İlk haberler yıllar önce “sol medya”da çıkmaya başlamıştı: “Dersim’de yozlaşma ve çürümeye karşı kadın duyarlılığı
Dersim (03.02.2004) - Aralarında Emekçi Kadınlar Birliği’nin de bulunduğu Dersim İl Kadın Platformu, 31 Ocak’ta Yeraltı Çarşısı üzerinde Dersim’deki ahlaki çürüme ve kültürel yozlaştırmaya karşı basın açıklaması yaptı. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı eylemde açıklamayı platform adına Hüsniye Mavi okudu. Dersim’de bulunan birahanelerde çalıştırılan kadınlar üzerinden fuhuşun yaygınlaştırılarak ahlaki çürümenin derinleştirildiğine vurgu yapan Mavi, “Kadınların ‘garson’ adı altında birahanelerde çalıştırılması, kadınların bedenlerini para karşılığı satmasının önünü açtığı gibi, fuhuşun, çeteciliğin ve madde bağımlılığının yaygınlaştırılmasını da teşvik etmektedir” dedi.” Ardından “teori” geldi! “Yozlaşma, halkın geçmişten bu yana yarattığı, gelenekselleştirdiği olumlu gelenek, kültür, ahlaki özelliklerinin toplamı olan manevi değerlerinin bozulması, içinin boşaltılması ve bunların yerine emperyalist yoz kültürün geçmesidir. Yozlaştırma politikası, bir yandan halkın asırlardan bu güne taşıdığı olumlu değerlerin içi boşaltılırken, diğer yandan da bunların yerine burjuvazinin kültürünün ve lümpen bir kültürün empoze edilmesinden oluşuyor.” (abç) (Yürüyüş, Hayatın İçindeki Teori: Yozlaşmanın Teorisi-1, Sayı: 21, 9 Ekim 2005.) Elbette “teori olmadan pratik olmaz”dı ve ardından “pratik” geldi!
Yürüyüş dergisinin 6 Ağustos 2006 tarihli 64. sayısında “Halkı yozlaştıranlar affedilmiyor” başlıklı yazıda, “Devrimciler yaptıkları eylemlerle halkımızın gençlerimizin; fuhuş, uyuşturucu, kumar ve her çeşit pislik içinde boğulmasına izin vermeyeceğiz diyorlar.” alt başlığı altında yapılan eylemler sıralanıyordu: “Eylem-4: 12 Temmuz saat 21.00’da Bağcılar-Kazımkarabekir Mahallesi’nde ‘Sohbet Et Lokantası’ adlı içkili, kadın çalıştıran batakhane tahrip edilmiştir.”
Ve yine aynı derginin aynı sayısında, “Bu Birahane Kadın Çalıştırıyor. Cemil Bundan Vazgeç” pankartının asıldığı bir başka “eylem” haberi yer alıyordu.
Aradan yıllar geçti ve 2010’a gelindi.
