GRUNDRISSE
EKONOMİ POLİTİĞİN ELEŞTİRİSİNİN TEMELLERİ
(HAM TASLAK)
İKİNCİ KİTAP
SERMAYE BÖLÜMÜ
[DEVAM]
İKİNCİ KESİM
SERMAYENİN DOLAŞIM SÜRECİ
[DEVAM]
Emeğin emekle değişimi işçinin mülksüzlüğüne dayanır.
<Yukardaki başlık konusunda bir uyan daha: Kendi emeğinin ürünü üzerinde mülkiyeti içeriyor gibi görünen eşdeğerlerin değişimi –ve dolayısıyla özdeş olarak:
emek yoluyla kendine maletme, yani gerçek ekonomik süreç yoluyla kendine malediş, ve
nesneleşmiş emek üzerindeki mülkiyet; daha önce gerçek süreç olarak ortaya çıkan, burada hukuksal bir ilişki olarak, yani üretimin genel bir koşulu olarak kabul edilmiştir, ve bundan dolayı genel istencin ifadesi olarak ortaya çıkmış, yasayla kabul edilmiştir– diyalektik bir zorunlulukla, emek ile mülkiyetin mutlak ayrılması olarak ve değişim olmadan, eşdeğer olmadan, ötekinin emeğinin maledinilmiş olduğunu gösterir. Değişim-değerine dayalı üretim –ki eşdeğerlerin serbest ve eşit değişimi bunun yüzeyinde oluşur–, temelde, değişim-değeri olarak
nesneleşmiş emeğin kullanım-değeri olarak canlı emek karşılığında değişimidir, ya da bir başka anlatımla, emeğin, kendi nesnel koşullarıyla –ve bundan dolayı da onun kendisi tarafından yaratılmış nesnellikle– ilişkisi, ötekinin mülkiyetiyle ilişkisi gibidir:
emeğin yabancılaşması. Öte yandan, değişim-değerinin koşulu, bunun, emek-zamanıyla ölçülmesidir, ve dolayısıyla değerlerin ölçüsü gibi canlı emektir – onun değeri değildir. Üretimin bütün durumlarında, üretimin ve dolayısıyla toplumun,
emeğin yalnız [sayfa 9] emek karşılığında değişimine dayandığını sanmak bir
yanılsamadır. Emeğin, kendi üretim koşullarıyla ilişkisinin kendi mülkiyeti olarak ilişkisi olduğu çeşitli biçimlerde, işçinin yeniden-üretimi hiçbir biçimde
yalnız emek yoluyla olmaz, çünkü onun mülkiyet ilişkisi, emeğinin sonucu değil, koşuludur. Toprak mülkiyetinde bu açıktır; bu açıklığın, yalnız emekle ya da emeğin değişimiyle değil, işçi ile bir topluluk arasında, daha önceden varolan ve ona hareket temeli sağlayan koşullar arasında nesnel bir bağlantı üzerinde emek tarafından oluşturulmuş mülkiyetin özel türlerinden olduğu bilinen loncalarda da ortaya çıkması gerekir. Bunlar da, emeğin, evrensel tarihin emeğinin ürünleridir; topluluk emeğinin –onun, çıkış noktası ne tek tek bireylerin emeği, ne de onların emeklerinin değişimi olan, tarihsel gelişiminin– ürünleridir. Bu nedenle de yalnız emek, gerçekleşmenin [
Verwertung] önvarsayımı değildir. Emeğin emek karşılığında yalnızca değişildiği bir durum –ister doğrudan canlı bir biçimde, ister ürün biçiminde olsun– emeğin gelişmesine göre, başlangıçta organik bir biçimde bağlı olduğu kendi nesnel koşullarından ayrılması anlamına gelir, ve bundan dolayı emek bir yanda yalnız emek olarak ortaya çıkar, öte yanda da, ürünü, nesneleşmiş emek olarak, onunla bağıntılı değer olarak tamamıyla bağımsız bir varlık kazanır.
Emeğin emekle değişimi –işçinin mülkiyetinin koşulu görünümündedir– temel olarak işçinin mülksüzlüğüne dayanır.>
(Sermayenin ücretli emekle ilişkisinde, emeğin üretken etkinliği, kendi koşullarında ve kendi ürününde ortaya çıkan ve daha sonra incelenecek olan
yabancılaşmanın en aşırı biçiminin zorunlu bir geçiş noktası olması – ve dolayısıyla bu biçim,
kendinde, açıkça tersine çevrilmiş, başaşağı bir biçimde bulunması,
üretimin bütün sınırlı koşullarının yok oluşunu içerir ve ayrıca, tersine, üretimin zorunlu koşullarını yaratır ve üretir; bundan dolayı bireyin üretken güçlerinin tüm evrensel gelişmesi için gerekli bütün maddi koşullarını oluşturur.)
Sermayenin dolaşımı ve paranın dolaşımı. – Her sermayenin çerçevesi içinde
değerin koşulu (alet vb.). – Dolaşımın uğrakları: üretim süreci ve dolaşım
süreci. – Çeşitli sermayelerde (sanayi kollarında) verimlilik, sermayenin
verimliliğini belirler. – Dolaşım zamanı. Dolaşımın hızı sermaye yığını yerine
geçer. Dolaşımın hızında sermayelerin birbirine bağımlılığı. Üretimin uğrağı
olarak dolaşım. Üretim süreci ve süresi. Ürünün paraya dönüşümü. Bu işlemin
süresi. Paranın üretim koşullarına geri çevrilmesi. Sermaye bölümünün canlı
emekle değişimi. – Taşıma giderleri.
Para dolaşımı, pek çok sayıda noktadan çıkıyor ve pek çok sayıda noktaya geri dönüyordu. Geri dönüş noktası hiçbir zaman çıkış noktası olarak konmamıştı. Sermayenin dolaşımında çıkış noktası, geri dönüş noktası olarak ve geri dönüş noktası, çıkış noktası olarak
[sayfa 10] konmuştur. Çıkış ve geri dönüş noktası kapitalistin kendisidir. O, para karşılığında üretim koşullarını değişir, üretir, ürünü gerçekleştirir, yani onu paraya çevirir ve sonra sürece yeniden başlar. Kendi başına alındığında, para dolaşımı, zorunlu olarak, statik bir şey olan parada biter. Sermaye dolaşımı kendi kendine sürekli olarak yeniden ateş alır, farklı uğraklarına ayrılır, ve bir
perpetuum mobile’dir
*
Değer, para dolaşımından bağımsız olarak varsayıldığı ölçüde, para dolaşımı yönünden, fiyat, salt biçimsel olarak konuyordu. Sermaye dolaşımı,
fiyat koyucudur, yalnızca biçimsel olarak değil; değer koyduğu ölçüde reel olarak da. Kendi dolaşımında kendisi önvarsayım olarak ortaya çıktığı yerde, yalnızca başka bir sermaye tarafından
konmuş değer olabilir. Para dolaşımının genişliğinin, daha önce ölçülmüş olan bir yörüngesi vardır ve onu hızlandıran ya da geciktiren durumlar dışsal sarsıntılardır. Dolaşımında, sermaye, kendisini ve ||17| yörüngesini genişletir, ve kendisi, dolaşımının hızının ya da yavaşlığının içkin uğraklarından birini oluşturur. Yörüngesinde nitel olarak değişir, ve bu dolaşımının uğraklarının bütünü, üretiminin uğraklarının kendileridir – yeni üretiminin olduğu gibi yeniden-üretiminin de.
(İkinci çevrimin, yani artı-sermaye [
Surpluskapital] olarak gerçek-leşen artı-değerin [
Surpluswerts] ikinci çevriminin sonunda, kapitalistin işçi ile onun kendi nesneleşmiş emeğinin bir kısmından başka herhangi bir şeyi değiştiği yanılsamasının nasıl ortadan kalktığını gördük.
* Ancak sermaye üzerine kurulu üretim tarzı içinde, sermayenin hammaddeyi ve aleti temsil eden kısmı, bireysel sermayeye, satın aldığı
canlı emeğin olduğu gibi kendisinin de önvarsayımı olan bir değer olarak görünür. Bu iki bölüm
yabancı sermaye tarafından, yani gene
sermaye, ama başka bir sermaye tarafından konmuş olarak ortadan kalkar. Bir kapitalistin hammaddesi diğerinin ürünüdür. Birinin ürünü, diğerinin hammaddesidir. Bir kapitalistin
aleti diğerinin ürünüdür, hatta başka bir aletin üretimi için hammadde olarak iş görebilir. Bireysel sermayede önvarsayım olarak görünen, bizim değişmeyen değer dediğimiz, sermayenin sermaye tarafından önvarsayılmasından, yani farklı sanayi kollarında farklı sermayelerin karşılıklı olarak birbirlerinin önvarsayımı ve koşulu olarak konması olgusundan başka bir şey değildir. Her birisi, kendi başına,
değer olarak canlı emek
karşısında bağımsız hale gelmiş ölü emeğe dönüşebilir. Son kertede, hiçbir sermaye, emekten başka –değeri olmayan doğa maddesi dışında– herhangi bir şey içermez.
Birçok sermayenin araya girmiş olması burada incelemeyi karıştırmamalı.
Birçok sermayenin ilişkisinin açıklanmasının, tümünde ortak olarak varolanın, sermaye oluş niteliğinin, incelenmesinden
[sayfa 11] sonraya bırakılması daha iyi olacaktır.)
Sermayenin dolaşımı, aynı zamanda onun oluşu, büyümesi, yaşam sürecidir. Kan dolaşımıyla karşılaştırmak gereken herhangi bir şey varsa, bu, paranın biçimsel dolaşımı değil, ama sermayenin özsel dolaşımıdır.
Dolaşım bütün noktalarda üretimi varsayıyorsa –ve bu, para ya da meta olsun, ürünlerin dolaşımıysa, bunlar her yerde sermaye sürecinin kendisi olan üretim sürecinden doğuyorsa– o zaman, para dolaşımının kendisi, daha önce sermayenin üretim süreciyle
yanyana bulunuyor gibi görünmesine karşın, şimdi sermayenin dolaşımı tarafından belirlenmiş olarak görünür. Bu noktaya gene döneceğiz.
Eğer şimdi dolaşımı, ya da bir bütün olarak sermayenin dolaşımını gözden geçirirsek, dolaşımın içinde, ikisi de sermaye dolaşımının öğeleri olan, üretim süreci ve dolaşımın kendisi arasındaki büyük farklılık ortaya çıkar. Sermayenin üretim sürecinin alam içinde ne kadar kalacağı, onun teknolojik koşullarına bağlıdır ve bu evre içinde kalma süresi, –her ne kadar, üretimin türüne, konusuna vb. göre farklı olması gerekirse de– üretken güçlerin gelişmesiyle doğrudan örtüşür. Burada süre, ürünün yapımı için gerekli emek-zamanından başka bir şey değildir (yanlış!).
* Bu emek-zamanı ne kadar azsa, gördüğümüz gibi, göreli artı-değer o kadar büyüktür. Belirli bir miktarda ürünün yapımı için gerekli emek-zamanının azalması ile belirli bir emek-zamanında daha çok tamamlanmış ürün sağlanabilmesi aynı şeydir. Sermayenin belirli bir niceliğinin, üretim süreci içinde kaldığı sürenin kısalması, tam anlamıyla dolaşım dışında kalması, tutulması, bir ürünün yapımı için gerekli emek-zamanının kısalmasıyla –üretken güçlerin gelişmesiyle, gerek doğal güçlerin, makinelerin, gerek toplumsal emeğin doğal güçlerinin kullanılmasıyla– işçilerin yığılmasıyla, emeğin bileşimi ve işbölümüyle örtüşür. Dolayısıyla, bu yönden, yeni hiçbir öğe eklenemez gibi görünür. Ancak, sermayenin hammadde ve aleti (emek araçlarını) oluşturan kısmının, yalıtık sermayeye göre, ötekinin sermayesinin bir ürünü olduğu gözönüne alınırsa, sermayenin üretim sürecini yenileyebileceği hızın, aynı zamanda bütün öteki sanayi kollarında üretken güçlerin gelişmesiyle belirlendiği anlaşılır. Aynı sermayenin hammaddelerini, aletlerini ve sonal ürünlerini kendisinin ürettiği düşünülürse, bu nokta daha iyi anlaşılır. Üretim sürecinin evresi içinde sermayenin kalma süresi de,
çeşitli sermayeler sözkonusu ise, dolaşımın kendisinin bir öğesidir. Ancak burada üzerinde durduğumuz henüz
birçok sermaye değildir. Dolayısıyla, bu öğenin burada yeri yoktur.
[sayfa 12]
İkinci öğe, sermayenin ürüne dönüşmesinden ürünün paraya dönüşmesine kadar geçen süredir. Sermayenin, belirli bir süre içinde, üretim sürecini, kendini-gerçekleştirmeyi, hangi sıklıkla yineleyeceği, açıktır ki bu sürenin akış hızına, ya da uzunluğuna bağlıdır. Varsayalım sermaye –başlangıçta diyelim 100 talerlik bir sermaye– bir yılda 4 devir yapıyor; kazanç diyelim ki her kez %5 ise, yeni değer yeniden sermayeleşmezse; bu, 4 kez daha büyük bir sermayenin, diyelim 400 talerlik bir sermayenin, aynı yüzde ile bir yılda
bir tek devir yapması ile aynı şeydir; her ikisinde de [kazanç] %20’dir. Öyleyse devir hızı –öteki üretim koşulları değişmedikçe– sermayenin kitlesi yerine geçer. Ya da, ||18| 4 kat daha küçük bir değerin, sermaye olarak 4 kez gerçekleştiği aynı dönem içinde, 4 kat daha büyük bir değer sermaye olarak yalnız bir kez gerçekleşirse, küçük sermayenin kazancı –artı-değer üretimi–
en azından büyük sermayenin kazancı kadar
büyük olur. En azından diyoruz. Daha büyük de olabilir, çünkü artı-değerin kendisi, artı-sermaye olarak yeniden kullanılabilir. Örneğin, varsayalım ki, 100’lük sermayenin kârı (burada artı-değerin
bu biçimi hesaplama kolaylığı için öncelenmiştir), devir sıklığı ne olursa olsun, her defasında %10’dur. O zaman ilk üç ayın sonunda 110, ikinci üç ayın sonunda 121, üçüncünün sonunda 133
1/
10 ve sonuncusunda da 146
41/
100 olur, buna karşılık 400’lük sermaye yılda bir devirle yalnızca 440 olur. Birinci durumda kazanç=46
41/
100, ikincisinde yalnızca=40. (Sermayenin her büyümede
aynı kâr oranını getirmemesi bakımından varsayımın yanlış olması, bizim örneğimizi etkilemez, çünkü burada önemli olan 40’tan ne kadar daha çok arttığı değil, birinci durumda 40’tan daha çok arttığıdır – ve artmıştır.) Hızın yerini kitlenin ve kitlenin yerini hızın aldığı yasaya para dolaşımında bir kez rastlamıştık. Bu yasa hem üretimde, hem de mekanikte egemendir. Bu, kâr oranlarının, fiyatların vb. eşitlenmesi konusuna geldiğimizde yeniden üzerinde durulacak bir öğedir. Burada bizi ilgilendiren soru şudur: Değerin belirlenmesine, emekten bağımsız olan, ondan doğrudan kaynaklanmayan, ama dolaşımın kendisinden gelen bir öğe girmiyor mu? (
Kredinin, sermayenin dolaşımında farkları eşitlemesi henüz bizi ilgilendirmiyor. Ancak sorunun kendisi konuyla ilgilidir, çünkü –genel olarak ele alınan– sermayenin basit kavramından çıkmaktadır.) Belirli bir zaman diliminde, sermayenin daha sık devri, Güneydeki ülkelerde, Kuzeydeki ülkelerle karşılaştırıldığında, doğal yıl içinde hasadın daha sık yinelenmesine benzer. Yukarda belirtildiği gibi, burada, sermayenin, üretim evresinde –bizzat üretken değerlenme sürecinde– kalması gereken zamanın farklılığını tamamen dışlıyoruz. Tıpkı tanenin tohum olarak toprağa serpildiğinde doğrudan kullanım-değerini yitirmesi, doğrudan kullanım-değeri olarak
değersizleşmesi gibi, sermaye de üretim sürecinin
[sayfa 13] tamamlanmasından, paraya ve paradan da gene sermayeye yeniden-dönüşmesine kadar
değersizleşmiştir. <Sermayenin para-biçimden yeniden-üretim koşullarına girebilmesinin bu hızı –bu üretim koşulları içinde beliren, kölelikte olduğu gibi emekçinin kendisi değil, ama onunla değişimdir–, sermayeye hammadde ve alet sağlayan öteki sermayelerin üretim hızına ve sürekliliğine, bunun yanında da işçilerin varlığına bağlıdır ve bu bakımdan göreli bir fazla-nüfus, sermaye için en iyi koşuldur.> <a sermayesinin üretim sürecinden tamamen ayrı olarak, b üretim sürecinin hızı ve sürekliliği, a sermayesinin para biçiminden sanayi sermayesi biçimine yeniden-dönüşümünü koşullayan bir öğe olarak ortaya çıkar, b sermayesinin
üretim sürecinin süresi, böylece, a sermayesinin
dolaşım sürecinin hızının bir öğesi olarak ortaya çıkar. Birinin üretim aşamasının süresi, ötekinin dolaşım aşamasının hızını belirler. Bunların
eşanlılığı, a’nın dolaşımının engellenmemesi için gerekli koşuldur – yani karşılığında değişileceği kendi öğeleri, üretime ve dolaşıma eşanlı olarak sokulurlar. Bir örnek. 18. yüzyılın son dört ayında, iplikçilik, dokumacılık için gerekli hammaddeyi talep edilen miktarda sağlayacak durumda değildi – ya da, başka bir deyişle, iplikçilik için gerekli olan keteni ya da pamuğu üretme süreci, bunların üretilerek ipliğe çevrilmesi, gereken eşanlılıkta –eşanlı hızla– yapılamıyordu. Bunun sonucu, aynı emek-zamanı içinde ölçülemeyecek kadar büyük ürün sağlayan, ya da başka bir deyişle, aynı ürün için ölçülemeyecek kadar daha kısa, iplikçilik sürecinde ölçülemeyecek kadar daha az emek-zamanı gerektiren iplik makinesinin keşfedilmesi oldu. Genel kavram olarak ele alındığında, sermayenin, kendisinde içerilmiş olarak ortaya çıkan bütün öğeleri, bağımsız bir gerçeklik kazanırlar ve ancak reel olarak, birçok sermaye olarak ortaya çıktığında kendilerini gösterirler. Böylece rekabet çerçevesinde ve rekabet yoluyla oluşan içsel canlı düzenleme, bundan sonra daha geniş bir biçimde gelişir.) Sermaye devrinin bütününü gözden geçirirsek, dört öğe, ya da üretim sürecinin ve dolaşım sürecinin iki büyük öğesinin herbiri gene bir ikilik içinde ortaya çıkar: bu noktada dolaşımdan ya da üretimden hareket edebiliriz. Buraya kadar edinilen şu: dolaşımın kendisi üretimin bir öğesidir, çünkü sermaye ancak dolaşım yoluyla sermaye olur; üretim, ancak dolaşımın kendisi üretim sürecinin bütünü olarak ele alındığı ölçüde, dolaşımın bir öğesidir. Bu öğeler şunlardır: I) Gerçek üretim süreci ve bunun süresi. II) ||19| Ürünün paraya dönüşümü. Bu işlemin süresi. III) Paranın uygun oranlarda hammaddeye, emek araçlarına ve emeğe, kısacası, üretken sermayenin öğelerine dönüşmesi. IV) Sermayenin bir bölümünün canlı emek-gücü karşılığında değişilmesi özel bir öğe olarak ele alınabilir ve alınmalıdır, çünkü emek pazarı, ürün pazarının vb. yasalarından başka yasalarla
[sayfa 14] yönetilir. Burada başlıca konu nüfustur; mutlak değil, göreli nüfus. Belirttiğimiz gibi, öğe I burada, hesap dışıdır, çünkü genel olarak değerlenme koşullarıyla örtüşür. Öğe III ise, genel olarak sermayenin sorunu değildir, buraya, ancak, sermayelerin bir kısmı girebilir. Öğe IV, ücretler vb. bölümüne girer.
Şimdilik burada yalnız öğe II’yi ele alacağız. Para dolaşımında, değişim-değerinin kimi kez para olarak, kimi kez meta olarak, yalnızca biçimsel almaşıklığı vardı. Burada,
para, meta, üretimin koşulu olarak, sonal olarak üretim süreci olarak vardırlar. Burada, öğelerin içerik zenginliği başka türlüdür. II’de konduğu durumda sermayenin devrindeki farklılık, –[sermayenin devri,] ne emek ile değişimde daha büyük güçlüğe, ne dolaşımda hammaddenin [
Rohmaterial] ve ham malzemenin [
Rohstoff] eşanlı olarak bulunmamasının sonucu olan gecikmelere, ne de üretim sürecinin farklı sürelerine bağlı olduğu için– yalnızca gerçekleşmedeki daha büyük güçlüklerden kaynaklanabilir. Görülüyor ki, bu, ilişkinin kendisinden doğan içkin bir durum değildir, sermayeyi genel olarak gözden geçirdiğimiz burada, gerçekleşmenin eşanlı olarak değersizleşmesiyle sonuçlanması konusunda söylediklerimizle örtüşün Hiçbir girişim, ürünlerim, bir başkasından
daha güçlükle satabileceği amacını taşımaz. Bu güçlük daha küçük bir pazardan ileri geliyorsa, daha büyük sermaye değil –burada varsayıldığı gibi– daha büyük bir pazarla yapılan işlemde olduğundan daha küçük bir sermaye kullanılır. Ancak bu,
pazarın mesafe olarak daha uzak olmasıyla ve dolayısıyla
dönüşün daha da gecikmiş olmasıyla ilgili olabilir, a sermayesinin gerçekleşmek için gereksindiği daha uzun süre, burada, onun üretim sürecinden sonra meta olarak para karşılığında değişilmesi için aşması gereken mesafenin daha fazla olmasından ileri geliyordu. Ama örneğin Çin için üretilen ürünle ilgili olarak, ürünün, onun üretim sürecinin, ürün Çin pazarına getirilince tamamlandığı düşünülemez mi? Onun gerçekleşme giderleri, İngiltere’den Çin’e kadar olan taşıma giderleriyle artacaktır. (Sermayenin daha uzun süre işletilmeden kalmasının karşılanmasından burada henüz sözedilemez, çünkü bunun için artı-değerin –faizin– ikincil ve türetilmiş biçimlerinin de varsayılması gerekir.) Üretim giderleri, doğrudan üretim sürecinde nesneleşmiş emek-zamanına + taşımada içerilen emek-zamanına katılır. Şimdi önce şu soru ortaya çıkıyor: Buraya kadar koyduğumuz ilkelere göre, taşıma giderleri üzerinden bir artı-değer sağlanabilir mi? Taşımada, gemi, araba vb. tüketilen sermayenin değişmeyen kesimini ve bunların kullanılmasına ilişkin her şeyi çıkaralım, çünkü bu öğe, ister = 0 ya da =
x olsun, soruya katkıda bulunmaz ve önemsizdir. Şimdi bu taşıma giderlerinde artı-emeğin olması ve böylece sermayenin bunlardan artı-değer çıkarması olanaklı mıdır? Bu, şu soruyla
[sayfa 15] basitçe yanıtlanabilir: Emeğin nesneleştiği gerekli-emek ya da değer hangisidir? Ürünün 1) kendi değişim-değerini, kendi içinde nesneleşmiş emeği; 2) gemicinin, taşıyıcının vb. taşımada kullandığı artı-zamanı ödemesi gerekir. Bunların artı-değer elde edip edemeyecekleri, ürünü götürdükleri ülkenin zenginliğine ve gereksinimlerine vb., ürünün bu ülke için kullanım-değerine bağlıdır. Doğrudan üretimde, açıktır ki, fabrikatörün işçiye yaptırdığı tüm artı-emek, kendisi için artı-değerdir, çünkü bu artı-emek ona hiçbir gider yüklemeyen, yeni kullanım-değerlerinde nesneleşmiş emektir. Ama açıktır ki, onu, taşıma süresi içinde, taşımanın gerektirdiğinden daha uzun bir zaman için kullanamaz. Böyle yaparsa emek-zamanı değerlenmez, israf edilir, yani bir kullanım-değerinde nesneleştirilmez. Gemicinin, taşıyıcının vb. bir yıl yaşamak için yalnız yarım yıl çalışması gerekirse (bu
genel olarak geçimi için gerekli-emeğin oranı olursa), kapitalist, taşımacıyı bütün bir yıl kullanır ve ona bir yarım-yıl öder. Taşman ürünlerin değerine bir tam yılın emek-zamanını koyar, ama yalnız bir yarım-yılı öder, gerekli-emek üzerinden %100’lük bir artı-değer kazanır. Durum tamamen doğrudan üretimde olduğu gibidir, ve taşman ürünün başlangıçtaki artı-değeri, yalnızca, taşıma zamanının bir kısmı için işçilere
ödeme yapılmasından ileri gelir, çünkü bu, yaşamları için işçilere gerekli olan emeğin
üzerinde bir artı-zamandır. Herhangi bir ürünün, taşıma giderleri dolayısıyla, değişilemeyecek kadar pahalılaşması –taşman ürün olarak, ürünün değeri ile onun artı-değeri arasındaki oransızlığı yüzünden; yerine varır varmaz üründe kaybolan bir özellik–, nesnede bir şey değiştirmez. Bir fabrikatör 1 libre iplik elde etmek için bütün makinelerini harekete geçirseydi, bu ipliğin değeri o kadar yükselirdi ki, satılmak için zor pazar bulurdu. Yabana ürünlerin pahalılaşması, ortaçağda bunların tüketiminin azlığı vb., işte bundan ileri gelir. Maden ocağından mı metal elde ederim, yoksa metaları tüketim yerine mi taşırım – her ikisi de eşit derecede alansal ||20| harekettir. Taşıma ve iletişim araçlarının iyileştirilmesi de, aynı biçimde, genel olarak üretken güçlerin gelişmesi kategorisine girer. Taşıma giderlerini kaldırıp kaldıramayacaklarının ürünlerin değerine bağlı olabileceği; ayrıca taşıma giderlerini azaltmak için –100 ton kapasiteli bir gemi 2 tonu da 100 tonu da aynı taşıma giderleriyle taşıyabilir vb.– ve iletişim araçlarının randımanlı olması için vb. büyük-ölçekli ulaşımın gerekli olduğu, bütün bunlar, şimdilik konumuzla ilgili değildir. (Bununla birlikte, kendine özgü değerlenme yasaları olan
sabit sermayenin bir biçimini oluşturması bakımından iletişim araçlarına özel bir bölüm ayırmak gerekli olacaktır.) Aynı sermayenin ürettiğini ve taşıdığını düşünürsek, bu iki eylem doğrudan üretime girer, ve dolaşım, buraya kadar gözden geçirdiğimiz gibi, yani ürünün kullanım için son biçimini, dolaşıma
[sayfa 16] elverişli biçimi almasından hemen sonra paraya dönüşmesi, ancak ürünün varış yerine getirilmesiyle başlar. Bu kapitalistin, ürününü bulunduğu yerde satan başka bir kapitalistten farklı olarak, geciken
dönüşleri, sabit sermayenin daha geniş kullanımına ilişkin başka bir biçimde çözülür; burada bundan henüz söz etmiyoruz. A’nın alet için B’den 100 taler daha çok gereksinmesi ile, ürününü, varış yerine, pazara getirmek için 100 taler daha çok gereksinmesi aynı şeydir. Her iki durumda da daha çok
sabit sermaye gereklidir; doğrudan üretimde tüketilen daha çok üretim
aracı gereklidir. Bu yönden bakıldığında burada içkin bir
durum yoktur; bu,
sabit sermaye ile
döner sermaye arasındaki farkın incelenmesine giren bir konudur.
Dolaşım giderleri. – İletişim ve taşıma araçları. (İş kollarının bölünmesi.)
(Birçok işçinin birleşmesi. Bu birleşmenin üretken gücü.) (Yığınsal işbirliği.) –
Üretimin genel koşullarının özel koşullardan farkı.
Ancak burada bir öğe daha ortaya çıkıyor: dolaşımın basit kavramında içerilmeyen ve buraya kadar bizi ilgilendirmeyen
dolaşım giderleri. Ekonomik eylem olarak –
taşıma ve iletişim araçlarında olduğu gibi doğrudan üretim öğesi olarak değil, üretim ilişkisi olarak– dolaşımdan ileri gelen
dolaşım giderlerinden, ancak faiz ve özellikle kredi ile ilgili olarak sözedilebilir. Dolaşım, bizim burada ele aldığımız durumda, para, üretim (değerlenme) süreci, ürün, paraya ve artı-sermayeye yeniden-dönüşüm [gibi] farklı biçimde ortaya çıktığından, bir dönüşüm sürecidir, değerin nitel sürecidir. Böyle bir dönüşüm süreci içinde –bir biçimden ötekine bu geçişte– yeni belirlenimler yaratıldığı ölçüde. Dolaşım giderleri, örneğin, üründen paraya geçişte, zorunlu olarak içerilmemiştir. Bunlar sıfıra eşit olabilir.
Bununla birlikte, dolaşımın kendisi, giderlerin nedeni olduğu, artı-emek gerektirdiği ölçüde, üretim sürecinde bizzat içerilmiş olarak görünür. Bu bakımdan dolaşım, doğrudan üretim sürecinin öğesi olarak görünür. Doğrudan kullanıma yönelmiş ve yalnız fazlalığın değişildiği üretimde, dolaşım giderleri, yalnız fazlalık için ortaya çıkar, esas ürün için değil. Üretim, değişim-değerine, dolayısıyla değişime ne kadar çok dayanırsa, değişimin fiziksel koşulları –iletişim ve taşıma araçları– dolaşım giderleri açısından o kadar daha çok önemli duruma gelir. Her türlü yersel sınırların ötesinde dolaşmak sermayenin doğasında vardır. Dolayısıyla, değişimin fiziksel koşullarının –iletişimin ve taşıma araçlarının– yaratılması, mesafenin zamanla ortadan kalkması, onun için olağanüstü bir gereklilik haline gelir. – Doğrudan ürün, uzak pazarlarda, ancak, taşıma giderleri azaldığı ölçüde toptan değerlenebileceğine göre, ve öte yandan, sermaye tarafından yönlendirilen
[sayfa 17] emeğin gerçekleştirilmesi alanlarını, ancak, iletişim ve taşıma araçlarının kendileri sağlayabileceğine göre; kitlesel ulaşım yapıldığına göre –böylece gerekli-emekten daha büyüğü yerine konmuş olur–, ucuz taşıma ve iletişim araçlarının üretimi, sermaye üzerine kurulmuş üretimin bir koşuludur ve,
bundan dolayı, sermaye tarafından yapılır. Tamamlanmış ürünü dolaşıma sürmek için –bu, ancak pazara sunulduğu andan başlayarak ekonomik dolaşımın içindedir– gerekli-emek, sermaye açısından, tüm bu emeğin, üretim sürecinin
koşulu olması gibi (örneğin, değişimin güvenliği vb. için gerekli giderler), tüm gerekli-emek aşılması gereken bir engeldir. Tüccar halkların, kendi kendine götüren, kendi kendine sürükleyen yol gibi, su yolu
cat’
exochu.* böyledir. Öte yandan, ulaşım yolları, başlangıçta topluluğun, sonraları uzun süre hükümetlerin üzerindeydi, saf ve basit biçimde ürün üzerinden alınan ülkenin ortaklaşa artı-ürününden karşılanıyordu, ama zenginliğinin bir kaynağını oluşturmuyorlar, yani üretim giderlerini karşılamıyorlardı. Asya’da ilkel,
kendine-yeterli topluluklarda, bir yandan, yollara gereksinim yoktu; öte yandan, yolların olmaması bu komünleri yalıtılmışlıkları içinde tutuyor ve böylece yaşamlarının değişmezliğinin özsel bir öğesini oluşturuyordu (Hindistan’da olduğu gibi). Angarya ile, ya da bunun başka bir biçimi olan vergi ile yol yapımı, ülkenin artı-emeğinin ya da artı-ürününün bir kısmının zorla yollara dönüştürülmesidir. Bireysel sermayenin bunu yüklenmesi, yani üretim sürecinin,
üretim sürecinde doğrudan içerilmeyen koşullarını oluşturması için, emeğin değerlenmesi gerekir.
A ile B arasında belirli bir yolu alalım (yere bir bedel ödenmiş olmasın), bu yol, ||21| ancak belirli bir nicelikte emek, yani değer içerir. Yolu yaptıranın kapitalist mi yoksa devlet mi olduğu farketmez. Öyleyse, burada, kapitalist, artı-emeği ve dolayısıyla artı-değeri yaratarak bir kazanç gerçekleştirir mi? Önce yolun
sabit sermaye olarak doğasından kaynaklanan bu
bilmeceyi çözelim. Bu yolun bir ceket ya da bir ton demir gibi
bir defada satılabileceğini düşünelim. Yolun üretimi, örneğin, 12 aya mal olsa, o zaman değeri 12 aya eşittir.
Emeğin genel ölçütü, işçinin diyelim altı aylık nesneleşmiş emekle yaşayabileceği bir ölçüt olursa, o zaman işçi, yolun tamamını kendisi yaparsa kendisi için emeğinin altı ayından bir artı-değer yaratmış olur; ya da yolu komün yapmış olsa ve işçi yalnız gerekli olan süre çalışmak istese, 6 ay çalışacak başka bir işçinin daha sağlanmış olması gerekirdi. Kapitalist, tersine, bir işçiyi 12 ay çalışmaya zorlar ve ona 6 ayı öder. İşçinin artı-emeğini içeren yol diliminin değeri, kapitalistin kârını oluşturur. Ürünün ortaya çıktığı reel biçim, nesneleşmiş emek-zamanından
[sayfa 18] başlayarak değer teorisinin temellendirilmesine kesinlikle karıştırılmamalıdır. Ama soru kesinlikle şudur: kapitalist yolu değerlendirebilir mi, değişim yoluyla onun değerini gerçekleştirebilir mi? Bu soru, doğal olarak, her ürün için vardır, ama genel üretim koşullarında özel bir biçim alır. Diyelim ki, yolun değeri gerçekleştirilmedi. Ama yol yapılır, çünkü gerekli bir kullanım-değeridir. O zaman konu nasıl olur? Yolun üretim giderleri karşılığında değişilmesi ölçüsünde, yapılması ve ödenmesi gerekir. Yol, ancak emeğin, emek araçlarının, hammaddelerin vb. belirli bir tüketimiyle varlık kazanabilir. Bunun angaryayla ya da vergilerle yapılmış olmasının önemi yoktur. Ama, yol, yalnızca komün için gerekli bir kullanım-değeri olduğu için, komün onu
ne pahasına olursa olsun gereksindiği için yapılır. Belli ki, bu, bireyin, ister angarya biçiminde, ister dolaylı vergi biçiminde olsun, geçimi için doğrudan gerekli-emeğinin üstünde gerçekleştirmek zorunda kaldığı bir artı-emektir. Ama komün için ve onun
üyesi olarak her birey için gerekli olduğu ölçüde, bireyin gerçekleştirdiği artı-emek değil,
gerekli-emeğinin –bireyin
komün üyesi olarak kendini yeniden-üretmesi için ve böylece, üretici etkinliğinin genel bir koşulu olan topluluğu yeniden-üretmesi için gerekli-emeğin– bir kısmıdır. Doğrudan üretimde emek-zamanı tamamıyla tüketilmiş olsaydı (ya da, dolaylı bir anlatımıyla, bu özel amaç için ek vergiler toplamak olanaksız olsaydı), o zaman yol yapılmamış olurdu. Bütün toplum tek bir birey olarak düşünülürse, gerekli-emek, işbölümünün özerk duruma getirdiği bütün özel emek işlevlerinin toplamından ibaret olurdu. Bu tek bireyin, örneğin tarım için şu kadar, sanayi için şu kadar, ticaret için şu kadar, aletlerin yapımı için şu kadar, konumuza dönersek, yol yapımı ve iletişim araçları için şu kadar zaman harcaması gerekirdi. Bütün bu gereklilikler, değişik amaçlara yönelmiş ve özellik kazanmış etkinliklerde harcanması gereken belirli bir emek-zamanına dönüşür. Ne kadar emek-zamanı kullanılabileceği, emek-gücünün (= toplumu oluşturan çalışabilecek güçte bireylerin yığınının) toplam niceliğine ve emeğin üretken gücünün (belirli bir süre içinde bu gücün yaratabileceği ürün kitlesinin (kullanım-değerlerinin)
*) gelişmesine bağlıdır. Değişimin düzeyine bağlı olarak çok ya da az gelişmiş işbölümünü önvarsayan değişim-değeri, bir bireyin (toplumun) farklı tür işler yapması ve emek-zamanını farklı biçimlerde kullanması yerine, her bir bireyin emek-zamanın yalnızca gerekli özel işlevlere adanmasını önvarsayar.
Gerekli emek-zamanından sözedersek, birbirinden ayrı özel iş kolları,
gereklilik olarak ortaya çıkar. Bu karşılıklı gereklilik, değişim-değeri temeli üzerinde değişimle karşılanmıştır ve her özel nesneleşmiş emeğin, özel olarak belirlenmiş ve
[sayfa 19] maddeleşmiş her emek-zamanının, genel emek-zamanının, daha doğrusu nesneleşmiş emek-zamanının ürünü ve simgesi karşılığında, yani para karşılığında değişilmesinde, böylece de herhangi bir özel emek karşılığında yeniden değişilebilmesinde kendini gösterir. Bu gereklilik de, hem gereksinimlerin, hem de ürünlerin ve çeşitli iş becerilerinin üretilmesi dolayısıyla bizzat değişen bir gerekliliktir. Bu gereksinimlerin ve gerekli emeklerin koyduğu sınırlar içersinde çoğalmalar ve azalmalar olur. Tarihsel olarak belirlenmiş gereksinimler –üretimin doğurduğu gereksinimler, toplumsal gereksinimler–,
toplumsal üretimin ve ilişkilerin sonucu olan gereksinimler, ne kadar çok
gereklilik olarak ortaya çıkmışsa, gerçek zenginliğin gelişmişlik derecesi de o kadar yükselmiştir. Maddi olarak ele alındığında, zenginlik, yalnızca gereksinimlerin çeşitliliğinden oluşur. İplikçilik, dokumacılık gibi işleri, evdeki yan uğraş olarak yapan
kendine yeterli tarımın
yanında zanaat bile
gereklilik olarak görünmez. Ama örneğin bizzat tarım ||22| bilimsel işletmeciliğe dayanıyorsa –makineler, ticaret yoluyla kimyasal gübre, uzak ülkelerden tohum vb. sağlamak gerekiyorsa– ve aynı zamanda –varsayımda da içerildiği gibi– kırsal ataerkil manüfaktür kaybolduysa, o zaman makine yapan fabrika, dış ticaret, zanaat vb. tarım için
gereksinim olarak ortaya çıkar. Tarım için sili güherçilesi, belki de, ancak ipek ürünlerinin ihracı sayesinde sağlanabilir. O zaman ipekçilik manüfaktürü artık lüks sanayi olarak değil, tarım için gerekli bir sanayi olarak görünür. Dolayısıyla, başlıca ve özsel olarak, bu durumda, tarımın artık kendi üretim koşullarını kendi içinde, doğal olarak, kendiliğinden ve hazır halde bulmaması, ama bu koşulların bağımsız bir sanayi olarak onun dışında varolması –ve bu yabana sanayinin içinde varolduğu karmaşık bağıntılar bütününün onun dışında bulunmasıyla birlikte, tarımsal üretim koşulları alanı içine çekilmesi– nedeniyledir ki, daha önce lüks olarak görünen şey, artık gerekli olur ve lüks denilen gereksinimler, örneğin, en doğal ve en saf doğa gerekliliği içinde meydana gelmiş sanayi için bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Her sanayinin temelinden doğal zeminin çekilip alınması, ve üretim koşullarının kendi dışında genel bir bağıntı içine aktarılması –böylece, daha önce yapay olanın gerekli olana, tarihsel olarak yaratılmış bir gerekliliğe dönüşümü–, sermayenin eğilimini oluşturur. Bütün sanayilerin genel temeli, genel değişimin kendisi haline, dünya pazarı haline ve böylece bu pazarı meydana getiren etkinliklerin, ilişkilerin, gereksinimlerin vb. bütünü haline gelir.
Lüks, doğal gereksinimin karşıtıdır. Gerekli gereksinimler, kendisi doğal bir özneye indirgenmiş bireyin gereksinimleridir. Sanayinin gelişmesi, bu lüksü olduğu kadar bu doğal gerekliliği de ortadan kaldırır – doğrudur, burjuva toplumda bunu ancak karşıtlık biçiminde yapar, yalnızca lüksün karşısına özgül toplumsal standardı,
[sayfa 20] gereklilik olarak ortaya koyar.
Gereksinimler sistemi ve
emekler sistemi konusunda bu sorunlar hangi noktada ele alınabilir? Bu, incelemenin akışı içinde ortaya çıkacaktır.
Şimdi gene yolumuza dönelim. Eğer yol gerçekten yapılabiliyorsa, bu, toplumun yolun yapımı için gerekli-emek (canlı emek ve nesneleşmiş emek) zamanına sahip olduğunu kanıtlar.
* Öyleyse, değişim-değerine dayalı üretim ve işbölümü ortaya çıktığında, yol yapımı neden bireylerin özel işi olmuyor? Ve vergiler yoluyla devlet tarafından yapıldığında, böyle bir durum sözkonusu değildir.
İlkin: toplum, birleşmiş bireyler, yol yapmak için gerekli artı-zamana sahip olabilirler, ama yalnızca birleşmişlerse. Bu birleşme, her zaman, her bireyin kendi özel emeği yanında yol yapımında kullanabileceği emek-gücü bölümünün toplanmasıdır; ama bu
yalnızca toplama
değildir. Bireylerin güçlerinin birleşmesinin onların
üretken gücünü çoğalttığı doğruysa da, bu, mutlaka, sayısal olarak toplanmış bireylerin
birlikte çalışmamaları –böylece emek-güçlerinin toplamına yalnızca
birleşik, bileşik emeklerinde ve bunlar yoluyla Varolan
fazlanın eklenmemesi– durumundaki aynı emek-gücüne sahip oldukları anlamına gelmez. Mısır’da, Etrurya’da, Hindistan’da vb. kamu yapıları için halkın topluca ve zorla çalışmaya zorlanması bu yüzdendir. Sermaye de aynı birleşmeyi sağlar, ama serbest emeğin değişiminden kaynaklanan bir
başka tarzda.”
*
İkincisi, bir yandan, halk yeterince gelişmiş olabilir ve, öte yandan, makine vb. kullanımında bulduğu destek ilerlemiş olabilir, öyle ki, yalnızca emeğin maddi,
yığınsal birleşmesinden –ve eskiçağda sözkonusu olan her zaman zorla biraraya getirilen emeğin bu
yığınsal etkisidir– kaynaklanan güç gereğinden fazla olabilir, ve
göreli olarak daha az
canlı emek kitlesi gerekli olabilir.
* Devlet tarafından kullanılan ayrı bir
[sayfa 21] yol yapıcıları sınıfı oluşabilir,
* ya da kapitalistler gibi çalışmayan, ama
uşaklar gibi üstün bir formasyona sahip olan belirli bir sayıda mimarla vb. birlikte, nüfusun o an için işsiz olan kısmı bu iş için kullanılır. (Bu pek nitelikli emeğin ilişkisi vb. üzerinde ilerde durulacak.) Bu durumda işçiler ücretli işçidir, ama devlet bunları işçi olarak değil,
uşak olarak kullanır.
Kapitalistin bir iş olarak yol yapımına kendi hesabına girişmesi için
* çeşitli koşullar gereklidir ve bunların hepsi sermayeye dayalı üretim tarzının en yüksek gelişme aşamasına ulaşmış olmasıyla örtüşür.
Birincisi: büyük sermayenin kendisi, böyle bir boyutta ve devri ve gerçekleştirilmesi böyle yavaş olan işleri yüklenebilmesi için, kapitalistin elinde yoğunlaşmış büyük sermaye önkoşuldur. Dolayısıyla çoğu zaman –sermayenin yalnızca
kendinde, töz olarak değil, ama aynı zamanda
biçim olarak, toplumsal güç ve ürün olarak konulduğu sonal biçimine doğru yöneldiği biçim olan–
ortaklık sermayesi gereklidir.
İkincisi: gerekli olan onun
kâr getirmesi değil,
faiz getirmesidir (faizden daha çok kâr getirebilir, ama bu zorunlu değildir). Bu noktanın burada daha fazla incelenmesi henüz gerekli değildir.
Üçüncüsü: önvarsayım olarak, yolun rantını çıkardığı, yani yolun kullanılması için istenen fiyatın üreticiler için değişim-değeri gösterecek
değerde olduğu ya da onların bu fiyatı ödeyebilecekleri bir üretken güç sağlayacak nitelikte olduğu bir ulaşım –özellikle ticari ulaşım– hacmi gereklidir.
Dördüncüsü: gelirini hareketin bu maddesine yatırabilecek bir parça yatırılmamış servet. Ama, asıl iki önvarsayım şunlardır: 1) bu konu için uygun faizle kullanılabilecek gerekli miktarda sermaye; 2) üretken sermayeler için, sanayi sermayesi için, yolun fiyatını ödeyecek kadar gelir sağlaması gerekir. Böylece, örneğin Liverpool ile Manchester arasındaki ilk demiryolu, Liverpool’un
pamuk komisyoncuları için bir üretim gerekliliği olmuş ve Manchester imalatçıları için bu daha da büyük bir gereklilik olmuştur.
* Böylece –varlığı gereken boyutta
[sayfa 22] sağlanan– sermaye olarak sermaye, ancak yol yapımı üreticiler için, özellikle üretken sermayenin kendisi için bir gereklilik haline geldiğinde yol yapacaktır; bu, kapitalistin
kâr yapması için bir koşuldur. O zaman yol rantabl olacaktır. Ama bu durumda büyük bir ulaşım hacmi zaten önvarsayılır. Bu
iki yanlı bir önvarsayımdır: Bir yandan, sermayenin gerçekleşme süreci olarak böyle işlere girişmek için, ülkenin serveti yeterince olgunlaşmış ve sermayeye dönüşmüş olmalı; öte yandan, ulaşım hacmi yeterli olmalı ve iletişim araçları eksikliğinin oluşturduğu engel, kapitalistin yolun değerini (zaman içinde dilim dilim ve bölümler halinde) yol olarak (yani bundan yararlanma olarak) gerçekleştirebilmesine olanak sağlayacak kadar kendini duyumsatabilmeli. Yollar, kanallar vb. gibi tüm
genel üretim koşulları ister dolaşımı kolaylaştırsın ya da hatta yalnızca olanaklı kılsın, ya da ister üretken gücü artırsın (Asya’da ve hatta, hâlâ hükümetler tarafından yapıldığı Avrupa’da olduğu gibi sulama yolları vb.), topluluğu temsil eden hükümet yerine sermaye tarafından yüklenilmesi için, sermaye üzerine kurulu üretimin pek yüksek gelişmesini gerektirir.
