Çok yaygın bir önyargı vardır ki, marksist materyalizmin fikirlere kayıtsız olduğunu, fikirlere hiçbir önem ve rol tanımadığını sanır.
Bu ders, hiç de böyle olmadığını, tersine, marksistlerin, fikirleri ve teorileri tamamıyla ciddiye aldıklarını gösterecektir. Bunun kanıtı, bizzat Marx tarafından verilmiştir: eğer o, fikirlerin bütün gücünü reddetmiş olsaydı, yaşamını, yalnız devrimci teorinin hazırlanmasına ve yayılmasına adar mıydı? Bunun kanıtı, en çetin anlarda savaşımın ilk örneklerini kendileri veren, gerektiğinde, sosyalizmin büyük ülkülerinin zaferi için yaşamlarını kahramanca feda eden Marx'ın öğretilileri tarafından verilmiştir.
Geçen dersimizde girişini yaptığımız örneği ele alalım: (sayfa 263) savaşların "insanların bilincinde" doğdukları ve onun için de savaşı ortadan kaldırmak için kafaların barışçı bir düşünceyle değiştirilmesinin yeterli olduğu yolunda UNESCO tarafından yayılan fikir. Savaşın -ve bunun sonucu olarak savaş fikirlerinin- kökeni, toplumların maddi gerçeğinde olduğu için, UNESCO'nun bu tezinin materyalist bir sınava dayanamadığını gördük.
Oysa UNESCO'nun tezi yanlış olmakla birlikte, büyük bir önem taşır. Pratik olarak rolü çok açık-seçiktir: savaşla savaşmak görünüşü altında, bu idealist tez, savaşın gerçek nedenlerinin araştırılması çabalarını yolundan saptırıyor. Genel anlamıyla "insanların bilincini" (savaşın kaynağı olarak) işin içine sokan bu kurnaz idealizm, gerçek suçluların sorumluluklarını, emperyalistlerin gerçek sorumluluklarını gizliyor. Bu idealizm iyi laf ediyor , ama savaş güçlerine yardım ederek barış güçlerine kötülük ediyor. Gerçekten "kafaları barışçıllaştıranlar", savaşın nesnel nedenlerini bir idealizm örtüsü altında insanların gözlerinden saklayanlar değil, bu nedenleri tahlil eden, emperyalist saldırganları ele veren materyalistlerdir.
Onun içindir ki, marksizm, fikirlerin gücüne önem vermemekten tamamen uzaktır.
Marksizmi, fikirleri önemsememekle eleştirenler, bilerek ya da bilmeyerek, onu, kendisinin hiç ilişiği olmadığı bir suçla suçluyorlar. Aslında kaba materyalizmin suçu olan bir şeyi, ona yüklüyorlar. Fikirlerin önemini reddetmek; bu, diyalektik materyalizmin her zaman savaştığı, bilime-karşı bir tutumdur.
"Bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü." Feuerbach'ın bu formülü, dar düşünceli, açıklıktan uzak bir formüldür. Gerçekten de, o, bireyin bilincini belirleyen koşullar arasında varolan ideolojilerin de kesin olarak yeraldığını unutuyor. Öyle ki, kulübede oturan bir kimse, pekala bir prensin kendini beğenmişliğine sahip olabilir! İşçi, küçük-burjuvaların kendini beğenmişliklerine sahip olabilir. Eğer sosyalist fikirlerin daha önceden toplum içinde bir varlıkları ve bir rolleri olmasaydı, Stalin'in sözünü ettiği Gürcistanlı kunduracı[18], bu sosyalist fikirlere gelmiş olmayacaktı.
Jean Brecot'nun Torbası adlı kitabında, Gaston Monmousseau, canlı bir örnekle, -"Soylu Bir İnek"i okuyunuz, s. 84- şu ya da bu kişilerin varlıklarının maddi koşulları ile çelişki halinde olan bir ideolojiyi uzun zaman koruyabildiklerini gösteriyor.