2010 yılının Temmuz ayında Atılım’da şu haber yer alıyordu: “Dersim’de yozlaşmaya karşı bombalı uyarı
Dersim (10.07.2010)- HPG Dersim Saha Komutanlığı, Dersim’de kültürel yozlaşmaya yol açtığı gerekçesiyle birahaneleri uyarıyor. HPG geçtiğimiz hafta bu amaçla Saray Birahanesi’ni bombalamıştı. Dün sabah saatlerinde de Mozaik birahanesi bombalandı. HPG Dersim Saha Komutanlığı’nın yayınladığı açıklamada, geçtiğimiz haftalarda Dersim’de kültürel yozlaşmaya yol açan, esrar satan başta Mozaik, Saray ve Muhabbet birahaneleri olmak üzere tüm birahaneleri uyardığı belirtildi. Uyarının ardından bir hafta önce Saray birahanesi bombalandı ve HPG bombalamayı üstlendi.” 25 Kasım 2010’da “sol medya”da şu haber yer aldı: “Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin, kadın garson çalıştıran birahanelerin Dersim’de ciddi yozlaşmaya sebep olduğunu savundu. Dersim’de birahaneler sorunu olduğunu öne süren Başkan Şahin, şöyle dedi: ‘Diyeceksiniz ki hiçbir kentte birahane yok mu? Elbette ki var. Ama bizim kentimizdeki birahaneler, ‘birahane’ gibi çalıştırılmamakta. Kadın bedenleri buradan pazarlanmakta. Bu da kentimizdeki yozlaşmaya neden olmakta. Ahlaki, politik ve her türlü yozlaşmaya neden olmakta. Biz kadınlar bu şiddetin birinci dereceden mağduruyuz. Hem bedenleri satılanlar olarak, hem de geride kalan kadınlar olarak.’” Aynı konuda son “haber” ise tüm “medya”da yer aldı: “18 Aralık 2010 – Tunceli’de kadın garson çalıştırılan birahanelerin fuhuş yaparak aile yapısına zarar verildiğini öne süren Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ilde bayan garson çalıştıran birahaneleri protesto etmek için yürüyüş düzenledi. Tunceli Sanat sokağında bir araya gelen 2 bin kişi, şehir merkezinde bulunan birahanelerin bulunduğu sokağa doğru yürüyüşe geçti.
Grup, ‘Dersim onurdur, onuruna sahip çık, birahaneler kapatılsın, yozlaşmaya hayır’ sloganları atarak birahane camlarını taş yağmuruna tuttu. Çok sayıda kadının da katıldığı protestoda, kadın garson çalıştıran bir birahanenin camlarının kırılmasına küfürle karşılık veren birahane sahibi ile grup arasında kavga çıktı.
Kadın garson çalıştırmanın ahlaki çöküntüye yol açtığını belirten Murat Kur, ‘Dersim halkı bu durumu asla kabul etmemektedir. Son yıllarda birahanelerdeki bu bayan garsonlar yüzünden 86 kişi eşinden boşanmış 4 vatandaşımız bu iş yerlerinde yaşanan kavgadan dolayı hayatını kaybetmiştir. Dersim halkı artık bu duruma dur demiştir. Birahane sahipleri bundan böyle artık kadın garson çalıştırmaktan vazgeçmeleri gerekmektedir, aksi takdirde halkımız buna müsaade etmeyecek ve halkımızı yozlaştırarak kadın bedeni üzerinde para kazanan işyerlerine gitmeyecek ve bunları protesto etmeye devam edecektir’ dedi.” Böylece toplumsal bir sorun, üst başlığı “yozlaşma”, alt başlığı “kadın garson çalıştıran birahanelerin yarattığı yozlaşma” olarak konuldu. İmzalar toplandı, protesto gösterileri yapıldı, birahane sahipleri dövüldü, birahaneler bombalandı ve sonunda “Haydar Hakyemez” sahneye çıktı!
Tüm bunlar, “manevi değerlere bağlı” AKP iktidarı koşullarında ortaya çıktı. Üstelik “içkili lokantalara” polis baskınlarının yapıldığı, “yaşam tarzına müdahale”nin yasa ve yönetmeliklere dönüştürüldüğü bir dönemde gündemleşti. Üstelik bu gündem, “yozlaşmaya karşı mücadele” adı altında eyleme dönüştürüldü.
Evet, bugün toplumda, özellikle Anadolu kasabalarında ve büyük kentlerin “varoş”larında “ahlaksızlık”tan, “ahlaksızlığın başını alıp gitmesinden”, “manevi değerlerin bozulması”ndan yakınılmaktadır. Ancak bu yakınma yeni değildir.
