P. Nikitin
Ekonomi Politik
P. Nikitin'in Principes d'Economie Politique (Editions du Progres, Moscou, 1962) adlı yapıtının "Le Mode de Production Capitaliste" adlı bölümünü, Fransızcasından Hamdi Konur dilimize çevirmiş ve Editions du Progrès, 1966, basımı dikkate alınarak gözden geçirilmiş ve kitap Ekonomi Politik I adı ile, Sol Yayınları tarafından, Kasım 1995 (Birinci Baskı: Nisan 1968, İkinci Baskı: Ocak 1971, Üçüncü Baskı: Eylül 1974... Yedinci Baskı: Mart 1990) tarihinde Ankara'da yayınlanmıştır.

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta:
Kurtuluş-Cephesi Dergisi
Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında:
Ekonomi Politik (586 KB)












EKONOMİ POLİTİĞİN KONUSU


      BİRÇOK bilim dünyayı tanımayı konu edinmiştir. Bunlardan bazıları doğa olaylarını (phénoménes) ve bazıları da toplum olaylarını incelerler. Maddenin yapısını inceleyeln bilimlere doğa bilimleri denmiştir. Toplum gelişmesinin çeşitli yönlerini inceleyen bilimlere ise toplum bilimleri denir. E k o n o m i p o l i t i k bir toplumsal bilimdir.
      Marksist-leninist ekonomi politik, bir tek bilimi, marksizm-leninizmi bütünleştiren bölümdür.
      Marksizm-leninizm
, toplumun, sosyalist devrimin, proletarya diktatörlüğünün gelişme yasalarının bilimidir. Marksizm-leninizm, felsefe, ekonomi politik ve komünizmin bilimsel teorisini içeren üç bölümün oluşturduğu bir uyumlu bilimin gövdesidir. Burada, insan toplumunun yaşamındaki temel özellikleri belirten ekonomi politik önemli bir yer tutar. [sayfa 13]
     

Toplum Hayatının Temeli Olan Maddi
Varlıkların Üretimi


      Çok eski zamanlardan bu yana, insanlar, insan toplumunun gelişmesini açıklamaya çalışmışlardır. Bu konuda, çeşitli düşünceler ileri sürülmüştür. Dinsel akımları temsil eden sözcüler, tüm gelişmenin tanrı iradesine bağlı olduğunu öne sürdüler. Bununla birlikte, bilim ve pratik, doğaüstü güçlerin var olmadığını kanıtladı. Bugün varılan sonuç ve günümüzün birçok burjuva bilginlerince de paylaşılan görüş, toplumun evriminin belirli bir ölçüde coğrafi çevreye, yani (iklim, toprak, madenler vb. gibi) doğal koşullara bağlı olduğu merkezindedir. Kuşkusuz ki, coğrafi çevre, toplumun gelişmesinin zorunlu koşullarından biridir; ama bu, belirleyici değildir. Örneğin Avrupa'da üç bin yıllık sürede, farklı üç düzen, hatta Avrupa'nın ortasında ve doğusunda dört düzen, birbirini izledi. Oysa, aynı dönemde Avrupa'nın coğrafi koşulları, hesaba katılmayacak kadar az değişikliğe uğradı. Bazıları, tarihin akışının, sadece, seçkin kişilerin, devlet adamlarının, komutanların vb. iradesine bağlı olduğu görüşünü savunuyorlar. Gerçekte, bu kişiler, olayların gelişini çabuklaştırır veya geciktirebilirler, ama tarihin akışını değiştiremezler.
      O halde, tarihin gelişmesini belirleyen nedir? Bu soruyu, ilk olarak, Karl Marx yanıtlamıştır.
      İnsanlar, yaşamak için, besinlere, giysilere, ayakkabılara, barınaklara ve öteki maddi varlıklara gereksinme duyarlar. Öyleyse insanlar, onları üretmek ve üretmek için de çalışmak zorundadırlar. Maddi varlıkların üretimini durduran her toplum, yok olur. Onun için, maddi varlıkların üretimi her toplumun varlığının ve gelişmesinin başlangıcıdır.
      Maddi varlıkların üretimi deyince ne anlaşılır? Üretim süreci, insan emeğini, iş araçlarını ve iş konularını içerir.
      Emek (iş, çalışma
), maddi varlıkların üretimi için insanın yararlı bir çabasıdır. İnsan çalışarak, onu kendi gereksinmelerini karşılamaya yatkın hale getirmek amacıyla doğa üzerinde etkide [sayfa 14] bulunur. İş, sadece insana özgü, sürekli ve doğal olarak gerekli ve insan yaşamının ilk koşuludur. Engels'in deyişiyle, insanı yaratan, iştir.
      Emek (iş) araçları
olmaksızın üretim süreci düşünülemez. İş konuları üzerinde etki yapmakta ve onların görünüşünü değiştirmekte insanlara yardımı dokunan her şey, iş aracıdır. Makineler ve donatım, araç ve gereçler, işletme binaları, tünel ve köprüler, bütün ulaştırma araçları, kanallar, elektrik tesisleri vb. iş araçları sayılırlar. Toprak da, evrensel bir iş aracıdır. Ve bütün iş araçları arasında, kesin rol, üretim aletlerindedir. İnsanın doğa üzerindeki etkisinin gücü, insan tarafından yararlanılan iş aletlerine bağlıdır. İlkel toplum da böyledir, insan, taşı, sopayı, üretim aleti olarak kullanırdı. Çoğu kez de doğa karşısında aciz kalırdı. Günümüzde, insan, güçlü makinelerin yardımıyla iş yapar. Doğa üzerindeki uçsuz bucaksız egemenliği bundan dolayıdır. Marx, ekonomik dönemlerin, o dönemlerde üretilen maddi varlıklara göre değil, maddi varlıkları üreten iş aletlerine göre birbirinden ayrıldığını belirler.
      İnsanlar, üretim aletlerinin yardımıyla, Emek (iş) konuları üzerinde, yani insan çalışmasının amacını teşkil eden nesneler üzerinde faaliyet gösterirler. Ve insan emeği, kendisini çevreleyen doğaya uygulandığından, doğa (toprak ve toprakaltı, sular), çalışmanın evrensel konusudur. Bütün iş konuları doğada bulunur. Kendi gereksinmelerini giderebilmesi için insan, bütün iş (çalışma) konularını kendisine uygun hale getirmek zorundadır.
      İş araçları ve iş konuları, üretim araçlarını teşkil eder. Bununla birlikte, doğaldır ki, üretim araçları maddi varlıkları kendiliklerinden üretemezler. İnsan olmadığı takdirde, en mükemmel teknik bile hareketsiz kalır. Şu halde, her üretimin kesin etmenini oluşturan, insanın kendisi, kendi işgücüdür. [sayfa 15]

     

Üretici Güçler ve Üretim İlişkileri


      Üretim, hangi aşamada olursa olsun, daima iki yön içerir: üretici güçler ve üretim ilişkileri.
      Üretici güçlerden
, toplum tarafından yaratılmış olan üretim araçları ve her şeyden önce iş aletleri ve bunun yanında maddi varlıkları üreten insanlar anlaşılır. Burada, kendi edindikleri bilgileri, kendi deneyleri ve kendi iş alışkanlıkları sayesinde üretim aletlerini harekete geçiren ve onları yetkinleştiren, yeni yeni makineler yapan ve aynı zamanda da kendi bilgilerini artıran insanları özellikle belirtmek gerekir. Onlar, bu eylemleriyle, üretici güçlerin ve sürekli olarak çoğalan maddi nesnelerin üretimine katkıda bulunurlar.
      Ama insanlar, maddi varlıkları, tek başlarına değil, gruplar ve ortaklıklar halinde, birarada eylemde bulunarak üretirler. Örnek olarak, çağımızdaki bir ayakkabı fabrikasını ele alalım. Ayakkabı gibi bir tek meta yapımında, fabrikada kaç işçi çalışır? Yüzlerce ve hatta binlerce. Bu fabrikanın çalışması için gerekli olan makine, kösele, iğne, iplik ve benzeri eşyanın yapımında çalışan işçilerin sayısı, sözkonusu ayakkabı fabrikasında çalışmakta olan işçilerin sayısından çok daha fazladır. Bu gösterir ki, maddi varlıkların üretiminde insanlar, kendi aralarında bağlantı kurmuşlardır ve birbirlerine bağlantılıdırlar, ve kendi aralarında belirli ilişkiler kurmuşlardır.
      Üretim süreci içinde insanlar arasında meydana gelen maddi varlıkların değişim ve dağıtım ilişkilerine, Marks, üretim ilişkileri ya da ekonomik ilişkiler adını vermiştir. Bu ekonomik ilişkiler, işbirliği ve her türlü sömürüden uzak, özgür kişiler arasında, yardımlaşma şeklinde olabileceği gibi, insanın insan tarafından sömürüsü şeklinde de olabilir. Burada sözkonusu olan, toprak ve toprakaltı, [sayfa 16] ormanlar, fabrikalar, atelyeler, iş aletleri vb. üretim araçlarının mülkiyetinin kime ait olduğudur. Bu üretim araçlarının mülkiyeti, bütün topluma ait değil de, özel kişilere, toplum gruplarına ya da birbirinden ayrı sınıflara ait olduğu, yani özel mülkiyet şeklinde olduğu zaman, insanın insan tarafından sömürüsü, egemenlik ve bağımlılık ilişkileri üzerine kurulmuş olduğu ortaya çıkar. Kapitalist düzende, işçiler, üretim araçlarından yoksun oldukları için, kapitalistlerin çıkarına çalışmak zorundadırlar. Sosyalist düzende, üretim araçları toplumun mülkiyetindedir, bundan dolayı da insanın insan tarafından sömürüsü yoktur ve insanlar arasındaki ilişkiler, kardeşçe işbirliği ve sosyalistçe yardımlaşma üzerine kurulmuştur.
      İnsanların, üretim araçları karşısındaki tavrı, onların, üretimde yerini ve durumunu, emek ürünlerinin dağılım tarzını belirler. Örneğin, kapitalist düzende, işçiler tarafından imal edilen bütün ürünlere, üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvazi sahip çıkar; oysa, işçilerin büyük çoğunluğu yoksulluk içindedir. Sosyalist rejimde, üretim araçları halka aittir (toplumsal mülkiyettir), tüketim nesneleri, herkese emeğine göre bölüştürülür, maddi ve kültürel hayatın sürekli olarak yükseltilmesi, bütün emekçiler için güvenlik altındadır. İşte, insanlar arasındaki üretim ilişkilerinin (ekonomik ilişkilerin) özü budur.
      İnsan toplumunun evrim tarihi, başlıca beş tip üretim ilişkisi tanır: ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve komünizmin ilk aşamasına tekabül eden sosyalist toplum. Bu şekillenmelerin herbirinin temelini, üretim alet ve araçlarının mülkiyet şekli belirler. Bundan dolayıdır ki, köleci, feodal ve kapitalist düzenlerde, üretim ilişkileri, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır. Özel mülkiyet, geçmişte ve bugün, kaçınılmaz olarak, toplumu, sömürenler ve sömürülenler şeklinde hasım sınıflar olarak bölünmeye götürmüştür. Köleliğin, feodalizmin ve kapitalizmin niteliğini sınıf mücadelelerinin teşkil etmesi, bundan dolayıdır. Sosyalist düzende böyle değildir, burada, üretim ilişkilerinin [sayfa 17] temelini, üretim araçlarının sosyalist, toplumsal mülkiyeti teşkil ettiği için, sınıf mücadeleleri yoktur; toplum, dost sınıflardan oluşmuştur: işçilerden, köylülerden ve aydınların toplumsal katından.
      Üretici güçler ve üretim ilişkileri, tümü ile üretim tarzını oluşturur.
      Her ne kadar, üretici güçler ve üretim ilişkileri birliği, üretim tarzını teşkil ediyorsa da, onlar da farklı görüntülerdedir. Onların arasında da karşılıklı eylem ve karşılıklı etki vardır. Üretimin yetkinleştirilmesi, üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin de geliştirilmesine neden olur.
      Üretici güçler, üretim tarzının en hareketli öğesidir; sürekli olarak değişirler; çünkü insanlar, iş aletlerini durmadan yetkinleştirirler ve maddi üretim konusundaki deneylerini sürekli olarak artırırlar. Üretim ilişkilerine gelince: onlar da üretici güçlerin gelişme düzeyindeki değişmeye uygun olarak değişirler ve sözkonusu güçlerin gelişmesi üzerinde kendilerine düşen etkiyi yaparlar.
      Üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişme düzeyine tekabül ettiği zaman, üretimci güçler başarılı bir gelişme gösterirler. Sosyalist ülkeler, üretici güçler düzeyi ile üretim ilişkileri arasında böyle bir uyumluluğun örneğini vermişlerdir. Bu ülkelerde, üretim araçları, toplumsal mülkiyet üzerine kurulmuş olduğundan, üretim, bunalım ve işsizlik olmadan, uyumlu bir hızla gelişir.
      Üretim ilişkileri, üretici güçlerin düzeyine uygun düşmediği zaman, üretimin gelişmesini dizginler. Günümüzün kapitalist ülkeleri, üretim ilişkileriyle üretici güçlerin düzeyi arasındaki uyumsuzluğun örneğini vermektedir. Bu ülkelerde, üretim, sosyalist ülkelerde olduğundan çok yavaş gelişir ve hatta ekonomik bunalımlar sırasında daha da geriler; milyonlarca emekçi işlerini kaybeder ve işsizler ordusunun sayısı kabarır. Burjuva toplumda, üretici güçlerin gelişmesini önleyen bu durumun nedeni, üretim araçlarmin kapitalist sınıfın mülkiyetinde olmasıdır.
      Üretici güçlerin belirli bir gelişme düzeyine ulaşması, [sayfa 18] üretici güçlerin bu gelişmesine uygun düşecek üretim ilişkilerini gerektirir. İşte, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki uygunluk üzerine, Marx'ın bulduğu ekonomik yasa budur. Bu yasa, toplumsal devrimlerin ekonomik temelini gösterir. Üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişmelerinin ayakbağı olduğu zaman eski üretim ilişkilerinin yerini, yeni üretim ilişkilerinin alması zorunludur. Uzlaşmaz karşıt sınıflara bölünmüş bir toplumda, üretim ilişkilerinin değişmesi, daima toplumsal bir devrimle olur. Mevcut üretim ilişkilerinden çıkarı olan sınıflar bulundukları yeri kendi gönülleriyle terketmezler. Örneğin Birleşik Devletler kapitalistleri, sahibi bulundukları, düzenlerinden, fabrikalarından, demiryollarından vazgeçebilirler mi? Hayır, hiçbirinden asla vazgeçemezler, çünkü özel mülkiyet onlara emekçileri sömürme ve şaşaalı bir yaşam sürme olanağı vermiştir. Üretici güçlerin gelişmesini frenleyen eski üretim ilişkilerini değiştirip, yerine gerekli üretim ilişkilerini koymak için, insanın insan tarafından sömürülmesini kaldırma yeteneğinde bir toplumsal güç gereklidir. Kapitalist toplumda, bu güç, işçi sınıfı tarafından temsil edilir. Müttefiği köylülük ile kendisinin, sömürüyü ortadan kaldırmakta hayati çıkarı vardır.
      Ancak uzlaşmaz karşıt sınıfların bulunmadığı sosyalist toplumda, üretim ilişkilerinin gelişmesi toplumsal devrimle değil, üretici güçlerin büyümesine parallel olarak sistemli bir değişme ile olur.
      Toplumun temeli ile üretim tarzı arasında bir ayrım yapmak yerinde olur. Temel ile, üretici güçlerin belirli bir düzeyindeki durumuna göre, sözkonusu toplumda egemen olan üretim ilişkilerinin tümü anlaşılır. Toplumun temeli, uzlaşmaz karşıtlıkta olabilir ya da uzlaşmaz karşıtlıkta değildir. Köleci, feodal ve kapitalist toplumların temellerinde uzlaşmaz karşıtlık vardır, çünkü bu toplumlar üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine, egemen ve bağımlılık ilişkileri üzerine, insanın insan tarafından sömürülmesi üzerine kurulmuşlardır. Sosyalist toplumun temelinde uzlaşmaz karşıtlık yoktur, o, [sayfa 20] hiç bir sömürünün olmadığı üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti üzerine kurulmuştur.
      Temel, kendisine uygun düşen üstyapıyı ortaya çıkarar ve onun gelişmesini belirler. Üstyapı denince, siyasi, felsefi, hukuki, artistik, dini vb. Kavramlar ve bunlara uygun düşen kurumlar anlaşılır. Sınıflı toplumda, üstyapı, bir sınıf niteliği taşır. İktidardaki sınıf, kendi çıkarlarını korumak için, kendi anlayışına uygun kuruluşları yaratır.
      Temel, üstyapıda olduğu gibi, ancak belirli bir dönemde varolur. Her temel değişikliği, üstyapı değişikliğini de birlikte getirir. Feodal temelin değişmesiyle ve kendi yerini kapitalist temelin almasıyla, kapitalist üstyapı da feodal üstyapının yerini almıştır; sosyalist temelin meydana çıkması, bir sosyalist üstyapının meydana çıkmasını ve kapitalist üstyapının çökmesini de beraberinde getirmiştir. Üstyapı, bütünü ile temel tarafından meydana getirilmekle birlikte, bazı yeni üstyapı unsurları, eski toplumun bağrında doğmuştur, çünkü, burada öncü sınıfın fikir ve kavramları ortaya çıkar. Örneğin, işçi sınıfı ideolojisinin, yeni devrimci sınıf proletaryasının ideolojisinin oluşması gibi.
      Üstyapı, temel tarafından yaratılır. Ama doğumundan sonra, o temel karşısında edilgin kalmaz, ona etki yapar, onun oluşmasına ve sağlamlaştırılmasına yardım eder. Üstyapı, ilerici bir rol oynayabildiği gibi, gerici bir rol de oynayabilir. Kapitalist temelin üstyapısı, bu anda son derece gericidir, çünkü, bugünkü aşamasında, kapitalizm, üretici güçlerin gelişmesini dizginliyor. Sosyalist temelin üstyapısı da, karşıt olarak, ilerici bir rol oynamaktadır, çünkü, sosyalizmde, politik iktidar, üretici güçlerin gelişmesini kolaylaştırır, ve böylece de komünist toplumun kuruluş hazırlıklarının gerçekleştirilmesine katkıda bulunur.
      Üretici güçler ile üretim ilişkilerinin birliği devam ettiği sürece, maddi varlıkların üretim tarzı ve ona tekabül eden üstyapı, toplumsal-ekonomik bir oluşum meydana getirir.
      Tarih başlıca beş toplumsal-ekonomik oluşum tanımaktadır: [sayfa 21] ilkel komün, kölecilik, feodalizm, kapitalizm ve ilk aşaması sosyalizm olan komünizm. Bunlardan herbirinin kendi ekonomisi, kavramları, fikirleri ve kurumları vardır. Evrimleri, bir aşağı aşamadan bir üst aşamaya geçişle olur. Feodalizmin yerini kapitalizme bırakması, ve kapitalizmin yerini, komünizmin ilk aşaması sosyalizme bırakması böyle olmuştur. Toplumun gelişme yasaları, toplumsal-ekonomik oluşumların ortaya çıkışının, evriminin ve kayboluşunun temelidir.

     

Toplumsal Gelişmenin Ekonomik Yasaları

     
      Marksizm-leninizm öğretisinde, doğa ve toplum, birbirlerinden kopuk olaylar yığını olarak ele alınmaz. Tam tersine, doğa ve topium olayları, kesdi aralarında birbirlerine bağlanmış ve karşılıklı etkilerle birbirlerini koşullandırmışlardır. Olayların böylesine içten bağlılığı, doğa ve toplum evriminin yasalarında ifadesini bulur. Bu yasaları günışığına çıkarmak da bilime düşer.
      Toplum gelişmesinde ekonomik yasalar önde gelir; insanlar arasında kurulmuş olan toplumsal üretim ilişkilerindeki farklılığı ekonomik yasalar belirler, yani üretim, üleşim, değişim ve tüketim alanında, ilişkileri belirleyen, ekonomik yasalardır. Bir bilim olarak, ekonomi politik için en önemli olan, toplumun gelişmesinin ekonomik yasalarının bulunmasıdır.
      Doğa ve toplum yasalarının ortak bir çizgisi vardır. Onlar nesnel niteliktedirler, yani birini ya da ötekini bilsek de bilmesek de, istesek de istemesek de, irademiz dışında ortaya çıkar ve irademizden bağımsız olarak hareket ederler. Bu demektir ki, insanlar, onları, ne değiştirebilir, ne dönüştürebilir, ne de yürürlükten kaldırabilir. Yeni yasalar da yaratamazlar. İnsanlar onları ancak keşfedebilirler. Bu yasa nesneldir, ama nesnel olmaları, insanların onlara karşı koyamayacakları anlamına gelmez. insanlar, onları tanıyabilir ve onları toplumun yararına kullanabilirler. Böylece, sosyalist ülkelerin proletaryası; üretim ilişkilerinin üretici güçlere uygunluğu yasasını öğrendikten sonradır ki, köylülerle ittifak kurarak, komünist ve işçi partilerinin öncülüğünde, [sayfa 22] sömürücülerin iktidarını devirmiş ve yeni bir toplum kurmaya koyulabilmiştir.
      Ekonomik yasalar, kendilerini doğa yasalarından farklı kılan özelliklere de sahiptir. Ekonomik yasaların birinci özelliği, sürelerinin kısa ve ancak belli bir tarihi dönemde geçerli olmalarıdır. Ekonomik yasalar belirli ekonomik koşullara göre etkide bulunurlar, ve toplumun temeli olan üretim ilişkilerini bu ekonomik koşullara göre değerlendirmek gerekir. Bir biçimden bir sonraki biçime geçildiği zaman, eski üretim ilişkilerinin yerini yeni üretim ilişkileri alır. Bu, bazı ekonomik yasaların tarih alanından çekilmesi ve yerlerini başka yasalara bırakması demektir.
      Kapitalist rejimde üretim ilişkilerinin temelini teşkil eden üretim araçlarının özel mülkiyeti, kapitalistlere, işçi sınıfını sömürmek ve tüm üretimin gelişmesini kârın araştırmasına tabi kılmak olanağı verir. A r t ı - d e ğ e r ü r e t i m i, b u n e d e n l e, k a p i t a l i z m i n n e s n e l e k o n o m i k y a s a s ı d i r.
      Üretim araçlarının özel mülkiyeti, her kapitalisti, kendisi için daha avantajlı saydığı üretim dalını geliştirmeye zorlar, kapitalist rejimde ekonominin uyumlu gelişmesini dıştalayan bu durumdur. Kapitalist ekonomi, üretimde rekabet ve anarşi temeli üzerinde gelişir. Ü r e t i m d e r e k a b e t v e a n a r ş i, bundan dolayı, k a p i t a 1 i z m i n b i r n e s n e l y a s a s ı d ı r.
      Kapitalizmin ekonomik yasalarının işlerliği, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasıyla biter. Sosyalist ülkelerde, üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetinin kaldırılmasıyla, eski yasaların işlerliği kalkarken, yeni ekonomik yasalar kendilerini göstermeye başlarlar.
      Üretim araçlarında sosyalist mülkiyet, sosyalist üretim ilişkilerinin temelini oluşturur. Sosyalizmde, emekçiler, üretim araçlarının sahipleridir. Kendileri ve kendi toplumları için çalışırlar. Üretimin gelişmesi de, toplumun maddi ve kültürel gereksinmelerinin, artarak eksiksiz tamamlanmasına bağlıdır. B ü t ü n t o p 1 u m u n m a d d i v e [sayfa 23] k ü 1 t ü r e l g e r e k s i n m e l e r i n i t a m a m ı y l a k a r ş ı l a m a y ı s a ğ l a m a k, i ş t e s o s y a l i z m i n n e s n e l e k o n o m i k y a s a s ı d a b ud u r.
      Üretim araçlarının sosyalist mülkiyeti, bütün ekonomiyi bir tek ekonomik organizma haline getirir. Ancak böyle bir ekonomi, plana uygun olarak gelişebilir. U l u s a l e k o n o m i n i n u y u m l u v e o r a n t ı l ı g e l i ş m e s i, s o s y a l i z m i n n e s n e l e k o n o m i k y a s a s ı d ı r.
      Her toplumsal ekonomik şekillenmede, birçok ekonomik yasalar yürürlüktedir. Yalnızca bir tek şekillenmeye özgü olan bu yasalara özel ekonomik yasalar denir. Bunlar arasında, toplum tarafından izlenecek başlıca amacı ve başarıya ulaştıracak araçları belirleyen temel ekonomik yasa ayırdedilir.
      Özel ekonomik yasalardan ayrı olarak, bütün toplumsal ekonomik şekillenmelere özgü olan yasaları ve özellikle, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin uygunluğu yasasını belirtmek gerekir. Bu yasa, toplumsal üretimin iki yönü olan üretici güçlerle üretim ilişkilerinin karşılıklı bağımlılığını ve zorunlu ilişkiyi ifade eder.
      Ekonomik yasaların ikinci özelliği, toplumun çıkarına, onlardan yararlanılmasıdır. Doğa yasalarından farklılıklarına gelince, doğada yeni bir yasanın bulunup uygulanması az çok kolay olur, ekonomik alanda yeni bir yasannın bulunup uygulanması, eski güçlerin en şiddetli direnmesiyle karşılaşır. Sınıflı toplumlarda ekonomik yasaların uygulanması, sınıfsal bir niteliğe bürünür.
      İşte, ekonomik yasaları, doğa yasalarından ayıran özellikler bunlardır.
      Bütün üretim tarzlarında, ister kendiliğinden olsun, ister "zorunluluğu iyice anlaşılmış" olsun, ekonomik yasalar ortaya çıkabilir ve etkide bulunabilirler, yani bilinçli olarak ekonomik yasalardan yararlanılır.
      Üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin hüküm sürdüğü ekonomik yasalar, birbirine karşıt ekonomik toplumsal şekillenmelerde bilinseler de, bilinmeseler de, kendiliğinden [sayfa 24] etkide bulunurlar. Örneğin, kapitalist düzende üretimin toplumsal bir niteliği vardır; bütün kollar, karşılıklı olarak birbirine bağımlıdır. Ama üretimin bu toplumsal niteliği, özel mülkiyete dayanır, yani her kapitalist kendi işletmesinde bencil amaçlarla zenginleşmek ve azami kâr elde etmeyi gerçekleştirmek ister. Üretim dalları arasında zorunlu ilişki ve oranlar, sürekli ve sayısız sapmalar arasında kendiliğinden kurulur: bir gün bol olan meta, bir başka gün pek az bulunabilir vb.. Bunun içindir ki, ekonomik yasalar, her kapitaliste, üstün, başa çıkılmaz gücüne göre etki yapar. Kuşkusuz, bazı kapitalistler, kapitalizmin ekonomik yasalarını bilebilirler, ama bu yasaların faaliyetinin kendiliğinden niteliğini değiştiremezler.
      Sosyalist düzende ekonomik yasalar üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti sayesinde anlaşılır ve toplumun çıkarına kullanılır.
      Sosyalizmde bütün emekçilerin bilinçli, örgütlü faaliyetlerini, nesnel ekonomik yasaların kullanımı etkiler. Sosyalist ülkelerde, komünist toplumu kurmak için, nesnel ekonomik yasaları keşfedip uygulamak, işçi ve komünist partilerinin görevidir.