Anti-diyalektik materyalizmin mekanikçi anlayışları -biz bunu, bilimsel materyalizme karşılık olarak "kaba" materyalizm olarak nitelendiriyoruz- çok tehlikelidir. Neden? Çünkü, bu anlayışlar, idealizme yardım ediyorlar. Kaba materyalizm, fikirlerin rolünü yadsıyarak, idealist filozoflara, böylece, boş bırakılmış alanı işgal etmek olanağını veriyor. Öyleyse, bir yanda gerçeği yoksullaştıran dargörüşlü bir materyalizm var -öte yanda ise yetersizliklerinin "yerini doldurmak" için idealizmin cömertçe getirip sunduğu "ruh tamamlayıcı"sı var. İdealizm, mekanikçiliği düzeltiyor. Yanılgı, yanılgıyı düzeltiyor.
Öyleyse diyalektik materyalizmin durumu nedir? (sayfa 265)
Mekanik materyalizme göre, toplumsal bilinç, maddi varlığın ancak edilgin bir yansısı ("gölge görüngü" ("epiphenomene") de denir) olduğu halde, diyalektik materyalizme göre toplumsal bilinç, pekala yansıdır, ama etkin bir yansıdır.
Gerçeğin hareket olduğunu (diyalektiğin ikinci yasası, üçüncü derse bakınız), gerçeğin her yönünün hareket olduğunu biliyoruz. Oysa, fikir ve teoriler, her ne kadar maddeden sonra geliyorlarsa da, onlar da, bütün gerçeğin görünüşleri olmaktan geri kalmazlar. O halde varolan her şeyin sahip bulunduğu bir özelliği onlara da tanımayı neden reddetmeli? Fikirlerin ve teorilerin hareketini ve eylemini neden reddetmeli? Diyalektik evrenseldir; o halde, şeylerde olduğu kadar fikirlerde, üretimde olduğu kadar toplumsal bilinçte de kendini gösterir.
Fikirlerin bütün gücünü reddeden tez, bir ikinci anlamda da diyalektiğe aykırıdır: Biliyoruz ki, gerçek, karşılıklı bağımlılıktır, gerçeğin çeşitli yönleri aralarında bağıntılıdır, biri diğeri üzerinde etki yapar. Buradan şu sonuç çıkıyor: toplumun maddi yaşamından türeyen manevi yaşamı bu maddi yaşamdan ayrılamaz; o halde, karşılığında, kendisi de toplumların maddi yaşamları üzerinde etki yapar.
Böylece, diyalektiğin yasalarının uygulanması, toplumsal fikirlere ve teorilere bütün önemlerini vermekle kalmaz, bunların etkisinin nasıl oluştuğunun anlaşılması olanağını da sağlar.
Engels, toplumda fikirler arasındaki bu karşılıklı ilişkiyi, karşılıklı etkiyi şöyle ifade ediyor:
a) Fikirlerin maddi kökeni, onların gücünü oluşturur.
Diyalektik materyalizm, toplum yasalarının -en başta iktisadi yasaların- nesnel özelliğini ortaya koyarken, aynı zamanda, fikirlerin nesnel rolünü de ortaya koymuş oluyor (bu da insanlara, toplumun yasalarının işleyişini çabuklaştırmak ya da geciktirmek, kolaylaştırmak ya da güçleştirmek olanağını sağlar). Kaba materyalizmin esiri olan bazı kimseler: "Tutarsızlık!" diyeceklerdir buna. "Ya biri, ya da ötekidir! Ya 'nesnel etken'in gücünü kabul ediyorsunuz, ya 'öznel etken'in gücünü kabul ediyorsunuz. Seçmek gerek." İşte metafizik bir durum.
Diyalektik materyalizm, madde ile düşünceyi, birbirinden ayrılmış, bağsız iki ilke haline getirmez. Madde ve düşünce, biri de öteki kadar gerçek olan "... aynı doğanın ya da aynı toplumun" iki yönüdürler: "Biri olmadan ötekini kavrayamazsınız; bunlar birlikte vardır, birlikte gelişirler , ve dolayısıyla birbirlerini yadsıdıklarını düşünmemiz için bir neden yoktur".
Ve Stalin devam ediyor: "Maddi ve düşüncel -iki farklı biçimde ifade edilen tek ve bölünmez bir doğa; maddi ve düşüncel- iki farklı biçimde ifade edilen tek ve bölünmez bir toplumsal yaşam: işte, doğanın ve toplumsal yaşamın gelişmesine böyle bakmalıyız."[23] (sayfa 269)
Elbette ki, maddi yön, manevi yönden önce gelir.