Yukardan aşağıya gelişen, işbirlikçiliğe dayanan kapitalizmin ekonomik, toplumsal ve siyasal yapıda meydana getirdiği değişimin tarihi çok eskilere dayanır. Emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemleriyle kapalı üretim birimlerinin pazara açılması, feodal ve yarı-feodal ilişkilerin giderek tasfiye edilmesi, “geleneksel ilişkileri” değiştirmiştir. Feodal köylülüğün geleneksel dayanışmasına dayanan kapalı toplumsal ilişkinin yerini pazar ilişkisi, para ilişkisi almıştır. Kırdan kente göçle birlikte eski “değer ölçüleri” ortadan kalkmıştır. Bu da “geleneksel toplumsal yapı”nın bozulmasına neden olmuştur. Ancak dış dinamikle geliştirilen kapitalizmin en temel toplumsal sonucu ise, kırdan kente göçle birlikte ortaya çıkan büyük işsizler ordusudur. İşsizlik ve para ilişkisi, geleneksel ilişkileri değiştirirken, aynı zamanda bu ilişkilerin üzerinde yükselen “manevi değerleri”, ahlak anlayışını da işlevsiz hale getirmiştir. Olağan, yani iç dinamikle gelişen bir kapitalizm söz konusu olduğunda, bu işlevsizleşen “manevi değerler” yerlerini burjuvazinin “manevi değerlerine”, yani burjuva ahlakına bırakırken, dış dinamikle geliştirilen kapitalizm koşullarında bu gerçekleşmemiştir. Üstelik feodal ideolojiler (özel olarak din ve ahlak) bizatihi emperyalizm ve işbirlikçi-burjuvazi tarafından yaşatılmış ve üstyapının ayrılmaz bir parçası olarak korunmuştur.
Bir yandan feodal “manevi değerler” üstyapıda korunurken, diğer yandan giderek gelişen kapitalizm bu değerleri sürekli olarak tahrip etmiş, bozmuş ve yozlaştırmıştır. Ekonomik kriz dönemlerinde bu bozulma yoğunlaşarak toplumsal bir tepkiye de yol açmıştır.
İşte bu süreçte, sürekli güçsüzleşen feodal kalıntılar (tefeci-tüccar sermayesi ve feodal esnaf) “tutuculaşırken” (muhafazakarlaşma), aynı zamanda bu feodal “manevi değerler”in korucusu ve savunucusu olarak siyasete girmişlerdir. Bu kesimler, 1950’lerde emperyalizm-feodalizm ittifakının bir ürünü olarak DP’nin içinde siyaset yapmışlardır. Ancak bu ittifakın 1969 bozulmasıyla birlikte ayrı ve bağımsız olarak siyaset sahnesine çıkmışlardır. Feodal kalıntıların emperyalizm-işbirlikçi burjuvaziden kopuşları ve bağımsız olarak siyasete girişleri Erbakan hareketi (MNP/Milli Nizam Partisi) ile başlamıştır.
Erbakan hareketi, MNP’den MSP’ye, Fazilet’ten Saadet’e kadar her aşamada “manevi değerlerin savunucusu” olmuştur. Erbakan’ın “milli nizamı”, eski feodal değerleri temsil eder. Yukardan aşağıya gelişen kapitalizmin, sözcüğün tam ve tarihsel anlamıyla burjuva üstyapı kurma yeteneğine sahip olmaması, öte yandan feodal ideolojileri üstyapının temel taşı olarak koruması, bu eski “nizam” özlemini sürekli kılmıştır. Tasfiye olan her feodal kalıntı, pazara açılan her kapalı üretim birimi geleneksel ilişkilerin ortadan kalkmasına karşı bir tepkiyi, eski “nizam” arayışını ortaya çıkarmıştır. 1980’lere kadar “manevi değerlerin savunucusu” olan Erbakan hareketi geniş bir kitleselliğe ulaşamamıştır.