Kamusal işlerin devletten ayrılması ve bunların sermayenin kendisi tarafından yüklenilen işler alanına geçmesi, gerçek topluluğun kendisini sermaye biçiminde hangi düzeyde yapılandırdığını gösterir. Bir ülke, örneğin Birleşik Devletler, demiryollarına üretkenlik açısından gereksinim duyabilir; bununla birlikte üretim açısından ondan kaynaklanan doğrudan ||24| yarar, yatırımın
batık sermayeden başka bir şey olarak görülemeyeceği kadar küçük olabilir. Daha sonra, bunu, sermaye, devletin sırtına yükler; ya da devletin, geleneksel olarak sermaye karşısındaki üstün konumunu hâlâ sürdürdüğü yerde, kapitalistler topluluğunu, aynı zamanda üretimin
genel koşulları olarak, ve dolayısıyla şu ya da bu kapitalist için
özel koşullar olarak değil, görünen genel yararı olan bu tür işlere, sermayelerinin değil, gelirlerinin bir kısmını ayırmaya zorlayacak otorite ve istence hâlâ sahip olduğu yerde – ve
hisse senetli ortaklık biçimini almadığı sürece, sermaye, her zaman yalnızca gerçekleşmesinin
özel koşullarını arar, ve
komünal koşulların yükünü ülkenin gereksinimleri olarak bütün ülkenin üstüne yıkar. Sermaye, ancak
yararlı, kendi açısından yararlı olan girişimlere girişir. Bununla birlikte, yanlış spekülasyon yaptığı da olur ve ilerde göreceğimiz gibi, böyle yapması zorunludur. O zaman verimli olmayan
yatırımlara girişir ve bu yatırımlar, ancak, belirli bir derecede
değerden düşer düşmez verimli hale gelir. İlk
yatırımın battığı ve kaybolduğu, ilk girişimcilerin iflas ettiği – ve ancak yatırılmış sermayenin
değerden düşmesiyle küçülerek bir ya da iki el değiştirdikten sonra değerlendikleri yerdeki birçok girişimin
[sayfa 23] ortaya çıkmasının nedeni budur. Ayrıca, devletin kendisi, ve onunla bağlantılı her şey, bu gelirden kesintilere, denebilir ki yalıtık birey için
tüketim giderlerine, toplum için üretim maliyetlerine girer. Bir yol, üretken güçleri öyle çoğaltabilir ki, bu yeni bir ulaşım yaratabilir ve bu da yolun kâr sağlamasına yol açabilir. Sermaye açısından üretken olmaksızın, yani içerdikleri
artı-emeğin dolaşım yoluyla, değişim yoluyla,
artı-değer olarak gerçekleşmesi olmaksızın, gerekli olabilen işler ve giderler bulunabilir. Bir işçi, örneğin yıl boyunca bir yolda günde 12 saat çalışırsa ve genel olarak gerekli-emek-zamanı ortalama 6 saat ise, 6 saatlik bir artı-zaman çalışmış olur. Ancak yol 12 saat üzerinden değil de, belki yalnız 6 saat üzerinden satılabilirse, bu yol yapımı sermaye için bir girişim değildir, ve yollar yapmak onun için üretken bir emek değildir. Sermaye, yolu yalnızca gerekli-emeği değil artı-emeği de gerçekleştirerek, ya da kârların –artı-değerlerin– genel fonundan, sanki o artı-değer yaratmış gibi, yeterli büyüklükte bir pay elde ederek satabilmek (satışın zamanı ve tarzı burada bizi ilgilendirmiyor) zorundadır.
Bu ilişki ilerde kâr ve gerekli-emek ile bağlantılı olarak incelenecek. Sermaye, en yüksek gelişmesine, toplumsal üretim sürecinin genel koşulları,
toplumsal gelirden yapılan kesintiden, devletin vergilerinden değil –burada, emek fonu olarak ortaya çıkan sermaye değil gelirdir ve işçi, ötekiler gibi özgür ücretli işçi olmakla birlikte, ekonomik bakımdan başka bir ilişki içinde bulunur–
sermaye olarak sermayeden ödendiği zaman ulaşır. Bu, bir yandan, sermayenin toplumsal üretimin bütün koşullarını ne ölçüde kendine tabi kıldığını ve dolayısıyla öte yandan da, toplumsal yeniden-üretken servetin ne ölçüde
sermayeleştiğini ve bütün gereksinimlerin değişim biçimi altında ne ölçüde karşılandığını gösterir; aynı zamanda, bireyin
toplumsal bakımdan ortaya çıkmış gereksinimlerinin, yani toplumda yalıtık bir birey olarak değil, ama ötekilerle ortaklaşa olarak tükettiğinin ve gereksindiğinin –bunların tüketim tarzı, şeylerin doğası gereği toplumsal bir tarzdır–, değişim yoluyla, bireysel değişim yoluyla, ne ölçüde yalnızca tüketilmeyip üretildiğini de gösterir. Yukarda belirtilen yol konusunda, yol yapımı öyle avantajlı olmalıdır ki, belirli bir emek-zamanının yola dönüşmesi, emekçinin emek-gücünü, sanki onu ekili alanlara dönüştürmüş gibi, aynı ölçüde, yeniden-üretmelidir. Değer, biçimi ne olursa olsun, nesneleşmiş emek-zamanıyla belirlenir. Ama şimdi, bu
değerin gerçekleştirilebilir olup olmadığı, içinde gerçekleştiği kullanım-değerine bağlıdır. Burada koşul, yolun, komün için bir gereksinim olmasıdır, dolayısıyla kullanım-değeri önvarsayılır. Öte yandan, sermayenin yolun yapımına girişmesi için koşul, yalnızca
gerekli emek-zamanının değil, ama işçinin harcadığı
artı-emek-zamanının da –ve dolayısıyla sermayenin kârının da– ödenebilmesidir. (Kapitalist, koruyucu gümrük tarifeleri, tekel,
[sayfa 24] devlet zorlaması sayesinde bu ödemeyi sık sık dayatır; oysa serbest değişim koşulları altındaki değişime katılan bireyler
en çok gerekli-emeği öderler.) Çok olasıdır ki, bir artı-emek-zamanı vardır ve ödenmemiştir (üstelik bu, herhangi bir kapitalist için geçerli olabilir).
Sermaye düzeninde (tıpkı her türden kölelik, sertlik, ya da angarya durumunda olduğu gibi)
işçinin mutlak emek-zamanı, onun önüne, gerekli-emek-zamanını çalışabilmesinin, yani emek-gücünün korunması için gerekli olan emek-zamanının kendisi için kullanım-değerleri olarak gerçekleştirebilmesinin koşulu olarak konur. Rekabetin yol açtığı sonuç, işin her türünde, işçinin zamanının tümünü –yani artı-emek-zamanını da– çalışmak zorunda kalmasıdır. Ama bu artı-emek-zamanının, üründe içerilmiş olduğu halde, değişilebilir olmadığı durumlar olabilir. İşçinin kendisi için –öteki ücretli işçilerle karşılaştırıldığında– bu, artı-emektir. Kullanan için bu, onun için bir kullanım-değerine sahip olmakla birlikte, örneğin aşçısı, değişim-değeri olmayan bir emektir, bunun sonucu olarak
gerekli-emek-zamanı ile
artı-emek-zamanı arasında hiçbir ayrım ||25| olmaz. Emek, üretken olmadan da gerekli olabilir. Üretimin bütün
genel, kolektif koşulları –oluşumları sermaye olarak sermaye tarafından ve onun koşulları altında henüz tamamlanamadığı sürece– ülkenin gelirinin bir kısmından –hazineden– karşılanır, ve işçiler sermayenin üretken gücünü artırdıkları halde, üretken işçiler olarak ortaya çıkmazlar.
Bu konudan uzaklaşmamızın başka bir sonucu da, iletişim araçlarının, dolaşımın fiziksel koşullarının üretiminin,
sabit sermayenin üretimi kategorisine girmesi, dolayısıyla özel bir
durum oluşturmamasıdır. Bu arada bizim için, şu aşamada kesin çizgileriyle henüz tanımlayamayacağımız ek bir perspektif açılıyor:
sermayenin, –
özel sermayenin ve onun
özel üretim sürecinin koşullarıyla olan ilişkisinden farklı olarak–
toplumsal üretimin kolektif, genel koşullarıyla özgül ilişkisi.
Pazara taşıma (dolaşımın alansal koşulu) üretim sürecine girer. Dolaşımın
zaman öğesi, kredi. – Sermaye, döner sermayedir. – Para dolaşımı salt
görüntüdür. – Sismondi. Cherbuliez. (Sermaye. Sermayenin çeşitli bileşenleri.)
Dolaşım alan içinde ve zaman içinde yer alır. Ekonomik açıdan alansal koşul, ürünün pazara taşınması, bizzat üretim sürecinin bir kısmını oluşturur. Ürün, ancak pazara getirildiğinde gerçekten tamamlanmış demektir. Onun buraya taşınması, hâlâ yapım giderlerine aittir. Bu hareket, özel bir değer süreci olarak dikkate alman dolaşımın gerekli bir öğesini oluşturmaz, çünkü bir ürün üretildiği yerde satın alınabilir ve hatta tüketilebilir. Ama bu alan öğesi, pazarın genişlemesinin ve ürünün değişilebilirliğinin onunla bağlantılı olması ölçüsünde önemlidir.
[sayfa 25] Bu
gerçek dolaşımın (alan içinde) giderlerinin azaltılması, üretken güçlerin sermaye tarafından geliştirilmesine, onun değerlenme maliyetinin düşmesine girer. Ama, bazı yönlerden, dolaşımın ekonomik süreci için varoluşun dış koşulu olarak, bu öğe, dolaşımın
üretim giderleri arasında da hesap edilebilir, öyle ki, bu öğe açısından, dolaşımın kendisi, yalnızca genel olarak üretim sürecinin bir öğesi olarak değil, aynı zamanda, doğrudan üretim sürecinin bir öğesi olarak da ortaya çıkar. Her durumda, burada, bu öğenin, üretken güçlerin gelişmesinin ve sermayeye dayalı üretimin bütününün genel düzeyi tarafından belirlendiği görülür. Bu alansal öğe –bizzat üretim yerinin pazar olması durumu dışında, ürünün dolaşımının zorunlu bir koşulu olarak, pazara getirilmesi–, ürünün
metaya dönüşümü olarak daha yakından incelenebilir. Ürün, ancak pazarda
metadır. (Bunun özel bir öğe oluşturması
ya da oluşturmaması tamamen raslansaldır. Sermaye sipariş üzerine iş yapıyorsa, onun için bu öğe yoktur, özel öğe olarak paraya dönüşüm de olmaz.
Sipariş üzerine iş, yani önceden gelen talebe uygun düşen arz,
genel ya da başlıca durum olarak büyük sanayinin ayırdedici niteliği değildir ve hiçbir biçimde sermayenin doğasından kaynaklanan bir koşul değildir.)
İkincisi, zaman öğesi. Bu, dolaşım kavramının özsel bir parçasıdır. Metanın paraya dönüşüm eyleminin sözleşmeyle saptandığını varsayarsak, bu da zaman gerektirir – hesaplama, tartma, ölçme. Bu zamanın kısaltılması da, üretken gücü geliştirir. Ancak bu, hâlâ, yalnızca, para durumundan meta durumuna geçişin
dış koşulu olarak düşünülen zamandır; geçişin kendisi önceden varsayılmıştır; sözkonusu olan,
bu önceden varsayılan eylem sırasında geçen zamandır. Bu,
dolaşım giderlerine girer. Bir öteki de, metanın paraya dönüşmesinden önce geçen, ya da onun
meta olarak kaldığı, gerçek değer değil, yalnız potansiyel değer olarak kaldığı zamandır. Bu, salt kayıp zamandır.
Bu söylenenlerden anlaşıldığı üzere, dolaşım, sermayenin özsel bir süreci olarak ortaya çıkar. Üretim süreci, metanın paraya dönüşmesinden önce yeniden başlayamaz. Sürecin
sürekli sürerliği, değerin engelsiz ve akıcı olarak bir biçimden ötekine geçişi, ya da sürecin bir aşamasından ötekine geçişi, sermaye üzerine kurulu üretimin, daha önceki bütün üretim biçimlerinde olduğundan çok daha yüksek bir düzeyde, temel bir koşulu olarak kendini gösterir. Öte yandan, bu sürekliliğin gerekliliği verili ise de, aşamaları zamanda ve alanda ayrıdır, ve özel, birbirleriyle ilgisiz özel süreçler olarak ortaya çıkar. Böylece sermaye üzerine kurulu üretim için, onun özsel koşulunun, yani bir bütün olarak onun sürecini oluşturan farklı süreçlerin sürekliliğinin sağlanıp sağlanmaması raslantı olarak ortaya çıkar.
Kredi, bu raslansallığın sermayenin kendisi tarafından ortadan kaldırılmasıdır. (Kredinin başka
[sayfa 26] yanları da vardır; ama bu yanı, üretim sürecinin doğrudan doğasının sonucudur ve dolayısıyla kredinin gerekliliğinin temelidir.) Bunun içindir ki, herhangi bir gelişmiş biçimiyle kredi, daha önceki hiçbir üretim tarzında ortaya çıkmaz. Daha önceki durumlarda da, borç alma ve verme vardı, ve hatta tefecilik sermayenin çok eski biçimlerinin en eskisidir. Ancak, çalışma,
sanayi emeğini ya da
özgür ücretli emeği ne kadar oluşturursa, borç almak ve vermek de krediyi o kadar oluşturur. Özsel ve gelişmiş üretim ilişkisi olarak kredi,
tarihsel olarak da yalnızca sermayeye ya da ücretli emeğe dayanan dolaşımda ortaya çıkar. (Bizzat para, çeşitli üretim dallarında gereken zamanın eşitsizliğini, bu eşitsizlik değişime karşıt ||26| olduğu ölçüde, gidermeye yazgılı bir biçimdir.)
Tefeciliğin kendisi,
burjuvalaşmış biçiminde,
sermayeye uyarlanmış biçimde, bir kredi biçimi olmakla birlikte, burjuva-öncesi biçiminde daha çok
kredi yokluğunu açıklar.
(Paranın nesnel üretim öğelerine ya da koşullarına yeniden dönüşümü, bu koşulların
bulunmasını önvarsayar. Bu dönüşüm, üreticinin karşısına, (
emek pazarının yanısıra), doğrudan, bireysel, sonal tüketim için pazarlardan özsel olarak farklı olan –tüccarın elindeki– meta pazarları olarak çıkan çeşitli
pazarlar oluşturur.
Para, dolaşımda metaya dönüşüyordu, ve P–M değişiminde, tüketim, süreci sona erdiriyordu; ya da meta, para karşılığında değişiliyordu – ve M–P değişiminde para, ya meta karşılığında yeniden değişilmek için kayboluyordu ve süreç burada gene tüketimde sona eriyordu, ya da para dolaşımdan çekiliyor ve ölü bir hazineye ve yalnızca sembolik bir servete dönüşüyordu. Süreç hiçbir zaman kendi kendine ateş almıyor, para dolaşımının koşulları onun dışında bulunuyordu ve sürekli olarak dışardan bir dürtü alması gerekiyordu. Her iki öğe değişiklikleri ölçüde, dolaşımın içinde biçim değişimi yalnızca biçimseldi. Ama dolaşım bir içerik kazanınca, ekonomik sürecin dışına çıkıyordu; içerik sürecin bir kısmını oluşturmuyordu. Ne meta para olarak kalıyor, ne de para meta olarak; her biri ya biri, ya öteki oluyordu. Değer olarak değer, kendi değişim sürecini, biçim değişmesini aşarak dolaşımda ve dolaşım boyunca kendini korumuyordu; ne de
değişim-değerinin kendisi (sermayenin üretimi sürecinde olduğu gibi)
değişim-değeri tarafından üretiliyordu. Sermayede, metanın tüketimi, sonal değildir; üretim sürecinin parçasını oluşturur; üretimin, yani
değer koyan sürecin bir öğesi olarak ortaya çıkar.
Ama şimdi sermaye, kimi kez para, kimi kez meta olarak, kimi kez değişim-değeri, kimi kez kullanım-değeri olarak ortaya çıktığı biçim değiştirme öğelerinin her birinde, yalnızca biçimsel olarak korunarak değil, ama
kendini değer olarak gerçekleştirerek, kendisiyle değer olarak bağlantılı değer olarak konulur. Bir öğeden ötekine geçiş, özel bir süreç
[sayfa 27] olarak ortaya çıkar, ama bu süreçlerin her biri ötekine geçiştir. Sermaye, böylece, her öğesinde sermaye olan süreçte değer [
prozessierender Wert] olarak konur. Böylece
Döner Sermaye olarak konulur; her öğesinde sermayedir ve bir belirlenimden ötekine dolanım gerçekleştirir. Dönüş noktası aynı zamanda çıkış noktasıdır ve
vice versa – yani
kapitalisttir. Her sermaye, başlangıçta
döner sermayedir,
dolaşım üreticisi olduğu kadar dolaşımın ürünüdür, böylece kendi yolunu kendisi çizer. Para dolaşımı –şimdiki durumundan bakıldığında-– şimdi de yalnızca sermaye dolaşımının bir öğesi olarak belirir, ve bağımsızlığı salt görünüştedir. Her anlamda sermayenin dolaşımı tarafından belirlenmiş olarak ortaya çıkar; bu noktaya yeniden döneceğiz. Sermayenin hareketi yaranda bağımsız bir hareket oluşturduğu ölçüde, bu bağımsızlık yalnızca Sermayenin dolaşımının
sürekliliğiyiz ortaya çıkmıştır, öyle ki, bu öğe sabit tutulabilir ve kendi başına dikkate alınabilir.
<”Sermaye, gözden kaybolmaktan başka bir şey olmayan, sürekli
çoğalan bir
değerdir. Bu
değer, onu yaratmış olan metadan ayrılır; her zaman,
metafizik ve
tözsel bir
nitelik gibi,” (
örneğin) “kendisi için çeşitli kılıklara girdiği aynı
çiftçinin sahipliğinde kalır”. (Sism. VI.
) “Emeğin sermayeyle değişiminde, işçi,
yaşamak için geçim nesnesi ister; kapitalist,
kazanmak için emeği ister.” (Sism.
l.c.
)
“Atelye şefi, işbölümüyle sağlanmış olan
üretken güçlerin her
artışından kazanç sağlar, kâr elde eder.” (
l.c.
) “Emeğin satışı = emeğin bütün meyvelerinden feragat etme.” (
Cherbuliez, bölüm XXVIII.
) “Sermayeyi oluşturan üç kısım orantılı bir biçimde büyümez” (yani
hammadde, alet, approvisionnement*), “ve toplumun farklı aşamalarında aynı oranda devam etmezler.
Approvisionnement, üretimin hızı ne kadar yüksek olursa olsun ve, dolayısıyla,
ürünlerin niceliği ne kadar büyürse büyüsün belli süre aynı kalır. Böylece
üretken sermayenin artması, zorunlu olarak, emek fiyatının oluşmasını belirleyen
gerecin artışını gerektirmez; üretken sermayenin artışına gerecin azalması eşlik edebilir.” (
l.c.
)>
[sayfa 28]
Dolaşımın değer belirlenimi üzerindeki etkisi. – Dolaşım zamanı =
değerlenmeme zamanı. – Kapitalist üretim tarzının daha önceki tüm
tarzlardan farkı (evrensellik vb.). Sermayenin propagandacı doğası. –
Dolaşımın kısalması (kredi). – Storch. – Kapitalistin verdiği öndelik, emektir.
(Malthus.) – Kapitalist üretimin sınırları. (Thompson.)
<Üretimin yeniden yenilenmesi tamamlanmış ürünlerin satışına bağlı olduğu ölçüde; metanın paraya dönüşmesi ve paranın üretim koşullarına –hammadde, alet, ücret– yeniden dönüşmesi; sermayenin, bu belirlenimlerin birinden ötekine geçmek için izlediği yol dolaşım bölümlerini oluşturduğu ve bu bölümler belirli zaman sürelerinde (alansal uzaklık bile zamana indirgenir; örneğin pazarın alansal uzaklığı değil, ona erişme hızı –zamanın niceliği– önemlidir) izlendiği ölçüde; belirli bir zaman içinde ne kadar ürün üretilebileceği, belirli bir zaman içinde, sermayenin ne sıklıkta değerlenebileceği, değerini
yeniden-üretebileceği ve
çoğaltabileceği, dolaşımın hızına, tamamlanması için gereken
zamana bağlıdır. Öyleyse burada, değer-belirlenimine, gerçekte, emeğin sermaye ile doğrudan ilişkisinden gelmeyen bir öğe ||27|
giriyor. Aynı sermayenin belirli bir zaman içinde üretim sürecini (yeni değerin yaratılmasını) yineleyebilme sıklığı, açıktır ki, doğrudan üretim sürecinin kendisi tarafından konmuş bir koşul değildir. Dolayısıyla, dolaşımın kendisi, yalnızca emekte bulunduğu için bir
değer-belirlenim öğesi üretmezse de, üretim sürecinin yinelenmesi hızını ve değerlerin yaratılması hızını –ve dolayısıyla değerleri değilse bile, en azından belirli bir noktaya kadar, değerler kitlesini– dolaşımın hızı belirler. Bu demektir ki, üretim süreci tarafından ortaya konan değerler ve artı-değerler, belirli bir zaman içinde üretim sürecinin yinelenme sayısı kadar artmış olurlar. Sermayenin dolaşım hızından sözederken, bir aşamadan ötekine geçişi, üretim sürecinden ve dolaşımın kendisinden kaynaklanan (bunalımlar, aşırı-üretim vb.) engellerin değil, yalnızca
dışsal engellerin tıkadığını varsayıyoruz. Böylece üretimde gerçekleşen emek-zamanından ayrı olarak değer yaratımının –bizzat üretken emek-zamanının–, öğesi olarak sermayenin
dolaşım zamanı işin içine giriyor. Emek-zamanı değer koyan etkinlik olarak ortaya çıkarken, sermayenin dolaşım zamanı da
değerlenmeme zamanı olarak ortaya çıkar. Fark açıkça şurada kendini gösterir: Sermayenin kumanda ettiği emek-zamanının toplamı en yüksek noktaya, diyelim ki sonsuza, ?, çıkarılırsa, öyle ki gerekli emek-zamanı bu ?’un sonsuz küçüklükte bir parçasını ve artı-emek-zamanı da sonsuz büyüklükte bir parçasını oluşturur, o zaman bu, sermayenin en yüksek değerlenme noktası olur, ve sermayenin eğilimi de buraya erişmek yönündedir. Öte yandan,
sermayenin dolaşım zamanı sıfıra eşit olsaydı, dönüşümünün çeşitli aşamaları, gerçeklikte zihinde olduğu kadar hızla izlenseydi, o zaman
[sayfa 29] üretim sürecinin yinelenebilmesinin, yani belirli bir zaman diliminde sermayenin değerlenme süreçlerinin sayısının, en yüksek olmasına benzer bir durum olurdu. Üretim sürecinin yinelenmesi, yalnızca, kendi süresinin zamanıyla, hammaddenin ürüne dönüşmesi sırasında geçen zamanla sınırlanırdı. Dolayısıyla,
dolaşım zamanı, değer-yaratan pozitif bir öğe değildir; sıfıra eşit olsaydı, o zaman değer yaratımı en yüksek noktada olurdu. Ya artı-emek-zamanı ya da gerekli-emek-zamanı sıfıra eşit olursa, yani gerekli emek-zamanı bütün zamanı soğurursa, ya da üretim hiçbir emek
olmadan oluşursa, ne değer vardır, ne sermaye, ne de değer-yaratımı. Dolayısıyla
dolaşım zamanı, yalnızca, emek-zamanının gerçekleştirilmesinin
doğal engeli olarak ortaya çıktığı ölçüde, değeri belirler. Bu, öyleyse,
gerçekte artı-emek-zamanında bir azalma, yani
gerekli emek-zamanının artmasıdır. Kuşkusuz, dolaşım süreci ister yavaş ister hızlı ilerlesin, gerekli emek-zamanının ödenmesi zorunludur. Örneğin, diyelim ürünler aşağı yukarı yalnız bir
mevsim için satılabilir nitelikte olduğundan yılın bir kısmında istihdam edilebilen, özgül işçiler gerektiren işlerde işçilere bütün bir yıl için ödeme yapılması gerekir, yani artı-emek-zamanı, belirli bir zaman diliminde istihdam olanaklarında düşüşle aynı oranda azalır, ama gene de,
şu ya da bu biçimde ödeme yapılması gerekir. (Örneğin, 4 aylık ücretlerinin tüm bir yılı geçirmelerine yetmesi biçiminde.) Sermaye onları 12 ay kullanabilseydi, daha fazla ücret ödemez, o kadar artı-emek kazanırdı.
Dolaşım zamanı, böylece emeğin verimliliğinin sınırı olarak ortaya çıkar = gerekli-emek-zamanının artması = artı-emek-zamanının azalması = artı-değerin azalması = engelleme, sermayenin kendi kendini gerçekleştirmesi sürecinin sınırı. Öyleyse sermaye bir yandan ulaşımın, yani değişimin her türlü alansal sınırım yıkmak, tüm dünyayı pazarı olarak fethetmek için çaba göstermek zorundayken, öte yandan da alanı zamanla yok etmek, yani bir yerden ötekine ulaşıma harcanan zamanı en az düzeye indirmek çabası gösterir. Sermaye ne kadar gelişmişse –ve dolayısıyla üzerinde dolaştığı, dolaşımın alansal yolunu oluşturan pazar ne kadar yaygınsa–, eşanlı olarak pazarın daha geniş bir alana yayılması ve alanın zamanla daha çok ortadan kaldırılması yolunda o kadar çok çaba gösterir. (Emek-zamanı bireysel işçinin emek-günü olarak değil de, belirsiz sayıda işçinin belirsiz emek-günü olarak dikkate alınırsa, burada
bütün nüfus ilişkileri işe karışır; bunun içindir ki, nüfusla ilgili temel öğretiler de, kâr, fiyat, kredi vb. gibi bu ilk sermaye bölümünde içerilmiştir.) Sermayenin, onu bütün önceki üretim aşamalarından ayıran evrensel eğilimi, burada ortaya çıkıyor. Kendi doğasıyla sınırlanmış olmasına karşın, üretici güçlerin evrensel gelişmesi yolunda çaba gösterir, ve böylece yeni bir üretim tarzının koşulu olur, bu yeni üretim tarzı, belli bir durumu yeniden üretmek ve
[sayfa 30] ya da, en fazlası genişletmek için üretici güçlerin gelişmesine dayanmaz, ama üretici güçlerin bizzat serbest, engelsiz, ilerici ve evrensel gelişmesi, toplumun ve dolayısıyla onun yeniden-üretiminin koşuludur; çıkış noktasını aşmak tek koşuldur. Sermayeye içkin olan, ama aynı zamanda, sermaye sınırlı bir üretim biçimi olduğundan onunla çelişen ve bu yüzden onu çözülüşe sürükleyen bu eğilim, sermayeyi daha önceki bütün üretim tarzlarından ayırır ve aynı zamanda sermayenin salt geçiş noktası olarak konması konumunu içerir. Bütün eski toplum biçimleri, ||28| servetin –ya da bununla aynı şey demek olan toplumsal üretici güçlerin– gelişmesi sonucu yok olmuşlardır. Bunun içindir ki, Antikitenin bilinçli düşünürleri, topluluğun çözülmesine doğrudan servetin yolaçtığını açığa çıkarmışlardı. Feodal düzeni ise, kent sanayisi, ticaret, modern tarım (hatta barut, baskı makinesi gibi bazı buluşlar) öldürmüştür. Servetin gelişmesiyle, –ve dolayısıyla da yeni güçlerle ve bireyler arasında artan ulaşım ile– topluluğun dayandığı ekonomik koşullar çözülmüştü, ve bunun yanısıra topluluğun çeşitli bileşenlerinin bu koşullara koşut oluşan siyasal ilişkileri de: bu topluluğun düşüncelleşmiş biçimde göründüğü din (ve her ikisi [din ve siyasal ilişkiler] ise, her üretken gücün kendini dönüştürdüğü doğayla belirli bir ilişki üzerinde duruyordu); bireylerin karakteri, anlayışları vb..
Tek başına bilimin gelişmesi –yani servetin en sağlam biçimi, onun hem ürünü ve hem de üreticisi– bu toplumların dağılması için yeterli olmuştu. Ama
bilimin gelişmesi, bu düşüncel ve aynı zamanda pratik zenginleşme,
insan üretken güçlerinin, yani servetin gelişmesinin ortaya çıktığı bir biçimdir, yalnızca bir yanıdır.
Düşüncel bakımdan, belirli bir bilinç biçiminin dağılması, bütün bir çağı öldürmeye yetiyordu.
Gerçeklik bakımından bilincin bu sınırı,
maddi üretken güçlerin ve dolayısıyla servetin
gelişmesinin belirli bir derecesine uygun düşer. Aslında yalnızca, eski temel üzerinde bir gelişme olmuyordu, aynı zamanda
temelin kendisi de gelişiyordu. Bu
temelin kendisinin en yüksek gelişme noktası (kendini dönüştürdüğü çiçek; ama o her zaman
bu temeldir,
bu çiçek olarak bitkidir; dolayısıyla çiçekleştikten sonra ve çiçekleşmenin sonucu olarak solar), bu temelin kendisinin,
üretken güçlerin en yüksek gelişmesiyle, dolayısıyla da bireylerin en zengin gelişmesiyle bağdaşabilen bir biçimi alıncaya dek işlendiği, geliştirildiği noktadır. Bu
noktaya erişilir erişilmez, gelişmenin seyri sona ermiş olarak görünür ve yeni gelişme yeni bir temelden başlar. Daha önce gördük ki, üretim koşulları üzerindeki mülkiyet, topluluğun, –dolayısıyla böyle bir topluluğu oluşturmak için gerekli nitelikleriyle, sınırlı nitelikleriyle ve üretken güçlerinin sınırlı gelişmesiyle, bireyin de– sınırlı, belirli bir biçimi ile özdeş konmuştu. Bu önvarsayımın kendisi de, üretken güçlerin gelişmesinin, servetin olduğu kadar onu yaratma tarzının
[sayfa 31] sınırlı bir tarihsel aşamasının sonucuydu. Topluluğun, bireyin amacı –ve aynı zamanda üretimin koşulu–,
bu özgül üretim koşullarının ve bu koşulların canlı taşıyıcıları olarak bireylerin –hem yalıtık olarak hem de toplumsal özellikleri ve ilişkileri içinde–
yeniden-üretimidir. Sermaye,
servetin üretimim ve dolayısıyla da üretken güçlerin evrensel gelişmesini, varolan önkoşullarının sürekli altüst edilmesini, kendi yeniden-üretiminin önkoşulu olarak koyar. Değer hiçbir kullanım-değerini dışlamaz; dolayısıyla tüketimin vb., ulaştırmanın vb. hiçbir özel türünü, mutlak koşul olarak içermez; gene onun için, toplumsal üretken güçlerin, ulaştırmanın, bilginin vb. gelişmesinin her düzeyi, yalnızca, aşmaya çalıştığı sınırlar olarak görünür. Onun kendi koşulu –değer–, üretim üzerinde dolaşan daha ileri bir koşul olarak değil, ürün olarak konmuştur.
Sermayenin sının, bütün bu gelişmenin çelişkili bir biçimde ilerlemesindedir, ve üretken güçlerin, genel servetin vb., bilginin vb., çalışan bireyin kendine
yabancılaşması –kendisinden ortaya çıkan koşullara
kendi koşulları olarak değil, ama
ötekinin serveti ve kendisinin yoksulluğu olarak ilişkisi– biçiminde ortaya çıkan ilişki-sindedir. Ama bu çelişkili biçimin kendisi de kaybolan bir biçimdir ve kendi ortadan kaldırılışının gerçek koşullarını üretir. Sonuç şudur: Eğilim olarak ve
dunamei*, üretken güçlerin genel gelişmesinin –genel olarak servetin gelişmesinin– temel oluşu, aynı biçimde ulaşımın evrenselliğinin, dolayısıyla dünya pazarının temel oluşu. Bireyin evrensel gelişmesinin olanağını oluşturan temel, ve bireylerin bu temel üzerinde, onun koyduğu
engeli –
kutsal sınır olarak değil, engel olarak tanınan engeli– sürekli aşarak gerçek gelişmesi. Bireyin düşünülmüş ya da imgelenmiş evrenselliği değil, ama onun gerçek ve düşüncel ilişkilerinin evrenselliği. Bundan dolayı da kendi tarihini, bir
süreç olarak kavrayışı, ve doğayı (aynı zamanda onun üstünde pratik bir güç olarak) kendi gerçek bedeni olarak tanıyışı. Gelişme sürecinin kendisi, bunun koşulu olarak konmuş ve bilinmiştir. Ama bunun için hepsinden önce, belirli
üretim koşullarının, üretken güçlerin gelişmesi için sınır olarak konmuş olması değil, üretken güçlerin tam gelişmesinin
üretim koşulu durumuna gelmiş olması gereklidir. –
Sermayenin
dolaşım zamanına yeniden dönersek, bunun kısal-tılması (ürünü pazara getirmek için gerekli olan iletişim ve taşıma araçlarının gelişmesi dışında), kısmen sürekli bir pazarın ve dolayısıyla sürekli genişleyen bir pazarın
yaratılması; kısmen de
ekonomik ilişkilerin gelişmesi, ||29| dolaşım zamanını
yapay olarak kısaltan sermaye biçimlerinin gelişmesi [demektir]. (
Kredinin bütün biçimleri.) <Burada ayrıca belirtilebilir ki, yalnızca sermaye, sermayenin üretim koşullarına sahip
[sayfa 32] olduğu, bunları karşıladığı ve gerçekleştirme çabası gösterdiği için, dolaşımın önkoşulu olan, üretken merkezlerini oluşturan bütün noktalarda sermayenin genel eğilimi, bu noktaları özümsemek, yani sermayeleştirme üretimine ya da sermaye üretimine dönüştürmektir. Bu propagandacı (uygarlaştırıcı) eğilim –daha önceki üretim koşullarından farklı olarak– ancak sermayeye özgüdür.) Dolaşımın, üretimin içkin, egemen koşulunu oluşturmadığı yerde, üretim tarzları, doğal olarak sermayenin özgül dolaşım gereksinimlerini [karşılamaz] ve dolayısıyla da ekonomik biçimleri, aynı zamanda bunlara koşut olan gerçek üretken güçleri hazırlamaz. – Başlangıçta, sermaye üzerine kurulu üretim, dolaşımdan çıkıyordu; şimdi görüyoruz ki, üretim dolaşımı kendi koşulu olarak koyuyor ve aynı zamanda üretim süreci içinde doğrudan dolaşım sürecinin uğrağı olarak, dolaşım sürecini de bütünlüğü içinde üretim sürecinin bir aşaması olarak koyuyor. – Farklı sermayelerin farklı dolaşım zamanlan olduğuna göre (örneğin birinin pazarı daha uzak, ötekinin pazarı daha yakındır; biri için paraya dönüşme güvencelidir, öteki için risklidir; birinin
sabit sermayesi daha çok, ötekinin
döner sermayesi daha çoktur), bu, onlar arasında değerlenme farklılıkları yaratır. Ama bu, yalnızca ikincil değerlenme sürecinde ortaya çıkar. Dolaşım zamanı, kendi niteliği gereği, değerlenmeye
engeldir (
gerekli emek-zamanı da kuşkusuz bir engeldir; ama, bu olmadan, değer ve sermaye ortadan kaybolacağına göre, aynı zamanda oluşturan bir öğedir); artı-emek-zamanından bir indirim, ya da
artı-emek-zamanına oranla
gerekli-emek-zamanında bir artıştır. Nasıl canlı emek
değer yaratıcı ise, sermayenin dolaşımı da
değer gerçekleştiricidir. Dolaşım zamanı, yalnızca bu değer gerçekleştirmenin bir engelidir ve bu ölçüde de değer yaratmanın engelidir; genel olarak üretimden kaynaklanan bir engel değil, sermaye üretimine özgü bir engeldir, ve dolayısıyla kaldırılması –ya da kendisine karşı savaşım– da, sermayenin özgül ekonomik gelişmesine bağlıdır ve kredi vb. olarak biçimlerinin gelişmesine itki verir.> <Sermayenin kendi çelişkisi şudur ki,
gerekli emek-zamanını sürekli ortadan kaldırmaya {ve bu aynı zamanda işçinin bir asgariye, yani salt canlı emek-gücü olarak varoluşuna indirgenmesidir) çalışırken,
artı-emek-zamanı ancak gerekli-emek-zamanına karşıt olarak varolur, öyle ki sermaye, gerekli-emek-zamanını, yeniden-üretiminin ve gerçekleşmesinin
zorunlu koşulu olarak koyar. Maddi üretken güçlerinin belirli bir gelişmesi –aynı zamanda işçi sınıfının güçlerinin gelişmesi demektir– belirli bir aşamada
sermayenin kendisini ortadan kaldırır.>
<”
Girişimci, ancak tamamlanmış ürünü sattıktan, fiyatı yeni
maddeler ve yeni
ücretler satınalmak için kullandıktan sonra üretime yeniden başlayabilir: dolayısıyla, dolaşım, bu iki etkenin işletilmesi için ne
[sayfa 33] kadar hızlı olursa, girişimci üretimine yemden başlamaya o kadar çok hazırdır, sermaye belirli bir zaman içinde o kadar çok ürün sağlar.” (
Storch, 34.
)> <”
Kapitalistin kendine özgü öndelikleri, bezden vb. değil, emekten oluşur.” (Malthus, IX, 26.
)> <”
Topluluğun genel sermayesinin çalışan işçilerin ellerinden başka ellerde birikmesi, zamanın ve koşulların sermaye sahiplerine sağladığı sermayenin olağan ödülünün dışında, tüm sanayinin ilerlemesini zorunlu olarak geciktirir.
...
Daha önceki sistemlerde, üretim gücü, reel birikimlere ve varolan bölüşüm tarzlarının sürüp gitmesine tabi olarak ve bu çerçevede ele alınıyordu. Reel birikim ve bölüşüm, üretme gücüne tabidir.” (
Thompson, 3
.)>
Dolaşım ve değer-yaratımı. (Dolaşım koşulları içinde farklı sermayeler
arasında eşitlenme.) Sermaye bir değer-yaratım kaynağı değildir. –
Dolaşım giderleri. – Üretimin sürekliliği dolaşım zamanının
ortadan kaldırılmasını gerektirir.
Dolaşım zamanının üretim süreci ile ilişkisinden, üretilen değerlerin toplamının, ya da belirli bir dönem içinde tüm sermayenin gerçekleşmesinin, basitçe, üretim sürecinde yarattığı yeni değer tarafından, ya da üretim sürecinde gerçekleşen artı-zaman tarafından değil, ama bu artı-zamanın (artı-değerin), sermayenin üretim sürecinin belirli bir zaman diliminde ne kadar yinelenebildiğim gösteren sayı ile çarpılmasıyla belirlendiği sonucu çıkar. Bu yinelenmeyi gösteren sayı, üretim sürecinin ya da bu süreçte yaratılan artı-değerin katsayısı olarak görülebilir. Bununla birlikte, bu katsayı, dolaşımın hızı tarafından pozitif olarak değil, negatif olarak belirlenir. Bu demektir ki, dolaşımın hızı mutlak olsaydı, yani dolaşım üretim sürecini herhangi bir kesintiye uğramasaydı, o zaman bu katsayı maksimum olurdu. Örneğin herhangi bir ülkede buğday üretiminin nesnel koşulları ancak bir kez ürün almaya elverişliyse, o zaman hiçbir dolaşım hızı, bunu iki ürün almaya çıkaramaz. Ama dolaşımda engel çıkarsa, çiftçi, buğdayını, örneğin yeniden işçi tutabilmek için gereken kısa sürede satamazsa, üretim durabilir. Belirli bir zaman diliminde üretim sürecinin ya da gerçekleşme sürecinin katsayısının en yüksek noktası, bizzat üretim aşamasının sürdüğü ||30| mutlak zaman ile belirlenir. Bir kez dolaşım tamamlanınca, sermaye üretim sürecine yeniden başlayabilecek durumdadır. Dolayısıyla dolaşım hiçbir duraklamaya neden olmazsa, hızı mutlak olur ve süresi sıfıra eşit olursa, yani bir anda tamamlanmış olursa, bu, yalnızca sermayenin kendi üretim sürecine, süreç tamamlanır
[sayfa 34] tamamlanmaz yeniden başlayabilmesi anlamına gelir; yani dolaşımın varlığı, üretimi sınırlayan ve koşullandıran bir engel olmayacak, ve üretim sürecinin belirli bir zaman diliminde yinelenmesi, mutlak olarak üretim sürecinin süresine bağlı olacak, onunla örtüşecek. Dolayısıyla sınai gelişme, 100’lük bir sermaye ile 4 ayda
x pound iplik üretmeye elveriyorsa, aynı sermaye ile üretim süreci yılda yalnız 3 kez yinelenebilir, ve yalnız
3x pound iplik üretilebilir. Hiçbir dolaşımın hızı, sermayenin yeniden-üretimini ya da daha çok onun değerlenme sürecinin yinelenmesini bu noktanın üstüne çıkaramaz. Bu, ancak
üretken güçlerde bir artışın sonucu olarak gerçekleşebilir. Dolaşım zamanı, kendinde, sermayenin bir
üretken gücü değildir, ama onun değişim-değeri olarak doğasından kaynaklanan ve
üretken gücünü sınırlayan bir
engeldir. Dolaşımın çeşitli aşamalarından geçiş, burada,
üretimi sınırlayan bir engel, sermayenin kendisinin özgül doğası tarafından konmuş bir engel olarak ortaya çıkar.
Dolaşım zamanının –dolaşım sürecinin– çabuklaştırılması ve kısaltılması yoluyla olabilecek tek şey sermayenin doğası tarafından konan engelin azaltılmasıdır. Örneğin tarımda, üretim sürecinin yinelenmesinin önündeki doğal engeller, üretim aşamasının bir döngüsünün süresi ile örtüşür. Sermaye tarafından konmuş engel, tohum ile ürün arasında değil, ürün ile ürünün paraya dönüşmesi, ve paranın, örneğin emek satınalmaya yeniden-dönüşmesi arasında geçen süredir. Dolaşım hızı sayesinde, sermayenin yeniden-üretiminin önüne bizzat onun tarafından konmuş engellerin azaltılmasından başka bir şey yapılabileceğini sanan dolaşım-zanaatçıları
* çıkmaz yoldadırlar. (Dolaşım zamanını ortadan kaldıran kredi kuruluşları ve öteki buluşların, tamamlanmış ürünün sermayeye dönüşmesinin neden olduğu üretimdeki duraklamaları ve kesintileri, yalnızca engellemeyip, üretken sermayenin değişildiği sermayeyi de gereksiz hale getireceğini sanan dolaşım zanaatçıları daha da hoştur; yani değişim-değeri temeli üzerinde üretmek, ama aynı zamanda bu temel üzerindeki üretimin zorunlu koşullarını okuyup üfleyip yok etmek isterler.) Bu yönden bakıldığında, kredinin –
salt dolaşımla ilgili olarak– yapabileceği en fazla şey, üretim sürecinin sürekliliğini, bu sürekliliğin bütün öteki koşulları varsa, yani karşılığında değişim yapılabilecek sermaye gerçekten varolursa vb., sağlamaktır.
Dolaşım sürecinde saptanmış olan, .sermayenin üretimde değer-lenmesinin, emeğin sermaye tarafından sömürülmesinin bir koşulu olarak, sermayenin paraya dönüşmesinin konmasıdır; ya da sermayenin emekle değişilmesinin engeli olarak sermayenin sermayeyle
[sayfa 35] değişilmesinin
* ve
vice versa konmasıdır.
Sermaye, üretim sürecine yeniden başlayabilmek için, ancak dolaşımın aşamalarını, dönüşümünün çeşitli uğraklarını baştan başa dolaştığı ölçüde sermaye olarak vardır, ve bu evreler, onun
değersizleşme evreleridir. Sermaye tamamlanmış ürün biçiminde hareketsiz kaldığı sürece sermaye olarak etkin olamaz,
yadsınmış bir sermayedir. Değerlenme süreci aynı ölçüde durur ve süreçte değeri yadsınmıştır. Dolayısıyla bu, sermaye için kayıp olarak, değerinin göreli kaybı olarak görünür, çünkü onun değeri kesinlikle değerlenme sürecinde oluşur. Ya da, bir başka deyişle, sermayenin bu kaybı, eğer burada bu
tıkanma zamanı olmamış olsaydı, canlı emekle değişim yoluyla
artı-emek-zamanını, ötekinin emeğini sahiplenebileceği süre, yararlanılmaksızın geçip giden zaman olabilirdi. Şimdi özel iş kollarında hepsi
gerekli olan
birçok sermaye olduğunu düşünelim (bu, sermayenin bir işkolundan yığın halinde çıkıp gitmesi sonucunda, bu daldaki ürünlerin arzının talebin altına düşmesi, dolayısıyla piyasa fiyatının doğal fiyatın üstüne çıkması durumunda ortaya çıkabilir), ve bir işkolu, örneğin a sermayesinin değersizleşme biçiminde daha uzun süre kalmasını, yani sermayenin dolaşımın çeşitli aşamalarını geçmek için geride bıraktığı zamanın öteki bütün işkollarında olduğundan daha uzun olmasını gerektirsin, bu durumda bu a sermayesi, yaratabileceği daha az yeni değeri, aynı değeri üretmek için o kadar daha çok gideri olmuş gibi pozitif kayıp olarak görür. Öyleyse, o, öteki sermayelerle aynı oranda kazanmış olmak için, bu sermayelere göre, ürünlerinin belli bir oranı içinde, daha büyük bir değişim-değerini alır. Ama
gerçekte bu, ancak, öteki sermayelere bölüştürülmüş olsaydı, kayıp olabilirdi. Eğer a, ürünü için onda nesneleşmiş emekten daha fazla değişim-değeri isterse, ||31| bu
fazlayı, yalnızca, ötekiler ürünlerinin gerçek değerinden daha az aldıkları zaman elde edebilir. Bu demektir ki, a’nın üretim yaptığı daha az elverişli koşullar, onunla değişim yapan bütün sermayeler tarafından orantılı olarak karşılanır ve o zaman eşit bir ortalama kazanç elde edilir. Ama bütün bu sermayeler tarafından birlikte yaratılmış olan artı-değerlerin toplamı, a sermayesi öteki sermayelerle karşılaştırıldığında ne kadar daha az değerlenmişse o kadar azalmış olur; yalnız, bu azalma yalnızca a sermayesine yüklenecek yerde, genel kayıp olarak, bütün sermayelerin orantılı olarak paylaştığı kayıp olarak karşılanmış olur. Bunun içindir ki, artı-emeğin sermayeler arasında bölüşümü bireysel sermayenin yarattığı artı-emek-zamanıyla orantılı değildir, sermayelerin tümü tarafından yaratılmış olan
toplam artı-emekle orantılıdır demek ve ardından,
bireysel sermayeye, emek-gücünün
[sayfa 36] bu sermaye tarafından özel olarak sömürülmesiyle doğrudan açıklanabilecek değerden daha fazla yaratılmış değer düşebileceğini söylemek, sermayenin, emeğin sömürülmesi dışında, emekten ayrı özgün bir değer yaratma kaynağı oluşturduğunu sanmak (bkz: Örneğin Ramsay
) kadar gülünçtür. Ancak bir taraftaki bu
fazla ile, öteki taraftaki
daha azın telafi edilmesi gerekir.