O halde, diyalektik materyalizm, fikirlerin dünya üzerindeki gücünü kabul etmekle kalmaz, bu gücü anlaşılır bir şey haline getirir. Tersine, idealizm, fikirleri, gerçeğin tümünden ayırarak, onlardan gizemli varlıklar oluşturur: insanın kendi kendisine sorması gerekir: bu fikirler, hiçbir ortak yanları olmadıkları bir dünya (doğa ve toplum) üzerinde nasıl etki yapabilir? Fikirlerin yalıtılmaları onları felce uğratır.
Diyalektik materyalizmin değeri şudur: Toplumsal fikirlerin maddi kökenini bulmuş olduğundan onların çıkmış oldukları bu dünya üstündeki etkililiklerini de anlayabilecek durumdadır. Toplumsal fikirlerin ve teorilerin maddi kökeni, onların ne öneminden ne de rollerinden bir şey kaybettirmediği gibi, onlara bütün etkililiklerini verir.
Fikirleri küçümseyen, horgören, diyalektik materyalizm değildir. Onları boş sözcükler haline getiren, onlardan güçsüz birer korkuluk yapan idealizmdir. Diyalektik materyalizm, fikirlerin sonuçlarında, doğa güçleri kadar maddi olan somut bir güç bulur.
Bu güç -her ne kadar onu bir yanda tek başına, geri kalanla ilişkisiz olarak ele almak istediğimizde, anlaşılmaz olursa da- bununla birlikte ve belli bir dereceye kadar kendi öz hareketiyle gelişebilir. Örnek: din, toplumun maddi, tarihsel koşullarının temeli üstünde doğmuştur. Ama din denen bu fikirler kümesi, edilgin bir şey değildir. Onun insanların beyninde gelişen kendine özgü bir yaşamı vardır. Ve bu o kadar gelişir ki, dinin nesnel nedenlerini bilmeyen insanlar, her şeyi tanrının yürüttüğünü sanırlar. Şu halde, kendilerini oluşturan nesnel koşullar değişmiş olduğu halde, fikirler kuşaklara aktarılabilirler ve tutunabilirler. Ama zamanla, gerçeğin tümü, gerçeğin, bu dinsel ideoloji olan yönü üzerinde etki yapar. Fikrin bir dereceye kadar bağımsız bir gelişmesi vardır; ama fikir ile nesnel dünya arasındaki çelişki çok keskin bir durum aldığı zaman, çelişki, nesnel dünyadan yana, bu nesnel dünyayı yansıtan fikirlerin lehinde çözülür. Demek ki, kısacası kendilerine yolaçanlar ve, (sayfa 270) kandırmacalara, yalanlara karşı, yığınlara kendilerini kabul ettirenler gerçek teorilerdir.
b) Eski fikirler ve yeni fikirler.
Fikirlerin kökenini incelerken, fikirlerdeki, ve teorilerdeki çelişkinin toplumdaki nesnel bir çelişkiyi yansıttığını gördük.
Örneğin, kapitalizmin yarattığı iktisadi bunalımları ele alalım. Onların nesnel nedeni, üretim araçları mülkiyetinin özel niteliği ile üretim sürecinin toplumsal niteliği arasındaki çelişkidir.[24] Bu çelişkiyi nasıl çözmeli?
Devrimci proletarya bunu yanıtlıyor: üretim araçlarının toplumsallaştırılması ile, sosyalizmle; o zaman artık bunalım olmayacaktır, üretici güçler, herkesin mutluluğu için, yeniden hız kazanacaklardır. Üretim araçlarını elinde bulunduran ve onlardan en büyük kârı elde eden burjuvazi yanıt veriyor: madem ki, düzenimizi tehlikeye sokuyorlar, üretici güçleri sınırlandıralım; böylece, bizim ayrıcalıklarımızı güvence altına alan kapitalist üretim ilişkilerini koruruz. Eskiden bilime övgüler düzen aynı sınıf, eğer bir "üretim fazlası" varsa, bunu -kendi deyimiyle- bilimin suçu sayarak, bugün bilimi lanetliyor. Tersine, proletarya, bilimi över. Bunalımların suçunun bilimin ilerlemesine değil, toplumsal düzene, kapitalizme yüklenebileceğini kabul eder.
Görülüyor ki, nesnel bir çelişki temeli üzerinde, bunalım halindeki kapitalizmin çelişkisi temeli üzerinde fikir savaşımı vardır.