     

Ekonomi Politiğin Tanımı

     
      Ekonomi politik, toplumun gelişmesinin temelini inceler. Bu temeli, maddi varlıkların üretimi, üretim tarzı oluşturur. Ama ekonomi politik, üretimi, ancak, üretim içinde, insanlar arasında kurulmuş olan ilişkiler açısından inceler. Toplumun temelini araştırir. Lenin "Ekonomi politik, hiç bir zaman 'üretimle' uğraşmaz, üretim alanında insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerle, üretimin toplumsal yapısıyla uğraşır." (V. İ. Lenin, Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi, Sol Yayınları, Ankara 1975.) diye yazıyordu. Öte yandan, ekonomi politik, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında bulunan ortak bağı hesaba katmadan da edemez. Gene, ekonomi politik, üstyapıdan da tamamıyla kopamaz, çünkü üstyapı [sayfa 25] temelden çıkar ve kendisini meydana getiren bu temel üzerinde güçlü bir etkide bulunur.
      Bundan dolayıdır ki, ekonomi politik, insanlar arasındaki üretim (ekonomik) ilişkilerini araştırır. Bununla ilgili olarak, üretim araçlarının mülkiyet şekillerini, üretim içinde bulunan farklı toplumsal grupların durumunu ve onlar arasında varolan ilişkileri; maddi malların üleşim biçimlerini inceler.
      Ekonomi politik, üretim de toplumsal ilişkilerin, yani insanlar arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesinin
bilimidir. Ekonomi politik, gelişmesinin çeşitli aşamalarında, üretimi ve insan toplumu için maddi malların üretim ve dağıtımını etkileyen yasaları gün ışığına çıkarır.
      Bu tanımlama, ekonomi politiğin, bir tarihi bilim olduğunu gösteriyor. Bu tanımlama, toplumun, ileriye dönük, alt aşamalardan üst aşamalara doğru giden bir gelişme izlediğini ve tarihi gelişmenin tüm akışının sosyalist üretim tarzının başarısı için nesnel zorunluluğu hazırladığını gösteriyor.
      Ekonomi politik, bir sınıf bilimi, bir parti bilimidir; insanlar arasındaki, sınıflar arasındaki ilişkileri, aralarındaki hayati çıkarları açıklar.
      Kapitalizmin tarih sahnesinden silinmesi ve komünizmin başarısı kaçınılmaz mıdır? Burjuva ekonomi politiği, doğal olarak, bu soruya olumsuz yanıt veriyor, çünkü o, uzun zamandan beri toplum gelişmesini dizginleyen ve kendi akibetinden kurtulmakta çaresiz kalan rejimin çıkarlarını ele alır.
      Burjuva ekonomistleri, burjuvazinin bir sınıf olarak yükselme çağında bulunduğu ana kadar olan gerçeği, az çok tarafsız olarak çözümlediler; o yıllarda, kapitalizmin gelişmesiyle toplumun gelişmesi eşit gidiyordu. Ama artık o günler geçmiştir. Emekçi yığınlar, burjuvaziye karşı bağımsız bir güç olarak kendini kabul ettirdiği ve sınıf mücadelesi, kapitalist düzeni değiştirecek belirli düzeye ulaştığı andan bu yana, burjuva ekonomi politiği, bilimsel niteliğinden uzaklaştı; ve şimdi de bütün araçlarla kapitalizmi savunmayı ve işçi sınıfı ideolojisine karşı savaşmayı üstlenmiştir. [sayfa 26]
      Ekonomi polltik biliminin doğru olarak araştırılması, işçi sınıfının öncüleri Marx, Engels, Lenin tarafından gerçekleştirildi.
      Marx'ın Kapital'inde, Lenin'den önce, marksizmin, ekonomi politik alanda verdiği bütün bilgiler toplanmış bulunuyor. Marx, kapitalist toplumun tahlilini yaparken, kapitalizmin önüne geçilmez iflasını ve komünizmin zaferini bilimsel olarak kanıtlar.
      Lenin, ekonomi politiği, yeni tarihi koşulları içinde daha üst bir düzeye çıkararak, Marx'ın ve Engels'in yapıtını devam ettirdi. Lenin'in büyük değeri, kapitalizmin en yüksek ve son aşaması olan emperyalizmin, bilimsel bir tahlilini vermiş olmasındadır. Emperyalizmin tahlili ve her şeyden önce, emperyalizm döneminde kapitalizmin ekonomik ve politik gelişmede eşitsizliği yasasının Lenin tarafından keşfedilmesi, proletarya devriminin yeni bir teorisine bir temel sağladı.
      Lenin, devrimin, önce bir ya da birkaç ülkede zafer kazanacağını gösterdi. Büyük Ekim Devriminin hazırlanma ve gerçekleştirilmesinin seyri ve daha sonra SSCB'nde sosyalizmin zaferi uğruna mücadelede Komünist Partisinin bütün strateji ve taktiği, bu dahice temel üzerine kurulmuştur. Lenin adı, sosyalist ekonorni politiğin yaratılmasına bendedilmiştir.
      Marksist-leninist ekonomi teorisi, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin, diğer ülkelerin işçi ve komünist partilerinin ve Lenin'in öğrencilerinin çalışmaları sayesinde yeni gelişmeler gösterdi. Genel olarak marksizm-leninizmin, özellikle marksist-leninist ekonomi politiğin gelişmesi için, SBKP'nin XXII. Kongresi tarafından hazırlanan aşağıdaki sorunlar örnek olarak belirtilebilir: komünist toplumun iki gelişme aşamasıyla, sosyalizmden komünizme dönüşümün özel biçimleri; komünizmin maddi temelinin yaratılması; iki sosyalist mülkiyet şeklinin evrim ve bağdaştırılmasının yolları; sınıf farklarının silinmesi ve salt toplumsal eşitliğin doğrulanması; toplumsal komünist ilişkilerin şekillenmesi; komünizmin başlıca temel ilkesi: "herkesten [sayfa 27] yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre" ilkesini pratiğe koymanın koşulları; yeni insan tipinin kültür ve eğitim devriminin tamamlanması. Komünizme geçiş anında toplumun politik örgütlenme sorunlarının ayrıntılı tahlili yapılmıştı.
      O halde ekonomi politiğin anlamı nedir?
      Bunun anlamı, işçi sınıfı ile tüm emekçileri toplumun ekonomik gelişme yasalarının bilimi ile silahlandırmak, emekçilere, kendilerine düşen görevleri başarıyla tamamlamak olanağını vermektir. Kapitalist ülke emekçilerine, köleliklerinin, sefalet ve yoksullaşmalarının nedenlerini gösterir. İşçi sınıfı ile bütün emekçilerin gördükleri baskının ve yoksullaşmalarının, ne raslantıya ve ne de tek tek kapitalistlerin keyfine bağlı olmadığını, ama tüm kapitalist sistemden geldiğini ortaya koyar. Bundan dolayıdır ki, uzlaşmaz karşıt sınıfların mücadelesi, kapitalizmin ortadan kaldırılması ve proletarya diktatörlüğünün kuruluşu, emekçilere, zincirlerini kırma olanağını verir.
      Marksist-leninist ekonomi politik, az gelişmiş ülke halklarına, geri kalışlarının ve sefaletlerinin gerçek nedenlerini öğretir. Sömürge ve bağımlı ülke halklarının baskı altına alınıp uyutulmasının, emperyalizmin sömürge sisteminden geldiğini gösterir. Yüzyıllar boyunca, insanlığın büyük bir çoğunluğunu temsil eden sömürge halklarını zor ve yağma ile köle durumuna indiren, halkı köleleştiren bir avuç emperyalist oldu. Emperyalizm ve onun belirtilerine karşı tam bir enerji ile mücadele ederken, bu halklar, ulusal bağımsızlık ve ilerleme yoluna girebilirler.
      Ekonomi politik, sermaye boyunduruğundan kendilerini kurtarıp sosyalizm ve komünizm için ülkelerin izleyecekleri yolu, sosyalist ekonomik sistemin üstünlüklerini, sosyalist sistemin kapitalist sisteme üstünlüğünü, komünizmin kaçınılmaz zaferini gösterir. Sosyalist ekonomi yasalarının bilimi, halk yığınlarına sosyalizmin kuruluşuna bilinçli katılma girişkenliğini, özgür kullanma fırsatı verir, onlara daha verimli çalışmayı öğretir ve onları komünist toplumun [sayfa 28] etkin kurucusu yapar.
      Marksist-leninist ekonomi politik, proletaryanın, bütün emekçilerin elinde, barış, demokrasi ve sosyalizm uğruna verilen mücadelede güçlü bir silahtır. [sayfa 29]
     

     

BİRİNCİ BÖLÜM
KAPİTALİZM-ÖNCESİ ÜRETİM TARZLARI


      BU bölümde, kısaca, ilkel komünal, kölelik ve feodal üretim tarzlarının ortaya çıkma, gelişme ve kaybolma nedenlerini inceleyeceğiz.

     

1. İLKEL KOMÜNAL ÜRETİM TARZI

     
      Dünya üzerinde hayat başlayalı, aşağı yukarı 900 milyon yıl oldu, ve ilk insanların ortaya çıkışları ise, en azından, bir milyon yıla yakındır.
      Yeryüzünde insanın ortaya çıkması konusunda bilim, aşağıdaki açıklamayı veriyor. Avrupa'nın, Asya ve Afrika'nın iklimi sıcak olan çeşitli bölgelerinde, yüksek düzeyde gelişmiş bir tür maymun yaşmaktaydı. Uzun bir dönem sonunda, insan, bu maymundan çıktı. İnsanla hayvan arasındaki başlıca fark, önce, tamamen ilkel de olsa, insanın, iş [sayfa 30] aletleri yapmakla kendini belli etmiştir. İ n s a n ı n ç a l ı ş m a s ı o z a m a n b a ş l a r. Çalışma sayesinde, maymunların kol ve bacaklarında yavaş yavaş değişmeler oldu. Cetlerimiz çalışmak için ellerini kullandıkça ayakta durmayı öğrendiler. İlkel iş aletlerinin yapımıyla birlikte, ilk insanlar, kendi aralarında, iş aletlerinin kullanımında güçlerini birleştirme gereğini de duydular. Bu sırada tek heceli konuşma dili de başladı. Çalişma ve çalışma ile birlikte tek heceli dil, beynin gelişmesi üzerinde kesin etki yaptı. Bundan dolayı, insanı yaratan iştir (çalışmadır), iş sayesindedir ki, insan toplumu oluşmuş ve gelişmiştir.
      İlk toplumsal, ekonomik kuruluş, ilkel komün olmuştur ve bu, yüzbinlerce yıl sürdü. Komünal toplum, toplumsal evrimin başlangıcıdır. İnsanlar ilkin doğa kuvvetlerine karşı savunma olanağından yoksun, yarı-vahşi bir hayat sürdüler. Besin maddeleri, özellikle, doğada buldukları bitki kökleri, yabani meyveler, ceviz vb. bitkilerdi.
      Kaba yontma taşlar ve sopalar, insanoğlunun kullandığı ilk araçlar olmuştur. Daha sonra, çok yavaş elde edilen bir deney birikimiyle, kesmek ve kazmak için kullandıkları basit araçları yapmayı öğrendiler.
      Doğaya karşı yürütülen mücadelede ateşin bulunuşu, büyük önem taşır. Ateş, ilkel insana, besinini çeşitlendirme olanağını verdi. Ok ve yayların bulunuşu ise, ilkel insana, üretici güçlerin gelişmesinde yeni bir aşama sağladı. Bu andan itibaren insanlar, kendilerini daha çok avlanmaya verebilecek ve daha çok hayvansal besinler sağlayabilecektir. Avcılığın ilerlemesi, ilkel hayvancılığın doğuşuna uygun bu dönemde başlar.
      Tarım
, üretici güclerin gelişmesinde yeni bir adım oldu; uzun bir süre çok düşük bir düzeyde kaldı. Tarımda hayvan kullanılmaya başlanması, tarımsal emeğin üretkenliğini artırdığı gibi, tarımda sağlam bir temel meydana getirmişti. Bundan sonra, insanın, yerleşik bir hayata geçtiğine tanık oluyoruz.
      İlkel toplumda, üretim ilişkileri, üretici güçlerin durumuna bağlıydı. Üretim ilişkilerinin temelini, iş aletlerinin ve basit üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyeti teşkil eder. Bu [sayfa 31] üretim ilişkisi, bu dönemde, üretici güçlerin gelişme düzeyine uygundu. İlkel toplumda iş araçları öylesine basitti ki, insanlar, tek başlarına doğa kuvvetlerine ve vahşi hayvanlara karşı koyamıyorlardı. Bu yüzden, gruplar halinde, topluluklar halinde, hayvan avlayarak, balık avlayarak, besin maddeleri sağlayarak yaşıyorlardı.
      Üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyeti yanında, komün üyeleri, vahşi hayvanlara karşı savunma araçları olarak kullandıkları kişisel bazı iş araçlarına da sahiptiler.
      İlkel toplumda emeğin üretkenliği azdı; ve yaşamak için zorunlu olandan fazla hiç bir şey yaratamazdı. İş düzeni, basit işbirliği üzerine kurulmuştu: birçok kişi, bir tek ve aynı görevi yaparlardı. İnsanın insan tarafından sömürülmesi yoktu. Pek bol olmayan besin, komün üyeleri arasında eşit olarak paylaşılırdı.
      İnsanlar, hayvansal niteliğin ağır basmasından kesin olarak ayrılamadıkları sürece, hep bir arada, sürüler halinde yaşadılar. Toplumun soya (gentes) göre örgütlenmesi, daha sonra, yavaş yavaş, ev ekonomisine geçişle oldu. Aile bağlarının bir araya getirdiği kimseler, ortaklaşa çalışmak üzere gruplaşıyorlardı. Başlangıçta gens, beş-on kişilik gruplardan ibaretti. Daha sonra yüzlerce kişilik gruplar haline geldi. İş araçlarının evrimi ile gensin bünyesinde, erkeklerle kadınlar arasında, gençlerle çocuk ve ihtiyarlar arasında olmak üzere doğal işbölümü meydana geldi. Avcılık yapan erkeklerin kendi işlerinde, bitkisel besin maddeleri toplayan kadınların da kendi işlerinde uzmanlaşmaları ile birlikte emeğin üretkenliği de arttı.
      Klan rejiminin ilk aşamasında üstün otoriteye sahip olan kadındır. Besin bitkileri toplar, ev işleriyle uğraşırdı: bu, anaerkil rejimdir. Daha sonra, hayvancılık ile tarım, erkeklerin işi haline gelince, anaerkilliğin yerini ataerkillik aldı, ve klan içinde başlıca rol bu kez de erkeğe geçti.
      Hayvancılığa ve tarıma geçişle toplumsal işbölümü dönemine girilir, yani toplumun bir kesimi esas olarak [sayfa 32] tarımla uğraşırken, diğer bir kesimi de hayvancılıkla uğraşır. Hayvan yetiştirme ile tarım arasındaki bu bölünme, tarihte, birinci büyük işbölümünü meydana getirir.
      Bu toplumsal işbölümü sayesinde, insan emeği, daha üretken olmuştur. Bunun sonucu olarak, komünlerde, bazı ürünlerde fazlalık ve bazı ürünlere de gereksinme vardı. Bu durum, çoban ve tarımcı kabileler arasında ürünlerin değişimi için elverişli bir ortam yarattı. Daha sonra, insanlar, bakır ve kalay madenlerini eritmeyi (demir üretimi daha sonra başlar), tunç araçlar, silahlar, araç ve gereçler üretmeyi öğrendiler; elbise ve kumaşların yapımını büyük ölçüde kolaylaştıran dokuma zanaatı bulununca, komün üyeleri, birer zanaat icrasına koyuldular ve emeklerinin ürünü gittikçe daha sık değişebilir duruma geldi.
      Üretici güçlerin gelişmesi, insan emeğinin üretkenliğini, insanın doğaya üstünlüğünü, tüketim nesnelerinin yedek olarak birikimini hissedilir ölçü de artırdı. Ama toplumun bu yeni üretici güçleri, üretim ilişkilerine artık uygun düşmüyordu. Komünal mülkiyetin dar çerçevesi, emek ürünlerinin üleşimindeki eşitleştirme, üretici güçlerin gelişmesini dizginliyordu. OrtakIaşa çalışma, zorunlu olmaktan çıkınca, bireysel emek, daha üretken oldu. Ortaklaşa çalışma üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyetini gerektirmesine karşılık, bireysel çalışma da üretim araçlarının özel mülkiyetini gerektiyordu. Üretim araçlarında özel mülkiyet şeklinin ortaya çıkmasıyla birlikte, kabileler arasında olduğu gibi, insanlar arasında da servet eşitsizliğinin belirdiği görüldü. İnsanlar, zengin ve yoksul olarak bölündüler.
      Üretici güççlerin gelişmesiyle, insanlar, kendilerine gerekli olandan fazla yaşama araçları ürettiler. Bu koşullarda, savaşla elde edilen daha çok çalışan insan kullanılması mümkün hale geliyor: tutsaklar köle durumuna getiriliyorlar. İlkin kölelik, ataerkil (aile içinde) bir özelliğe sahipti, daha sonra yeni düzenin temeli oldu. Köle emeği, eşitsizliği keskinleştirdi; köleleri sömüren aileler hızla zenginleştiler. Servet eşitsizliğinin şiddetlenmesiyle, zenginler, [sayfa 33] yoksul ve borçlu olan kendi yurttaşlarını da köleleştiriyorlardı. Toplum, ilk kez köle sahipleri ve köleler halinde sınıflara bölündü. İşte, insanın insan tarafından sömürülmesi böylece ortaya çıktı. İnsanlık tarihi, bu çağdan başlayarak, sosyalizmin kuruluşuna kadar, sömürenle sömürülenler arasındaki sınıf mücadelelerinin tarihi olmuştur.
      İnsanlar arasında artan eşitsizlik, giderek sömürenler sınıfı tarafından, sömürülen sınıf üzerinde yürütülen baskı organı olarak, devletin kuruluşunu da getirdi. İşte, ilkel komünal üretim tarzının yıkıntıları üzerinde köleliğin doğuşu böyle olmuştur.