Ortalama da başka bir anlama gelmez. Sermayenin ötekinin sermayesi ile ilişkisinin ne olduğu, yani sermayeler arasındaki rekabetin, artı-değeri sermayeler arasında nasıl paylaştırdığı sorusunun, açıktır ki, bu artı-değerin mutlak niceliği ile bir ilgisi yoktur. Dolayısıyla, sermaye
olağandışı dolaşım zamanını ödünlettiği, yani kendi göreli olarak daha az değerlenmesini pozitif olarak daha çok değerlenme olarak hesaba kattığı için,
sermayeler tümü birden alındığında, sermayenin, hiçten bir şey, bir eksiden bir artı, eksi-artı-emek-zamanından ya da eksi-artı-değerden artı-artı-değer yapabildiği ve dolayısıyla değer yaratmanın, yabancı emeğin maledinilmesinden bağımsız,
mistik bir kaynağına sahip olduğu sonucuna varmaktan daha saçma bir şey olamaz. Sermayelerin, ötekiler yanında,
artı-değerdeki paylarını –yalnızca harekete geçirdikleri artı-emek-zamanına göre değil, aynı zamanda
sermayelerinin sermaye olarak çalıştığı, yani boş bırakıldığı, değersizleşme aşamasında bulunduğu
zamana göre de– hesaplama tarzı, sermayelerin kendi aralarında paylaştığı artı-değerin toplamında doğal olarak hiçbir şey değiştirmez. Bu toplamın kendisi de, eğer artı-değer yaratmış olan a sermayesi, kullanılmadan kalmak yerine, daha az artı-değer yaratmış olsaydı, büyüyemezdi. Öte yandan, a sermayesine, bu kullanılmama durumunda, yalnızca özel üretim dalının koşullarından zorunlu olarak kaynaklandığı ölçüde, ve dolayısıyla
genel olarak sermayenin değerlenmesinin güçleşmesi olarak, genel olarak değerlenmesinin önünde
zorunlu engel olarak ortaya çıktığı ölçüde ödenmiş olur, Bu engele yolaçan, yalnızca bu özel sermayenin üretim sürecinin engeli olarak algılanan işbölümüdür. Ama üretim süreci genel olarak sermaye tarafından yerine getiriliyormuş gibi algılandığı zaman, bu, sermayenin değerlenmesinin önünde
genel bir engel olur. Bizzat emek tek üretici olduğu düşünüldüğünde, onun değerlenmesi sırasında gereksindiği bütün önemli öndelikler,
artı-değerden kesintiler olarak ortaya çıkarlar.
Dolaşım, yalnızca, üretim sürecinde doğrudan tüketilmiş olandan ayrı olarak, –
ötekinin emeğinin– yeni istihdamını gerektirdiği ölçüde,
değer yaratabilir. O zaman bu, üretim sürecinde
gerekli-emeğin doğrudan daha çok kullanılmasıyla aynı şey olurdu. Yatırılan
dolaşım giderleri tek başına ürünün
değerini yükseltir, ama artı-değeri azaltır.
[sayfa 37]
Sermayenin (ürün vb.) dolaşımı, yalnızca üretim sürecinin yeniden başlaması için gerekli aşamaları ifade etmediği ölçüde, bu dolaşım (bkz: Storch’un örneği
) bütünlüğü içinde üretimin bir öğesini oluşturmaz – dolayısıyla üretim tarafından konmuş dolaşım değildir, ve gidere neden olduğu ölçüde de, bunlar
zorunlu ama üretken olmayan üretim giderleridir.
* Genel olarak dolaşım giderleri, yani dolaşımın üretim giderleri, bunlar asıl dolaşımı ilgilendiren salt ekonomik öğeler (ürünün pazara getirilmesi ona
yeni bir
kullanım-değeri verir) olduğu ölçüde,
artı-değerden kesintiler olarak, yani artı-emeğe oranla gerekli-emeğin büyümesi olarak görülmelidir.
Üretimin sürekliliği, dolaşım zamanının ortadan kalkmasını gerektirir. Ortadan kalkmamışsa, sermayenin geçmek zorunda olduğu çeşitli başkalaşımlar arasında bir sürenin geçmesi gereklidir; onun dolaşım zamanı, üretim zamanından bir kesinti olarak ortaya çıkmalıdır. Öte yandan, sermayenin niteliğinin, bir kavramdan ötekine zihinde düşünce çağrışımı hızında dönüşmesi gibi
anlık olarak değil, ama zaman-dizinsel düzenlenen gerçek durumların olduğu gibi dolaşımın farklı evrelerini izler. Kelebek olarak uçabilmek için belirli bir süreyi kozasında geçirmelidir. Dolayısıyla, sermayenin kendi doğasından kaynaklanan üretim koşulları birbirleriyle çelişiktir. Bu çelişki ancak ||32| iki biçimde ortadan kaldırılabilir ve aşılabilir:
*
Birincisi, kredi: Bir sözde-alıcı B –yani gerçekten
ödeyen, ama gerçekten satın almayan–, kapitalist A’nın ürününün paraya dönüştürülmesine aracılık ediyor. Ama B’ye ödeme, C kapitalisti A’nın ürününü satın aldıktan sonra yapılıyor. Bu
kredi veren B’nin, A’ya verdiği parayı, A’nın –ürününün satışıyla bu ikisini yerine koyabilmesinden önce– emek satın almak için mi yoksa hammadde ve iş aracı satın almak için mi kullandığı, durumu değiştirmez.
Aslında bizim varsayımımıza göre ona her ikisini vermesi gerekir – yani bütün üretim koşullarını (ancak bunlar, A’nın üretim sürecine başladığı başlangıç değerinden daha büyük bir değeri temsil ederler). Bu durumda b sermayesi a sermayesinin yerini alır; ama ikisi aynı zamanda değerlenmez. Şimdi B, A’nın yerine geçer; yani onun sermayesi, c sermayesi ile değişilinceye kadar kullanılmadan kalır. Ürününü b sermayesinde nakde dönüştürmüş olan A’nın ürününde sabitleşmiştir.
[sayfa 38]
[Artı-Değer ve Kâr Teorileri]
Ramsay. Dolaşım zamanı. Dolayısıyla sermayenin kârın kaynağı olduğu
sonucuna varır. – Ramsay. Artı-değer ve kâr ve değer yasası konusunda
karışıklık. (Ricardo’nun yasasına göre artı-değer yok.) – Ricardo. Rekabet. –
Quincey. Ricardo’nun değer teorisi. Ücret ve kâr.
Ouincey. – Ricardo. – Wakefield. Kolonilerde kapitalist üretimin koşulları.
Ricardo’nun değeri emek-zamanıyla belirlemesi –bu onun kanıt-lamasındaki temel bir yanlışa dayanır– konusunda iktisatçıların kafa karışıklığı, bay Ramsay’da çok açık biçimde ortaya çıkar. Ki o, (daha önce, sermayelerin dolaşım zamanının bunların
göreli değerlenmesi, yani genel artı-değerdeki göreli payları üzerindeki etkisinden şu anlamsız: “Bu,
sermayenin, emekten bağımsız olarak değeri nasıl
düzenleyebildiğini” (IX, 84. R, 43)
ya da “
sermayenin emekten bağımsız olarak bir
değer kaynağı olduğunu gösterir” (55
l.c.)) sonucunu çıkardıktan sonra aynen şöyle diyor: “
Bir döner sermaye (
approvisionnement*)
**
her zaman, daha önce ona ayrılmış olan emekten daha fazlasını sağlayacaktır. Çünkü daha önce ayrılmış olandan daha fazlasını istihdam edemezse, sahibi, bu sermayeyi olduğu gibi kullanmaktan ne yarar sağlar?” (
l.c. 49.) “Eşit değerde iki sermaye alalım,
ikisi de belirli bir zamanda 100 kişinin emeği ile üretilmiş, bunlardan biri tamamen döner, öteki tamamen
sabit durumda, ve örneğin
yetkinleşsin diye bekletilen şaraptan oluşuyor olsun. Şimdi
100 kişinin emeğiyle biraraya getirilmiş bu döner sermaye,
150 kişiyi harekete geçirecektir. Böylece ertesi yıl sonunda ürün, bu örnekte, 150 kişinin emeğinin sonucu olacaktır.
Ama gene de, aynı dönemin sonunda, yalnızca
100 kişi istihdam edildiği halde,
şarabın değeri daha fazla olmayacaktır.” (50.) “Yoksa,
her döner sermayenin istihdam edeceği emek niceliğinin, daha önce ona ayrılmış emekten daha fazla olmadığı mı ileri sürülüyor? Bu,
harcanan sermayenin değerinin, ürünün değerine eşit olduğu anlamına gelir.” (52.)
Sermayeye ayrılmış emek ile sermayenin
istihdam edeceği emek arasında büyük bir karışıklık var. Emek-gücü karşılığında değişilen sermaye,
approvisionnement –ve buna kendisi burada
döner sermaye diyor– hiçbir zaman
ona ayrılan emekten daha fazla emek istihdam edemez. (Üretken güçlerin gelişmesinin varolan sermaye üzerindeki tepkisi burada bizi ilgilendirmiyor.) Ama
ona, ödediğinden daha fazla emek ayrılmıştır – artı-değere ve artı-ürüne dönüşen artı-emek; bu, sermayeye karşılıklılığın hep tek bir yanda daha geniş ölçekte olduğu bu kârlı pazarlığa yeniden girişme olanağı sağlar. Daha çok yeni canlı emek istihdam etme olanağı sağlar, çünkü üretim süreci sırasında ona, bu sürece girmeden önce oluşan birikmiş emeğin ötesinde [sayfa 39] bir kısım yeni emeğe ayrılmıştır.
Anlaşıldığına göre bay Ramsay
sanıyor ki, sermaye, 20 emek-gününün (gerekli-zaman ve artı-zaman birlikte) ürünü ise, 20 emek-gününün bu ürünü 30 emek-gününü kullanabilir. Oysa asla böyle bir şey olmamıştır. Ürünün, 10 gününün gerekli-emeği ve 10 gününün artı-zamanı temsil ettiğini varsayalım. O zaman artı-değer = 10 gün artı-zaman. Kapitalist, bunu, yeniden hammadde, alet ve emek karşılığında değişerek,
artı-ürün ile yeni
gerekli-emeği harekete geçirebilir. Burada önemli olan, üründe varolandan daha fazla emek-zamanı kullanması değil, kendisine maliyeti sıfır olan artı-emek-zamanını yeni gerekli-emek karşılığında değişmesi – dolayısıyla,
bu emeğin yalnızca bir kısmını ödediği halde, ürüne harcanmış bütün emek-zamanını kullanmasıdır. Bay Ramsay’ın,
her döner sermayenin kullanacağı emeğin niceliğinin ona daha önceden ayrılmış olandan fazla olmaması durumunda, harcanan sermayenin değerinin ürünün değerine eşit olacağı, yani artı-değer kalmayacağı biçiminde çıkardığı sonuç,
yalnızca,
sermayeye ayrılmış emeğin niceliğinin tamamıyla ödenmiş olması durumunda, yani sermayenin emeğin bir kısmını
karşılığını vermeden kendine maletmemesi durumunda doğru olabilir. Bu yanlış anlamalardan Ricardo’nun payına düşeni,
açıktır ki, süreç konusunda açıklığa varmamış olmasından –bir
burjuva olarak varamazdı da– ileri gelmektedir. Bu süreci kavramak, şu
açıklamaya götürür: Sermaye, yalnızca, A. Smith’in sandığı gibi,
ötekinin emeğine, –sahibine bir
satınalma gücü verdiği için her değişim-değerinin o olması anlamında– kumanda etmesi değildir, ama ötekinin emeğini
değişim olmaksızın, karşılığını ödemeksizin –ama değişim görüntüsü altında– maledinme gücüdür. Ricardo’nun,
emek tarafından belirlenmiş olarak değer, ve
emeğin fiyatı (ücret) tarafından belirlenmiş olarak değer konusunda Adam Smith’i ve aynı yanlışa düşen ötekileri çürütmek için bulduğu tek usavurma şudur: Aynı nicelikte emek ürünü ile kimi kez daha çok, kimi kez daha az canlı emek harekete geçirilebilir; yani emeğin ürününü işçi açısından yalnızca
kullanım-değeri –ürünün, yalnızca, işçi olarak yaşayabilmek için gereksindiği kısmı– olarak görüyor. Ama Ricardo, A. Smith’e karşı ileri sürdüğü, hiçbir zaman ||33| genel örneklere değil, ama her zaman tekil örneklere dayanan kanıtlamalarının gösterdiği gibi, işçinin, nasıl olup da, birdenbire, değişimde yalnızca
kullanım-değerini temsil ettiğini ya da değişimden yalnızca kullanım-değerini çektiğini
hiç de anlamamış.
[sayfa 40] Peki o zaman, işçinin ürünün değerindeki payının değer tarafından değil de ürünün kullanım-değeri tarafından, ve dolayısıyla burada kullanılmış olan emek-zamanı tarafından değil de canlı emek-gücünü sağlamanın niteliği tarafından belirlenmesi nereden geliyor? Eğer bunu örneğin işçilerin kendi aralarındaki rekabetle açıklıyorsa, buna verilecek yanıt, onun kapitalistler arasındaki rekabet konusunda
A. Smith’e verdiği yanıtın aynıdır: Bu rekabet, kuşkusuz, kâr düzeyini eşitleyebilir, aynı düzeye getirebilir ama hiçbir durumda bu düzeyin ölçüsünü yaratmaz.
Bunun gibi, işçiler arasındaki rekabet, daha yüksek ücret düzeyim aşağı çekebilir vb., ama ücretin genel ölçüsü, ya da Ricardo’nun deyişiyle, ücretin doğal fiyatı, işçi ile işçi arasındaki rekabetle değil, yalnızca sermaye ile emek arasında başlangıçtaki ilişkiye dayanılarak açıklanabilir. Genel olarak rekabet, burjuva ekonomisinin bu başlıca devindirici etkeni, kendi yasalarını koymaz, bu yasaların uygulayıcısıdır. Bundan dolayı
sınırsız rekabet, ekonomik yasaların doğruluğunun koşulu değil, tersine sonucudur – onların gerekliliğinin gerçekleştiği görüngüsel biçimdir. İktisatçılar –Ricardo’nun yaptığı gibi–
sınırsız rekabetin varolduğunu varsayarak, burjuva üretim ilişkilerinin
differentia specifica’ları
* içinde tam ve eksiksiz gerçekliğini ve gerçekleşmesini varsaymış olurlar. Bunun içindir ki, rekabet, bu yasaları
açıklamaz; o, onları
göstermiş olur, ama onları üretmez. Ya da, gene Ricardo’dan aktarırsak: canlı emeğin üretim giderleri, onu yeniden-üretmek için gerekli olan değerlerin üretiminin üretim giderlerine bağlıdır.
Daha önce işçi açısından ürünü yalnızca kullanım-değeri saymış olmasına karşın, burada, işçiyi, ürün açısından, yalnızca
değişim-değeri olarak görüyor. Ürün ile canlı emeğin birbiriyle bu ilişki içine girdiği tarihsel süreç onu hiç ilgilendirmiyor. Ama bu ilişkinin sürüp gitmekte olduğu tarz konusunda da tam bir açıklığa varmış değil. Ona göre sermaye
tasarrufun sonucudur; bu bile, sermayenin oluşum ve yeniden-üretim sürecini yanlış anladığını gösteriyor. Bunun içindir ki, sermaye olmadan üretimin de olanaksız olduğunu düşünüyor – toprak rantı olmadan sermayenin olanaklı olduğunu pekala düşünmesine karşın.
Kâr ile
artı-değer arasında onun için fark yoktur; kanıtı da, ne birinin ne de ötekinin doğasını anlamamasıdır. Daha başından beri izlediği yol bunu gösteriyor. Başlangıçta, değişimi işçiler arasında yaptırıyor – ve bu değişim, o zaman, eşdeğerle, üretimde karşılıklı olarak harcanan emek-zamanıyla belirleniyor. Ardından onun iktisadındaki asıl sorun, değerin bu belirleniminin sermayelerin
[sayfa 41] birikimiyle –yani sermayenin varlığıyla– değişmediğini kanıtlamak sorunu ortaya çıkıyor.
Birincisi, onun ilk doğal ilişkisinin yalnızca kendisi olduğu, sermaye üzerine kurulu üretimden soyutlanan bir ilişki olduğu aklına gelmiyor. İkincisi, ona göre kuşkusuz büyüyebilen
belirli bir nesnel emek-zamanı niceliği var ve kendisine bunun nasıl
paylaşıldığını soruyor. Asıl sorun, onun nasıl yaratıldığıdır ve orada da kesinlikle, sermaye ile emek ilişkisinin özgül doğası, ya da bunu açıklayan, sermayenin
differentia specifica’sı
* vardır. Quincey’in dile getirdiği gibi (X, 5),
modern ekonomi politikte (Ricardo), gerçekte, sorun, yalnızca, toplam ürün sabit kabul edildiği zaman, kullanılan emeğin niceliği tarafından belirlenmiş olan paylardır: – değeri buna göre biçilir. Bu nedenledir ki, Ricardo’nun,
artı-değeri anlamamakla kınanmış olması yerindedir, oysa karşıdan bunu onun kadar bile anlamazlar. Sermaye, emeğin (ürünün) verili değerinin belirli bir kısmını maledinmiş gibi gösterilmiştir; sermayenin, yeniden-üretilmiş sermayenin ötesinde maledindiği bu değerin yaratılması, artı-değerin
kaynağı olarak gösterilmemiştir. Bu yaratma, ötekinin emeğinin
değişim olmadan maledinilmesiyle örtüşür ve bu yüzden, burjuva iktisatçılar tarafından açık bir biçimde anlaşılamaz. Ramsay, Ricardo’yu,
sabit sermayeyi (ki bu,
approvisionnement* dışındaki sermayeden oluşur, Ramsay’da aletlerle birlikte
hammaddeleri de içerir), kapitalist ile işçinin paylaşacağı toplamdan çıkarmayı unutmuş olmasından dolayı kınıyor. “Ricardo, bütün ürünün yalnızca
ücretler ve
kârlar olarak bölünmediğini, aynı zamanda bunun bir kısmının da
sabit sermayenin yerini almasının gerekli olduğunu unutuyor.” (IX, s. 88.
R. 174. not.)
Gerçekte Ricardo, nesneleşmiş emek ile canlı emek arasındaki –emeğin bir niceliğinin paylarından değil, artı-emeğin payından çıkarılması gereken– ilişkiyi canlı devinimi içinde kavramadığından, ve dolayısıyla sermayeyi oluşturan kısımlarının birbirleriyle ilişkisini kavramadığından, ona, bütün ürün
ücretlere ve
kârlara bölünüyormuş, öyle ki sermayenin yeniden-üretilmesi de kârın bir kısmı olarak hesaplanıyormuş gibi görünüyor. Quincey (
l.c., defter X, 5) Ricardo’nun teorisini şöyle açıklıyor: “Fiyat 10 şilin ise, bir bütün olarak ücretler ve kâr, 10 şilini geçemez. Oysa
bir bütün olarak ücretler ve kârlar, tersine, fiyatı önceden saptamıyor mu? Hayır, bu, eskimiş bir öğretidir”, (s. 204.) “Yeni iktisat göstermiştir ki,
her fiyat üretken emeğin orantılı niceliği ile, yalnız bununla belirlenir. Bir kez saptanmışsa, olgu gereği, ücretlerin ve kârların kendi ayrı paylarını çıkarması [sayfa 42] gereken fonu, fiyat saptar”, (
l.c., 204.)
Sermaye, burada, artı-değer, yani artı-emek ortaya çıkaran olarak değil, yalnızca verili bir emek niceliğinden kesintiler yapan olarak ortaya çıkar. Bu
kâr paylarını aletlere ve hammaddelere göre ayırmak için, bunları üretimdeki
kullanım-değerlerinden kaynaklanmış olarak açıklamak gerekir, o zaman da hammadde ile aletin emekten
ayrılma yoluyla kullanım-değeri yarattıkları
saçmalığı varsayılmış olur. Çünkü bu
ayrılma onları sermaye yapar. Kendi başına ele alındığında, bunlar emeğin, geçmiş emeğin kendisidir. Ayrıca bu,
sağduyu ile çatışır, çünkü kapitalist ücret ile kârı üretim maliyetleri arasında hesapladığını ve
gerekli fiyatı buna göre düzenlediğini çok iyi bilir. Ürünün göreli emek-zamanıyla belirlenmesindeki ve kârın ve
ücretlerin toplamının bu emek-zamanının toplamıyla sınırlandırılmasındaki ve
fiyatların pratikte gerçek belirlenmesindeki bu çelişkinin tek kaynağı, kârın,
artı-değerin türevsel, ikincil biçiminin kendisi olarak kavranmamasıdır; bu, kapitalistin haklı olarak
kendi üretim maliyetleri olarak gördüğü şey için de geçerlidir. Onun kârı, basitçe, üretim maliyetinin bir kısmının ona hiçbir maliyet yüklememesinden, dolayısıyla
onun harcamalarına,
onun üretim maliyetlerine girmemesinden kaynaklanır.
||VI-1|
“
Ücretler ile kârlar arasında varolan ilişkileri bozabilecek her değişiklik zorunlu olarak ücretlerden kaynaklanır.” (Quincey.
l.c., (X, 5) s. 205.) Bu, ancak,
artı-emek kitlesindeki her değişikliğin, gerekli-emek ile artı-emek arasındaki ilişkide bir değişiklikten türetilmek zorunda olması ölçüsünde doğrudur. Ama böyle bir şey de,
gerekli-emek daha az üretken hale gelir, ve böylece ona toplam emeğin daha büyük bir kısmı düşerse, ya da toplam emek daha üretken hale gelir ve böylece gerekli-emek-zamanı azalırsa, olabilir. Emeğin bu üretken gücünün
ücretlerden kaynaklandığını ileri sürmek
saçmalıktır. Tersine, göreli ücretlerin azalması onun sonucudur. O ise, 1) işbölümünün, daha ucuz hammadde sağlayan ticaretin, bilimin vb. sonucu olarak üretken güçlerdeki büyümenin sermaye tarafından maledinilmesinden kaynaklanır; 2) ama, üretken güçlerdeki bu büyüme, daha büyük sermaye vb. kullanılmasıyla değerlendiği ölçüde, sermaye tarafından başlatılmış olarak görülmelidir. Ayrıca,
kâr ve
ücretler, gerekli-emek ile artı-emek arasındaki oran tarafından belirlenmekle birlikte, onlarla örtüşmezler, yalnızca onların ikincil biçimleridirler. Ama işin can alıcı noktası şudur: rikardocular, başlangıca, emeğin belirli bir niceliğini koyarlar; ürünün fiyatını o belirler, bundan da emek
ücretler olarak ve sermaye
kârlar olarak kendi paylarını çıkarırlar; işçilerin payı = gerekli geçim nesnelerinin
[sayfa 43] fiyatı. Bunun içindir ki, “
ücretler ile kârlar arasında varolan oranlar”da, kârın oranı en yüksek noktasında ve ücretlerin oranı en düşük noktasındadır. Kapitalistler arasındaki rekabet, yalnızca toplam kârı paylaşma oranlarını değiştirebilir, ama toplam kâr ile toplam
ücretler arasındaki oranı değiştiremez. Kârın
genel ölçüsü toplam kârın toplam
ücretlere olan bu oranıdır, rekabetle bu değişmez. O halde
değişme nereden geliyor? Kesinlikle kâr oranının isteğe bağlı olarak azalmasından değil: aslında bunu istence bağlı olarak yapması gerekirdi, çünkü rekabetin sonucu böyle değildir. Öyleyse
ücretlerde bir
değişmeyle olur; zorunlu giderler (tarımda toprağın aşamalı olarak kötüleşmesine ilişkin teori; rant teorisi), emeğin üretken gücünün doğal nedenlerden dolayı azalmasının sonucu olarak artabilir. Carey vb. buna haklı olarak karşı çıkarak (ama açıklama biçimi gene de yanlıştır) kâr oranının üretken gücün azalması sonucu değil, artması sonucu düştüğünü söylüyor.
Bütün bunların basit çözümü şudur: kâr oranı mutlak artı-değer ile değil, kullanılan sermayeye oranla artı-değer ile aynı şeydir, ve üretken gücün büyümesine, sermayenin
approvisionnement’ı
* temsil eden kısmının, değişmeyen sermayeyi
* temsil eden kısmına oranla da azalmasının eşlik etmesidir; bundan dolayı, toplam emeğin, istihdam eden sermayeye oranı düştüğünde, emeğin artı-emek olarak ya da artı-değer olarak ortaya çıkan kısmı da zorunlu olarak düşer. Modern üretimin en çarpıcı görüngülerinden birini açıklamaktaki bu yeteneksizlik nedeniyledir ki, Ricardo, kendi ilkesini anlamamaktadır. Ama öğretililerini hangi güçlükler içine soktuğu, ötekiler yarımda, Quincey’den şu alıntıda görülebilir: “
Ortak yanılgı şu ki, aynı çiftlikte her zaman 5 kişi bulundurursanız ve 1800 yılında bunların ürünü 25 quarter, ama 1845’te 50 quarter olursa, yalnız ürünü değişen ve emeği değişmeyen olarak görme eğiliminde olursunuz: oysa gerçekte her ikisi de değişmiştir. 1800’de her quarter bir kişinin 1/5’ine malolmuş; 1845’te bir kişinin 1/10’undan daha fazlasına malolmamıştır.” (
l.c., 214.) Her iki örnekte mutlak emek-zamanı aynı, 2 gündü; ama 1845’te emeğin üretken gücü 1800’e göre iki katma çıkmıştı ve dolayısıyla
gerekli-emeğin üretilmesinin maliyeti daha az olmuştu.
1 quarter’e ayrılmış emek daha azdı, ama toplam emek aynı kalmıştı. Ama, bay Quincey, emeğin üretken gücünün –artı-değeri belirlemekle birlikte, ki bu da emeğin üretken gücünün artması oranında değildir– ürünün değerini belirlemediğini Ricardo’dan öğrenmeliydi. Bunlar Ricardo’ya
ters düşen usavurmalar, tıpkı öğretililerinin (örneğin, yeni şarapla karşılaştırıldığında eski şarabın artı-değerinin kaynağını artı-emekle açıklayan bay MacCulloch) umutsuzca safsataları
[sayfa 44] gibi.
Değer, bir
birimin malolduğu emek, yani
bir tek quarter’in
fiyatı tarafından da belirlenemez. Tersine,
fiyatın birim sayısı ile çarpılması, değeri belirler. 1845’teki 50 quarter, 1800’deki 25 quarter ile
aynı değere sahiptir, çünkü aynı nicelikte emeği nesneleştirmişlerdir. Tek bir quarter’in, birimin, fiyatı zorunlu olarak farklıdır ve
genel fiyat (para olarak), çok çeşitli nedenlerden dolayı farklı olabilir. (Quincey’in makine için söylediği, işçi için de geçerlidir: “Bir makinenin sırrı bilinir bilinmez,
o üretilmiş emek için değil, üreten emek için satılacaktır ... artık bu, belirli etkenlere eşit bir neden olarak değil, bilinen bir neden tarafından bilinen, bir maliyetle kesinlikle yeniden-üretilebilir bir etken olarak görülür”. (84.) De Quincey, Malthus için şöyle diyor: “
Ekonomi Politik’inde, Malthus, iki kişiden biri on ve öteki beş üretiyorsa, sonucun, her biriminin, bir durumda, öteki durumda malolduğundan iki katı fazla emeğe malolduğunu görmek istemiyor, daha doğrusu pozitif olarak yadsıyor. Tersine, bay Malthus, her zaman iki kişi bulunduğu için, emek maliyetinin aynı kaldığı [görüşünde] inatla direniyor.”, (
l.c., 215, not.)
Gerçekte, emeğin maliyeti değişmez, çünkü varsayım gereği, on içersinde, beş içersinde içerildiği kadar emek vardır. Ama
emeğin maliyeti değişmez değildir, çünkü, emeğin üretken gücünün iki kat olduğu birinci durumda, gerekli-emeğe ait zaman belirli bir oranda daha azdır. Bundan hemen sonra Malthus’un görüşünü ele alacağız. Ama, sermayenin dolaşım zamanının ve onun emek-zamanı ile ilişkisinin gelişmesini sürdürmeden önce, ilkin Ricardo’nun bu konu üzerindeki tüm öğretisini, onun görüşü ile bizim görüşümüz arasındaki farkı daha açık biçimde saptamak için incelememiz gerekir. (Alıntı defteri VIII’de Ricardo’dan alıntılar.)
Onun birinci önkoşulu,
“sınırlamasız rekabet” ve sanayiye bağlı olarak ürünlerin çoğalması[dır]. (19. R. 5.)
Bir başka deyişle, bu, sermaye yasalarının ancak
sınırsız rekabet ve sınai üretim çerçevesinde tam olarak gerçekleştiği anlamına gelir. Sermaye, kısmen bu üretken temel üzerinde ve bu üretim ilişkisi üzerinde uygun biçimde gelişir; böylece onun içkin yasaları tam olarak gerçekliğe kavuşur. Böyle olunca,
sınırsız rekabetin ve sınai üretimin, nasıl, sermayenin gerçekleşmesinin koşulları olduğunu, giderek sermayenin kendisinin üretmesi gereken koşullar olduğunu göstermek gerekirdi (oysa buradaki varsayım, salt teorisyenin varsayımı olarak,
serbest rekabeti ve sermayenin üretken varoluş tarzını dışsal ve keyfi bir biçimde, sermayenin sermaye olarak kendisiyle ilişkisine yerleştiren teorisyenin varsayımı olarak, –arılıkları içinde ortaya çıksınlar diye, sermayenin kendisinin gelişmeleri
[sayfa 45] olarak değil de sermayenin imgesel önvarsayımları olarak– ortaya çıkıyor). Üstelik bu, Ricardo’da burjuva iktisadi yasaların
tarihsel doğasının sezildiği tek yerdir. Bu varsayıma göre, metaların
göreli değeri (bu sözcük anlamsızdır, çünkü mutlak değer bir
saçmalıktır), aynı emek-zamanı içinde üretilebilen farklı niceliklerle ya da göreli olarak farklı metalarda gerçekleşmiş emeğin niceliğiyle belirlenir, (s. 4.) (Defter, 19.) (Bundan sonra, birinci rakam defterdeki sayfa için; ikincisi Ricardo’daki sayfa için.
) Emek tarafından belirlenmiş eşdeğer olarak değerden eşdeğer-olmayana, değişimde bir artı-değer kazandıran değere, yani değerden sermayeye, bir belirlenimden karşıtı olduğu anlaşılan öteki belirlenime nasıl gelindiği Ricardo’yu ilgilendirmiyor. Onun için tek soru şudur: Birikmiş emeğin sahipleri ... canlı emeğin emek olarak
eşdeğerlerinin değişmesine karşın, dolayısıyla sermaye ve emek ilişkisine karşın, metaların
değer oranı nasıl aynı kalabiliyor ve göreli emek niceliğiyle belirlenebiliyor ve belirlenmek zorunda kalıyor? O zaman, A metası ile B metasının üreticileri, a ürününü ya da bununla değişilen b ürününü kendi aralarında farklı biçimlerde
bölüştükleri halde, a ile b’nin bunlarda gerçekleşmiş emek oranında değişilebileceği basit bir hesap örneğidir. Ancak burada bütün
bölüşüm değişim temeli üzerinde yapıldığı için, neden bir değişim-değerinin –canlı emeğin– kendisinde gerçekleşen emek-zamanına ||2| göre değişikliği, öteki değişim-değerinin ise –birikmiş emeğin, sermayenin– kendisinde gerçekleşmiş emek-zamanının ölçüsüne göre değişilmediği gerçekten tamamıyla açıklanamaz durumda. Bu durumda
birikmiş emeğin sahibi, kapitalist olarak değişimde bulunamaz. Bundan dolayı örneğin Bray, canlı emek ile ölü emek arasında
eşit değişimi ile, Ricardo’dan doğru sonucu ilk kez kendisinin çıkardığına inanıyor.
Salt
değişim açısından bakıldığında A. Smith’in kendini kaptırdığı kaçınılmaz sonuç şudur:
işçinin ücreti = ürünün değeri olması gerekir, yani işçinin ücret içinde aldığı nesnel biçimdeki emeğin niceliği = onun iş içinde harcadığı öznel biçimdeki emeğin niceliği olması gerekir.
Ricardo ise bu yanılgıya düşmüyor, ama nasıl? “Emeğin
değeri ya da belirli bir nicelikte emeğin satın alabildiği metanın niceliği özdeş değildir.”
Neden değildir?
“Çünkü işçinin ürünü ya da bu ürünün bir eşdeğeri, işçiye ödenene eşit değildir.” Yani özdeşlik yoktur,
çünkü fark vardır.
“Öyleyse” (çünkü böyle değildir) “değerin ölçüsü, emeğin değeri değil, metalara harcanan emeğin niceliğidir”. (19, 5.) Emeğin değeri emeğin ödülüyle özdeş değildir. Çünkü bunlar farklıdırlar. Öyleyse özdeş değildirler. Bu tuhaf bir tasarımdır.
Aslında bunun başka temeli yoktur: pratikte bu, bu olarak
yoktur. Oysa
[sayfa 46] teoride bu, bu olarak olmak gerekir. Değerler değişiminden dolayı, onlarda gerçekleşmiş emek-zamanıyla belirlenir. Bu yüzden bu değişilenler, eşdeğerlerdir. Öyleyse canlı biçimde emek-zamanının belirli bir niceliğinin, geçmiş biçimde emek-zamanının aynı niceliğiyle değişilmiş olması gerekirdi. Kesin olarak kanıtlanmış olması gereken, değişim yasasının tam karşıtına döndüğüdür. Burada, bunun sezgisinin en küçük izi bulunmuyor. Ya da o zaman, karışıklıktan dolayı sık sık karşı çıkılan bu çeşit yinelemeler içinde, bu tersine dönüş yeteneği de olmayan geçmiş emek ile canlı emek arasındaki farka uygun olarak sezgiyi görmek gerekecekti ki, hemen şu da anlaşılsın: “Belirli bir emek niceliğinin sağlayabildiği metaların karşılaştırmalı niceliği, onların geçmiş ve şimdiki değerini belirler” (19, 9); öyleyse, burada canlı emek, geriye işleyerek, geçmiş emeğin değerini bile belirliyor. O zaman sermaye, neden, sermayede gerçekleşmiş emek oranında canlı emek karşılığında değişilmesin! Öyleyse, neden bir canlı emeğin niceliğinin kendisi, kendisini nesneleştirdiği emek niceliğine eşit değildir? “Emek doğal olarak pek değişik niteliktedir, ve değişik iş kollarında değişik emek saatleri arasında karşılaştırma yapmak zordur. Ama pratikte bu sıralanma kısa zamanda yerleşir.” (19, 13.) “Kısa dönemler için, en azından yıldan yıla, bu eşitsizlikte görülen oynama önemsizdir,
dolayısıyla hesaba katılmaz.” (19,15.) Bu, hiçbir şey değildir. Ricardo, kendi ilkesini, çeşitli
emek-güçlerinin indirgenebilir olduğu emeğin (basit) niceliklerine uygulamış olsaydı, iş tamamen basitleşecekti. Hatta bunu emek-saatleri ile hemen yapabilirdi. Kapitalistin değişimde satın aldığı
emek-gücüdür: onun ödediği değişim-değeri, budur. Canlı emek, bu değişim-değerinin onun için sahip olduğu kullanım-değeridir, ve artı-değer ile değişim olarak değişimin ortadan kaldırılışı bu kullanım-değerinden çıkar. Ricardo canlı emek karşılığında değişime izin verdiği –ve böylece doğrudan üretim sürecine girdiği– için, metanın değeri, onda içerilen emek niceliğine eşit olduğu halde, belirli bir emek niceliği yarattığı, kendini nesneleştirdiği metaya eşit olmaz, ve bu onun sisteminde çözülmez bir çatışkı olarak kalır. Metanın değerine “metayı pazara getirmek için harcanan emek de katılır”. (19, 18.) Dolaşım zamanının, Ricardo’da, değeri belirleyen olarak göründüğü kadarıyla, yalnızca metaları pazara getirmek için gereken emek olduğunu göreceğiz. “Metaların içerdiği göreli emek nicelikleriyle değerin belirlenmesi ilkesi, makinelerin ve başka sabit ve dayanıklı sermayenin kullanılmasıyla önemli ölçüde değişikliğe uğrar. Ücretin yükselmesi ya da düşmesi, biri hemen tamamen döner, öteki hemen tamamen sabit olan iki sermayeyi farklı biçimde etkiler; kullanılan sabit sermayenin eşit olmayan süresi için de aynı şey. Yani, iki metadan daha değerli olanın pazara getirilmesi için gereken daha uzun süreyi ödünleme olarak da
sabit [sayfa 47] sermaye üzerinden kâr (faiz) eklenir.” (25, 27, 29, 30.) Bu sonuncu öğe yalnızca üretim sürecinin süresini, yani, hiç değilse Ricardo’nun çiftçi ve fırıncı örneğinde, doğrudan kullanılan emek-zamanını ilgilendirir. (Birinin buğdayı, ötekinin buğdayından daha sonra pazara getirilebilir durumda ise, bu
“ödünleme”, sabit sermayede olduğu gibi,
faizi önvarsayar; dolayısıyla, özgün belirlenim değil, türevsel bir şeydir.)
“Kâr ve ücret, yalnızca, iki sınıfın, kapitalistlerin ve işçilerin ilk metadan [
original commodity]
, dolayısıyla bunun karşılığında değişilen-den de paylarını aldıkları
porsiyonlarda.” (19, 20, s. 31.)
İlk metanın sağlanmasının, bizzat onun kökeninin bu
porsiyonlar tarafından ne ölçüde belirlendiği, yani temel belirleyicileri olarak metanın porsiyonlardan nasıl
önde geldiği, ilk metanın, sermaye için artı-emek içermediyse, hiç üretilmemiş olduğunu kanıtlıyor. “Aynı nicelikte emek kullanılmış metaların göreli değeri, pazara aynı zamanda getirilemiyorlarsa, değişir.
Daha büyük bir sabit sermayede de bir metanın daha yüksek değeri, onun pazara getirilmesine kadar geçecek daha uzun zamandan ileri gelir. ... Fark, her iki durumda, kârların sermaye olarak birikmesinden kaynaklanır ve yalnızca
kârların elde tutulduğu süre için bir ödünlemedir.” (20, 34-35.) Bu, kesinlikle, yalnızca şu anlama gelir: İşletilmeyen sermaye sanki işletilmiyor değil de, artı-emek-zamanı karşılığında değişiliyormuş gibi
hesaba katılmış ve toplama dahil edilmiştir [
Be- und verrechnet]
. Bunun, değerin belirlenmesi ile bir ilgisi yoktur. Fiyata bağlı olur.. (Sabit sermaye içinde, kârdan
düşünülen nesneleşmiş emeğin bedelini hesaplamanın
farklı yöntemi olarak, yalnızca sabit sermaye içinde değerin belirlenmesine bağlı olur.)
“
Eski ülkelerde iktisadi araştırmacılara hiçbir şey anlatmayan başka bir emek ilkesi daha vardır, ama her koloni kapitalisti kendi kişiliğinde bunun bilincine varmıştır. Sınai işlemlerin, özellikle ürünün kullanılan sermayeye ve emeğe oranla büyük olduğu işlemlerin önemli bir bölümünün tamamlanması çok zaman gerektirir. Çoğu durumda da, birkaç yılda gerçekleştirilmeleri kesin görünmüyorsa, başlamak için girişimde bulunmaya bile değmez. Bunlarda kullanılan sermayenin büyük kısmı sabit, değiştirilemez ve kalıcıdır. İşlemi durduracak bir durum ortaya çıkarsa, bütün sermaye yitirilir. Ürün toplanamazsa, onu yetiştirmek için yapılan tüm harcamalar boşa gider.... Bu gösteriyor ki,
süreklilik, emeğin bileşiminden daha az önemli olmayan bir ilkedir. Süreklilik ilkesinin önemi burada görünmüyor, çünkü yürümekte olan bir işin, kapitalistlerin isteğine aykırı olarak durdurulması gerçekten seyrek olan bir şeydir. ... Ama
kolonilerde bunun tam tersidir. Burada
kapitalistler bundan o kadar çok korkarlar ki, böyle bir şeyin ortaya çıkmasından, tamamlanması için çok zaman isteyen işlemlerden olabildiğince uzak durarak kaçınırlar”. (Wakefield, 169, XIV, 71.)
“
Bölümlere ayrılamayacak kadar basit çok sayıda işlem [sayfa 48]
vardır, birçok elin işbirliği olmadan yerine getirilemezler. Örneğin, büyük bir ağacın yukarı kaldırılması, hububat yetişen büyük bir tarlada otların temizlenmesi, büyük bir koyun sürüsünün aynı zamanda kırkılması, olgunlaşan buğdayın daha fazla tarlada kalmaması için ürünün toplanması, büyük bir ağırlığın kaldırılması; kısacası, bölünemeyecek ve aynı zamanda yapılacak bir işin ancak birçok elin yardımıyla yerine getirilmesini gerektiren her şey.” (168
l.c.) “
Emeğin eşgüdümü ve sürekliliği, eski ülkelerde, kapitalistin çabasına ya da düşünmesine gerek kalmadan salt kiralanacak işçinin bolluğu dolayısıyla sağlanır. Kiralanacak işçi azlığı, kolonilerin genel yakınmasıdır.” (170
l.c). “
Bir kolonide yalnızca
en ucuz toprağın fiyatı, emek pazarını etkiler. Bu toprağın fiyatı, her çıplak toprağınki gibi, ve üretiminin hiçbir maliyeti olmayan başka her şeyinki gibi, kuşkusuz arz ile talep arasındaki ilişkiye bağlıdır”, [s. 332.] ... “
İşlenmemiş toprağın fiyatının işlevini yerine getirmesi için” (yani emekçinin bir toprak
sahibi-olmaması için), “
bu amaç için yeterli olması gerekir. Şimdiye kadar fiyat her yerde yetersiz kalmıştır.” (338
l.c.) Bu “
yeterli”
fiyat konusunda: “
Bir koloni kurarken fiyat o kadar düşük olabilir ki, göçmenlerin mülk edindiği toprağın niceliği pratik olarak sınırsız olabilir; ya da o kadar yüksek olabilir ki, toprak ile nüfus arasındaki oran eski ülkelerdeki gibi olabilir, ve bu durumda fiyatların yüksekliği göçü önlememişse, kolonideki en ucuz toprak bile değerli olabilir ve işçi bolluğu İngiltere’deki gibi yakınmalara neden olabilir; ya da fiyat bu ikisi arasında tam ortada olabilir, ne nüfus çokluğuna ne de toprak bolluğuna yol açar, ama en ucuz toprağa bir pazar değeri verecek ve emekçileri topraksahibi olmadan önce uzun süre ücretli olarak çalışmaya zorlayacak biçimde toprağın niceliğini sınırlar.” (339
l.c.) (XIV, 71.) (Wakefield’in
Art of Colonization’ından [
Kolonileştirme Sanatı] buraya alınan ve işçinin mülkiyet koşullarından zorunlu ayrılışı üzerine olan pasaj yukarda aktarılanlar arasındadır.)
Artı-değer ve kâr. Örnek (Malthus). – Kâr ve artı-değer. Malthus. – Emek ile
emek-gücü arasındaki fark. – Sermaye girişinin emeğin ödenmesinde hiçbir şey
değiştirmediği biçimindeki garip sav. – İşçi için sermayenin ucuzlatılmasına
ilişkin Carey’in teorisi. – (Kâr oranının azalması.) – Ricardo’nun
ücretli-emek teorisi ve değer teorisi arasındaki çelişki üzerine
Wakefield’in görüşü.
||3| (Aşağıdaki örnek, canlı emek ile değişimde sermayenin ortaya çıkardığı gerçek artı-değerin karşıtlığıyla kârın hesaplanmasının anlaşılmasına olanak sağlıyor. Bu, ilk
Report of the Factory Commissioners’da [
Fabrika Müfettişleri Raporu] (Malthus,
Princip. of Polit. Economy [
Ekono-mi Politiğin İlkeleri]
, 1836, 2. baskı (Defter X, s. 42)) yayınlanan bir
açıklamadır.
[sayfa 49]
Binalara ve makinelere yatırılan sermaye
|
10.000£
|
Yüzen sermaye
|
7.000£
|
500£
|
10.000£ sabit sermaye üzerinden faiz
|
350
|
yüzen sermaye üzerinden faiz
|
150
|
rantlar, vergiler, harçlar
|
650
|
sabit sermayenin yıpranması için %6½ amortisman fonu
|
-----------
|
|
1,650£
|
|
1.100£
|
çeşitli giderler, taşıma, kömür, yağ
|
-----------
|
|
2.750
|
|
2.600
|
aylık ve ücretler
|
-----------
|
|
5.350
|
|
10.000
|
6d. üzerinden yaklaşık 400.000 libre ham pamuk için
|
-----------
|
|
15.350
|
|
16.000
|
363.000 libre iplik için. Değer 16.000 £
|
Emeğe yatırılan sermaye 2.600; artı-değer = 1.650 (850 faiz + 150 rant vb., eder 1000 + 650 kâr).
Ama 2.600 : 1.650 = 100 : 63
6/
13. Dolayısıyla artı-değerin oranı %63
6/
13’tür. Kâr hesabına göre de
faiz 850,
rant 150 ve kâr 650, ya da 1.650 :15.350; yaklaşık %10,1.
Yukardaki örnekte
yüzen sermaye yılda
167/
70 kez devir yapıyor;
sabit sermaye 15
5/
13 yılda bir kez;
200/
13 yılda bir kez devir yapıyor.
Kâr: 650 ya da aşağı yukarı 4,2’dir.
İşçilerin ücretleri 1/
6. Burada kâr 4,2 olarak gösterilmiştir; basitleştirmek için %4 diyelim. Bu %4,15.350 harcama üzerinden hesaplanıyor. Ama o zaman 10.000£ üzerinden %5 faiz ve 7.000 üzerinden de %5; 850£ = 17.000 üzerinden %5. Fiilen yapılan yıllık
yatırımdan (1)
sabit sermayenin amortisman fonunda yer almayan kısmını; (2)
faiz olarak hesaplanan kısmı düşmemiz gerekir. (Faizi A kapitalisti değil, B kapitalisti cebine indiriyor olabilir. Her durumda bu sermaye değil gelirdir; artı-değerdir.) Öyleyse 15.350 yatırımdan 850’yi çıkarmak gerekir; kalan: 14.500.
Ücretler ve
aylıklar için 2.600’ün 183
1/
3£’i aylık biçiminde bulunuyordu, çünkü 14.500’ün
1/
6’sı 2.600 değil, 2.416
2/
3’tür, ve 14.500 bölü, diyelim 6’dır.