Bir yanda burjuvazinin ideologlarının ve gazetecilerinin bol bol yaydıkları fikir: bilim kötüdür; onu gözönünde bulundurmak gerekir, onun ilerlemeleri bir afettir, onu dine tabi kılmanın zamanıdır. Ve magazinlerde ve hafif dergilerde, anti-komünizm ve çıplak kadın resimleriyle birlikte bağıcılık, büyücülük, falcılık gibi "gizli bilgiler"e büyük bir yer (sayfa 271) verilmesi boşuna değildir. Gene resmi bir belgede,[25] milli eğitim bakanının görgücülüğe, yani bilimin uzun zamandan beri aşmış olduğu araştırma yöntemlerine dönüşü, göklere çıkarması boşuna değildir. Bu ortaçağ gizemciliğine dönüşle, bilime karşı şatafatlı ve sinsi propagandanın birlikte olması bir raslantı mıdır? Eğer bugünün burjuvazisi, nesnel yasalar olmadığını, onun için de "anlamaya çalışmak" gerekmediğini sekseniki yoldan anlatıyorsa bu raslantı mıdır? Bütün bunlar, gerçekte toplumların gelişiminin mahkum ettiği ve tarih tekerleğinin geriye işlemesini isteyen bir sınıfın çıkarlarının ideolojik ifadesidir.
Ama karşı uçta, bilimlerin ilerlemesini yüreklendirmek gerektiği fikri, proletarya tarafından, devrimci sınıf tarafından yayılmaktadır. Bu, gerçekte, üretici güçlerin gelişmesiyle tam bir uyuşma halindedir; bundan böyle artık yalnız proletaryanın devrimci savaşımı bu atılımı sağlayabilir.
Demek ki, fikirler de birer güçtürler. Eski fikirler gericilerin güçleridir ve onun için gerici sınıflar bu fikirleri işlerler. Öncü fikirler, toplumların ilerlemesine katkıda bulunan fikirlerdir, bunun için de yükselen sınıflar, bu fikirleri bütün güçleriyle desteklerler.
Aşırı bir basitleştirmeyle, bunlardan, mevcut sınıfların, sınıf olarak, kendi gereksinmelerine uygun düşen ideolojileri kendiliklerinden yarattıkları sonucunu çıkarmamalıdır. Filer, bilgi sürecinin ürünleridir: işbölümünün hüküm sürdüğü bir toplumda (bu, toplumların sınıflara bölünmüş olduğu durumdur), fikirler, özellikle bu görev için ayrılmış bireyler: rahipler, filozoflar, bilginler, teknisyenler, eğitimciler, sanatçılar, yazarlar vb. tarafından hazırlanırlar, ama sınıf tarafından bütünüyle kullanılırlar.
Öte yandan yeni fikirlerden sözettiğimiz zaman, bunu şematik bir tarzda anlamamalıdır. Gerçekten de öyle olur ki, bir sınıf tarafından bırakılan bir fikir, daha sonra, başka biçimlerde, başka bir sınıf tarafından yeniden kabul edilir. Bunun gibi, bilimin yararlı olduğu fikri, devrimci burjuvazi tarafından işlendi (Diderot, Condorcet). Devrimci proletarya aynı fikri yeniden aldı ve yeniledi, proletarya (sosyalizmin kuruluşunda) ondan bütün pratik sonuçları çıkartabilir, oysa burjuvazi, bu fikri, sonuna kadar götüremiyordu. Böylece sınıflar, daha önce kullanılmış olan fikirlerden yararlanabilirler. Bunda şaşılacak bir şey yoktur: insanlar , kendi deneyimleriyle fikirlerin gücünü öğrenmiş oldukları için, bir sınıf daha önce ortaya konmuş olan fikirler arasında kendi egemenliğini ya da kendi yükselişini (bütünüyle ya da kısmen) kolaylaştıran fikirleri ihmal etmez. Tersine, bir sınıf, kendisine artık uygun gelmeyen şu ya da bu fikri, ideolojisinden kovar; faşist burjuvazi, bugün, evvelce feodaliteye karşı ezilen yığınların ittifakını kendisine kazandıran "burjuva demokratik özgürlükler bayrağını", artık ayaklar altında (sayfa 273) çiğniyor.
