DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SERMAYE BİRİKİMİ VE PROLETARYANIN
DURUMUNUN KÖTÜLEŞMESİ
1- SERMAYE BİRİKİMİ VE İŞSİZ ORDUSUNUN OLUŞUMU
Yeniden-Üretim ve Sermaye Birikimi
Sermayenin Organik Bileşimi
Yedek Sanayi Ordusu ve Bu Ordunun Şekilleri
Malthus'un İnsandan-Kaçma (Misantropie) "Teori"si
2- KAPİTALİST BİRİKİMİN GENEL YASASI
Kapitalist Birikimin Genel Yasası Nedir?
Proletaryanın Durumunun Nispi ve Mutlak Kötüleşmesi
Kapitalist Birikimin Tarihsel Eğilimi
BEŞİNCİ BÖLÜM
ARTI-DEĞERİN KARA DÖNÜŞMESİ VE ÇEŞİTLİ
SÖMÜRÜCÜ GRUPLAR ARASINDA DAĞILIMI
1- SERMAYENİN FARKLI ŞEKİLLERE GİRMESİ
Sermaye Hareketi
Farklı Sermaye Şekilleri ve Kapitalist Gruplar
2- ORTALAMA KÂR VE ÜRETİM FİYATI
Üretim Giderleri ve Kâr Oranı
Ortalama Kâr Oranının Oluşumu ve Üretim Fiyatı
Sermayenin Organik Bileşimi |
Artı-değer Oranı |
Artı-Değer (a) |
Kâr Oranı |
Meta değeri |
Kâr Ortalaması |
Ürün Fiyatı |
Ürüh Fişatı ile Değer arasındaki değişim |
|
Deri ve Kösele |
70s+30d |
%100 |
30 |
30 |
130 |
20 |
120 |
-10 |
Dokuma |
80s+20d |
%100 |
20 |
20 |
120 |
20 |
120 |
0 |
Makine Yapım |
90s+10d |
%100 |
10 |
10 |
110 |
20 |
120 |
+10 |
Toplam |
240s+60d |
100 |
60 |
20 |
360 |
20 |
360 |
- |
Kâr Oranının Düşme Eğilimi
3- TİCARİ KÂR
Sanayi Sermayesi ve Ticari Sermaye
Ticari Kârın Kaynağı
Dolaşım Harcamaları
Kapitalist Ticaret Şekilleri
Dış Ticaret
4- İKRAZ SERMAYESİ. HİSSE SENETLİ ORTAKLIKLAR
İkraz Sermayesi ve Faiz
Kapitalist Kredi Banka ve Bankacı Kârı
Hisse Senetli Ortaklık
5- KAPİTALİST REJİMDE TOPRAK RANTI VE TOPRAK İLİŞKİLERİ
Kapitalist Toprak Rantı
Farklılık Rantı
Tarlalar |
Harcanan Sermaye (dolar) |
Ortalama Kâr (dolar) |
Ürün (Kental) |
Tarla Başına Üretim Fiyatı |
Genel Üretim Fiyatı |
Farklılık Rantı |
||
Tüm Üretim |
1 Kental |
1 Kental |
Tüm Üretim |
|||||
I |
100 |
20 |
4 |
120 |
30 |
30 |
120 |
- |
II |
100 |
20 |
5 |
120 |
24 |
30 |
150 |
30 |
III |
100 |
20 |
6 |
120 |
20 |
30 |
180 |
60 |
Mutlak Rant
Toprağın Fiyatı
Tarımda Kapitalist Gelişmenin Ayırdedici Özellikleri
Toprağın Ulusallaştırılması ve Toprak Rantı
ALTINCİ BÖLÜM
TOPLUMSAL SERMAYENİN YENİDEN-ÜRETİMİ VE
EKONOMİK BUNALIMLAR
1- TOPLUMSAL SERMAYENİN YENİDEN-ÜRETİMİ
Bireysel Sermaye ve Toplumsal Sermaye
Toplam Toplumsal Ürün
Gerçekleşme Sorunu Niteliği
Basit Kapitalist Yeniden-Üretimde Gerçekleşme
Genişletilmiş Kapitalist Yeniden-Üretimde Gerçekleşme Koşulları
2- ULUSAL GELİR
Ulusal Gelir Nedir?
Ulusal Gelir Dağılımı
Ulusal Gelirin Kullanılması
3- EKONOMİK BUNALIMLAR
Bunalımların Niteliği ve İlk Nedeni
Kapitalist Çevrim ve Evreleri
Bunalımlar ve Kapitalizmin Çelişkilerinin Keskinleşmesi
II- EMPERYALİZM
TEKELCİ KAPİTALİZM
YEDİNCİ BÖLÜM
EMPERYALİZMİN BAŞLICA EKONOMİK BELİRTİLERİ
1- ÜRETİMİN YOĞUNLAŞMASI VE TEKELLER
Üretimin Yoğunlaşması
Tekel Şekilleri
Başlıca Tekel Şekilleri: |
|||
Kartel |
Sendika |
Tröst |
Konsorsiyum |
Başlıca Kapitalist Ülkelerde Tekelci Birlikler
Tekeller ve Rekabet
2- MALİ SERMAYE VE MALİ OLİGARŞİ
Sermayenin Yoğunlaşması ve Banka Tekelleri
Bankaların Yeni Rolü
Mali Sermaye
Mali Oligarşi
3- SERMAYE İHRACI DÜNYANIN TOPRAK VE EKONOMİK
BAKIMDAN PAYLAŞILMASI
Sermaye İhracı
Dünyanın Kapitalist Birlikler Arasında Ekonomik Bakımdan
Paylaşılması
Dünyanın Toprak Olarak Paylaşılması ve Yeniden Paylaşılması
Uğruna Savaşım
Emperyalist Sömürge Sistemi
4- TEKEL KARI, TEKELCİ KAPİTALİZMİN İTİCİ GÜCÜ
Tekel Kârının Kaynakları
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Emperyalizm, Tekelci Kapitalizmdir
Emperyalizm, Asalak ya da Çürüyen Kapitalizmdir
Emperyalizm, Cançekişen Kapitalizmdir
Tekelci Devlet Kapitalizmi
Ekonomik ve Politik Gelişmenin Eşitsizliği Yasası
2- DÜNYA KAPİTALİZMİNİN GENEL BUNALIMI
Dünyanın İki Sisteme Bölünmesi
Bunalım ve Emperyalizmin Sömürge Sisteminde Dağılma
Pazarlar Sorununun Vahimleşmesi
Kapitalist Çevrimde (Cycle) Değişme
Ekonominin Askerileştirilmesi ve
Ulusun Çıkarları ile Tekeller Arasındaki
Kapitalist Ülkeler Arasındaki Çelişkilerin Keskinleşmesi
*
Tekel Kârı
Kapitalizmin her aşamadaki temel ekonomik yasası, artı-değer yasasıdır. Kapitalist yapının gelişmesini bu yasa belirler. Bu, kapitalistlerin, işçilerin ödenmemiş emeğine elkoyma, artı-değeri artırma isteğini ifade eder. Ama, kapitalizmin temel ekonomik yasasının sürdürdüğü işlev biçimleri, kapitalizmin birbirinden farklı aşamalarında aynı değildir.
Emperyalizmden önce, serbest rekabetin egemen olduğu dönemde, en fazla kâr sağlama, sermayeleri bir üretim dalından bir başka üretim dalına azçok serbest bir aktarmayla birlikte geliyordu. Birbiriyle rekabet eden birçok işletme vardı. Bunun sonucu, ortalama kâr oranı oluşuyordu.
Emperyalizm döneminde, serbest rekabetin yerini tekellerin egemenliği aldı. Bu durum, tekellere şu ya da bu üretim dalında en yüksek kârı elde etme olanağı veren ekonomik koşulları yaratır. Yüksek tekel kârı, tekellerin, belli bir üretim ya da değişim alanında, yürüttükleri egemenlik sayesinde aldıkları, ortalama kârın üzerinde bir kâr fazlasını içerir.
Emperyalizmde, tekeller tarafından üretilen metalar, önceden olduğu gibi, üretim fiyatlarına değil, tekel fiyatına satılırlar. Bu fiyat, üretim harcamalarını ve yüksek bir tekel karını içerir.
Kapitalistler, yüksek tekel kârını hangi yollardan gerçekleştirirler?
Tekel kârının temeli, her kapitalist kârda olduğu gibi, aşırı şekilde sömürülen işçilerden sızdırılan artı-değerdir. Üretimin örgütlenmesi konusunda, işin makineleşmesinin, "rasyonalizasyon"unun ve yeğinleştirilmesinin sonucu olarak, çeşitli terletme sistemlerinin büyük çapta uygulanması, [sayfa 190] artı-değer oranı ve kitlesinin artırılmasına varır. Ücretini aldıktan sonra da işçinin, burjuvazinin bir başka kesimi --ev sahipleri, tüccarlar vb.-- tarafından sömürülmesi devam eder.
Köylülüğün sömürülmesi de yüksek tekel kârı için bir kaynaktır. Tekeller köylü yığınlarını sömürürler. Bunlar, mamul maddeleri yüksek fiyatla satarlar ve aynı zamanda gırtlaklarına kadar borca batan, kendi işletmelerinin yıkımıyla, topraklarının ve mülklerinin yok pahasına elden çıkmasıyla karşı karşıya bulunan köylülerin tarımsal ürünlerini ucuz fiyatla satın alırlar.
Proletarya, emekçi köylülük ve nüfusun bütün dargelirli grupları, burjuva devlet ve onun gerisinde bulunan büyük tekeller adına, vergilerle, borçlanmalarla ve kağıt paranın değer kaybetmesiyle ifade edilen ve halk yığınlarının durumunu daha da ağırlaştıran ek bir sömürü boyunduruğuyla karşı karşıya kalırlar.
Tekeller, sömürgelerdeki ve diğer azgelişmiş ülkelerdeki halkları sömürerek, büyük ölçüde zenginleşirler. Oralarda ücretler, en zorunlu maddeleri almak için bile yetersizdir. Vergiler, emekçilerin bellerini büker. Hem sanayide, hem de tarımda, açıkça, zorla çalıştırma uygulanır. Tekeller, sömürge ülkelerde, metalarını yüksek fiyatla satarak, hammaddeleri ve besin maddelerini düşük tekel fiyatına satın alarak da zenginleşirler. Bu eşit olmayan değişim yoluyla, azgelişmiş ülkeler yılda 14-16 milyar dolar kaybederler.