Öyleyse 14.500’ü 16.000’e ya da 1.500 kârla satıyor; bu da %10
2/
3 yapar; ama bu
2/
3’ü gözardı edelim ve %10 diyelim; 100’ün
1/
6’sı 16
2/
3 eder. Dolayısıyla 100 üzerinden: 83
1/
3 yatırımlar için, 16
2/
3 ücret için, ve
[sayfa 50] 10 kâr için. Yani:
Yatırımlar
|
Ücret
|
Toplam
|
Yeniden-üretilen
|
Kâr
|
£831/3
|
162/3
|
100
|
110
|
10
|
16
2/
3 ya da
50/
3 üzerinden 10,
tam %60. Böylece kapitalistin hesabına göre
17.000 sterlinlik bir sermayeye düşen yıllık kâr %10’dur (biraz fazlaydı), bunda emek 14.500 olan yıllık yatırımların yalnız
1/
6’sıdır, işçinin %60 artı-değer (ya da istenirse sermaye) yaratması gerekir. Ya da bütün emek-zamanından %40 gerekli-emek, 60 artı-emek içindir, bunların durumu = 4 : 6, ya da = 2 : 3 ya da 1 :
3/
2. Buna karşılık sermaye yatırımları 50 olsaydı, ücret giderleri de 50 olsaydı, kapitalistin %10 alması için ancak %20 daha fazla artı-değer yaratması gerekirdi; 50 + 50 + 10 = 110. Ama 50 üzerinden 10 = 20 : 100 ya da %20. Gerekli-emek durumu ikinci
durumda, birincisinde olduğu kadar artı-emek kazandırsaydı, kapitalistin kârı 30£ olurdu; öte yandan gerçek değer yaratımının oranı, artı-emek durumu, ancak birinci örnekte ikincisinde olduğu kadar çok olsaydı, kâr yalnız 3
1/
3£ olurdu ve eğer kapitalistin başka bir kapitaliste %5 faiz ödemesi gerekseydi, aktif zararı kendisinin karşılaması gerekirdi. Bu formülden şu kadarı açıkça anlaşılıyor: (1) Gerçek artı-değerin ne kadar olduğunu belirlemek için, ücrete yapılan ödemelere düşen kârın, ücret ile bu kâr arasındaki yüzdenin hesaplanması gerekir; (2) canlı emeğe yapılan ödemeler ile toplam yatırım arasındaki oranın göreli olarak daha küçük yüzdesi,
sabit sermayeye, makinelere vb. yapılan yatırımın daha büyük olmasını, işbölümünün daha fazla olmasını gerektirir. Dolayısıyla emeğin yüzdesi daha çok emekle çalışan sermayede olduğundan daha küçük olmakla birlikte, gerçekten harekete geçirilen emek kitlesinin çok daha büyük olması gerekir; yani daha büyük sermaye ile çalışılmış olmalıdır. Toplam yatırıma düşen emek payı daha küçüktür; ama harekete geçirilen emeğin mutlak toplamı, bireysel sermaye için daha büyüktür; yani sermayenin kendisinin daha büyük olması gerekir. (3) Daha çok makine vb. değil de daha çok emeği harekete geçirmeyen bir alet sözkonusu ise ve daha büyük bir
sabit sermayeyi (örneğin el litografisi) temsil etmiyor, ama yalnızca emeğin yerine geçiyorsa, makine ile çalışan sermayenin kârı,
canlı emekle
çalışan sermayenin kârından kesinlikle daha azdır. (Ama bu sonuncusu [canlı emekle çalışan sermaye], ötekinden daha yüksek bir kâr yüzdesi yapabilir, ve böylece de onu pazarın dışına atabilir.) (vb.) Sermaye arttıkça kâr oranının,
brüt kâr gene de artarken, hangi ölçüde azalabileceğinin incelenmesi kâr öğretisine giriyor (
rekabet)
.
Malthus,
Principles of Political Economy [
Ekonomi Politiğin İlkele-ri], 2. baskı, 1836 adlı yapıtında kârın, ya da daha doğrusu kârın değil ama
[sayfa 51] gerçek artı-değerin, yatırılan sermayeye oranla değil, değeri ücrette nesnel olarak ifade edilmiş olan canlı emeğe yapılan ödemeye oranla hesaplanması gerektiğini sezmiştir; ama bunu yaparken kendini salt bir oyuna kaptırıyor ve bu oyun, herhangi bir değer belirlenimine ya da emeğin değer belirlenimi ile olan ilişkisi üzerinde usavurmaya temel alınınca saçmalık haline geliyor.
Örneğin tamamlanmış ürünün toplam değerini dikkate alırsam, ortaya çıkan ürünün her bölümünü, yatırımın ona tekabül eden bölümü ile karşılaştırabilirim; kârın tüm üründeki yüzdesi de, doğal olarak ürünün bölünebilir her bölümü için böyle bir yüzdedir. Örneğin diyelim ki 100 taler 110 getiriyor; yani tüm ürün %10 getiriyor; diyelim ki 75 taler sermayenin değişmeyen kısmı için, 25 emek için; yani birincisi için ¾, ||4| canlı emek için ¼. Şimdi toplam ürünün, yani 110’un ¼’ünü alırsam, 17
2/
4 ya da 27½ elde ederim. Emeğe 25 ödeme üzerinden kapitalistin kazancı 2½, yani %10’dur. Malthus şöyle de diyebilirdi: toplam ürünün
3/
4’ünü, yani 75 alırsam, o zaman bu ¾ toplam üründe 82½ ile temsil edilir; o halde 75 üzerinden 7½ tam %10’dur. Bu da görüldüğü gibi şu anlama gelir ki, 100 üzerinden %10 kazanıyorsam, bu 100’ün her bölümünden kazanç toplandığında, genel toplam üzerinden %10 eder. 100 üzerinden 10 kazandıysam, 2 × 50 üzerinden her defa 5 kazanmış olurum vb.. 100 üzerinden 10 kazanıyorsam, 100’ün ¼’ü üzerinden 2½ ve ¾’ü üzerinden 7½ kazanırım hesabı bizi bir adım ileri götürmez. 100 üzerinden 10 kazanmışsam, 100’ün ¼’ü üzerinden ya da ¾’ü üzerinden ne kadar kazanmışımdır? Malthus’un sezgisi böyle bir çocukluğa indirgenebilir. Emeğe yapılan
ödeme 100’ün ¼’ü tutarındadır, dolayısıyla bu ödeme üzerinden kazanç %10’dur. 25’in %10’u, 2½ eder. Ya da kapitalist 100 üzerinden 10 kazanmışsa, sermayesinin her bölümü üzerinden
1/
10, yani %10 kazanmıştır. Bu, sermayenin ayrı bölümlerinin birbirlerine oranını belirlemek açısından hiçbir nitel özellik taşımaz ve dolayısıyla sermayenin emeğe ön ödemesi için olduğu kadar,
sabit sermaye vb. için de geçerlidir. Bu, yalnızca, sermayenin her bölümünün yeni yaratılmış değerde eşit derecede içerildiği yanılsamasını ifade eder. Çünkü, ne ücretler için yapılan ödemenin ¼’ü artı-değer yaratır, ne de bunu yapan ödenmemiş canlı emektir. Ama genel değerin –burada 10 taler– ücrete olan oranından, emeğin yüzde kaçının ödenmemiş olduğunu, ya da artı-emeğin ne kadar olduğunu anlıyoruz. Yukardaki oranda gerekli-emek 25 taler olarak, artı-emek 10 taler olarak nesneleşmiştir; dolayısıyla bunların birbirine oranlan 25:10 = 100 : 40; emeğin %40’ı artı-emekti, ya da aynı anlama gelmek üzere, onun ürettiği değerin %40’ı artı-değerdi. Kapitalistin hesaplamayı şöyle yapabileceğini söylemek çok doğrudur: 100 üzerinden 10 kazanırsam, o zaman ücret
[sayfa 52] = 25 üzerinden kazancım 2½ olur. Bu hesabın ne yararı olduğu anlaşılamıyor. Ama Malthus’un bununla ne yapmak istediğini, onun değer belirlemesine bakınca hemen anlayacağız. Bununla birlikte onun bu basit hesap örneğinin gerçek bir belirlenim içerdiğine gerçekten inandığı, aşağıdaki açıklamalardan ortaya çıkıyor:
“Diyelim ki, sermaye yalnızca ücretlere harcanıyor; 100£
doğrudan emeğe harcanıyor. Yıl sonunda
gelirler 110,120 ya da 130’dur;
açıktır ki, her durumda kârlar, istihdam edilen emeğin ödenmesi için gerekli bütün ürünün değerinin oranı ile belirlenecektir. Pazarda ürünün değeri 110 olursa, işçilere ödeme yapmak için gerekli oran, ürünün değerinin 10/11’ine eşittir, ya da kârlar = %10.” (Burada bay Malthus, başlangıçtaki yatırımı, 100£, toplam ürüne olan oran olarak göstermekten başka bir şey yapmıyor. 100, 110’un
10/
11’idir. 100 üzerinden 10, yani 100’ün
1/
10’unu kazanıyorum demekle, 110’un
1/
11’i kazançtır demek arasında bir fark yoktur.) “Ürünün değeri 120 ise, emek için oran =
10/
12 ve kazanç %20; 130 ise,
emeğin ödenmesi için gerekli oran =
10/
13 ve kazanç = %30.” (100’den 10 kazanıyorum diyeceğime, 110’un
10/
11’i yatırımlardı da diyebilirim; ya da 100 üzerinden 20 kazanıyorum yerine 120’nin yalnızca
10/
12’si yatırımlardır vb.. Bu yatırımların niteliğinin,
emeğe yapılan ödeme olup olmamalarının, konuyu ifade etmenin bu öteki aritmetik biçimiyle hiçbir ilgisi yoktur. 100’lük bir sermayenin 110 getirişi varsa, ya sermayeden yola çıkarak bundan 10 kazandım diyebilirim, ya da üründen, yani 110’dan yola çıkarak diyebilirim ki, bunun yalnızca
10/
11’ini önceden harcadım. Kuşkusuz oran aynıdır.) “Diyelim ki,
kapitalistin yatırımları yalnızca
emeğe yapılan ödemelerden ibaret değildir. Kapitalist,
yatırdığı sermayenin bütün bölümleri üzerinden
eşit avantaj sağlamayı umar” (bu basitçe şu anlama gelir ki, sağladığı, ve kaynağı konusunda hiçbir fikre sahip olmadığı avantajı, yatırımlarının bütün bölümleri arasında, nitel farklılıklarından tamamen soyutlayarak eşit biçimde dağıtır). “Diyelim ki,
yatırımların ¼’ü” (doğrudan) “
emek için yapılan ödemelerden,
¾’ü ise
birikmiş emekten ve
kârlardan oluşuyor, r
antlardan, vergilerden ve öteki çıkışlardan meydana gelen artışlar buna ekleniyor,
öyleyse, kapitalistin kârlarının, ürünün bu V/ünün, istihdam edilen emeğin niceliği ile karşılaştırıldığında değişen değeri ile birlikte değişeceği kesinlikle doğrudur.”
(Malthus’ta olduğu [gibi]
nicelik ile değil, ama:
ödenen ücret ile karşılaştırıldığında.) (Öyleyse
kapitalistin kârlarının, kârların ¾’ünün
birikmiş emeğe yapılan ödemelerle karşılaştırıldığında değişen değeri ile birlikte
değişeceği kesinlikle doğrudur, yani kazancın yatırılan toplam sermayeye oranı (10 : 100), toplam ürünün (110) her bölümünün,
yatırımın buna tekabül eden kısmına oranı ile aynıdır.) “Örneğin”, diye sürdürüyor Malthus, “bir
[sayfa 53] çiftçi, tarlalarında 2.000£ kullanırsa, bunun 1.500’ü t
ohuma, atların bakımına, sabit sermayesinin yıpranmasına vb., 500£ de doğrudan emeğe giderse, sonunda
gelir 2.400 olduğunda, kârı 2.000 üzerinden 400 = %20’dir. Hemen anlaşılır ki,
ürünün değerinin ¼’ünü, yani 600£’ini
alır ve
bunu doğrudan emeğin ücretleri için yapılan ödemeyle karşılaştırırsak, sonuç tam olarak aynı kâr oranını gösterir”. (
l.c., 267, 268, Defter X, 41, 42.) (Gene açıktır ki, ürünün değerinin
¾’ünü, yani 1.800’ini alır ve bunu birikmiş emeğe yapılan yatırımlarda ödenen toplam ile, yani 1.500 ile karşılaştırırsak, sonuç tam olarak aynı kâr oranım gösterir. 1.800 :1.500 = 18 :15 = 6 : 5. Ve 6, 5’ten
1/
5 fazladır, yani %20.) (Burada Malthus’un kafasında, birbirine karıştırdığı iki farklı aritmetik formül var:
Birincisi, 100 üzerinden 10 alırsam, 100’ün her bölümü üzerinden 10 değil, %10 kazanmış olurum: yani 50 üzerinden 5, 25 üzerinden 2½ vb.; 100 üzerinden 10 kazanmak, 100’ün her bölümü üzerinden
1/
10 kazanmak demektir ve böylece kârın, ücret üzerinden
1/
10 kâr olarak çıkması gerekir, ve kâr sermayenin bütün bölümlerine eşit olarak dağıtılmışsa, diyebilirim ki, toplam sermaye üzerinden kâr oranı, bunun her bölümüne, örneğin
ücretler olarak yatırılan bölüm dahil, düşen kâr oranı ile birlikte değişir.
İkincisi, 100 üzerinden %10 kazanmışsam, toplam ürün 110 olur. Şimdi, ücret,
yatırımların ¼’ünü = 25’ini oluşturuyorsa, bu da ancak 110 bölü 4
2/
5 demektir; yani
2/
5 daha küçük bir bölünebilir parçayı meydana getirir, ve bu, toplam ürün başlangıçtakine oranla arttıkça, toplam ürünün giderek daha küçük bir bölümünü oluşturur. Bu gene yalnızca başka bir hesaplama biçimidir. 10,100’ün
1/
10’udur, ama 110’un yalnızca
1/
11’idir. Öyleyse diyebilirim ki, toplam ürün büyüdükçe, başlangıç sermayesinin her bölünebilir parçası onun daha küçük bir parçasını oluşturur: totoloji.)
Malthus,
The Measure of Value Stated and Illustrated. Londra 1823 (Defter IX) başlıklı yapıtında, “
emeğin değeri”nin “
değişmeyen” olduğunu ve dolayısıyla
genel olarak gerçek değer ölçüsü olduğunu ileri sürüyor. “
Her verili emek niceliği, ona hükmeden, ya da karşılığında fiilen değişildiği ücretle aynı değerde olmalıdır.”
(s. 5
l.c.) (IX, 29.) Kuşkusuz burada ücretli emek sözkonusudur. Oysa bunun doğrusu şudur:
her verili emek niceliği = bir üründe ifade edilen
emeğin aynı niceliği; ya da her ürün yalnızca, ürünün değerinde nesneleşmiş bir belirli emek niceliğidir, başka ürünlerle ilgili olarak bu nicelikle ölçülür. Bununla birlikte, ücret, canlı emek-gücünün değerini ifade eder, ama hiçbir biçimde ücret + kârda ifade edilen canlı emeğin
değerini ||5| değil. Ücret,
gerekli-emeğin fiyatıdır. İşçi yaşamak için 6 saat çalışmak zorundaysa ve salt işçi olarak kendisi için üretmiş olsa, her gün 6 saatin metasını, diyelim
[sayfa 54] 6
d alacaktır. Oysa kapitalist onu 12 saat çalıştırıyor ve kendisine 6
d ödüyor. Saat başına ½
d ödüyor, yani
12 saatlik emeğin belirli bir niceliğinin değeri 12d’dir, ve 12d gerçekte satıldığı zaman, ürünün değişildiği değerdir. Ve öte yandan, kapitalist bu değeri, salt emeğe yeniden yatırabilirse, ona 24 saat kumanda eder. Bunun içindir ki, ücretler, onlarda içerileri emekten çok daha büyük nicelikte bir emeğe kumanda eder ve canlı emeğin belirli bir niceliği, birikmiş emeğin çok daha küçük bir kısmı karşılığında değişilir. Kesin olan tek şey, emeğin fiyatının, ücretin, işçinin yaşamını sürdürebilmek için gereksindiği emeğin niceliğini her zaman ifade etmesi gerektiğidir. Herhangi bir emek niceliğinin ücreti, işçinin kendisinin yeniden-üretimi için harcaması gereken emek niceliğine eşit olmalıdır.
Yukardaki örnekte, bir kişi, her biri 12 saat –birlikte 24 saat– çalışan iki kişinin işini, tek bir kişi tarafından harcanan nicelikte emekle yapar. Yukardaki örnekte ürün, 12
d değerinde başka bir ürün karşılığında, ya da 12 emek-saati karşılığında değişilmiş olurdu, ve bu, onun 6d’lik kârının (kapitalist için
artı-değeri) kaynağı olurdu. Ürünlerin değeri, bunlarda içerilen emek tarafından belirlenir, bu emeğin işverence ödenen payı tarafından değil.
Ürünün değerini oluşturan, ödenmemiş emek dahil, harcanmış emektir; oysa
ücret, yalnızca ödenmiş emeği ifade eder, asla
harcanmış emeğin tamamını değil. Bu ödeme ölçütünün kendisi de emeğin üretkenliğine bağlıdır, çünkü gerekli emeğin niceliğini belirleyen bu üretkenliktir. Ve bu
ücret,
emeğin değerini (
emeğin kendisi meta olarak konmuştur) oluşturduğundan, bu
değer sürekli
değişkendir, ve
değişmeyenin karşıtıdır. İşçinin harcadığı emeğin niceliği onun emek-gücünde bulunan emek niceliğinden, ya da emek-gücünü yeniden-üretmek için gerekli olan nicelikten çok farklıdır. Ama onun meta olarak sattığı kendi yaptığı kullanım değildir, kendini
neden olarak değil,
sonuç olarak satar.
“
Metaların arzının koşulları, her zaman aynı göreli değerleri alıkoymalarını değil, her birinin kendi doğal değerini alıkoymasını gerektirir, ya da üreticinin aynı güçle üretimi ve birikimi sürdürmesini sağlayacak nesneleri elde etme araçlarını gerektirir... Kârlar üretim için gerekli yatırımlar üzerinden hesaplanır... Kapitalistlerin özgül yatırımları kumaştan değil, emekten oluşur; ve başka hiçbir nesne verili bir emek niceliğini temsil edemediğinden, açıktır ki,
bir metanın kumanda edeceği şey, emeğin niceliğidir ve arzının ya da doğal değerinin koşullarını temsil edebilen herhangi bir başka metanın niceliği değildir.” (17, 18.) (IX, 29.) Malthus, daha
kapitalistin yatırımlarının emekten oluştuğu olgusundan başlarken, işin çok açık olmadığını görebilmişti. Varsayalım ki, 6 saat gerekli-emek-zamanıdır: A ve B, her biri kendisi için çalışan ama birbirleriyle değişim yapan iki kişi olsun. A 6 saat, B 12 saat çalışıyor. A, B’nin fazladan çalıştığı 6 saati mideye indirmek, B’nin 6 artı-saatinin ürününü tüketmek isterse, ona verebileceği, örneğin ertesi
[sayfa 55] günün 6 saatlik canlı emeğinden başka hiçbir şey yoktur. Şimdi B, A’dan 6 saat daha fazla emek ürününe sahiptir. Gene varsayalım ki, kendisi bu koşullar altında bir kapitalist olmayı hayal etmeye başlıyor ve çalışmayı tamamen bırakıyor. O zaman üçüncü gün, A’nın 6 saati ile değişmek için verebileceği tek şey kendi 6 saatlik
birikmiş ürünüdür, ve bu değişim tamamlanır tamamlanmaz, gene kendisi çalışması gerekir ya da açlıktan ölür. Ama A için 12 saat çalışmayı sürdürürse ve A da gene kendisi için 6 saat ve B için de 6 saat çalışırsa, birbirleriyle tam 12 saati değişirler.
Metanın doğal değeri, diyor Malthus, değişim yoluyla,
aynı üretim ve birikim gücünü sahibine geri vermesinden oluşur. Onun metası, iki emek niceliğinden oluşur: bir birikmiş emek niceliği + bir doğrudan emek niceliği. Dolayısıyla metasını, tamı tamına aynı nicelikte toplam emek içeren başka bir meta karşılığında değişirse, onun
üretim ve
birikim gücü en azından aynı, eşit kalır. Ama bu meta büyümüştür, çünkü doğrudan emeğin bir kısmı ona
hiçbir maliyet getirmemiş, ama o, bunu gene de satmıştır. Ancak Malthus, metayı oluşturan emeğin niceliğinin
yalnız ödenmiş emek olduğu, dolayısıyla ücretlerin toplamına eşit olduğu ya da ücretin, metanın değerin ölçüsü olduğu sonucuna varıyor. Metada içerilen emeğin her niceliği ödenmiş olsaydı, Malthus’un öğretisi doğru olurdu, ama onun kapitalistinin “
emeğe” yapacak “
yatırım”ının olmayacağını ve “
birikim güçlerinin tamamen kaybolacağını” söylemek de aynı ölçüde doğru olurdu. Bedava emek olmazsa, kâr nerden gelir? Evet ya, diyor Malthus,
birikmiş emek için
ücret[ten]. Ama
emeğin harcanması, işi sona erdirdiğinden,
ücret almayı da sona erdirir. Kuşkusuz [emeğin] içinde bulunduğu ürün şimdi canlı emek karşılığında gene değişilebilir, ama bu ürünün 6 saatlik emeğe eşit olduğunu varsayarsak işçi 6 saatlik canlı emek vererek karşılığında yatırımları, kapitalistin 6 saatlik harcanmış emeğini alır; öyleki kapitalist tek bir adım atmamış olur. Canlı emek de, hemen ardından onun ölü emeğinin sahibi haline gelir. Ancak bunun nedenini Malthus şöyle açıklıyor: “
başka hiçbir nesne emeğin belirli bir niceliğini temsil edemediği için”, bir metanın
doğal değeri “
başka hiçbir metanın niceliğinden değil, bir metanın kumanda edeceği emeğin niceliğinden”
oluşur. Bu demektir ki,
belirli bir emek niceliği yalnızca
belirli bir canlı (doğrudan) emek niceliği ile temsil edilebilir. “
Başka hiçbir nesne” değil ama “
herhangi bir nesne”, yani aynı
emek niceliğinin içerildiği her nesne,
emeğin belli bir niceliğini temsil edebilir. Ancak Malthus, metada içerilen
emeğin niceliğinin, harekete geçirebildiği
canlı emek niceliği ile değil, ama harekete geçirdiği
ödenmiş emek niceliği ile ölçülmesini, ona eşit olmasını istiyor. Diyelim ki, meta 24 emek-saatini
[sayfa 56] içeriyor; o zaman, kapitalist bununla 2 emek-gününü satın alabilir diye düşünüyor; ve eğer kapitalist emeği tamamen ödediyse, ya da harcanmış emeğin niceliği, ödenmiş canlı emek niceliğine eşit ise, 24 saatlik harcanmış emeği ile
yalnızca 24 saatlik canlı emek satın alabilir, ve onun
“birikim güçleri” bir kenara itilir. Ama kapitalist, işçiye emek-zamanını, emeğin miktarını ödemez, ona yalnız gerekli-emek-zamanını öder ve zamanın geri kalanı için onu bedava çalışmaya zorlar. Bunun içindir ki, harcanmış emek-zamanının 24 saati ile belki canlı emeğin 48 saatini harekete geçirir. Dolayısıyla gerçekte harcanmış emeğin 1 saati ile canlı emeğin 2 saatini öder ve böylece değişimde %100 kazanır. Şimdi meta-sının değeri 48 saate eşittir, ama karşılığında değişilen ücrete, ya da karşılığında yeniden değişileceği ücrete eşit değildir. Aynı oranla sürdürürse, harcanan emeğin 48 saati ile canlı emeğin 96 saatini satın alacaktır.
Diyelim ki, kapitalist olmadı, ama bağımsız ve birbirleriyle değişim yapan işçiler, birikim de yapmak istedikleri vb. için, geçimleri için gerekli olandan daha fazla çalıştılar. İşçinin yaşamak için yaptığı işin bölümüne ücret, ve birikim yapmak için çalıştığı artı-zamana da
kâr diyelim. O zaman metasının değeri, onda içerilmiş emeğin toplam miktarına, canlı emek-zamanının genel toplamına eşit olur; ama kendisine ödediği ücrete, ya da yaşamak için yeniden-üretmesi gerekli olan meta bölümüne asla eşit değildir. Bir metanın değeri belirli bir emek miktarına eşit olduğu için, diyor Malthus, meta onda içerilmiş gerekli-emeğin miktarına (
yani ücretlere) eşittir, metada içerilmiş emeğin genel toplamına eşit değildir; metanın bütünü, metanın bir kısmına eşittir. ||6| Bununla birlikte, işçinin “
birikim gücü”nün işçinin kendi ücretinin ödenmesi için gerekli olandan daha çok çalışmış olmasından ileri geleceği açıktır. Canlı emek-zamanının belirli bir miktarı, geçim için işçiye gerekli olan zamana eşit olursa, canlı emeğin belirli bir miktarı da, onun ürettiği
ücrete eşittir ya da
ücret, onun harekete geçirdiği canlı emeğe tamamıyla eşit olur. Durum böyle olsaydı, sermaye kuşkusuz olanaksız olurdu. Bir işçi bütün emek-zamanı süresinde
kendi ücretinden daha fazlasını üretemiyorsa, ne kadar isterse istesin, kapitalist için bir kuruş da olsa çıkaramaz. Mülkiyet, emeğin üretkenliğinin ürünüdür. “Bir kişi, yalnızca bir kişi için üretebilirse, herkes işçiyse;
mülkiyet yoktur. Bir insanın emeği beş insanı geçindirebiliyorsa, üretimde istihdam edilmiş 1 insan için 4 boş insan olacaktır.” (Ravenstone.)
Malthus’un derin fantazisini nasıl saf bir çocuğun hesap yapmasına benzer biçimde ifade ettiğini yukarda gördük. Öte yandan bunun ardında yatan
emeğin değerinin değişmeyen [değer] olduğu ve
ücretlerin [sayfa 57] fiyatları oluşturduğu öğretisiydi. Toplam sermaye için kâr oranı, sermayenin
ücretleri temsil eden bölünebilir kısmı üzerinden aynı oran olarak ifade edilebildiği için, bu bölünebilir kısmın fiyatı oluşturduğunu ve belirlediğini ileri sürüyor. Burada da aynı
derinlik: eğer a metası = bir miktar
x metası ise, bu, ona göre a metasının
x canlı emeğe eşit olduğundan başka bir anlama gelemez, çünkü yalnız emek emeği temsil edebilir. Burdan da, a metasının, kumanda edebileceği
ücretli emek miktarına eşit olduğu, dolayısıyla emeğin değerinin değişmeyen [değer] olduğu, çünkü onu harekete geçiren metaya her zaman eşit olduğu sonucunu çıkarıyor. İşin can aha noktası, ona göre canlı emek niceliği ile ücretli emek niceliğinin örtüşmesi, ve onun, ücretli emeğin her bölünebilir kısmının gerçekten ödendiğine inanmasıdır. Oysa,
x canlı emek =
x - y gerekli-emek (
ücret) +
y artı-emek olabilir (ve ücretli emek olarak yalnızca böyle olabilir). Dolayısıyla
x ölü emek,
x - y gerekli-emek (
ücretler) +
y artı-emek-zamanını harekete geçirebilir; yani
x emek-saatinde, gerekli saatin üstünde içerilmiş artı-emek saatinden daha fazla canlı emeği her zaman harekete geçirir.
Ücretli emek her zaman ödenmiş ve ödenmemiş emekten oluşur.
Dolayısıyla
emeğin değeri değişmeyen [değer]dir demek, her emek-zamanı, yalnızca gerekli-emek-zamanıdır, yani ücret-üreten emek-zamanıdır demekten başka bir şey değildir. Artı-emek-zamanı yoktur ama buna karşın “
birikim gücü” ve sermaye vardır [demektir].
Ücret her zaman emeğin verili bir niceliğine, yani ücretlerin harekete geçirdiği canlı emek niceliğine eşit olduğundan, ve bu
ücrette içerilen aynı emek niceliğini temsil ettiğinden, emeğin aynı niceliği temsil edilen
emeğin değeri değişmeyen [değer]dir, çünkü her zaman nesneleşmiş emeğin niceliğine eşittir. Bunun içindir ki, ücretlerdeki düşme ve yükselme,
emeğin değerindeki düşme ve yükselmeden değil, metaların fiyatındaki düşme ve yükselmeden ileri gelir. Bir işçinin haftada 8 ya da 16 gümüş şilin alması, yalnızca şilinin fiyatındaki yükselme ya da düşmeden ileri gelebilir, ama emeğin değeri aynı kalır. İki durumda da, işçi, bir canlı emek haftası için bir harcanmış emek haftası elde eder. Bay M. bunu şöyle kanıtlıyor:
“Emek, tek başına, sermaye olmadan,
toprağın ürünlerini sağlamak için kullanılırsa, bunların bir türünü elde etmek başka biriyle karşılaştırılınca daha kolay olsa da, bilinen bir şeydir ki, emeğin değerini ya da belirli bir çaba ile sağlanmış toplam ürünün değişilebilir değerini değiştirmez.”
Bu demektir ki, metaların her biri, miktarlarına bakılmaksızın, üretkenliğinin derecesine bağlı olarak kendisini bir durumda daha fazla, diğerinde daha az kullanım-değerlerinde ifade etmesine karşın
[sayfa 58] onda içerilmiş emek tarafından belirlenir. “
Farkın, emeğin değil, ürünün ucuzluğunda ya da pahalılığında olduğunu, duraksamaksızın kabul edebiliriz.” Emeğin bir dalda ötekine göre daha üretken olduğundan, ya da ürünün daha çok ya da daha az emeğe malolduğundan sözedebiliriz.
Ücretli emek varolmadıkça, ve dolayısıyla bir saatlik doğrudan emek her zaman bir saatlik nesneleşmiş emeğe kumanda ettikçe ve bu da doğal olarak bir saatlik emeğin ötekinden daha üretken olmasını engellemedikçe
emeğin ucuzluğundan ya da pahalılığından sözedemeyiz. Ama gene de, doğrudan emekçiler tarafından harcanan emeğin geçim için gerekli bölümünü artı-emekten ayırdettiğimiz ölçüde –ve günün belirli saatleri artı-zaman olarak çalışılırsa, bu, emek-zamanının her bölünebilir kısmının gerekli-emek kısmından ve artı-emek kısmından oluşmuş olması ile aynı şeydir–
emeğin değerinin, yani ücretlerin (gerekli-emek karşılığında değişilen ürün kısmının, ya da gerekli ürün için kullanılan toplam emek bölümünün)
değişmeyen [değer] olduğu söylenemez. Emeğin üretkenliği ile birlikte, emek-zamanının
ücretleri yeniden-üreten bölünebilir kısmı büyüyebilir; böylece
emeğin değeri, yani ücretler, emeğin üretkenliği ile birlikte sürekli olarak değişebilir. Ücretler hem önce hem sonra, belirli bir
kullanım-değeri ile ölçülebilir, ve bu değerin değişim-değeri emeğin üretkenliğine bağlı olarak sürekli değiştiğinden,
ücretler ya da
emeğin değeri değişebilir.
Emeğin değeri, canlı emeğin kendi ürününe eşit
olmadığını ya da, aynı anlama gelmek üzere, etkili neden olarak değil, ama bizzat üretilmiş etki olarak sarıldığını ilke olarak önvarsayar. Emeğin değeri değişmeyen [değer]dir demek, onun sürekli olarak, kendinde bulunan emek niceliği ile ölçüldüğünü söylemekten daha fazla bir anlama gelmez. Bir üründe çok ya da
az emek içerilmiş olabilir. Dolayısıyla a ürününün bazan daha büyük, bazan daha küçük bir bölümü b ürünü karşılığında değişilebilir. Ama ürünün satın aldığı canlı emek niceliği, onun temsil ettiği harcanmış emekten hiçbir zaman daha büyük ya da daha küçük olamaz, çünkü emeğin belirli bir niceliği, ister nesneleşmiş emek, ister canlı emek biçiminde varolsun, her zaman emeğin belirli bir niceliğidir. Bunun içindir ki, belirli bir canlı emek niceliği için daha çok ya da daha az ürün veriliyse, yani ücretler yükselir ya da düşerse, bunun nedeni emeğin değerinin yükselmesi ya da artması değildir, çünkü belirli bir emek niceliğinin değeri her zaman aynı belirli emek niceliğine eşittir; bunun nedeni, ürünlerin, daha çok ya da daha az emeğe malolmasıdır, ve dolayısıyla emeğin daha büyük ya da daha küçük bir niceliğinin, aynı emek niceliğini temsil etmesidir.
Dolayısıyla, emeğin değeri değişmeden kalır. Yalnız ürünlerin değeri değişir, yani emeğin üretken gücü değişir, değeri değişmez.
Malthus’un öğretisinin özü, böyle sığ bir safsataya öğreti diyebilirseniz, işte budur.
İlkin yalnız yarım günlü
[sayfa 59] bir emek-zamanına malolan bir ürün, bütün bir gün yaşayabilmem ve ayrıca da çalışabilmem için yeterli olabilir. Ürünün bu özelliğe sahip olması ya da olmaması, onun
değerine, yani onun için harcanan emek-zamanına değil, onun
kullanım-değerine bağlıdır, ve canlı emekle emeğin ürünü arasında bu bakımdan meydana gelen değişim, değişim-değerleri olarak her ikisi arasında bir değişim değildir, bunların ilişkisi bir yandan ürünün kullanım-değerinde, öte yandan da canlı emek-gücünün varoluş koşullarındadır. Nesneleşmiş emek canlı emek karşılığında değişilseydi, değişim-değeri yasalarına göre, yarım emek-gününe eşit olan ürün, işçi bununla bütün bir emek-günü yaşayabilmesine karşın, ancak yarım günlük canlı emek satın alabilirdi; ve işçinin tam emek-günü satın alınsaydı, ürün olarak bütün bir emek-gününü alması gerekir, kendisi de varsayımımıza göre bununla iki emek-günü yaşayabilirdi. Ama, sermaye temeli üzerinde, canlı emek ve harcanmış emek birbirleriyle, değişim-değerleri olarak, özdeşlermiş gibi, nesneleşmiş biçimde aynı emek niceliği canlı biçimde aynı ||7| emek niceliğinin eşdeğeri
değermiş gibi değişilmezler. Değişilen, tersine, bir üründür ve kendisi de bir ürün olan emek-gücüdür. Emek-gücü, canlı emeğin yapabildiğine değil, gerçekleştirebildiği emek niceliğine eşittir – bu da onun
kullanım-değeridir. Emek tarafından
kendisinin üretilmiş olması gereken ve yeniden-üretilebileceği emek niceliğine eşittir. Dolayısıyla
gerçekte ürün, canlı emek karşılığında değil, nesneleşmiş emek, emek-gücünde nesneleşmiş emek karşılığında değişilir. Canlı emeğin kendisi, ürünün sahibinin değişimle elde ettiği değişim-değerinde bulunan bir kullanım-değeridir, ve onun emek-gücü için ürün biçiminde harcadığından daha çok mu yoksa daha az mı canlı emek elde ettiği, canlı emek niceliğine, üründe işçiye ödenen niceliğe bağlıdır. Emek niceliği, emek niceliği karşılığında değişilseydi, ister nesneleşmiş ister canlı emek biçiminde olsun, her emek niceliği doğal olarak kendisine, değeri de niceliğine eşit olurdu. Dolayısıyla yarım emek-gününün ürünü, yalnızca yarım emek-gününü satın alabilirdi. Ama o zaman da, gerçekte,
ücret de
emek değeri de olmazdı. Emeğin, ürününün değerinden ya da ürününün eşdeğerinden
farklı bir değeri, özgül bir değeri olmazdı, ve
emeğin değerini, ücretleri oluşturan bu özgül değerdir.
Öyleyse, bay Malthus, belirli bir emek niceliğinin belirli bir emek niceliğine eşit olduğu olgusundan, ya da belirli bir niceliğin de kendisine eşit olduğu olgusundan, bu belirli bir niceliğin belirli bir nicelik olduğu büyük buluşundan hareket ederek, ücretin, değişmeyen olduğu, emeğin değerinin değişmeyen olduğu, yani nesneleşmiş emeğin aynı niceliğine eşit olduğu sonucuna varıyor. Canlı emek ile birikmiş emek
değişim-değerleri olarak birbirleriyle değişilseydi, bu, doğru
[sayfa 60] olabilirdi. Ama o zaman da, ne
emeğin değeri, ne ücret, ne
sermaye, ne
ücretli emek, ne de Malthus’un araştırmaları olurdu. Bunların hepsi, sermayede birikmiş emeğin karşısında canlı emeğin
kullanım-değeri olarak ve canlı emek-gücünün
değişim-değeri olarak, ortaya çıkması olgusuna dayanır. Malt-hus, hiçbir şey yokmuş gibi sözünü sürdürüyor: “
Sermayenin ve kârın değer hesabına girmesi ve emeğe talebin değişmesi durumunda aynı şey geçerlidir.”
İşte bütün derinlik burada. Sermaye ve kârlar işin içine girer girmez, canlı emek-gücü satın alınmaya başlıyor ve dolayısıyla birikmiş emeğin daha küçük bir bölümü daha büyük bir canlı emek bölümü karşılığında değişiliyor. Bu derinliğin genel ayırdedici niteliği, ücretli emeği koyan ve ilk kez, emeği ücretli emeğe ve emek-gücünü metaya dönüştüren sermayenin işin içine girmesinin, emeğin değerlenmesinde de, birikmiş emeğin değerlenmesinde de hiçbir
değişiklik yapmamasıdır.
Emeğin ve onun ürünüyle ve değeriyle ilişkisinin özgül bir biçimi olan sermaye, Malthus’a göre, hiçbir şey değiştirmeden “
işin içine giriyor”. Sanki, tıpkı Roma Cumhuriyeti anayasasında, giriş bölümünden, “
İmparatorların sahneye girmesi”nden başka hiçbir değişiklik yapmaya izinli değilmiş gibi. Malthus şöyle devam ediyor:
“Üründe bir
artış olmadan
işçilerin ücretinde bir artış olursa, bu, ancak
kârların düşmesiyle olanaklıdır...
Ürünün herhangi bir verili bölümünü elde etmek için, daha önceki nicelikte emek gereklidir, ama kâr azaldığı için ürünün değeri düşer; buna karşılık ücretlerin değerine ilişkin olarak kârın azalması, işçi için daha fazla ürün elde etmek üzere gerekli-emek niceliğinin artması ile dengelenir ve emeğin değeri aynı kalır.” (s. 33, 34
l.c., defter IX, 29.) Varsayım gereğince ürün aynı
miktarda emeği içeriyor. Ama değeri azalmış olmalıdır, çünkü kârlar düşmüştür. Ancak üründe içerilmiş emek-zamanı aynı kalmışsa, kâr nasıl düşer? Toplam emek-zamanı aynı kaldığı halde ücret yükselirse –rekabet işçiler için elverişli olduğunda sözkonusu olacak geçici nedenlerden dolayı değil–, bu demektir ki, emeğin üretkenliği düşmüştür, emek-gücünü yeniden-üretmek için daha büyük nicelikte bir zaman gereklidir; böylece sermaye tarafından harekete geçirilmiş canlı emeğin daha büyük bir kısmı gerekli-emeğe ve daha küçük bir kısmı artı-emeğe düşer. Bu saçmalığı sonraya bırakalım. Konuyu tamamlamak için son bir alıntı: “Karşıt durumda, bu tersinedir.
Daha az miktarda ürün işçinin payına düşebilir ve kârlar yükselebilir. Daha önceki aynı emek niceliğiyle sağlanmış olan verili bir ürün miktarı, kârın artışı nedeniyle değer olarak artar; işçinin ücretine oranla kârdaki bu artış, işçinin payına düşen daha az ürünü elde etmek için gerekli-emeğin daha az niceliğiyle dengelenir.” (M. s. 35) (
l.c., IX, 29.)
Çeşitli ülkelerde para fiyatları konusunda, fiyat ilkesinin sonuçları olarak daha sonra gözden geçirilecektir.
[sayfa 61] (Örneğin meta a, bir emek-günü satın alabilir; ancak yarım günü (gerekli-zamanı) öder, ama tam bir gün karşılığında değişilir. O zaman metayla satın alman emeğin toplam niceliği, gerekli-emek + artı-emeğe eşittir. Dolayısıyla, gerekli-emeğin fiyatı =
x dersem, tüm emeğin fiyatı =
2x olur ve böylece yeni yaratılmış metaya
ücretler cinsinden değer biçebilirim ve dolayısıyla bütün metaların fiyatlarını da ücretlerle saptayabilirim. Ama bu,
değişmeyen değerden başka bir şey değildir. Uygarlaşmış ülkelerde, ücret için, bu ücret ne olursa olsun,
ortalama bir zaman –ne kadarının gerekli-emek-zamanı ne kadarının artı-emek-zamanı olduğuna bakmaksızın, diyelim 12 saat– çalışma zorunluluğunun yol açtığı karışıklık, emeğin niceliğini emek-günlerine indirgeyen (ve gerçekte canlı emek-günlerine indirgenebilir) bay Carey’i de şunu ileri sürmeye yöneltir: aynı sermayenin kendini yeniden-üretmesi sürekli olarak daha az emek-zamanına malolduğu için, diyelim 100£’lik bir makine bir zaman sonra, üretken güçlerin büyümesi nedeniyle yalnızca 50£’e malolacaktır ve dolayısıyla yarısından daha az emek-zamanının, emek-gününün ya da saatinin –
hangisi kolayınıza gelirse– sonucu olacaktır. Bay Carey, bundan, işçinin eskisinin yansı kadar emek-günü ile
bu makineyi satın alabileceği, elde edebileceği sonucunu çıkarıyor.
Küçük bir yanlışlık yaparak, artı-emek-zamanının büyümesini, işçi
için bir kazanç gibi görüyor, oysa bütün sorunun kaynağı bunun tam tersidir, yani işçi bütün bir emek-gününün daha küçük bir kısmını kendisi için, daha büyük bir kısmını sermaye için çalışıyor, böylece onun karşısında sermayenin nesnel gücü, üretken güçlerin büyümesiyle belirli bir ilişki içinde, hızla büyüyor. Bay Carey işçiye makine satın aldırtıyor ya da ödünç aldırtıyor; kısacası, onu kapitaliste dönüştürüyor. Ve böylece o, sermayenin belirli bir miktarının yeniden-üretimi daha az gerekli-emek, yani daha az ödenmiş emek gerektirdiği, böylece ücret kâra oranla düştüğü için, sermaye üzerinde artan bir güce ulaşıyor.
Amerika’da, işçi olarak, kendi artı-emeğinin bir kısmını hâlâ kendine maledinebilir, örneğin (şimdiden yok olmaya yüz tutmuş olmasına karşın) çiftçi vb. olmak için gerektiği kadar birikim yapabilir. Amerika’da, ücretli emeğin hâlâ hızla bir yerlere ulaşabildiği yerlerde, bu sermaye temeli üzerinde daha önceki üretim ve mülkiyet tarzlarının (örneğin
bağımsız köylülük içinde) yeniden-üretimi nedeniyledir. Kısacası Carey, emek-günlerini işçiye ait emek-günleri olarak görüyor ve
işçinin aynı emek-zamanı boyunca çalışabilmek için daha çok sermaye üretmek zorunda olduğu sonucuna varacak yerde, sermaye elde etmek için (üretim koşullarını kendisi mülk edinmek için
),
daha az çalışması [sayfa 62] gerektiği sonucunu çıkarıyor. 20 makine üretirken, üretkenliğin artması sonucu 40 makine üretebiliyorsa, gerçekte her makine daha da ucuzlar, ama makinenin belirli bir miktarını üretmek için emek-gününün daha küçük bir kısmı gerekli olduğundan, işçi için emek-gününün ürününün artması sonucu değildir, tersine, belirli bir makine miktarının üretimi için daha az canlı emek kullanılır. Üstelik amacı
uyum olan bay Carey’in kendisi, kâr
oranı düşerse, brüt kârın yükseleceğini,
çünkü kullanılan canlı emeğe oranla giderek daha büyük bir sermayenin gerekli olduğunu, ve
böylece işçi için gereken nicelikte sermayeyi, yeni üretim aşamasında emeğin üretken olarak kullanılması için gereken asgari sermayeyi mülkedinmenin giderek daha olanaksız hale geldiğini ortaya çıkarıyor. Sermayenin bölünebilir bir kısmı yeniden-üretim için daha az emek-zamanı gerektirir, ama daha az emek-zamanını gerçekleştirmek için daha büyük bir sermaye miktarı gerekir. Üretken gücün büyümesi, sermayenin ||8| canlı emekten oluşan kısmının
yatırımlara, makinelere vb. harcanan kısmına oranla sürekli düşmesinde kendini gösterir. Bastiat’ya doğal olarak keyf verecek olan, Carey’in ortaya attığı bu kötü şakası, üretim için gerekli-emek-zamanının ya da emek-günlerinin işçiye
ait olan emek-günlerine dönüştürülmesine dayanıyor, oysa, tersine, bu zaman sermayeye aittir, ve emeğin artan üretken gücüne oranla giderek daha az bir bölümü işçiye kalır.
Belirli bir sermayenin satın alması gereken canlı emek-zamanı ne kadar daha azsa –ya da sermayenin genel toplamı ne kadar büyük ve sermaye tarafından kullanılan canlı emek sermayenin büyüklüğüyle göreli olarak ne kadar daha azsa–, bay Carey’e göre, işçi için sermaye sahibi olma şansı o kadar yüksektir,
çünkü sermaye
daha az canlı emekle yeniden-üretilir. Sermaye ne kadar daha büyük ve onun istihdam ettiği işçi sayısı göreli olarak ne kadar daha küçükse, işçiler için kapitalist olma şansı o kadar büyüktür: şimdi sermaye daha az emek-günü ile yeniden-üretilmiyor mu?