     

2. KÖLECİ ÜRETİM TARZI

     
      Kölelik, tarihin kaydettiği en kaba ve en açık ilk sömürü şeklidir. Bu dönemi, hemen hemen bütün halklar yaşadı.
      Üretici güçlerin çoğalması, toplumsal işbölümünün ve değişimin gelişmesi, ilkel toplumdan köleliğe geçişin temelini oluşturur.
      Demirden yapılmış araçlar, kölelik düzeninde üstünlük sağladılar. Demirin üretilmesi, bu dönemde öğrenilmişti. Demir araçlar, insana, kendi faaliyetlerinin alanını genişletme olanağını verdi. Bir demir balta aracılığıyla orman ve çalılarla kaplı topraklar ekilir hale getirilebilir; demir saban, daha geniş toprakları işleme olanağını verebilirdi. Tarımda sadece tahıl ve sebze üretimi ile yetinilmedi, tarımsal ürünlerden şarap ve tereyağ yapımına da başlandı. Madeni aletlerin yapımı, zanaatçılığın doğmasına neden oluyor. Zanaatçıların iş alanı, gittikçe daha bağımsız hale geliyor. Bu, zanaatçılığın tarımdan ayrılması, ikinci büyük toplumsal işbölümü meydana geldi.
      Gene bu zamanda, değişim yeniden gelişti ve para ortaya çıktı. Bütün diğer metaların değerlenmesine hizmet eden ve evrensel bir meta olan para, değişim aracı olmaya yaradı. İşbölümünün ve değişimin genişlemesi, metaların ve alım ve satımıyla uğraşan bir takım insanlar ortaya çıkardı. Tacirlerin ortaya çıkmasıyla üçüncü büyük toplumsal işbölümü meydana geldi. Küçük üreticilerin pazara uzak olmalarından yararlanan tacirler, onların metalarını, ucuz alıp pahalı satmak [sayfa 34] suretiyle, kâr sağlıyorlardı.
      Zanatçılığın ve değişimin gelişmesiyle, kentlerin kurulduğu görüldü. Başlangıçta kent, köyden pek az farklıdır; ama yavaş yavaş zanaat ve ticaretin kentlerde toplanmasıyla, kent ve köyün ayrılması başlar.
      Üretici güçlerin gelişmesi, toplumsal işbölümü ve değişimin daha ileri götürülmesi, servet eşitsizliğini keskinleştirdi. Bir uçta üretim araçlarını, hayvanları, parayı ellerinde toplayan zenginler var. Diğer uçta, durumu gittikçe kötüleşen ve zenginlere borçlanan yoksullar. İşte tefeciler, borçlular, alacaklılar, bu dönemde ortaya çıkmışlardır. "Eski dünyada sınıf mücadeleleri, borçIu ile alacaklı arasında bir mücadele biçimini almış ve Roma'da borçlu pleblerin mahvolması ile sona ermiştir. Köleler, bunların yerlerini almıştır." (Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt, Ankara 1975, s. 156-157.) Köleci sistemin büyük ekonomisi şekilleniyor. Zenginler, yüzlerce, binlerce kölenin sahibi oluyorlar; köle yığınlarının üzerinde çalıştığı latifundiaları meydana getiren geniş alanları zaptediyorlar.
      Köleci toplumda üretim ilişkileri şöyle kurulmuştu: üretim araçları (toprak, iş araçları vb.) gibi köleler de efendinin mülkiyetindedir. Köle, bir eşya gibi ele alınmıştır. Efendi, onu, işine elverdiği şekilde kullanır. Köleden, konuşan bir alet diye de sözedilirdi. Köleci toplumda, köle, baltadan ya da öküzden, ancak konuşma yeteneğine sahip olmasıyla ayırdedilirdi. Diğer bütün ilişkiler bakımından, hayvan, ev, toprak ya da iş aletleri hangi koşullarla efendinin mülkü ise, köleler de aynı koşullarla efendinin mülkü idi.
      Köleler, insafsızca sömürülürdü. Hayvandan daha kötü muamele görürdü. İşe kırbaçla götürülür ve en küçük bir hata için en ağır şekilde cezalandırılır ve hatta öldürülebilirlerdi. Bir kölenin öldürülmesinden dolayı, efendiye soru sorulamazdı. Efendi, köle emeğinin ürünlerine toptan sahip olurdu. Köleye açlıktan ölmeyecek ve efendisi için çalışmayı sürdürebilecek kadar yiyecek verilirdi.
      Antik dünyanın, gözalıcı ekonomik gücü ve saygın kültürü, kölelerin sömürülmesi suretiyle gerçekleştirildi. Bu uygarlık, [sayfa 35] kurban edilen köle kuşaklarının üzerinde gelişmiştir. Matematik, astronomi, mekanik, mimari, epeyce ilerledi. İlkel komün düzenine üstünlüğüne karşın, kölelik üzerine kurulmuş olan üretim tarzı, insanlığın ilerlemesine engel oluyordu.
      Köleci üretim tarzı, kendisini yok edecek olan derin ve üstesinden gelinemeyecek çelişkiler içinde barındırıyordu. İlk olarak, yürürlükte olan sömürü biçimi, toplumun başlıca üretici gücü olan köleleri çökertiyordu. Ayrıca, köleler, kurban edildikleri canavarca sömürüye karşı sık sık ayaklanırlardı. Öte yandan, ekonomi, savaşlarla ele geçirilen köleler üzerine kurulmuştu. Köleci toplumun askeri kudreti, orduyu oluşturan köylü ve zanaatçılara dayanıyordu ve savaşların zorunlu kıldığı vergilerin esas ağırlığı da bunların üzerindeydi. Öte yandar ucuza gelen köle emeği üzerine kurulan büyük üretirn rekabeti, köylüleri ve zanaatçıları mahvediyordu. Bu rekabet, köleci devletlerin, iktisadi, siyasi ve askeri kudretini tamamıyla yıkıyordu. Zaferleri bozgunlar izledi; önceden kölelerin ucuza sağlandığı kaynak da kurumuştu. Bunun sonucu, üretimin genel azalması oldu.
      "Genel yoksullaşma, ticarette, zanaatçılıkta, sanatta gerileme, nüfusun azalması, kentlerin gerilemesi, tarımın daha aşağı bir düzeye düşüşü - Roma dünya hegemonyasının vardığı sonuç bu oldu." (Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Ankara 1974, s. 207.)
      İlk zamanlarında, köleci üretim tarzı, üretici güçlerin gelişmesine elverişliydi. Gördüğümüz gibi, bu üretim tarzının evrimi, üretici güçlerin yıkılmasını tahrik etti. Köle emeği üzerine kurulmuş olan üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesine engel oldu. Üretim sonuçlarıyla hiç bir ilgisi olmayan kölelerin emeği, kendi devrini tamamlamıştı.
      Eski üretim ilişkilerinin yerini, toplumun başlıca üretici gücü olan kölelerin durumunu değiştirecek yeni ilişkilerin alması gerekliydi. Bu, tarihi bir zorunluluktu.
      Köle emeği üzerine kurulan büyük ekonominin yıkılmasıyla, [sayfa 36] küçük işletme daha yararlı oldu. Azat edilen kölelerin sayısı yükselirken latifundialar da, kolonlar tarafından ekilip biçilen küçük paylara bölünüyordu. Kolon, artık köle değildir, o, belirli miktarda ürün ya da para karşılığında, hayat boyunca yararlanacağı bir toprağın sahibi çiftçidir. Ama, özgür bir çiftlik sahibi de değildir. Toprağa bağlıdır, o toprağı bırakıp gidemez, ama toprakla birlikte satılabilir. Bu kolonlar, ortaçağ serflerinin öncüleridir.
      İşte köleci sistemin bağrında bir yeni üretim tarzının, feodal tarzın doğuşu böyle oldu.
      Köleci ekonominin gelişmesiyle, ezilenlerle ezenler arasındaki sınıf mücadelesi de şiddetlendi. Bu mücadele, köleci devlet ve büyük toprak sahipleri tarafından sömürülen, özgür zanaatçılarla köylüleri birbirine bağlayan köle ayaklanmalarında ifadesini bulur. Köle ayaklanmaları arasında en önemlisi Spartaküs'ün yönettiği ayaklanmalar (MÖ 74-71).
      İç ayaklanmalara, gittikçe artan dış saldırılar da katıldı. Kölelik düzenini, kesin yıkılışa, bu saldırılar götürdü.

     

3. FEODAL ÜRETİM TARZI

     
      Feodal düzen, şu ya da bu özelliği ile, hemen hemen bütün ülkelerde yaşandı. Bu dönem, uzun sürmüştür. Çin'de 2.000 yıldan fazla. Batı Avrupa'da, Roma İmparatorluğu'nun yıkılışından (5. yüzyıl), İngiltere'de, 17. yüzyıla, Fransa'da 18. yüzyıla kadar uzanir. Rusya'da ise bu düzen 9. yüzyıldan 1861 servaj (kölelik) düzeninin. kaldırılmasına kadar sürdü.
      Senyörün (derebeyin), toprak üzerindeki mülkiyet hakkı ile serf üzerindeki sınırlı mülkiyet hakkı, feodal toplumun üretim ilişkilerinin temelini teşkil eder. Serf, bir köle değildi. Topraktan yararlanma hakkına sahipti. Feodallerin mülkiyeti dışında, köylülerin ve zanaatçıların da üretim aletleri ve kendi özel işletmeleri üzerinde özel mülkiyet hakları vardı. Küçük köylü işletmesi ve bağımsız küçük zanaatçıların üretimi, kişisel emeğe dayanıyordu. Üretim, özellikle doğal [sayfa 37] bir nitelik taşırdı; yani ürün, değişim için ayrılmaz, esas olarak, doğrudan tüketimde kullanılırdı.
      Taşra soyluları ve feodaller tarafından köylülerin sömürüsü, büyük feodal toprak mülkiyeti üzerine kurulmuştu. Feodalin topraklarından ancak bir kesimi kendi malikanesini teşkil eder, geri kalan diğer kesimi ise, kulluk koşulları altında, köylülere anlaşmalı olarak bırakılırdı. Feodal, [toprağı] köylüye "parseller" ve böylece kendisine el emeği sağlardı. İster kendi araçlarıyla senyörün toprağını (angarya olarak) ekip biçmek için olsun, ister ürünün bir kesimini senyöre vermek suretiyle olsun, isterse her iki biçimde birden olsun, miras yolu ile bir hisse topraktan yararlanan köylü, bulunduğu yerde kalmak zorundaydı. Köylüyü bağımlı duruma zorunlu olarak sürükleyen, açık sömürü şekli, işte buradaydı. Feodal, köylüyü öldüremezdi ama, onu satabilirdi.
      Serfin emek süresi iki kesimden ibaretti: gerekli-emek süresi ve ek-emek süresi. Gerekli süre içinde, köylü, kendisinin ve ailesinin yaşamasını sağlamak için gerekli olanı üretirdi. Ek-emek süresinde ise, köylünün yarattığı artı-ürüne, senyör (angarya, aynî, nakit olarak) toprak rantı biçiminde sahip çıkardı. Köylülerin bu sömürülme biçimi, bütün halklarda, feodalizmin başlıca niteliğini oluşturur.
      Başlıca sakinleri, zanaatçılarla tacirler olan kentler, senyörlerin toprağı üzerinde kurulmuş olduğundan, onların egemenliği altındaydı. Kentli, özgür olabilmek için mücadele etti, kentlerin özerkliği mücadelesinde çoğunlukla başarıya ulaştı.
      Kentlerin gelişmesi ve ticaretin ilerlemesi, feodal köyü şiddetle etkiledi. Feodal ekonomi, kendi pazar sınırı içerisinde dolaşımını tamamlıyordu. Senyörlerin, lüks nesneler satın almak için paraya gereksinmeleri olurdu. Bunun içindir ki, köylülerden toprak rantını, aynî olarak değil, nakit olarak istemeye başladılar. Bu da, senyör ile köylüler arasındaki mücadelenin gittikçe sertleşmesine neden olan sömürüyü yoğunlaştırdı. [sayfa 38]

     

4. FEODALİZMİN DAĞILMASI VE ORTADAN KALKMASI
FEODAL DÜZENİN BAĞRINDA KAPİTALİST
İLİŞKİLERİN DOĞUŞU

     
      Feodal düzen, köleci düzenin üretici güçlerinin daha üstün bir gelişme düzeyine tanık oldu. Bu dönemde, tarım tekniği ilerlemiş, tarım saban ve diğer demir aletler geniş ölçüde yayılmıştı. Tarımın yeni dalları ortaya çıktı. Bağcılık, ve buna bağlı olarak şarapçılık, ve bahçecilik gelişti; yağ ve peynir gibi hayvancılıkla ilgili dallar da yaygın bir hal aldı. Çayır ve otlaklar genişletildi, toprağın ıslahında yeni usüller uygulandı.
      Kentlerde, aletler ve hammaddelerin işlenme usüllerinde yetkinleşme; zanaat kollarında uzmanlaşma başladı. Yeni üretim dalları ortaya çıktı: silah yapımı, çinicilik, bıçakçılık, kilitçilik, kunduracılık, saraçlık vb.. Döküm ve demir işlenmesi islah edildi. İlk yüksek fırınlar, 15. yüzyılda kuruldu. Pusula ve büyük coğrafi buluşlar da aynı döneme raslar.
      Bununla birlikte, başlangıçta bünyesinde yeni üretici güçlerin geliştiği feodal düzen, artık gelişmeyi dizginlemeye başlıyordu. Üretici güçler, feodal üretim ilişkilerinin dar kalıplarıyla çatıştı. Feodal sömürü boyunduruğu altındaki köylülük, zoraki çalışmadan dolayı, üretkenlik çok düşük olduğundan, tarımsal üretimi artıramıyordu. Kentlerde de zanaatçıların emek üretkenliğinin artması, lonca tüzükleriyle dizginlenmişti. Bütün bunlar, eski üretim ilişkilerinin tasfiyesini, feodalizmin kösteklerinden arınmış yeni ilişkilerin kurulmasını gerektiriyordu. Kapitalist üretim ilişkileri, feodal düzenin bağrında doğuyordu.
      Feodalizm döneminde, basit meta üretimi, gittikçe açılıp serpiliyordu. Yani açılma, değişim bakımından olmuştu. Bu üretim de, kişisel çalışma ve üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine kurulmuştu. Sonunda, meta üreticileri, köyde olduğu gibi kentte de zengin ve yoksul olarak farkIılaşmalara varan azgın bir rekabete giriştiler. Pazarın gelişmesiyle, durumu [sayfa 39] azçok iyi olan üretici, gittikçe artan bir biçimde, durumu bozulan zanaatçı ve köylüleri işçi olarak tutmaya başladı. Kapitalist ilişkilerin feodal düzenin bağrında, yavaş yavaş şekillenmesi işte böyle olmuştur.
      Kapitalizmin doğusu, bir başka yol daha izler. Burada köylü ve zanaatçılar, ticari sermayenin bağımlılığı altına girerler. Ticari sermaye, önce meta değişiminde aracı rolündeydi. Daha sonra, lonca tüzüklerine uygun olarak, küçük üreticiler katında metalar biriktirmeye, onlara hammaddeler sağlamaya, uygun şekilde borçlandırmak suretiyle yardımlarda bulunmaya koyuldu. İşte, küçük üreticilerin, tüccarların ekonomik bağımlılıkları altına girmeleri böyle olmuştur. Ticari sermayenin bunu izleyen faaliyeti, zanaatçıları, ücretli işçiler olarak çalıştıkları bir yerde toplamaktan ibaret oldu. Tüccar, sanayici bir kapitalist olurken, ticari sermaye de sanayi sermayesine dönüşüyordu.
      Kapitalizmin kurulma süreci, aynı zamanda, kıra kadar uzanmıştı. Ticari üretimin gelişmesi, paranın gücünü de artırmıştı. Bu nedenle feodaller de rantı, para-rant şeklinde istemeye başladılar. Para ile yapılan işlemlerin artması, köylülüğü, tarım burjuvazisi ve yoksul köylü olarak farklılaşmaya götürdü.
      Kapitalist üretimin, köyde olduğu gibi, kentte de feodal düzenin bağrında yeşermesi böyle oldu. Artık feodalizmin ortadan kaldırılması, tarihi bir zorunluluk haline gelmişti.
      Feodal düzenin bütün tarihi, köylüler ile senyörler arasında sürüp giden sınıf mücadelesinin tarihidir. Bu mücadele, özellikle, feodal dönemin sonlarında toprak kölelerinin sömürülmesinin dayanılmaz bir dereceye varmasıyla şiddetli bir şekil almıştır. Köylü ayaklanmaları, feodal düzeni sarsar ve onu yokolmaya doğru götürür. Burjuvazi, feodalizme karşı mücadelenin başına geçer ve serflerin ayaklanmasından, feodal beylere karşı, politik iktidarı ele geçirmek ve egemen sınıf haline gelmek için yararlanır. [sayfa 40]

     

KAPİTALİST ÜRETİM TARZI

     
      BİLİNDİĞİ gibi, kapitalist üretim tarzı, feodalizmin bağrında doğmuştur. Kapitalizm iki aşamada, tekel-öncesi ve tekelci (emperyalizm) aşamada gelişir. Her ikisinin ortak bir ekonomik temeli vardır: üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyeti ve ücretli emeğin sömürülmesi. Ama tekel-öncesi kapitalizm ile emperyalizm arasında da farklar var. Tekel-öncesi kapitalizm, kapitalizmin gelişme dönemidir, bu dönemde, serbest rekabet vardır ve üretici güçler, az ya da çok düzenli olarak ilerleyen bir çizgi izleyerek gelişirler. ABD'nde, İngiltere'de, Fransa'da öteki gelişmiş ülkelerde, tekel-öncesi kapitalizm, 19. yüzyılın ikinci yarısı ortalarına kadar egemen oldu. Bu andan itibaren de, kapitalist ülkeler ekonomisi, tekel-öncesi kapitalizme yeni nitelikler katan süreçler yolu ile çalıştırıldı: serbest rekabetin yerini, kesin rol oynayacak olan tekeller egemenliği aldı. 20. yüzyılın şafağında tekel-öncesi kapitalizm, gelişmesinin en son ve üst aşaması olan emperyalizme dönüşmüştür. [sayfa 41]

     

1. TEKEL-ÖNCESİ KAPİTALİZM

İKİNCİ BÖLÜM
META ÜRETİMİ, META VE PARA

     
       
      MARX, kapitalizmin tahliline, meta ile başlar. Kapitalist düzende her şey -iğneden, devasa fabrikaya ve hatta insan işgücüne kadar her şey-, alınır ve satılır, ekonomistlerin ifadesiyle, bir meta biçimini alır. Toplum içinde, insanlar arasındaki ilişkileri, metalar arasındaki ilişkilerin biçimi temsil eder. Meta, Marx'a göre, burjuva toplumun ekonomik bir hücresidir. Bir damla suyun, kendisini çevreleyen evreni yansıtması gibi, meta da kapitalizmin esas çelişkilerini aynen yansıtır.
      Metaın ve meta üretiminin tahlili, Marx'a, kapitalist üretim ilişkilerinin mahiyetini açıklama olanağını verdi. [sayfa 42]

     

1. META ÜRETİMİNİN GENEL NİTELİĞİ
     
Meta Üretimi Kavramı

     
      Kişisel tüketime değil de, satışa, pazarda değişime ayrılan ürünlerin üretimine, meta üretimi denmiştir. Lenin: "Meta üretimi ile, diyor, herhangi belirli bir ürünün üretiminde, herbiri uzmanlaşmış ve birbirinden ayrı bireysel üreticilerin eseri olan, aynı zamanda toplumsal gereksimneleri gidermek için pazarda alınıp satılabilen ürünlerin (ki, bunun sonucu ürünler meta olurlar) üretildiği toplumsal-ekonomik bir düzenleme anlaşılır." (V. Lenin, Œuvres, Paris-Moscou, c. 1, s. 105.)
      Meta üretimi, ilkel komünal düzenin dağılması döneminde ortaya çıkmıştır. Köleci ve feodal üretim tarzları da meta üretimini tanır; ama burada egemen olan doğal ekonomidir. Doğal ekonomide, toplum, aynı yapıda ekonomik birimler kümesinden oluşmuştur, bu birimlerden herbiri, kendi tüketim gereksinmelerini karşılamak üzere, her çeşit hammadde üretiminden tutun da, bu hammaddeleri kullanılabilir hale getirinceye kadar gerekli bütün işlemleri kendileri yapardı. Esas olarak. fazla-ürünün değişildiği bu tip ekonomi, kapitalizmin ortaya çıkışına kadar üstünlüğünü sürdürmüştür.
      Kapitalizmin gelişmesi, doğal ekonomiye, ezici bir darbe indirdi. Kapitalist düzende işgücü dahil, her şey metadır. İşgücünün metaya dönüşmesiyle, meta üretimi, evrensel ve egemen bir duruma gelir.
      Kapitalist düzene bağlı olan meta üretimi, üretimin üstün bir biçimidir; üretimde insanlar arasmdaki ilişkiler, yani üretim ilişkileri, meta ilişkileri olarak ifade edilirler. Kapitalist toplumda esas olan üretim ilişkisini ele alalım: bu, burjuvazi tarafından proletaryanın sömürülmesi ilişkisidir. Kapitalistin işçiyi sömürebilmesi için, işçinin bir meta gibi görünen kendi işgücünü satması gerekir. Kapitalist, işçiye, geçim araçlarını, yani metalar satın almasını [sayfa 43] sağlayacak bir ücret öder. Böylece, işçi ile kapitalist arasındaki üretim ilişkileri, doğrudan değil de, metalar aracılığıyla kurulmuş olur; ve bu ilişkiler, meta ilişkileri niteliğine bürünmüştür.
      Kapitalistler, kendi ürünlerini birbirlerine satarlar; hammaddeler, araçlar, gereçler ve başka metalar satın alırlar. O halde, kapitalistler arasındaki ilişkiler de meta ilişkileridir.
      Bundan dolayıdır ki, kapitalist toplumda, meta üretimi, evrensel, üstün bir niteliğe bürünmüştür, oysa insanlar arasındaki ilişkiler, nesneler, metalar arasındaki ilişkiler olarak görünür.

     

Meta Üretimi
Meta Üretiminin Ortaya Çıkış Koşulları

     
      Meta üretimi, ancak belirli koşullar içinde olabilir. Meta üretiminin ortaya çıkışı ve varoluşu için başlıca koşul, toplumsal işbölümüdür. Bu, çeşitli nesneler üretiminin, falan ya da filan kişiler ya da bireylerden meydana gelen gruplar arasında bölünmesi demektir. Bazıları dokuma, diğer bazıları ayakkabı, üçüncüler ev eşyaları, dördüncüler aletler vb. üretirler. Bu kişiler, kendi gereksinmelerini giderebilmek için, kendi emeklerinin sonuçIarını değişmek zorundadırlar.
      Böylece biraraya gelmiş bütün üreticiler, birbirine bağımlı üyelerin meydana getirdiği bir çesit büyük üretici ortaklığı kurmuş olurlar.
      Bununla birlikte, toplumsal işbölümü, meta üretiminin koşullarından ancak bir tanesidir. Diğer gerekli koşullardan birisi de, toplumda, üretim araçları sahiplerinin farklı kimseler olmasıdır. Bir örnek verelim. İnsan bir nesne yapıyor ve bunu bir başkasına satmak istiyor. Bu satışı yapabilir mi? Evet. Ama bir şartla, eğer üretim araçlarının sahibi [sayfa 44] ise, sözkonusu ürünü kendisine ait üretim araçları yardımı ile yaptıysa, sonuç olarak, üretilen ürünün sahibi ise, o nesneyi satabilir. Örneğin, ilkel komünlerde işbölümü olmasına karşın, ne meta üretimi vardı ve ne de meta değişimi. Komün üyeleri, emeklerinin meyvelerini, kendi aralarında bölüşürlerdi. Ama onları satamazlardı. Çünkü, üretim araçlarını ve emeğin meyvelerini elinde bulunduran tüm komündü. Komünlerarası değişimde durum başkadır. Bu durumda, malın sahibi değişir ve emek ürünü meta olurdu.
      O halde, toplumsal işbölümü ve üretim araçlarına sahip olanların başka başka kimseler oluşu, meta üretiminin esaslarını teşkil eder. Ancak bu iki koşulun birleşmesiyledir ki, meta üretimi ve ürünlerin alım ve satım şeklinde değişimi ortaya çıkmıştır.

     

Basit Meta Üretimi ve Kapitalist Meta Üretimi

     
      Kapitalist meta üretimi, basit meta üretimi temeli üzerinde, belirli toplumsal koşullar içinde kendini gösterir.
      Basit meta üretiminin en karakteristik temsilcileri küçük toprak sahibi köylüler ile zanaatçılardır. Üretimlerini, kişisel emek üzerine kurmuşlardır, yani başkasının emeğini sömürmezler, kendileri çalışırlar. Her basit üretici, üretim araçlarının sahibidir ve sadece kendi tüketimi için üretmez, pazar için, satış için de üretir.
      Basit meta üretimi, mahiyeti gereği, çifte niteliğe saliiptir. Bir yandan, özel mülkiyet üzerine kurulmuştur, küçük köylü ya da zanaatçı, üretim aracı sahibidir ve bu niteliği, onu kapitaliste yaklaştırır. Öte yandan, basit meta üretimi, kişisel emek üzerine kurulmuş olduğu için, üretici, bir emekçidir ve bu niteliği, onu, proletere yaklaştırır. Proleterin, küçük üreticiden farkı, kendine ait üretim araçlarına sahip olmamasıdır. İşçi sınıfı ile köylülüğün çıkarlarının birliği ve onlar arasındaki ittifak olanakları işte buradan gelir.
      Belirli toplumsal koşullarda, basit meta üretimi, geleceğin kapitalist üretimine, hareket noktası ve temel görevi görür. Burada iki koşul vardır. Birincisi, üretim araçlarının özel mülkiyet şeklinde oluşu. Bilindiği gibi, bu koşul ilkel toplumun dağılma döneminde ortaya çıkmıştı. İkincisi, işgücünün meta şekline dönüşümü. Bu dönüşüm, feodal toplumun dağılma dönemine raslar.
      Basit meta üretimi, kararsızdır; köylü ve zanaatçılar [sayfa 45] arasında, devamlı farklılaşma görülür: bazıları (azınlık) zenginleşir; diğer bazıları (çoğunluk) mevcut durumunu kaybeder, yoksullaşır. Yukarda belirtilen koşullar içinde, bu süreçler, kentte ve köyde, burjuvazinin ve proletaryanın ortaya çıkmasına varır.
      Kapitalist meta üretimi, basit meta üretiminde olduğu gibi, toplumsal işbölümü ve üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine kurulmuştur. Ama üretim araçlarına sahip olanın kişisel emeği üzerine değil de, üretim araçlarına sahip olan tarafından ücretli işin sömürülmesi üzerine kurulmuştur. Kapitalist meta üretiminde, üretim araçlarının ve paranın sahibi, kendisi, üretimde bulunmaz. Üretim araçlarını harekete geçiren işgücünü parasıyla satın alır. İşgücünün meta olarak şekillenmesi ya da işgücünün metaya çevrilmesi, kapitalizmde meta üretiminin yeni bir gelişmesini gösterir ve evrensellik kazanır. Meta değişimi, "burjuva (meta) toplumunun binlerce kez karşılaştığı, en basit, en alışılagelen, en temel, en genel ve en olağan ilişkiyi teşkil eder" diye yazıyordu Lenin. (Lénine, Œuvres, Paris-Moscou, c. 36, s. 368-369.)
      Şimdi, bir de, kapitalizmin ekonomik çekirdeki olan metanın ne olduğunu açıklayalım.

