf II, sınıf I’den 1/5 daha verimli olduğuna göre, 360 + 72 yani 432 quarter üretir, bunlar quarter başına 1/3 sterlinden 432/3 sterlin yani 144 sterlin yapar. Bunun 110 sterlini üretim maliyetlerini ve ortalama kân temsil eder, geriye rant için (mutlak ve farklılık rantı için) 34 sterlin kalır. Sınıf II ve IV için hesaplamalar da aynı biçimde yapılır.
Marx’ın XII. (“Farklılık Rantı Tabloları ve Yorum”) bölümünde büyük ölçüde kullandığı bu rant miktarını hesaplama yöntemi bölüm VlII’de görülmektedir. Gerçi s. 88 ve s. 94’te Marx sınıf lV’ün toplam rantının I7
7/
25 sterlin ve bu sınıf için farklılık rantının 7
7/
25 olduğunu yazarsa da biraz aşağıda sınıf IV için farklılık rantını belirlemenin şu doğru yolunu gösterir: 207
9/
25 - 120 = 87
9/
25 sterlin. Eğer 10 sterlinlik mutlak rant bu miktara eklenirse sınıf IV’ün toplam rantı olarak 97
9/
25 sterline ulaşırız ki bu Marx’ın daha sonraki sonuçlarıyla tıpatıp aynıdır. – 88.
[30] Storch,
Cours d’economie politique [
Ekonomi Politik Dersleri]
, cilt II, St. Petersburg, 1815, s. 78-79’da, en verimli toprağın o toprakla rekabet eden tüm öteki toprakların rantını belirlediğini yazıyor. “En verimli toprağın ürünü talebi karşılamaya yettiği sürece ve ölçüde, daha az verimli topraklarda ... tarım yapılamaz ya da bu topraklar herhangi bir biçimde rant bırakamazlar. Ancak talep, en iyi toprağın sağlayabileceği ürün miktarını aşar aşmaz ürünlerin fiyatı artar ve ondan sonra daha az verimli toprağın ekilip biçilmesi ve o topraktan rant elde edilmesi olanaklıdır.” Marx, Storch’un bu tezini
Kapital’in Üçüncü Cildinde tartışır (Bkz:
Kapital, Üçüncü Cilt, s. 165, 581). – 89.
[31] Kapital’in üçüncü cildinin X. bölümüne ait 30 numaralı notta Marx, tarımsal ürünlerin pazar değeri sorununda Ricardo ile Storch’un “her ikisinin de hem haklı hem haksız olduğunu, ama her ikisinin de ortalama durumu dikkate almayı savsakladığı”nı söyler. – 92.
[32] Bu örnekte kullanılan iki hesaplama yöntemi için 29 no’lu açıklayıcı nota bakınız. – 94.
[33] Bkz: Karl Marx,
Artı-Değer Teorileri, Birinci Kitap, 1998, s. 42-46 ve s. 85-87.-95.
[34] Marx burada toprak sınıflan I, II, III ve IV’te yatırılan tarımsal sermayenin elde ettiği kârı dikkate almaz. Toprak I’de yatırılan 100 sterlinlik sermaye bushel başına 6 şilin 8 peniden 330 bushel üretir, I’in toplam ürününün değeri 110 sterline ulaşır; bunun 10 sterlini ranta gider, dolayısıyla kâr yoktur. Aynı şey dört sınıfın toplam ürünü için de geçerlidir; ürün toplamı 500 sterline ulaşır, bunun 400 sterlini sermaye harcamalarını yerine koyan parçadır, 100 sterlini de sınıf I, II, III, IV’ün toplam rantı yani 10 + 20 + 30 + 40 sterlin = 100 sterlindir. – 97.
[35] Marx burada kesin bir hesap yapmıyor. Çünkü sınıf I’in ürününden 4 katı aşkın daha büyük olan bir ürünün üretiminin eğer o ürün eşzamanlı olarak dört sınıf tarafından birden üretilirse sınıf I’inkinden daha aza malolacağı tezinin genel olarak gösterilebilmesi için, bu dört sınıflan her birindeki maliyetleri ifade eden rakamların bir azalan verim çizgisi oluşturduğunu ortaya koymak yeterlidir. Konuyu basitleştirmek için Marx 100, 90, 80, 70 şeklinde yuvarlak rakamlar kullanır.
Eğer kesin hesap yapılsaydı, farklı rakamlara ulaşılırdı. Örneğin sınıf I’deki ürün miktarının 330 bushel olduğu kabul edilse, verimliliğin beşte-bir daha fazla olduğu sınıf II’de ürün, 100 sterlinlik bir sermaye ile 396 bushel olurdu; o zaman sınıf II’deki 330 bushel ürün 100 x 300/396 = 83
1/
3 sterline malolurdu. – 97.
[36] Elyazmasında Marx’ın ayraç içinde aldığı bu paragraf, (aynı sayfada - 494’te) iki paragraf aşağıda yer alıyor; Petty’nin ve D’Avenant’ın rant büyüklüğünün çeşitliliğine ilişkin görüşlerinin kısa tarihsel anlatımı hakkındaki bir bölüme sokulmuş, içeriğine göre, ayraç içindeki paragraf, Marx’ın tarımdaki üretkenlikle sanayideki üretkenlik arasındaki ilişkiye ilişkin daha yukarıdaki düşüncelerini izliyor. – 101.