Ayrıca, burjuvazi, kendisine hizmet eden ve yeni kılığa bürünmüş eski fikirlerden başka bir şey olmayan fikirleri "yeni" olarak yutturmaya çalışır: örneğin, Hitler, eski bilmesinlerci ve ortaçağ ırk ve "kanın" teorisini, bilimin son sözü gibi geçirmek istiyordu. Mussolini, proletarya sosyalizmini bir "eski mit", faşizmi ise bir "yeni mit" olarak ilan ediyordu! "Yenilik" tarihle ölçülmez, belli bir anda konan sorunları çözme yeteneğine göre ölçülür. Marx'ın Kapital'i, ekonomi politik olarak burjuva fakültelerde en yakın zamanlarda okutulanların hepsinden daha yenidir.
Başka bir gözlem: fikirlerin her zaman herhangi bir sınıfın, ya da tarihsel bakımdan belirli herhangi bir toplumun hizmetinde oluşlarından, bütün fikirlerin değeri olduğu sonucunu çıkarmamalıdır. Bilimin kötülükçü olduğu fikri yanlış bir fikirdir, insan toplumlarının bilimsiz ilerlemesi olanaklı olmadığına göre, gerçeğe aykırıdır. Bilimin yararlı olduğu fikri doğru bir fikirdir, olayların gerçeğine uygundur. Yükselen sınıfın, yani proletaryanın gerçeğe gereksinmesi vardır, tıpkı iflas halindeki sınıfın, yani burjuvazinin yalana gereksinmesi olduğu gibi.[29] Ama yanlış fikirlerin de gerçek fikirlerden daha az olmamak üzere etkin bir güçleri vardır. Toplumsal gelişmenin gereksinmelerini en sadık bir şekilde yansıttıkları için son ve kesin zafer kendilerinin olan ve vazgeçilmez hale gelecek ölçüde her gün daha bir önem kazanan öncü fikirlerin, doğru fikirlerin yardımıyla yanlış fikirlere karşı savaşmak gerekir: bu, doğru fikirlerin ışıltılarının genişleyip yayılmasını açıklar. (sayfa 274)
c) Y eni fikirlerin örgütlendirici, harekete getirici ve değiştirici bir etkisi vardır.
-devindirirler, yani enerjileri ortaya çıkarırlar, istek yaratırlar, yığınları harekete geçirirler;[31]
-Örgütlendirirler, yani bu harekete bir birlik ve sürekli bir bağlılık verirler;
-değiştirirler , yani yalnız bilinçler üzerinde etki (sayfa 275) yapmak, bilinçleri yükseltmekle kalmazlar, ama toplumun önündeki sorunların gerçekten çözülmesini sağlarlar.
1917'de öncü fikir: savaştan kurtulmak için, toprağı ele geçirmek için, ezilen milliyetlerin kurtuluşunu sağlamak için vb., Kerenski'nin burjuva hükümetini tasfiye etmek, bütün iktidarı sovyetlere vermek - bu fikir, yığınların örgütlenmesini ve seferber olmasını ve bununla da toplumun değişmesini sağladı.
Bu türden örnekler çoğaltılabilir. Fransız Komünist Partisi Merkez Komitesinde durumu tahlil ederek Maurice Thorez açıklıyordu ki:
"Zamanımızın en kesin olayı, halk yığınlarında birlik fikrindeki ilerlemedir." Ne için birlik? "Yurdumuzda bir barış ve ulusal bağımsızlık siyasetini, bir özgürlük ve toplumsal ilerleme siyasetini zafere ulaştırmak için." Emekçiler, gittikçe daha çok sayıda olmak üzere bu fikre nasıl vardılar? "Marshall planından ve Atlantik Paktından doğan siyasetin", yıkıcı bir savaş ve kölelik siyasetinin, gözboyama ve toplumsal gericilik siyasetinin bütün çelişkileri patlak verdiği için. Emekçiler, bunu değiştirmek için "birlikten ve birlik halinde eylemden başka çare olmadığını" anlıyorlar. Demek ki, birlik fikri, gittikçe daha kuvvetle yığınları sarıyor. Bu fikir onları harekete getiriyor, onları örgütlendiriyor, ister grev komiteleri, ister barış komiteleri, ister özgürlükleri savunma komiteleri halinde olsun. Böylece, -gittikçe daha geniş kalabalıklar halinde seferber olan, gittikçe daha iyi (sayfa 276) örgütlenmiş yığınların gittikçe daha bilinçli olan eylemiyle- kaçınılmaz kıldığı maddi değişmeler , dönüşmeler hazırlanıyor.