Sonuç olarak, sermaye daha az emek-günü ile de satın alınamaz, elde edilemez mi? 100 sterlinlik bir sermaye alalım, 50’si yatırım için, 50’si emek için kullanılsın ve %50 kâr yapsın; çünkü kâr oranının azalması, Carey’in en sevdiği oyuncak atıdır ve teorisinin bir parçasını oluşturur. Ücretin her sterlini bir emek-gününe, 1 işçiye eşit olsun. Şimdi de 16.000 sterlinlik başka bir sermaye alalım, 14.500 yatırım için, 1.500 ücret için (bu aynı zamanda 1.500 işçiye eşit olsun) kullansın ve yalnız %20 kâr yapsın. Birinci durumda, ürün 150; ikincisinde (hesapta kolaylık olsun diye
sabit sermayenin yılda tek bir devir yaptığını kabul edelim) 19.200 (kâr 3.200). Bu, Carey için en elverişli
[sayfa 63] durumdur. Kâr oranı %50’den %20’ye, yani
3/
5 ya da %60 düşmüştür. Burada, 50 ürün, 50 canlı emek-gününün sonucudur. Öteki durumda, 3.200 ürün, 1.500 işçinin sonucudur. Birinci durumda 1 emek-gününün sonucu 1 [sterlin] ürün; ikincisinde 1 emek-gününün sonucu 2
2/
I5 üründür. İkinci durumda 1 [sterlin] değer üretmek için birincisindekinin yansı kadar daha az emek-zamanı gereklidir. Bu demektir ki, ikinci durumda işçi yarım günde kendisi için 1
1/
15 üretiyor, öteki ise iki kat zamanda yalnız 1 üretiyor, böylece kapitalist olmak için en iyi yol da bulunmuş olmuyor mu? Bu gerekli-emek-zamanının azalışının ona ufacık bir yardımı olması için işçinin önce 16.000 sterlin sermaye elde etmesi ve kendi çalışacak yerde, ötekinin emeğini satın alması gerekirdi. Oysa bu, yalnızca, onun emeği ile bunun kullanılmasının
koşulları arasında sonsuz bir uçurum yaratmış, ve
gerekli-emek oranım azaltmış, böylece birinci orana göre 6 kat daha fazla işçiyi açıkta bırakmıştır. Açıkta bırakılan bu işçiler, şimdi, bağımsız iş yapmak, ya da daha doğrusu kapitalist olarak çalışmak için koşullara sahip olsalardı daha az işçiye gereksinim duyacaklardı diye kendilerini teselli edebilirler. Birinci
durumda, tüm gerekli sermaye 100 sterlindir ve bir işçi için burada normalin dışında yeteri kadar birikim yapma ve olağanüstü mutlu bir bileşimle A kapitalisti tarzında bizzat
kapitalist olma
şansı daha büyüktür. İşçinin çalıştığı emek-zamanı, kapitalistler için gereken emek-günlerinin genel toplamı tamamıyla farklı olmakla birlikte, A ve B kapitalistinde aynıdır. Birinci kapitaliste gereken her 6 işçi için, ikinci kapitaliste gereken işçi 1 bile değildir. Dola-yısıyla, ötekiler o kadar çok çalışmak ve üstelik daha çok artı-zaman çalışmak zorundadırlar. Sermayenin üretken güçler ile aynı ölçüde büyüdüğü bir üretim aşamasında daha az canlı emek-gününe gereksinim duyması, Carey’e göre, işçinin sermaye sahibi olmak için daha az emek-gününe gereksinim duyması anlamına gelmektedir; herhalde “çalıştırılmayan” işçilerin emek-günlerinden kazanç sağlayacaktır.) Kapitalist sınırsız sermayesini gerçekleştirmek için daha az işçi gereksindiğinden, çalıştırdığı işçi daha az emekle daha büyük sermayeyi mülk edinebilir.
Uyumcu bay Carey’in mantığı işte böyle.
Ricardo’nun teorisi ile ilgili olarak Wakefield şöyle diyor (defter VII, s. 74)
l.c., s. 231 not:
“
Emek bir meta olarak, ve emeğin ürünü olarak sermaye, başka bir meta olarak alınırsa, bu iki metanın değeri emeğin eşit miktarları ile saptanmışsa, belirli bir emek miktarı, her koşul altında, aynı emek niceliğiyle üretilmiş niceliğinde sermaye karşılığında değişilir; geçmiş emek her zaman şimdiki emeğin aynı toplamı karşılığında değişilir. ... Ama emeğin değeri, öteki metalarla ilgili olarak, hiç değilse ücretlerin bu orana bağlı olması bakımından, emeğin buna eşit miktarlarıyla değil, arz ve talep arasındaki oranla [sayfa 64] belirlenir.”
Uyuyan sermaye. Sermayenin öngelen artışı olmaksızın üretimin artışı. Bailey.
<Bailey:
Money and its Vicissitudes in Value etc, Londra 1837, (defter V, s. 26 ve devamı), dolaşımın hızlanmasıyla (ona göre dolaşımda daha büyük bir madeni para kitlesiyle;
para demeliydi) harekete geçirilebilen
uyuyan sermaye konusunda düşünceler ileri sürüyor ve bir ülkede sermaye her zaman tam olarak işletilirse, hiçbir
talep artışının bir üretim artışı meydana getiremeyeceğini açıklamaya çalışıyor. Uykuda olan, dolaşımda bulunmayan sermaye olduğundan,
uyuyan sermaye kavramı dolaşımla ilgilidir. Sözkonusu bölümler şunlardır: “
Çok sermaye ve üretken beceri atıl durumda bulunabilir. İşçilerin sayısının ve sermayenin miktarının bulundukları her ülkede kaçınılmaz olarak
belirli bir sonuç doğuran belirleyici ve kesin güçler olduklarına inanan iktisatçılar yanılıyorlar.” (s. 54.) “
Varolan üreticilerin ve varolan sermayenin pazara getirdiği metaların miktarını saptamak ve belirlemek olanaksızdır, tersine, önemli bir bölümü değişikliğin konusudur.” (s. 55.)
Dolayısıyla, “
yeni sermayenin ya da yeni işçilerin ortaya çıkmasının üretim artışı açısından özsel önemi yoktur” (örneğin
değerli metal açığı olan bir ülkede)... “Bazı metalar, ya da aynı anlama gelmek üzere,
onları üretme kapasitesi bir yerde çok olabilir,
başka bir yerde başka metalar çok olabilir ve bunların sahipleri mallarını başkalarının elinde bulunan mallar karşılığında değişmek isterlerse de, genel bir değişim aracının yokluğundan dolayı birbirleriyle ilişkiye giremeden, ve böylece üretim için güdüleri olmayacağından hareketsiz durumda kalabilirler.” (55, 56.) Sermayenin dolaşımında para ikili biçimde, hem sermayenin paraya dönüşmesi olarak hem de metanın fiyatının gerçekleşmesi olarak görünür; ama burada fiyatın bu konumu biçimsel değildir. Ürünün paraya dönüşmesi burada sermayenin değer olarak
değere, özerk olarak varolan değere yeniden-dönüşmesidir; para olarak sermaye ya da gerçekleşmiş sermaye olarak para. İkincisi salt dolaşım aracı olarak belirlendiğinde; yani yalnızca sermayeyi üretim koşullarına yeniden dönüştürmeye yaradığında. Bu ikinci uğrakta, ücret biçiminde, belirli bir para kitlesinin dolaşım aracı, ödeme aracı olarak aynı zamanda bulunması gerekir. Sermayenin dolaşımında paranın bu çifte rol oynayışı, bütün bunalımlarda paranın dolaşım aracı olarak eksik olduğu görüntüsünü ortaya çıkarır, oysa sermayede
değeri eksiktir ve bu yüzden sermaye
paraya çevrilemez. Bu sırada dolaşımda para kitlesi çoğalmış bile olabilir. Paranın, sermaye dolaşımının uğrağı olarak, kısmen onun dolaşım aracı, kısmen de
sermayenin gerçekleşmiş değeri, sermayenin kendisi olarak konumlandığında ortaya
[sayfa 65] çıkan yeni belirlenimleri için, faizden vb. sözederken özel bir bölüm ayrılmalı.> <Bailey şöyle sürdürüyor: “İşe koyulmuş emek, hiçbir zaman bir ülkenin yalnızca
elde bulunan sermayesine bağlı değildir.
Yiyeceklerin, aletlerin ve hammaddelerin, eksikliği hissedilen bölgelere yavaş ya da hızlı ||9| dağıtılmasına bağlıdır; dolaşımın güçlükle yapılıp yapılmadığına,
uzun aralıklarla atıl kalıp böylece nüfus için gerekli istihdamı sağlayıp sağlamadığına bağlıdır.” (56, 57.) (
Batı Pensilvanya kontlukları konusunda Gallatin’in örneği,
l.c., 68.
) “Ekonomi politikçiler, belirli bir sermaye miktarını ve belirli bir işçi sayışım,
tekbiçimli gücün belirli bir tekbiçimli yeğinlikle çalışan üretim aletleri olarak görme eğilimindedirler... Belirli bir sermaye kullanan üretici, ürünlerini uzun ya da kısa zaman
elinde tutabilir, ve onları değişme fırsatı beklerken,
üretim gücü durur ya da yavaşlar, bu yüzden belirli bir dönemde, örneğin bir yıl içinde,
hazır bir talep olduğunda üreteceğinin
ancak yarısını
üretebilir. Bu
görüş, aleti kendisinin olan
işçi için de aynen geçerlidir.
Toplumda insanların çalıştıkları çeşitli işlerin birbirine uyarlanması eksiksiz olmasa da sağlanmış olmalıdır. Ama bunu sağlamanın aşamaları arasında
uzun bir aralık vardır:
ticareti kolaylaştıran her araç uyum yolunda bir adımdır.
Metaların değişimi ne kadar engelsiz ve kolay olursa, bu üretken-olmayan aralıklar o kadar kısalır; bu aralıklarda, iş isteyen insanlar ile sermaye arasına aşılmaz bir engel girmiş gibidir ... sermaye el altında bulunmakla birlikte,
kısır bir atalet içine hapsedilmiştir.” (s. 58-60.) “
Genel ilke, yeni bir talebin taze bir güç harcanarak karşılanması; önceden uyuyan sermayenin ve emeğin etkin bir biçimde kullanılması ve üretken gücün öteki nesnelerden uzaklaştırılmamasıdır. Bu sonuncusu, yalnızca, bir ülkede kullanılan sermayenin ve emeğin, kullanılması daha fazla büyüme yeteneği göstermiyorsa olanaklıdır. Mal ihracı belki de yeni emeği doğrudan harekete geçirmez, ama elde ölü
stok olarak duran metaları soğurur, ve
üretken-olmayan durumda bağlı kalmış sermayeyi serbest bırakır.” (s. 65.) “Paranın akışının öteki metaların üretimini, bu metalar üretimin tek temsilcisi olduğu için, artıramayacağını ileri sürenler, üretimin hiç
genişletilemeyeceğini kanıtlıyorlar, çünkü böyle bir genişleme,
yiyecek, hammadde ve aletlerin önceden artırılmasını gerektiriyor, bu da gerçekte,
daha önceki bir artış olmaksızın üretim artışının gerçekleşmeyeceğini” (peki ama, iktisatçıların birikim teorisi bu değil mi?) “ya da başka bir deyişle,
bir artışın olanaklı olmadığını savunmak anlamına geliyor.” (s. 70.) “Deniyor ki, alıcı daha çok
miktarda bir
parayla pazara gidiyorsa ve orada bulduğu metaların fiyatlarını yükseltmiyorsa,
üretim için ek bir yüreklendirme sağlamıyor demektir: ama fiyattan yükseltiyorsa, eğer fiyatlar
göreli olarak yükselmişse, alıcıların [sayfa 66] eskisine göre daha büyük bir talep gücü olmaz.” (73.) “
Bir alıcının talebi fiyatları yükseltmedikçe, üretim için ek bir yüreklendirme sağlayamayacağını genel ilke olarak yadsımak gerekir...
Daha büyük bir miktarın hazırlanmasının daha etkili bir işbölümüne ve daha gelişkin makine kullanımına yol açması durumu dışında,
bu konuda, kullanılmadan duran ve aynı oranda ek metayı sağlamaya hazır bir emek ve sermaye miktarından kaynaklanan bir hareket alanı vardır. Böylece,
önemli bir talep artışının çoğunlukla fiyatları yükseltmeden meydana gelmesi sözkonusu olur.” (73,
74.)>
Wade’in sermaye açıklaması. Sermayenin salt aracısı olarak emek. Sermaye,
kolektif güç. Uygarlık, bu konudaki açıklamalarımla birlikte. (Sermayenin
güçleri olarak emeğin bütün toplumsal güçleri. Manüfaktür. Sanayi. İşbölümü.
Sermayenin çeşitli işkollarını biçimsel olarak birleştirmesi vb.. Sermaye
birikimi. Paranın sermayeye dönüşmesi. Bilim. İlkel birikim ve yoğunlaşma
aynı şey. Serbest ve zoraki birleşme. Önceki biçimlerden farklı olarak sermaye.)
(John Wade:
History of the Middle and Working Classes etc., 3. baskı, Londra, 1835’inde (defter s. 20) şöyle yazıyor: “
Emek, sermayenin, ücret, kâr, ya da gelir üretkeni olmasını sağlayan işlemdir.” (s. 161.) “
Sermaye, kendini yeni ve eşdeğer biçimlerde geliştirmek üzere birikmiş sanayidir; kolektif güçtür.” “Sermaye
uygarlığın öteki adından başka bir şey değildir.” (164.) İşçilerin birleşmesi –emeğin üretkenliğinin temel koşulları olarak işbirliği ve
işbölümü–, emeğin bütün üretken güçleri gibi, (yani emeğin yoğunluğunun ve dolayısıyla yaygın olarak gerçekleşmesinin derecesini belirleyen güçler gibi),
sermayenin üretken gücü olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla, emeğin kolektif gücü, toplumsal emek olarak karakteri, sermayenin
kolektif gücüdür. Bilim de öyle. İşlerin bölünmesi olarak ortaya çıkan işbölümü de, ve bunlara tekabül eden değişim de öyle. Üretimin tüm toplumsal güçleri, sermayenin üretken güçleridir ve dolayısıyla o [sermaye] bunların kendi öznesi olarak ortaya çıkar. İşçilerin birleşmesi fabrikalarda görüldüğü gibi, işçiler tarafından değil, daha çok sermaye tarafından sağlanmıştır. Onların birleşmesi
onların varlığı değil, sermayenin
varlığıdır. Bireysel işçinin karşısına, bu [birleşme], raslantı olarak çıkar. İşçinin, öteki işçilerle birleşmesiyle ve işbirliğiyle olan ilişkisi, ona
yabancı olan sermayenin etkililiğinin tarzlarına olan ilişkisidir. Örneğin bizzat çalışan küçük sermaye gibi yetersiz bir biçimde ortaya çıkmadığı zaman belirli bir ölçekte, az ya da çok büyük ölçekte belirli bir sermaye şimdiden yoğunlaşmayı gerektirir – bir yandan nesnel biçimde, yani burada hâlâ birikim ile örtüşen, geçim araçlarının, hammaddenin ve aletlerin ya da kısacası servetin genel biçimi olarak paranın tek elde toplanması olarak; ve öte yandan öznel biçimde emek-güçlerinin birikimi ve bunların tek bir noktada, sermayenin kumandası altında yoğunlaşması olarak. Bir işçi için bir
[sayfa 67] kapitalist olamaz, tek bir kapitalist için belirli sayıda işçiye gerek vardır, bir ustaya bir ya da iki kalfa düşmesine benzemez. Üretken sermaye ya da sermayeye tekabül eden üretim tarzı yalnız iki türlü olabilir: manüfaktür ya da büyük sanayi. Birinci durumda, önde gelen işbölümüdür; ikinci durumda, emek-güçlerinin bileşimi (tekbiçim çalışma tarzı ile) ve bilimsel
gücün uygulanması; burada bileşim, ve deyim yerindeyse emeğin kolektif ruhu makineye vb. geçmiştir. Birinci durumda, (birikmiş) işçi yığını
sermayenin toplamına oranla büyük olmalıdır; ikincisinde,
sabit sermaye aynı zamanda çalışan işçilerin sayısına göre büyük olmalıdır. Ama çok sayıda insanın yoğunlaşması ve bunların birçok çarkın dişleri gibi makinelere dağıtılması (tarımda bunun neden başka türlü olduğunu açıklamanın yeri burası değildir) burada zaten varsayılmıştır. Dolayısıyla 2.
durumun değil, 1.
durumun özellikle incelenmesi gerekir. Yapımevinin kendine özgü gelişmesi,
işbölümüdür. Ama bu, birçok işçinin tek bir komuta altında toplanmasını (geçici olarak) gerektirir, tıpkı
paranın sermaye olması sürecinin belirli miktarda geçim nesnesinin, hammaddenin, iş aletlerinin önceden serbest kalmasını gerektirmesi gibi. Dolayısıyla burada da daha sonraki bir öğe olarak işbölümünün hesaba katılmaması gerekir. Bazı sanayi kolları, örneğin madencilik, daha baştan işbirliğini gerektirir. Dolayı-sıyla uzun zaman sermaye varolmadığı sürece, bu işbirliği bir gözeticinin gözcülüğü altında zorunlu çalışma (angarya ya da köle emeği) olarak gerçekleşir. Yol yapımı vb. de böyledir. Bu işleri yüklenmek için sermaye, işçilerin birikmesini ve yoğunlaşmasını yaratmaz, bunları yalnızca yüklenir. Dolayısıyla, bunun yeri burası değildir. Aynı zamanda işbölümünün en basit ve en bağımsız biçimi, sermaye, kendi basma ve dağınık oturan çeşitli el dokumacılarını, iplikçileri vb. çalıştırmasıdır. (Bu biçim sanayinin yanıbaşında varlığını sürdürmektedir.)
Öyleyse burada üretim tarzı henüz sermaye tarafından belirlenmemiştir, sermaye onu olduğu gibi bulmuştur. Bu dağınık işçileri birleştiren nokta, onların sermaye ile olan karşılıklı ilişkisinde, onların üretiminin ürününün ve kendi gelirlerinin üstünde yarattıkları artı-değerlerin sermayenin elinde birikmesindedir. Onların her biri yalnızca bir arada çalışmıyor gibi görünmekle birlikte, sermaye için çalıştıkları –ve dolayısıyla sermayede bir merkez buldukları– ölçüde, işin niteliği gereği, birlikte çalışmaya koyulmuş gibi değer taşırlar. Dolayısıyla, sermaye tarafından birleştirilmeleri yalnızca
biçimseldir |[10| ve emeğin kendisini değil, yalnızca emeğin ürününü ilgilendirir. Çok sayıda kapitalist yerine tek bir kapitalist ile değişim yaparlar. Dolayı-sıyla bu, sermaye tarafında
değişimlerin yoğunlaşması sözkonusudur. Sermaye, bireylik olarak değil, çok sayıda insanın tüketimini ve gereksinimlerini temsil eden olarak
değişimde bulunur. O
artık bireysel değişimci olarak
değişimde bulunmaz [sayfa 68] ama değişim eyleminde toplumu temsil eder. Dağınık bir biçimde çalışan dokumacılar vb. ile, sermaye yönünden
kolektif değişim ve
yoğunlaşmış değişimdir, bu değişim, onların emeklerinin ürünlerini toplar ve biraraya getirir ve böylece, birbirlerinden bağımsız hareket etmelerine karşın, sonunda emekleri de birleşir. Emeklerinin birleşmesi, özel bir eylem olarak ortaya çıkar ve bunun yanında onların emeklerinin kendi basma dağınıklığı sürüp gider.
Paranın sermaye olarak özgür emek karşılığında değişilmesi için bu
ilk koşuldur. İkinci koşul, bu çok sayıda işçinin bağımsız dağınıklığının ortadan kalkmasıdır; öyleki
bireysel sermaye artık onların karşısına birçok değişimi kendisinde birleştirerek yalnızca
değişim eyleminde toplumsal kolektif güç olarak ortaya çıkmaz, ama tersine işçileri kendi komutası altında, bir manüfaktür içinde biraraya toplar; onları, artık, varoldukları üretim tarzı içinde bırakmaz ve kendi gücünü artık bu temel üzerinde ortaya koymaz, ama kendisine uygun düşen üretim tarzı için bir temel yaratır. İşçilerin üretimde
birliğini koyar; bu birlik başlangıçta ancak toplu bir yerde, gözetimcilerin denetiminde,
komuta altına alma, sıkı disiplin, düzenlilik ve üretimin kendisinin sermayeye bağımlılığı biçiminde olur. Bu arada bazı
zorunlu ama üretken-olmayan üretim giderlerinden önceden tasarruf sağlanmış olur. (Bütün bu süreç için, İngiltere’de büyük sanayinin gelişmesine özellikle yer veren Gaskell’e
bakınız.) Artık sermaye hem işçilerin kolektif gücü, toplumsal gücü, hem de onları birbirine bağlayan ve böylece bu gücü yaratan birim olarak ortaya çıkar. Bütün bunlar, önceden olduğu gibi, ve sermayenin gelişmesinin her aşamasında çokluk olarak işçi ile teklik olarak sermaye arasında değişimin aracılığından geçmeyi sürdürür, bu yüzden bizzat değişim onda yoğunlaşır; değişimin toplumsal karakteri; sermaye işçilerle toplumsal olarak değişim yapar, oysa işçiler onunla bireysel olarak değişimde bulunurlar. Zanaatsal işyerinde ürünün niteliği ve her bireysel işçinin özel becerisi sözkonusudur, ve ustanın usta olarak, bu beceriklilikte ustalaşmış olduğu
kabul edilir. Onun usta olarak konumu, yalnızca üretim koşullarına sahip olmasına değil, aynı zamanda, bu özel işte sahip olduğu beceriye dayanır. Sermayenin üretiminde ve daha başlangıçta, bu yarı-zanaatçı ilişkisi –genel olarak emeğin kullanım-değerinin gelişmesine, doğrudan el emeğinin özel becerisinin gelişmesine, insan elinin iş için eğitilmesine vb. koşut olan bu ilişki– sözkonusu değildir. Daha baştan sözkonusu olan yığındır, çünkü değişim-değeri ve artı-değer sözkonusudur. Sermayenin geliştirdiği ilke tam tamına özel beceriyi gereksiz hale getirmek, ve el emeğini, genel olarak hem beceri hem de kas gücü olarak doğrudan bedensel emeği gereksiz hale getirmektir; beceriyi ölü
[sayfa 69] doğa güçleri araşma koymaktır. Sermayenin üretim tarzının oluşması olarak manüfaktürün başlangıcı varsayılsa (köleler kendi nitelikleri gereği bileşiktirler, çünkü tek bir efendiye bağlıdırlar), ancak sermayenin kendisi tarafından yaratılacak emeğin üretken gücünün henüz varolmadığı da varsayılır. Dolayısıyla, manüfaktürde gerekli-emeğin, tüm kullanılabilir emek-zamanının büyük bir bölümünü hâlâ alıp götürdüğü, böylece bir işçiye düşen artı-emeğin hâlâ göreli olarak az olduğu varsayılmaktadır. Bir yandan, bu kâr oranının büyük sanayide olduğundan daha yüksek olması, böylece sermayenin varolan
miktarına oranla daha hızlı birikmesi olgusuyla telafi edilir, ve manüfaktürün ilerlemesi hızlanır. 100 talerden 50’si emeğe düşer ve artı-zaman
1/
5 olursa, yaratılan değer de = 110 ya da,%10’dur. 100’den yalnızca 20’si emeğe kalsaydı ve artı-zaman = ¼
olsaydı, yaratılan değer = 105 ya da %5 olurdu. Öte yandan da manüfaktürde bu daha yüksek kâr oranı, ancak bir defada çok sayıda işçinin istihdam edilmesiyle elde edilir. Daha büyük artı-zaman, ancak, birçok işçinin artı-zamanının sermayeye oranla biraraya getirilmesiyle kazanılabilir. Göreli artı-zaman değil, mutlak artı-zaman manüfaktürde egemendir. Başlangıçta, dağınık, bağımsız işçilerin hâlâ artı-zamanın bir kısmını kendileri için değerlendirdikleri yerde, bu daha da doğrudur. Sermayenin sermaye olarak var olması, kârdan hem geçinmesi hem de biriktirebilmesi için, kazancının, aynı anda birçok sayıda canlı emek-gününün artı-zamanının toplamına eşit olması gerekir. Tarımda toprak, kimyasal vb. işlemlerle, şimdiden, bizzat bir makinedir, doğrudan emeği daha üretken hale getirir ve dolayısıyla önce bir artı-ürün verir, çünkü burada
önce makine ile, bu durumda
doğal bir makine ile çalışılır. Bu, fizyokratların öğretisinin tek doğru temelidir, bu teori bu yönü ile tarımı, yalnızca henüz gelişmeye başlamış manüfaktür karşısında inceler. Kapitalist, bir işçiyi onun artı-zamanıyla yaşamını sürdürmek için istihdam etseydi, açıktır ki kendisi de çalışarak, kendi fonlarıyla, iki kat daha fazla kazanırdı, çünkü o zaman artı-zamana ek olarak işçiye ödenen ücreti de kazanmış olurdu. Ama süreç içinde kaybederdi. Yani artık kapitalist olarak çalışmasına izin veren
koşullar içinde bulunmaz, ya da işçi artık onun ancak yardımcısı olur ve dolayısıyla onunla sermaye olarak ilişki içinde olmazdı.
Dolayısıyla paranın sermayeye dönüşmesi için yalnızca artı-emeği harekete geçirebilmesi değil, aynı zamanda
belirli bir nicelikte artı-emeğin –belirli bir gerekli-emek yığınının, yani bir defada
çok sayıda işçinin artı-emeğinin– olması gereklidir, öyleki onların birleşik toplamı, yalnızca sermayenin
sermaye olarak yaşayabilmesine, yani serveti işçi yaşamına karşılık tüketimde temsil etmesine değil, aynı zamanda birikim için bir kenara artı-emek koymasına yeterli olsun. Sermaye ilk
[sayfa 70] baştan kullanım-değeri için, doğrudan geçim için üretmez. Öyleyse artı-emeğin, daha başlangıçta, bir kısmının sermaye olarak yeniden-kullanılmasına yetecek kadar büyük olması gereklidir. Öyleyse, toplumsal servetin belirli bir kitlesinin, nesnel biçimde, tek bir elde toplanması aşamasında yani ilkin çok sayıda işçiyle doğrudan değişim biçiminde, daha sonra çok sayıda işçiyle üretim biçiminde canlı emek-gücünün belirli bir niteliğini aynı anda çalışmaya koyma yeteneğine eriştiği zaman, sermaye üretime başlar; ve dolayısıyla, sermaye, ilkin işçiler ile değişimden, sonra işçilerin kendilerinden yalıtıklığının ortadan kalktığı, birleşmiş
kolektif güç, toplumsal güç olarak ortaya çıkar. İşçilerin bireysel yalıtıklığı hâlâ onlar için göreli bir bağımsızlık içerir. Dolayısıyla işçilerin geçimlerinin tek zeminim oluşturan tek bir sermaye çevresinde biraraya toplanmış olmaları, sermayeye tam bağımlılığı, işçiler ile üretim koşulları arasındaki bağın tamamen kopuşunu içerir. Sermayenin sermaye olarak değişimde bulunduğunun, paranın
birçok değişimciyi temsil etmesi gerektiğinin ya da tek bir bireyin ve onun bireysel fazlasının üzerinde bir
değişim gücüne sahip olması gerektiğinin –bir bireye ait olmakla birlikte bireysel olmayı aşan, ve ona toplumsal bir işlev olarak toplumsal zenginliğin değişim içinde temsilcisi olarak ait olan, ve öte yandan
özgür emeğin koşullarından kaynaklanan bir işlevin– önvarsayıldığı değişimin özel biçimi çıkış noktası olarak alındığında sonuç aynı –ya da bir başka biçimde aynı– olur. Bireyin emeğin üretim koşullarından kopuşu = bir sermaye çevresinde birçok insanın biraraya toplanması.
*)
||11|
“Bilginin ve deneyimin bu sürekli ilerlemesi” diyor Bab-bage,
“bizim büyük gücümüzdür”
Bu ilerleyişe, bu toplumsal ilerlemeye sermaye sahip çıkar ve onun tarafından sömürülür. Daha önceki bütün mülkiyet biçimleri insanlığın büyük bir bölümünü, köleleri, salt emek aleti olmaya mahkum eder. Tarihsel gelişme, siyasal gelişme, sanat, bilim vb. onların üstünde yüksek çevreler içinde rol oynar. Ama sermaye ilk kez tarihsel ilerlemeyi servetin hizmetine koymak için tutsak etmiştir.
<Sermaye yoluyla birikimden önce, sermayeyi oluşturan, onun tanımlamasına giren bir birikim gereklidir; buna henüz
yoğunlaşma demlemez, çünkü bu yoğunlaşmamış çok sayıda sermayenin varlığına karşıtlığı olanları belirtir; ama gene de yalnızca
genel olarak sermayenin sözü edilirse, yoğunlaşma, birikim ile ya da sermaye kavramıyla karışır. Yani, henüz özel bir belirlenim oluşturmaz. Buna karşılık, sermaye,
[sayfa 71] gerçekte, daha baştan, çokluk olarak işçiler karşısında, bir ya da birlik olarak bulunur. Ve dolayısıyla o, emeğe karşı emekçilerin yoğunlaşması olarak, onların dışında kalan bir birlik olarak ortaya çıkar. Bu açıdan, yoğunlaşma sermaye kavramında içerilmiştir – birçok canlı emek-gücünün bir amaç için yoğunlaşması; başlangıçta üretim tarzının içinde gerçekleştirilmiş olması, ya da üretime nüfuz etmiş olması, hiç de gerekmeyen bir yoğunlaşma. Sermayenin emek-güçleri üzerinde merkezileştirici etkisi, ya da kendisini bunların dışsal ve bağımsız birliği olarak konumlayışı.>
<Rossi,
Leçons d’économie politique’inde
(defter s. 26) diyor ki:
“Toplumsal ilerleme her türlü birleşmeyi dağıtmaya değil, ama geçmiş zamanların zora dayanan, baskıcı birleşmeleri yerine, gönüllü ve hakkaniyetli birleşmelerin geçirilmesine dayanır. Em yüksek derecesindeki yalıtıklık, yabanıllıktır, en yüksek derecesindeki zora dayanan, baskıcı birleşme ise, barbarlıktır. Bu aşırı durumların berisinde, tarih bize çok değişik çeşitler, ayırtılar gösterir. Yetkinlik, bireysel gücün elinden onun enerji, ahlaklılık ve sorumluluğunu almaksızın, birleşerek güçlenen gönüllü birliklerdedir.” (s. 354.) Sermaye altında,
işçilerin birleşmesine, doğrudan fizik zorla, zorla çalışmayla, angaryayla, kölelikle erişilmemiştir; ama üretim koşullarının ötekinin mülkiyeti olması ve kendilerinin, üretim koşullarının birikimi ve yoğunlaşmasıyla aynı şey olan,
nesnel birleşme olarak mevcut olmaları olgusuyla erişilmiştir.>
Rossi. Sermaye nedir? Hammadde sermaye midir? Bunun için ücret gerekli
midir? (Approvisionnement,* sermaye mi?)
<Sermayenin, üretim aletini sermaye yapan ekonomik biçim gözardı edilerek yalnızca üretim aleti olarak nesnel yönüyle kavranması, iktisatçıları türlü
sıkıntılara sokmuştur. Örneğin Rossi,
l.c., (defter, 27) şöyle soruyor:
“Hammadde gerçekten üretim aleti midir? Üretken aletlerin üzerinde çalışacakları nesne değil midir?” (s. 367.) Dolayısıyla, burada, ona göre sermaye, teknolojik anlamda üretim aracı ile tamamen örtüşür, öyleyse her yabanıl bir kapitalisttir. (Bay Torrens, gerçekte, bir kuşa
taş atan yabanıldan söz ediyor.)
Aslında salt nesnel soyutlama –yani iktisadi kategorinin kendisinden soyutlama– açısından da, Rossi’nin görüşü tekyanlıdır ve yalnızca, İngiliz öğretmenini anlamadığını gösterir.
Birikmiş emek yeni üretim için alet olarak kullanılır; ya da basitçe
ürün üretime uygulanır;
hammadde tümüyle üretim için kullanılır,
[sayfa 72] yani tıpkı kendisi de
ürün olan alet gibi biçim değişikliğine tabidir.
Üretimin tamamlanmış sonucu, üretim sürecinin bir öğesi olur. Tümce, bundan başka bir anlam taşımıyor. Üretim süreci içinde, sonuçta hammadde ya da alet olarak rol oynayabilir. Ama doğrudan üretim süreci içinde alet olarak hizmet gördüğü ölçüde değil, ama üretim sürecinin kendisinin yenilenmesinin bir aracı olduğu ölçüde üretim aletidir, onun önkoşullarından biridir. Daha önemli olan ve konunun özüne ilişkin olan,
approvisionnement’ın sermayenin bir bölümünü, yani ücretler oluşturup oluşturmadığı sorunudur, ve iktisatçıların kafa karışıklığı burada tümüyle kendini gösteriyor. “Deniyor ki işçinin ücreti sermayeden ödenmiştir, çünkü bunu ona yatıran kapitalisttir. Eğer işçilerin ailelerinin tümü bir yıl yaşamak için gerekli her şeye sahip olsalardı, ücret olmazdı, işçi kapitaliste diyebilirdi ki, sen bizim ortak işimize sermayeyi yatırıyorsun, ben de, emeği katıyorum: ürün aramızda şu ya da bu oranda paylaşılacaktır. Ürün gerçekleşir gerçekleşmez, herkes kendi payını alacaktır.” (s. 369.)
“O zaman burada işçiler için
yatırım olmazdı. Çalışma durmuş olsa da gene bunlar tüketeceklerdi. Onların tüketeceği, hiçbir biçimde sermayeye değil ama tüketim fonuna girerdi. Dolayısıyla: işçilere yatırım yapmak gerekli değildir.
Öyleyse, ücret, üretimin oluşturucu bir öğesi değildir. Bu, bir raslantıdır, toplumsal durumumuzun bir biçimidir. Oysa, sermaye, emek, toprak, üretmek için gereklidir.
İkincisi: ücret sözcüğü iki anlamda kullanılıyor: Ücret bir sermayedir deniyor ama, neyi temsil ediyor? Emeği.
Ücret diyen, emek der, ve
vice versa. Öyleyse ödenen ücret sermayenin bir bölümü ise, o zaman yalnız iki üretim aletinden sözedilebilir: sermaye ve toprak.” (s. 370.) Daha sonra:
“Aslında işçi kapitalistin malını değil, kendi malını tüketir; ona emeğinin karşılığı olarak ödenen, onun üründeki oransal payıdır”, (s. 370.) “Kapitalistin
işçi ile yaptığı sözleşme
üretimin görüngülerinden biri değildir... Girişimci, üretimi kolaylaştırdığı için bu
düzenlemeye yanaşır. Ama bu
düzenleme, ikinci bir işlemden, üretken bir işleme eklenmiş, tamamıyla farklı nitelikte bir işlemden başka bir şey değildir.
Emeğin bir başka örgütlemesinde ortadan kaybolabilir. Bugün bile bunun olmadığı üretim türleri vardır. Öyleyse, ücret, üretimin bir öğesi değil, servetin bölüştürülmesinin bir biçimidir. Girişimcinin ücretlerin ödenmesine ayırdığı fon, sermayenin bir bölümünü meydana getirmez... Bu
ayrı bir işlemdir, kuşkusuz üretimin akışını hızlandırabilir, ama üretimin
doğrudan bir aleti olarak adlandırılamaz”. (370.) “Emek-gücünü
üretim sırasında, işçinin geçim araçlarından soyutlayarak tasarlamak, yalnızca zihinde varolan bir varlık tasarlamaktır. Emek diyen biri, emek-gücü diyen biri, aynı zamanda işçi ve geçim araçları, işçi ve ücret demiş olur... aynı öğe [sayfa 73] sermaye adı altında yeniden ortaya çıkar; sanki aynı şey aynı zamanda üretimden farklı iki aletin eşanlı olarak parçası olabilirmiş gibi.” (370, 371.) Burada Rossi’nin iktisatçıların dediğini aynen kabul etmesinden ve üretim aleti olarak
üretim aletim sermaye ile bir tutmasından kaynaklanan büyük bir karışıklık var.
Her şeyden önce, ücretli emeğin, emeğin mutlak biçimi olmadığını söylerken çok haklıdır, ama burada unuttuğu şu ki, sermaye de emek araçlarının ve maddelerinin mutlak bir biçimi değildir, ve bu iki biçim, tek ve aynı biçimin iki farklı öğesidir, dolayısıyla birlikte varolur ve birlikte yokolurlar; dolayısıyla ücretli emek olmaksızın kapitalistlerden sözetmesi saçmadır. Kapitalistler olmadan bir yıl yaşayabilen, yani kendi üretim koşullarının sahibi olan, kendi gerekli emeğini bay kapitalistin izni olmadan gerçekleştiren işçi aileleri konusunda verdiği örneğe bakın. İşçilere onun
önerisiyle yaklaşan Rossi’nin kapitalisti, demek ki, üretim aletleri üreticisinden başka bir şey değildir – bu, aslında, dış ülkelerde değişim yoluyla gerçekleşen bir işbölümünden başka hiçbir anlama gelmez. O zaman ikisi ortak ürünü hiçbir anlaşma olmadan da –basit
değişim yoluyla– kendi aralarında bölüşürler.
Değişim, bölüşmedir. Bunun için ayrıca bir anlaşmaya gerek yoktur. O zaman bu işçi aileler, alet tarafından olanaklı olacak –ya kapitalistin ortaya çıkmasından önce, onları bir yıl daha yaşatabilecek eski çalışmalarına ek olarak yeni bir ikincil çalışmayı kabul ederek ya da başlangıçtaki işlerinde aleti kullanarak– mutlak ya da göreli artı-emeği değişeceklerdi. Burada bay Rossi, işçiyi artı-emeğinin sahibi ve değişimcisi ||12| yapıyor, ve böylece onu ücretli işçi olarak niteleyecek son izi de silme başarısını gösteriyor, ama aynı zamanda üretim aletini sermayeye dönüştürenin son izini de silmiş oluyor. İşçinin “aslında kapitalistin malını değil kendi malım tükettiği” doğrudur. Ama kesinlikle bay Rossi’nin sandığı anlamda değil, çünkü bu yalnızca ürünün
bölünebilir bir parçasıdır, ama
onun ürününün
bölünebilir bir parçasıdır, ve çünkü, değişim yanılsaması bir kez dağıtılır dağıtılmaz, ödemenin, işçinin günlük çalışmanın bir bölümünü kendisi için ve öteki bölümünü kapitalist için çalıştığı gerçeğine dayandığı –ama
yalnızca işi bu bölünmeye izin verdiği
sürece çalışma izni elde ettiği ölçüde– ortaya çıkar.
Değişim eylemi, gördüğümüz gibi, doğrudan üretim sürecinin bir öğesi değil, koşullarından biridir. Ama, sermayenin
değişimlerinin farklı öğelerini, dolaşımım içeren, sermayenin bütünsel üretim süreci içinde, bu değişim bütünsel sürecin bir öğesi olarak konuyor. Ama, diyor Rossi, ücret iki kez hesaba katılıyor: bir kez sermaye olarak, bir kez de emek olarak; böylece ücret iki farklı üretim aletini temsil ediyor. Ücret “emek” olan üretim aletini temsil ediyorsa, o zaman “sermaye” olan üretim aletini temsil edemez.
[sayfa 74] Bu da, ötekiler gibi, Rossi’nin ortodoks iktisadi ayrımları ciddiye almasından kaynaklanan bir karışıklıktır. Üretimde ücret yalnızca bir kez, ücrete dönüşmesi için ayrılan bir fon olarak,
gücül [
virtuelles] ücret olarak kendini gösterir. Gerçek ücret olur olmaz ödenip gider, ve sonra yalnızca, işçinin geliri olarak tüketimde kendini gösterir. Ama ücret karşılığında değişilen, emek-gücüdür ve bu kendini üretimde hiçbir biçimde göstermez, orada kendini gösteren yalnızca ondan yapılma kullanımdır:
emektir. Emek, ödenmediği için ve dolayısıyla ücret ile temsil edilmediği için değerin üretiminin aleti olarak görünür. Kullanım-değeri yaratan etkinlik olarak emeğin, ücretli-emek olarak kendisiyle hiçbir ilgisi yoktur. İşçinin elinde ücret, artık ücret değil, tüketim fonudur. Bu, yalnızca kapitalistin elinde ücrettir, yani emek-gücü karşılığında değişilmek için ayrılmış sermaye bölümüdür. Satılabilir bir emek-gücünü kapitalist için yeniden-üretmiştir, öyleki bu açıdan işçinin tüketimi bile kapitalistin hizmetinde gerçekleşir. Kapitalist hiçbir biçimde emeğin tümünü değil, yalnızca emek-gücünü öder. Ancak bunu yalnızca bu emek-gücünün kendisi işe koyulmuşsa yapabilir. Ücretin iki kez ortaya çıkması, iki farklı üretim aletini iki kez temsil ettiği için değil, bir kez üretim açısından, öteki kez de bölüşüm açısından ortaya çıktığı içindir. Ama bölüşümün bu belirli biçimi başka türlü de olabilecek keyfî bir düzenleme değildir; üretim biçiminin kendisi tarafından konur, yalnızca farklı bir belirlenim altında onun öğelerinden biridir. Açıktır ki, makinenin değerini ona yatırılmış olan sermayenin bir kısmı oluşturur; ama değer olarak, ve fabrika sahibiyle ilişkisine karşın, makine, üretmez. Ücret, üretim aleti olarak emeği temsil etmez, bunun gibi değer de üretim aleti olarak makineyi temsil etmez. Ücret yalnızca emek-gücünü ve, emek-gücünün değeri ondan ayrı, sermaye olarak varolduğundan, sermayenin bir bölümünü temsil eder. Kapitalist
ötekinin emeğini maledindiği ve bununla yeni ötekinin emeğini satın aldığı ölçüde, ücret –yani onun temsil ettiği emek–, eğer bay Rossi gibi söylemek gerekirse, ikili olarak, 1) sermayenin mülkiyeti olarak, 2) emeğin temsilcisi olarak ortaya çıkar. Aslında Rossi’yi rahatsız eden şey, ücretin
iki üretim aletinin, sermayenin ve
emeğin temsilcisi olarak ortaya çıkmasıdır; emeğin üretken güç olarak sermayeye katıştığını ve
in posse değil
in esse emek olarak,
* hiçbir biçimde sermayeden ayrı
bir üretim aleti olmadığını, ama tersine sermayeyi yalnızca emeğin bir üretim aleti yaptığını Rossi unutmaktadır. Sermayenin bir bölümünü oluşturan olarak sayılan ücret ile aynı zamanda işçinin geliri olarak ücret arasındaki ayrıma, sermaye üzerine olan bu ilk bölümün sonunda, kâr ve faiz kesiminde yeniden döneceğiz.>
[sayfa 75]
Malthus. Değer ve ücret teorisi. (Sermaye oranla, emek yalnızca kısımla
ilgilidir. Artı-değer ve kâr üzerine olan notlarıma bakınız.) Ricardo’nun teorisi.
(Carey Ricardo’ya karşı.) Malthus: Ücretin oranla ilgisi yok.
Malthus’un değer teorisi.
<Malthus,
Definitions in Political Economy ..., Londra, 1827 adlı yapıtında, yukarıda değinilen
The Measure of Value ... adlı yapıtına gönderme yaparak, yeniden bu konuya geliyor. Şöyle diyor: “
Ricardo’dan önce, oranlan içeren bir şey olarak ücret, ya da gerçek ücret terimini kullanan bir yazara rastlamadım. Kâr, gerçekten oranlan içerir; ve kâr oranı her zaman yatırımların değeri üzerinden bir yüzde ile doğru olarak tahmin edilmiştir. Ama ücretler tek-biçimli olarak yükselen ve düşen olarak dikkate alınmıştır, belirli bir emek niceliği ile sağlanmış bütün ürünü gösterebilecek herhangi bir orana göre değil, işçinin elde ettiği herhangi bir özel ürünün miktarının büyüklüğüne ya da küçüklüğüne, ya da böyle bir ürünün yaşam araçlarını ve nesnelerini sağlama gücünün büyüklüğüne ya da küçüklüğüne göre hesaba katılmıştır.” (M. 29, 30.) (Defter X, s. 49.) Belirli bir üründe, sermaye tarafından üretilen tek değer, emeğin yeni eklenen niceliğidir. Ancak bu değer, ücreti yeniden-üreten gerekli-emekten –sermayenin ücret biçiminde gerçekleştirdiği yatırımdan– ve artı-emekten, dolayısıyla gerekli-emeğin üstündeki artı-değerden oluşur. Malzemeye ve makineye yapılan yatırımlar, basitçe bir biçimden ötekine yer değiştirir. Alet de hammadde gibi ürüne geçer ve tüketilen ve yıpranan aynı zamanda ürünün biçimine koyulmuş olur. Hammadde ve alet maliyetinin hâlâ neredeyse sıfıra eşit olduğu (her doğal maddeyi işleme sanayisinde, maden ve kömür çıkarmada, balıkçılıkta, avcılıkta, eldeğmemiş ormanlarda ağaç kesiminde vb.
hammadde her zaman bedavadır) bazı doğal maddeleri işleme sanayilerinde olduğu gibi eğer hammadde ve aletin hiçbir maliyeti yoksa o zaman üretimin değerine kesinlikle hiçbir şey katmazlar. Bunların değeri, alet ve malzeme olarak işe yaramış olmaları, doğrudan üretimin değil, daha önceki üretimin sonucudur. Öyleyse,
artı-değer, yalnızca gerekli-emeğe oranla hesaplanabilir.
Kâr, artı-değerin yalnızca
ikincil, türevsel, dönüştürülmüş bir biçimidir, kökeninin izlerinin silindiği burjuva biçimdir. Ricardo’nun kendisi bunu asla kavramamıştır, çünkü 1) her zaman, yalnızca,
bitmiş bir niceliğin bölünmesinden sözeder, bu kökensel aynının konumlanışından değil; 2) çünkü, eğer bunu anlasaydı, sermaye ile emek arasında değişim ilişkisinden tamamıyla farklı bir ilişki olduğunu görmek zorunda kalacaktı; ve burjuva eşdeğerler sisteminin eşdeğersiz maledirtmeye çevrildiğini ve buna dayandığını bu yüzden göremiyor; 3) çünkü
oransal kârlar ve
ücretler konusundaki tezi, eğer belirli bir toplam değer iki kısma bölünürse, ya da daha basitçe bir nicelik ikiye bölünürse, iki kısmın oylumlarının zorunlu olarak birbirleriyle ters ilişki içinde olduğundan başka bir anlama gelmiyor. Daha sonra onun okulu da
[sayfa 76] sorunu işte tam bu saçmalığa indirgemiştir. Onun ücretler ve
kârların oransallığı savını ileri sürmekteki amacı, artı-değerin yaratılmasının temeline ulaşmak değildi, –çünkü verili bir değerin ücret ile kâr, emek ile sermaye arasında bölündüğü varsayımından hareket eder, böylece, bu bölünmeyi kendiliğinden anlaşılacak bir şey sayar– ama
birincisi: genel fiyat belirleniminin karşısına, değerin sınırının onun bölüşülme-sinden,
kâr ve
ücret arasında farklı bölünmesinden etkilenmediğini göstererek değerden oluşturduğu doğru belirlenimi koymaktı;
ikincisi: değerin sabit bir bölümünün emeğin payına düştüğü varsayımı altında ona açıklanamaz gibi görünen, kâr oranının geçici değil sürekli düşüşünü açıklamaktı;
üçüncüsü: kârların düşüşünü ücretlerdeki yükselmeyle, ve ücretlerin yükselmesini de tarımsal ürünlerin değerindeki yükselmeyle, yani üretim güçlüğünün artmasıyla açıklarken, bu arada, aynı zamanda,
toprak rantını, kendi değer ilkesiyle çelişkiye düşmeden açıklamaktı. Aynı zamanda bu, sanayinin ilerlemesini sömüren toprak mülkiyetine karşı sanayi sermayesine bir polemik silahı vermiştir. Ama aynı zamanda da, basit mantık gereği, kârın, emeğin ve sermayenin çelişkili doğasını da böylece ortaya koymuş, ||13| daha sonra da işçiyi, kârın ve ücretin bu çelişkili karakterinin onun reel gelirini etkilemediğine, tersine, ücretin
oransal (mutlak olmayan) yükselişinin, onun için
zararlı olduğuna, çünkü birikimi engellediğine, ve sınai gelişmenin o zaman yalnızca tembel toprak sahibine yaradığına ikna etmeye çalışmıştır. Böylece çelişkili biçim gürültü çıkarmadan açıklanmış, ve Ricardo’yu anlamayan Carey onu komünistlerin babası vb. olmakla suçlayabilmişti; bu noktada kendisinin kavramadığı bir anlamda gene haklıdır.