     

2. META VE EMEK, METALARIN YARATICISI
     
Metaın Kullanım-Değeri ve Değer

     
      Meta, her şeyden önce, insanın herhangi bir gereksinmesini gideren şeydir; ikincisi, kişisel tüketim için üretilen bir şey değil, satış için, değişim amacıyla üretilen bir şeydir.
      Bir nesneyi kendi tüketimi için üreten insan, ancak bir ürün üretmiş olur; meta üretmiş sayılmaz. Bir ürünün meta olması için, onun herhangi bir toplumsal gereksinmeyi karşılaması gerekir, yani toplurnun diğer üyelerinin bir gereksinmesini karşılamalıdır.
      Metaın incelenmesi, birbirine sıkı sıkıya bağlı iki yönü, iki özelliği açığa çıkarır: kullanım-değeri ve [değişim-ç.] değeri. [sayfa 46]
      Metaın, insanın şu ya da bu gereksinmesini karşılama özelliğine, metaın kullanım-değeri denir. Bu gereksinme, pek değişik niteliğe bürünebilir. Meta, birinci derecede gerekli bir nesne olabilir, emek gibi, elbise, ayakkabı gibi. Lüks bir nesne de olabilir, pahalı cinsten şarap, elmas vb. gibi. Bir üretim aracı da olabilir, makineler, kömür, demir vb. gibi.
      Bir nesnenin, sadece bir tek kullanım-değeri olmayabilir; birçok kullanım-değeri de olabilir. Örneğin, maden kömürü, yakıt olarak kullanıldığı gjbi, kimyasal ürünler yapımı için hammadde olarak da kullanılabilir.
      Şu ya da bu kullanım-değerinin bulunması, yani hizmete sunulan birşeyin insana yararlılığı, üretici güçlerin gelişmesi sonucu, toplumun evrim akışı içinde meydana gelir. Örneğin, insan taşkömürünü tanıyor, varlığını uzun zamandan beri biliyordu, ama onun yakıt olarak kullanılması, nispeten kısa bir süre önce başlar. Bilim ve tekniğin gelişmesi, taşkömürünün yeni özelliklerinin gün ışığına çıkarılmasına da olanak sağladı, çağımızda taşkömürü kimya sanayiinin de temelini teşkil etmektedir.
      Meta üretimi rejiminde, farklı kullanım-değerleri, belirli nicel bir oranda, sürekli olarak, değişilirler. Örneğin, bir balta, 20 kilo tahıl karşılığında değişilir. Kullanım-değerinin bir başka kullanım-değeriyle değişildiği yerde bu nicel oran, metaın değişim-değerini oluşturur. Değişim-değerini incelerken, iki soru ortaya çıkar: (1) Farklı nitelikteki metaları, kendi aralarında eşit kılan neden nedir? (2) Niçin, farklı metalar, belirli bir miktarda, belirli bir oranda, kendi aralarında eşit hale gelmişlerdir? Birbirinden farklı, birbirine benzemeyen metalar, değişimde birbirleriyle kıyaslanınca, bazı ortak yanları bulunduğu anlaşılır.
      Daha o zaman Aristoteles, ne eşitlik olmaksızın değişim, ne de ortak ölçü birliği olmaksızın eşitlik olmayacağına dikkati çekmişti.
      Aşağıdaki özellikler, bütün metalarda, bir dereceye kadar bulunabilen niteliklerdir: metaların yararlılığı, arz ve talep konusu olmaya elverişliliği, metaın azlığı ve emek. [sayfa 47]
      Metaın bu özelliklerden hangisi değerini belirler?
      İlk bakışta, değeri, gerçekte, metaın yararlılığı belirler gibi gelir. Gerçekte, bir şey ne kadar yararlı olursa, o kadar gerekli olur ve değeri de o oranda artar. Bununla birlikte, gerçek, değer kaynağının her zaman yararlılık olmadığını gösteriyor. Çoğu zaman, en yararlı şeyler, kırk para bile etmez (örneğin, hava) ya da önemsiz bir fiyat biçilir (örneğin, su). Tersine, insana yararları pek az olan nesneler (örneğin, elmas) bazan çok pahalı olur. Gerçekte, eğer ürünlerin fiyatı, onların yararlılığından gelseydi, ekmek ve su, elmas kadar pahalı olurdu ya da tersi olabilirdi. Bunun içindir ki, yararlılık ve kullanım-değeri, değerin bir koşuludur, değerin kaynağı değildir. Her ne kadar kullanım-değeri olmaksızın bir değere sahip olunamazsa da, kullanım-değeri olduğu halde tamamıyla değersiz olması da mümkündür (örneğin havanın büyük bir kullanım-değeri vardır, ama hiç bir değeri yoktur).
      Arz ve talep,
değerin büyüklüğünü belirleyebilir mi? İlk bakışta, evet denebilir. Bilindiği gibi, bir metaya talep arttıkça, o metaın fiyatı yükselir, ve tersine, bir metaın arzı arttıkça, yani bir meta pazara yığıldıkça, o metaın fiyatı da düşer.
      Ama konuya daha yakından bakılınca, açıkça görülür ki, metaların değeri, ne arza ve ne de talebe bağlıdır. Örnek olarak, şeker ile tuzu alalım. Bu iki meta, arz ve talep yasasının aynı ölçüde etkisindedir. Ama bu metalara karşı, talep, arz ile eşdeğerde olsa, bir kilo şekerin değeri, bir kilo tuzun değerinden, kıyaslanamayacak kadar daha yüksek olur. Bundan dolayıdır ki, arz ve talebin, burada bir rolü yoktur. Şurası da bir gerçek ki, arz ve talebin metaların fiyatları üzerinde etkisi olmadığı söylenemez. Ama onlar değerin büyüklüğünü belirlemez, meta, değerin dışında, pazarda beliren fiyatın büyüme oranını belirler. Bir metaya karşı talep arttığı ve arz azaldığı zaman, pazar fiyatı, metaın değeri üstünde yükselme gösterir ve tersine, arz talebi aşarsa, fiyatlar değerin altına düşer. Ancak, talep arza eşit olduğu zaman, pazar fiyatı değere uygun olur. Ama kapitalist meta üretimi gözönünde tutulursa, [sayfa 48] böyle bir durum hemen hemen hiç bir zaman kendini göstermez. Bundan dolayıdır ki, arz ve talep metaın değerini belirlemez.
      Bir metaın azlığı, o metaın. değerini belirleyebilir mi? Birçok örnek, böyle bir sonuçun doğru olduğu sanısını verebilir. Örneğin, altını, elması ve buğdayı alalım. Altın ve elmas az bulunur ve daha pahalıdır. Buğday ise çok daha fazladır, çok daha ucuzdur; üstelik insanlar yaşamak için ona çok fazla gereksinme duyarlar. Ama bu, azlığın, değeri artıracağı anlamına gelmez. Örneğin, kurak geçen bir yılda, insanlar, sabırsızlıkla yağmur bekler; o zaman yağmur isteği sınırsızdır. Bununla birlikte, yağmurun yağmayışına ve yararlılığına, yağmura karşı duyulan büyük gereksinmeye karşın, yağmur para olarak ifade edilebilecek bir değere sahip değildir.
      Gene anlaşılıyor ki, ne yararlılık, ne arz, ne talep ve ne de azlık, değerin nedeni değildir. Bununla birlikte, metaların bir başka ortak özelliği vardır ki, bu, ne onların yararlılığına ve ne de onların azlığına bağlıdır. Metalardaki bu ortak özellik, hepsinin emek ürünü olmasıdır. Sadece emek, temel gerçeği, ya da Marx'ın deyişiyle, değerin maddi özünü oluşturur. Herhangi bir metaı üretmek için gereken emek arttıkça, metaın değeri de artar ve daha pahalı olur. Altın, kömürden daha pahalıdır. Çünkü alını araştırıp bulmak, temizleyip saf hale getirmek için gereken emek, aynı miktar kömürü çıkartmak için gereken emekten çok daha fazladır.
      Bütün metalar, insan emeğinin sonucudur. Her metada belli miktarda bir emek maddeleştiği için, metalar kendi aralarında kıyaslanabilirler. Metaların değerlere dönüştürülmesi, emeğin ürünü olmalarındandır.
      Değer
, meta içinde maddeleşen toplumsal emektir. Maddeleşme deyimi, meta içersinde billurlaşan, içerilmiş emeği gösterir ki, bu emek, kendisini içeren şeyin, metaın şeklini almıştır. Metaların değişiminde nicel ilişkiler, bu nicel ilişkiler içinde değişilmiş olan meta oranları, değerin ortaya çıkış biçimini meydana getirirler; bu nicel ilişkiler, değişilen metalara harcanan emek miktarı ile metaların aynı değerlere sahip olduklarını gösterir.
      Metanın değeri, toplumsal bir kategoridir, görülmez, ama metaların her değişiminde bir meta, başka bir meta ile kıyaslandığı zaman kendini gösterir. Bunun içindir ki, Lenin [sayfa 49] şöyle der: "Değer, iki kişi arasında bir ilişkidir ... şeylerin dış görünüşleri altında gizlenmiş bir ilişkidir." (V. Lénine, Œuvres, Paris-Moscou, c. 21, s. 55.)
      Kullanım-değeri her zaman var oldu ve var olacaktır. Bununla birlikte, [değişim -ç.]-değeri olarak ele alınan meta, toplum gelişmesinin belli bir aşamasında meta üretimi ve değişimin doğuşuyla ortaya çıkmıştır. Meta üretiminin ortadan kalkması, metanın [değişim -ç.]-değerinin de ortadan kalkması olacaktır. [Değişim-ç.]-değerinin toplumsal ve tarihi kategori oluşu bundan dolayıdır, yani toplumsal evrimin belli bir aşamasında vardır.
      Her ne kadar meta, iki görünüşün (kullanım-değeri ve değer) birliği ise de, bu, çelişkili bir birliktir. Bu durum nasıl açıklanır?
      Kullanım-değeri olarak metalar nitel bakımdan farklıdırlar (buğday, bez, demir vb.); değer olarak metalar, nitel bakımdan birbirinin,aynıdir (hepsi insan emeğinin ürünüdürler).
      Kullanım-değeri olarak metalar tüketime ayrılır, değer olarak metalar satışa ayrılır.
      Burada meta üreticisini ilgilendiren (kullanım-değeri değil), değerdir, ama metanın değer olarak gerçekleştirilebilmesi için, onun bir kullanım-değeri olmalıdır, yani meta talep edilen bir nesne olmalıdır.
      Metanın kullanım-değeri hisssedilebilir, oysa, metaın değeri hissedilemez. Bunlar, metaın kullanım-değeri ile [değişim - ç.]-değeri arasındaki çelişkilerdir.
      O halde metada iki nitelik bulunduğunu saptıyoruz: meta, kullanım-değeriyle [değişim-ç.]-değerinin birliğidir.
      Metanın ikili niteliği nasıl açıklanır?

     

Somut Emek ve Soyut Emek

     
      Metaın bu niteliği, metayı yaratmış olan emeğin ikili niteliğinden gelir. Meta içinde üreticinin maddeleşen emeği, bir yandan somut emek görünüşünde, bir yandan da soyut emek görünüşünde kendini gösterir.
      Belirli amaçla, akla-uygun yararlı bir şekilde harcanmış [sayfa 50] olan emek somut emektir. İnsan "genel olarak" çalışmış olmaz. Kunduracının işi, çiftçinin işi, madencinin işi, vb. gibi [belirli -ç.] bir iş yaptığı zaman çalışmış sayılır.
      İşin farklı şekilleri, nitelikleri, meslek yöntemleri, aletleri, yararlanılan unsurları ve nihayet sonuçları, yani ürünlerin kullanım-değerleri bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Somut emek, metanın kullanım-değerini yaratır.
      Ama, işin farklı şekilleri yakından gözlendiğinde ortak bir çizgi bulunur ki, bu da, genel olarak insan emeğinin harcanmış olmasıdır. Yani kasların, beynin, sinir ve benzeri unsurların harcanması. Somut şeklinden bağımsız emek, genellikle insana özgü işgücünün harcanması olarak ele alınan emek, soyut emektir. Metanın [değişim -ç]-değerini, soyut emek yaratır.
      Kullanım-değerinin yaratıcısı somut emek, her zaman varoldu ve her zaman varolacaktır. Meta üretimi rejiminde varolduğu gibi, meta üretimi olmadığı zaman da varolur. Soyut emek ise, ancak meta üretimine bağlıdır. Somut emeğin farklı şekilleri kadar, soyut emek de, genel olarak, farklı şekillere sokulabilir. Bu, meta üretiminin varolmasından, ürünün satış için üretilmiş olmasından ileri gelir. Örneğin, üretici, bir çift bot yaparak pazara götürmüş olsun. Pazarda bunları nasıl değişebilecek? Diyelim ki, bu değişim buğday karşılığında olsun. Kullanım-değerleri bakımından bu ürünler, birbirleriyle kıyaslanamazlar. O halde bunlar, ancak [içerdikleri -ç.] emek miktarına göre birbirleriyle kıyaslanabilecektir. Eğer kunduracı bu bir çift botu 100 kilo buğday karşılığında değiştirse, bu bir çift bot için harcanan soyut emek miktarı, 100 kilo buğday için harcanan soyut emek miktarının aynıdır demektir. Eğer kunduracı, bu botları böyle bir değişim için değil, kendi ailesi için yapsaydı, botlarda maddeleşen soyut emek miktarını belirtmeye hiç gerek olmayacaktı. Meta üretiminin ortadan kalkmasıyla, emeğin soyut türü, yani soyut emek de ortadan kalkacaktır.
      Meta üretiminde, somut emekle soyut emek arasında, uzlaşmaz karşıt bir çelişki vardır, ki bu çelişki, özel emek ile toplumsal emek arasında olan bir çelişki olarak kendini gösterir. [sayfa 51]

     

Özel Emek ve Toplumsal Emek

     
      Meta üretimi koşulları içinde, her üretici, belirli bir rneta tamamlar. İş, toplumda bölünmüştür, işin toplumsal bölünmesi arttıkça, üretim dalları çoğalır ve üreticileri birbirine bağlayan bağlar genişleyip kuvvetlendikçe, kendi aralarında birbirlerine karşı bağımlılıkları da genişlemiş olur. Hemen hemen bütün nesnelerin yapımına, farklı mesleklerden onlarca ve yüzlerce insan katılır. Bu demektir ki, her üreticinin emeği, toplumsal emeğin bir parçasını oluşturur, toplumsal bir niteliğe bürünür.
      Ama üretim araçlarının özel mülkiyetinin hüküm sürdüğü bir toplumda, üreticiler, kendi işlemlerini ayrı ayrı yönetirler, aralarında birlik yoktur. Bundan dolayıdır ki, esas olarak toplumsal bir emek olan kendi işleri, özel emek olarak görünür. Böylece, emeğin toplumsal niteliği gizlenmiştir. Bu toplumsal nitelik, ancak pazarda değişim anında kendini gösterir. Üreticinin özel emeğinin, değişimde, metaların alım satımında, toplumda kaçınılmaz olan toplumsal emeğin bir parçası olduğu açıkça meydana çıkar.
      Üreticinin özel emeğinin, toplumsal bir niteliğe bürünmesiyle basit meta ekonomisinin başlıca çelişkisinin, yani özel emek ile toplumsal emek arasındaki çelişkinin doğrulandığı görülür. Bu çelişki, değişim anında ortaya çıkar. Üreticiler pazara geldikleri zaman, bazıları kendi metalarını satarlar, diğer bazıları satamazlar. İster talep yokluğundan olsun, ister metalarının çok pahalı bulunmasından olsun, metalarını satamazlar. Eğer, üretici, kendi ürettiği metayı paraya çeviremiyorsa, bu, üreticinin özel emeğinin, toplum tarafından kabul edilmemiş olmasındandır; üretici yıkıntıya uğrar, bu yıkıntılar yinelenirse, o mahvolur. Bundan dolayıdır ki, özel emek ile toplumsal emek arasındaki çelişki, bazılarını yıkıma ve diğer bazılarını da zenginleşmeye götürür.

     

Meta Değerinin Büyüklüğü

     
      Metanın değeri, emek tarafından yaratılmış olduğundan, [sayfa 52] değerin büyüklüğü, meta içersinde billurlaşan emek miktarıyla ölçülür. Ama üreticiler pek çoktur; bunlar, ürettikleri aynı cins metaların üretimi için birbirlerinden farklı miktarda harcamalarda bulunurlar. Bir metanın değerinin büyüklüğü de, her üreticinin gerçekten harcadığı emekle ölçülemez. Yoksa, aynı metaların değeri, aynı büyüklükte olmazdı. Gerçekte, değişimde, aynı cins metalar eşit bir değerdedirler. Metaların değerinin büyüklüğü, her üreticinin bireysel emek süresiyle belirlenmemiştir, belli bir metanın üretimi için toplumsal bakımdan gerekli-emek süresi ile belirlenmiştir.
      Toplumsal bakımdan
gerekli-emek süresi denince herhangi bir sanayi dalında, (teknik düzey bakımından, ustalık bakımından, emek yoğunluğu bakımından) ortalama toplumsal üretim koşulları içinde bir birim metanın üretimi için toplumsal gerekli-emek süresi anlaşılmalıdır. Genel kural olarak, toplumsal bakımdan gerekli-emek süresi, belli bir tip metalardan çoğunun imal edildiği üretim koşullarıyla belirlenir.
      Toplumsal bakımdan gerekli-emek süresi devamlı olarak değişir, ve dolayısıyla değer büyüklüğü de değişir. Bu değişiklik, emek verimliliğinin değişmesinden gelmektedir. Emek verimliliği bir birim emek süresinde yaratılan ürün miktarıyla belirlenir. Emek verimliliğinin yükseltilmesi denince, genel olarak, iş süreci içinde, üretim birimi başına, çalışma giderlerini azaltmayı da beraberinde getiren, bütünü ile bir değişim anlaşılır. Emek verimliliği büyüdükçe, yani belli bir zaman aralığında ürünlerin imali arttıkça, bir birim meta değerindeki büyüme azalır. Ve tersi de olur. İşte emek verimliliğiyle her birim metanın değerin azalmasındaki ters orantının nedeni budur.
      Eğer emek verimliliği artarsa, bir birim metanın değeri azalır. Ve bunun tersi de olabilir, eğer emek verimliliği azalırsa, bir birim metanın değeri artar.
      Üretkenlik ile emek yoğunluğunu ayırdetmek gerekir. Emek yoğunluğu, bir birim zaman içinde, emek olarak yapılan harcamayı belirler. Emek olarak yapılan harcama, belirli [sayfa 53] bir zaman içinde arttıkça, yaratılan ürün de artar; ama bir birim ürünün değeri değişmez, çünkü daha büyük bir emek miktarı, daha büyük bir ürün miktarı ile karşılanır.
      Meta değerinin büyüklüğü üzerine etki yapan, emeğin bileşikliğinin derecesidir. Bu bileşiklik derecesine göre, vasıflı ve vasıfsız emek olarak ayrılır. Herhangi bir özel yetişmesi olmayan işçinin emeği, basit (vasıfsız) bir emektir. Özel bir yetişmeyi gerektiren emek, bileşik (vasıflı) bir emektir. Bileşik emek, aynı birim zaman içinde, basit emekten daha büyük bir değer yaratır. Marx, bu konuda, bileşik emeğin, belirli bir güce, bir kudrete yükselmesi veya basit bir emeğin belli bir güce yükseltilmesi ya da çoğaltılması olarak ortaya çıktığını söyler.
      Özel mülkiyet üzerine kurulan meta üretiminde, emeğin farklı biçimleri, farklı vasıfta, farklı üretkenlikte emek, pazarda, meta olarak pazara konduğu zaman, metanın değeri biçiminde, biricik ölçüye, somut emeğe, kendiliğinden girer. Değer, üreticiler arasındaki üretim ilişkilerini, onların faaliyetlerinin değişimini belirler. Ama olayların (phénoménes) yüzeyinde bu ilişkiler, şeyler arasındaki ilişkiler olarak görünür.

     

3- DEĞİŞİMİN VE DEĞER BİÇİMLERİNİN GELİŞMESİ
     
Değişim-Değeri, Değerin İfade Biçimi

     
      Metaın değeri, o metaı üretmek için harcanan emek tarafından yaratılır. Bununla birlikte, değer ancak değişim süreci içinde, yani değişim-değeri arasında, bir meta, başka bir meta ile kıyaslanırken kendini gösterir. Bundan dolayı, bir baltanın değeri, tek başına, emek-zamanı ile değil, başka bir metaın aracılığı ile belirlenebilir. Örneğin, bir balta=20 kg. tahıl olsun. Bu karşılaştırmada, tahıl, baltanın değerini belirlemeye yarar. Bu eşdeğerlik, bu tahılı üretmek için harcanan emek miktarı ile bu baltayı yapmak için harcanan emek miktarının aynı olduğu anlamına gelir. Değeri, başka bir metaın değeriyle belirlenen meta (örneğimizde, balta), nispi değer şekline bürünür. Kullanım-değeri, başka bir metaın değerini [sayfa 54] belirlemeye yarayan meta (örneğimizde, tahıl), eşdeğer biçimine bürünür.
      Değişim-değeri, değerin raslansal basit biçiminden para biçimine gelinceye kadar, uzun bir tarihsel gelişme yolundan geçmiştir.

     

Değerin Basit Biçimi

     
      Üretim doğal nitelikteyken, ürünler, değişim için değil, doğrudan tüketim için üretilirdi. Bu çağda, ancak raslansal olarak tüketimden artakalmış fazla ürünler değişilirdi. Değişilen ürünlerin miktarı sınırlıydı. Bir meta, doğrudan doğruya başka bir meta karşılığı değişilirdi ve kendi değerini yalnızca bir tek metada ifade ederdi. Örneğin, bir baltanın 20 kg. tahıla ya da 20 arşın bezin bir elbiseye eşit olması gibi. Değişim, raslansal olduğu gibi, meta değerinin büyüklüğü de aynı yöntem ile ölçülmezdi. Biz, burada, değerin basit ya da raslansal biçimiyle karşı karşıyayız.

     

Değerin Tam ya da Gelişmiş Biçimi

     
      İlkel toplulukta, ilk büyük toplumsal işbölümü olan çoban kabilelerle tarımcı kabilelerin ayrılması döneminde, meta değişimi, gittikçe büyüyen miktarlarda yapılıyordu: hayvan, tahıl vb... Üreticiler arasında değişim, düzenli bir görüngü haline gelmişti. Ama değişim sürdürülürken, giderek artan bir biçimde, birçok kişinin aynı metaya sahip olmak istedikleri görüldü. Davar, kendiliğinden böyle bir meta olmuştu. Diğer birçok meta ile kıyaslanır ve değiştirilirdi. Örneğin:

1 koyun

{


=40 kg. tahıl
=20 metre bez
=2 balta
=3 gr. altın vb.


      Bir meta değerinin, başka bir metaın değeri ile belirlenebilir [sayfa 55] hale gelmesi, değerin tam ya da gelişmiş biçimidir.

     

Değerin Genel Biçimi

     
      Meta üretimi ve değişimin gelişmesi ile, en çok talep edilen, kar getirici bir meta ortaya çıkmaya başladı. Bütün metaların kendi değerleri bu metada belirlenmeye başlandı. Diğer birçok metaın değerinin belirlenme aracı olarak kullanılan meta, bir genel eşdeğerdir, yani bu, karşısındaki meta ne olursa olsun, değeri özdeş olan bir meta demektir. Genel eşdeğerin ortaya yıkmasıyla, gelişmiş değer biçiminden, şu şekilde açıklanabilen değerin genel biçimine geçilir.
     

40 kg. tahıl=
20 metre bez=
2 balta=
3 gr. altın vb. =

{

1 koyun


     
      Değerin genel biçimine geçiş, metaların dolaşımına olanak verdi. Şimdi her değişim işlemi iki aşamaya bölünmüştür: satış ve alış. Bununla birlikte, bu aşamada, genel eşdeğerin rolü, henüz tek bir metaya özgü değildir. Bu rol, bölgelere göre, davar ile, tuz ya da kürk vb. ile yerine getiriliyordu.
      Meta üretiminin çoğalması ve değişimin genişlemesi, tek bir eşdeğerin kabulünü zorunlu kıldı, çünkü genel eşdeğer olarak kullanılan metaların birbirinden farklı olmaları, değişimin gelişmesini zorlaştırıyor, genişleyen pazarın gereksinmeleriyle çelişkiye düşüyordu. Bu çelişki, değerli madenler olan altına ve gümüşe, gittikçe artan şekilde, genel eşdeğerlik rolü verilerek çözümlendi.