1980’de, özellikle 24 Ocak Kararlarıyla birlikte, feodal ilişkilerin tasfiyesinde çok büyük gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bu süreçte kırdan kente göç olağanüstü boyutlara ulaşmıştır. 1980 yılında yerleşim yerleri arasında göç eden nüfusun toplam nüfusa oranı %9,8, 1985 yılında %8,7, 1990 yılında %10,8 olurken, kırdan kente göç edenlerin oranı 1980-1985 yılları arasında %22,5 ve 1985-1990 yılları arasında %17,9 olmuştur. 1980 yılında 16 milyon olan kent nüfusu, 1990 yılında 13 milyon artarak 29 milyona çıkmıştır.
Bu göç olgusu, kaçınılmaz olarak kırlarda egemen olan feodal “manevi değerler”in kentlere taşınmasını ve kentlerde yaşatılmasını beraberinde getirmiştir. Bu da, yukardan aşağıya geliştirilen kapitalizme karşı kırsal alanlarda ortaya çıkan tepkiyi örgütleyen Erbakan hareketinin kentlerde etkin olmasına yol açmıştır. Ama Erbakan hareketi (“islamcılık”) uzun süredir kentlere yerleşmiş olan nüfus içinde aynı etkiye sahip olamamıştır. Ancak 1982’deki bankerzedelik kent yerleşikleri üzerinde derin etkiler yapmıştır. Yüksek faiz için bankerlere yatırılan paraların buharlaşmasıyla birlikte, kent yerleşikleri arasındaki toplumsal ve aile ilişkileri büyük ölçüde tahrip olmuştur. Sözcüğün tam anlamıyla kentlileşememiş (burjuvalaşamamış) kent yerleşikleri, toplumsal ve aile ilişkisinin bozulmasıyla birlikte “manevi” arayışlara yönelmiştir. Bu arayışın sonucu olarak da, kent yerleşikleri arasında, özel olarak da kadınlar arasında “sosyete tarikatları” yaygınlaşmış ve güçlenmiştir.
Benzer bir gelişme de Kürt nüfus arasında ortaya çıkmıştır. Özellikle “terör” nedeniyle köylerin boşaltılmasıyla Güney Doğu bölgesindeki il ve ilçelere göç eden nüfus, ülke genelindekine benzer biçimde tarikatların nesnesi haline gelmişlerdir. Özellikle Saidi Nursi’nun “nurculuk” hareketi bu nüfus arasında hızla yayılmıştır.
Tüm bu gelişmelerin ilk sonucu, 1994’de İstanbul büyükkent belediye başkanlığını Erbakancıların kazanması olmuştur (Recep Tayyip Erdoğan’ın yükselişi). Ardından Refah Partisi 1995 genel seçimlerinden birinci parti olarak çıkmıştır.
Gerek Erbakan partileri, gerekse AKP, her durumda yukardan aşağıya geliştirilen kapitalizmin “geleneksel” ilişkilerde meydana getirdiği değişimleri, “çürüme”, “bozulma”, “yozlaşma”, “ahlaksızlaşma” olarak kendi siyasetinin merkezine oturtmuştur. Bu partiler, bir yandan yukardan aşağıya gelişen kapitalizmin parçası haline gelirken ve 2002’den günümüze kadar bunun bizatihi yürütücüsü olurken, öte yandan bu gelişmenin geleneksel toplumsal ve aile ilişkilerinde yarattığı sonuçlara karşı “manevi değerlerin savunucusu” olarak çıkmışlardır. Her yeni ekonomik kriz geleneksel toplumsal ilişkileri daha da bozarken, geleneksel ilişkilerin savunucusu olarak kendilerini sunan “islamcılar” daha da güçlenmişlerdir.
Bu nedenle, 1982 bankerlik olayı, 1994 Şubat krizi, 1999 ve 2001 Şubat krizi ve nihayetinde 2008 krizi, ne ölçüde geleneksel ilişkileri tahrip etmişse, o ölçüde “islamcıların” yükselişini getirmiştir.
2010 yılında bir kez daha “yozlaşma”dan, “alkolizm”den, “fuhuş”tan söz ediliyorsa, bunun temelinde 2008 mortgage krizi yatmaktadır.