Oysa ücretin oransal doğası ile (dolayısıyla da çelişkili doğası ile) hiç ilgilenmek istemeyen Malthus gibi öteki iktisatçılar, bir yandan çelişkiyi örtbas etmek
isterler; öte yandan da, şu ilkeye sıkıca sarılırlar: işçi basitçe belirli bir kullanım-değerini, emek-gücünü sermaye karşılığında değişir, ve böylece üretken güçten, emeğin yeni değer yaratma gücünden vazgeçer, ve
ürünle hiçbir ilgisi yoktur, ve böylece kapitalistler ve işçiler arasındaki değişim, ücret, yalnızca
eşdeğerlerin ekonomik bakımdan önvarsayıldığı her basit
değişim gibi
nicelik ile, kullanım-değeri niceliği ile ilgilidir. Bu bir anlamda doğru olmakla birlikte, eğer rekabet işçi ile kapitalist arasında pazarlık yapmaya ve tartışmaya izin veriyorsa, işçi istemlerini kapitalistin kârı ile ölçtüğü ve kendi yarattığı artı-değerin belirli bir kısmını istediği ölçüde,
trampanın, değişimin görünür biçimi, işçinin gerekçesi olur; öyleki
oransallık ekonomik yaşamın kendisinin gerçek bir öğesi haline gelir. Öte yandan iki sınıf arasındaki –işçi sınıfının gelişmesiyle zorunlu olarak ortaya
[sayfa 77] çıkan– savaşımda, bu sınıfların, ücret ile oran olarak ifade edilen karşılıklı uzaklıklarının ölçüsü, kesinlikle, belirleyici bir öneme sahiptir.
Değişim, sermaye üzerine kurulu üretim tarzı sürecinde
görünmez olur. Bu sürecin kendisi ve onun yinelenmesi kendinde var olanı açıklar: işçinin kapitalistten ücret olarak aldığı, kendi emeğinin bir kısmından başka bir şey değildir. Sonra bu, kapitalistlerin olduğu kadar işçilerin de bilincine yerleşir.
Ricardo’da ise gerçekte yalnız şu soru vardır: gerekli ücret, gelişmenin akışı içinde toplam değere göre hangi oranda temsil edilir? Gerekli ücret, hiç de sorun olmayacak; dolayısıyla, onun oransal doğası, her zaman aynı asgariden azını almayan işçiyi ilgilendirmez, yalnızca kapitalisti ilgilendirir, onun net gelir üzerinden yaptığı kesintiler, işçilerin kullanım-değeri olarak daha çok alması sözkonusu olmaksızın değişir. Ama Ricardo’nun, tamamıyla başka amaçlarla da olsa, kâr ile ücretin çelişkili doğasını formüle etmiş olması bile, onun zamanında sermaye üzerine kurulu üretim tarzının, giderek doğasına daha uygun bir biçim aldığını göstermeye yeter. Malthus, yukarıda değinilen
Definitions’ında (defter IX, s. 49, 50) Ricardo’nun değer teorisi ile ilgili olarak şöyle diyor: “Ricardo’nun,
ücretlerin değeri yükseldiği ölçüde, kârlar oransal olarak düşer ve
vice versa savı, yalnızca aynı nicelikte bir emek içeren metaların her zaman aynı değerde olduğu varsayımı durumunda doğrudur, ve bu da 500 durumdan 1’i için geçerlidir ve bu zorunlu olarak böyledir, çünkü uygarlığın gelişmesiyle ve
ilerlemeyle, kullanılan sabit sermayenin miktarı sürekli olarak büyür ve
döner sermayenin dönüş sürelerini daha
değişken ve eşitsiz yapar.” (
l.c., 31, 32.) (Bu,
değerle değil,
fiyatlarla ilgilidir.) Malthus, kendi buluşu olan değerin doğru ölçütü ile ilgili olarak şöyle diyor: “
Birincisi: Bir metanın kumanda ettiği sıradan emek niceliğinin, kârın eklenmesiyle birlikte, onda harcanmış emek niceliğini temsil etmesi ve ölçmesi gerektiğinin öne sürüldüğünü hiçbir yerde görmedim... Emek, kârın eklenmesiyle birlikte, bir metada harcanmış emeği temsil ederek, sağlanmasının doğal ve gerekli koşullarını, ya da üretilmesinin temel giderlerini temsil eder... İkincisi: toprağın verimliliği ne kadar farklı olursa olsun belirli nicelikte bir emeğin ücretinin üretilişinin temel giderlerinin her zaman zorunlu olarak aynı olması gerektiğinin öne sürüldüğünü hiçbir yerde görmedim”. (196, 197.) Bu, yalnızca şu anlama geliyor: Ücretler, her zaman üretimleri için gerekli olan ve emeğin verimliliği ile birlikte değişen emek-zamanına eşittir.
Metaların niceliği aynı kalır. “Değer, bir metanın
genel satın alınma gücü olarak görülürse, o zaman, bu, bütün metaların satın alınması ile,
metaların toplam kitlesi ile ilgilidir. Ancak bunun yapılabilirliği yoktur... Şimdi,
bir karşı koyma sözkonusuysa, emeğin, ürünlerin genel kitlesinin ortalamasını en iyi temsil ettiği bir an bile yadsınamaz”. (205.) “Ham ürün gibi,
metaların önemli bir kısmı, toplumun ilerlemesiyle, emeğe
[sayfa 78] oranla çoğalır, buna karşılık
mamul mallar azalır. Böylece,
aynı ülkede belirli bir emek niceliğinin kumanda edeceği ortalama meta miktarının bir yüzyıl boyunca, pek büyük bir değişme göstermeyebileceğini söylersek gerçekten çok uzaklaşmış olmayız.” (206.) “
Değer her zaman,
emeğin değişimdeki değeri olmak zorundadır. (224, not,
l.c.) Başka bir deyişle, öğreti şudur: Bir metanın değeri, onda işlenmiş emek, onun kumanda ettiği ve karşılığında değişilebildiği canlı emek-günleriyle, dolayısıyla
ücretlerle temsil edilir. Canlı emek-günleri hem zamanı, hem de artı-zamanı içerir. Malthus için yapabileceğimiz en büyük iyiliği yapalım. Yani, artı-emeğin gerekli-emeğe oranının, dolayısıyla
ücretlerin kâra oranının hep aynı kaldığını varsayalım. İlkin bay Malthus’un metaya harcanmış emekten
kârları ekleyerek sözetmesi bile onun işi karıştırdığını gösteriyor, çünkü, kârlar harcanmış emeğin yalnızca bir kısmını oluşturabilir. Bu konuda onun kafasında olan şey
sabit sermayeden vb. çıkması gereken
harcanmış emeğin ötesindeki kârlardır. Bu, ancak, toplam kârın çeşitli
ortaklar arasında bölüşülmesi ile ilgili olabilir, kârın toplam niceliği ile değil; çünkü herkes kendi metası için onda harcanmış emeği +
kârları alırsa, bu kârlar nerden gelecek, bay Malthus? Biri metasında harcanmış emeği + kârı alırsa, ötekinin harcanmış emek-kârı alması gerekir, burada kâr reel artı-değerin fazlası olarak görülüyor. Öyleyse bu, mantığa aykırıdır. Diyelim ki, harcanmış emek = 3 emek-günü, o zaman artı-emek-zamanının oranı 1:2 ise, bu 3 gün, 1½ emek-gününün ödenmesi karşılığında elde edilmiştir. İşçiler
gerçekten 3 gün çalışmışlar, ama her birine yarım günün ücreti ödenmiştir. Ya da 3 günlük emek için aldıkları meta, yalnızca 1½ günlük harcanmış emek içermiştir. Böylece kapitalist, öteki oranlar aynı kalmak koşuluyla, metasında harcanmış olan 3 emek-günü için, 6 emek-günü elde edecektir. (Bu,
ancak artı-emek-zamanı gerekli emek-zamanına eşit sayıldığı, böylece ikinci
durumda yalnızca birincisi yinelendiği zaman doğrudur.) (
Göreli artı-değer, açıktır ki, yalnızca daha önce belirtilen ilişkiyle değil, ürünün işçinin tüketimine ne oranda girdiğiyle de sınırlanır. Kapitalist, üretken güçlerin büyümesiyle iki kat
kaşmir şal elde edebilir ve bunları
değerine satarsa, hiçbir göreli artı-değer yaratmamış olur, çünkü işçiler bu tür şalları tüketmez, dolayısıyla emek-güçlerinin yeniden-üretimi için gerekli-zaman aynı kalmış olur. Pratikte durum böyle değildir, çünkü böyle durumlarda fiyat değerin üstüne çıkar. Burada teoride bu henüz bizi ilgilendirmiyor, çünkü sermaye belirli bir dalda değil, yalnızca kendinde sermaye olarak alınıyor.) Bu demektir ki, kapitalist 3 gün için ücret ödeyecek ve 6 gün çalıştıracaktır; ½ günle bir gün satın alıyor; dolayısıyla
6/
2 günle = 3 günle, 6 gün. Öyleyse bir metanın kumanda ettiği emek-günlerinin, ya da bunun ödendiği ücretin onun değerini ifade ettiğini ileri sürmek, sermayenin ve [sayfa 79] ücretli-emeğin doğasından kesinlikle hiçbir şey anlamamak demektir. Nesneleşmiş emek-günlerinin daha çok canlı emeğe kumanda ettiği, tüm değer yaratımının ve sermaye yaratımının
özüdür. Bay Malthus, bir metanın kumanda ettiği canlı emek-zamanının onun
değerlenmesinin ölçüsünü, onun koyduğu
artı-emeğin ölçüsünü ifade ettiğini söylemiş olsaydı, bu doğru olurdu. Ama bu, daha çok emek ortaya konduğu ölçüde daha çok emek ortaya konduğu totolojisinden başka bir şey olmazdı, ya da Malthus’un söylemek istediğinin tersinin ifadesi olurdu, yani artı-değerin, bir metaya kumanda eden canlı emek-zamanının bu metada harcanmış olan emeği asla temsil etmediği için meydana geldiğinin ifadesi olurdu. (
Böylece,
Malthus’la işimizi bitirmiş olduk.)>
Kapitalist üretimin amacı değerdir (para), meta, kullanım-değeri vb. değildir. Chalmers. – Ekonomik çevrim. – Dolaşım süreci. Chalmers.
||14| <Yukarda, sermaye kavramını geliştirirken, onun hem dolaşımda kendini koruyan, hem de canlı emekle değişimde kendim çoğaltan değer olarak değer,
para, olduğunu gösterdik. Ve dolayısıyla, üretken sermayenin amacının
asla kullanım-değeri olmadığını, servet olarak servetin genel biçimi olduğunu da. Papaz Th. Chalmers, birçok sayfası yavan saçmalıklarla dolu,
On Political Economy in Connection with the Moral State and Moral Prospects of Society, 2. baskı, Londra, 1832, başlıklı kitabında bu noktayı doğru olarak belirtmiş, sermayenin değeri olarak parayı, gerçekte varolan metal para ile karıştıran Ferrier vb. gibi adamların ahmaklığına kendini kaptırmamıştır. Bunalım dönemlerinde sermaye (meta olarak) değişilemez; ama bu, dolaşım aracı
eksikliğinden değildir;
değişilebilir olmadığı için dolaşmasındandır. Bunalım dönemlerinde hazır paranın kazandığı önem, yalnızca, sermaye kendi değeri karşılığında değişilebilir olmamakla birlikte –ve yalnızca bu nedenle onun değeri onun karşısına para biçiminde ortaya çıkar–, ödeme yükümlülüklerinin varlığından ileri gelir; kesintiye uğrayan dolaşım yanında bir
zorlama dolaşım vardır. Chalmers (defter IX, s. 57) diyor ki: “
Bir tüketici belirli metaları istemiyorsa, bu, her zaman, modern iktisatçıların ileri sürdüğü gibi,
başka metaları satın almayı yeğlediği için değil, genel satın alma gücünü tümüyle korumak istediği içindir. Ve bir tüccarın pazara meta getirmesi, genel olarak, bunların karşılığında verilecek başka metalar aradığı için değildir ... tüccar bütün metaların genel satın alma gücünü genişletmek ister. Paranın da bir
meta olduğunu söylemenin hiçbir yararı yoktur.
Bir tüccarın kullanabileceği gerçek metal para, sermayesinin, hatta parasal sermayesinin küçük bir bölümünden daha fazla olmaz; bu, para olarak fiyat biçilmekle birlikte, yazılı sözleşmelere dayanılarak, bütünün önemsiz bir oranı miktarında metal para yardımı ile yörüngesi tanımlanabilir ve bütün amaçlarına uygun hale gelebilir.
[sayfa 80] Gerçekte, parasal sermaye sahibinin en büyük amacı, servetinin nominal miktarını artırmaktır. Bu da, bu yıl para olarak örneğin 20.000£ ile ifade edilirse, gelecek yılın para olarak 24.000E ile ifade edilmesi demektir. Tüccar olarak faizini yatırabilmesinin tek yolu, para olarak fiyat biçilmiş sermayesini yatırmaktır.
Bu amaçların onun için
önemli oluşunu, piyasadaki para dalgalanmaları ya da paranın gerçek değerindeki değişme etkilemez. Örneğin bir yılda 20.000’den 24.000’e çıksa; paranın değerindeki bir düşüş nedeniyle
kolaylıklar vb. üzerindeki kumanda etme kapasitesi artmaz. Gene de, parada düşüş olmamış gibi bu onun çıkarınadır; çünkü, aksi durumda,
onun parasal serveti değişmez ve gerçek zenginliği 24’ün 20’ye oranında düşerdi. ... Dolayısıyla
metalar” (yani kullanım-değeri, gerçek zenginlik) “
tüccar kapitalistin sonal amacı değildir.” (Parasal sistem yanılsaması,
gerçek metal parayı (ya da kağıt olsa da bir şey değişmez), kısacası
gerçek para olarak değer biçimini,
servetin ve zenginleşmenin
genel biçimi olarak görmesiydi, oysa
para genel satın alma gücünün birikimi olarak çoğaldıkça, dolaşım aracı olarak ya da aynı zamanda
gerçekleşmiş hazine olarak göreli olarak azalır.) “
Gelirini tüketim amacıyla yapılan satın almalarda harcamanın dışında”, [kapitalistin parası]
gerçek servete ya da üretken güce ayrılarak binlerce biçime girebilir. “
Kapitalistin sermayesini harcarken ve üretim amacıyla satın alırken sonal amacı paradır” (
nota bene: ve metal para değil). (164-166.)
“
Kârın”, diyor gene Chalmers, “
kullanılabilir nüfusun hizmetlerini, ... harcamaları geçim araçlarının düzeyini aştığı zaman, salt toprak sahiplerinin yanısıra öteki efendilere bağlama etkisi vardır.” (78. Defter IX, s. 53.>
Bu kitapta, Chalmers, bütün
dolaşım sürecim ekonomik çevrim diye adlandırıyor: “
Dünya ticareti, ekonomik çevrim diyebileceğimiz bir çerçevede dönen olarak algılanabilir, bu da birbirini izleyen işlemler yoluyla, başladığı noktaya bir daha gelerek ticarette bir döngü meydana getirir. Bunun başlangıcı, kapitalistin sermayesi sayesinde elde ettiği gelirlerin ortaya çıktığı nokta olabilir ve bu sayede kapitalist işçilerini çalıştırmak için yeniden işe girişir; onlara geçimlerini, ya da daha doğrusu yeniden oluşturma gücünü ücret olarak öder; onların yaptığı işten kendisinin özel olarak sağladığı malları elde eder; bu malları pazara getirerek, satarak, bunun sonucu bir dönemin dolaşımından gelir elde ederek, bir hareketin döngüsünü tamamlar. Paranın araya girmesi bu işlemin
gerçek karakterinde bir şey değiştirmez...” (
l.c., 85.) (Defter s. 54, 55.)
Geri-dönüşte farklılık. Üretim sürecinin kesintiye uğraması (ya da daha
doğrusu bunun emek süreciyle örtüşmemesi). Üretim sürecinin toplam süresi.
(Tarım, Hodgskin). Üretimin eşit-olmayan dönemleri.
Geri-dönüşte farklılık, dolaşım sürecinin doğrudan üretim süreciyle örtüşen aşamasına bağlı olduğu ölçüde, yalnızca işi tamamlamak
[sayfa 81] için (örneğin kanal yapımı vb.) gereken emek-zamanının uzun ya da kısa olmasına bağlı değildir, sanayinin bazı dallarında –tarım–, bizzat işin doğası gereği, bir yanda sermayenin boşta kalması, öte yanda emeğin atıl kalması sonucu meydana gelen iş kesintilerine de bağlıdır. Örneğin A. Smith’in verdiği örnekte
buğdayın ürün vermesi için bir yıl, bir öküzün yetişmesi için 5 yıl beklemek gerekir. Bu yüzden birinde 5 yıllık, ötekinde ancak bir yıllık emek kullanılır. Örneğin merada yetiştirilen hayvan için harcanan emek daha azdır. Aynı zamanda, tarımda, örneğin kışın harcanan emek de daha azdır. Tarımda (ve, az ya da çok ölçüde, başka birçok üretim dalında) bizzat üretim sürecinin koşullarından ileri gelen kesintiler, süreci sürdürmek ya da tamamlamak için belirli bir noktadan yeniden başlamayı gerektiren emek-zamanında duraklamalar vardır; burada üretim sürecinin kesintisizliği, emek sürecinin sürekliliği ile örtüşmez. Bu, farkın bir öğesidir.
ikincisi: Ürünü
tamamlamak, son durumuna getirmek, genellikle daha uzun zaman gerektirir; bu, emek işlemlerinde kesintiler olup olmadığından bağımsız olarak, üretim sürecinin toplam süresidir; genel olarak üretim aşamasının süresindeki farklılıktır.
Üçüncüsü: Ürün, bir kez
tamamlandıktan sonra, bu ürünün uzun süre kullanılmadan bırakılması gerekli olabilir ve bu süre içinde, şarapta olduğu gibi, doğal süreçlere terkedildiğinden göreli olarak az emek gerektirir. (Bu, kavramsal olarak durum I’in aşağı yukarı aynısıdır.)
Dördüncüsü: Ürün uzak bir pazar için ayrıldığından, pazara getirilmesi daha uzun zaman gerektirir. (Bu, kavramsal olarak durum II ile örtüşür.)
Beşincisi: Sermayenin toplam geri-dönüşünün (toplam yeniden-üretim zamanının) kısa ya da uzun oluşu, bu zaman sabit sermaye ile döner sermaye arasındaki ilişki tarafından belirlendiği ölçüde, açıktır ki,
doğrudan üretim süreci ile, ve onun süresi ile ilgili değildir, ama belirlenimim dolaşımdan alır. Toplam sermayenin yeniden-üretim zamanı, dolaşım dahil toplam süreç tarafından belirlenir.
“Üretim için gerekli dönemler içinde eşitsizlik.”
“
Tarım ürünlerinin tamamlanması için gereken zaman ile öteki emek türlerinin ürünlerinin tamamlanması için gereken zaman arasındaki fark, tarımcıların büyük bağımlılığının asıl nedenidir. Bunlar metalarını bir yıldan daha kısa bir zamanda pazara getiremezler.
Bütün bu dönem boyunca, ürünlerine gereksinim duydukları ayakkabıcıya,
terziye, demirciye,
arabacıya ve ürünlerini
birkaç günde ya da birkaç haftada tamamlayan öteki zanaatçılara borçlanmak zorundadırlar.
Bu doğal koşullardan ve tarım dışındaki emek tarafından üretilen servetin daha hızlı artmasından dolayı tüm toprak tekelcileri, ||15|
yasamayı bile
tekelleştirdikleri [sayfa 82] halde,
kendilerini ve hizmetçilerini, çiftçileri, toplumun en bağımlı sınıfı olmaktan kurtarmak yeteneğinden yoksundurlar.” (Thomas Hodgskin,
Popular Polit. Econ. Four lectures etc, Londra, 1827, s. 147 not.) (Defter IX, s. 44.) “
İşçilerin gereksinimlerinin günlük olarak karşılanması zorunluluğuna karşın, doğal koşullarda hazırlanan bütün metalar eşit olmayan sürelerde üretilirler.... Çeşitli metaları tamamlamak için gereken zamandaki bu eşitsizlik, yabanıllık durumunda,
ok ve yay vb. yapanın, av eti fazlası karşılığında vermek üzere herhangi bir tamamlanmış ürüne sahip olmasından önce, avcının vb. av eti fazlasına sahip olmasına neden olurdu. Değişim yapılamazdı; oku yapan insanın da avcı olması gerekirdi ve işbölümü olanağı
yoktu. Bu
güçlük paranın bulunmasına katkıda bulunmuştur.” (179,180.) (
l.c.)
Serbest işçi kavramında yoksulluk vardır. Nüfus ve fazla-nüfus vb.
<Serbest işçi kavramında onun bir
yoksul olduğu zaten içerilir: gücül [
virtueller] bir yoksul. Serbest işçi, ekonomik koşulları bakımından salt
canlı emek-gücüdür ve böylece yaşam gereksinimlerine boyun eğdirilmiştir. Emek-gücü olarak bunu gerçekleştirmek için nesnel varlıktan yoksun, her alanda bir gereksinim durumu. Kapitalist onun artı-emeğini kullanmazsa, işçi gerekli-emeğini gerçekleştiremez; kendi geçim araçlarını üretemez. Bunları değişim yoluyla elde edemez, elde ederse de, yalnızca gelirden onun için ayrılan sadakayla elde eder. Yalnızca, sermayenin emek fonunu oluşturan kısmı karşılığında kendi emek-gücünü değişebildiği ölçüde işçi olarak yaşayabilir. Bu değişim,
onun için raslansal olan ve onun
organik varlığına ilgisiz olan koşullara bağlıdır. Dolayısıyla o, gücül bir
yoksuldur. Ayrıca, sermaye üzerine kurulu üretimin koşulu, işçinin giderek daha çok artı-emek üretmek olduğundan, giderek daha çok
gerekli-emek serbest kalır. Böylece işçinin yoksullaşması olasılıkları daha da artar. Artı-emeğin gelişmesine, fazla-nüfusun gelişmesi uygun düşer. Farklı toplumsal üretim tarzlarında, nüfusun ve fazla-nüfusun artmasının farklı yasaları vardır; fazla-nüfusun artması yoksullaşma ile özdeştir. Bu farklı yasalar, basitçe, üretim koşullarının, ya da canlı birey yönünden ele alınırsa, işçi yalnızca toplum içinde çalıştığı ve maledindiği için, toplumun bir üyesi olarak onun yeniden-üretim koşulları farklı ilişki tarzlarına indirgenebilir. Bu ilişkilerin, tek bir birey için, ya da nüfusun bir bölümü için ortadan kalkması, onları bu özgül temelin yeniden-üretim koşullarından dışlamaya başlar, böylece onları fazla-nüfus olarak, yalnızca bütün olanaklardan geçim araçlarını sağlama yeteneğinden de yoksun bırakır, ve dolayısıyla
yoksullar olarak konumlar. Yalnızca sermaye üzerine kurulu üretim tarzında, yoksullaşma, emeğin kendisinin,
[sayfa 83] emeğin üretken gücünün gelişmesinin sonucu olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla, toplumsal üretimin belli bir düzeyinde fazla-nüfus olabilen başka bir düzeyde olmayabilir, ve bunların etkileri de farklı olabilir. Örneğin Antik çağın kolonilerinde, ülkenin dışına gönderilen bu insanlar, bir nüfusu temsil ediyorlardı, başka bir deyişle, maddi mülkiyet temeli üzerinde, yani verili üretim koşulları içinde geçimlerini aynı bölgede artık sağlayamıyorlardı. Modern üretim koşulları ile karşılaştırıldığında, bu fazla-nüfus sayısal olarak çok düşük görünebilir. Ayrıca bunlar
yoksul olmaktan çok uzaktılar. Tersine Romalı plebler
panem et circenses* ile oyalanıyorlardı. Büyük göçlere yol açan fazla-nüfus daha başka koşulları gerektirir. Bütün önceki üretim biçimlerinde, üretken güçlerin gelişmesi maledinmenin temeli olmadığı, ama üretim koşulları (mülkiyet biçimleri) ile belirlenmiş bir ilişki, üretken güçler için
önceden konulmuş engel olarak ortaya çıkar, ve bu ilişki basit yeniden-üretim durumunda olduğu için, nüfusun gelişmesinin –ki tüm üretken güçlerin gelişmesini özetler–,
dışsal bir engel ile karşılaşması daha da zorunlu hale gelir ve böylece sınırlanması gereken bir şey olarak belirir. Topluluğun koşulları nüfusun ancak belirli bir miktar ile bağdaşabilir. Öte yandan, eğer, üretim koşullarının özgül biçiminin esnekliği tarafından konulan nüfus sınırlamaları,
üretim koşullarının sonucu olarak değişiyor, daralıyor ya da genişliyorsa –bundan dolayı fazla-nüfus avcılıkla geçinen toplumlarda Atinalılarda olduğundan, Atinalılarda da Germenlerde olduğundan farklıydı–, bu, aynı biçimde, nüfus artışının mutlak oranı, ve dolayısıyla fazla-nüfus ve nüfus oranı için de geçerlidir. Dolayısıyla, belirli bir üretim temeline dayanan fazla-nüfus, tam gereken nüfus kadar belirlenmiştir. Fazla-nüfus ve nüfus birlikte alındığında, belirli bir üretim temelinin doğurabileceği nüfusu oluştururlar. Nüfusun sının ne ölçüde aştığı, sınırın kendisi tarafından, ya da daha çok bu sınırı koyan aynı temel tarafından belirlenir. Tıpkı gerekli-emek ile artı-emeğin birlikte, verili bir temel üzerinde emeğin bütününü oluşturması gibi.
Malthus’un, aslında kendi buluşu olmayan, ortaya koyuşta gösterdiği papazca çaba yoluyla gerçekte yalnızca özel bir vurgu yaparak ün sağlamasına neden olan teorisi, iki açıdan önemlidir: 1) sermayenin kaba bakış açısına kaba bir ifade verdiği için; 2) bütün toplum biçimleri için fazla-nüfus
olgusunu ileri sürdüğü için. Bunu kanıtlamamıştır, çünkü tarih kitaplarından ve gezi izlenimlerinden yaptığı alacalı bulacalı derlemelerinden daha eleştirel-olmayan başka bir şey yoktur. Kavramsallaştırması tamamen yanlış ve çocukçadır, 1) çünkü
fazla-nüfusu ekonomik gelişmenin farklı tarihsel aşamalarında
aynı türden [sayfa 84] bir görüngü olarak görür; özgül farklılıklarını anlamaz ve dolayısıyla bu çok karmaşık ve değişken ilişkileri ahmakça tek bir ilişkiye, bir yanda insanın doğal üremesinin, öte yanda bitkilerin (ya da
geçim nesnelerinin) doğal üremesinin iki doğal dizi olarak bulunduğu, birincisinin geometrik, ikincisinin aritmetik olarak ilerlediği iki denkleme indirger. Böylece tarihsel bakımdan farklı ilişkileri, tümüyle havada kalan, ne doğa yasalarma, ne de tarihsel yasalara dayanan soyut sayısal bir ilişkiye dönüştürür. Örneğin buğday ile insanın üremesi arasında doğal bir fark olduğunu ileri sürer. Ama bu maymun [
Der Affe]
, bunu yaparken,
insan türünün çoğalmasının, tamamen doğal bir süreç olduğunu, geometrik bir ilerlemeye uyması için
dışsal engellemeler, sınırlamalar gerektiğini de ilke olarak ortaya koyar. Bu
geometrik üreme insan türünün doğal üreme sürecidir. Tarih, ona, nüfusun çok farklı ilişkilerle ilerlediğini, fazla-nüfusun da tarihsel olarak belirlenmiş bir ilişki olduğunu, sayılarla, ya da geçim araçları üretiminin mutlak sınırı ile asla belirlenmediğini,
belirlenmiş üretim koşullarınm koyduğu sınırlarla belirlendiğini gösterir. Nicel olarak sınırlanmıştır: Atinalılar için fazla-nüfus anlamına gelen sayılar bize ne kadar küçük görünür! İkincisi, nitel olarak sınırlanmıştır. Kolonicilere dönüşen özgür Atinalıların fazla-nüfusu,
yoksul sığınıklar evinde oturanlara dönüşen işçilerin fazla-nüfusundan önemli ölçüde farklıdır. Bunun gibi, bir manastırın
ürün fazlasını tüketen dilenci fazla-nüfus da, bir
fabrikada oluşan fazla-nüfustan farklıdır. Aslında insan doğasının tarihi olan,
doğal yasalar olan, nüfus hareketinin bu belirli tarihsel yasalarından soyutlama yapan Malthus’tur; ama bu yasalar, yalnızca, insanlığın kendi tarih süreci tarafından belirlenen üretken güçlerin gelişmesi ile, belirli bir tarihsel gelişmenin temeli üzerindeki insanlığın doğal yasalarıdır. Tarihsel olarak belirlenmiş insandan soyutlanmış olan Malthus’un insanı, yalnızca onun beyninde vardır; Malthus’un bu doğal insanına uygun düşen geometrik üreme yöntemi de. Böylece gerçek tarih ona, onun doğal insanının üremesi, tarihsel süreçten, gerçek üremeden soyutlama değilmiş de, tersine, gerçek üreme Malthus’un teorisinin bir uygulanmasıymış gibi görünür. Dolayısıyla tarihin her aşamasında nüfusun olduğu kadar fazla-nüfusun da içkin koşulları, ona, nüfusun Malthus’un modeline göre gelişmesini
önlemiş olan bir dizi
dışsal engel olarak görünür, içinde insanların tarihsel olarak ürettiği ve ürediği koşullar, Malthus’un, maltusçu bir yaratık olan, doğal insanının üremesinin
engelleri olarak ortaya çıkar. ||16| Öte yandan geçim araçlarının üretimi –insan eylemi tarafından sınırlanmış ve belirlenmiş olarak–, bu eylemin kendisine koyduğu
engel olarak ortaya çıkar. Tohumluk bitkiler bütün dünyayı kaplamıştır. Bunların yeniden-üretimi, yalnızca onlar için yer kalmadığında bitmiştir. Bu
[sayfa 85] üretim hiçbir aritmetik orana uymamıştır. Malthus’un, isteğe bağlı doğal ürünlerin yeniden-üretiminin içsel nedenlerle,
dışsal engeller olmaksızın durduğunu nerede bulguladığını söylemek zordur. O, insanın üreme sürecinin içkin, tarihsel olarak değişen sınırlarını
dışsal engellere; doğanın yeniden-üretiminin
dışsal engellerini, üremenin
içkin sınırlarına ya da
doğal yasalarına dönüştürür.
2) Malthus, belirli bir insan miktarını belirli bir geçim aracı miktarıyla aptalca ilintilendiriyor.
Ricardo, yerinde bir davranışla ona hemen karşı çıkarak, eğer
işi yoksa varolan tahıl miktarının onun için önem taşımadığını; böylece onu artı-nüfus
* kategorisine koyup koymayacak olan şeyin
geçim araçları değil,
çalışma araçları olduğunu söyler.
Ama bu genel olarak ele alınmalıdır ve bireyin, yeniden-üretim araçlarına ulaştığı ve onları yarattığı
toplumsal dolayım ile ilgilidir; dolayısıyla,
üretim koşulları ve üretim koşulları ile olan ilişkisiyle ilintilidir. Atinalı kölelerin çoğalmasının önünde üretilebilir
geçim nesnelerinin miktarından başka engel yoktu. Antikçağda bir
köle fazlalığının olduğunun söylendiği hiç duyulmamıştır. Tersine köle gereksinimi artmıştır. Oysa emekçi-olmayan (doğrudan anlamda) fazla-nüfus
* vardı, bunlar varolan geçim nesnelerine oranla çok sayıda değildiler, ama bunları maledinmek için gerekli koşullardan yoksundular. Emekçi fazlalığının, yani çalışan, mülksüz insanların keşfedilmesi, sermaye döneminde olmuştur. Manastırlara yönelmiş ve bunların artı-ürününün tüketilmesine yardım etmiş dilenciler, feodal
hizmetliler ile aynı sınıfa girer ve bu da,
artı-ürünün sayıları az olan sahipleri tarafından tüketilemediğini gösterir. Bu, yalnızca,
eskinin hizmetlilerinin, ya da
bugünün uşaklarının başka bir biçimidir. Örneğin
avcı halklarda, çeşitli kabileler arasındaki çatışmada kendini gösteren fazla-nüfus, yeryüzünün bu kadar az sayıda sakini taşıyamadığını değil, ama yeniden-üretimlerinin koşulunun birkaç insan için büyük miktarda toprak gerektirdiğini kanıtlar.
Varolmayan geçim araçlarının mutlak bir kitlesi ile ilişki hiçbir yerde sözkonusu değildir, ama yeniden-üretimin, bu
araçların üretiminin koşulları ile bir ilişki sözkonusudur ve bu ilişkiye
insanın, genel nüfusun ve göreli artı-nüfusun
yeniden-üretiminin koşulları da girer. Bu fazlalık salt görelidir: genel olarak
geçim araçları ile hiçbir ilişkisi yoktur, ama bunları üretme tarzı ile ilişkilidir. Öyleyse yalnızca bu
gelişme düzeyinde bir
fazladır.
3) Hiçbir biçimde Malthus’a ait olmayan rant teorisi sunumunun –
temelinde bu, yalnızca, sanayinin Ricardo vb. tarafından kavranma
[sayfa 86] aşamasında, tarımın manüfaktürün gerisinde kaldığını ileri süren bir formüldür, değişen oranlarda da olsa, burjuva üretimde zaten içkindir–, burada yeri yoktur.>
Gerekli-Emek. Artı-Emek. Artı-Nüfus. Artı-Sermaye.
<Sermaye üzerine kurulu üretime gelince, artı-emeğin en büyük göreli kitlesi ile birlikte gerekli-emeğin en büyük mutlak kitlesi, bu üretimin koşulu olarak mutlak biçimde ortaya çıkar. Dolayısıyla nüfusun –canlı emek-gücü niceliğinin– azami artışı temel koşul olarak ortaya çıkar. Üretken güçlerin ve değişimin gelişme koşullarını da incelersek, işbölümü, işbirliği, ancak birçok kişinin ortaya koyabileceği çok-yanlı gözlem, bilim ve olabildiğince çok sayıda değişim merkezleri – bunların hepsinin nüfus artışıyla eşanlamlı olduğunu görürüz. Öte yanda, ötekinin artı-emeğinin maledinilmesi koşulu içinde, gerekli nüfusa –yani gerekli-emeği, üretim için gereken emeği temsil eden nüfusa– ek olarak, çalışmayan bir
artı-nüfusun olması gerektiği içkin olarak vardır. Sermayenin daha sonraki gelişmesi, bu artı-nüfusun sınai bölümünün –sınai kapitalistlerin– yanında, salt tüketici bir kesimin oluştuğunu gösterir: Bütün işi ötekinin ürünlerini tüketmek olan ve, ham tüketimin kendi sınırları olduğundan, ürünlerin kendilerine, lüks ürün olarak, kısmen daha işlenmiş biçimde
sunulmak durumunda olan aylaklar, iktisatçıların artı-nüfustan sözederken kastettikleri aylaklar değildir. Tersine, bunlar –tüketim işini yapanlar olarak– demografi fanatikleri tarafından gerekli-nüfus gibi de kabul edilirler; ve (sonuçta şeklen) bu doğrudur. Artı-nüfus deyimi özellikle emek-gücü ile, dolayısıyla
gerekli-nüfus ile ilgilidir; bu, bir
emek-gücü fazlasıdır. Ama bu açıkça sermayenin doğasından kaynaklanır. Emek-gücü, eğer onun artı-emeği sermaye için değer taşıyorsa, sermaye için değerlenebilir özellikte ise, ancak o zaman gerekli-emeğini gerçekleştirebilir. Dolayısıyla, eğer bu değerlenebilme özelliği şu ya da bu engelle kös-teklenmişse, 1)
emek-gücünün kendisi,
onun varoluşunun yeniden-üretiminin koşullarından dışlanır; varoluş koşulları olmaksızın varolur ve bu yüzden
saf ve basit bir yük olur; gereksinimlerini karşılayacak araçları olmayan gereksinimlerdir; 2) gereğinden çok emek gerekli olmadığından, gerekli-emek gereksiz olarak görünür. Yalnızca sermayenin gerçekleşmesi için koşul olduğu ölçüde gereklidir. Öyleyse, sermaye tarafından konmuş olan gerekli-emek ve artı-emek arasındaki ilişki tersine dönüşür, öyle ki gerekli-emeğin –yani emek-gücünü yeniden-üreten emeğin– bir kısmı gereksizdir ve dolayısıyla bu emek-gücünün kendisi, gerekli işçi nüfusun bir
fazlalığı, yani işçi nüfusun gerekli-emeği, gereksiz olmayan, ama sermayeye gerekli olan kısmının bir
[sayfa 87] fazlalığı olarak kullanılır. Sermaye tarafından kaçınılmaz olarak dayatılan üretken güçlerin gelişmesi, artı-emeğin gerekli emeğe oranını yükseltmekten ya da belirli bir artı-emek niceliği için gereken gerekli-emek kısmını azaltmaktan oluştuğu için, eğer belirli bir emek-gücü niceliği verili ise, sermaye tararından kullanılan
gerekli-emek kısmı, sürekli olarak azalır, ya da bu emek-güçlerinin bir kısmı gereksiz duruma gelir, çünkü bunların bir kısmı daha önce tümünün kullanılmasıyla gerçekleştirilen nicelikte artı-emeği gerçekleştirmeye yeter. Dolayısıyla emek-gücünün belirli bir kısmının, yani onun yeniden-üretimi için gereken emeğin bir kısmının gereksiz olarak konmuş olması artı-emeğin, gerekli-emeğe oranla büyümesinin zorunlu sonucudur. Göreli gerekli-emeğin azalması, göreli gereksiz emek-gücünün artması – yani artı-nüfusun meydana gelmesi olarak ortaya çıkar. Eğer bu nüfus korunursa, bu emek fonlarından değil, bütün sınıfların gelirlerinden başlanarak sağlanır. Bizzat emek-gücünün emeği ile olmaz – artık işçi olarak normal yeniden-üretimi yoluyla değil, işçinin başkaları sayesinde canlı varlık olarak yaşamasıyla olur; dolayısıyla dilenci ve yoksul olur; artık kendi gerekli emeği ile, yani bunu sermayenin bir kısmı ile değişerek geçinemediği için, görünüşte değişim ve bağımsızlık ilişkisi koşullarının dışına düşmüştür. İkincisi, toplum kesimleri, bay kapitalist için, onun gücül emek aletinin –bunun
yıpranmasını– daha sonra kullanılmak üzere yedekte tutmayı yüklenir. Kapitalist, ||17| işçi sınıfının yeniden-üretim giderlerinin bir kısmını kendi sırtından atar ve böylece kendi kârı için nüfusun bir kısmını yoksullaştırır. Öte yandan, sermaye, kendini artı-sermaye olarak sürekli yeniden-ürettiği için, bu yoksulluğu hem getirme hem kaldırma eğilimindedir. Eylemi iki karşıt yöndedir: bazan biri, bazan öteki egemen olur. Ensonu, artı-sermayenin konması çifte öğe içerir: 1) onu harekete geçirmek için artan bir nüfus gerekir; ona gerekli olan göreli nüfus ne kadar küçülmüşse, kendisi o kadar büyümüş demektir; 2) (en azından göreli olarak) nüfusun istihdam edilmemiş bir kısmına gereksinimi vardır; yani artı-sermayenin büyümesi için hazırda bekleyen bir nüfus bulmak için göreli bir artı-nüfusa gereksinir; 3) artı-değer, üretken güçlerin belli bir düzeyinde var olabilir, ama henüz sermaye olarak kullanılacak oranda değil. Üretimin düzeyine gelince, yalnızca bu düzeyin en düşüğünü değil, genişliğinin de en küçüğünü koymak gerekiyor. Bu durumda artı-sermaye ve artı-nüfus vardır. Aynı biçimde, burada, artı-nüfus olabilir, ama yeterli miktarda değildir, artı-ürünün üretimi için gerekli oranda değildir. Bütün bu incelemelerde satıştaki dalgalanmalar, pazarın daralması vb., kısacası
birçok sermaye sürecini önvarsayan her şey bilerek dışlanmıştır.>
[sayfa 88]
A. Smith. Özveri olarak emek. (Senior’un kapitalistin özverisi teorisi.)
(Proudhon’un artısı) – A. Smith. Kârın kökeni. İlksel birikim. – Wakefield. –
Köle emeği ve özgür emek. – Atkinson. – Kâr. – Kârın kökeni. MacCulloch.
<
A. Smith, emeğin belirli bir niceliğinin, işçi için her zaman
emeğin belirli
bir niceliği olması anlamında,
emeğin değerinde hiç
değişiklik olmadığını düşünüyor, yani A. Smith için bu, her zaman
nicel olarak eşit bir özveridir. Bir emek-saati için çok ya da az ücret alsam da –bu da onun üretkenliğine ve başka koşullara bağlıdır– her zaman bir saat
çalışmış olurum. Emeğimin sonucu için, ücretim için, ödemem gereken sonuç, nasıl değişirse değişsin, her zaman aynı
emek-saatidir. “Emeğin eşit niceliklerinin değeri, çalışan için her zaman ve her yerde aynıdır. Çalışanın sağlık, güç ve etkinliğinin normal olduğu durumda, onun sahip olabileceği beceri ve ustalığın normal derecesine göre,
huzurunun, özgürlüğünün ve mutluluğunun her zaman
aynı kısmını bırakmak zorundadır. Çalışmasının karşılığı olarak aldığı metaların niceliği ve bileşimi ne olursa olsun,
onun ödediği fiyat her zaman aynıdır. Bu fiyat, kuşku yok ki, bu metalardan bazan daha az, bazan daha çok miktarda satın alabilirse de, bu, onları satın alan emeğin değeri değil, yalnızca bu metaların değeri değiştiği içindir. Öyleyse, tek basma emek hiçbir zaman kendi değerinde değişiklik yapmaz. Dolayısıyla, emek, metaların
reel fiyatıdır, para onların yalnızca nominal değeridir.” (Garnier baskısı, c. I. s. 64-66.)
(Defter s. 7.) Alnının teriyle çalışacaksın! Bu, Yehova’nın Adem’e ilenmesidir. A. Smith emeği böyle bir ilenme olarak alıyor. “Huzur”, “özgürlük”ün ve “mutluluk”un eşanlamı olarak, buna uygun bir durum olarak görünüyor. Bireyin “sağlık, güç, etkinlik, beceriklilik ve ustalığının normal olduğu durumda” da çalışmanın normal bir kısmına gereksinim duyduğu, ve huzurun ortadan kalktığı A. Smith’i pek ilgilendirmemiş görünüyor. Emeğin ölçüsü, ulaşılacak amaç tarafından ve bu amaca ulaşmak için aşılacak engeller tarafından bizzat dışardan verilmiş gibi göründüğü doğrudur. Ama bu engellerin aşılmasının kendinde bir özgürleştirici etkinlik olduğunu –ve ayrıca dışsal amaçların, salt doğal dışsal zorunluluk görüntüsünden arındığını ve bireyin kendisinin koyduğu amaçlar haline geldiğini– dolayısıyla kendinin-gerçekleşmesi, öznenin nesneleşmesi, ve böylece eylemi kesinlikle emek olan gerçek özgürlük haline geldiğini A. Smith farketmiyor. Kuşkusuz, köle emeği, serf emeği ve ücretli emek olarak tarihsel biçimlerinde emeğin hep usanç verici, hep
dıştan zorla dayatılmış emek olarak, ve onun karşısında çalışmamanın “özgürlük” ve “mutluluk”
[sayfa 89] olarak ortaya çıktığı konusunda haklıdır. Emek, bu çelişikliği nedeniyle çifte değerdedir ve, öznel ve nesnel koşulları henüz belirli olmayan bu emek (ya da çobanlık durumunu ya da başka durumları vb. henüz yitirmiş olan emek), Fourier’nin
oynak tavrıyla ve safça kavrayışıyla ortaya koyduğu gibi, hiçbir durumda salt zevk, salt eğlence anlamında olmayan, bireyin kendi kendini gerçekleştirdiği, çekimleyici çalışma olan emekle bağlantılıdır. Gerçekten serbest çalışmalar, örneğin müzikal bir yapıtın kompozisyonu, aynı zamanda tam anlamıyla olağanüstü büyük bir ciddiyet ve çok yoğun çaba gerektirir. Maddi üretimin emeği, bu karakterini, ancak, 1) toplumsal karakterinin sağlamış olmasıyla, 2) aynı zamanda genel emek olan bilimsel karakterde emek, yani belirli bir biçimde eğitilmiş bir doğa gücü olarak insanın çabasıyla değil, üretim sürecinde hem doğal, doğanın getirdiği biçimde özne olarak, hem de bütün doğa güçlerini düzenleyen etkinlik olarak kendini göstermesiyle koruyabilir. Üstelik A. Smith, yalnız sermayenin kölelerini gözönüne alıyor. Örneğin Ortaçağın yarı-sanatçı işçisi bile, onun tanımlamasına giremez.
Ama burada önce bizim istediğimiz onun emek konusundaki görüşü değil, felsefi görüşünü değil, ekonomik öğeyi ele almaktır. Emeği salt
özveri olarak, şeyler için ödenen ve böylece bunların çok ya da az emeğe mal oluşuna göre onlara değer biçen
fiyat olarak görmek ve buna göre değerlendirmek salt
olumsuz belirlemedir. Bu yüzden, örneğin Bay Senior, sermayeyi, emek gibi aynı anlamda,
sui generis bir üretim kaynağı, kapitalisti de, bir
özveride bulunduğu,
perhiz yaptığı için, ürününü, doğrudan yemeyerek zenginleştiği için değer üretiminin bir kaynağı yapabiliyor.
Salt olumsuz olan bir şey, hiçbir şey üretmez. Eğer çalışma, işçiye, örneğin –Senior’un perhizi pintiye mutlak zevk vermesi gibi– bir zevk veriyorsa, ürün değerinden bir şey yitirmez. Üreten yalnız emektir; değer olarak ürünlerin biricik özü odur.