     

Değerin Para Biçimi
     
      Genel eşdeğerin rolü, örneğin, altın gibi bir metayla bağlanınca, aşağıda belirtilmiş olan değerin para biçimi ortaya [sayfa 56] çıkmıştır:
     

40 kg. tahıl =
20 metre bez =
2 balta =
1 koyun =

{

3 gr. altın


     
      Değerin para biçimine geçişi, zanaatçılığın tarımdan ayrıldığı ikinci büyük toplumsal işbölümünden sonra olmuştur. Altın ve gümüş, (türdeş oluşları, bölünebilmeleri, hacimlerinin küçük oluşları vb. gibi) ortak özellikleri dolayısıyla, genel eşdeğer haline gelmişler ve paraya dönüşmüşlerdir.
      Para, toplumsal görevi, diğer bütün metaların değerini belirlemekten ibaret
olan belirli bir metadır. Paranın ortaya çıkışıyladır ki, bütün metaların değerleri, para ile ölçülmeye başlanmıştır.

     

4- PARA
     
Para, Niteliği ve Görevleri

     
      Para, meta üretiminin ve değişiminin tarihsel gelişme süreci içinde kendiliğinden ortaya çıktı. En basitinden başlayarak değer biçimlerinin gelişmesi, değerin para biçimini ve parayı ortaya çıkardı.
      Para olarak altın, gümüş, işlenmiş madenden para ve kağıt para kullanılır. Aina bu para ortaya bir anda çıkıvermemiştir, uzun bir evrimin ürünüdür. Başlangıçta, en sık değişilen meta, para sayılıyordu. Çeşitli halklarda ve çeşitli çağlarda, hayvan derileri, davarlar, bakır, tahıl, tuz vb. para olarak kullanılmışlardır. Değişimin gelişmesiyle paranın rolünü oynadılar. Zamanla ve meta ekonomisinin gelişmesi sonucu, bu para rolü altına geçti. 19'uncu yüzyılda, altın para, ülkelerin salt çoğunluğunda kullanılıyordu.
      İlerlemiş bir meta ekonomisinde, para birçok görevler [sayfa 57] yapar: metaların değer ölçüsü, dolaşım aracı, birikim ya da servet biriktirme, ödeme aracı ve hatta evrensel para. Şimdi, bunlardan herbirinin görevlerini inceleyelim.
      Değer ölçüsü
, paranın başlıca görevidir, bu görev esas olarak, bütün metaların değerini ölçmekten ibarettir. Bu görevi yerine getirebilmesi için, paranın kendisi, bir değere sahip olmalıdır. Nasıl ki, bir cismin ağırlığı, ancak bir başka ağırlıkla ölçülebiliyorsa, bir metaın değeri de, ancak bir değer taşıyan başka bir meta ile ölçülebilir.
      Bir metaın değeri, altın ile ölçülür. Metada belirli bir fiyat saptanırken, meta sahibi, metaın değerini, düşüncede, ya da Marx'ın dediği gibi, ideal olarak altınla belirler. Metaı, belli bir miktarda altınla kıyaslamak, ancak yaşayan gerçeklikte mümkündür, çünkü altın değeri ile, ele alınan bir metaın değeri arasında, daima belirli bir ilişki vardır. Bu ilişkinin temelinde, metaın üretiminde olsun, altının üretiminde olsun, toplumsal bakımdan gerekli-emek bulunur.
      Metaın, para olarak belirlenen değerine, o metaın fiyatı denir. Fiyat, meta değerinin para olarak ifadesidir.
      Metaların kendi değerleri, belirli bir miktarda altın ve gümüşle belirlenir. Bu paranın miktarı ölçülebilmelidir. Gümüş madeninin belli bir ağırlığı, paraya özgü ölçü birimidir. Örneğin Birleşik Amerika'da para birimi dolardır. İngiltere'de sterlin, Fransa'da franktır. Ölçüde kolaylık olması için para birimi parçalara bölünmüştür: dolar, 100 sent; frank, 100 santim; sterlin, 20 şilin; şilin, 12 peni; (lira, 100 kuruş).
      Para birimi ve onun bölümleri, fiyatların ölçüsü olarak kullanılır.
      Paranın ikinci görevi de; dolaşım aracı olarak kullanılmasıdır.
      Para ortaya çıkmadan önce, basit değiş-tokuş (trampa) uygulanırdı, yani bir nesne, başka bir nesne ile doğrudan değişilirdi. Paranın kullanıldığı andan başlayarak, bir metaın başka bir meta ile değişilmesi, gümüş aracılığıyla yapıldı. Önce bir meta, para karşılığı satılır sonra da para ile başka [sayfa 58] bir meta satın alınır. Meta değişiminin para aracılığıyla yapılmasına meta dolaşımı adı verilir (meta-para-meta). Ama meta, alıcıya geçince, dolaşımın durduğunu, oysa paranın dolaşım alanında sürekli olarak kaldığını, yani onun elden ele geçtiğini belirtelim. Metaların dolaşımında, paranın, aracı olarak kullanılması böyledir, o bir dolaşım aracıdır. Bu görevi yerine getirebilmesi için paranın kullanılabilir olması gerekir.
      Başlangıçta, metaların değişiminde, para, altın ve gümüş, külçeler şeklinde aracılık ediyordu. Ama bu bir yığın engelleri de beraberinde getiriyordu. Onları her defasında tartmak, parçalamak, ayarını saptamak gerekiyordu. Bunun içindir ki altın ve gümüş külçelerinin yerini, yavaş yavaş basma tekeli devlette bulunan paralar aldı. Para, belirli miktarda maden içeren, biçimlendirilmiş bir külçedir.
      Paralar, dolaşım sırasında kullanıla kullanıla kendi değerlerinden kaybederler. Bununla birlikte, görülegeldiği gibi, kullanıla kullanıla aşınan paralar da tam değerine eşit işler görürler. Bu durum, dolaşım aracı olarak paranın alıcı ya da satıcı elinde uzun zaman kalmamasıyla açıklanır. Meta üreticisi, eline geçen paranın değerini kaybedip etmediği konusu üzerinde durmaz. Kendisinin gereksinme duyduğu metaları satın almak üzere hemen kullanır. O halde, dolaşım aracı olma görevi, değeri az olan madeni paralarla ve hatta kağıt paralarla da yerine getirilebilir.
      Meta ekonosininin gelişmesiyle, para, biriktirme aracı ya da servet biriktirme aracı olma görevini de yerine getirir. Para, zenginliğin evrensel simgesidir. Ona sahip olmak, herhangi bir metaya sahip olmak olanağını verir. Üreticiler, daha sonra gereksinme duyacakları metaı satın almak için parayı tasarruf edip biriktirirler. Bu görev ancak tam değerinde bir para ile, para ya da altın ve gümüş nesnelerle yapılır.
      Para, ödeme aracı olarak görev yapar. Metalar, her zaman peşin satılmaz. Alım ve satım, farklı bir ödeme ile kredili de olabilir. Kredili alındığında, alıcı peşin ödemeden [sayfa 59] metaın sahibi olur. Bu takdirde ödeme, belirli bir tarihte yapılmak üzere saptanmıştır ve ödeme zamanı gelince para alıcıdan satıcıya geçer. Para, ödeme aracı olma görevini burada yerine getirmiştir. Örneğin, ilkyazda demirci, köylüye gereksinme duyduğu bir saban yapmıştır. Ama köylünün parası yoktur. Ve ancak güzün, ürününü kaldırıp sattığı zaman parası olacaktır. Bu koşullarda köylü, sabanı ancak kredili alabilir, yani borç güzün ödenecektir. Para, vergileri, toprak rantını, vb. ödemek için de, ödeme aracı görevi yapar.
      Dolaşım aracı ve ödeme aracı olarak, paranın görevi metaların dolaşımında kaçınılmaz olan para kitlesini (miktarını) belirleyen yasayı açıklığa kavuşturmaya da olanak sağlar.
      Bu para miktarı, 1 dolaşımda bulunan meta fiyatlarının toplamına, 2 paranın devir hızına bağlıdır. Para dolaşımı hızı arttıkça, devri sağlamak için gerekli para azalır, ya da tersi olur. Örneğin, yılda 100 milyar dolarlık meta satılırsa ve her dolar ortalama olarak 50 devir yaparsa bütün meta kitlesinin dolaşımını sağlamak için:
     
      para kitlesi=meta fiyatlarının toplamı/para devrinin hızı =100 milyar dolar/50=2 milyar dolar
     
      Kredi sayesinde, kredili satılan meta fiyatları tutarı ve dengelenmiş ödemeler tutarı kadar, para gereksinmesi azalır. Para dolaşımı yasası, metaların dolaşımı için zorunlu olan para kitlesinin, para devirlerinin ortalaması ile bölünmüş olan meta fiyatları toplamına eşit olması gerekliliğinden ibarettir. Metaların toplam fiyat tutarından krediyle satılan metaların fiyatı tutarı ile peşin satılanların tutarını düşmek ve buna vadesi gelen ödemelerin tutarını eklemek gerekir.
      Bu yasa, meta üretim ve dolaşımının yapıldığı bütün toplumsal kuruluşlarda geçerlidir.
      Sikke, evrensel para görevini de yerine getirir. Dünya pazarında sikke, Marx'a göre, ulusal üniformasından soyunur ve para görünüşünde değil, ama ilk görünüşü ile, yani altın [sayfa 60] ya da gümüş külçeler olarak ortaya çıkar. Dünya pazarında, ülkelerarası değişimlerde, altın, bir satınalma, evrensel bir ödeme aracı, toplumsal zenginliğin evrensel simgesidir.
      İşte paranın görevleri bunlardır. Bu görevler, kendi aralarında, birbiriyle organik olarak bağlanmışlardır ve değişik biçimler altında, genel eşdeğer olarak sikkenin niteliğini gösterirler.
      Sömürü üzerine kurulmuş toplumsal yapılarda (kölecilikte, feodalitede, kapitalizmde) sikke, sınıfsal bir niteliğe bürünür, o bir sömürü aracıdır.

     

Altın ve Kağıt Para
Enflasyon

     
      Kağıt para
, devlet tarafından çıkarılmış bir para şeklidir, dolaşım ye ödeme aracı görevlerinde, altının yerini tutar ve onu temsil eder. Kağıt paranın aslında uygun bir değeri yoktur ve bunun sonucu olarak, metaların değerini ölçme görevini yapamaz.
      Kağıt para, ilk kez Çin'de ortaya çıktı. Amerika'da 17'inci yüzyıl sonunda, Fransa'da 18'inci yüzyıl başlarında, Rusya'da, ise 1769'da çıkarıldı.
      Çıkarılan kağıt para, miktarı ne olursa olsun, ancak değişimi sağlamak için, gerekli altın miktarının değerini temsil eder. Eğer, çıkarılan kağıt para miktarı, dolaşım için gerekli olan altın miktarına tekabül ediyorsa, kağıt paranın satın alma gücü ile altın paranın satın alma gücü arasında uygunluk vardır. Genel olarak, burjuva devlette, gelirler giderlerden düşük olduğundan, ek kağıt para çıkarma yollarına (emisyona) başvurulur. Bu durum, özellikle savaş, bunalım ve diğer kargaşa dönemlerinin ayırıcı özelliğidir. Kağıt para bu yüzden sarsıntı geçirir.
      Örneğin, metaların dolaşımı için, her altının karşılığı bir dolar olmak üzere, 5 milyarlık altın para gerekli olsun. Devlet, 5 milyar kağıt dolar çıkardı. Bu, her bir doların bir altın parayı temsil ettiğini gösterir. Ticari değişim hacminin aynı [sayfa 61] kaldığını kabul edelim, ama devlet, 5 milyarlık kağıt dolar daha çıkarmış olsun. Şimdi, 1 altın para, 2 kağıt doları temsil eder, ve bu 2 dolarla, önceden ancak 1 dolarla alınabilen meta satın alınabilir. Kağıt para, sarsıntı geçirmiş, satınalma gücü düşmüştür.
      Bu sürecin adına, enflasyon denir. Enflasyon, kendisiyle birlikte meta fiyatlarının yükselmesini birlikte getirir. Bununla birlikte, enflasyon dönemlerinde, kapitalist ülkeler emekçilerinin ücret ve gelirleri de bir artış gösterir; bu artış, asla eşya fiyatlarının artışı oranında olmaz. İşte bunun içindir ki, emekçi yığınlar daha fazla yoksullaşır.
      Belli bir aşamada, enflasyon, ülke ekonomisini ağır bir çöküntüye sürükler. Normal para dolaşımını yeniden yoluna koyabilmek için çeşitli yöntemler vardır. Parasal reform yöntemlerinden biri, sarsıntı geçiren parayı, daha az miktarda yeni bir para ile değiştirmekten ibarettir (devalüasyon).
      Parasal reformların uygulanma biçimleri ve içeriği, egemen sınıfın çıkarına uygun olarak, burjuva devlet tarafından saptanır. Burjuvazi tarafından yapılan parasal reformlar, halk yığınlarının yaşam düzeyini daha da düşmesi sonucunu verir.

     

Kredi-Para

     
      Paranın ödeme aracı olarak görevi, kredi-paranın kaynağıdır. Emre yazılı senet (bono), bu paranın en basit biçimidir. Bono, belirli bir para miktarının belirtilen tarihte ödenmesini taahhüt eden, geçerli bir biçime göre yazılmış yükümlülüktür. Meta alım-satımı sırasında elden ele geçen bono, para yerine geçer.
      Önceleri, basit bir poliçe, yani meta alıcısı tarafından imza edilmiş bir senet, kredi-para yerine geçiyordu. Ama bu senet, sınırlı bir çevrede geçerliydi, çünkü bu, ancak, imza sahibini tanıyanlar tarafından kabul ediliyordu. Daha sonra bu senetler birçok bankalar tarafından kabul edilir ve kırılır oldu. Başlangıçta banka, buna karşılık banknot adı verilen [sayfa 62] kendisine ait borç senetleri çıkarıyordu. Banknotlar bir banka adına çıkartılan senetlerdi. Onların yararı, bu senetler karşılığında, onu taşıyan kimsenin istediği anda bankadan para çekebilmesidir.
      Banknotlar, altın ya da başka bir madeni para karşılığında değişilebilirdi. Tıpkı altın paralar gibi işlem görürler ve değerlerini kaybetmezlerdi. Kapitalizmin gelişmesiyle, dolaşımda bulunan altın miktarında nispi bir azalma oldu. Altın, para basmaya yetkili merkez bankaları tarafından, yedekler biçiminde toplandı. Banknotlar, sonra da kağıt paralar, dolaşımda altının yerini aldılar. Başlangıçta banknotlar, genel kural olarak, altın karşılığı değişilebilirdi, sonra bundan vazgeçildi. Bu durum banknotlarla kağıt parayı hatırı sayılır ölçüde birbirine yaklaştırdı.

     

5- DEĞER YASASI, META ÜRETİMİNİN EKONOMİK YASASI
     
Üretimde Rekabet ve Anarşi

     
      Özel mülkiyetin egemen olduğu bir rejimde, meta üretimi, anarşi içinde yapılır. Böyle bir rejimde, üreticilere üretilmesi gereken metaların cinsini ve miktarını gösterecek hiçbir organ yoktur ve böyle bir organ olamaz da. Üreticiler ve işletmeler, kendi üretimlerini, başka işletmelerle ve tüketicilerle uyumlu hale getiremezler. Anarşi işte buradadır, yani plansız, düzensiz bir üretim yapılmasındadır.
      Daha iyi üretim ve pazarlama koşulları sağlama uğruna, daha fazla kar elde etme uğruna, özel üreticiler arasında yürütülen rekabet ve savaşım, üretimdeki anarşiyi şiddetlendirmektedir. Üretimde rekabet ve anarşi, özel mülkiyet üzerine kurulan meta üretiminin yasasıdır. Her üretici --köylü, zanaatçı, kapitalist (elbette kapitalistin kendisi meta üretmez, ama pazarda üretici olarak boygösterir)-- meta satışından, mümkün olan karı sağlamaya çalışır. Ama üretici, üreteceği metadan ne kadar talep edileceğini önceden doğru olarak kestiremez. Bildiği yalnızca, o metaya talebin geçen [sayfa 63] sefer yüksek olduğudur, ve o metadan; olabildiğince çok üretmeye çalışır. Ama diğer üreticiler de aynı şekilde hareket ederler. Sonuç: herkesin, kendi mahvına, kendi felaketine çalışmasıdır. Çok kez, herhangi bir metaın, talebi büyük ölçüde aşan miktarda üretilmiş olduğu görülür.
      Üretim araçlarının özel mülkiyetinin yürürlükte olduğu bir toplumda üretim nasıl düzenlenir? Değer yasası ile düzenlenir.

     

Değer Yasası

     
      Değer yasası, meta üretiminin ekonomik yasasıdır; değer yasasıyla, metaların değişimi, onların üretimleri için toplumsal bakımdan gerekli-emek miktarına göre gerçekleşir
. Başka bir deyişle, değer yasası, metaların birbirleriyle değişiminin, bir değere göre yapıldığı anlamına gelir. Bu demektir ki, değişimi yapılan metalar, eşit miktarda toplumsal bakımdan gerekli-emek içerirler. Bundan dolayıdır ki, bir metaın fiyatı (fiyatın, değerin para biçiminde ifadesi olduğunu anımsayalım) kendi değerine tekabül etmelidir. Bununla birlikte, gerçekte, arz ve talebin etkisi ile; şu ya da bu metaın fiyatı, değerinin altında veya üstünde olabilir. Bilindiği gibi, şu ya da bu meta, pazarda az bulunabilir; talebin arzdan fazla olması, meta fiyatını daha da yükseltir. Bunun tersi de olur. Bu olayda, değer yasasının bir rolü olmadığı kabul edilebilir mi? Hayır. Nasıl olursa olsun, bir yasanın etkisi ancak, çok sayıda olguların incelenmesiyle anlaşılabilir. Herhangi bir metaın uzun bir dönem içindeki fiyatları tahlil edilirse, artma ve düşmelerin birbirlerini dengeledikleri ve ortalama fiyatların değer ile uyuştukları görülür.
      Üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine kurulmuş olan meta toplumundaki düzensizliğe, üretim anarşisine karşın, çeşitli ekonomik dallar arasında, zaman zaman bir denge, ve belli bir orantı kurulabilir. Meta ekonomisi, bunu, üretimin düzenleyicisi olarak araya giren ve pazardaki rekabet yoluyla etkide bulunan değer yasasına borçludur. Engels göstermiştir [sayfa 64] ki," ... metalarını birbirleriyle değişen bir üreticiler toplumunda rekabet, meta üretiminin değer yasasını harekete getirmekle, o koşullar içinde mümkün olan biricik toplumsal üretim örgütünü ve düzenini sağlar. Bireysel meta üreticilerinin, toplumun nelere, ne miktarlarda gereksinme duyup duymadığını görebilmelerini sağlayan tek şey, ürünlerin değerlerinin altında ya da üstünde fiyat bulmalarıdır." (Engels, "Birinci Almanca Baskıya Önsöz", K. Marks, Felsefenin Sefaleti, Ankara 1992, s. 18)
      Üretim araçlarının özel mülkiyet şekli üzerine kurulmuş olan meta üretiminde, değer yasasının etkisi şu şekilde kendini gösterir:
      1- Değer yasası, üretim araçları ve farklı üretim dalları arasında emek-gücü dağılımını kendiliğinden düzenler.
      Toplumsal işbölümü, üretim dalları arasında çok açık bir oranlılık ister. Bu oranlılığın eksikliği halinde, üretim, normal olarak, varlığını sürdüremez. Fiyatların değişikliği ve, sonuç olarak, üretimin daha çok ya da daha az yararlılığı, üretim araçları ile emeğin şu ya da bu üretim dalına akmasına, şu ya da bu üretim dalından çekilmesine neden olur.
      Bu konuda M. İlin'in Büyük Bir Planın Tarihi adlı yapıtından çarpıcı ve nükteli bir özet aktarıyoruz: Yazar, değer yasasının meta üretimini, özellikle kapitalist üretimi nasıl düzenlediğini benzetmelerle dolu bir üslupla gösterebilmektedir.
      "Mister Fox bir milyon dolara sahip bulunmaktadır. Para pasif kalmamalıdır. Mister Fox gazetelere başvurur, dostlarına danışır, sabahtan akşama kentten kente koşan, her tarafı gözaltında bulunduran ve her taraftan sorup soruşturan ajanlar tutar. Mister Fox parasını nereye yatırmalı?
      "Ensonu, işte sana iş! Şapkalar! İşte yapılması gereken şey! Şapka satışı iyi gidiyor, bu yüzden insanlar zengin oluyor.
      "Artık düşünmeye gerek yok. Mister Fox bir şapka fabrikası kurdurur.
      "Aynı fikir, aynı zamanda, Mister Fox'un da aklına [sayfa 65] gelmiştir, Mister Krox'un da, ve hatta Mister Nox'un da. Ve hepsi aynı anda şapka fabrikaları kurarlar.
      "Altı ay sonra, ülkede birçok yeni şapkacı dükkanı görülmektedir. Mağazalar kartonlarla doldurulur. Depolar kartonlardan taşacak hale gelmiştir. Her yerde tabelalar, reklamlar, afişler; şapkalar, şapkalar, şapkalar. Ve fabrikalar tam randımanla çalışmalarını sürdürmektedirler.
      "Ve işte ortaya çıkan bu durumu ne M. Fox, ne M. Nox, ne M. Krox önceden görebilmişlerdi. Halk şapka satın almaz oldu. M. Nox fiyatları 20 sent, M. Krox 40 sent düşürdü. M. Fox, tek bu yükten kurtulma uğruna şapkalarını zararına satıyor.
      "İşler daha da kötüleşti...
      "... Ve birdenbire, stop! M. Fox fabrikasının faaliyetine son verdi. İki bin işçiye yol verildi, beğendikleri yere gidebilirler. Ertesi gün M. Nox'un fabrikası durur. Sekiz gün daha geçer, bütün şapkacılar stop etmişlerdir. Binlerce işçi boşta kalmıştır. Yeni makineler paslanmaya başlıyor. İşletme binaları enkazcılara satılmıştır.
      "Aradan bir yıl, iki yıl geçti. Nox'tan, Fox ve Krox'tan satın alınan şapkalar eskidiler. Halk yeniden şapka satın almaya koşuldu. Mağazalar boşaldı. Tozlu kartonlar yüksek raflardan çıkarıldı. Şapka yok. Fiyatlar yükseliyor.
      "Mister Fox artık yoktur, ama bu kez de bu tatlı işe Mister Boudl adında bir zat girişir: bir şapka yapımcılığı. Ama aynı fikir, başka zeki ve becerikli insanların aklına da gelir: M. Boudl, M.Foudl, ve M. Noudl. Ve tarih yinelenir." (M. İlkin, Büyük Bir Planın Tarihi, Moskova-Leningrad 1936, s. 7-9.)
      2- Değer yasası, özel üreticileri, üretici güçleri geliştirmeye isteklendirir. Bilindiği gibi, meta değerinin büyüklüğü, toplumsal bakımdan gerekli-emek tarafından belirlenir. Avadanlıkları daha yetkin ve emeği daha iyi örgütleyen üreticiler, metalarını, toplumsal bakımdan gerekli harcamalara oranla, daha az harcama ile üretirler. Metaların satışı, toplumsal bakımdan gerekli-emeğe tekabül eden fiyatlarla yapılır. Bunun sonucu olarak, bu üreticiler fazladan para alırlar [sayfa 66] ve zenginleşirler. Bu da başka üreticileri, kendi işletmelerini teknik yönden yetkinleştirmeye zorlar. Böylece modern teknik izlenir ve toplumun üretici güçleri de gelişmiş olur.
      3- Belirli koşullarda, değer yasasının etkisi, kapitalist ilişkilerin ortaya çıkışına ve gelişmesine neden olur. Değerin çevresinde, pazar fiyatlarının kendiliğinden dalgalanması, ekonomik eşitsizliği ve üreticiler arasında savaşımı şiddetlendirir. Rekabet, kimi üreticiyi yıkıma ve kimi üreticiyi ortadan silinip kaybolmaya ve diğer bazılarını da zenginliğe götürür. Değer yasasının etkisinin sonu, üreticileri, burjuvazi ve proletarya olarak farklılaşmaya; sürekli olarak artan toplumsal üretimin bir bölümünün bazı kapitalistlerin ellerinde toplanmasına, diğer bazılarının da yıkımına varır.