Savaşlar ve ekonominin askerileştirilmesi yolu ile de yüksek tekel kârları elde edilir. Savaş zamanlarında, işçilerin sömürülme derecesi önemli ölçüde artar. Çünkü, işletmelerde en sert iş disiplini uygulanır. Vergiler yükselirken meta fiyatları da yükselir. Bütün bunlar kapitalistlere sınırsız karlar sağlar. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında, Amerikan tekellerinin kazançları, yedi kattan fazla artmıştır. Barış zamanında, ekonominin askerileştirilmesi, yani işletmelerin savaş malzemesi üreten işletmelere dönüştürülmesi sayesinde kârlar yükselir. Dolayısıyla, savaş malzemesi üretimiyle uğraşan Amerikan tekellerinin kazançları, yedi kattan fazla artmıştır. Barış zamanında, ekonominin askerileştirilmesi, yani işletmelerin savaş malzemesi üreten [sayfa 191] işletmelere dönüştürülmesi sayesinde kârlar yükselir. Dolayısıyla, savaş malzemesi üretimiyle uğraşan Amerikan tekellerinin kar oranı, bugün, sivil üretim kollarının kâr oranından %50-100 daha yüksektir. Tekellere sınırsız kârlar sağlayan savaş malzemesi üretimi, kaçınılmaz olarak emekçi halkın durumunun kötüleşmesi sonucunu doğurur.
Tekelci sermayenin, yüksek kâr sağlamak için kullandığı başlıca yollar bunlardır. Emperyalist dönemde, kapitalizmin temel ekonomik yasasının işleyişi, en geniş halk yığınlarına -işçilere, köylülere, sömürge ve bağımlı ülke halklarına- çöküşünü hızlandırdıkları tekelci sermayeye karşı, emperyalizme karşı savaşımına bir temel sağlar. [sayfa 192]
TARİHTE EMPERYALİZMİN YERİ
KAPİTALİZMİN GENEL BUNALIMI
1- TARİHTE EMPERYALİZMİN YERİ
Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek ve en son aşamasıdır. Emperyalizmin tarih içindeki durumunu belirlerken, Lenin, emperyalizmin, kapitalizmin özel bir aşaması olduğunu gösteriyordu. Emperyalizmin üç temel özelliği vardır: emperyalizm, 1) tekelci kapitalizmdir; 2) asalak ve çürüyen kapitalizmdir; 3) cançekişen kapitalizmdir.
Ekonomik yapısı dolayısıyla, emperyalizm, daha yukarda da söylediğimiz gibi tekelci kapitalizmdir. Tekellerin egemenliği, onun başlıca özelliğidir ve tek başına bu, emperyalizmin tarihteki yerini belirler.
Emperyalizm ve Sosyalizmde Bölünme adlı yapıtında Lenin, tekelci kapitalizmin dört temel belirtisini ya da tekellerin [sayfa 193] dört temel kategorisini günışığına çıkartmıştır.
Birincisi, tekel, üretimin çok yüksek dereceye varan yoğunlaşmasından doğmuştur. Burada, kapitalist tekelci gruplaşmaları, kartelleri, sendikaları, tröstleri, konsorsiyumları belirtmek gerekir. Bunlar, kapitalist ülkelerin ekonomik yaşamında kesin bir rol oynarlar. Üretimin yoğunlaşmasından doğan tekellerin, kapitalist ülkelerin ekonomisinde ve politikasında egemen duruma gelmeleri, kapitalizmin yeni evrim aşaması olan emperyalizmi niteler.
İkincisi, tekel, önceleri basit aracılarken, pek güçlü mali merkezler haline gelen bankalardan doğmuştur. Her gelişmiş kapitalist ülkede milyonlarla oynayan 5-10 büyük banka, sanayi sermayesi ile banka sermayesinin "personel birliği"ni gerçekleştirir. Mali sermaye ve mali oligarşi, toplumun ve ulusun ekonomik ve politik yaşamını kendi iradesine bağımlı kılar. Bir avuç milyarder ve milyoner, hiçbir denetim görmeden, ülkenin bütün kaynaklarını gönüllerince yönetirler.
Üçüncüsü, tekeller, başlıca hammadde kaynaklarını, pazarları, sermaye yatırım alanlarını daha çok ellerinde toplarlar. Egemenlikleri, ayrı ayrı ülkelere ve hatta bütün bir kıtaya yayılabilir. Başlıca hammadde kaynaklarına, pazarlara, sermaye yatırım alanlarına tekel olarak sahip olma, kapitalist kampın kendi bağrındaki çelişkileri son derece ağırlaştırarak, ayrıca bir avuç mali sermaye kodamanının yürüttüğü baskıyı pekiştirmiştir.
Dördüncüsü, tekeller emperyalist devletlerin sömürgeci politikalarından doğmuştur. Toprakların "serbest fetih" çağının yerini, halkların ekonomik ve politik uydulaştırılmasının etkeni olan sermaye ve meta ihracı yoluyla, sömürgelere ekonomik sızma aldı.
Sonuç olarak, tekel, dev işletmeleri bir bütün haline getirir, yüzbinlerce insanın emeğini biraraya toplar, pazarları ve hammadde kaynaklarını denetler, bütün uzman ve bilginleri emrinde tutar. Tekeller, kapitalist rejimde, üretimin toplumsallaştırılmasını mümkün olan en son sınıra götürürler. [sayfa 194] Ama üretimin bu dev toplumsallaşması, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır ve bir avuç kapitalistin çıkarına hizmet eder. Üretici güçlerin bu devsel gelişmesinden halk yığınları hiçbir çıkar sağlamamakla kalmaz, aynı zamanda onların sefaletleri ve sömürgeleri en geniş boyutlara ulaşır. Böylelikle, tekellerin egemenliği, kapitalizmin temel çelişkisi olan üretimin toplumsal niteliği ile emek ürünlerinin kapitalist özel mülk edinilmesi arasındaki çelişkiyi büyük ölçüde şiddetlendirir. Kapitalizm, emperyalist aşamada, insan toplumunun gelişmesini dizginleyen gerici bir güce dönüşür.
Lenin, tekellerin sonunun, üretimin en geniş ölçüde toplumsallaşmasına vardığını göstermiştir. Üretimin toplumsallaşmasının ve gelişmesinin yüksek düzeyi, toplumun sosyalizme dönüşümü için maddi koşullann biraraya geldiğini gösterir.
Emperyalist aşamada, toplumun üretici güçlerinin yüksek gelişme düzeyi ile emek ürünlerinin kapitalist özel mülk edinme biçimi birbiriyle çatışır. Bunun sonucu, ekonomik bunalım dönemlerinde üretici güçler ağır gelişir, ya da geriler. Öte yandan, tekeller, emekçiler üzerindeki baskıyı son sınırına vardırır. İşçi sınıfı, savaşımda çelikleşir ve iktidarı ele alabilecek duruma gelir.
Lenin, emperyalist dönemde, kapitalizmden, daha yüksek bir toplumsal ve ekonomik bir rejime geçiş döneminin bütün belirtilerinin oluştuğunu ve ortaya çıktığını göstermiştir. Emperyalizmin, kapitalizmin en yüksek ve en son aşamasının tarihsel rolü işte budur.
Emperyalizm, yalnızca tekelci kapitalizm değildir, aynı zamanda, asalak ve çürüyen kapitalizmdir de. Emperyalizmin asalak niteliği, kapitalistlerin pek büyük çoğunluğunun üretimle hiçbir şekilde ilişkilerinin bulunmaması olgusunda görülür.
Kapitalistler kendilerine bir gelir sağlayan hisse senetlerinin, [sayfa 195] devlet tahvillerinin ve öteki değerlerin sahipleri haline gelmişlerdir. İşletmelerin doğrudan doğruya yönetimi ise; ücretli teknik elemanlara bırakılmıştır.
Kapitalizmin çürümesi, her şeyden önce, onun mevcut üretici güçlerden yararlanmaya, işsizlere iş sağlamaya, fabrikaları tam kapasite ile çalıştırmaya elverişsizliğinde görülür. Kapitalist ülkelerin en zengini olan Amerika Birleşik Devletleri'nde, işsizlik, kronik bir haldedir ve üretimin düşüklüğü özellikle önem taşır.
Tekelci kapitalizmin çürümesi ve asalaklığı, burjuvazinin asalakça gereksinmelerini sağlayan, üretken olmayan alanlarda çalışan kimselerin sayısının ve emekçilere karşı yöneltilen zor ve baskı aygıtının büyümesi bakımından da kendini gösterir.
Kapitalizmin asalak niteliği, sermaye ihracında, militarizmin ilerlemesinde, savaş kışkırtıcılığında da ifadesini bulur. Gittikçe artan kaynaklar, maddi malların üretiminde değil, üretici güçlerin, her şeyden önce de toplumun başlıca üretici gücü olan insanın tahribinde kullanılır. Dolayısıyla, Birinci Dünya Savaşında 10 milyon insan ölmüş ve 20 milyon insan yaralanmıştı. Milyonlarca insanı, açlık ve çeşitli salgın hastalıklar alıp götürmüştür. İkinci Dünya Savaşında ise aşağıyukarı 50 milyon insan öldü. İşte, emperyalistlerin kendi çelişkilerini savaş yoluyla çözümleme girişimlerini, insanlık bu fiyatla ödemiştir.
Emperyalizm aşamasındaki kapitalizmin çürümesinin nedeni, tekelin kendisinin (fiyatların yapay olarak yükseltilmesi sonucu yüksek kârları güvence altına aldığı kadarıyla) imalat yöntemlerinin yetkinleştirilmesi hızını düşürmesi, yani bir durgunluk eğilimi yaratmasıdır.
İnsanlık atom enerjisinin evcilleştirilmesine, uzay araştırmalarına, kimyanın gelişmesine ve üretimde otomatizasyona, ve bilim ve tekniğin öteki gözalıcı gerçekleştirmelerine bağlı bilimsel ve teknik bir devrim evresine girmiş bulunmaktadır. Ne var ki, kapitalizmde üretim ilişkileri, bilimsel ve teknik devrim için pek dardır. Emperyalizm, teknik [sayfa 196] ilerlemeden, esas olarak askeri amaçlarla da yararlanır. İnsan dehasının gerçekleştirmelerini, emperyalizm, insanlığın kendisine karşı çevirir.
Bununla birlikte, yüksek tekel kârı elde etme tutkusu, kapitalistleri bile, en üretken modern tekniği buyur etmeye isteklendirir. Ama, tekelci devlet kapitalizminde modern tekniğin üretime sokulması, işçi sınıfına karşı kullanılır. Kapitalist otomatizasyon, işçi sınıfını geçim aracından yoksun bırakır, işsizlik yaygınlaşır, emekçilerin yaşam düzeyi düşer.
Demek ki, emperyalizmde birbirine karşı iki eğllim vardır: bir yandan tekniğin gelişmesi, öte yandan da, teknik ilerlemenin dizginlenmesi.
Kapitalizmin çürümesiyle, emperyalist burjuvazi, kazançları sayesinde, fazla kalabalık olmayan işçi aristokrasisi tabakalarını, sık sık verdikleri sadakalarla sistemli olarak baştan çıkarır. Burjuvazinin desteklediği bu tabaka, sendikaların ve işçi sınıfının öbür örgütlerinin başına geçer. Bunlar, tıpkı küçük-burjuva unsurlar gibi, işçi hareketi için önemli bir tehlike oluştururlar.