Böylece, tarihin koyduğu görevlerin ortaya çıkarttığı yeni fikirler, tarihi yapan yığınlar bu fikirleri benimsedikleri zaman, bütün ağırlıklarını kazanıyorlar. O zaman maddi güçler kadar büyük bir kuvvetle etki yapıyorlar. İlerlemeye düşman olanların, yiğit kişilerin elinde pek korkunç bir hale gelen bu fikirlerde hile yapmak zorunda oldukları o kadar doğrudur ki. Burjuvazinin ve onun uşakları olan sosyalist (sosyal-demokrat -Eriş Yay.) liderlerin durumu böyledir: yukarda aktardığımız metinde Maurice Thorez, şu gözlemde bulunuyor: bunlar, "birlikçi akımın genişliğinden o kadar korkuya kapılmış haldeler ki, birliğe karşı savaşım vermek için, birlik sloganına kendileri sahip çıkmaya çalışıyorlar", "Kötülüğün erdeme saygısı! Ama, polis baskıları, demagojik kurnazlıklar, artık bilinçli olan, nereye gittiklerini, ne istediklerini ve neyin gerektiğini bilen yığınların büyük gücüne karşı duramazlar."[33] (sayfa 277)
Toplumsal fikirlerin ve teorilerin önemi ve rolü çok büyüktür. Biz bundan birkaç sonuç çıkartacağız:
1. Fikirler etkin güçlerdir. O halde, emekçiler arasında yayılmış yanlış görüşlerle savaşımı önemsemeyen, ihmal eden devrimci, hareketin bütününe zarar verir. O kaba materyalizmin uğursuz alanı üzerindedir; bilimsel sosyalizmin teorik temeli olan diyalektik materyalizmin sağlam toprağı üzerinde değildir. Örnek: burjuva basının (Franc-Tireur dahil) emekçiler arasında etki yapmasına karşı çıkmamak, bu emekçileri, toplumsal ilerleme için o kadar büyük bir engel teşkil eden eski fikirlerin eline kurbanlık gibi teslim etmek demektir. 1900 yıllarında, Lenin'in hazırladığı Iskra gazetesi, işçilerin bilincine yeni fikirlerin tohumunu attı: bu tohum filiz verdi. Devrimciler tarafından ele alınan Iskra'nın fikirlerinden, 1903'te daha sonra sosyalist devrimi yönetecek olan parti çıktı. Fikir savaşımı, sınıf savaşımının zorunlu bir yönüdür. Burjuvazinin egemenliği için yararlı olan fikirlerle savaşmamak, proletaryanın ellerini bağlamak demektir.
2. Toplumsal varlık, toplumsal bilinci belirler. Ama toplumsal bilinç de karşılık olarak toplum üzerinde etki yapar. Bu geri dönen etki, maddi değişikliklerin gerçekleşmesi için yalnız zorunlu değildir , belli bir anda belirleyici rolü oynayan fikirdir. O zaman sloganların doğruluğu, belirleyici öğe (sayfa 278) olur.
Örnek: Şu anda, aynı bir düşman, gerici büyük burjuvazi, işçilerin, köylülerin, memurların vb. çıkarlarına zarar vermektedir. O halde işbirliği maddi olarak olanaklıdır. Bir de ilgililerin bunu anlaması gerekiyor! Bunu anladıkları anda, belirleyici öğe, birliğin olanaklı olduğu fikridir. Belirleyici öğe bu olduğu içindir ki, bir yandan hareketin bölücüleri sosyalist (sosyal-demokrat -Eriş Yay.) liderler, sosyalist (sosyal-demokrat -Eriş Yay.) emekçilere: komünistlerle birlik olmayınız! diye yineliyorlar - öte yandan, komünist militanlar, birliğin savunucuları, sosyalist (sosyal-demokrat -Eriş Yay.) emekçileri ortak eyleme yöneltmek için çabalarını artırıyorlar. Ortak eylemin başarısı, bu emekçilerde birliğin olanaklı ve yararlı olduğu fikrini yaratıyor; bu fikir, yeni ortak eylemleri kolaylaştırıyor, ve böylece ortak zafere kadar gidiyor.