     

Metaın Fetiş Niteliği

     
      Daha önce de belirttiğimiz gibi, özü bakımından toplumsal olan her üreticinin emeği, şeklen özel emek olarak görünür. Emeğin toplumsal niteliği, üreticiler arasındaki toplumsal bağlar, üreticilerin birbirine karşılıklı bağımlılıkları, ancak pazarda, meta değişiminde ortaya çıkar ve kendilerini gösterirler. Burada, birbirleriyle ilişki kuranlar, sanki insanlar değil de metalarmış gibi gelir insana. Bu durum karşısında insanlar arasındaki toplumsal ilişkilere önayak olan ve insanlar arasındaki toplumsal ilişkileri yorumlayan metalardır. Üreticilerin ellerinden çıkan nesne bir kez pazara gelip öteki metalarla ilişkiler kurulunca denilebilir ki sahibine itaat etmeyen başka bir yaşam sürmeye ve hatta kaprisli bir yaşama başlar. Örneğin bugün 20 dolara bir çift ayakkabı ertesi gün yalnızca 15 dolar eder. Daha ertesi gün ise ayakkabılara el bile süremezsiniz. Bir süre sonra öyle adamlar çıkar ki, bir çeşit ayakkabının üzerine heyecanla, nefesleri kesilircesine atılırlar ve onun için çılgınca para ödemeye hazırdırlar.
      Pazarda, metaın sürdüğü bu bağımsız ve raslansal yaşam, metaı, kendisine bu özel nitelikleri kazandıran insanlara [sayfa 67] tamamıyla yabancılaştırır. Orada gerçekte varolan toplumsal ilişkiler, üretim ilişkileridir. İnsanlar, pazarda, ancak metalar arasındaki ilişkileri görürler. Aslında insanlar arasındaki ilişkiler, nesneler arasındaki ilişkilerin gerisinde maskelenmiş olarak bulunurlar.
      Üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine kurulmuş, meta ekonomisine özgü olan üretim ilişkilerinin bu şekilde maddeleşmesine Marx, metaın fetiş niteliği adını verir.
      Meta üretimi geliştikçe, metaın fetiş niteliği de yayılır ve yeğinleşir. Paranın ortaya çıkmasıyla bu fetiş nitelik en gelişkin şekle, para fetişizmi şekline bürünür. "Her şeyi satın alacağım, der, altın." Ve bu da, insanların gözüne paranın, altının doğal bir özelliği gibi görünür. Gerçekte ise, altının bu özelliği, belli toplumsal ilişkilerin, meta üretimi ilişkilerinin sonucudur.
      Metaın fetiş niteliğinin gizi ilk kez, Karl Marx tarafından açıklandı. Üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kalkmasıyla, metaın fetiş niteliği de kaybolacaktır. [sayfa 68]
     

     

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SERMAYE VE ARTI-DEĞER
KAPİTALİST DÜZENDE ÜCRET

     
      TOPLUMUN evriminin belirli bir aşamasında, meta üretiminin gelişmesi, kapitalizmin doğuşuna götürdü. Kapitalizm nedir? Lenin, yalın ve açık bir tanımını veriyor: "Halk yığını hiçbir şeye, ya da kendi malı olarak hemen hemen hiçbir şeye sahip olmadığı halde ve bundan ötürü de işçi olarak tutulmaya zorlanırken, toprağın, araç ve gerecin, fabrikaların vb. küçük sayıda büyük toprak sahiplerine ve kapitalistlere ait olduğu bir toplum örgütlenmesine kapitalizm adı verilir." (V. Lenin, Oeuvres, Moscou, t. 4, s. 321.
      Kapitalist rejimde, emekçiler, bireysel özgürlükten yararlanırlar. Ama tamamıyla özgür olmalarına karşın, üretim araçlarından ve, dolayısıyla da, geçim araçlarından yoksundurlar. Demek ki, kapitalist işletmelerde çalışmak zorundadırlar. [sayfa 69]
      Üretim araçlarını küçük bir grup insanın mülkü yapan koşullar nasıl yaratılmıştır?

     

1- SERMAYENİN İLKEL BİRİKİMİ
     
Kapitalizmin Ortaya Çıkış Koşulları

     
      Burjuva ideologları kapitalist ve işçi sınıfının tarihsel kökenlerini bile bile çarpıtıyorlar. Maddi malların haksız üleşimini, bütün yollara başvurarak haklı gösterme kaygısına kapılan burjuva ideologları, toplumun yoksul ve zengin olarak bölünmesinin nedenleri üzerine efsaneler uydurdular. Bilinmeyen çok eski zamanlarda, diyorlar, dünyada farklı nitelikte kimseler yaşamaktaydı. Bazıları çalışkan ve tutumlu, diğer bazıları da tembeldi. Birinciler, yavaş yavaş zenginliğin bütün çeşitlerini biriktirdiler, ikinciler ise oldukları gibi yoksul kaldılar. Kapitalizmin kökenleri üzerine yapılan böyle bir açıklamanın gerçekle hiçbir ilişkisi yoktur.
      Kapitalizmin ortaya çıkabilmesi için başlıca iki koşul gereklidir: birincisi, bireysel özgürlükten yararlanabilen, ama üretim araçlarıyla geçim araçlarından yoksun ve emekgüçlerini satmak zorunda bırakılan insanların varlığı, ikincisi, önemli miktarda para ve üretim araçlarının bazı kimselerin elinde toplanmasıdır.
      Bu iki koşul küçük meta üreticilerinin farklılaşmaları sırasında, feodal düzenin bağrında doğmuştur. Kapitalist üretim tarzının oluşumu, toprak sahipleri, yeni doğan burjuvazi ve devlet tarafından geniş halk yığınları üzerinde en hoyrat yöntemlerin uygulanmasıyla ivmelendirilmiştir.

     

Üretim Araçlarıyla Üreticiler Arasında Ayrılma
Zenginliklerin Bir Azınlık Elinde Birikmesi

     
      Kapitalizmin doğuşunda gerekli koşulların yaratılması - ilkel birikim denilen sürecin içeriği işte budur. "... İlkel birikim denilen şey üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel [sayfa 70] süreçten başka bir şey değildir." diye yazıyordu Marx. (Marks, Kapital, Birinci Cilt, s. 731.)
      Bu süreç, sermayenin tarih-öncesini oluşturur. Sermayenin ilkel birikimi, en tipik biçimde, İngiltere'de ortaya çıkmıştır. Toprakbeyleri (landlords) komün topraklarını zaptediyorlar, hatta köylüyü kendi evlerinden kovuyorlardı. Toprakbeyleri, köylülerden zorla boşaltılan toprakları, koyun sürüleri için otlak haline getiriyorlar, toprağı çiftçilere kiralıyorlardı. Yün, genişlemekte olan tekstil sanayii tarafından pek aranır olmuştu.
      Doğmakta olan burjuvazi, devlet topraklarının mülk edinilmesi, kilise mallarının yağmalanması gibi elkoyma yöntemlerinden yararlanıyordu. Geçim araçlarından koparılmış bir yığın insan, serseri, dilenci ve haydut oluyordu. Kendi tasarruflarında olan mülkü savunmaya yeltenen insanlara karşı, devlet, "yasal kan dökme" adı verilen (örneğin, İngiltere'de 15'inci yüzyıl sonunda ve 16'ıncı yüzyılda) en amansız ölüm cezalarını uyguluyordu. İşkence edilen, kırbaçlanan, dağlanan ve soyulmuş, harap olmuş insanlar, kapitalist işletmelerde büsbütün düşkünleştiler.
      Köylüler topraklardan sürülerek ikili bir sonuç elde ediliyordu: İlkin, toprak, nispeten az sayıda kimselerin özel mülkü oluyor; ikincisi, sanayi çok sayıda bir emek-gücü emiyordu. İşte böylece, kapitalizmin doğuşu için gerekli birinci koşul yaratılmış oldu: yalnızca kişisel özgürlüklere sahip olan, ama aynı zamanda üretim ve geçim araçlarından yoksun bir yığın insan.
      Marx, büyük kapitalist işletmelerin kurulması için gerekli büyük parasal zenginliklerin yaratılmasında başlıca yolları şöyle gösteriyor: 1) sömürge sistemi: Amerika, Asya ve Afrika'nın geri kalmış halklarının yağmalanması ve köleleştirilmesi; 2) mali sistem: çiftlik kiraları, tekel ve halktan kesilen vergilerin öteki mülk edinme şekilleri; 3) himayecilik sistemi: devlet, kapitalist sanayiin gelişmesini kolaylaştırıyordu; 4) zorla sömürü.
      İlkel birikim, üretim araçlarından yoksun emek-gücünün [sayfa 71] yığın halinde yaratılması ve sınırsız parasal zenginliklerin bir azınlık elinde toplanması sonucunu vermişti.

     

2- PARANIN SERMAYEYE DÖNÜŞMESİ
     
Sermayenin Genel Formülü

     
      Paranın kendisi, sermaye değildir. Bildiğimiz gibi, kapitalizmin doğuşundan çok önce de para vardı. Para, meta üretiminin ancak belirli bir aşamasında sermayeye dönüştü. Kapitalizmden önce M--P--M (meta-para-meta) formülü ile ifade edilebilen meta dolaşımı, yani başka bir meta almak için bir meta satma şeklinde dolaşım vardı. Sermayenin hareketi şu formül ile gösterildi: P--M--P (para-meta-para), yani satmak için satın almak.
      M--P--M formülü, basit meta üretiminin ayırıcı özelliğidir. Burada bir meta, para aracılığı ile başka bir meta karşılığı değişilmiştir. Para, değişime sermaye olarak değil yalnızca aracı olarak katılır. Meta değişiminin amacı açıktır. Örneğin, kunduracı, yaptığı kunduraları ekmek alabilmek için satar. Bir kullanım-değerinin, başka bir kullanım-değeri karşılığında değişimi para aracılığıyla olur.
      P--M-*P formülünün niteliği büsbütün başkadır. Bu durumda para, bir hareket noktasıdır. Paradan, satmak için satınalma aracı olarak yararlanılır. Yani para, sermaye sıfatıyla görev yapıyor demektir. Kapitalist, parayla, şu ya da bu metaı yeniden paraya çevirmek üzere satın alır. Burada hareket ve amaç noktaları birbirine uygundur: başlangıçta kapitalistin parası vardı ve sonunda gene kendisine para kalmıştır.
      Ama kapitaliste, bu hareketin sonunda, işe başladığı andaki kadar para kalsaydı, sermayenin hareketi anlamsız olurdu. Sermayenin varlığının bütün anlamı, dolaşım sonunda, başlangıçta sahip olduğu paradan daha fazla bir paraya sahip olmasındadır. Her kapitalistin bütün çabasının son amacı, kar elde etmektir. Bu nedenle, kapitalist düzende [sayfa 72] parasal hareketi, Marx, sermayenin genel formülü dediği şu formülle ifade eder: P--M--P üzeri 1; burada P üzeri 1 başlangıçtaki paradan herhangi bir fazlalığı da içerir. Başlangıçtaki tutara göre bu artı, ya da fazlalığa Marx, artı-değer adını vermiştir. Artı-değeri "a" harfi ile simgeliyoruz.
      Metaların dolaşımında, paradan, kapitalistler, aracı olmak bakımından değil, bir kazanç ve zenginleşme aracı olarak yararlanmışlardır. Kapitalizmde, paranın bu hareketi sınırsız hale gelir ve para kendi hareket süreci içinde, kendini artırma yetisi kazanır. Kendiliğinden büyüyen değer, ya da artı-değeri yaratan değer, sermaye adını alır.
      Sermaye nasıl büyür? Dolaşım alanında, alım-satımda büyüyebilir mi? Sorunu böyle ele almak yanlıştır. Çünkü alım-satım işlemleri (yani dolaşım alanında), eşdeğerlerin değişimi, aynı büyüklükteki değerlerin değişimi rol oynar. O takdirde, bütün satıcılar, kendi metalarını, değerlerinden fazla bir fiyata satabilseler, diyelim ki; bu fazlalık %10 olsa, alıcı olarak, kendileri de satıcıya %10 bir fazla ödemek zorundadırlar. Böylece meta sahipleri, satıcı olarak kazandıkları kadarını, alıcı olarak kaybederler. Oysa, bütün kapitalist sınıf, kendisine ait sermayeyi artırır.
      Kapitalist, bütün metaları kendi değerlerine alıp kendi değerlerine satarsa, artı-değeri nasıl sağlar?
      Sermayenin formülünde, iki öğe temsil edilir: para ve meta. Bundan dolayı, değerin çoğalması, ancak metada ya da parada olacak bir değişikliğin sonucu ortaya çıkabilir. Ama bilindiği gibi, para, kendi kendine değerini değiştiremez ve kendiliğinden çoğalamaz. Bunun içindir ki, değerin çoğalmasının kaynağı, metada aranmalıdır.
      Paranın sermayeye dönüşmesi için kapitalist, pazarda, satış sonunda, fiilen sahip olduğu değerin üstünde bir değer yaratan bir meta bulmalıdır. Kapitalist böyle bir metaı pazarda bulmuştur: bu, emek-gücüdür. [sayfa 73]

     

Meta Olarak Emek-Gücü, Değeri
ve Kullanım-Değeri

     
      Emek-gücü
, insanın, maddi malları üretirken istediği gibi yararlandığı ve kullandığı maddi ve manevi yetilerin tümüdür. Her toplumda, emek-gücü, üretimin gerekli bir öğesidir. Ama ancak kapitalizmde meta haline gelir, yani bu dönemde emekçiler, üretim ve geçim araçlarından yoksundur. Bu koşullarda emekçilerin yapabildikleri tek şey, emekgüçlerini pazara sunmaktır.
      Her meta gibi, emek-gücünün de, gerçekten bir değeri ve bir de kullanım-değeri olmalıdır. Emek-gücünün değeri, öbür metalarda olduğu gibi, kendi kendinin yeniden üretimi için toplumsal bakımdan gerekli emek-zamanıyla belirlenir. Emek-gücü, insanın çalışma yetisidir. Emek-gücü, sahibi yaşadığı sürece vardır. Oysa, işçinin yaşamını sürdürebilmek için, belli bir miktar geçim aracı gereklidir. Bundan dolayı, emek-gücünün değeri, işçinin yaşayabilmesi için gerekli olan araçların değeri ile belirlenir.
      Her ülkede, işçi için gerekli geçim araçlarının niteliği ve niceliği, birçok etkenlere bağlıdır: ekonomik gelişme düzeyi, işçi sınıfının ortaya çıktığı tarihsel çevre, işçi sınıfının kendi çıkarı uğruna yürüttüğü savaşım süresi ve bu savaşımın sonuçları.
      Emek-gücünün değeri, işçi sınıfının --belirli bir ülkede ve belirli bir dönemde, tarihin akışı içinde oluşmuş olan-- toplumsal ve kültürel gereksinmelerinin karşılanması için gerekli nesnelerin değerini de içerir. Marx, bu durumu şöyle belirtir. "Bu nedenle: diğer metalarda olduğunun tersine, emek-gücü değerinin belirlenmesine, tarihsel ve manevi bir öğe de girer." (Marks, Kapital, Birinci Cilt, s. 187.)
      Emek-gücünün bütünlüğünü, işçi ailesi sağlar. Bunun içindir ki, emek-gücü değeri, işçi ailesi üyelerinin geçim araçları değerini de içermelidir.
      Ensonu, insanın, şu ya da bu mesleği öğrenmesi için de bir zaman gereklidir. Vasıflı bir emek-gücü yaratmak için, [sayfa 74] işçinin çıraklık devresi giderlerinin göze alınması gerekir. Eğitim ve öğretim giderleri de emek-gücü değerine katılır. O halde emek-gücü değeri, belirli bir ülkede, işçi ve ailesinin maddi, toplumsal ve kültürel gereksinmelerinin giderilmesinde ve işçinin nitelik kazanmasında gerekli geçim araçlarının değeri tarafından belirlenir. Emek-gücünün para olarak ifade edilen değeri, emek-gücünün fiyatıdır. Kapitalizmde, emek-gücünün değeri ücret ile ifade edilir.
      Meta olarak, emek-gücünün, çalışma sırasında, işçinin emek-gücü değerinden daha büyük bir değeri yaratma şeklinde, işçinin yeteneğine dayanan bir de kullanım-değeri vardır. Kapitalisti ilgilendiren de emek-gücünün bu -artı-değer yaratma- yetisidir.
      Şimdi artı-değerin nasıl yaratıldığını ve emek-gücünün tüketimi süreci içinde kapitalisti nasıl zenginleştirdiğini görelim.

     

3- ARTI-DEĞER ÜRETİMİ
KAPİTALİST SÖMÜRÜ

     
Kapitalist Rejimde Emek Sürecinin Özel Çizgileri

     
      Emek-gücünün tüketimi, emek süreci içinde ortaya çıkar. Emek süreci, daima temelinde üretim araçlarının mülkiyeti bulunan, üretim ilişkilerinin oluşturduğu belirli bir toplumsal biçim altında gerçekleşir. Her toplumda çalışmanın özel çizgileri, üretim araçlarının mülkiyet şekline bağlıdır.
      Kapitalist rejimde, üretim araçlarını elinde tutan kapitalisttir, oysa işçi, bunlardan yoksundur. Bu nedenle, kapitalizmde emek süreci, aşağıdaki çizgilerle nitelenir:
      Birincisi
, işçi, emek-gücünü satın alan kapitalistin denetimi altında çalışır. Onun ne üreteceğine, hangi oranlarda ve hangi araçlarla üreteceğine kapitalist karar verir.
      İkincisi
, işçinin yalnızca emeği değil, yarattığı ürün de kapitaliste aittir.
      Kapitalizmde, emek sürecinin bu ayırıcı özellikleri, [sayfa 75] işçinin çalışmasını kölece bir çalışma, ağır ve dayanılmaz bir yük haline getirir.

     

Değerin Büyüme Süreci
Kapitalist Sömürü

     
      Kapitalist üretim süreci, kullanım-değerinin oluşumu ve değer büyümesinin sentezidir.
      Meta ekonomisinde, aynı zamanda bir değer üretmeksizin, bir kullanım-değeri üretilemez. İşçi, bir meta üretirken, emeğini harcar. Bu emek ikili bir nitelik taşır. Bir yanda bir kullanım-değeri yaratan somut emek. Öte yanda, metaın değerini yaratan soyut emek. Kapitalist için kullanım değerinin üretimi, ancak onu amacına ulaştıracak olan bir araçtır. Oysa kapitalist üretimin amacı ve devindirici gücü artı-değerdir.
      Artı-değerin nasıl üretildiğini görelim.
      Kapitalist, üretim için gerekli olanı pazardan satın alır: makineler, makine-araçlar, hammaddeler, yakıt ve emek-gücü. Üretim fabrikada başlar: makine-araçlar işler, işçiler çalışır, yakıtlar yanar, hammaddeler nihai ürünlere dönüşürler. Meta hazırlanınca kapitalist onu pazarda satar ve ondan sağladığı para ile de yeniden hammaddeler, makineler, emek-gücü vb. satın alır, yani devir sıfırdan başlar. Olay, bir şema aracılığıyla şöyle gösterilebilir:
     
      P-M (E-Üa) ... Ü ... M' - P'
      Para-meta (emek-gücü ve üretim araçları)-üretim-meta-para.
     
      Üretilen metaın değeri nedir?
      Kapitalistin bir konfeksiyon fabrikası olduğunu varsayalım. Kostümlerin üretimi için kapitalist; dikiş makineleri, [sayfa 76] yünlü kumaş, yardımcı malzeme (astar, düğmeler, iplik vb.) ve emek-gücü satın alıyor. Kapitalistin, 500 kostüm için metresi 30 dolardan 1.500 metre yünlü kumaş, toplam 45.000 dolar tutarında malzeme satın aldığını kabul edelim. Yardımcı malzemeler almak için gideri, kostüm başına 30 dolar olmak üzere, toplam 15.000 dolar; 500 kostümün yapımında dikiş makinelerinin aşınması ve diğer giderler (ışık, ısıtma vb.) 5.000 dolar olsun. Emek-gücü giderlerinin toplamı da (işçi başına günde 5 dolar hesabıyla 5000 işçi için) 2.500 dolar tutsun.
      Böylece kapitalist, üretim için gerekli bütün unsurları satın aldı.
      500 kostüm yapımı için kapitalistin yaptığı harcama toplamı:
     

1) Yünlü kumaşın değeri

45.000 dolar

2) Yardımcı malzemelerin değeri

15.000 dolar

3) Makinelerin yıpranma vb. değeri

5.000 dolar

4) Emek-gücü değeri

2.500 dolar

Toplam    

67.500 dolar


      Bir kostümün değeri (67.500 : 500) 135 dolardır. Kapitalist, pazara varınca, aynı cins bir kostümün 135 dolara satıldığını görüyor. Bu nedenle, kostümlerin bu fiyattan satmak zorundadır. Sonuç olarak kapitalist, üretim için 67.500 dolar ödemişti; üretilen metaın satışından elde ettiği (135x500) 67.500 dolar oluyor. Artı-değer yok. Para, sermayeye dönüşmemiştir.
      Öyleyse artı-değer nasıl ortaya çıkar?
      Artı-değerin gizi, kendi emek-gücünün değerini, tam bir işgününde değil, tam bir işgününün bir kesiminde, diyelim, tam bir işgününün yalnızca 5 saatlik bir süresinde üreten işçinin emek-gücünün değerindedir. Ama kapitalist, onu günde 5 saat çalıştırmaz. Emek-gücünün bir günlük değerini ödemiştir kapitalist, ve o, işgünü süresince, (satın almış olduğu) bu metaın (emek-gücünün) kullanım-değerinin [sayfa 77] sahibidir. Bu metaın kullanım-değerinin sahibi olduğundan, kapitalist, işçiyi günde 8-10 saat ve hatta daha fazla bir süre çalıştırır. Emek sürecinin uzaması sonucu olarak, işçi, emek-gücü metaının fiyatından daha büyük bir değer yaratır.
      Varsayalım ki, kapitalist, işçiyi 5 saat değil de, 10 saat çalıştırsın. 10 saatlik emek süresinde işçiler (varsayımımızda 500 kişi), üretim araçlarının iki kat fazlasını işleyecekler ve elde edilen ürün miktarı iki kat fazla, yani 1.000 kostüm olacaktır.
      Böylece, kapitalistin harcamalarının ne olacağını görelim:
     

1) Yünlü kumaşın değeri

90.000 dolar

2) Yardımcı malzemelerin değeri

30.000 dolar

3) Makinelerin yıpranma değeri

10.000 dolar

4) Emek-gücü değeri

2.500 dolar

Toplam      

132.500 dolar

      10 saatlik bir işgününde, işçiler, 1.000 kostüm dikmişlerdi. Kapitalist, pazarda, onları (bir kostümü 135 dolar üzerinden) satarak, 135.000 dolar alır. Başlangıçta 132.500 dolar ödemişti ve 135.000 dolar aldı. İlk ödediği değerden 2.500 dolar fazla almıştır. Bu 2.500 dolar, artı-değeri oluşturur. Burada para, sermayeye çevrilmiştir.
      Artı-değerin elde edilmesi, işçinin, kendi emek-gücü değerini yeniden üretmek için gerekli olandan daha fazla çalışmış olmasıyla belirlenmiştir. Artı-değer, bundan dolayıdır ki, işçi sınıfının kapitalistler tarafından sömürülmesinin sonucudur.
      İnsanın insan tarafından sömürüsü, kapitalizmle ortaya çıkmış bir olay değildir; bu, daha önceleri de vardı. Kölecilikte ve feodalizmde, köleler ve serf köylüler, zorla çalıştırılır ve hiçbir şey onların sömürüsünü maskelemezdi.
      Kapitalist rejimde, durum başkadır. Burada, işçi her türlü kişisel bağımlılıktan kurtulmuştur; şu ya da bu kapitaliste ait değildir. Bundan dolayı da kapitalist, onu çalışmaya [sayfa 78] zorlayamaz. Ama işçi, ne üretim araçlarına ne de geçim araçlarına sahiptir ve o emek-gücünü satmak zorunda bırakılmıştır. Açlık, işçiyi, kapitalist yararına çalışmaya zorlar. İşte bundan dolayıdır ki, ücretli emek sistemi, ücretli bir kölelik sistemidir.
      Kapitalist rejimde, zorla çalıştırmanın niteliği maskelenmiştir.
      Marx, kapitalist sömürünün örtüsünü ortadan kaldırarak, kapitalist üretim tarzının temel ekonomik yasasını da açığa çıkardı. "Artı-değer üretimi, diyor Marx, bu üretim tarzının mutlak yasasıdır." (Marks, Kapital, Birinci Cilt, s. 635.)
      Artı-değer yasası, burjuva toplumda ortaya çıkan bütün süreç ve görüngüleri anlayıp açıklamaya olanak verir. Bu yasa, üretim biçiminin sömürücü niteliğini açıklar. Bu yasanın etkisiyle, kapitalizmde, üretim rekabet ve anarşinin artması, emekçi yığınlarının sefaletinin büyümesi, işsizliğin yaygınlaşması, kapitalizmin bütün çelişkilerinin keskinleşmesi belirli hale gelmiş bulunuyor.