Burjuvazinin, toplumsal barışı ve kapitalizmin reformist yoldan "iyileştirme"sini göklere çıkararak işçilerin bilinci üzerinde zararlı bir etki yapması, işçi aristokrasisi aracılığı ile olur. İşçi aristokrasisi, işçileri bölerek, onların kapitalizmi devirmek için güçlerini biraraya getirmelerini engeller.
Emperyalizm, iç politikada olduğu kadar dış politikada da, burjuva demokrasisinden politik gericiliğe yaptığı dönüşle de nitelenir.
Anti-komünist ve anti-proleter yasalar, komünist partilerin yasaklanması, komünistlerin ve diğer öncü işçilerin yığın halinde işten kovulmaları, işletmelerdeki kara listeler, memurların rejime bağlılıklarının araştırılması, demokratik basın karşısında polis baskısı, grevlerin silahlı kuvvetler tarafından bastırılması, bütün bunlar, emperyalist burjuvazinin egemenliğini sürdürmek için başvurduğu yöntemlerin bir kısmıdır. İşte, tekelci sermayenin asalaklığının ve çürümesinin başlıca öğeleri bunlardır. [sayfa 197]
Kapitalizm geliştikçe, asalaklığı ve çürümüşlüğü daha bir şiddetli ortaya çıkar. Bir zamanlar İngiltere'de böyle olmuştu. Sonra ABD, en ileri ülkeler arasında yeraldı.
Amerikan kapitalizminin tüm evrimi, Birleşik Amerika'nın bugün kapitalist dünyanın çürümüşlüğünün ve asalaklığının başlıca odağı olduğunu gösterir.
Lenin, emperyalizmin, cançekişen kapitalizm olduğunu söylüyordu. Bu emperyalizmin geçici bir nitelik taşıması demektir. Kapitalizmin bütün çelişkilerini, ötesinde proletarya devriminin başladığı en son sınıra kadar ağırlaştırır.
Baş çelişki, emek ile sermaye arasındaki çelişkidir. Tekelci kapitalist rejimde, emekçi yığınlar acımasızca sömürülmüşlerdir ve bu sömürünün eşine tekel-öncesi kapitalizmde raslanmamıştır.
Eski sömürü yöntemlerine yenileri eklenir. Büyük kapitalistlerin tekel durumu, kapitalistlere, emeği görülmedik bir tarzda yeğinleştirme, büyük bir sürekli işsizler ordusunun varlığı nedeniyle düşük tekel fiyatı üzerinden emek-gücü satın alma, tüketim malları için tekel fiyatları saptayarak ve tüketicilere ağır mali yükler, para cezaları vb. yükleyerek emekçileri tüketiciler olarak soyma olanağı verir. Aşırı sömürü, emperyalizm yoluyla siyasal bakımdan daima daha çok ezilen işçi sınıfının maddi durumunun kötüleşmesi, proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşımını daha da keskinleştirir. Sonuç: işçi sınıfının eski savaşım yöntemleri yetersiz duruma gelir. Proletarya, ekonomik ve politik planda çift yönlü savaşım vererek, gittikçe gözüpek bir şekilde, devrimci politik savaşım yoluna girer.
Böylece emperyalizm, işçi sınıfını, sosyalist devrimin eşiğine getirir.
Emperyalist aşamada, nüfuz alanları uğruna savaşımda emperyalist güçler arasındaki çelişki şiddetlenir. Her kapitalist grup, sermayeleri için bir eylem alanı olan pazarları ve [sayfa 198] hammadde kaynaklarını ele geçirmeye ve elinde tutmaya çalışır.
Kapitalistler arasındaki nüfuz alanları uğruna savaşımda en geniş desteği devlet sağlar. Bu nedenledir ki, emperyalist ülkeler arasındaki çetin savaşım, emperyalizmi zayıflatan, emperyalizmin temellerini yıkan askeri çatışmalara neden olur.
Emperyalist dönemde, özellikle emperyalizmin bugünkü aşamasında, bir yandan sömürgeler ve bağımlı ülkeler, öte yandan da emperyalist güçler arasındaki çelişkiler, adamakıllı keskinleşir. Emperyalist güçler, azgelişmiş ülke halklarını amansızca soyar ve sömürürler. Emperyalist baskının artması ve sömürge ve bağımlı ülkelerde kapitalizmin gelişmesi, bu halkların kurtuluşları uğruna yürüttüğü savaşımı yoğunlaştırır.
Sosyalizmin ortaya çıkması ve kökleşmesi, ezilen halkların kurtuluş çağını başlattı. Ulusal kurtuluş devrimleri, sömürgecilere ezici bir darbe indirdi. Son 20 yıl içersinde sömürge imparatorluklarının harabeleri üzerinde, hemen hemen, insanlığın üçte-birini temsil eden 50'den fazla egemen devlet ortaya çıktı.
İşte, emperyalizmi cançekişen kapitalizme dönüştüren başlıca çelişkiler bunlardır. Ama emperyalizmin bu ayırdedici özelliği, kapitalizmin kendiliğinden ölebileceği, kendi kendine yıkılacağı anlamına gelmez. Emperyalizm, cançekişen kapitalizmdir, çünkü, kapitalizmin çelişkilerini en son sınıra getirdikten sonra, sosyalist devrimi gündeme koymuş ve onu pratikte kaçınılmaz hale getirmiştir.
Sosyalist devrimin önce Rusya'daki sonra da birçok Avrupa ve Asya ülkelerindeki zaferi, Lenin'in emperyalizmin, cançekişen kapitalizm olduğu yolundaki sözlerinin parlak şekilde doğrulanmasıdır.
Üretimin yüksek derecede toplumsallaşması, özel tekellerle devlet tekellerinin, devlet aygıtıyla mali oligarşinin [sayfa 199] birbirleriyle sıkı sıkıya kaynaşması tekelci devlet kapitalizminin niteliğidir. Bu bütünleşmenin amacı, tekellerin daha büyük ölçüde zenginleşmesi için ülke ekonomisine elkoymaktır.
"Tekelci devlet kapitalizmi, deniyor SBKP programında, devlet gücü ile tekellerin gücünü, tekelleri zenginleştirmek, işçi hareketini ve ulusal kurtuluş savaşımını ezmek, kapitalist rejimi kurtarmak ve saldırı savaşları açmak için bir tek mekanizmada birleştirmiştir." (Verse le communisme, SBKP XXII. Kongresi belgelerinden derleme, Moskova 1961, s. 502-503.)
Emperyalist dönemde, bütün kapitalist ülkelerdeki hükümetler, başlıca tekellerin güvendiği temsilcilerden ya da tekelcilerin kendilerinden oluşmuştur. Öte yandan, en büyük tekellerde, önemli ve kazançlı makamların, genel olarak bakanlara, generallere, diplomatlara verildiği görülür.
Örneğin, Birleşik Devletler'de, 1955'te 272 önemli devlet makamından 150'si büyük kapitalistler ve 30'u da, kumpanyaların danışman avukatları tarafından tutulmuştu. Rockefeller mali grubu, hükümette, bir işadamları hükümetinin başında ve 15 sınai ve mali şirketin müdürü olan bakan Dulles tarafından temsil ediliyordu. Du Pont grubu, hükümette, General Motors'un eski başkanı olan savunma bakanı Wilson tarafından uzun süre temsil edildi. 1964'te kurulan Amerikan hükümeti, en önemli makamları en büyük tekel temsilcilerine sunmuştu. Ford Motor Company'nin başkanı Mac Namara'nın savunma bakanlığına atanması, böyle olmuştur. Durum, öteki kapitalist ülkelerde de aynıdır. Bütün bunlar, devlet aygıtıyla büyük tekellerin içiçe geçmesini kanıtlıyor. Devlet, tekelci burjuvazinin işlerini yürütmeyi üstlenen bir komiteden başka bir şey değildir.
Bugün, tekelci devlet kapitalizminin başlıca belirtileri nelerdir? Bunlar, devletin çeşitli denetim biçimleri, ekonomik faaliyeti düzenleme önlemleri, devlet mülkiyetinin tekellerin yararına kullanılması, kapitalist tekellere meta siparişleri şeklinde devlet yardımı, devlet güvencesi altında sermaye ihracı vb.'dir. Ama tekelci devlet kapitalizminin bütün bu [sayfa 200] belirtileri, aynı amacı güderler: mali oligarşiyi zenginleştirmek.
Bütçe giderleriyle devlet işletmeleri kurulması ve devlet mülkiyeti haline gelen özel işletmelerin burjuva devlet tarafından ulusallaştırılması, mali oligarşiyi zenginleştirmekte önemli rol oynarlar. Devlet, işletmeleri kurarken, inşa işleri, en elverişli koşullarla, özel tekellere verilir. Kurulduktan sonra, bu işletmeler, genel olarak en ucuz fiyatla en büyük tekellere kiralanarak ya da en düşük fiyatla bu tekellere satılarak sömürü devam edip gider. Eğer devlet, özel işletmeleri ulusallaştırırsa, bu, kapitalistlerin çıkarına yapılır. İşletmelerin eski sahiplerine, genel olarak ulusallaştırılan işletmenin değeri üzerinde bir ödeme yapılır; bunlar en büyük tekeller yararına işletilirler. Böylece, her iki halde de devlet, kapitalistlerin lehine müdahalede bulunur.
Tekelci devlet kapitalizmi, işçi sınıfının sömürülmesinde bir yeğinleşmeyi ve tüm emekçilerin yaşam düzeyinde bir düşmeyi birlikte getirir. Devlet gücüne dayanan tekeller, işçi sınıfının sömürülme derecesini artırırlar, işletmelere öldürücü bir sistem sokarlar, vergiler ve yüksek fiyatlarla emekçilerin soyulmasını yeğinleştirirler. Bütün bunlar, çelişkilerin ve emek ile sermaye arasındaki savaşımın keskinleşmesi sonucunu verir.
Öte yandan, tekelci devlet kapitalizmi, kapitalist rejimde, üretimin toplumsallaşmasını en yüksek düzeye ulaştırarak, sosyalizme maddi hazırlığı tamamlar; o, öncü belirtidir. Bununla birlikte, sosyalizme geçmek için, işçi sınıfının iktidarı alması gerekir.
Tekelci devlet kapitalizmi, farklı ülkelerde, farklı dönemlerde ve ulusal ekonomi dallarında eşit olmayan bir şekilde gelişir. Bu nedenledir ki, dünya savaşları ve ekonomik bunalımlar, militarizm ve politik alt-üst olmalar, tekelci sermayenin, tekelci devlet sermayesine dönüşmesini hızlandırmıştır.