Başka bir örnek: Barışın maddi güçlerinin (Sovyetler Birliği, halk demokrasileri, dünya barış hareketi) kuvvetlenmesi, savaşın maddi güçlerinin (emperyalizm) zayıflaması, uluslar arası görüşmelerin zaferi için gitgide daha elverişli olan nesnel koşulları yaratıyor. İşte tam o zaman, milyonlarca ve milyonlarca basit insanın barış isteği, belirleyici etken haline geliyor. Çünkü, madem ki, onun başarısının nesnel koşulları biraraya gelmiştir; eğer bu istek tam olarak uygulanabilirse mutlaka bir sonuca varması gerekir.
Bu örnek, çok açık bir şekilde gösteriyor ki, bir fikir, anın nesnel durumunu ne kadar iyi yansıtırsa, anın nesnel olanaklarına ne kadar eksiksizce uyarlanmışsa, o kadar güçlü olur.
Öznel öğe, nesnel öğeyi ne kadar iyi yansıtırsa, o kadar kesindir. Nitekim diyalektik materyalizm yalnız bilinci ortadan kaldırmamakla kalmaz, tersine, ona tüm değerini verir. "İdeolojik yansı"yı, hareketsiz, etkisiz, yararsız bir ürün gibi anlayarak, "Nesnel koşullar iyidir. Mükemmel! Bırakalım onlar bizi sürüklesinler, her şey yolunda gidecek!" diyecek olan dargörüşlü materyalistin tersine, gerçek materyalist hiçbir zaman kendisini oluruna bırakmaz, olayların kendisini sürüklemesine izin vermez. (sayfa 279)
Stalin, iyi nesnel koşulların biraraya gelmesi halinde fikrin bu kesin gücünü çok ünlü bir tümceyle belirtmiştir.
1. Kaba materyalizm ne bakımdan yanılgıya düşer? Bunu bir örnekle açıklayabilir misiniz?
2. Fikirlerin üstünlüğünü ilan eden idealizm, gerçekte onların gücünü eksik değerlendirirken, diyalektik materyalizmin fikirlere nasıl bütün güçlerini verdiğini gösteriniz. (sayfa 280)
3. Yeni fikirler deyince ne anlamak gerekir?
4. Gerici burjuvazinin, çok eski fikirleri nasıl "yeni" fikirlermiş gibi yutturmaya çalıştığını birkaç örnekle gösteriniz.
5. Güncel bir örnek üzerinde yeni fikirlerin örgütleyici, devindirici, değiştirici rollerini tahlil ediniz. (sayfa 281)
[17] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 665.
[18] Bkz. s. 251, dipnot 7.
[19] "Engels'ten Joseph Bloch'a" (21 Eylül 1890), Felsefe İncelemeleri, s. 184. (Ondokuzuncu dersi, temel ile üstyapı arasındaki ilişkilere ayıracağız.) (Biçimini'den başka bütün italikler bize aittir. -G. B.-M.C.)
[20] "Engels'ten Franz Mehring"e (14 Temmuz 1893), aynı yapıt, s. 198-199.
[21] "Engels'ten Conrad Schmidt'e" (27 Ekim 1890), Felsefe İncelemeleri, s. 190-193, (İdeolojik bir görüş açısı dışındaki italikler bize ait. -G. B.- M.C.)
[22] Bkz: J. Stalin, "SSCB'de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları", Son Yazılar 1950-1953, s. 90-95.
[23] J. Stalin, Anarşizm mi? Sosyalizm mi? s. 28.
[24] Bu konuyu, Dördüncü Bölümde (onsekizinci ders, II. kesim, b) özellikle inceleyeceğiz.
[25] l'Education nationale tarafından 2 Ekim 1952'de yayınlanmış olan 29 Eylül 1952 tarihli sirküler.
[26] J. Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 665.
[27] Bu durum, burjuvaziyi, bilimleri ve teknikleri, barış çabaları zararına kendi savaş sanayileri yararına kullanmaktan alıkoymaz. Ama işte böylece de burjuvazi, bilimin iyi hiçbir şey veremeyeceği yolundaki fıkri pekiştirir.
[28] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 665-666.
[29] Gerici sınıflar, baskı ile fikirleri öldürmek isterler; tarihin öğrettiği işte budur.
"Suçsuzlar kovalandı
Hayvanlar gibi
Karanlıklarda iyi gören
Gözleri aradılar
Oymak için."