     

Gerekli-Emek ve Ek-Emek Zamanı

     
      Kapitalist işletmede, işgünü iki kısımdan oluşmuştur: gerekli-emek zamanı ve ek-emek zamanı. Sonuç olarak, işçinin emeği bölünür.
      Gerekli-emek zamanı ve gerekli emek
, işçinin, emek-gücünün değerini, yani gerekli geçim araçlarının değerini, yeniden üretmek için gereksinme duyduğu kısımdır. Gerekli emek zamanı, kapitalist tarafından ücret şeklinde ödenir.
      Artı-emek zamanı ve artı-emek
, artı-ürünün üretimi için harcanır. Kapitalist rejimde, artı-ürün, kapitalistler tarafından mülk edinilen artı-değer biçimini alır. Artı-emeğin ya da ek-emek zamanının emeğe ya da gerekli-emek zamanına oranı, işçinin sömürü derecesini gösterir. Bundan dolayı, ek-emek zamanı ve artı-emek, üretim araçlarının sahibi olan kapitalistler tarafından işçi sınıfının sömürülmesini [sayfa 79] niteleyen belirli bir toplumsal ilişkiyi ifade eder.
      Üretim araçlarının kapitalist mülkiyeti ve ücretli emeğin sömürülmesi, buıjuva toplumu, uzlaşmaz karşıt iki sınıfa böler.

     

Burjuva Toplumun Sınıf Yapısı

     
      Marx ve Engels, toplumun sınıflara bölünmesinin, üretim araçlarının yani toprak, toprakaltı, iş aletleri, bir başka deyişle maddi malların üretilmesi için insanlara gerekli olan her şeyin, özel mülkiyet haline gelmesine bağlı olduğunu tanıtlamışlardır. Toplumun azınlığı oluşturan bir kesimi, üretim araçlarına sahip olmayan öteki kesimini sömürme olanağına sahip oldu.
      Sömürücü toplumda sınıflar, diyordu Lenin, gruplarından birinin, üretim araçları karşısındaki farklı durumu nedeniyle, öteki grubun emeğine sahip çıkabildiği insan topluluklarıdır.
      Toplumun köleler ve efendiler olarak sınıflara bölünmesi, insanlık tarihinin tanıdığı ilk bölünmedir. Feodalizme geçişle, toplum, feodaller sınıfı ile serf köylüler sınıfını içerir.
      Burjuva toplumu nitelendiren şey, temelde karşıt iki sınıfın, burjuvazi ile proletaryanın varlığıdır. Burjuvazi, üretim araçlarına sahiptir ve bunları artı-değer sağlamak için işçileri sömürmekte kullanır. Proletarya, üretim araçlarından yoksun olan ücretli işçiler sınıfıdır ve bu yüzden de kapitalist sömürünün boyunduruğu altındadır. Kapitalist rejimde, bu sınıfların yanında, büyük toprak sahipleri sınıfı, köylüler ve feodal kalıntılar vardır.
      Burjuvazi ve proletarya, uzlaşmaz karşıt, yani çıkarları birbiriyle çatışan ve aralarında uzlaşmaz bir düşmanlık bulunan sınıflardır. Kapitalizm geliştikçe proletarya sayıca büyür, giderek kendi sınıf çıkarlarının bilincine varır ve burjuvaziye karşı savaşım için ilerler ve örgütlenir. Burjuvaziye karşı proletaryanın sınıf savaşımı, burjuva toplumun temel özelliğidir. Kapitalist toplumun en devrimci sınıfı olan proletarya, [sayfa 80] kapitalizmin mezar kazıcısıdır.
      Kapitalist rejimde burjuva devlet, ekonomik, toplumsal ve politik eşitsizliğin bekçiliğini yapar. Üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetini korur, emekçilerin sömürülmesini destekler ve onların kapitalist düzene karşı yürüttükleri savaşımı bastırır.
      Burjuva toplumbilimcileri ve hukukçuları, burjuva devleti, sınıflar-üstü, toplumun üstünde bir devlet olarak gösterir. Gerçekte ise, burjuva devlet, ekonomik planda egemen sınıfın politik örgütü, burjuvazinin diktatörlük aracıdır. Sömürücü devletin başlıca görevi, sömürülen büyük çoğunluğu, egemen sınıflar karşısında itaatli ve onlara tabi bir durumda tutmaktır. Burjuva devlet şekilleri farklıdır (monarşi, cumhuriyet, faşist diktatörlük), ama nitelikleri aynıdır, burjuvazinin her çeşit diktatörlüğünü temsil ederler. Devlet, ücretli-emeğin sermaye tarafından sömürülmesini içeren rejimi korumak ve güçlendirmekle yükümlüdür.

     

4- SERMAYE VE BİLEŞTİRENLERİ
     
Üretimin Toplumsal İlişkisi Olarak Sermaye

     
      Burjuva iktisatçılar, ilkel insanın taşından ve sopasından başlayarak, her iş aletine sermaye adını verirler.
      Gerçekte, üretim araçları, kendi kendilerine, sermaye değildir; onlar, her toplumun varoluşunun kaçınılmaz koşuludur, ve üretim araçlarının, sınıflar karşısında durumları farksızdır. Üretim araçları, ancak kapitalistlerin özel mülkiyetlerinde bulundukları ve, işçi sınıfını sömürmek için kullanıldıkları zaman, sermaye olurlar. Sermaye, ne bir para yığını, ne de üretim aracıdır, ama sermaye, toplumun başlıca üretici gücü olan işçi sınıfı, geçim araçları ve üretim araçlarından yoksun bırakılırken, ve bu yüzden de, kendi emek-gücünü kapitalistlere satmaya ve kapitalist sömürünün boyunduruğunda kalmaya zorlanırken, aletlerin ve üretim araçlarının ve bunlarla birlikte başlıca geçim araçlarının [sayfa 81] kapitalist sınıfın mülkiyetinde bulunduğu, tarihsel olarak belirlenmiş toplumsal bir üretim ilişkisidir. Başka bir deyişle sermaye, ücretli işçilerin sömürülmesi yolu ile artı-değer sağlayan bir değerdir.
      Sermayenin içyüzünü va kapitalist sömürünün mekanizmasını daha iyi anlatmak için, sermayenin değişen sermaye ve değişmeyen sermaye olarak bölünmesine önemle işaret edelim. Bu bölünme, artı-değerin nereden geldiğinin bilinmesi sorununda bize açıklık getirecektir.

     

Değişmeyen Sermaye ve Değişen Sermaye

     
      Kapitalist, üretime koyulurken, sermayenin bir bölümünü bina yapımına, makineler, hammadde, yardımcı maddeler ve yakıt alımına harcar. Üretim araçlarında maddeleşen bu sermayenin büyüklüğü, üretim süreci içinde değişmez. Bu büyüklük, üretim araçları kullanıldıkça, üretilen metalara aktarılır. Böylece, hammaddelerin, yardımcı maddelerin ve yakıtın değeri, her işlemde, tamamıyla yeni ürüne aktarılmış olur. Makine ele alındığı takdirde, örneğin bir makine, her yıl değerinin %10'unu yeni ürüne aktararak, 10 yıl hizmet görmüş olsun. Bu takdirde, her yıl kendi değerinin %10'unu yeni ürüne aktarmış olacaktır. Üretim araçları (makineler, makine-aletler, hammaddeler, vb.) satın almak için harcanan ve üretim süreci içinde büyüklüğünü değiştirmeyen sermaye bölümü değişmeyen sermaye (capital constant) adını alır. Değişmeyen sermayeyi, "s" harfi ile gösteriyoruz.
      Üretim araçlarının dışında, kapitalist, sermayenin diğer bölümü ile de emek-gücü satın alır. Üretim süreci sonunda; kapitalist, işçiler tarafından üretilen yeni bir değerin sahibi olur. Bu yeni değer, kapitalistin ücret şeklinde ödediği emek-gücü değerinin üstünde değerdir. Emek-gücü satın almak için harcanan ve üretim süreci içinde işçiler tarafından yaratılan artı-değeri takiben artan bu bölüm, değişen sermaye (capital variable) adını alır. Değişen sermayeyi "d" harfiyle gösteriyoruz. [sayfa 82]
      Sermayenin, değişen ve değişmeyen sermaye olarak bölünüşünü ortaya koyarken Marx, artı-değeri yaratan sermayenin yalnızca değişen sermaye olduğu gizini de günışığına çıkarmıştır.
      Burjuva iktisatçılar, sermayenin, değişen sermaye ve değişmeyen sermaye olarak bölünmesini kabul etmiyorlar. Onlar, kapitalizmi savunurken, onun sömürücü niteliğini düşünmek bile istemiyorlar. Yalnızca kapitalistlerin ticari hesapları içinde kalarak, bu bölünmeyi sabit sermaye ve döner sermaye olarak kabul ediyorlar. Sermayenin bu şekilde bölünmesi, üretim mekanizmasını görmeye elverişlidir, ama kapitalist sömürüyü gizler.

     

Sabit Sermaye ve Döner Sermaye

     
      Üretime bağlanmış olan sermaye, kendi değerini ürünlere bir defada ya da parça parça aktarmış olmasına göre, sabit ve döner sermaye olmak üzere ayrılmıştır.
      Kendi değerini, kullandıkça, parça parça ürünlere aktaran sermaye bölümüne (binalar, makineler, makine-araçları) sabit sermaye denir. Hammaddelere, emek-gücüne, yardımcı maddelere, yakıta vb. harcanmış olan ve bir üretim çevrimi (cycle) boyunca metaların satılmasıyla, para şeklinde, yeniden tam olarak kapitaliste dönen sermaye bölümüne, döner sermaye denir. Sermayenin, sabit ve döner sermaye olarak bölünmesi, emek-gücü ile üretim araçları arasındaki başlıca farkı tamamıyla bulandırır. Burada emek-gücü, üretim araçlarının bir başka bölümüne, tamamıyla karşıt olan hammaddelerle, yakıtla, yardımcı malzemelerle aynı kefeye konulur. Bu bölünme, artı-değerin biricik yaratıcısı olarak emek-gücünün özel rolünü gizler ve kapitalist sömürünün özünü maskeler.
      Sermaye bölünmesinin iki biçimi şu şekilde açıklanabilir: [sayfa 83]

Sömürü süreci içindeki rolüne göre sermayenin bölünmesi:

 

Devrine göre sermeyenin bölünmesi

Değişmeyen sermaye

{

(Fabrika binaları ve eklentileri, araç ve gereçler, makineler)

}

Sabit sermeye

(Hammaddeler, yakıt, yardımcı malzemeler)

}

Döner Sermaye

Değişen sermaye:

{

(Ücretler)

Artı-Değerin Kitlesi ve Oranı

     
      Artı-değerin mutlak olduğu kadar nispi bir büyüklüğü de vardır. Artı-değerin mutlak büyüklüğüne artı-değer kitlesi adı verilmiştir. Bu, sömürü derecesine ve sömürülen işçilerin sayısına bağlıdır. Artı-değerin nispi büyüklüğüne gelince, bu, artı-değer oranı ile ya da sömürü derecesiyle ifade edilir.
      Sermayenin bölünmesini değişmeyen sermaye ve değişen sermaye olarak saptarken, Marx, yalnız kapitalist sömürünün niteliğini açığa çıkarmakla kalmadı, sömürü derecesinin evrim şeklini de gösterdi.
      Değişmeyen sermaye (s) artı-değer yaratmaz. O halde artı-değer oranını belirlerken, değişmeyen sermayeyi hesaba katmamak gerekir. Artı-değeri, değişen sermaye (d) yaratır. Bu nedenle, artı-değerin nispi büyüklüğünü belirlemek için, yalnızca artı-değerin değişen sermayeye oranını almak gerekir. Emek-gücünün sömürü derecesinin tam ifadesi olan artı-değer oranını ancak o zaman elde edebiliriz. Artı-değer oranı (a'), şu denklem ile ifade edilir.
     
      a'=a/d x %100
      [sayfa 84]
      İşte bir örnek. Varsayalım ki, kapitalist, metaların üretimi için (dolar olarak), 100.000s+20.000d=120.000 tutarını yatırmış olsun. Üretilen metaların satış tutarı da 140.000 dolar olsun. Burada artı-değer olarak kapitalistin aldığı, 20.000 dolardır.
      Artı-değer oranı şu olacaktır:
     
      a'=a/d x %100=20.000/20.000 x %100=%100
     
      Bu örnek, burada, işçi emeğinin gerekli-emek ve artı-emek olarak iki eşit kısma bölündüğünü gösterir. Yani işçi, günün yarısında kendisi için ve diğer yarısında da, bedava olarak, kapitalist için çalışmış olur. Artı-emek, gerekli-emeğe oranla büyüdükçe, sömürme derecesi de yükselir.
      Kapitalizm geliştikçe, artı-değer oranı artar. Birleşik Devletler'de resmi rakamlara dayanılarak hesap edilen, maden ve transformasyon sanayilerinde, artı-değer oranı 1889'da %145; 1919'da %165; 1929'da %210; 1939'da %220; 1947'de %260'a yakın; 1955'te (transformasyon sanayiinde) %306,3'tür.
      Kapitalist rejimde işçi sınıfının sömürü derecesini yükseltme nasıl olur?

     

5- İŞÇİ SINIFININ SÖMÜRÜ DERECESİNİ
YÜKSELTMEK İÇİN İKİ YOL

     
Mutlak Artı-Değer

     
      İşçi sınıfinın sömürü derecesi, kapitalist rejimde bir işgününün ikiye bölünmesinden çıkar: 1) değeri emek-gücünün değerine eşit miktarda meta değeri üretimi için gerekli-emek zamanı, ve 2) işçinin kapitalist için çalışıp artı-değer yarattığı ek-emek zamanı.
      5 saati gerekli-emek zamanı ve 5 saati de ek-emek zamanını temsil eden 10 saatlik işgününü örnek olarak alalım. İşte şeması: [sayfa 85]
     

5 saat

5 saat

gerekli-emek zamanı

ek-emek zamanı


     
      Burada, artı-değer oranı eşittir:
     
      a'=a/d=5 saat, ek-zaman/5 saat, gerekli zaman x %100=%100
     
      Gerekli-emek zamanı değişmiyor, işgününün uzatılmasıyla ek-emek zamanı uzuyor. Bu durum, artı-değer oranının, işçinin sömürü derecesinin yükselmesini gösterir. Varsayalım ki, işgünü 10 saatten 12 saate çıkmış olsun, ek-emek zamanı artık 5 saat değil, 7 saat olacaktır. Bu durumda, artı-değer oranı eşittir:
     
      7/5 x %100=%140
     
      Marx, işgününün uzatılmasıyla elde edilen artı-değere mutlak artı-değer demiştir. Kapitalistin artı-değere karşı susuzluğu sınırsız olduğundan, işgününü sonuna kadar uzatmaya uğraşır.
      Kapitalist, işgününü ne kadar uzatabilir? Eğer elden gelseydi, kapitalistler, işçiyi günde 24 saat çalıştırırlardı. Ama bu elden gelmez, çünkü insan, günün bir kısmında da dinlenmek, uyumak, yemek zorundadır. İşgünü salt fiziksel sınırlarla saptanır.
      İşgününün fıziksel sınırları dışında moral sınırları da vardır. İşçi, toplumun bir üyesidir. Kültürel ve toplumsal (kitap, gazete okuma, sinema ve toplantılara gitme vb.) gereksinmelerini yerine getirmek için ona da zaman gerek. Ama günün sınırları esnek olduğundan, kapitalist düzende, işgünü 8, 10, 12, 14, 16 saat ve daha fazla olabilir.
      Kapitalizmin başlangıç döneminde, işgünü, devlet zoru ile, burjuvazi yararına, yasal yoldan uzatılırdı. Daha sonra, üretimde tekniğin geliştirilmesi ve işsizliğin artmasıyla bu zorunluluk kayboldu. Kapitaliste, ekonomik yolla, işçileri en son haddine [sayfa 86] kadar çalışmaya zorlama olanağı verildi.
      İşçi sınıfı, işgününün kısaltılması için inatçı bir savaşıma girdi. Bu savaşım, ilkin İngiltere'de oldu. Savaşım, özellikle Cenevre'deki İ'inci Enternasyonal ve Baltimore İşçi Kongrelerinden sonra, 1886'da, şiddetlendi. Bu kongreler, 8 saatlik işgünü uğruna savaşım sloganını ileri sürmüşlerdi. İşçi sınıfının savaşımı, kapitalist ülkelerin çoğunda, işgününün yasal yoldan sınırlanması sonucunu verdi. İşgününü uzatma olanağı kalmayınca, daima azami artı-değer elde etmek isteyen kapitalist, hangi tertiplere girişir?

     

Nispi Artı-Değer

     
      Artı-değeri artırmak için tutulan ikinci yol: işgünü süresi aynı kaldığı halde, gerekli-emek zamanı kısaltılır, bunun sonucu olarak da ek-emek zamanı artar. Bu, nasıl olur? Emek-gücü değerinin, işçinin geçim araçlarının üretimi için gerekli-emek miktarı ile belirlenmiş olduğunu anımsayalım. Eğer tüketim maddeleri üreten işkollarında emek üretkenliği artarsa, tüketim nesnelerinin değeri düşecektir. Bu, emek-gücü değerinin azalacağını ve bunu izleyerek de gerekli-emek zamanının kısalacağını gösterir. Bunun karşısında bulunan bölümde de ek-emek zamanı artacaktır.
      10 saatlik bir işgücünün, 5 saatinin gerekli-emek zamanına ve 5 saatinin de ek-emek zamanına ayrıldığını varsayalım. Ve bunu takiben de, gerekli-emek zamanının 5 saatten 3 saate inmesi sonucunu sağlamak için, emek üretkenliğinin artmış olduğunu kabul edelim. O zaman, ek-emek zamanı 5 saatten 7 saate çıkacaktır. Sömürü derecesi (ya da artı-değer oranı) yükselecek, işgünü süresi ise değişmeyecektir.
      Şema, şöyle olacaktır: [sayfa 87]
     

5 saat

5 saat

ek-emek zamanı

gerekli-emek zamanı


      Artı-değer oranı:
     
      a'=5/5 x %100=% 100
     

3 saat

7 saat

gerekli-emek zamanı

ek-emek zamanı


     
      3 saat (gerekli-emek zamanı)--7 saat (ek-emek zamanı)
     
      Artı-değer oranı:
     
      a'=7/3 x %100=%233
     
      Bu örnekte, artı-değer oranı, işgününün mutlak uzatılması olgusuyla değil, gerekli-emek zamanı ile ek-emek zamanı arasındaki oranın değişmesi nedeniyle, %100'den %233'e yükselmiştir.
      Emek üretkenliğinin artması sonucu gerekli-emek zamanının azalmasından ve, emek üretkenliğinin artması sayesinde, buna tekabül eden ek-emek zamanının artmasından doğan artı-değere, nispi artı-değer adı verilmiştir.
      Bazı durumlarda kapitalistler, ek bir artı-değer daha alırlar.

     

Ek Artı-Değer

     
      Ek
(ya da tamamlayıcı) artı-değer, nispi artı-değerin bir türüdür. Her kapitalist, en büyük karı sağlamaya çalışır. Bu amaçla, işletmesini yeniden donatır ve böylece emek üretkenliğini yükseltmeye ve belirli bir işkolunda üretilen metalar değerinin ortalama düzeyine oranla, kendi metalarının bireysel değerini düşürmeye koyulur. Meta fiyatları, pazarda, üretimin ortalama koşullarıyla belirlenmiş olduğundan, kapitalist, alışılagelen artı-değer oranına göre, daha yüksek oranda bir artı-değer alır.
      Ek artı-değer, metaın toplumsal değeri ile daha düşük olan bireysel değeri arasındaki farktır. Bu ek artı-değeri belirleyen iki etken vardır: birinci etken, tek tek işletme sahiplerinin daha büyük verim sağlayan yeni araçları ilk olarak kendi işyerlerinde kullanarak ek artı-değer sağlamalarıdır. [sayfa 88] İkinci etken ise, ek artı-değeri, şu ya da bu kapitalistin sağlamasının kısa süreli bir görüngü oluşudur, çünkü öteki işletmeler de ergeç bu yeni araçlarla donatılmış olacaklardır. O zaman yeni araçlardan ilk yararlanan kapitalist, avantajlarını kaybedecek ve ek artı-değerden sağlanan karlar kesilecektir. Bu durum, bir işletmede kaybolduktan sonra, işletme sahibinin daha yetkin bir aracı soktuğu bir başka işletmede ortaya çıkar.
      Ek artı-değer, kapitalizmin gelişmesinde önemli rol oynar; bu artı-değer yarışması, tekniği kendiliğinden ilerletir. Ama yeni bir tekniği ve yeni imalat yöntemlerini işletmesine sokan kapitalist, bunların başka işletmelerde uygulanmasına engel olmak amacıyla, gizini saklamak ister. Bu da, rekabetin hızlanmasına ve kapitalistler arasındaki çelişkilerin keskinleşmesine neden olur. Şu işletmecinin yıkımı ve bu işletmecinin zenginleşmesi buradan gelir.
      Böylece, ek artı-değer sağlama yarışı, bir yandan üretici güçleri gelişmeye götürürken, diğer yandan da üretici güçlerin gelişmesini dizginler.