Sağ sosyalistler ve revizyonistler, tekelci devlet kapitalizminin emperyalizmin niteliğini değiştireceğini ileri sürerler. Onlara göre devlet, kapitalist ülkeler ekonomisinde kesin bir [sayfa 201] güç haline gelecektir, ekonominin bütün toplum yararına planlanmış yönetimini sağlayabilecektir, vb.. Olaylar, bu aldatmacayı çürütüyor.
Tekelci devlet kapitalizmi, emperyalizmin niteliğini değiştirmez. Üretim ve bölüşüm sistemi içinde başlıca sınıfların durumunu değiştirmek şöyle dursun, tam tersine, emek ile sermaye, tekeller ile ulusun çoğunluğu arasındaki uçurumu derinleştirir. Kapitalist ekonomiyi bir düzene sokmak için devlet tarafından yapılan girişimler rekabeti de, üretimdeki anarşiyi ortadan kaldırmadı, ekonominin uyumlu gelişmesini toplum çapında sağlayamadı, çünkü üretimin temelinde, kapitalist mülkiyet ve ücretlilerin sömürüsü yatmaktadır. Modern kapitalist ekonominin evrimi, "bunalımsız" ve "planlı" kapitalizm konusundaki burjuva teorilerini çürütmektedir. Tekelci devlet kapitalizminin diyalektiği, burjuvazinin umudu olarak kapitalist sistemi pekiştirme yerine, sistemin çelişkilerini daha da ağırlaştırarak, onu, temellerine kadar sarsıyor.
Gelişme yolundaki birçok ülkede (Hindistan, Endonezya vb.), devlet, ekonomik planda bir dizi önlemler alıyor, büyük işletmeler inşasına koyuluyor, ağır sanayiin gelişmesini izlemekte özel bir dikkat gösteriyor. Oysa, burada görülen gelişme, tekelci devlet kapitalizmi değil, devlet kapitalizmidir. Devlet kapitalizmi, ekonomik gelişmede, emperyalistlere karşı ekonomik bağımsızlığı kazanmakta bu ülkelere yardım ettiği için ilerici bir rol oynar.
İşletmelerin, sanayi dallarının ve ülkenin eşit olmayan gelişmesi, çağdaş kapitalist dönemin yapısının gereğidir. Gelişmenin eşitsizliği, kapitalist üretimdeki rekabet ve anarşiden gelir. Bununla birlikte, tekel-öncesi dönemde kapitalizm azçok düzenli gelişebilmişti. Kapitalist ülkelerin birbirlerini geçmeleri oldukça uzun bir zaman almıştır. Kapitalizmin eşit olmayan gelişmesinin niteliği emperyalizme geçişle [sayfa 202] değişti. Bu andan başlayarak, bazı ülkelerin evrimi ardışık sıçramalarla oldu. Teknikte olağanüstü ilerlemeler, bazı ülkelere, rakiplerini hızla geçme olanağı sağladı. Öne geçen ülkeler büyük çapta hammadde kaynakları, yani pazarlar ve bir sermaye yatırımı alanı ele geçirmeye çalıştılar. Ama, artık yağma edilecek topraklar kalmamıştı, çünkü dünya bütünüyle paylaşılmıştı.
Emperyalist devletler arasındaki ekonomik ve askeri kuvvetler oranının değişmesi, onları karşı karşıya getirdi. Önceden paylaşılmış olan dünyanın yeniden paylaşılması için savaşım başlamıştı. Güçler oranında meydana gelen değişmeler, kapitalist dünyanın düşman gruplara bölünmesine yolaçtı. Emperyalist kamptaki çelişkilerin yeğinleşmesi, emperyalistlerin zayıflamasına neden oldu. Bu temel üzerinde, emperyalizm zincirinin en zayıf olduğu, proletaryanın zaferi için en elverişli koşulların bulunduğu ülkede emperyalist cepheden bir kopma olabilirdi.
Emperyalizm aşamasında, kapitalist ülkelerin ekonomik gelişmedeki eşitsizliği, onları, politik gelişmede de eşitsizliğe götürdü. Sınıf çelişkilerinin şiddetlenmesi ülkelere göre değişiyordu. Proletaryanın politik bilinci ve devrimci iradesi ile, onun, köylülüğün başlıca yığınlarını ardından sürükleme yeteneği de eşit olmayan bir şekilde gelişti. Bu farklı ülkelerde, proletarya devriminin politik öncüllerinin de eşit olmayan bir olgunlukta bulunması demektir.
Emperyalizmde kapitalist ülkelerin ekonomik ve politik gelişmesinin eşitsizliği yasasından hareket eden Lenin, ilkin birkaç ülkede, hatta tek bir kapitalist ülkede sosyalizmin zaferinin olanaklılığı, sosyalizmin zaferinin bir anda bütün ülkelerde birden olanaksızlığı konusunda önemli bir tarihsel sonuç çıkardı. Üstelik, bunun, çok gelişmiş bir kapitalist ülkede olması da gerekli değildi.
Bir tek ülkede sosyalist devrimin zaferi, dünya sosyalist devriminin başlangıcını gösterir. Marx ve Engels, kapitalizmin tekel-öncesi döneminde yaşamışlardır. Proletarya devriminin ancak en ileri kapitalist ülkelerde ve aynı zamanda [sayfa 203] zafer kazanacağını düşünüyorlardı. Marx ve Engels'in vardıkları bu sonuç, tekel-öncesi kapitalizm için geçerli sayılabilirdi. Ama emperyalist çağda, proletarya devriminin üstünlük sağlayacağı koşullar kökten değişti. Bu konuda Birinci Dünya Savaşı sırasında Lenin şöyle yazıyordu: "Eşitsiz ekonomik ve siyasal gelişme, kapitalizmin mutlak yasasıdır. Böylece, sosyalizmin zaferi, önce birkaç, ya da hatta yalnızca bir tek kapitalist ülkede olanaklıdır." (Lenin, "Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine", Marks-Engels-Marksizm, Ankara 1990, s. 239-249.)
Lenin'in büyük önem taşıyan bu sonucu, farklı ülkelerdeki proleterlerin önüne devrimci bir görüş açısı serdi, onların girişkenliklerini geliştirdi, sosyalizmin kesin zaferine inançlarını pekiştirdi. Sosyalizmin farklı ülkelerde, aynı zamanda başarı kazanamayacağı olgusu, bir dünya sosyalist ekonomi sistemi bünyesinin nesnel zorunluluğundan ve kapitalist sistem ile sosyalist sistemlerin barış içinde devamlı birarada yaşama olanağından çıkar.
Lenin'in sosyalist devrim konusundaki teorisi, Rusya'da, Lenin'in önderliğinde, Komünist Partinin örgütlediği Büyük Ekim Devriminin zaferiyle tam olarak doğrulanmıştır.
İkinci Dünya Savaşından sonra, bugün sosyalizmi başarıyla kuran bir dizi Avrupa ve Asya ülkesinin emperyalist sistemden devrimci yolla kopması, sosyalist devrim üzerine Lenin tarafından formüllendirilen teorinin yeni ve parlak bir doğrulanması olmuştur.
Kapitalizmin Genel Bunalımının Niteliği ve Aşamaları
"Esas içeriği, kapitalizmden, Büyük Ekim Sosyalist Devrimiyle başlayan sosyalizme geçiş olan çağımız, iki sistem arasındaki karşıtlıkların savaşımının, sosyalist devrimlerin ve ulusal kurtuluş devrimlerinin, emperyalizmin çöküşünün, sömürge sisteminin tasfiyesinin çağı, yeni halkların [sayfa 204] sosyalizm yoluna girdiği çağ, sosyalizmin ve komünizmin dünya çapındaki zaferi çağıdır." (Textes-Programmes de la lutte pour la paix, la démocnatie et le socialisme, Editions en langues étrangères, Moscou, s. 41.)
1960 Kasımında Moskova'da yapılan işçi ve komünist partileri temsilcileri konferansı bildirisinde formüle edilen bu tez, kapitalizmin genel bunalımının özünü ifade eder.
Rusya'da 1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, bütün dünyada biricik sistem olmaktan çıkan kapitalizmin genel bunalımının başlangıcı oldu. Dünyanın altıda-birinde, üretim araçlarının özel mülkiyetine değil, sosyalist toplumsal mülkiyete dayanan bir devlet oldu. Rusya'da proleter devrimin zaferi, kapitalizmin sonu ve sosyalizmin zaferi döneminin başlaması demektir. Lenin'in, Birinci Dünya Savaşı sırasında geliştirdiği, emperyalist çağda, sosyalizmin ayrı ayrı ülkelerde aynı zamanda zafere ulaşmayacağı, ama ülkelerin, devrimci yolla dünya kapitalist sisteminden uzun bir dönem boyunca gittikçe kopacağı yolundaki teori tam olarak doğrulanmıştır.
Bundan önceki bölümde, ekonomik bunalımlardan sözetmiştik. Kapitalizmde, ekonomik bunalım, aşırı meta üretiminden doğan bunalımdır. O, toplumun politik yaşamında kuşkusuz belirli bir etki yürütmekle birlikte, yalnızca ekonomik alanda gelişir. Kapitalizmin genel bunalımı, kapitalist ülkeler yaşamının her alanını, ekonomik alanı olduğu kadar, politik alanı da etkiler; kendi bütünü içinde, kapitalist dünya sisteminden gelen bir bunalımdır; bu, cançekişen kapitalizmle yükselen sosyalizm arasındaki savaşımla nitelenen, tüm kapitalist dünya sisteminin bir bunalımıdır. Kapitalizmden sosyalizme geçiş, kapitalizmin genel bunalımının asıl içeriğidir.
Kapitalizmin genel bunalımı, üçüncü aşamaya girmiştir. Birinci aşama, Birinci Dünya Savaşı sırasında başladı ve özellikle Ekim Devriminden sonra gelişti. İkinci aşama; İkinci Dünya Savaşı ve bazı Avrupa ve Asya ülkelerindeki sosyalist devrimler sırasında ortaya çıkmıştır. 50'li yılların ikinci [sayfa 205] yarısında, dünya kapitalizmi, kapitalizmin genel bunalımının yeni, üçüncü aşamasına girdi. Bu yeni evrenin özelliği, bir dünya savaşının sonucunda ortaya çıkmaması, iki sistem arasındaki rekabet ve savaşım koşulları içinde, sosyalizmin lehine değişmiş olan güçler oranının ortaya çıkmış olmasındadır.