* Dolayısıyla onun ölçüsü, emek-zamanı –aynı yeğinlikte olması
[sayfa 90] koşuluyla–, değerlerin ölçüsüdür. İşçilerin arasındaki nitelik farkı, bu fark doğadan gelmiyorsa, cins, yaş, bedengücü vb. ile konmuştur –başka deyişle, bu,
aslında, emeğin nitel değerini değil, işbölümünü, emeğin farklılaşmasını anlatır–, bu da, ancak tarihsel sonuçtur ve emeğin büyük kitlesi için, emek burada basit emek olduğu ölçüde gene ortadan kalkar; ama nitelik olarak daha yüksek emek, ekonomik ölçüsünü, basit bir emekte bulur. Emek-zamanı, ya da emeğin niceliği, değerlerin ölçüsüdür demek, emeğin ölçüsü değerlerin ölçüsüdür demekten başka bir şey değildir. İki şey, ancak, eğer bunlar
aynı doğaya sahipseler aynı ölçü ile ölçülebilir. Ürünler yalnız emeğin –emek-zamanının– ölçüsü ile ölçülebilir, çünkü bunlar doğaları gereği
emektir. Nesneleşmiş emektir. Nesneler olarak, varlıkları emek olarak ortaya çıkabildikleri biçimi alırlar (ereklilik olarak onların dış görünüşleri konmuştur; örneğin bunu öküzde, genel olarak yeniden-üretilmiş doğa ürünlerinde görme olanağı yoktur), ama bu biçimlerin ortak bir yanı da yoktur. Etkinlik olarak var oldukları sürece özdeş ||18| herhangi bir şey olarak vardırlar. Bu etkinlik zaman ile ölçülür, bu yüzden zaman
nesneleşmiş emeğin ölçüsü olur. Bu
ölçmenin değişime, örgütlü olmayan toplumsal emeğe –toplumsal üretim sürecinin belirli bir aşamasına– ne ölçüde bağlantılı olduğunu başka bir yerde araştıracağız. Kullanım-değeri ürünün kaynağı olan insan etkinliği ile onun insan etkinliği yoluyla sağlanmış olması ile bağlantılı değildir, insan-için-Varlık olmasıyla bağlantılıdır. Ürün kendisi için ölçüye sahip bulunduğuna göre, doğal ölçü, doğal nesne olarak onun gücü, ağırlığı, uzunluğu, hacmi vb. yararlılığının vb. ölçüsüdür. Ama etken ya da yarattığı gücün hareketsiz varlığı olarak yalnızca bizzat bu gücün ölçüsü ile ölçülmüştür. Emeğin ölçüsü zamandır. Yalnızca ürünler
emeğin ürünü olduğu için, emeğin ölçüsü ile, emek-zamanı ile, ya da onlarda tüketilmiş emeğin niceliği ile ölçülebilirler. Dinginliğin yadsınması, salt yadsınma olarak, çilecilik özverisi olarak hiçbir şey yaratmaz.
İnsan örneğin bütün gün keşişler vb. gibi binbir çileye yatabilir, nefsini köreltebilir vb., bu özveri dağı tek bir fare doğurmaz. Nesnelerin
doğal fiyatında, onlar için yapılan özveri bulunmaz. Bu, daha çok, tanrılara kurban adayarak servet elde etme amacı güden sanayi dışı inanışı anımsatır. Burada özveriden başka bir şey de olması gerekir. Dinginliğin özverisi olan şey, tembelliğin, özgürlüksüzlüğün, mutsuzluğun özverisi yani olumsuz bir durumun yadsınması olarak da adlandırılabilir. A. Smith, emeği, psikolojik bir açıdan bireye verdiği zevk ya da sıkıntı bakımından ele alıyor. Oysa emek, bireyin etkinliğiyle ilgili bu
duygusallık dışında başka bir şeydir – birincisi, başkaları için, çünkü, A’nın salt özverisi B’ye hiçbir yarar getirmez; ikincisi, bireyin, biçimlendirilen nesneyle ve kendisinin kullandığı emekle belirli bir ilişkisi sözkonusudur.
[sayfa 91] Bu,
olumlu, yaratıcı bir etkinliktir. Emeğin ölçüsü –zaman– doğal olarak bu emeğin verimliliğine bağlı değildir; emeğin ölçüsü, bölünebilir kısımlarının belli bir sayıyı dile getirdiği bir birimden başka bir şey değildir. Kuşkusuz bundan, emeğin
değerinin değişmemesi, ya da yalnızca bu bakımdan emeğin eşit niceliklerinin birim ölçüsünün aynı olduğu sonucu çıkarılmaz. Daha geniş bir belirlemede de, ürünlerin değerlerinin onlar için kullanılmış olan emekle değil, onların üretimi için gereken emekle ölçüldüğü anlaşılır. Dolayısıyla, üretimin koşulu olarak alınması gereken, özveri değil, emektir. Değişimde ürünlere verilen eşdeğer, yani üretken etkinliğin kendi ürünü tarafından yenilenmesi olanağı olarak konmuş eşdeğer, ürünlerin yeniden-üretiminin koşulunu dile getirir.) (Ayrıca, A. Smith’in, gerçekte
ücretli işçinin kendi etkinliği ile olan öznel ilişkisini doğru olarak anlatan
özveri görüşü, yani emek-zamanıyla değerin belirlenmesi ise, onun istediğini vermiyor. İşçi için bir saatlik emek, her zaman değişmeyen büyüklükte bir özveri olabilir. Metaların değeri ise hiçbir zaman onun ruh haline bağlı değildir; onun emek-saatinin değeri de öyle. A. Smith, bu özverinin kiminin ucuza, kiminin daha pahalıya satın alınabildiğini kabul ettiği için, bunun her zaman aynı fiyata
satılması gerektiği onu şaşırtıyor. Ama o, aynı zamanda, kendi kendisiyle çelişki içindedir. Daha sonra değerin ölçüsünün, emeğin niceliği değil, değer olduğunu açıklıyor.
Bir öküz kesiliyorsa, onun için bu her zaman aynı özveridir. Gene de, sığır eti değişmeyen bir değer değildir.) (“Ama, emeğin eşit niceliklerinin işçi yönünden her zaman eşit bir değer taşımasına karşın, bunlar, işçiyi kullanan kimse için kimi daha küçük, kimi daha büyük değerde ortaya çıkar. Kişi bunları, metanın kimi daha az, kimi daha çok bir niceliği ile satın alır. Dolayısıyla, onun için emeğin fiyatı, gerçekte yalnızca metalar kimi pahalı, kimi ucuz olmakla birlikte başka her şeyin fiyatı gibi değişir.” (s. 66 A. Smith, 1. c. 1.1.) (Defter, s. 8.)>
<A. Smith’in
kârı oluşturma biçimi pek safçadır. “İlkel durumda, emeğin ürünü tamamıyla çalışana aittir. Değişilebilen bir nesne elde etmek, ya da üretmek için kullanılan emeğin niceliği” (aynı zamanda bunun büyük güçlüğü) “bu nesnenin ortalama satın alabildiği, kumanda edebildiği ya da değişimle elde edebildiği emeğin niceliğini düzenleyen
tek durumdur... Ama yedekler özel ellerde birikir birikmez işçilerin nesneye kattığı değer iki kısma bölünür; bunlardan biri onların ücretlerini, öteki de girişimcinin bu ücretleri ve iş malzemesini değerlendirmesine yarayan stok toplamı üzerinden yaptığı kârı öder. Girişimci, yapılan işlerinin satışından fonu yerine koymak için kendisine gerekli olandan daha fazlasını beklemezse, bu işçileri çalıştırmaktan
hiçbir kâr sağlamaz
ve yapacağı kârlar kullanılan fonun hacmi ile orantılı olmazsa, küçük olan fonun yerine daha büyüğünü kullanmakta bir yarar görmez.”
[sayfa 92] (
l.c., s. 96, 97.) (D., s. 9.) (A. Smith’in “her bireyin, hiçbir fona gereksinimi olmadan ancak kendisine gerekli olanı sağladığı” işbölümünden önceki durum konusundaki garip görüşüne bakın! Sanki bu durumda, herkes, doğada bir fon bulamadığı zaman, çalışmak için yaşamın nesnel koşullarını bulmak zorunda değil. Yabanıl bile, hatta hayvanlar da, yedeklik yaparlar. Smith, doğrudan çalışmaya iten geçici ve doğrudan bir içgüdü durumundan sözedebilir ve o zaman da yedeklerin
bir biçimde ya da
bir başka biçimde emek harcamadan doğada bulunması gerekir. (Defter, s. 19. (Smith işi karıştırıyor. O zaman elde yedekliklerin birikmesinin gereği yoktur.) >
<
Wakefield, A. Smith üzerine kitabının III. cildinde şöyle diyor: “
Kölelerin emeği birleşmiş olduğu zaman, özgür insanların çok bölünmüş emeğinden daha üretkendir. Özgür insanların emeği, yalnızca toprağın çok daha değerli olması ve ücretlerin kiralama sistemiyle ödenmesi yoluyla birleşmiş bulunursa, kölenin emeğinden daha verimlidir.” (s. 18 için not.) (Defter VIII, s. 1.) “
Toprağın çok ucuz olduğu ülkelerde ya bütün bireyler barbarlık durumundadır, ya da onlar arasından bir kısmı kölelik içinde yaşarlar.” (
l.c.)>
<”
Kâr, sermayenin ya da gönencin arttığını gösteren bir terimdir; öyleyse kâr oranına egemen olan yasaları bulamamak ise, sermayenin oluşmasının yasalarını bulmaktaki başarısızlıktır.” (s.
55. Atkinson (
W)
. Principles of Political Economy. London 1840.) (Defter, s. 2.)>
<
İnsan tüm emeğin ürünü olduğu kadar, onun etkinliğiyle yapılmış herhangi bir makinenin de ürünüdür; ve bize, bütün ekonomik araştırmalarda aynı görüş açısından tam olarak dikkate alınması gerekir gibi görünür. Olgunluk çağına erişmiş her birey... doğru olarak, 20 yılın düzenli özenine ve önemli bir sermayenin harcanmasına mal olmuş bir makine olarak görülebilir. Bir mesleğin öğrenilmesi için onun eğitimi ya da işi öğrenmesi vb. için bir o kadar daha harcama yapılırsa, değeri
aynı oranda artar, tıpkı bir makine gibi yeni güçler kazandırmak üzere
yapımına ek bir sermaye ya da emek harcayarak daha değerli duruma getirilir.” (
McCulloch. The Principles of Pol. Econ. London 1825, s. 115.) (Defter, s. 9.)> (“
Gerçekte, bir meta her zaman daha büyük” (üretilmesi için harcanmış olandan daha büyük): “
bir emek toplamı karşılığında değişilmiştir”
“ve kârı meydana getiren bu fazlalıktır.” ||19| (s. 221, McCulloch
l.c.) Malthus’un haklı olarak, bilimin özelliğini her şeyi her şeye özdeşleştirmektir
diye gördüğünü söylediği bu yaman McCulloch diyor ki: “
Sermayenin kârları, birikmiş emeğin ücretleri için konmuş başka bir addan başka bir şey değildir”, (s. 291.) (
l.c., defter, 14) ve dolayısıyla
ücret de yalnızca canlı sermayenin kârının başka bir adıdır. “
Ücretler... gerçekte”
[sayfa 93] işçinin sanayi ürününün bir parçasıdır;
dolayısıyla, eğer
işçi sanayi ürününün göreli olarak yüksek bir parçasını alırsa, ücretlerin yüksek reel değeri vardır ya da bunun tersi olur”. (295
l.c.) (Defter, s. 15.)>
Artı-Emek. Kâr. Ücret. İktisatçılar. Ramsay. Wade
Sermaye tarafından
artı-emeğin sağlanması bütünü içinde iktisatçılar tarafından öylesine az anlaşılmıştır ki, bunlar olayın ortaya çıktığı bazı dikkate değer görüngüleri
olağanüstü bir şey, bir gariplik olarak gösterirler.
Ramsay gece çalışmasını böyle görür. John Wade de,
“History of the Middle and Working Classes, 3 ed. London 1835” adlı yapıtında şöyle der (s. 240) (Defter, s. 21): “
Ücretlerin ölçüsünün, emek-saatleri ve dinlenme dönemleri ile de ilgisi vardır. Son yıllarda” (1835 öncesi) “patronların politikası, tatil günlerini ve yemek zamanlarını kısarak ya da kısaltarak, emek-saatlerini azar azar uzatarak bu alanda işçi üzerinden haksız çıkarlar sağlamak olmuştur; bunu, çalışma süresinde ¼’lük bir artışın eşdeğerinin ücretlerde aynı oranda bir kısıntı olduğunu bilerek yapmışlardır.”
Durağan sermaye. Sermayenin geliri. Sabit sermaye. John St. Mill.
John St. Mill: “Essays on some unsettled Questions of Political Economy, London 1844”. (Mill Junior’un sayısı az özgün fikirleri, onun kalınca-titiz dev yapıtında değil, bu ince kitapçıktadır.)
“İster varolan biçiminde olsun, ister dolaylı olarak, daha önceki (
hatta daha sonraki)
değişim ile olsun, yeniden-üretim için kullanılmak üzere belirlenmiş olan her şey
sermayedir. Diyelim ki, sahip olduğum bütün parayı ücretlere ve makinelere yatırdım ve ürettiğim mal
tamamlanmış oldu: Bu malı yeniden
ücretlere ve
aletlere yatırmak için, malı satamadığım ve geliri gerçekleştirmediğim sürece, benim sermayem olmadığı söylenebilir mi? Kuşkusuz hayır: Daha önceki kadar, belki de daha büyük sermayem var, ama bağlı duruyor,
kullanılabilir durumda değil”, (s. 55.) (Defter, s. 36.) “Bir ülkenin sermayesinin çok büyük bir kısmı her zaman hareketsiz ve etkisiz durumdadır. Bir ülkenin yıllık ürünü, bütün yeniden-üretim kaynaklarının kullanılması,
kısacası, ülkenin bütün sermayesinin
tam olarak işletilmesi durumunda ulaşabileceği büyüklüğe hiçbir zaman varamaz.
Ortalama olarak her meta, üretimi için gerekli zamana eşit bir süre satılmamış halde kalmışsa, açıktır ki,
hiçbir zaman
ülkenin üretken sermayesinin yarısından fazlası gerçekte sermaye işlevini yerine getirmiyor demektir. Kullanılan öteki yarısı da değişken [sayfa 94] bir bölümdür, değişen parçalardan meydana gelmiştir; ama sonuç, her üreticinin, metaları hazır oldukları an satabileceğine inanması durumunda üretebileceği kadar metanın her yıl ancak yarısını üretebilecek durumda olması demektir.” (
l.c., s. 55,56.) “
Bununla birlikte, bu, dünyada kapitalistlerin çok büyük bir kısmının içinde bulunduğu normal durumdur.” (s. 56.) Sermayesini en kısa zamanda döndüren üreticilerin ya da sahaların sayısı çok azdır. Meralarını, kendi sermayesi ile ya da ödünç aldığı sermaye ile bütün malları arza koyabilecek, arza koyarak
elden çıkarabilecek kadar çabuk satanların sayısı azdır.
Kapitalistlerin çoğu bir işi büyütmeye yeterli bir sermaye tutarına az da olsa sahip değildirler. Sanayi ve ticaretin büyük başarıyla yapıldığı toplumlarda
bankacılık kurumlarının kendi işinde kullanabildiğinden daha büyük bir sermaye sahibi olan kişiyi, bu sermayeyi verimli kullanabilecek ve bundan gelir elde edecek duruma getirdiği doğrudur. Bu durumda bile,
aletler, makineler, binalar vb. biçiminde olup
yarı-kullanılabilir ya da tam kullanılabilir durumda olsun, hareketsiz duran sermayenin tutan büyük olsa da,
her tüccar, ansızın gelebilecek bir talebi karşılamak için mağazada belli bir stok bulundurur; ama
çok uzun sürecek bir dönemde bu stoku elde tutmaya da gücü yetmeyebilir.” (s. 56.) “
Sermayenin büyük bir bölümünü böyle sürekli kullanılmaz durumda tutmak, işbölümü için ödediğimiz fiyattır. Satın alana, maliyetine değer niteliktedir; ama, fiyat yüksektir.” (56.) “İşletmede 1500 taler”im varsa ve %10 gelir sağlıyorsam, bunun 500’ü işletmeyi süslemek için boşta duruyorsa vb., bu, 1000 taleri %7½ üzerinden yatırmak anlamına gelir... Birçok
iş alanında bazı
tüccarlar, aynı nitelikte malları başkalarından daha düşük fiyata satarlar. Bu, kârın isteyerek feda edildiği bir biçim değildir; böyleleri, fazla
müşteri çekerek sermayeyi daha hızlı döndürmeyi, herhangi bir işlemden sağladıkları kazanç düşük olmakla birlikte,
sahibi oldukları sermayenin tamamını daha sürekli bir tarzda kullanarak kazanmayı isterler.” (s. 56, 57.) “Yeni bir alıcının kendisine hiçbir yarar getirmediği tüccarların bulunduğu kuşkuludur; büyük bir kısmı için bu varsayım hiç de yerinde değildir.
Tüccarların çoğu için yeni bir müşteri, onların üretken sermayesinin büyümesi ile
eşdeğerdedir. Yeni bir müşteri, boş duran sermayeyi (ve belki de yeni bir müşteri bulununcaya kadar sahiplerinin ellerinde üretken olması olanaksız olabilecek sermayeyi)
ücretlere ve
üretim aletlerine dönüştürmeye yarar... Böylece ülkenin ürünlerinin genel toplamı ertesi yıl için çoğalmış olur; salt değişimle değil, ulusal sermayenin,
değişim için olmayan, daha uzun bir süre kullanılmaz halde
kalabilecek bir bölümü
etkinlik içine sokulur.” (57, 58.) “Bir üretici ya da bir
tüccar için
yeni müşteriden sağlanacak yararlar: 1) Sermayenin bir kısmı satılmamış mallar biçiminde üretmeden (çok ya da az uzun bir zaman için) duruyorsa, bunun bir kısmı daha büyük bir
[sayfa 95] etkinlik içine sokulur ve daha sürekli bir tarzda üretken duruma gelir. 2) Satılmamış mallar durumunda varolan sermayenin serbest duruma gelmesini sağlayan
ek talep fazla olursa,
tüccarın elinde, kendi ticaret alanında değil ama verimli olarak yatırılabileceği (örneğin devlet tahvilleri biçiminde) kaynaklar bulunursa,
bunların bir kısmı üzerinden faiz değil de, f
aiz oranı ile kâr oranı arasındaki fark kadar kâr sağlamasını olanaklı kılar. 3) Tüccar, sermayesinin
tamamını kendi işinde kullanmış ve hiçbir kısmını satılmamış mallar olarak yedeğe koymamışsa, ödünç alınmış sermaye ile ek bir iş yürütebilir ve faiz ile kâr arasındaki farkı elde edebilir.” (59.)
Sermayenin dönüşümü. Dolaşım süreci. Üretim süreci. Dönüşüm. Yön değiştirme. Sermaye dolaşım halindedir. Sabit sermaye de. Dolaşım gideri.
Dolaşım zamanı ve emek-zamanı. (Kapitalistin serbest zamanı.)
(Taşıma giderleri.)
Şimdi konumuza yeniden dönelim.
Sermayenin geçtiği, sermayenin bir dolaşımım meydana getiren aşamalar, kavram bakımından paranın üretim koşullarına dönüşümü ile başlar. Ama, şimdilik oluşmakta olan sermayeden değil de oluşmuş sermayeden sözettiğimiz için, bu sermaye şu aşamalardan geçer: 1) Artı-değerin yaratılması ya da doğrudan üretim süreci. Sonucu: ürün. 2) Ürünün pazara getirilmesi. Ürünün metaya dönüşmesi. 3) a) Metanın normal dolaşıma girmesi. Metanın dolaşımı. Sonucu: Paraya dönüşüm. Bu sonuç, normal dolaşımın ilk öğesi olarak ortaya çıkar. S) Paranın üretim koşullarına geri dönüşümü: paranın dolaşımı; normal dolaşımda metaların dolaşımı ortaya çıkar ve para dolaşımı her zaman iki değişik özneye bölünür. Sermaye önce meta olarak, sonra para olarak dolaşır ve
vice versa. 4) Üretim sürecinin yenilenmesi, burada, bu da, başlangıç sermayesinin yeniden-üretimi ve ||20| artı-sermayenin üretim süreci olarak ortaya çıkar.
Dolaşım giderleri harekete konan giderlere dönüşür; ürünü pazara getirmek için yapılan giderlerdir; emek-zamanı, bir durumdan başka bir duruma dönüşümü sağlamak için gereklidir; aslında bunların hepsi hesap işlemlerine ve bunların maliyeti olan zamana ayrılır (özel, teknik bir para işlemine dayanır). (Bu sonuncu giderlerin, artı-değer üzerinden alınıp alınmayacağı ilerde anlaşılacaktır.)
Bu hareketi gözden geçirirken, sermayenin bu dolaşımının, ürünü genel dolaşım içinde bırakmayı ve bunun yardımıyla para olarak eşdeğerini gerçekleştirmeyi amaçlayan değişim işleminin aracılığıyla başladığını görürüz. Sermayenin dolaşımının dışına çıkmış normal dolaşıma düşmüş olan bu üründen ortaya çıkanlar, burada bizi ilgilendirmiyor. Öte yandan, sermaye, parasal biçimini kendi dolaşım sürecinin
[sayfa 96] (ücret sözkonusu değilse, kısmen) yeniden atar, ya da artık değer olarak gerçekleştikten sonra parasal biçimde dolaşır ve aynı zamanda kendisinin değerlenmesinin ölçüsünü kendinde gösterir, parada ise yalnızca dolaşım aracı olarak vardır, böylece genel dolaşımdan üretim için gerekli metaları (üretim koşullarını) kendine emer. Meta olarak kendi dolaşımından çıkarak genel dolaşıma girer; meta olarak genel dolaşımdan da çıkar ve üretim sürecine ulaşmak için genel dolaşımı kendi içine, kendi akışına katar. Böylece sermayenin dolaşımı genel dolaşıma karşı bir davranış olur, kendi dolaşımı genel dolaşımdan bir öğe oluşturur, bunun gibi sermaye dolaşımı da bu öğe tarafından konmuş halde ortaya çıkar. Bu nokta, ileride incelenebilir.
Sermayenin tüm üretim süreci, hem asıl dolaşım sürecini, hem de asıl üretim sürecini kapsar. Bunlar, onun hareketinin iki büyük kısmını oluşturur, bu hareket bu iki sürecin bütünü olarak kendini gösterir. Burada bir yandan emek-zamanı vardır, öte yandan dolaşım zamanı. Hareketin bütünü, emek-zamanı ile dolaşım zamanının, üretim ile dolaşımın birliği halinde kendini gösterir. Bu birliğin kendisi harekettir, süreçtir. Sermaye, üretim ile dolaşımın bu işlev halindeki birliği olarak ortaya çıkar; bu birlik, hem sermayenin üretim sürecinin bütünü, hem de sermayenin
bir dönüşünün gelişimi olarak, kendine
Bir geri dönüş hareketinin belirli bir gelişimi olarak görülebilir.
Bununla birlikte, sermaye için dolaşım-zamanının (emek-zamanı yanında) koşulu, yalnızca, uygun biçimde, son biçimde işbölümüne ve değişime dayanan üretimin koşuludur. Dolaşımın giderleri, işbölümünün ve değişimin giderleridir, bunlar üretimin her biçiminde, sermayeden önceki az gelişmiş biçiminde de bu temel üzerinde bulunurlar.
Özne olarak, bu hareketin çeşitli aşamalarını kapsayan, onda korunan ve çoğalan değer olarak, bir çember halinde, helezon gibi genişleyen çember içinde oluşan bu değişmelerin öznesi olarak sermaye,
döner sermayedir. Bundan dolayı
döner sermaye, önce sermayenin
özel bir biçimi değildir, daha geliştirilmiş belirlemesi içinde, kendini gerçekleştirme sürecinin kendisi olarak ve yukarda betimlenen hareketin öznesi olarak sermayedir. Dolayısıyla, bu yönden bakıldığında da, her sermaye
döner sermayedir. Basit dolaşımda, dolaşımın kendisi özne olarak görünür. Metanın biri ondan dışarı atılır; başka biri girer. Ama bu meta basit dolaşımda ancak geçici bir varlık olarak ortaya çıkar. Paranın kendisi, dolaşım aracı olmaktan çıkar ve bağımsız değer olarak yer alırsa, dolaşımdan uzaklaşır. Sermaye dolaşımın öznesi olarak vardır; dolaşım onun kendi yaşam akışı olarak bulunur. Ama sermaye, dolaşan sermayenin bütünü olarak
döner sermaye, bir aşamadan ötekine geçiş ise, her aşamada gene böyle bir belirlilik içindedir, öznenin tüm hareketinin yadsınması olan özel bir kılık içine itilmiş durumdadır.
[sayfa 97] Dolayısıyla sermaye her özel aşamada özne olarak kendi çeşitli değişimlerinin yadsınmasıdır. Döner-olmayan sermaye.
Sabit sermaye, ya da çeşitli belirlemelerin, baştan sona dolaşımda olması gereken çeşitli aşamaların birinde daha tam olarak
sabitleşmiş sermaye. Bu aşamalardan birinde direndiği sürece –aşamanın kendisi akıcı bir geçiş olarak bulunmaz ve her aşamanın ayrı bir süresi vardır–, dolaşım halinde değildir, sabittir. Üretim sürecinde kaldığı sürece dolaşım yeteneğinden yoksundur; ve potansiyel olarak değersizleşmiştir. Dolaşımda kaldığı sürece üretim yeteneğinden yoksundur, artı-değer ortaya koyamaz, sermaye süreci içinde değildir. Pazara getirilemediği sürece ürün olarak kalmıştır; pazarda kalmak zorunda olduğu sürece meta olarak kalmıştır. Üretim koşulları karşılığında değişilemediği sürece, para olarak kalmıştır. Son olarak, üretim koşulları koşul biçiminde kaldığı ve üretim sürecine girmediği sürece, yemden sabitleşmiştir ve değersizlesin Sermaye, bu aşamaların tümünden geçen özne olarak, hareket halindeki birlik olarak, dolaşım ve üretim sürecinde birlik olarak,
döner sermayedir; sermayenin kendisi olarak bu aşamaların her birinde sınırlıdır, farklılıkları ile vardır,
durmuş sermayedir,
yüklemli sermayedir. Döner sermaye olarak sabitleşir, sabit sermaye olarak döner. Bu yüzden
döner sermaye ile
sabit sermayenin farkı önce sermayenin biçim belirlemesi olarak, sürecin birliği ya da bunun belli öğesi olarak, bulunuşuna göre ortaya çıkar.
Uyuyan sermaye, işletilmeyen sermaye kavramı, yalnızca onun bu belirlemelerden birinde işletilmeyen durumda bulunuşu ile ilgili olabilir ve sermayenin koşulu, kısmen her zaman işletilmeyen durumda bulunmasıdır. Bu da, ulusal sermayenin bir kısmının her zaman, sermayenin geçeceği aşamalardan birinde sabitleşmesi durumunda kendini gösterir.
Paranın kendisi, ulus sermayesinin özel bir kısmını oluşturuyor, ama hep dolaşım aracı biçiminde kalıyor, yani öteki aşamalardan hiç geçmiyorsa, bu yüzden A. Smith tararından
sabit sermayenin sonraki bir biçimi olarak görülür. İşletilemeyen, sabitle-şen para biçimindeki sermayenin değeri, dolaşımdan çıkan sermayenin değeri gibidir. Bunalımlar boyunca, panik anının geçtiği ve sanayi durduğu zaman, para,
bankerlerin, simsarların vb. ellerinde çakılı kalır, geyiğin içecek su araması gibi, para sermaye olarak gerçekleşeceği
kullanılabilecek bir alan aramaya çıkar.
Döner ve
sabit belirlemelerinden önce, her iki belirleme altında, birincisi sürecin birliği olarak, sonra da onun özel aşaması olarak, birlik bizzat birlik olarak kendi niteliği gereği
farklı olarak konmuş olan ve sermayelerin özel iki türün, sermayenin iki özel tür altında değil de,
aynı sermayenin değişik
biçimsel belirlemelerinden başka bir şey olmaması,
[sayfa 98] ekonomi politikte büyük kargaşaya neden olmuştur. Gerçekte, maddi bir ürünün yönlerinden birine tutunulduğuna göre, bu ürünün
döner sermaye olması gerektiğine göre, karşıt yönü ve tersini göstermek kolay olmuştur. Dolaşımın ve üretimin birliği olarak sermayenin farkı, zamana ve alana yayılmış olan sermayenin farkı kadardır. Öğelerin herbirinde o, farklı biçimdeki bir başka öğenin düşünü görür. Her sermaye için öğelerin birinden ötekine geçiş, dışsal, denetlenemeyen durumlardan bağımsız raslansal bir görüngü olarak ortaya çıkar. Bu yüzden
aynı sermaye, her zaman her iki koşulda kendini gösterir ve bu, onun bir kısmının bir koşulda ||21| öteki kısmının öteki koşulda ortaya çıkması biçiminde deyimlenir, biri hareketsiz olarak, öteki döner olarak; döner olma, burada,
üretim aşamasından farklı olarak
asıl dolaşım aşamasında bulunması anlamında değil, bulunduğu aşamada
akışan olarak, işlev yaparak, birinden ötekine geçiş durumunda olması anlamındadır; hiçbir aşamada katılaşmış ve böylece genel süreci içinde durmuş
durumda değildir. Örneğin, sanayici kullanabileceği sermayenin yalnızca bir kısmını (toplam sermaye gözönüne alınırsa, kredi olarak aldığı ya da kendisinin sahip olduğu sermaye de olsa, burada durumu değiştirmez, ekonomik sürece de bir etkisi yoktur) üretimde kullanır, çünkü bir kısım sermaye dolaşımdan geri dönünceye kadar belirli bir zaman ister. O zaman üretim sürecinde olan kısım döner kısımdır; dolaşımda bulunan sabit kısımdır. Dolayısıyla genel üretkenliği sınırlanmış olur. Yeniden-üretim kısmı sınırlanmış, dolayısıyla pazara çıkarılan da sınırlanmıştır. Tüccar için de aynı şey: sermayesinin bir kısmı
stok olarak hareketsiz durur ve öteki döner. Sanayicide olduğu gibi, kimi bir kısmı, kimi öteki kısmı bu belirlemeye girmekle birlikte, onun toplam sermayesi sürekli olarak her iki belirleme kapsamındadır. Öte yandan, bizzat değerlendirme sürecinin doğasından gelen bu sınır sabit olmadığı, duruma göre değiştiği ve sermaye, döner sermayeye uygun belirlemesine az çok yaklaşabildiği için; bu iki belirlemeye bölünüş, değerlenme sürecinin aynı zamanda değersizleşme süreci olarak ortaya çıkmasıyla, sermayenin daha çok değerlenmek eğilimiyle çelişki içinde olduğu için, hareketsizleştirme aşamasını kısaltmak üzere sermaye aynı zamanda yeni hileler bulur. Öte yandan, iki koşul, örtüşmek yerine,
karşılıklı yer değiştirir. Bir dönemde süreç tamamıyla akışkan görünür – bu, sermayenin alabildiğine değerlenme dönemidir. Birincinin tepkisi olan ikinci dönemde, öteki öğe o kadar daha sert biçimde ortaya çıkar, bu, sermayenin alabildiğine değersizleşme süreci ve üretim sürecinin kesilmesidir. Bu iki belirlemenin yanyana göründüğü öğeleri, yalnızca bu şiddetli geçiş ve dönüşüm hareketlerini ara dönemler oluşturur. Sermayenin biçimsel belirlemeleri olarak döner sermaye ve sabit sermayeye ilişkin bu belirlemeleri
[sayfa 99] iyice kavramak son derece önemlidir, çünkü burjuva ekonominin bir dolu olayı –sermayenin bir kez dönüşüm süresinden çok farklı olan ekonomik çevriminin dönemleri; yeni istemin etkisi; hatta altın ve gümüş üreten yeni ülkelerin genel üretim üzerine etkisi– anlaşılmaz değilse bile anlaşılmaz kalır. Avusturalya altınının ya da yeni keşfedilmiş bir pazarın getirdiği dürtüden sözetmek hiçbir yarar sağlamaz. Hiçbir zaman tam olarak kullanılamaz, yani her zaman, kısmen sabitleşmiş kalmak, değersizleşmiş olmak, ve üretken-olmamak sermayenin doğasında bulunmasaydı, hiçbir dürtü onu daha çok üretmeye götüremezdi. Öte yandan, ekonomistler –ve Ricardo’nun kendisi– saçma çelişkiler içinde, sermayenin her zaman tam kapasitede çalıştığını varsayarlar; yani yalnızca yeni sermayenin yaratılması ile üretimin
arttığını açıklarlar. Onlara göre her
artışın, daha önceki bir
artışı ya da üretken güçlerin çoğalmasının önkoşuludur.
Sermaye üzerine kurulu üretimi sınırlayan engeller, değişim üzerine kurulu olduğu ölçüde, hâlâ önceki üretim tarzları içinde daha da büyüktürler. Bununla birlikte, üretimin bir yasasını kesin olarak oluşturmazlar; değişim-değeri maddi üretimin sınırını oluşturmaktan çıkmış, bu sınır üretimin bireyin genel gelişmesiyle olan ilişkisi tarafından konmuşsa, tüm kasılmaları ve sızlanmalarıyla sorun ortadan kalkmış demektir. Paranın, trampa ticaretinin sınırlarını ancak bunları genelleştirme yoluyla ortadan kaldırdığını –yani alımı ve satımı birbirinden tamamen ayırdığını– daha önce gördüğümüz gibi, daha sonra da
kredinin sermayenin değerlendirilmesinin bu sınırlarını ancak onları en genel biçimlerine çıkarmak, artı-üretim ve eksi-üretim dönemini iki dönem olarak koymak suretiyle de ortadan kaldırdığım sonradan göreceğiz.
Sermayenin bir devir süresince,
bir devrim, bir
dönüş süresince koyduğu değer = üretim sürecinde konulmuş olan değerdir, bir başka deyişle, = yeniden-üretilmiş değer + yeni değerdir. Dönüşün, ister metanın paraya çevrildiği noktada, ister paranın üretim koşullarına geri çevrildiği noktada bittiğini kabul edelim, sonuç, her zaman, ya parada, ya da üretim koşullarında, kesinlikle ifade edilmiştir, üretim sürecinde konulmuş değere eşittir. Burada ürünün pazara fiziksel olarak getirilişinin sıfıra eşit olduğunu; ya da daha çok bunun doğrudan üretim sürecine girmiş olduğunu hesaplarız. Ürünün ekonomik dolaşımı, onun meta olarak pazarda bulunduğu andan başlar – ancak o zaman dolaşır. Burada sözkonusu olan yalnız ekonomik farklar, belirlemeler, dolaşımın ekonomik öğeleridir; tamamlanmış ürünü meta olarak dolaşımın ikinci aşamasına getirmenin fizik koşulları değildir. Hammaddenin ürüne dönüşmesini sağlayan teknolojik süreç de bizi ilgilendirmiyor. Pazarın üreticiye uzak ya da yakın oluşu da burada
[sayfa 100] henüz konumuzun dışındadır. Önce saptamak istediğimiz şey, bu niteliğiyle çeşitli ekonomik öğelerin akışından meydana gelen giderlerle –bu niteliğiyle
dolaşım giderleriyle– ilgili hangi türde bir iş sözkonusu olursa olsun, ürünün değerine bir şey katmaması, değer getiren giderler olmamasıdır. Bunlar
yaratılmış değerden yapılan kesintilerdir. İki bireyin herbiri kendi ürününün üreticisi olsaydı, ama bunların emeği işbölümüne dayansaydı, bu yüzden de birbirleri arasında değişim yapsalardı ve ürünlerinin değerlenmesi gereksinimlerinin bu değişimden karşılanmasına bağlı olsaydı, bu değişimin onlara maliyeti olan zaman, örneğin karşılıklı pazarlama, ticari uyuşmalara varmadan önceki hesaplama, ne onların ürünlerine, ne de bu ürünlerin değişim-değerine en küçük bir şey eklemezdi. B karşısında A, değişimin kendisinin şu kadar zamanını aldığını ileri sürseydi, B de A karşısında aynı savı ileri sürebilirdi. Bunların herbiri, değişimde tam öteki kadar zaman yitirir. Onların değişim zamanı, ortaktır. Eğer A, ürün için 10 taler –bunun eşdeğeri– ve bu 10 taleri B’den almak için harcadığı zaman için 10 taler isteseydi, B ona, sen tımarhanelik olmuşsun derdi. Bu zaman kaybı, işbölümünden ve değişimin zorunluluğundan ileri gelir. A, her şeyi kendi üretseydi, B ile değişmek için ya da ürünü paraya ve parayı da gene ürüne dönüştürmek için hiç zaman yitirmezdi. Asıl dolaşım giderleri (bunlar para alışverişinde önemli ve ayrı bir geliştirmeyi gerektirir) üretken emek-zamanı içine girmez. Ama bunlar da, doğası gereği, merayı paraya ve parayı gene rnetaya dönüştürmek için zorunlu olarak harcanan zamanla, yani sermayenin bir biçimden ötekine geçmesi için harcanan zamanla sınırlı kalır. B ile A, zamanını bu
dolaşım sürecinde tüketecek üçüncü bir kişiyi, C’yi, aracı olarak araya sokarak zamandan tasarruf edeceklerim görselerdi – örneğin yeterince değişimcinin, yeterince dolaşım süreci öznelerinin var olacağı, böylece bu kişilerin ikişer ikişer sırayla bir yıl içinde kullandığı zamanın bir yıla eşit olacağı durumların ortaya çıkması durumunda: her birey sırayla örneğin bir yılın
1/
50’sini dolaşım ediminde kullansaydı ve böyle 50 dolaşım edimi olduğunda, bir birey bütün zamanını bu uğraşı ile geçirebilirdi. Bu birey için, kendisine yalnız gerekli-emek-zamanına karşılık ödeme yapılırsa, yani kendisi yaşam gereksinimleri için bütün zamanını değişmek zorunda olursa, onun aldığı ücret, emeğinin ücreti olurdu. Ancak bütün zamanını hesaba katarsa, aldığı ücret, nesneleşmiş emek-zamanının bir eşdeğeri olur. Oysa, bu birey, değere hiçbir şey katmamıştır, yalnızca, A, B vb. kapitalistlerin artı-değerinden bir pay almıştır. Onlar ise, varsayıma göre, bu artı-değerden daha az bir kesinti olsaydı, kazançlı çıkarlardı. (Sermaye basit bir nicelik değildir, basit bir işlem de değildir; aynı zamanda bunların her ikisidir.)
Paranın kendisi ||22| değerli metallerden yapılıyorsa, ya da üretimi –örneğin
[sayfa 101] kağıt paraların dolaşımında bile– giderlere neden oluyorsa, bizzat kendisi emek-zamanına mal oluyorsa, değişilen nesnelere, değişim-değerlerine bir değer eklemez; tersine, giderleri bu değerlerden kesintidir, bu kesintinin değişim yapanlar tarafından uygun ölçülerde karşılanması zorunludur. Dolaşım araçlarının, değişim araçlarının pahalılığı yalnızca
değişim giderlerini ifade eder. Bunlar değer katmak yerine, değerden götürürler. Örneğin altın para ve gümüş para, bunlarda nesneleşen emek ölçüsünde,
öteki değerler gibi (para anlamında değil) değerlerin kendisidirler. Ama bu değerlerin
dolaşım aracı olarak işgörmesi, kullanılabilir servetten bir kesintiyi temsil eder. Sermayenin dolaşımının üretim giderleri için de durum aynıdır. Bu da değerlere bir şey katmaz. Bu tür
dolaşım giderleri değer koyucu değildir, değerlerin gerçekleşmesinin giderleridir – bunlardan yapılan kesintilerdir.
Dolaşım, sermayeyi,
dönüşümler dizisi olarak ortaya çıkarır, değer açısından ona bir şey katmaz, sermayeyi değer
biçiminde ortaya çıkarır. Dolaşım yoluyla paraya çevrilen potansiyel değer, üretim sürecinin sonucu olarak varsayılmıştır. Bu süreçler dizisi zaman içinde oluşuyorsa, giderlere neden oluyorsa, emek-zamanına mal oluyorsa, nesneleşmiş emek ise, bu
dolaşım giderleri, değerin niceliğinden yapılmış kesintilerdir. Dolaşım giderleri = sıfır ise, sermayenin
Bir devrinin sonucu olarak alman değer = üretim sürecinde konmuş olan değerdir. Bu demektir ki, dolaşımda varsayılmış değer, onun sonucu olan değerdir. En çok –dolaşım giderleri yoluyla– girmiş olan değerden daha küçük bir değer çıkabilir. Bu noktadan bakılırsa, dolaşım zamanı değere bir şey katmaz; dolaşım zamanı, emek- zamanının yanında değer koyucu zaman olarak ortaya çıkmaz. Üretim 10 sterlinlik değere eşit bir meta yaratmışsa, bu metanın 10 sterlini, para olarak var olan değerine eşitlenmesi için dolaşım gereklidir. Bu sürecin, bu biçimsel dönüşmenin neden olduğu giderler, metanın değerinden bir kesintidir.
Sermayenin dolaşımı, çeşitli aşamalardan geçerek değerin uğradığı biçimsel dönüşümdür. Bu sürecin yoluna girmesi için geçen ya da harcanan
zaman, dolaşımın, işbölümünün değişim üzerine kurulu üretimin, üretim maliyetine girer.
Bu,
sermayenin bir dönüşü için, yani sermayenin bir devri için, bu çeşitli uğraklardan bir kez geçmesi gerekir. Değer olarak sermayenin çıkış noktası paradır ve parada, ama paranın daha büyük bir niceliğinde sona erer. Fark yalnız nicelikseldir. P–M–M–P, böylece sonradan bir içerik edinir. Devri şimdiye kadar bu noktada bulduysak, şimdi yeni bir hareket noktasında buluyoruz. Sermaye gene para olmuştur. Ama aynı zamanda şimdi yemden sermaye olmak üzere bu para için koşul olarak konmuş, koşul olmuştur, yeniden sermaye olması da emeğin satın alınmasıyla, çoğalan ve korunan paranın üretim sürecinden geçmesiyle gerçekleşir. Paranın biçimi, salt biçim olarak konmuştur;
[sayfa 102] başkalaşması sırasında geçtiği birçok biçimlerden biridir. Şimdi bu noktayı bitiş noktası olarak değil de, geçiş noktası –şimdi onu böyle görmemiz gerekir– olarak, ya da yeni çıkış noktası, hatta üretim sürecinden geçen kayboluş halindeki bitiş noktası olarak ve yalnız sözde çıkış noktası olarak alırsak, açıktır ki, para olarak konmuş değerin süreç halindeki değere, üretim sürecine giren değere yeniden dönüşmesi, ancak, dolaşım sürecinin üretim sürecinden ayrılmış bölümü tamamlanır tamamlanmaz gerçekleşebilir, ancak ondan sonra
üretim süreci yeniden yenilenebilir. Sermayenin ikinci dönüşümü –paranın sermayeye yeniden dönüşmesi, ya da üretim sürecinin yenilenmesi–, sermayenin dolaşımım tamamlamak için harcanan zamana bağlıdır; yani onun burada üretim zamanından farklı olan dolaşım zamanına bağlıdır. Ama sermaye tarafından yaratılmış toplam değerin (gerek yeniden-üretilmiş değerin, gerek yeniden yaratılmış değerin), dolaşımda bu niteliğiyle gerçekleşen değerin, yalnızca üretim süreci yoluyla belirlendiğini gördüğümüze göre, belirli bir zamanda yaratılabilen değerlerin toplamı, bu zaman dönemi içinde üretim sürecinin yinelenme sayışma bağlıdır. Üretim sürecinin yinelenmesi ise, dolaşımın hızına eşit olan dolaşım zamanı ile belirlenir. Dolaşım ne kadar hızlıysa, dolaşım zamanı ne kadar kısaysa, aynı sermaye üretim sürecim öylesine çok yineleyebilir. Öyleyse sermayenin dönüşlerinin belirli bir çevriminde onun yarattığı değerlerin (aynı zamanda da artı-değerlerin, çünkü sermaye gerekli-emeği her zaman yalnız artı-emek için gerekli-emek olarak koyar) toplamı,
emek-zamanı ile doğru orantılı ve dolaşım-zamanı ile ters orantılıdır. Belirli bir çevrimde toplam değer (bunun sonucu aynı zamanda ortaya çıkarılan yeni artı-değerlerin toplamı), sermayenin dönüş sayısı ile emek-zamanının çarpımına eşittir. Ya da sermaye tarafından konmuş değer, şimdi doğrudan, üretim sürecinde onun kendine mal ettiği artı-emek yoluyla değil, üretim sürecinin katsayısı ile; yani sürecin belirli bir zaman içinde ne kadar yinelendiğini gösteren sayı ile belirlenmiş olarak ortaya çıkar. Ama bu katsayı, sermayenin bir dönüşünün gereksindiği dolaşım zamanı ile belirlenmiştir. Öyleyse değerlerin (artı-değerin) toplamı bir dönüşte konmuş değerin, belirli bir zaman içinde gerçekleştirilen dönüşlerin sayısı ile çarpımıyla belirlenmiştir. Sermayenin bir dönüşü = üretim zamanı + dolaşım zamanıdır. Dolaşım zamanının verildiği varsayılırsa, dönüşün gereksindiği toplam süre üretim zamanına bağlıdır. Üretim zamanının verildiği varsayılırsa, dönüşün zamanı dolaşım zamanına bağlıdır. Dolaşım zamanı, üretim zamanının toplam miktarını belirlediğine göre, belirli bir zaman dilimi içinde, üretim sürecinin yinelenmesinin dolaşım zamanına bağlı olması dolayısıyla, bizzat üretim öğesidir, ya da daha çok üretimin sının olarak ortaya çıkar. Sermayenin ve onun
[sayfa 103] üzerine kurulu üretimin doğası, dolaşım zamanı, emek-zamanının, değer yaratımının belirleyici bir öğesi olur. Bununla emek-zamanının bağımsızlığı yadsınmıştır ve üretim sürecinin kendisi değişim yoluyla belirlenmiş olarak ortaya çıkmıştır, bunun sonucu olarak da toplumsal ilişki ve doğrudan üretimde bu ilişkiye bağımlılık, yalnızca maddi öğe olarak değil, aynı zamanda
ekonomik öğe olarak, biçim belirleyici olmuştur. Dolaşımın en ileri ucu –dolaşım yoluyla üretim sürecinin yenilenmesinin sınırı–, bir dönüş boyunca üretim zamanının süresiyle açık olarak belirlenmiştir. Diyelim ki, belirli bir sermayenin üretim süreci, yani değerini yeniden-üretmek ve artı-değer ortaya çıkarmak için gereksindiği zaman, 3 aydır, (ya da bir ürün niceliğini tamamlamak için gerekli-zaman = üretken sermayenin toplam değeri + artı-değerdir. O zaman sermaye hiçbir koşul altında bir yılda dört kezden daha çok üretim sürecini ya da gerçekleşme sürecini yenileyemez. Sermayenin en fazla dönüşü, yılda 4 kez olur; yani bir üretim aşamasının tamamlanması ve bunu izleyen yeniden yenilenme arasında kesinti olmaz. Dönüşlerin en çoğu = üretim sürecinin sürekliliği olur ve böylece de, ürün tamamlanır tamamlanmaz, yeni hammadde yeniden yeni üründe işlenir. Süreklilik, bir üretim aşaması içinde ||23| salt sürekliliğe yayılmaz,
bu, evrelerin sürekliliğinin kendisidir. Ama sermayenin her aşama sonunda bir ay dolaşım zamanına –üretim koşulları biçimine geridönüş zamanı– gereksinimi olduğu kabul edilirse, yalnız üç dönüşü gerçekleştirebilir. Birinci örnekte dönüşlerin sayısı = bir aşama x 4 idi; ya da 12 ay bolü 3. Sermayenin değer yaratımının belirli bir zaman dilimi içinde en yüksek noktası, bu zaman diliminin, üretim sürecinin süresine (üretim zamanına) bölünmesine eşittir. İkinci örnekte, sermaye, yılda yalnız 3 dönüş gerçekleştirebilir; değerlenme sürecini yalnız 3 kez yineleyebilir. Dolayısıyla değerlenme süreçlerinin toplamı
12/
4 = 3 olabilir. Burada bölen, onun gereksindiği genel dolaşım zamanı, 4 aydır; ya da sermayenin bir üretim aşaması için gereksindiği dolaşım zamanının, bir yılda bu dolaşım zamanının içerildiği sayı ile çarpımıdır. Birinci durumda, dönüşlerin sayısının 12 ay, bir yıl, verilen zamanın, üretimin bir evresi zamanı ile, ya da üretimin kendi zamanının süresi ile bölünmesidir; ikinci durumda, aynı sürenin, dolaşım zamanı ile bölünmesine eşittir. Sermayenin değerlenmesinin, ve üretim sürecinin sürekliliğinin en yüksek noktası, ya da dolaşım zamanı = sıfır olarak konmuştur; dolayısıyla sermayenin üretimine temel olan koşullar, sermayenin dolaşım zamanıyla sınırlanması, başkalaşmasının çeşitli evrelerden geçme zorunluğu ortadan kalkmıştır. Dolaşım zamanını sıfıra eşitlemek yani kendi kendini ortadan kaldırma yolunda çabalama, sermayenin kaçınılmaz eğilimidir, çünkü sermaye tarafından dolaşım zamanı, yalnızca üretim zamanının belirleyici öğesi
[sayfa 104] olarak konmuştur. Bu, değişimin, paranın, bunlara dayalı işbölümünün gerekliliğini ortadan kaldırmaya, yani sermayenin kendi kendini ortadan kaldırmasına yeniden başlamaktır. Artı-değerin artı-sermayeye dönüşmesini bir an için bir yana bırakırsak, üretim sürecinde toplam sermaye üzerinden %4 artı-değer üretmiş olan 100 taler sermaye birinci varsayımda 4 kez yeniden-üretmiş ve yıl sonunda 16’lık bir artı-değer getirmiş olur. Yıl sonunda sermaye 116’ya çıkar. Bu, 400’lük bir sermayenin, gene %4 artı-değerle yılda bir kez dönüş yapması anlamına gelir. Metaların ve değerlerin genel üretimi bakımından artı-değer dört katına çıkmıştır. Öteki örnekte 100 taler sermaye yalnızca 12’lik artı-değer yaratmıştır; yıl sonunda toplam sermaye 112’dir. Toplam üretim bakımından –bu, ister değerler, ister kullanım-değerleri olsun– fark daha önemlidir. Birinci durumda, diyelim ki, 100 sermaye ile 400 talerlik deri çizmeye dönüştürülmüş, ikinci durumda yalnızca 300 talerlik deri aynı işlemden geçmiştir.