“Sol”un (legalist soldan düzen soluna kadar tüm “sol”), tarikatların (“cemaat”in) her ekonomik kriz sonrasında daha da güçlenmesi karşısında eli kolu bağlı kalmıştır. Elden gelen tek şey, legalist solun bir bölümünün yaptığı gibi, bazı “varoşlar”da “manevi değerlerin bozulması”na, “fuhuşa”, “alkolizme” ve “uyuşturucuya” karşı “kampanyalar” düzenlemekten ibarettir. Bu da, tarikatların güçlenmesine yol açan söylemin benimsenmesi sonucunu doğurmuştur.
Herkesin bilebileceği gibi, yaşanılan toplumsal ve ailesel sorunların temelinde kapitalizmin dışa bağımlı, dış dinamikle geliştirilmesi yatmaktadır. Düne kadar emperyalizm-işbirlikçi burjuvazi ikilisinin dışladığı feodal kalıntılar, bugün bu ikilinin müttefiki durumuna gelmiştir. Dün tasfiye olan feodal kalıntıların kapitalizme karşı “tepki”sini ifade eden Erbakan hareketi, artık bu gelişmenin öznesi durumundadır. Ama bu durum teşhir edilemediğinden, AKP iktidarı, sanki iktidar değilmişçesine, kapitalizmin dış dinamikle gelişmesinin yeni “aktörü” değilmişçesine hareket edebilmektedir. AKP, “manevi değerler”in bozulmasına yol açan tüm gelişmelerin kendilerinin dışında ve kendilerine karşı olarak ortaya çıktığının propagandasını yaparak, “manevi değerlerin savunucusu” olarak kendini gösterebilmektedir. AKP, 2008 mortgage kriziyle bir kez daha yoğunlaşan yoksullaşma ve mülksüzleşme koşullarında ortaya çıkan “manevi değerlerin bozulması” ve buna karşı duyulan tepkiyi örgütleyerek “milli nizam”ı yerleştirme konusunda daha ileri adımlar atabilmektedir.
Bugün AKP’nin yasallaştırmaya başladığı “milli nizam”, bir yanıyla Anadolu’daki toplumsal dönüşümden beslenirken, bir yanıyla da “toplu konutlar”da oturan “kredi kartlı yaşam”lardan beslenmektedir. Öte yandan kendi iktidarlarıyla geliştirdikleri dışa bağımlı kapitalizmin “kötülükleri”ni, üstü örtük “anti-amerikan” ve “anti-semitist” söylemlerle bertaraf edebilmektedir.
Sorun, dış dinamikle gelişen kapitalizmin feodal ilişkileri tasfiye etmesi, “manevi değerleri”, yani feodal değerleri yok etmesi değildir. Bunlar, şu ya da bu biçimde tasfiye olmaya mahkumdurlar. Bu feodal değerleri yapay olarak yaşatan ve vareden bizatihi emperyalizmin kendisidir. Bugün AKP iktidarı, bir yandan feodal tefeci-tüccar sermayesi ile emperyalizm arasındaki ittifakın sürdürücüsü olurken, diğer yandan gelişen kapitalizmin ortaya çıkardığı toplumsal tepkileri “feodal ideolojiler”le pasifize etmenin bir aracı durumundadır. Toplumun önemli bir bölümünün “muhafazakarlaşması”, daha tam ifadeyle “muhafazakarlaştırılması”, yukardan aşağıya gelişen kapitalizme karşı duyulan tepkinin olağanüstü boyutlara ulaştığının da bir ifadesidir. Bu nedenle bugün yapılması gereken şey, “yozlaşmaya karşı mücadele” sloganları atarak “birahanelere” karşı savaş ilan etmek değil, AKP iktidarının bu ikiyüzlülüğünü teşhir etmek ve yukardan aşağıya gelişen kapitalizmin niteliğini geniş kitlelere anlatmaktır.