Kapitalizmin genel bunalımının temel özellikleri şunlardır: gittikçe artan sayıda ülkenin kapitalizmden kopması; sosyalizmle ekonomik rekabette emperyalizmin konumlarının zayıflaması; emperyalizmin sömürge sistemindeki bunalım ve dağılma; tekelci devlet kapitalizminin ve militarizmin gelişmesi nedeniyle emperyalist sistemdeki çelişkilerin keskinleşmesi; iç istikrarsızlık ve üretici güçlerden tam yararlanma olanağının giderek azalması sonucu kapitalist ekonomideki çürüme (üretimi artırma ritimlerindeki yavaşlama, devresel bunalımlar, sürekli düşük üretim, süreğen (chronique) işsizlik; emek ve sermaye arasındaki savaşımın keskinleşmesi; kapitalist dünya ekonomisindeki çelişkilerin birdenbire yeğinleşmesi; bütün alanlarda politik gericiliğin görülmedik şekilde yeğinleşmesi; bazı ülkelerde burjuva özgürlüklerin terkedilmesi ve faşist rejimlerin kurulması; burjuvazinin derin politik ve ideolojik bunalımı.
Kapitalizmin genel bunalımı döneminde bu özelliklerin nasıl ortaya çıktığını görelim.
1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, dünyanın yeniden paylaşılması uğruna savaşımda, emperyalist devletler arasındaki çelişkilerin şiddetlenmesinden doğmuştu. Savaş, emperyalizmi zayıflatmış ve onun cephesini yarmak için elverişli bir ortam yaratmıştı. Bu yarma, dünya emperyalist zincirinin en zayıf halkası, bütün emperyalist çelişkilerin düğüm noktası olan Rusya'da oldu. Rusya'da proletarya devriminden sonradır ki, dünya, kapitalist ve sosyalist sistem olarak ikiye ayrıldı. [sayfa 206]
Sosyalist ekonomi sistemi, kısa sürede, kapitalizme olan büyük üstünlüklerini ortaya koydu. Sanayi üretim hacmi bakımından, Sovyet Rusya, 1937'de, Avrupa'da birinci ve dünyada da ikinci yeri tutmuştu.
İkinci Dünya Savaşı, uluslararası gerici güçlerin kışkırtmasıyla, faşist devletler tarafından patlatıldı: Hitler Almanyası, Japonya ve İtalya. Savaş, faşist saldırganların toptan bozgunu ile sonuçlandı. Ve bu bozgunda kesin rolü Sovyetler Birliği oynadı. Bu durum, bütün dünyada devrimci hareketi ve ulusal kurtuluş hareketini, benzeri görülmedik bir atılıma ulaştırdı. Kapitalist sistemden ayrılan ve bugün bir milyardan fazla insanı, yani dünya nüfusunun üçte-birini içeren Avrupa ve Asya ülkeleri, kapitalist boyunduruktan kurtuldular ve sosyalizmi başarıyla koruyorlar. Bu durum, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki güçler oranının, sosyalizm lehine, kapitalizm aleyhine daha da değişmesiyle sonuçlandı.
Böylece, İkinci Dünya Savaşının sonunda, kapitalizmin genel bunalımı daha da derinleşmiştir. Bunalımın ikinci aşaması başlıyordu. Bu, sosyalizmin, bir ülkenin sınırlarını aşması ve bir dünya sistemi haline gelmesinde ifadesini bulur. Sosyalist dünya sistemini oluşturan ülkeler, bugün dünyanın dörtte-birinden fazla bir alanı kaplamaktadır.
Kısa bir sürede, sosyalist dünya sistemi, kapitalizme olan üstünlüğünü göstermiştir. Sosyalist ülkelerin ekonomisi, kapitalist ülkeler ekonomisinden çok daha hızlı tempolarla gelişiyor. Bundan dolayı da 1962'de, sosyalist ülkelerde sınai üretim hacmi, 1937 yılına oranla 7 kat fazla bir artış sağlarken, kapitalist ülkelerin üretimindeki artış 2,5 kat olmuştur.
Burada, kapitalizmin genel bunalımının üçüncü aşaması başlıyordu. Bu aşamanın başlıca ayırdedici özelliği, sosyalist dünya sisteminin, insan toplumunun gelişmesinde, kesin bir etken haline gelmesidir. Bunun sonucudur ki, kapitalizmin genel bunalımının yeni aşaması, en başta sosyalizmin konumlarının durmadan güçlendiği, emperyalizminkilerin ise gittikçe zayıfladığı iki dünya sisteminin rekabetiyle ayırdedilir. [sayfa 207]
Rusya'daki Büyük Sosyalist Ekim Devriminin etkisiyle sömürge halklarının ulusal kurtuluşları uğruna yürüttükleri savaşım, geniş ölçüde şiddetlenmiş, emperyalizmin sömürge sistemindeki bunalım ortaya çıkmıştır. Bu bunalım, emperyalist devletler ile bağımlı ve sömürge ülkeler arasındaki çelişkilerin adamakıllı keskinleşmesiyle açıklanır. Ulusal kurtuluş savaşımının gelişmesiyle, sömürge ve bağımlı ülkeler, emperyalist boyunduruğu silkip atarlar. Ulusal kurtuluş kuvvetleri doğup gelişmeye başlıyor. Modern toplumun en devrimci sınıfı olan proletarya, sayı bakımından da gittikçe artıyor. Proletarya, sömürgeler nüfusunun başlıca kitlesini oluşturan köylülüğü de emperyalizme karşı savaşıma sürüklüyor. Çıkarları, yabancı tekellerin egemenliğiyle çatışan bir ulusal burjuvazinin de büyüdüğü görülmektedir. Birinci Dünya Savaşında, emperyalist ülkeler, metropoller, savaş siparişleriyle uğraşmaları nedeniyle, sömürgelerinde hiçbir sanayi ürünü elde edemiyorlardı. Bu olay, sömürgeleri, kendilerine özgü sanayi, özellikle tekstil sanayilerini hızlandırmak zorunda bırakmıştır. Mevcut sanayiler büyütülmüş, yeni fabrikalar ve işletmeler kurulmuştur. Sömürgelerde ekonomik gelişme dolayısıyla ve Büyük Ekim Devriminin etkisiyle, ulusal kurtuluş hareketi, Birinci Dünya Savaşından önce bilinmeyen şekil ve oranlara büründü. Bu hareketi niteleyen Lenin, şöyle yazıyordu: "... açıktır ki, bu birinci emperyalist savaş yüzünden, Doğu, kesin olarak bir devrim hareketine girmiş ve kesin olarak dünya devrimci hareketinin kasırgasına sürüklenmiştir." (V. Lenin, Œuvres, Paris-Moscou, c. 33, s. 514.)
Birinci Dünya Savaşından sonra, dünyada hemen hemen hiçbir sömürge ya da bağımlı ülke yoktu ki, emperyalizme karşı azçok başkaldırmamış olsun. Ulusal kurtuluş hareketi, özellikle Çin'de büyük bir yaygınlık kazandı. 1924'te, halkın anti-emperyalist ve anti-feodal devrimi orada başladı ve ardışık devrimci savaşlar şeklinde devam etti. Bu devrim, Çin [sayfa 208] Komünist Partisinin önderliğinde, halk kurtuluş ordusunu yarattı ve ülkenin bazı bölgelerinde sovyetler iktidarı kuruldu. Hindistan'da, Endonezya'da ve diğer ülkelerde de güçlü ulusal kurtuluş hareketleri başladı. Emperyalizme-karşı baskı altındaki halkların ulusal kurtuluş hareketlerinin yönetici gücü, köylü yığınlarını, burjuvazinin demokratik unsurlarını, vb. kendi çevresinde toplayan işçi sınıfıdır.
İkinci Dünya Savaşından sonra, birçok sömürge ve bağımlı ülke halkları, sömürge rejiminden kendilerini kurtararak, bağımsız gelişme yoluna girdi, artık emperyalizmin sömürge sisteminin parçalanması başlamıştı. Çin, Kore, Vietnam halklarının kahramanca savaşımı, yabancı emperyalistlerin ve sömürücü sınıfların egemenliğinin tasfiyesi ve halk demokrasilerinin kuruluşu ile sonuçlandı: Çin Halk Cumhuriyeti, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Vietnam Demokratik Halk Cumhuriyeti.
1947'de, ulusal kurtuluş hareketinin etkisiyle, İngiliz emperyalizmi, Hindistan'ın politik bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Hindistan'a koşut olarak, Endonezya, Birmanya, Seylan vb. de bağımsız gelişme yoluna girdiler. Birçok Doğu Arap ve Afrika ülkesi de savaştan sonra, ulusal bağımsızlıklarını kazandılar. İkinci Dünya Savaşından bu yana, 1.500 milyondan fazla insan, sömürge ve yarı-sömürge boyunduruğunu silkip attı. 1964'te sömürgeler, dünya nüfusunun %1,3'ü olarak hesaplanıyordu. 1919'da bu oran %69,2 idi. Bu durum, utanç verici sömürge sisteminin çöküşünü kanıtlar.
Sömürge boyunduruğundan kurtulan ülkeler, kapitalist ya da kapitalist olmayan gelişme yollarından hangisini izleyecek? Halkların en önemli sorunlarından biri budur.
Kapitalizm, bu halklara ne verebilir?
Kapitalizm, halk için ıstırap yoludur. Bu yol, ekonomide hızlı bir ilerleme sağlamaz, sefaleti ortadan kaldırmaz. Kapitalist anlamda kırın gelişmesi, köylülüğü daha da yoksullaştırıp yıkıma sürükleyecektir. İşçinin yazgısı, ya kapitalistleri zenginleştirme uğruna ağır koşullarda çalışmak, ya da işsiz [sayfa 209] ordusunun toplamını kabartmak olacak. Küçük-burjuvazi, büyük sermayeye karşı rekabet içindeki savaşımda ezilecek. Kültür ve eğitim kitlelere erişemeyecek. Aydın, yeteneğini satmak zorunda kalacak.
Sosyalizm, bu halklara ne verebilir?
Sosyalizm; halkları özgürlüğe ve mutluluğa götüren yoldur. Hızlı bir ekonomik ve kültürel atılım sağlar. Bir kuşak süresince, geri bir ülkeyi, sanayi ülkesine dönüştürür. İnsanın insan tarafından sömürülmesinin ortadan kaldırılması, toplumsal eşitsizliğe son verir. İşsizlik, tamamıyla kaybolur. Sosyalizm, köylülere, işletmeleri için toprak sağlar, işletmelerini geliştirmekte onlara yardım eder, onları kendi isteklerine göre kooperatiflerde birleştirir, emirlerine en modern tarım aletlerini ve öncü tarım bilimini verir. Sosyalizm, işçi sınıfına ve tüm emekçilere yüksek bir maddi ve kültürel düzey sağlar.
Halklar, izleyecekleri yolu, kendileri seçmelidir. Bugünkü dünya arenasındaki güçler oranı ve sosyalist sistemin güçlü desteğinden gerçek yararlanma olanağı karşısında eski sömürge halkları, sorunlarını kendi çıkarlarına çözebilirler. Seçme ve tercihleri; sınıflar arasındaki güçler oranına bağlıdır. Kapitalist olmayan gelişme yolu, işçi sınıfı savaşımının, halk yığınlarının genel demokratik hareketinin sonucudur ve ulus çoğunluğunun çıkarlarına uygun düşer.