     

Sanayide Kapitalist Gelişmenin Üç Evresi

     
      Nispi artı-değer üretimi, emek üretkenliğinin ilerleyişi üzerine kurulmuştur. Bunun içindir ki, nispi artı-değerin tahlili, kapitalist sistemde, emek üretkenliğinin gelişmesindeki üç tarihsel evreyi ortaya çıkarmıştır: basit elbirliği, manüfaktür, makinecilik. Tarihsel planda, emek üretkenliğini artırmanın ilk ve en basit şekli, basit kapitalist elbirliği oldu. Bunun başlıca özelliği, aynı nitelikteki bir işi yapan nispeten önemli sayıda işçinin, kapitalist tarafından bir atelyede toplanmış olmasıydı.
      Birçok insan, tek ve aynı işi birlikte yaptıkları zaman, kapitalist, bunların her birinin üretkenliğini birbiriyle karşılaştırarak, işçileri, tempoyu hızlandırmaya zorlayabilir. Emeğin üretkenliği de o oranda artar. Örneğin, birarada çalışan 5 kişinin ortaklaşa üretkenliği onların ayrı ayrı çalıştıklarında [sayfa 89] elde ettikleri üretkenlikten çok daha yüksektir.
      Emeğin bu yeni üretkenliği, kapitaliste hiçbir yeni gider yüklemedi. Çünkü kapitalist, önce olduğu gibi, bunları birbirinden ayrı çalıştırırken, her birinin emek-gücü için ne ödüyorsa, gene aynını ödüyordu. Ama elde edilen ürün daha çok olduğu için kapitalist daha büyük kar sağlıyordu. Bundan başka, birçok işçi birarada çalıştığı zaman, kapitalistin bina, elektrik, ısıtma vb. giderleri azalır.
      İşçiler birlikte çalışırlarken, aralarından bazıları bu işlemde, diğer bazıları şu işlemde daha başarılı olur.
      Öyleyse, kapitalist, her işçiye, daha iyi başardığı işi vermeyi, kendisi için daha yararlı bulurdu. Böylece, atelyelere yavaş yavaş işbölümü girdi. İşbölümü ve el tekniği üzerine kurulmuş olan kapitalist işletmelere, manüfaktür adı verildi.
      İşçiler arasında işbölümü, emeğin üretkenliğini belirgin şekilde artırdı. Örnek olarak, 18'inci yüzyıldaki iğne üretimini verelim. 10 işçi çalıştıran bir manüfaktür, günde 48.000 iğne üretiyordu. İşçi başına 4.800 iğne düşer. Oysa, işbölümü olmadan yapılan üretimde, bir işçi günde 20 iğne üretiyordu. Demek ki. emek üretkenliği, 240 kat artmıştır.
      Manüfaktürde, çalışma koşulları çok kötüydü. Pek karmaşık olmayan aynı hareketlerin sürekli olarak yinelenmesi, işçiyi fiziksel bakımdan da, moral bakımdan da çökertiyordu. Ücret çok düşük olduğu halde, işgünü 18 saat ve hatta daha fazlaydı.
      Manüfaktür, büyük makine sanayiine geçiş için gerekli koşulları hazırladı: 1) işlemlerin basitleştirilmesi, işçinin kolları yerine makinenin geçmesini sağladı; 2) farklı işlemlerin yapımı, iş aletlerinin özgülleşmesine vardı, makineli üretime girmek için gerekli teknik koşulları yaratan da bu oldu; 3) manüfaktür, makine sanayii için becerikli işçi kadroları hazırladı. İşte, manüfaktürün tarihsel rolü budur.
      Manüfaktür, fabrikaya doğru bir geçişi gösterir. İlkin, eskiden işçinin yaptığı aynı işleri yapan, el tezgahı ortaya çıktı. Bununla birlikte, işçi, makineyi harekete geçirecek yetenekte [sayfa 90] değildi. Birçok el tezgahını harekete geçirecek olan buharlı makine icat edildi. Sonra da, meta üretimi için bir makineler sistemi uygulayan kapitalist fabrika ortaya çıktı.
      Emeğin üretkenliği, makinelerin kullanılmasını ve onların yetkinleşmesini izleyerek, hatırı sayılır ölçüde arttı. Metalar ucuzladı. Ama aynı zamanda, küçük üreticilerin ve el işi üzerine kurulu işletmelerin büyük kitlesi yıkım ile karşı karşıya geldi. Kapitalist fabrika, emeğin, sermaye tarafından köleleştirilmesinin yeni bir evresini gösterir. O, işçiyi makinenin bir eki haline getirdi. Kapitalist makinecilik, işgününün uzatılmasına, kadın ve çocuk emeğinin kullanılmasına, bir işsizler ordusunun oluşumuna, proletaryanın durumunun ağırlaşmasına götürdü. Bununla birlikte, kapitalistler her zaman makine kullanmadılar. Kapitalist rejimde makineciliğin de sınırları vardır: kapitalistler, makineleri, ancak işçilerin yerini alan makinelerin fiyatı işçi ücretlerinden daha düşük olduğu ve hesaplarına geldiği zaman kullandılar. Bundan dolayı, makineli üretim, İngiltere, Birleşik Devletler gibi en ileri kapitalist ülkelerde bile günümüze kadar geniş ölçüde uygulanan el işini ortadan kaldırmadı.
      Manüfaktürden fabrikaya geçiş, kapitalist üretim tarzının kesin olarak yerleşmesini gösterir.

     

Kapitalizmin Temel Çelişkisi

     
      Emeğin ve üretimin kendiliğinden toplumsallaşması süreci, büyük makine sanayii ile gerçekleşmeye başlar. El tekniği üzerine kurulan küçük atelyelerin yerini, her meslekten binlerce ve yüzbinlerce işçinin çalıştığı büyük fabrikalar, işletmeler almıştır. İşbölümü, daima daha ileri götürülmüştür. Bütün işletmeler ve bütün sanayi kolları, kendi aralarında, birbirlerine bağlanmış ve birbirine bağımlı hale gelmişlerdir. Böylece, makine yapım sanayii, metalürjiye ait işletmelerden gelen ürünler olmaksızın çalışamaz duruma gelmiştir; metalürjiye ait işletmeler, kömür olmadan çalışamaz; kömür işletmeciliği, makine yapım sanayiine ve diğerlerine bağımlıdır. [sayfa 91] Üretimin toplumsal bir nitelik kazanması işte böyle olmuştur.
      Oysa, kapitalist rejimde bütün işletmeler, toprak ve toprakaltı gibi, özel mülktür. Toplumsal emek ürünleri de, kapitalistler tarafından mülk edinilmiştir. Çelişki, üretimin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin kapitalist özel biçimi arasında belirir ve gittikçe keskinleşir. Bu, kapitalizmin temel çelişkisidir.
      Bu çelişki, sürekli ilerlemekte olan üretici güçlerle, kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkiyi ifade eder. Üretim günden güne toplumsallaşırken, kapitalizm, bu arada, toplumun üretici güçlerinin gelişmesine bir engel oluşturur. Bu engeli kaldırmak için, kapitalist mülkiyeti kaldırmak gerekir. Üretici güçleri geliştirirken, kapitalizm, özel mülkiyeti kaldırıp, onun yerine, sosyalist, toplumsal mülkiyeti geçirecek olan kendi mezar kazıcısını, proletaryayı da doğurur.

     

6- KAPİTALİST REJİMDE ÜCRET
     
Ücret Nedir?

     
      Daha yukarda, kapitalizmde, emek-gücünün bir meta olduğunu saptamıştık. Emek-gücünün para olarak ifade edilen, emek-gücünün fiyatını temsil eden bir değeri vardır.
      Burjuva bilginleri, kapitalist sömürüyü gizlemek için, ücretin, işçi emeğinin fiyatı olduğunu öne sürerler. Kapitalist fabrikada çalışan işçi, derler, çeşitli meta üretir ve emeğinin karşılığı olarak da emeğinin fiyatını, yani ücreti alır.
      Ücretin emeğin karşılığı olarak görülmesi, işçinin, ücretini, ancak belli bir süre çalıştığı zaman almış olmasından dolayıdır. Üstelik, ücret, emek-zamanına (saat, gün, hafta) ya da imal edilen ürün miktarına göre saptanmıştır. Gerçekte ise, Marx'a göre, ücret, bir şekil değişikliğidir, yani meta olan emek-gücü fiyatı ya da değerinin gizlenmesi, maskelenmesidir.
      Emek bir meta değildir, bundan dolayı da ne değeri vardır, [sayfa 92] ne de fiyatı. Gerçekte, emek, satılabilmesi için, satışa çıkmadan önce varolmalıdır. Olmayan şey satılamaz. Örneğin kunduracı, çizmeleri pazara götürdüğü zaman, çizmeler gerçekte vardır ve bundan dolayı da satılabilirler. Ama işçi, kapitalist tarafından kiralandığı zaman, henüz hiçbir emek yoktur. Ancak çalışma yeteneği, emek-gücü vardır. İşte, işçinin kapitaliste sattığı da budur. Kapitalisti, satın aldığı ve bedelini parayla ödediği emek-gücü ilgilendirir; işçi, işçi olarak kapitalisti ilgilendirmez; onu, işçinin çalışma yeteneği, işçinin bir artı-değer yaratma yeteneği ilgilendirir.
      Kapitalist toplumda, ücret, emeğin bedeli şeklinde araya girdiğinden, kaçınılmaz olarak, işçiye emeğinin eksiksiz olarak ödendiği izlenimini verir. İşçi ve ailesinin geçim araçlarının üretimi için altı saatlik bir toplumsal bakımdan gerekli-emek zamanına gereksinme olduğunu varsayalım. Eğer bu zamanın 1 saati 1 dolarla ifade edilirse, emek-gücünün değeri 6 dolara eşit olur. Kapitalist, emek-gücünün bütün değerini 6 dolarla karşılamıştır, ama işçiyi 12 saat çalıştırmıştır. Gerçekte, 1 saatlik emeğe, 50 sent ödenmiş oluyor. Ücret, kapitalist tarafından işgününün yarısının bedelinin ödendiği, öbür yarısının ödenmediği, olgusunu gizliyor. Ücretin, emek-zamanının gerekli emek-zamanı ve ek emek-zamanı, bedeli ödenen zaman ve bedeli ödenmeyen zaman olarak bölünmesinin bütün izlerini gözden saklaması, işte böyle oluyor. Ücret, ücretli işçinin tüm emeğinin karşılandığı görüntüsünü yaratır ve böylece de sömürüyü maskelemiş olur. Kapitalizmi daha önceki sömürücü toplumlardan en başta ayıran şey, işte budur.

     

Ücret Biçimleri

     
      Kapitalizmde ücret, farklı biçimlere bürünür. Eğer, meta olan emek-gücünün değeri, emek süresine göre ödenirse, --günlük, haftalık, aylık vb.-- buna, zamana göre ücret denir.
      Kapitalizmde zamana göre ücret konusunda doğru bir fikir edinmek için ücreti, işgünü süresine göre ele almak gerekir. [sayfa 93] Örneğin, kapitalist, işçiye günde 10 dolar ödüyor ve işçi de günde 10 saat çalışıyor. O zaman, 1 saatlik emeğin ortalama bedeli 1 dolar olacaktır. Ve eğer kapitalist, işgününü 10 saatten 12 saate uzatırsa, 1 saatlik emeğin bedeli 1 dolardan 83 sente düşecektir. Burada görülüyor ki, zamana göre ücret sistemi, kapitalist için işçilerin sömürüsünü pekiştiren bir araçtır. Zamana göre ücret yanında, bir de parça başına ücret şekli vardır.
      Parça başına
ücret, belirli bir süre içinde (örneğin, bir saat, bir gün) imal edilen maddeler oranında yapılan ödemedir.
      Marx, parça başına ücretin zamana göre ücretin değiştirilmiş bir şekli olduğunu söyler. Gerçekte, her parçanın bedelinin kendilerine göre ödenmesi gereken tarifeler saptamak için, a) zamana göre günlük ücret ve b) en becerikli ve en dayanıklı işçi tarafından bir günde yapılan parçaların miktarı gözönünde tutulur.
      Zamana göre ücret, günlük 10 dolar olarak gösterilse ve işçi tarafından elde edilen maddeler de günlük 20 birimle rakamlansa, kapitalist, parça başına yarım dolar ödemiş olacak. Böyle olunca, kapitalistin parça başına ödediği ücret, zamana göre ödediği ücretin üstünde olmaz. Öyleyse, kapitalistler, parça başına işe niçin girerler? Kapitalistlerin parça başına işe girişmeleri, bu sistemin kapitalistler için, ödemede elverişli bir dizi özellikler taşımasına dayanır. Parça başına ücrette, yapılan işin kalitesi tek tek denetlenir. Kapitalist, orta ve üstün kalitedeki ürünlerin bedelini öder. Kalitesi düşük ürünlerin bedelini ödemez. Bu şekildeki ücret, daha fazla para almak için işçinin çabasını yoğanlaştırır, onu daha fazla üretmeye iter. Ve bütün işçilerin çalışması arttıkça, üretkenliği arttığında, kapitalist kendi karını yükseltmek için, ücret tarifelerini düşürür. Marx'ın, işçinin çalışması arttıkça kendisine yapılan ödeme azalır, demesi bundan ötürüdür.
      Somut koşullara göre kapitalistler, farklı emek bedeli ödeme biçimleri uygularlar. [sayfa 94]
      Zamana göre ücret, parça başına ücretin yerini alır. Zamana göre ücret, kapitalizmin ilk gelişme döneminde, kapitalistlerin işgününü uzatarak artı-değeri artırmak istedikleri zaman geniş ölçüde uygulanmıştı. Emek bedelini ödemenin bu şekli onlara daha yararlı geliyordu. Daha sonra, işgünü süresi yasayla sınırlanınca, parça başına ücret biçimi, daha geniş olarak uygulandı. Günümüzde, farklı emek bedeli ödeme --zamana göre ve primli-- biçimleri gittikçe daha fazla uygulanmaktadır. 1957 yılı sonunda Birleşik Devletler sanayiinde çalışan işçilerin %70'ine bu şekilde ödeme yapılıyordu.
      Parça başına ücretten, zamana göre ücrete geçişi nasıl açıklamalı? Modern kapitalist sanayide, modern kapitalist sanayiin birçok kollarında zincirleme çalışma sistemine, hareketlerin ivmelendirilmiş ardarda gelişlerine geçilmiştir. Bu sistem üretim temposunun işçiye bağlı olmadığını gösterir. Bu sistemde, üretim temposu, çalışma zincirinin yer değiştirmesindeki hızlanma fonksiyonuna bağlıdır. Çalışma, yeğinleşmiş, ama ücret oranı değişmemiştir.
      Zamana göre ve parça başına ücret, aynı işletmeler içinde çoğunlukla birlikte uygulanır. Kapitalist rejimde bu iki biçim, işçi sınıfının sömürüsünü ağırlaştırmanın yalnızca farklı araçlarıdır.
      Kapitalistler, artı-değer yarışmasında, belirli bir zamanda işçiden en fazla emek sızdırmaktan ibaret olan farklı terletme sistemlerini (sweating system) aynı şekilde uygularlar.
      Terletme sisteminin birçok çeşidi vardır.
      Bu sistemlerin önde gelenlerinden biri, Amerikan mühendisi olan "bulucusu"nun adını taşıyan "Taylor sistemi" olmuştur. Bu sistem şöyledir: Kapitalist, kendi işletmesinde çalıştırdığı en dayanıklı ve en becerikli işçiyi seçer. Gerekli unsurlar işlemeye hazır duruma getirilir. İşçi tarafından yapılacak olan her işlemin zamanı saniye ve saliselerle belirlenmiştir. Bu veriler, özel olarak kurulmuş olan teknik kurul emrine verilmiştir. Bu hesaplardan yola çıkarak, bütün işçiler için zaman normları ve üretim rejimi bu teknik kurul tarafından [sayfa 95] saptanır. Burada ücretler, iki derecelidir. Bunlardan biri, üstün ücrettir ki, bu, "işi" eksiksiz yapanlara ödenir. Diğeri çok düşük bir ücrettir ki, bu, birinci kategoride olamayanlara ödenir. Bunlar hedefe ulaşamayanlardır. Böylesine bir ücret sistemi, emeğin üretkenliğini hissedilir derecede yükseltmeye varır. İşçilerin ücret göstergesi hemen hemen hiç yükselmezken, bu ücret sistemi, emeğin üretkenliğini hızla artırır: Bu yüzden emeğin sömürü oranı, görülmedik ölçüde artar.
      "Ford sistemi", terletici sistemin bir başka biçimidir. Aynı amacı izler: zincirleme hareketin ivmelendirilmesi yolu ile, işçiden, en büyük ölçüde emek sızdırmak. Eğer daha önce, örneğin, zincir dakikada 3 metre süratle ilerliyorsa, bu kez dakikada 4-5 metre ilerler. İşçi, ister istemez daha yoğun çalışmaya, daha fazla güç harcamaya zorlanırken, ücreti aynı düzeyde kalır ve tükettiği enerji yerine getirilemez. Bu sistemle, işçilerin çoğu 40-45 yaşlarında sağlığını yitirir ve işlerine patron tarafından son verilir.
      Zincirleme işlemlerin basitliği, patronlara, vasıflı olmayan işçileri kullanma, ücretleri daha düşük olarak dondurma ve bundan ötürü de daha büyük ölçüde kar sağlama olanağını verir.
      Terletici sistemler arasında "karlara katılma" sistemini de belirtmeliyiz. Burada patron, işçileri daha kiralarken, onlara öbür kapitalistlerden daha az ücret ödeyeceğini, ama yıl sonunda bilanço sonucuna göre, iyi çalışmış olan işçilere, işletme karından bir pay vereceğini bildirir.
      Bu sistemin uygulanması, emeği yoğunlaştırma ve işçi sınıfının bilinçlenmesini geciktirme, onların uyanıklığını gevşetme, işçileri birbirinden koparıp ayırma ve kapitalizme karşı yürütülen savaşıma engeller koyma sonucunu verir. "Karlara katılma" sistemi, işçilerde, kapitalist işletmelerde verimliliği artırarak, çıkar sağlayacakları kuruntusunu yaratır. [sayfa 96]

     

Nominal Ücret ve Gerçek Ücret

     
      Kapitalist gelişmenin ilk aşamalarında, işçiye seyrek olarak para ödenirdi. Genel olarak bu iş şöyle olurdu: kapitalist işletmelerde besin maddeleriyle giyim maddeleri satan dükkanlar bulunurdu. İşçiler oradan metalar alırdı. Ay sonunda, ya da mevsim sonunda, kapitalist, hesapları çıkarırdı: hesap, işçi kazancının tümünü tutar ya da borç krediyi aşmış olurdu. Bazan işçinin kazancından kendine pek az kalır, bazan eline bir şey geçmezdi.
      Emeğin ayni olarak karşılanması, bugün de iktisadi bakımdan zayıf ülkeler ile azgelişmiş ülkelerde geniş ölçüde uygulanmaktadır.
      Günümüzün ileri kapitalist ülkelerinde, ücretin yaygın ödeme şekli, para olarak ödemedir ve buna nominal (itibari) ücret adı verilir.
      Bununla birlikte, bu şekilde ödeme, işçi emeğinin gerçek bedelini gösteremez. Gerçek bedeli belirlemek için gerçek ücret kavramı sözkonusudur ki, bununla işçinin geçim aracı ifade edilir. Yani gerçek ücret, işçinin kendisinin ve ailesinin geçimlerini sağlayabilecek miktar ve nitelikte geçim nesneleri satın alabilmeye yeterli bir ücrettir.
      Gerçek ücreti belirlemek için, nominal ücreti, tüketim nesneleriyle hizmetlerin fiyatlarını, mali yükleri, kira ve diğer ödemeleri gözönüne almak gerekir. Kapitalizmin gelişmesiyle, gerçek ücret düşme eğilimi gösterir.
      Kapitalizmde gerçek ücretin düşmesi, birçok nedenlere dayanır. Birincisi, fiyatların yükselmesidir. İşçinin nominal ücreti birazcık artsa, meta fiyatları, bu ücret artışından kat kat fazla artar. Bu demektir ki, aynı para ile işçi daha az meta satın alabilecektir, yani gerçek ücret düşer. Kapitalist ülkelerde olan şudur: fiyatlar ücretlerden daha çabuk artar. Böylece, Fransa'da 1938 ile 1954 arasında, her cins metaın fiyatı 32 kattan daha fazla arttığı halde nakit olarak ücret ancak 21 kat artmıştır. Sonuç: Fransız işçileri, 1954'te, 1938'de satın alabildikleri metalardan daha az meta satın [sayfa 97] alabilmekteydiler. Diğer kapitalist ülkelerde de durum aynıdır. Gerçek ücretin düşmesini belirleyen bir başka neden de, vergi ve diğer ödemelerin (kira, gaz, elektrik, su vb.) artmasıdır. Bu arada Birleşik Amerika'da, 1959'da halka yüklenen vergiler, 1939'a bakarak aşağıyukarı, 12 kat fazla olduğu halde, 1958'de alınan kira, ücretin yüzde 25-30'u oldu. Gerçek ücretlerin azalmasında, yıldan yıla artarak kesilen üretim cezalarının artışı da büyük rol oynar.
      Kapitalist rejimde, işçi sınıfının gerçek ücret düşüşünü belirleyen önemli durumlar işte bunlardır.
      Kapitalist ülkelerde, kadın ve erkek emeği arasında ücret eşitsizliği vardır. Kadın, erkekle aynı işi yaptığı halde, erkekten hissedilir derecede düşük bir ücret alır.
      Amerika Birleşik Devletleri nde, işçi kadınların aldıkları ortalama ücret, erkeklerinkinden %30-40, Fransa' da %15-20, Japonya'da %35-40 daha düşüktür. Yalnız Birleşik Devletler'de kadın emeği ile erkek emeği arasındaki ödeme eşitsizliğinin, Amerikalı kapitalistlere kazandırdığı ek kar, yılda milyar dolarları tutan rakamlarla ifade edilmektedir.
      Irk ayrımı da kapitalistler için geniş bir çıkar kaynağıdır. Birleşik Amerika'da zenci işçiler, beyaz işçilerden daha kötü koşullar içinde çalıştırılmaktadır. Genel olarak zenciler, en ağır işlerde, sağlık ve yaşam için en zararlı, en tehlikeli işlerde istihdam edilirler. Ücretleri de, beyazların ücretinden oldukça düşüktür.
      Farklı kapitalist ülkelerde, işçi ücretleri eşit düzeyde değildir. Bu durum, birçok nedenlerle açıklanır. Bazı ülkelerin kapitalistlerinin kendi işçileri hakkında diğer kapitalistlerden daha iyi niyetli olduklarını düşünmek, kuşkusuz ki, yanlıştır. Onlar, daima ve her yerde ücreti son sınırına kadar düşürme eğilimindedir. Bununla birlikte çeşitli ülkelerin ücret düzeylerini kıyaslarken, işçi sınıfının oluşumunda başta gelen tarihsel koşulları gözönünde tutmak gerekir. İşçinin gereksinmelerine göre saptanan ücret düzeyi, kazanılan niteliğe uygun düşecek giderlere, emeğin üretkenliğine, sınıf savaşımına ve ülkenin başka ayırdedici özel koşullarına bağlıdır. [sayfa 98]
      Örneğin, insan gücünün bol olduğu yerde gelişmesi gereken kapitalizm, Birleşik Devletler'de, insan gücünün az bulunduğu bir ortam içinde gelişmiştir. Bu durum, giderek ücretlerin de artmasına vardı. İngiltere'de işçi sınıfı, kapitalistlere karşı direnmek için diğer Avrupa ülkelerinden daha önce örgütlenmiştir. İngiltere işçilerinin ücreti, örneğin, İrlanda işçilerinin ücretine bakarak daha yüksektir. Farklı ülkelerde ücret konusunu bu durumlar belirler.

     

İşçi Sınıfının Ücretlerin Artırılması Uğruna Savaşımı

     
      Kapitalistler, işçilerin geçim araçlarını kısıtlamak, ancak onlara en gerekli şeyleri sağlamaya yeterli ücretler vermek için sürekli olarak çaba harcarlar. Bu, daha çok kar sağlamak için yapılır. Burjuvazi, işçi sınıfına karşı savaşımında, devletten, hukuktan, kiliseden, gazetelerden, radyodan vb. yararlanır. Bunlardan başka kapitalistlerin kendileri, patron dernekleri kurarak tek cephe halinde işçilere karşı koyarlar.
      Sermayeye karşı direnmek ve iktisadi durumlarını düzeltmek için savaşım vermek üzere, işçiler de sendikalarda toplanmışlardır. 1960 yılında, bütün dünyada sendikalı işçilerin sayısı 180 milyondu. Bunun 100 milyondan fazlası, Dünya Sendikalar Federasyonunda toplanmıştır. Bu durum, günümüzde, işçi sınıfının örgütlenme konusunda ne kadar ilerlediğini gösterir. Proletarya ile burjuvazi arasındaki çetin sınıf savaşımı, ücretin şu ya da bu düzeye ulaşması sonucuna varır. İşçilerin, grevci harekette direnme ve kararlılık gösterdiği yerde kapitalistler, çok kez işçilerin koşullarını kabul etmek ve onların ücretlerini yükseltmek zorunda kalmışlardır. Yaşam koşullarının iyileştirilmesi uğruna, işçi sınıfının yürüttüğü savaşım, son zamanlarda başlıca kapitalist ülkeler olan Birleşik Devletler'de, İngiltere'de, Fransa'da, Batı Almanya'da, İtalya'da vb. özel bir yayılma gösteriyor. Yalnızca 1962'de, grevlere, 60 milyon emekçi [sayfa 99] katılmıştır. Fransız işçilerinin yığın hareketleri, Belçika işçilerinin grevi, 1.250.000'in üstünde emekçinin katıldığı İtalyan madenci ve makine yapım sanayii işçilerinin büyük grevi, İngiltere'de makine yapım sanayii fabrikaları işçilerinin grevi, işçi hareketi tarihinde önemli bir yer tutacaktır. Kapitalist ülkeler emekçilerinin ekonomik ve toplumsal haklarını savunma uğruna savaşımı gittikçe keskinleşmektedir.
      Proletaryanın ekonomik savaşımı büyük bir önem taşır. Ama işçi sınıfının istemler içeren savaşımının hedefini tam yakından bilerek, marksizm-leninizm öğretir ki, bu savaşım, tek başına işçileri sömürü boyunduruğundan kurtarmaz. Bu, ancak, politik, devrimci savaşımla kapitalist üretim biçimini kaldırarak, işçi sınıfının ekonomik ve politik ezilmesinin tasfiye edilebilmesiyle olur. [sayfa 100]







Sayfa başına gidiş