(Paul ELUARD)
[30] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 666.
[31] Bu idealist bir iddia mıdır? Çünkü bir fikir ancak maddi koşulları yansıtıyorsa, ancak nesnel durumun doğru değerlendirilmesinden hareket ediyorsa, yığınları harekete geçirebilir.
[32] Marx, Critique de la Philosophie du droit de Hegel.
[33] Lenin'in Œuvres choisies'inin (Seçme Yapıtlar'ının) II. cildinin 178. sayfasında yeni fikirlerinin yığınları sardığı zaman oynayabilecekleri örgütlendirici ve devrimci rolü gösteren bir örnek sunulmaktadır. Lenin, Ekim 1917'deki, büyük toprak mülkiyetini ortadan kaldıran ve toprağı köy emekçilerine veren kararnamenin yorumunu yapıyor. Kararnamede, köylerde (henüz köylü üzerinde büyük etkisi bulunan) sosyalist-devrimciler tarafından kaleme alınan emredici nitelikteki görev belgesine atıfta bulunulmaktadır. Bu görev belgesi bolşeviklerinkine bir çok noktalarda benzememektedir. Bolşeviklerin yönetimindeki devrimci hükümet adına Lenin şunu bildiriyor:
"Burada, kararname ile emredici nitelikteki görev belgesini sosyalist-devrimcilerin kaleme aldığı söylentileri dolaşmaktadır. Varsın öyle olsun! Kimin kaleme aldığı önemli değildir; ama demokratik bir hükümet olarak, aynı görüşte olmasak bile, halk yığınlarının kararını dikkate almamazlık edemeyiz. Yaşamın ateşi içinde pratik uygulamada, belgeyi, yöresinde işler duruma getirirken, köylüler, gerçeğin nerede olduğunu kendiliklerinden göreceklerdir. Ve eğer köylüler, sosyalist-devrimcileri izlemeye devam ederlerse, hatta bu partiye Kurucu Mecliste çoğunluk sağlarlarsa, biz gene de, varsın öyle olsun diyeceğiz. Yaşam en iyi öğretmendir. O, kimin haklı olduğunu gösterecektir. Varsın köylüler bu sorunu bir ucundan, biz de öbür ucundan çözeduralım. Yaşam, yaratıcı devrimci eylemin herkesi sürükleyen selinde, yeni devlet biçimlerinin geliştirilmesinde, bizleri birbirimize yaklaşmaya zorlayacaktır. Yaşamı izlemeliyiz; halk yığınlarının yaratıcı dehasına tam bir özgürlük tanımalıyız. Silahlı ayaklanmanın devirdiği eski hükümet, toprak sorununu, görev başından uzaklaştırmadığı çarlık bürokrasisiyle çözmeyi düşünüyordu. Ama bürokrasi, sorunu çözüme bağlayacağına, ancak köylülerle savaştı. Devrimimizin şu sekiz ayında köylüler çok şey öğrendiler; onlar, toprakla ilgili tüm sorunları bizzat çözmeye niyetlidirler. İşte bu yüzden, bu yasa taslağı üzerinde yapılacak her türlü değişikliğe karşıyız. Ayrıntılara girmek istemiyoruz, çünkü kaleme aldığımız bir kararnamedir, bir hareket programı değil. Rusya büyüktür, yerel koşulları çok değişiktir; hiç kuşku yok ki, bizzat köylüler soruna en iyi ve en doğru çözümü bizden daha iyi getirebileceklerdir. Köylü, bunu, bizim programımızın ruhu içinde mi, yoksa sosya1ist-devrimcilerin programının ruhuna göre mi yapacaktır, sorunun esası bu değildir.
"Esas olan, köylünün tarım bölgelerinde, artık hiç büyük toprak sahiplerinin olmadığına, tüm sorunlarını kendilerinin çözebileceklerine, yaşamlarını kendilerinin örgütleyebileceklerine kesin olarak inanmış bulunmalarıdır." (Lenin, "İşçi ve Asker Vekilleri Sovyetinin Bütün Rusya 2. Kongresi - Toprak Sorunu Üzerine Rapor", İşçi Sınıfı ve Köylülük, Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 227-228.)
[34] J. Stalin, "Barış Sorunları Konusunda Demeç", Son Yazılar, 1950-1953, s. 161.
[35] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 29.
[36] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 667.