Sömürgecilik, ezilen halkların ulusal kurtuluş hareketleri sonucunda yıkıldıysa da henüz tam olarak yokolmuş değildir.
Günümüzde, sömürgeciler, yalnız açık silahlı savaşımla değil, bağımsızlıklarına kavuşmuş olan ülkelerde, bu ülkeleri ekonomik ve politik bağımlılık altında tutabilmek için gizli sızma yollarına da başvuruyorlar.
Bugün sömürgeciliğin başlıca kalesi ABD'dir. Başta bu devlet olmak üzere, emperyalistler; eski sömürge halklarını sömürmeye devam edebilmek için umutsuz bir çaba harcıyorlar. Bunun için de, yeni yeni yöntemler ve yeni yeni şekiller kullanıyorlar. Tekeller, Latin Amerika, Asya ve Afrika [sayfa 210] ülkelerinde ekonomik ve politik kilit noktalarını ellerinde tutmaya uğraşıyorlar. Onlar için sözkonusu olan; özgür ülkeler ekonomisinde eski konumlarını sürdürmek ve ekonomik "yardım" bahanesiyle bu ülkeleri askeri bloklara sürüklemek, oralarda askeri diktatörlükler kurmak, bu ülkelerin toprakları üzerinde askeri üsler tesis etmektir.
Sömürge sisteminin parçalanması, kapitalist ülkelerin ekonomik ve politik güçlüklerini kaçınılmaz olarak artırır ve emperyalizmin temellerini sarsar.
Sömürgeciliğin topyekün iflası kaçınılmazdır. Ulusal kurtuluş hareketlerinin etkisiyle, sömürge köleciliği sisteminin yıkılması, tarihsel sonucu bakımından, dünya sosyalist sisteminin oluşmasından sonra ikinci yeri alır.
Süreğen İşsizlik ve Düşük Üretim Kapasitesi
Kapitalizmin genel bunalımının belirleyici çizgilerinden biri, pazarlar ve sermaye yatırım alanı sorununun ağırlaşmasıdır. Pazarlar sorununun bu ağırlaşması, her şeyden önce, üretimin gelişmesiyle metaları satma olanakları arasında giderek artan dengesizlikten ileri gelir. Rusya gibi bir ülkenin, kapitalist genel bunalımının ilk aşamasında kapitalist sistemden kopması, pazarlar ve sermaye yatırım alanları için kapitalistler arasında yürütülen savaşımı yeğinleştirmişti. Kapitalizmin genel bunalımının ikinci aşamasında sosyalist dünya sisteminin şekillenmesiyle, kapitalizm, geniş pazarlar ve sermaye yatırım alanlarını kaybetti.
Sosyalist dünya ekonomi sisteminin oluşumu, sosyalist dünya pazarının yaratılmasına vardı. Şimdi, dünya arenasında birbirine karşıt iki pazar ortaya çıkmıştır: sosyalist ülkeler pazarı ve kapitalist ülkeler pazarı.
Bir yandan kapitalist sömürü alanının daralması ve emperyalist sömürge sisteminin dağılması, bir yandan da emekçi yığınların durumunun kötüleşmesi ve ekonominin askerileştirilmesi, kapitalist dünya pazarının çelişkilerini, [sayfa 211] bugün özellikle keskinleştirmiştir.
Azgelişmiş ülkelerdeki gelişen kapitalizmin rekabeti, pazarlar için savaşımın artmasının bir başka nedenidir. Bu ülkeler, gelişmiş sanayi ülkeleriyle gittikçe daha çok rekabet etmeye başladılar. Bu rekabet, özellikle hafif sanayi maddeleri alanındadır.
Pazarlar ve sermaye yatırım alanı için sürdürülen savaşım, giderek, kapitalist tekel gruplarıyla emperyalist devletler arasında çatışmalara neden olur.
Pazarlar ve sermaye yatırım alanı sorununun ağırlaşması ile, sanayi işletmelerinin süreğen düşük-kapasite ile çalışmaları ve salgın işsizlik birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Kapitalizmin gelişmesinin tekel-öncesi döneminde, kitlesel düşük-kapasite, ancak ekonomik bunalımlar döneminde, vardı. Bugün, emperyalizmin genel bunalımı döneminde, düşük-kapasite, sürekli bir olgu haline geldi, yani süreğen bir nitelik aldı. Böylece, 1925-1929 atılım döneminde, ABD'de transformasyon sanayii potansiyelinin yalnızca %80'i, 1930-1934'te %60'ı, 1964'te Amerikan çelik potansiyelinin yalnızca %80'i kullanılıyordu.
Sanayi işletmelerinin bu süreğen düşük-kapasitede kalması kapitalizmin genel bunalımı döneminde işsizliğin farklı bir niteliğine tekabül eder; bundan önceki yıllarda işsizler ordusu ne kadar artarsa artsın, işsizlik bunalımın toparlanma ve atılım döneminde yeniden eritilebiliyordu. Kapitalizmin genel bunalımı döneminde ise, işsizler ordusu sürekli ve yığınsal hale gelir. Resmi istatistiklere göre, işsizlerin toplam faal nüfusa oranı 1963'te: Kanada'da %5,5; Danimarka'da %4,3; İngiltere'de %2,6; Amerika'da %5,7'dir.
Birçok ülkede kitle halinde işsizlik, ulusal bir felakettir. Resmi istatistiklere göre, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa, Japonya ve Avustralya gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde mevcut 85 milyon sanayi işçisinin, 8-10 milyonu, tam işsizdir. Ortalama, her dokuz işçiden birinin işsiz olduğu anlaşılıyor. Azgelişmiş ülkelerde, emperyalizm, miras olarak, diğer sorunlar yanında, işsizlik sorununu da bırakmıştır. [sayfa 212]
Çevrimin (cycle), bir ekonomik bunalımın başlangıç dönemi ile bunu izleyen ekonomik bunalımın başlangıç dönemi arasındaki süre olduğunu anımsayalım. Çevrim, dört evreyi içerir: bunalım, çöküntü, toparlanma ve atılım.
Kapitalizmin genel bunalımı, kapitalist çevrimde değişmeleri de birlikte getirir: çevrim süresi kısalır. Bu da bunalımları sıklaştırır. Örneğin, Birinci Dünya Savaşından önce, ekonomik bunalımlar, her 8-12 yılda bir meydana gelirdi. İki Dünya Savaşı arasında, 1919 ile 1938 yılları arasında, üç ekonomik bunalım yani 6-7 yılda bir bunalım oldu. Aynı zamanda bunalım ve çöküntünün evreleri daha uzundu, gönenç evresi daha kısaydı. Eskiden bunalımlar, 1,5-2 yıl sürerdi, 1929-1933 bunalımı dört yıldan fazla sürdü. Ensonu, kapitalizmin genel bunalımı döneminde ise ekonomik bunalımlar gittikçe sıklaşmıştır.
Örnek olarak, kapitalist dünya sanayi üretiminin hemen hemen yarısını elinde tutan bir ülke olan ABD'yi alalım. İkinci Dünya Savaşından sonra, 1948'den itibaren ABD, öylesine bir ekonomik bunalımla karşı karşıya kaldı ki, bu ekonomik bunalımın yaraları, 1949 yılı boyunca ciddiyetini korumuştur. 1953 yılının ikinci yarısında yeni bir ekonomik bunalım başladı. Bu, sanayi üretim hacminin gerilemesine, siparişlerin azalmasına, işsizliğin yaygınlaşmasına, stokların kabarmasına neden oldu. 1954'te bunalım devam ediyordu. 1957 ortalarında, ABD'de fazla üretim nedeniyle yeni bir bunalım patlak verdi. Bu da 1958'e kadar yoğunlaşarak sürdü. İlk yarısında, 1957'ye oranla, dökme demir üretimi %38,3'e; çelik üretimi %36,5'e; turizm otomobilleri üretimi %33,6'ya düşmüştü. Amerika Birleşik Devletleri'ni kasıp kavuran ekonomik bunalım, diğer kapitalist ülkelere de yayıldı.
1957-1958 bunalımı, Amerikan sanayisinde uzun bir atılım dönemine fırsat vermedi. İki yıl ancak geçmişti ki, ABD; 1960'ta yeni bir bunalıma sürüklendi. Bu ekonomik bunalım [sayfa 213] da 1961'e kadar sürdü.
Böylece, ABD ekonomisi, savaş sonrasında, daha şimdiden dört ekonomik bunalımla karşı karşıya kalmıştır. Alışılagelen çevrim evrelerinin sırasının, eskisi gibi olmadığını ve bazı evrelerin yokolduğunu belirtelim. Örneğin, bunalımdan toparlanmaya geçiş durumu, sık sık çöküntü evresine uğramadan ortaya çıkar ve toparlanmanın sonu, çok kez atılım evresine değil, yeni bir bunalıma varır. Birçok durumda bunalıma geçiş birdenbire değil, uzun bir durgunluk döneminden sonra olur. Bunalım, geçmiştekinden daha yavaş gelişmektedir. Borsacıların ve bankacıların iflasları eskiden olduğu kadar, açık-seçik bir biçimde belirgin değildir. Savaş sonrasındaki bunalım süresi, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki kadar uzun değildir.
Savaş-sonrası dönemde, kapitalist çevrimdeki bütün bu değişiklikleri nasıl açıklamalı? Bu, en başta, kapitalist sistemin, bütün ülkelerde, bazı sektörlere yayılan süreğen bir durgunluk ve gerileme dönemine girmiş olması ve zaten gelişmenin genel tempolarının yavaşlaması olgusuyla açıklanmalıdır.
Savaştan sonraki dönemde, kapitalist çevrimi değiştiren başka etkenler de vardır.
1- Ekonominin askerileştirilmesi. Bunun kapitalist çevrimin oluşumu üzerinde çifte ve çelişik etkisi vardır. Bir yandan askeri malzeme üretimine bağlı sanayi dallarını zaman zaman atılım durumuna iter, bir yandan da kapitalist yeniden-üretimin çelişkilerini şiddetlendirerek daha da derin bir bunalımın koşullarını yaratır.
2- Tekelci devlet kapitalizmi, kapitalist çevrimin evrimi üzerinde belli bir ölçüde etki yapar. Bu, tekellerin çıkarına çalışan devletin ekonomik ilişkilere katılması (sanayi ve tarım ürünleri satın almak, devlet hazinesinden yardım ve kredilerle tekelleri desteklemek vb.) demektir, ki bu da üretimde belli bir büyüme ve sabit sermayenin yenilenmesine neden olur. Tekelci burjuvazi ekonomik bunalımların yıkıcı sonuçlarını hafifletmeye çalışmak için güdümlü ekonomi [sayfa 214] sistemine başvurur. Kapitalist çevrime müdahale etmesine karşın, tekelci devlet kapitalizmi, fazla üretimden doğan ekonomik bunalımları ortadan kaldıramaz.
3- Bilimsel ue teknik ilerleme de kapitalist çevrimin oluşumunu etkiler. Bu da sabit sermayenin içten yıpranmasının hızla ortaya çıkması demektir. Bu nedenle, bunalım zamanında sermaye yatırımları her ne kadar azaltılabilirse de gene de nispeten yüksek düzeyde tutulmasına çalışılır ki, bu da geçmişe bakarak çevrimin seyrinde, az da olsa, farklı çelişkilerin çıkmasına neden olur.
4- Kapitalist ülkelerde sınıf savaşımının çevrim üzerindeki etkisi önemli şekilde artmıştır. Sınıf savaşımında, işçilerin başarıları arttıkça, burjuvazinin işçilere tanımak zorunda kaldığı ekonomik ödünler de o oranda artar. Bu durum, iç pazarın genişlemesine yaradığı gibi, bir dereceye kadar da, fazla üretimden doğan bunalımın ağırlaşmasına engel olur.
5- Sömürge sisteminin parçalanması da kapitalist çevrimi etkiler. Bu durum, politik bağımsızlığını elde eden ülkelerin, ekonomik bağımsızlıkları uğruna savaşım vermeleriyle açıklanır. Oysa, ekonomik bağımsızlık, sanayileşmeden geçer. Bugün azgelişmiş ülkeler, kapitalist ülkeler tarafından, özellikle de Batı Avrupa ülkeleri tarafından ihraç edilen donatım malzemelerinin hemen hemen yarısını emiyor. Bu, Batı Avrupa ülkelerinde makine imali sanayiinde üretimin artmasına neden olmuştur ve böylece, savaş-sonrasında kapitalist çevrimin değişmesinde etkili olmuştur.
Bugün için kapitalist çevrimde etki yapan etkenlerin bazıları bunlardır. Bu yüzden kapitalist ülkeler ekonomisi, savaş-sonrası dönemde daha sık bunalımlarla karşılaştı, ama bu bunalımlar 1929-1933 bunalımı kadar derin olmadı.
Süreğen düşük üretim, sürekli yığınsal işsizlik, gittikçe sıklaşan ekonomik bunalımlar, günümüz kapitalizminin kendi derinliklerinde gelişen büyük üretici güçlerden yararlanacak durumda olmadığının kanıtlarıdır. Kapitalizm insanlığın ilerlemesinde büyük bir engel haline gelmiştir. [sayfa 215]
Kapitalizm, ekonomik ve politik çelişkilerini, silahlanma yarışı ve ekonominin askerileştirilmesiyle çözmeye çalışıyor.
Emekçilerin Durumunda Kötüleşme
Ekonominin askerileştirilmesi, sanayinin önemli bir kesiminin savaş ve savaş malzemesi üretimine dönüştürülmesi demektir. Geniş ölçüde maddi değerler, stratejik malzeme stoğu şeklinde atıl duruma sokulmaktadır. İkinci Dünya Savaşından önce, Amerika Birleşik Devletleri'nde, doğrudan doğruya savaş için ayrılan para, bütçe giderlerinin %14'ünü oluştururken, 1953'ten bugüne kadar federal bütçenin üçte-ikisine ulaşmıştır. Büyük Britanya'da ve Fransa'da, askeri giderler, savaş sonrasında tüm bütçenin üçte-birini eritmiştir.
Ekonominin askerileştirilmesi, silahlanma yarışı, savaş tehlikesi yaratıyor. Bunun içindir ki, Sovyetler Birliği, barış-sever bütün insanlık, genel ve tam silahsızlanma uğruna sonuna kadar savaşım vermektedir. Emperyalist devletler, genel ve tam bir silahsızlanmayı istemiyorlar. Neden? Çünkü, silahlanma yarışı, tekellerin kârlarını geniş ölçüde kabartıyor. Amerikan tekellerinin 1938'de, 3,3 milyar olan kazançlarının 1962'de 51 milyarı aşması, yani 15 kattan fazla bir artış, işte böyle olmuştur.
Bundan başka, kapitalizmin ideologları, ulusal ekonominin askerileştirilmesinin ve silahlanma yarışının, kapitalist ekonomiyi ekonomik bunalımlardan ve işsizlikten korumasını desteklemektedirler. Gerçekte ise, üretim olanaklarıyla nüfusun düşük alımgücü arasındaki dengesizliği artıran ekonominin askerileştirilmesi, kaçınılmaz olarak, yeni ve daha derin bir ekonomik bunalıma yolaçıyor.
Silahlanma yarışı, işçi sınıfının ve bütün çalışan sınıfların omuzlarına bindirilen ağır bir yüktür. Örneğin, Birleşik Amerika'da 1913-1914 bütçe döneminde, nüfus başına düşen askeri gider 3,5 dolara çıkmıştı. Bu miktar, 1929-1930'da [sayfa 216] 7 dolara; 1954-1955'te 250 dolara yükseldi, yani bu dönem için 70 kattan fazla bir artış. İngiltere'de 1913-1914 bütçe döneminde nüfus başına düşen askeri gider 1,7 sterlin iken, 1954-1955'te bu miktar 29,3 sterline çıkmıştır. Bu muazzam giderler, dolaylı ve dolaysız vergi artışlarıyla karşılanır. Amerikan halkından 1959-1960 bütçe döneminde alınan yalnızca dolaysız vergi, 1937-1938'de alınandan hemen hemen 15 kat fazladır. İngiltere'de aynı dönemde dolaysız vergilerin, artışı 3 kat; Fransa'da 3 kat; İtalya'da 2 kat olmuştur.
Savaş-sonrası dönemde, silahlanma yarışı, kapitalist ülkelerde enflasyonu artırdı. Bu yüzden kağıt paranın satın alma gücü birden düştü. Birleşik Amerika'da, 1958 başında, dolaşımda bulunan paranın kitlesi 27,4 milyar dolara yükselmiştir. Oysa, 1937 yılında, dolaşımda bulunan para kitlesi 5,6 milyardı. İngiltere'de 1958'e doğru, kağıt para olarak, dolaşımda 1 milyar 850 milyon sterlin vardı. Bu miktar, 1937'de 460 milyon sterlindi. İtalya'da 1937'de 18 milyar liret olan dolaşımdaki kağıt para miktarı, 1958'de astronomik bir rakam olarak görülen 1.852 milyar lirete varmıştır.
Mali yüklerin ve enflasyonun ağırlaşmasına karşın, tekeller, nominal ücretlerin "dondurulmasını", yani onun aynı düzeyde tutulmasını sağlarlar. Bu durum, gerçek ücretin azalmasına ve emekçilerin durumunun ağırlaşmasına varır. Emekçiler, kapitalist boyunduruğa karşı savaşımı yeğinleştirirler. Grev hareketinin yaygınlaşması, bunun açık kanıtıdır. Resmi rakamlara inanılacak olursa --kuşkusuz, gerçek durumun altında gösterilmişlerdir-- 11 ülkede (Birleşik Amerika, İngiltere, Fransa, Federal Almanya, Japonya, Kanada, Avusturya, İsveç, Belçika, Hollanda, Arjantin) savaş-öncesi (1930-1939) ile savaş sonrası (1945-1954) karşılaştırılınca grevlerin sayısı 76.000'den 101.000'e, grevci sayısı da 21 milyondan 73 milyona, ve grevlerden dolayı kaybedilen iş-günü toplamı ise 240 milyondan 672 milyona yükselmiştir.
Ama, proletaryanın sınıf savaşımı yavaşlamıyor, günden güne genişliyor. Böylece, 1961 yılında 50-53 milyon olan grevci sayısı, 1963'te 58 milyonu aştı. [sayfa 217]
Savaş-sonrası dönemde, kapitalist ülkelerin işçi sınıfı, ekonomik savaşım ayrımı yapılmadan, savaş-öncesindekilerden daha kararlı olarak, hatırı sayılır ülkelerin temel dış ve iç politika sorunlarına müdahale etmiştir; bugün de emekçilerin barış ve demokratik özgürlükler uğruna giriştikleri savaşımlarda ön safta yürümektedir.
Gücü ve hayatiyeti, çağdaş dönemin deneyimiyle de doğrulanan marksist-leninist teoriye dayanan proletaryanın sınıf savaşımını, komünist partiler ve işçi partileri yönetiyor.
Günümüzde, bilimsel sonuçların doğruluğu, kapitalizmle bağlarını ebediyen koparmış olan insanlığın üçte-birinin deneyimiyle tanıtlanmıştır. Bu durum, kapitalizmin, zorunlu olarak, yerini, yeni bir rejime, sosyalizme bırakması gerektiği anlamına gelir. İşçi sınıfına, bütün emekçilere, kesin özgürlüğü yalnızca sosyalizm getirebilir. Emekçiler de kendi emeklerinin bütün ürünlerinden ancak sosyalizmde yararlanabilirler.
Çelişkilerin Yeğinleşmesi
Günümüzde, emperyalist ülkelerdeki tekelci burjuvazinin çıkarları, yalnızca proletaryanın çıkarlarına değil, ulusun çıkarlarına da ters düşer.
Tekelci sermaye, işçi sınıfı üzerindeki sömürüsünü olduğu kadar, köylü ve zanaatçılar üzerindeki sömürüsünü de artırır. Kapitalizmin bugünkü genel bunalımı aşamasında köylülüğün ve kiracı çiftçinin durumu da büsbütün kötüleşmektedir. Amerikan tekellerinin körüklemesiyle ortaya çıkan fiyat yükselmesi sonunda, 1959'da, Amerikan çiftçileri, satın aldıkları metalara 1950'ye bakarak %12 fazla ödemek zorunda kalmışlardır. Oysa, aynı dönemde tarım ürünlerinin fiyatı, %7 düşmüştü. Sanayi ürünlerinin fiyatlarıyla tarım ürünlerinin fiyatları arasındaki, tekelci sermayenin hizmetinde olan devlet tarafından yükletilen borçlarla mali yükler arasındaki farklılaşma, çiftçileri yığın halinde yıkıma sürüklemiştir. [sayfa 218] ABD'de her yıl 150.000 çiftçi yıkıma uğrar ki, bunlar da işsizlerle tarım işçileri ordusunun sayısını kabartır. Fransa'da 1954 ve 1962 arasında 242.000 işletme "ortadan kalkmış"tır. Latin Amerika ülkelerinde, birçok Asya ve Afrika ülkelerinde köylülerin durumu çok kararsızdır.
Tekellerin çıkarları, yalnızca emekçilerin çıkarlarıyla değil, tekelci olmayan küçük ve orta burjuvazinin çıkarlarıyla da çatışır. Devletle birlikte tekelci sermaye, küçük ve orta kapitalistleri kazançlarından yoksun bırakarak, onları yıkıma zorlayarak, artı-değeri kendi yararına yeniden bölüşmek için, vergi politikasından, mali politikadan, tarifeler politikasından ve fiyat politikasından yararlanır.
Küçük-burjuva ve diğer orta tabakaların çıkarları, işçi sınıfının çıkarları gibi, tekelci burjuvazinin, onun siyasal partilerinin ve tekellerin çıkarlarını savunma görevini üzerine alan devletin çıkarlarıyla gittikçe artan bir çatışmaya girer. Bu nedenledir ki, işçi sınıfının, köylülüğün, aydınların, küçük ve orta kent burjuvazisinin, tekeller egemenliğini sona erdirmekte çıkarları vardır. Koşullar, bütün bu güçleri biraraya getirmeye elverişlidir.
Ulusal güçlerin tekellere karşı birliği, günümüz koşullarında, barış ve ulusal bağımsızlık, demokrasinin savunulması, ekonominin kilit noktalarının ulusallaştırılması ve bu kilit noktalarının demokratik yönetimi uğruna savaşım temeli üzerinde, ekonomiyi halkın hizmetine koyarak, gerçekleşebilir.
Tekellerin boyunduruğuna karşı savaşımda ön safta bulunan komünist partiler ve işçi partileri, geniş halk yığınlarını biraraya getirmeye ve bu savaşımda onlara kılavuzluk etmeye çalışıyorlar.
İkinci Dünya Savaşı, kapitalist ülkeler arasındaki eşit olmayan gelişmeyi daha da çarpıcı hale getirdi. Hitler Almanyası, Japonya ve İtalya, tam bir askeri bozguna uğratıldı; [sayfa 219] bu ülkelerin ekonomisi adamakıllı zayıfladı. Düşman istilasına uğrayan Fransa, İkinci Dünya Savaşında büyük kayıplara uğradı. İngiltere'de ağır bir darbe yemiştir. Bütün bu karışıklıklar içinde zenginleşenler yalnızca Amerikan tekelleri olmuştur. 1948 yılında kapitalist dünya sınai üretiminin %56,6'sını ABD; %11,5'ini İngiltere; %4'ünü Batı Almanya; %4'ünü Fransa; %3,5'ini Kanada; %2'sini İtalya, ve %1,5'ini de Japonya üretiyordu. O zamandan beri, kapitalist dünyadaki güçlerin oranında önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır.
Bütün bu değişiklikler nasıl açıklanır?
Birincisi, gerek üretimde ve gerek ticaret alanında, ABD, kapitalist dünya içindeki mutlak üstünlüğünü kaybetti. Dünya sınai üretimindeki payı, 1964'te %44,5 idi, yani 1948 yılına oranla %10 düşme olmuştu. Aynı yıllar arasında, ihracat %23,4'ten %17'ye; altın rezervi ise %74,5'ten %35'e düşmüştür. Sonuç olarak, ABD, kapitalist devletler arasında, hemen hemen, İkinci Dünya Savaşından önceki yerini almış bulunuyor.
İkincisi; İngiltere ve Fransa'nın durumlarında çarpıcı bir zayıflama olmuştur. Bu devletler, sömürgelerini, kesinlikle kaybediyorlar. Ve dünya sınai üretiminde savaştan önceki konumlarına ulaşmaya da güç yetiremiyorlar. 1937 yılında İngiltere ve Fransa, kapitalist dünya sınai üretiminin %18,5'ini üretiyordu. 1964'te ise kapitalist dünya sınai üretimindeki payları ancak %13,4'tü.
Üçüncüsü, yenilen ülkeler, özellikle Batı Almanya ve Japonya, önemli ilerleme gösterdiler. Her iki ülke ve bu arada İtalya, kapitalist dünya sınai üretiminin, yaklaşık olarak %17'sini elde etmektedirler. Bu oran, İkinci Dünya Savaşı öncesindekinden fazladır.
Ekonomik güçler oranındaki değişme, emperyalist ülkeleri bir pazarlar savaşımına sürükledi.
Ekonomik bakımdan önde gelen ABD, diğer kapitalist ülkeleri kısmen ya da tamamen kendine bağımlı kılmak için, bütün gücünü ortaya koyuyordu. Savaş-sonrasının ilk yıllarında, kapitalist dünya pazarlarının büyük bir kesimi üzerinde [sayfa 220] egemenlik kurmakta başarı sağlamıştı. Ama Batı Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya ekonomilerini yeniden kurunca, ABD ile dünya pazarları üzerinde rekabete başladılar. Bu durum, ABD ile İngiltere, Batı Almanya vb. tekelci grupları arasındaki pazarlar savaşımını şiddetlendirmekte etkili oldu. ABD'nin pazar, hammadde kaynakları ve nüfuz alanları uğruna savaşımı, Avrupalı emperyalistlerin artan direnişleriyle karşılaştı. Batı Avrupa tekelleri, yüksek kârlarının tehlikeye girmesini istemiyorlardı.
Tekeller arasındaki savaşım, kapitalist ülkeler arasındaki çelişkilerin yeğinleşmesine yolaçtı.
ABD ile İngiltere arasındaki çelişki, emperyalistler arasında mevcut olan derin çelişkileri gösterir. ABD tekelci sermayesi, İngiltere'nin geleneksel pazar ve nüfuz bölgelerine karşı saldırganlığa başladı. ABD; İngiltere'nin dominyon ve sömürgeleriyle artan ekonomik ilişkilerini yıkma çabasına koyuldu ve belli bir ölçüde başarı da sağladı. ABD ile İngiltere arasında dış ticaret alanında olduğu gibi, hammadde kaynaklarına sahip çıkma uğruna yürütülen savaşım da yeğinleşti.
ABD ile Fransa arasındaki çelişkiler de yeğinliğini artırıyor. Birçok Amerikan tröstü, işletmelerini Fransa'da kurmuşlardır. Rekabet, dış ticaret alanında da gittikçe yoğunlaşıyor. ABD, Fransa'nın Kuzey Afrika'daki geleneksel pazarlarına karşı saldırıya geçti. ABD'nin bu ülkelerdeki pazarlar üzerine Fransa'nın yerini alma eğilimi düpedüz açığa çıkmıştır.
Çoğunlukla ulusal kurtuluş hareketinin "koruyucuları" maskesi ardında iş yapan ABD'nin sözü geçen çevreleri, aslında Güney Vietnam'da olduğu gibi, Kuzey Afrika ülkelerinde de, Fransız üstünlüğü yerine ABD tekellerinin egemenliğini kurma girişimi içindeydiler. ABD'nin bu eğilimi, Fransa'nın egemen çevrelerini epeyce kaygılandırdı.
Emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin daha da keskinleşmesi, Batı Almanya ve Japonya'nın ekonomik gücünün büyük ölçüde artmasından doğmuştur. Savaşın bitiminden bu yana, ABD, Batı Alman tekellerini kendi denetimi altında [sayfa 221] tutmaya, Batı Almanya'nın en önemli ekonomik dalları içinde sağlam konumlar elde etmeye uğraşmıştı. İngiltere de aynı amaçta onlardan geri kalmadı. Bununla birlikte, ABD de, İngiltere de, Batı Almanya ekonomisinde kendi egemenliklerini kurmayı başaramadı. Kendi sanayi potansiyelini hızla artıran Batı Alman tekelleri, geniş bir yayılma programını uygulama alanına koydular. İkinci Dünya Savaşını izleyen ilk yıllarda, Batı Almanya, ihracat alanında, kapitalist ülkelerin en sonunda yer alıyordu; şimdi dünyada ikincidir.
Emperyalistler arasındaki çelişkiler uzlaşmaz karşıt ve bağdaşmaz çelişkilerdir. Daha önce Lenin, kapitalist kamptaki çelişkilerin, raslansal uyuşmazlıklar değil, "emperyalist ülkeler arasındaki ekonomik çıkarlar birliğinin derin, kökten bir bozulması..." olduğunu, kapitalist devletler ittifakının ise, "... komşusundan birşeyler aşırmaya çalışan üçkağıtçıların ortaklığı" olduğunu belirtiyordu. (V. Lenin, Œuvres, Paris-Moscou, c. 31, s. 484.)
Emperyalistler arasındaki çelişkiler, kapitalizmin temel çelişkisinden gelmektedir. Bu, üretimin toplumsal niteliği ile emek ürünlerine sahip olmanın özel kapitalist biçimi arasındaki çelişkidir. Emperyalistleri bölen çelişkileri ortadan kaldırabilen anlaşmalar, birleşmeler, uzlaşmalar yoktur.
Çağımızın başlıca çelişkisi olan ilerleyen sosyalizm ile cançekişen kapitalizm arasında savaşım, kapitalist kampta mevcut olan çelişkileri ortadan kaldırmaz. Çağımızın bu başlıca çelişkisi, emperyalistlerarası ilişkiler üzerinde ikili etki yapar. Bir yandan kapitalist ülkeleri birleşmeye isteklendirir, üzerinde NATO, SEATO, CENTO gibi askeri blokların oluştuğu temeli yaratır, ve emperyalistler arasında silahlı çatışma gelişiminin temel sorunları üzerinde, kapitalist ülkeler arasında yeni çatışma ve çelişki kaynakları yaratır.
Emperyalistlerarası çelişkilerin kaçınılmaz olarak bir dünya savaşına varması gerekmez. Kapitalizm dünyada egemen güç iken, emperyalistleri bölen çelişkilerin ve ülkeler arasında güçler dengesinin bozulmasının sonu, kesin olarak dünya savaşlarına varırdı. Günümüzde, kapitalizm, dünyanın [sayfa 222] biricik politik sistemi değildir. Bugün artık insanlığın gelişmesinin kesin bir etkeni haline gelen sosyalist dünya sistemi vardır. Başta sosyalist dünya sistemi olmak üzere, birleşmiş barış güçlerine, saldırgan güçleri dizginleme, dünya savaşını toplum yaşamından kovma olanağı veren yeni bir tarihsel durum yaratılmıştır.
Böylece, ücretli emeğin sömürülmesi üzerine kurulan kapitalist üretim tarzını incelemiş bulunuyoruz. Kapitalist rejimde, özellikle onun en yüksek gelişme aşamasında, emek ile sermaye arasındaki, metropollerle sömürgeler arasındaki ve emperyalist devletler arasındaki çelişkiler son derece yeğinleşmiştir. Bu çelişkilerin yeğinleşmesi kapitalist dünyayı, yeni yeni ekonomik ve toplumsal karışıklıklara ve eninde sonunda da kapitalizmin yerine devrime dayalı sosyalizmi koymaya götürecektir.
Marx'ın 100 yıl kadar önce vardığı sonucu bugünkü gerçeklik daha iyi doğruluyor: kapitalist üretim tarzı, tarih tarafından mahkum edilmiştir. [sayfa 223]