Böylece sermayenin toplam değerlenmesi, üretim evresinin süresi ile –burada bunu şimdilik emek-zamanı ile özdeş tutuyoruz– dönüşümlerin, ya da belirli bir zaman dilimi içinde, bu üretim evresinin yenilenme sayısının çarpımıyla belirlenir. Dönüşler yalnız bir üretimin bir evresinin süresi ile belirlenmiş olsaydı, toplam değerlendirme doğrudan, belirli bir zaman dilimi içindeki üretimin evrelerinin sayısı ile belirlenirdi; ya da dönüşler kendi üretim zamanlarıyla kesin olarak belirlenmiş olurdu.
Bu değerlendirmenin en yükseği olur. Dolayısıyla açıktır ki, dolaşım zamanı, mutlak biçimde alınırsa, değerlendirmeden en büyük kesintidir, bunun <mutlak değerlendirmedir. Öyleyse dolaşımın herhangi bir hızının, ya da dolaşım zamanının kısaltılmasının, üretim evresinin kendisi tarafından konmuş değerlenmeden> daha büyük bir değerlenme yaratması olanaksızdır. Dolaşımın hızı sonsuza kadar yükselirse, bu hızın gerçekleştirebileceği en yüksek nokta, dolaşım zamanını sıfıra eşitleyebilir, yani kendi kendini ortadan kaldırabilir. Öyleyse dolaşım-zamanı olumlu değer yaratıcı bir öğe olamaz, çünkü onun ortadan kalkması –dolaşım zamanı olmayan dolaşım– değerlenmenin en yükseği, yadsınması, sermayenin verimliliğinin en yüksek durumuna eşit olur.
* Sermayenin toplam üretkenliği, üretimin bir evresinin süresi ile belirli bir zaman dilimi içinde bu evrenin yinelenme sayısının çarpımına eşittir. Ama bu sayı dolaşım zamanı tarafından belirlenir.
Diyelim ki, 100’lük sermaye yılda 4 dönüş yapıyor; 4 kez üretim sürecini ortaya koyuyor; o zaman, eğer her defasında %5 artı-değer olursa, yıl sonunda yaratılan artı-değer 100’lük bir sermaye için 20’ye
[sayfa 105] eşit olur; öte yandan aynı yüzde ile yılda bir kez dönüş yapan 400’lük sermaye için de bu gene 20’ye eşittir. Böylece yılda 4 kez dolaşımlı 100’lük sermayenin %20 kazancına karşılık, dört kat daha büyük sermayenin bir kez dönüşü, ancak %5 kâr getirebilir. (Artı-değerin tamamen aynı olduğu az sonra daha iyi anlaşılacaktır.) Öyleyse görülüyor ki, sermayenin büyüklüğünün yerini dolaşımın hızı, dolaşım hızının da yerini sermayenin büyüklüğü alabilir. Böylece buraya, dolaşım zamanının aslında üretken olduğu görüntüsü giriyor. Bundan dolayı bu örnekteki olayı açıklığa kavuşturmak gerekir.
Ortaya çıkan başka bir soru daha var: 100 talerin yılda 4 kez dönüşümü her defasında örneğin %5 getirirse, ikinci dönüşün başında üretim süreci 105 taler ile başlayabilir ve ürün 110¼ olurdu; üçüncü dönüşün başında da 110¼ ve bunun ürünü 115
41/
80* dördüncü dönüşün 115
41/
80 ve bunun sonunda 121
221/
1600* Burada sayının kendisinin konuya hiçbir etkisi yok. Asıl konu, 400’lük bir sermayenin yılda bir kez %5’ten dönüşü, kazanan ise yalnız 20 olabilmesi; buna karşılık 4 kat daha küçük sermayenin aynı yüzde üzerinden 4 kez dönmesi, kazancın 1 +
221/
1600* daha çok olmasıdır. Böylece salt dönüşüm –yinelenme– öğesi yoluyla, yani dolaşım zamanının belirlediği bir öğenin, ya da daha çok
dolaşımın belirlediği bir öğe yoluyla, değer hem gerçekleşiyor, hem de kesinlikle büyüyor görünümü ortaya çıkıyor. Bu da ayrıca incelenebilir.
Dolaşım zamanı, yalnız dolaşımın hızını anlatır; dolaşım hızı bunun yalnızca sinindir.
Dolaşım zamanı olmayan dolaşım – bu demektir ki, sermayenin bir aşamadan ötekine, kavramın dönüşüm hızı ile geçişi en yüksek nokta olabilir, yani üretim sürecinin yeniden yenilenmesi onun bitişi ile aynı zamana rastlar.
Değişim eylemi, –ve dolaşımın oluşmasını sağlayan ekonomik işlemler sıralanmış bir dizi haline gelirler– sermayenin paraya karşı meta ya da metaya karşı para olarak değil, kendi özgül kullanım-değerine, emeğe karşı değer olarak ortaya çıktığı noktaya kadar – değerin bir biçimde, başka bir biçimdeki değere karşılık, paranın metaya, ya da metanın paraya karşılık değişimi (bunlar basit dolaşımın öğeleridir), bir metanın değerini başka bir metada gösterir ve onu böylece değişim-değeri olarak gerçekleştirir; ya da metaları eşdeğerler olarak ortaya koyar. Değerler varsayıldığı ölçüde, değişim eylemi, ancak
değer koyucudur, değer olarak değişimin öznellerinin
*
belirlenmesini gerçekleştirir. Ancak bir metayı
değer olarak.koyan, ya da gene
[sayfa 106] aynı anlamda, başka bir metayı onun
eşdeğeri olarak koyan – ya da gene aynı anlamda, her iki metanın
eşit değerini koyan bir eylem, açıkçası gene değerin kendisine hiçbir şey katmaz, ayrıca ¶ imi gibi izleyen sayıyı ne büyütür ne de küçültür. 4’e bir artı ya da bir eksi [im’i] koydum: bu işlemle, 4, im’den bağımsız olarak, kendine eşit kalır; ne 3 olur, ne de 5. Gene bir libre pamuğu ||24| 6 peni değişim-değerinde iken 6 peni karşılığında değişirsem, bu değer olarak konmuştur; bunun gibi denebilir ki, 6 peni değer olarak bir libre pamukta konmuştur; yani 6 penide içerilen emek-zamanı (burada 6 peni
değer olarak dikkate alınır) şimdi aynı emek-zamanının başka bir maddesinde ifade edilmiştir. Ama değişim eylemi yoluyla bir libre pamuk, 6 peni bakır gibi değerine eşit olarak konduğu için, bu değişim yoluyla pamuğun değerinin, ya da 6 peninin değerinin, ya da bunların değerlerinin toplamının nicel olarak büyümesi olanaksızdır. Değişim, eşdeğerlerin konuşu olarak, yalnız biçimi değiştirir; potansiyel özellikte var olan değerleri gerçekleştirir;
siz isterseniz, fiyatları gerçekleştirir. Eşdeğerlerin, örneğin a ile b’nin eşdeğerler olarak konması a’nın değerini yükseltemez, çünkü bu, a’nın kendi değerine eşit yapıldığı, yani ona eşit olmayan biçimde konmadığı bir eylemdir; eşit olmayan, yalnız, daha önce değer olarak konmadığına göre, biçimle ilgili oluştur; aynı zamanda bu, a’nın b’nin değerine ve b’nin de a’nın değerine eşit tutulduğu eylemdir. Değişimde değişilen değerlerin toplamı, a değeri ile b değerinin toplamına eşittir. Herbiri kendi değerine eşit olarak kalır; böylece bunların toplamı da, ikisinin değerinin toplamına eşit olarak kalır. Dolayısıyla
eşdeğerlerin konulması olarak değişim, doğası gereği değerlerin toplamım da, değişilen meraların değerini de artırmaz. (Emek ile değişimin başka türlü olduğu, emeğin kullanım-değerinin kendisinin
değer koyucu olmasından anlaşılır, ama bu da doğrudan emeğin değişim-değeri ile bağıntılı değildir.) Değişim işlemi, değişilen şeylerin değerini artıramadığı gibi, değişimlerin toplamını da artıramaz.
* Değer yaratmayan bir eylemi bir kez ya da sonsuza kadar yinelersem, bu yineleme onun doğasını değiştiremez. Değer yaratmayan bir eylemin yinelenmesi, hiçbir zaman değer yaratma eylemi olamaz. Örneğin ¼ belirli bir oram anlatır. ¼’ü ondalık kesire çevirirsem, böylece onu 0,25’e eşit yaparsam, onun biçimi değişmiştir. Bu biçimsel dönüşüm, değeri hiç değiştirmez. Bunun gibi bir metayı para biçimine ya da parayı meta biçimine çevirirsem, değer aynı kalır; ama biçim değişmiştir. Öyleyse açıktır ki, dolaşım –eşdeğerler arasında değişim bir dizi işlemin sonucu olduğu için–
[sayfa 107] dolaşan metaların değerini büyültemez. Dolayısıyla, emek-zamanının mal durumunda olması için bu işlem gereklidir, yani değerlerin tüketilmiş olması gerekir – çünkü değerlerin tümünün tüketimi, emek-zamanının ya da nesneleşmiş emek-zamanının, ürünlerin tüketimine dönüşür; böylece dolaşım gidere neden olursa ve dolaşım zamanı emek-zamanına malolursa, bu bir kesintidir, dolaşan değerlerin göreli olarak ortadan kalkmasıdır; bu sonuncuların dolaşım giderleri toplamı oranında değersizleşmesidir. Değişimde bulunan iki işçiyi alalım; bir balıkçı ile bir avcıyı; her ikisinin değişimde yitirdiği zaman, ne balık ne de av hayvanı yaratır, tersine her ikisinin değer yaratacağı, birinin balık tutacağı, ötekinin avlanabileceği, emek-zamanını bir kullanım-değerinde nesneleştireceği zamandan bir kesinti olur. Balıkçı bu kayıp için avcıdan tazminat olarak daha çok av ister, ya da ona daha az balık vermeye kalkarsa, ötekinin de aynı şeye hakkı vardır. Kayıp ikisi için ortaklaşadır. Bu dolaşım giderleri, değişim giderleri, her ikisinin toplam üretiminin ve değer yaratımının yalnız kesintisi olarak ortaya çıkar. Üçüncü bir kişiyi, c’yi, bu
değişimle görevlendirirler ve böylece doğrudan zaman kaybına uğramazlarsa, her biri ürünün bir parçasını eşit bölümler halinde c’ye bırakmak zorundadır. Bundan kazanabilecekleri, ancak kaybın biraz fazlası ya da azıdır. Ama ortak mal sahibi olarak çalışırlarsa, o zaman değişim olmaz, ortak tüketim meydana gelir. Bu yüzden de değişim giderleri ortadan kalkar. İşbölümü değil; değişim üzerine dayalı bir işbölümü olur. Bu yüzden, J. St. Mill’in dolaşım giderlerini
işbölümünün gerekli fiyatı olarak görmesi yanlıştır. Bunlar yalnız doğal giderlerdir, mülkiyet ortaklığına değil, özel mülkiyete dayalı işbölümünün giderleridir.
Bu tür dolaşım giderleri, değişim işleminin ve bir dizi değişim işlemlerinin neden olduğu emek-zamanı ya da nesneleşmiş emek-zamanı tüketimi, değerler, ya üretimde kullanılan zamandan, ya da üretim yoluyla getirilmiş değerlerden yapılan kesintidir. Değeri asla
artırmazlar. Bunlar üretimin görünmez giderleri kısmını oluşturur ve
bu üretimin görünmez giderleri de, sermayeye dayalı üretimin içkin giderleri kısmını oluşturur. Tecimsel işler ve ayrıca da para işleri –eğer bunlar böyle bir dolaşımın işlemlerinden, örneğin fiyatların belirlenmesinden (değerlerin ölçülmesi ve hesaplanması) başka bir şey yapmıyorsa, genellikle bu değişim işlemini işbölümü yoluyla bağımsızlaşmış bir işlev olarak görüyorsa, sermayenin genel sürecinin bu işlevini temsil ediyorsa– sermayenin salt
üretimin görünmez giderlerini anlatırlar. Bu
görünmez giderler azaldığı zaman üretime eklenmiş olur, ama değer yaratmak suretiyle değil, yaratılan değerlerin yadsınmasını azaltma yoluyla. Yalnızca böyle bir işlev olarak rol oynasalardı, her zaman ancak
üretimin görünmez giderlerinin en azını temsil ederlerdi. Bu
[sayfa 108] işbölümü olmaksızın üreticilere daha fazla değer yaratmanın olanağını sağlarlarsa, –yeter nicelikte değerden fazla, bu işlevin ödenmesinden sonra bir fazlalık kalacağı için– bunlar gerçekten üretimi artırmış olurlar. Ama o zaman değerler, dolaşım işlemleri değer yarattığı için değil, öteki durumda olabileceğinden daha az değer özümsedikleri için çoğalmışlardır. Bununla birlikte, bunlar, sermayenin üretimi için gerekli koşullardandır.
Değişimde bir kapitalistin yitirdiği zaman, bu niteliğiyle emek-zamanından bir kesinti değildir. Yalnızca kapitalist –yani kapitalistin temsilcisi–, emekle ötekinin emeği olarak ilişkisi içinde, ötekinin emek-zamanını maletmesi ve ortaya koyması bakımından kişileşmiş sermayedir. Dolayısıyla dolaşım giderleri,
kapitalistin zamanını çekip alması ölçüsünde yoktur. Kapitalistin zamanı
zaman fazlalığı olarak vardır: Yaratılan değeri gerçekleştiren sermaye olmakla birlikte, bu,
emek-zamanı olmayan, değerin yaratıcısı olmayan zamandır. İşçinin artı-emek zamanını çalışması zorunluluğu olgusu, kapitalistin çalışmaması olgusuyla özdeştir ve böylece onun
zamanı, emek-zamanı olmayan zaman olarak vardır; kapitalistin
gerekli-zamanı çalışma zorunluluğu da yoktur. İşçi, yeniden-üretim için gerekli-zamanı nesneleştirmek, değerlendirmek, yani nesnel hale getirebilmek için bir artı-emek-zamanı çalışmak zorundadır. Öte yandan da bunun sonucu olarak kapitalistin
gerekli emek-zamanı, serbest zamandır, doğrudan geçim için gerekli-zaman değildir. Her
boş zaman serbest gelişmenin zamanı olmadığı için, kapitalist, işçiler tarafından yaratılan
boş zamanı toplum için, yani uygarlık için gaspeder. Wade, sermayeyi uygarlığa eşit tutmakla bu anlamda haklıdır.
Dolaşım zamanı –bu niteliğiyle kapitalistin zamanını alması bakımından– ekonomik açıdan bizi, kapitalistin yosmasıyla geçirdiği zaman kadar çok ilgilendiriyor.
Vakit nakit olduğuna göre, sermaye açısından bu, yalnız ötekinin zamanıdır, bununla birlikte, bu zaman en gerçek anlamda sermayenin
parasıdır. Sermaye niteliğiyle sermaye için, dolaşım zamanı, ancak, sermayenin ötekinin emek-zamanını kendine mal edebildiği sırada geçen zamanı kesintiye uğratması durumunda emek-zamanı ile örtüşür; ve açıktır ki, sermayenin bu göreli değersizleşmesi sermayenin değerlenmesine eklenemez, tersine, yalnız ondan herhangi bir şey çıkarılabilir; ya da dolaşım, sermaye için nesneleşmiş emek-zamanına, değerlere malolur. ||25| (Örneğin, çünkü bu işlevi yüklenen başka birisine ödeme yapmak zorundadır.) İki durumda da, dolaşım zamanı, ister sermayenin kendine maledinme süresini kesintiye uğratmak için olsun, ister sermayeyi, dolaşım işlemlerini tamamlamaya, yani sermaye olarak konması için yaratılmış değerin bir kısmını bu amaçla tüketmeye zorlanmak için olsun, ancak, ötekinin
[sayfa 109] emek-zamanının ortadan kalkması, yadsınması ölçüsünde sözkonusudur. (Kapitalistin
özel tüketiminden çok farklı olarak.) Dolaşım zamanı, yalnız, sermayenin üretim zamanı ile olan ilişkisi içinde, engel olarak, yadsınma olarak hesaba katılır; ama bu üretim zamanı, sermayenin ötekinin emeğini kendine mal ettiği zamandır; sermaye tarafından konmuş ötekinin emek-zamanıdır. Kapitalistin dolaşımda harcadığı zamanı, değer ortaya koyan zaman ya da artı-değer ortaya koyan zaman olarak görmek en büyük yanlışlıktır. Sermaye olarak sermayenin, kendi üretim zamanı dışında emek-zamanı yoktur. Burada, kapitalist, sermaye olarak bulunmuyorsa, bizi kesinlikle ilgilendirmez. Bu niteliği ile de ancak, gözden geçirmemiz gereken genel süreç içinde rol oynar. Kuşkusuz,
kapitalistin, başka bir kapitalistin ücretli işçisi olarak para kazanmadığı zaman karşılığında kendisinin ödünlendirilmesini isteyebileceği, ya da bu zamanın onun kaybı olacağı sanısı ortaya çıkabilir. Bu zaman üretim giderleri kısmı olur. Onun kapitalist olarak yitirdiği ya da kullandığı zaman genel olarak
kaybolmuş fonlara yatırılmış olması açısından kapitalistin
sui generis ücret olarak,
kârının temelini oluşturması gereken işçinin emek-zamanına karşıtlığı olarak,
kapitalistin emek-zamanını ileride ele alacağız.
Bu zaman ticaretle ilgili olduğu ölçüde, taşımanın vb. salt dolaşım giderlerine sokulduğu en sık görülen bir durumdur. Ticaret bir ürünü pazara getirdiği ölçüde ona yeni bir biçim verir. Kuşkusuz, yalnız varlığının yerini değiştirir. Ama biçimsel dönüşüm tarzı burada bizi pek ilgilendirmiyor. Ticaret ürüne yeni bir kullanım-değeri verir (bu da tartan, ölçen, ambalajlayan ve böylece tüketim için ürüne biçim veren perakendeci bakkala kadar gider) ve bu yeni-kullanım-değeri emek-zamanına mal olur; dolayısıyla aynı zamanda değişim-değeridir. Pazara taşıma üretim sürecine girer. Ürün, ancak pazarda bulunduğu andan başlayarak ancak metadır, ancak dolaşımdadır.
Dolaşım. Storch. – Sermayenin başkalaşması ve metanın başkalaşması. –
Sermayenin biçim ve madde değişimi. Sermayenin değişik biçimleri. – Belli
dönemde dönüşümler. – Sermayenin genel niteliği olarak dolaşan sermaye. –
Dolaşan sermaye dönüşümlerinin yıl ölçüsü. Emek-zamanının gün ölçüsü.
<(“Sanayinin
her türünde girişimciler ürünlerin sahası durumuna gelir, öte yandan ulusun geri kalanı da ve hatta çoğu zaman yabancı uluslar sık sık bu ürünlerin alıcısıdır...
Döner sermayenin, girişimciden alıcıya ve ilk biçimiyle gene ona geri dönmek için yaptığı sürekli ve kesintisiz yinelenen
hareket, sermayeyi betimleyen bir pergele benzer; sermayenin aldığı
dönem adı ve hareketi için taşıdığı dolaşım sözcüğü buradan gelir”, (s. [404], 405.)
Storch. Cours d’Economie Politique. Paris [sayfa 110] 1823, t. I, s. 405, defter, s. 34.) “Geniş anlamda dolaşım,
değişilen her metanın hareketini kapsar.” (s. 405,
l.c.) “Dolaşım
değişimler aracılığıyla yapılır, nakit para ile karışır karışmaz onlar artık değişilmezler, satılırlar.” (s. [405], 406,
l.c.) “Bir metaın dolaşımda olması için
arzı yeterlidir. Dolaşımdaki servet metadır.” (s. 407,
l.c.)
“Ticaret dolaşımın ancak bir parçasıdır; birincisi
ancak metaların alışlarını ve satışlarını kapsar. İkincisi girişimcilerin hepsini ve oturanların ... hepsini kapsar.” (s. 408,
l.c.)
“Metaların tüketicilere ulaştırılması için dolaşım
giderleri kaçınılmaz olduğu sürece, dolaşım reeldir ve
dolaşımın değeri yıllık ürünü çoğaltır. Bu ölçü aşılır aşılmaz dolaşım
gereksizdir, ve artık ulusun servetine hiçbir şey katmaz.” (s. 409.) “Şu son yıllarda Rusya’da, St. Petersburg’da
sahte bir dolaşımın örneklerini gördük. Dış ticaretin durgun durumu, tüccarları boşduran sermayelerini bir başka biçimde değerlendirme zorunda bırakmıştı: bu sermayeleri artık yabancı metaları ithal ve ülke metalarını ihraç etmek için kullanamayan tüccarlar, olduğu yerde bulunan metaların alım ya da yeniden satımından yarar sağlayabileceklerini düşündüler. Çok büyük miktarlardaki şeker, kahve, kenevir, demir vb., hızla bir elden öbürüne geçti, ve çoğu kez bir meta depodan hiç çıkmadan yirmi kez sahip değiştiriyordu. Böyle bir dolaşım, tüccarlara bir talih oyununun bütün şanslarını sunar; ama birileri zenginleşirken, öbürleri yıkıma uğrar, ve ulusal zenginlik bu işten hiçbir şey kazanmaz. Para dolaşımında bu böyle... Yalnızca fiyatların basit bir değişikliğine dayanan böyle
gereksiz bir dolaşım, borsa oyunu diye adlandırılıyor”, (s. 410,411.)
“Dolaşım, topluma ancak, metayı tüketiciye ulaştırmak için zorunlu olduğu zaman yarar sağlar. Bu bakımdan kesinlikle zorunlu olmayan ve dolaşım giderlerinin azalmasına katkıda bulunmayan her dolambaç, gecikme ya da aracı değişim, metaların fiyatlarını boş yere yükselterek, ulusal zenginliğe zararlı olur. (s. 411.)
Dolaşım ne denli hızlıysa, yani girişimciyi, satışa sunduğu bitmiş bir işten kurtarmak ve sermayeyi ilk biçimi altında ona geri döndürmek için ne denli az zaman gerekliyse, o denli üretkendir.” (s. 411.)
“Girişimci ancak tamamlanmış ürünü sattıktan ve yeni
malzeme ve yeni
ücretleri satın almak için, fiyatı oluşturduktan sonra üretime yeniden başlayabilir: dolayısıyla bu iki sonucu gerçekleştirmek için dolaşım ne kadar çabuk olursa, girişimci üretime yeniden başlayabilme durumuna o kadar çabuk gelir ve sermayesi belirli bir zaman dilimi içinde o kadar çok kâr getirir.” (s. [411], 412.) “Sermayesi, ilkönce harekete geçirilen sermayeye ek olarak bir yılda birkaç kez gelir sağlamaya uygun bir hızda dolaşan bir ulus, bir yılda aynı topraktan arka arkaya üç dört ürün alabilen, mutlu iklimlerin işçisi durumundadır.” (s. 412, 413.) “Yavaş geçen bir dolaşım, 1) var olabilecek metaların kitlesini azaltma yoluyla dolaylı olarak; 2)
doğrudan, çünkü bir ürün dolaştıkça, dolaşımdan türeyen giderlerle değerini giderek artırır; üretim ne denli yavaşsa, metaların fiyatlarını boş yere yükselten rantlar da o denli yığılır.” “Dolaşımı kısaltan ve çabuklaştıran araçlar: 1) yalnız ticaretle uğraşan
ayrı bir işçi
[sayfa 111] sınıfı; 2)
ulaşım kolaylıkları; 3)
nakit para; 4) kredi.” (s. 413.)>
Basit dolaşım, aynı zamanda ya da arka arkaya yapılan birçok değişimden meydana gelmiştir. Dolaşım olarak ele alındığında bunların birliği, aslında yalnız gözlemci açısından vardır. (Değişim raslansal olabilir ve üretim sürecinin tamamını kapsamayan, fazlalığın değişimi ile sınırlı bir niteliğe az çok sahiptir.) Sermayenin dolaşımında bir dizi değişim işlemi, değişim eylemi ile karşı karşıyayız, bunların her biri ötekine karşı nitel bir öğe, sermayenin yeniden-üretiminde ve büyümesinde bir öğe ortaya koyar. Değer, bu niteliğiyle ele alındığı ölçüde, bu bir değişimler sistemi, maddenin değişmesidir. Kullanım-değeri olarak ele alındığı ölçüde, biçimin değişmesidir. Meta karşısında ürün, değişim-değeri karşısında kullanım-değeri gibidir; para karşısında da meta gibi. Bunun, burada, bir dizi yüksek noktasına varılır. Meta karşısında para, kullanım-değeri karşısında değişim-değerine yeniden dönüşür; ayrıca da bu, paranın emekle gerçek ilişkisidir.
||26| Sürecin her öğesinde sermayenin kendisi başka bir evreye, bir sonraki evreye geçiş olanağı olduğuna ve böylece sermayenin yaşam eylemini gösteren bütün sürecin olanağı olduğuna göre, öğelerin her biri üretim sürecinde sermaye olarak oluşan değer yanında, sermaye olarak –dolayısıyla meta sermayesi, para sermaye– daha güçlü bir potansiyel olarak ortaya çıkar. Meta, paraya dönüşebildiği, yani ücretli emeği (artı-emeği) sarın alabildiği sürece sermaye olabilir; bu, sermayenin dolaşımda kazanılmış
biçimsel yönü bakımından böyledir. Materyal yönü bakımından, hammadde (tam olarak ya da yan-işlenmiş), bir alet, işçi için bir geçim aracı oluşturduğu sürece, sermaye olarak kalır. Bu biçimlerin her biri potansiyel sermayedir. Para, bir yönü ile gerçekleşmiş sermaye, gerçekleşmiş değer olarak sermayedir. Bu yönden (sermayenin aynı zamanda çıkış noktası olarak görülmesi gereken, dolaşımın bitiş noktası)
cat exochn* sermayedir. Daha sonra, canlı emek karşılığında değişiliyorsa, özel olarak üretim süreci bakımından gene sermayedir. Buna karşılık kapitalist tarafından meta karşılığında değişiminde (hammaddenin geri satın alınması vb.) sermaye olarak değil, dolaşım aracı olarak ortaya çıkar; bu, yalnız geçici aracılıktır, bu yoldan kapitalist ürününü bunun ilksel öğeleri karşılığında değişir.
Dolaşım, sermaye için salt dışsal bir işlem değildir. Değerin ölümsüzleşmesine ve çoğalmasına olanak sağlayan, üretim süreci sayesinde değere dönüşen sermaye, nasıl ki değerin –burada, hem oluşumunun, hem kullanım-değerinde kendine özgü varlığının izleri silikleşmiş olan değerin–
saf biçimine, dolaşımın ilk eylemi sayesinde yeniden
[sayfa 112] dönüşürse, bu eylemin yinelenmesi, bir başka deyişle yaşam sürecinin yinelenmesi de ancak, üretimin koşulları karşılığında paranın değişimine bağlı bulunan ve üretim eylemine başlamayı oluşturan dolaşımın ikinci eylemi sayesinde olanaklı olur. Dolayısıyla, sermaye kavramının kısmını dolaşım yapar. Başlangıçta para ya da birikmiş emek özgür emekle değişimden
önce nasıl koşul olarak ortaya çıktıysa; ama emek karşılığında sermayenin nesnel öğesinin sözde bağımsızlığı ortadan kalkmış ve değerde bağımsızlaşan nesneleşmiş emek her yöne doğru
yabancı emeğin ürünü, hatta emeğin
yabancılaşmış ürünü olarak nasıl ortaya çıkmışsa; şimdi de sermaye dolaşımı için koşul olmuştur (para olarak sermaye, sermaye olmak için koşuldu; ama sermaye, canlı emeği özümseyen ve kendisi de özümsenmiş olan değerin sonucu olarak, genellikle dolaşımın değil, sermayenin
dolaşımının çıkış noktası halinde kendini göstermişti), sermaye, bu süreç
olmadan da vardır, aynı zamanda bağımsız ve ilgisizdir. Ama
sermayenin geçmesi gereken başkalaşımların hareketi, şimdi bizzat üretim sürecinin koşulu, aynı zamanda da onun sonucu olarak ortaya çıkar. Bu yüzden kendi gerçekliği içinde sermaye belirli bir
dönemdeki dönüşler dizisi olarak görünür. Bu, artık, yalnızca
bir dönüş değil; aynı zamanda dönüşlerin ortaya çıkması; tüm akışın ortaya çıkmasıdır. Böylece onun değer getirmesi de koşula bağlı olarak ortaya çıkar (ve bu, yalnızca devam eden ve artan değer olarak sermayenin değeridir); 1)
nitel olarak, koşula bağlıdır; çünkü dolaşım evrelerinden geçmeksizin üretim evresini yenileyemez; 2)
nicel olarak koşula bağlıdır; çünkü getirdiği değerler kitlesi belirli bir dönemdeki dönüşlerin sayışma bağlıdır; 3) çünkü her iki yönde de dolaşım zamanını sınırlayıcı ilke, üretim zamanının sınırı olarak ortaya çıkar, ya da
vice versa. Bundan dolayı sermaye, esas olarak,
döner sermayedir. Sermaye üretim sürecinin işliğinde, mal sahibi ve patron olarak ortaya çıkarsa, dolaşım yönünden toplumsal bağlamlarla bağlı ve belirlenmiş görünür, bu, henüz bulunduğumuz şu noktada sermayeyi kimi para karşılığında meta olarak, kimi meta karşılığında para olarak basit dolaşıma sokar ve ona bu rolü oynatır. Ama dolaşım bir sis perdesidir, bu sisin altında henüz bütün bir dünya gizlidir; bu, sermayenin bağlantılarının dünyasıdır. Bu bağlantılar, dolaşımdan gelen –toplumsal ilişkilerden çıkan– bu mülkiyeti o sise bağlar ve
kendine-yeterli mülkiyetin bağımsızlığını, aynı zamanda da karakterini onun elinden alır. Henüz uzakta duran bu dünyaya doğru şimdi iki yol açılmıştır, her iki noktada açılmıştır. Birincisi, sermayenin dolaşımının, sermaye tarafından ürün biçiminde konulan ve dolaşan değeri, onun çemberi dışına ittiği noktadadır; ikincisi de sermayenin, dolaşımdan başka bir ürünü kendi dolaşım çizgisine çektiği noktadır; bu ürünün kendisi ise, sermayenin varlık öğelerinden birine dönüşmüştür. İkinci noktada, sermaye,
[sayfa 113] üretimi koşul yapar; ama doğrudan kendi üretimini değil. Birinci noktada, ürününün kendisi başka üretim için hammadde ise, bir üretim koşulu olabilir; ya da son biçimi tüketim için almışsa, tüketimi koşul yapar. Buraya kadar anlaşılıyor ki, tüketimin onun devresine
doğrudan girmesi gerekli değildir. Sermayenin asıl dolaşımı, henüz, ilerde göreceğimiz gibi,
tüccarlar arasındaki dolaşımdır.
Tüccarlar ile
tüketiciler arasındaki dolaşım, perakende ticaretle özdeş olarak, sermayenin doğrudan dolaşım alanına girmeyen ikinci bir devredir. Birincisi çizildikten ve onun yanında aynı zamanda geçtikten sonra, sermayenin çizdiği bir yoldur.
Sermayenin değişik yollarının aynı zamana raslamasıdır; birçok sermayenin varsayılmasıyla birlikte, onun değişik belirlemelerinin bu niteliği de açıklığa kavuşur. Bunun gibi insanın yaşam süreci de, değişik yaşların bir çizgi üzerinde geçmesinden meydana gelir. Ama aynı zamanda insanın bütün yaşları, çeşitli bireyler arasında dağılmış halde, yan-yana vardır.
Sermayenin üretim süreci aynı zamanda bir teknolojik süreç –daha doğrusu üretim süreci–, yani belirli kullanım-değerlerinin, belirli bir emek tarafından, kısacası, bu amacın kendisi tarafından belirlenmiş bir tarzda üretimi olduğu ölçüde; bedenin gerekli metabolizmasını yeniden-üretmesini, yani fizyolojik anlamda yaşam aracı yaratmasını sağlayan bütün bu üretim süreçlerinden en temellisi olarak ortaya çıktığı ölçüde; bu üretim süreci tarımla örtüştüğü ölçüde; bu da aynı zamanda doğrudan (pamukta, kendirde vb. olduğu gibi) ya da dolaylı olarak, onların beslediği hayvanlar aracılığı ile (ipek, yün vb.), sanayi için hammaddelerin bir kısmını (aslında çıkarma sanayileri dışında kalan bütün sanayiler için) sağladığı ölçüde; tarımda yeniden-üretim ılık iklim bölgesinde (sermayenin anayurdu) genel yersel dolaşıma bağlı olduğu ölçüde; yani, ensonu, hasatlar daha çok
yıllık özellikte olduğu ölçüde;
yıl (yalnız çeşitli üretimler için değişik olarak hesaplanır), sermayenin dönüşümlerinin toplamının hesaplandığı ve ölçüldüğü genel zaman dilimi diye kabul edilir; bunun gibi
doğal emek-günü de, bize emek-zamanının ölçüsü olarak böyle doğal bir birim verir. Kârın, daha çok da faizin hesaplanması için, dolaşım zamanının ve üretim zamanının birimini –sermayeyi– bu niteliğiyle ve kendi kendini ölçme özelliğinde bulunduğunu görüyoruz. Sermayenin kendisi, süreç olarak –yani bir dönüşü gerçekleştiren sermaye olarak–
çalışan sermaye gibi ||27|
görülür ve
sağladığı kabul edilen meyveler, onun emek-zamanına –bir dönüşün devrini gerçekleştirmek için kullandığı toplam zamana– göre hesaplanır. Burada meydana gelen aldatmaca sermayenin kendi doğasında vardır.
[sayfa 114]
Sabit sermaye ve döner sermaye. – (Fazlalık. Proudhon. Bastiat.) – Mill
Anderson. Say. Quincey. Ramsay. – Faizin faizinde güçlük, – Ticaret yoluyla
pazar yaratma. – Sabit ve döner sermaye. Ricardo. – Para ve sermaye.
Değerin ölümsüzlüğü. – Daha hızlı ya da az hızlı yeniden-üretim. Sismondi.
Cherbuliez. Storch. Sermayenin emeğe yatırımı.
Yukarda değinilen düşüncelere daha genişliğine girmeden önce, ekonomistlerin
sabit sermaye ile
döner sermaye arasında hangi ayrımlar ortaya koyduğunu görmek istiyoruz. Artı-değerden farklı olarak kârın hesaplanmasında ortaya çıkan yeni bir öğeyi yukarda bulmuştuk.
Döner sermaye ile ilgili olarak artı-değerin,
faizden, sabit sermaye ile ilgili artı-değerden farklı olarak kâr biçiminde ortaya çıktığı anlaşılıyor. Kâr ve faiz, artı-değerin biçimleridir.
Kâr fiyatta içeriktir. Orada son bulur ve sermaye, paraya çevrildiği ya da meta biçiminden para biçimine geçtiği dolaşım noktasına girer girmez gerçekleşmiş olur. Faize karşı açılan Proudhon biçimi polemiğin dayandığı şaşılası bilgisizliğe ilerde değinilecek. (Unutulmaması için burada bir daha Proudhon’dan sözedelim: Bütün Ricardo yanlılarının ve karşıtlarının başını çok ağırtan
artı-değer, bu cesur düşünür tarafından alaya alınarak kolayca çözüme götürülmüştür;
“her emek bir artı bırakır”, “bunu belit olarak koyuyorum”... Özetler defterinde doğru formül görülebilir. Gerekli-emeğin
üstündeki emek, Proudhon tarafından, emeğin gizemsel özelliğine dönüştürülür. Emeğin üretken gücünün yalın büyümesinden başlayarak bunu açıklayabilmek olanaksızdır; kuşkusuz belirli bir emek-zamanı süresince ürünler çoğaltılabilir; onlara
artı-değer veremez. Burada yalnızca
artı-zaman, gerekli-emeğin üstünde bir emek için,
zamanın serbest bırakılması bakımından sözkonusu olur. Bununla ilgili olarak
ekonomi-dışı tek olgu, insanın
geçim nesnelerini üretmek için zamanının bütününün gerekli olmaması, geçimi için gerekli-emek-zamanı dışında serbest zamanı olması, böylece artı-emeğini de kullanabilmesidir. Bununla birlikte, tamamıyla bu, hiç de gizemsel bir şey değildir, çünkü insanın emek-gücü henüz kaba durumdayken, onun
geçim nesneleri de aynı ölçüde daha azdır. Ücretli emek ise ancak, üretken gücün, zamanın önemli bir kısmının serbest kaldığı noktaya kadar ilerlemesi durumunda ortaya çıkar; bu serbest kalış burada artık tarihsel bir üründür. Proudhon’un bilisizliği,
ancak azalan kâr oranının artan bir ücret oranına karşılık düştüğünü varsayan Bastiat’nın
bilisizliği düzeyinde bir bilisizliktir.
Bastiat, Carey’in ortaya attığı bu
saçmalığı iki katına çıkarır: Birincisi,
kâr oranı (yani kullanılan sermayeye oranla artı-değerin oranı) ortadan kalkar; ikincisi, fiyatlar küçülür, ama değer, yani fiyatların genel toplamı büyür, bu da yalnız kâr oranının değil,
[sayfa 115] brüt kârın büyümesi demektir.)
Birincisi, yukarda
sabit sermaye konusunda bizim kullandığımız anlamda,
John St. Mill’e göre (Essays
on some unsettled Questions of Political Econ. Lond. 1844, s. 55) bu, duran,
kullanılmayan, yararlanılmayan sermayedir. Dolaşımın toplam sürecinin bir evresinde hareketsiz kalmıştır. Bu anlamda, Bailey’in de yukardaki alıntılarda yaptığı gibi, bir ülkenin sermayesinin giderek daha büyük bir bölümünün çalıştırılmadan durduğunu söylemesi doğrudur.
“Sabit ve döner sermaye arasındaki fark gerçek olmaktan çok görünüştedir; örneğin altın
sabit sermayedir; yalnız süs eşyası vb. için tüketildiği ölçüde
dolaşır durumdadır. Gemiler, gerçekte yüzmekle birlikte sabit sermayedir.
Yabancı demiryollarının payları, pazarlanmızdaki ticaret mallarıdır; bunun gibi kendi demiryollarımız da dünya pazarlarında bulunabilir; bu bakımdan bunlar altın düzeyinde döner sermayedir.” (
Anderson, The recent Commercial distress, etc. London 1847, s. 4) (Defter
l 27.)
Say’a göre, sermaye,
“bir üretim türüne öylesine bağlanmıştır ki, bir başka üretim türüne bağlanmak için ondan ayrılamaz”
Sermayenin, belirli bir kullanım-değeri ile, üretim süreci için kullanım-değeri ile özdeşleştirilmesi. Değer olarak sermayenin özel bir kullanım-değerine –üretim içindeki kullanım-değerine– bu
bağlılığı, kuşkusuz önemli bir görünümdür. Bu, gerçekte,
sabit sermayenin, döner sermayenin yalnızca karşıtı olduğunu anlatan, dolaşıma elverişli olmadığını daha iyi dile getiren bir belirlemedir.
De Quincey, Logic of Political Economy (s. 114) (Defter X. 4) adlı yapıtında şöyle diyor: “Döner sermaye, normal düşünüldüğü zaman, hangi anlamda etkin olursa olsun” (ne güzel mantıkçı) “üretken olarak kullanılır ve kullanıldığı eylem içinde yok olur”.(Buna göre kömür döner sermaye olur, yağ da öyle, ama pamuk vb. böyle değildir. İpliğe ya da pamuklu beze dönüşen pamuğun yok olduğu ve böylece bir dönüşümün üretken kullanım anlamına geldiği söylenemez.) Sermaye, eğer yapılan iş durmadan hep aynı işleme hizmet ediyorsa sabit demektir ve yinelemelerin işlev alam ne kadar büyükse, ve alet, motor, makineler, sabit sermaye olarak adlandırılmayı öylesine hak etmişlerdir.” (s. 114.) (Defter X, 4.) Buna göre döner sermaye kaybolmuş, üretim eyleminde tüketilmiştir; sabit sermaye –burada büyük bir açıklıkla alet, motor, makine olarak belirleniyor (dolayısıyla örneğin toprakta sağlanmış olan iyileştirmeler bunun dışında kalır)–, durmadan hep aynı işleme hizmet etmiştir. Farklılaşma, burada, yalnız, üretim eylemi sırasındaki [sayfa 116] teknolojik farklılıkla ilgilidir, biçimsel etki asla değildir; döner sermaye ve sabit sermaye, burada onlar için [Say ve Quincey tarafından] dile getirilen farklılıklarda bazı özelliklere sahiptir ve bu özellikler yoluyla genel olarak duran bir güçtür, öteki ise dönen güçtür, ama bunların hiçbiri, sermaye olarak “adlandırılmayı” hak ettirecek bir niteliğe sahip değildir.
Ramsay’a göre (IX, 84), “yalnız depo edilmiş gereçler döner sermayedir, çünkü kapitalistin bunlardan doğrudan ayrılması gerekir ve bunlar yeniden-üretim sürecine girmez, tüketim için canlı emek karşılığında doğrudan değişilir. Bunun dışındaki bütün sermaye (hammadde de) sahibinin ya da kullananın mülkiyetinde üretim tamamlanıncaya kadar kalır, (l.c.) “Döner sermaye, yalnız işçinin emeğinin ürünü tamamlanmadan önce onun için yatırılmış geçim giderlerinden ve öteki gerekli birincil mallarından oluşur.” (l.c.) Gereçlerle ilgili olarak, sermayenin üretim evresi sırasında dolaşan ve bu yönden tam anlamı ile döner sermayenin tek parçası olması ölçüsünde haklıdır. Ama, öte yandan, sabit sermayenin sahibinin ya da kullananın mülkiyetinde “üretim tamamlanıncaya kadar” kaldığını ve daha fazla kalmadığım söylemek yanlıştır. Bundan dolayı kendisi daha sonra da sabit sermayeyi, “oluşacak metanın meydana gelmesine yardımcı olmakla birlikte, emeğin varlığını sürdürmesini sağlamayan, (herhangi bir metaya harcanmış) emek bölümünün tümü olarak açıklıyor”. (Ama, pek çok meta emeğin geçimini sağlamaz. Yani bunlar işçinin tüketim nesneleri bölümünü oluşturmaz. Ramsay’a göre bunların hepsi sabit sermayedir.)
(100£ için faiz birinci yılın ya da ilk 3 ayın sonunda 5£ olursa, ilk yılın sonunda sermaye 105 ya da 100 (1 + 0,05); dört yılın sonunda = 100 (1 + 0,05)4 = 121£
55/
100£ ve
1/
1600£ = 121£. 11 şilin
3/
5 farth
*. ya da 121£ 11 şilin 0,6
** farthing olur. Dolayısıyla 20’den başka 1£. 11 sh.
6/
10*** farthing.)
||28| (Yukarda ortaya atılan soruda, bir yanda 400£ bir sermayenin yılda yalnız bir kez döndüğü, öte yanda 100£ bir sermayenin 4 kez, her iki durumda da %5 üzerinden döndüğü varsayılmıştır. Birinci durumda 400 sermaye yılda bir kez %5’ten = 20£, ikinci durumda 100£’lik bir sermayenin %4×5’ten gene = yılda 20 £’dir. Dönüşümün hızı sermayenin büyüklüğünün yerini alır; tıpkı basit para dolaşımındaki gibi, yılda 3 kez dönen 100.000 taler = 300.000’dir, ama 100 kez dönen 3000 = gene 300.000’dir. Ancak sermaye yılda 4 kez dolaşırsa, artı kazanan kendisinin de ikinci dönüşte gene sermayeye dönüşmesi ve onunla birlikte
[sayfa 117] dolaşması olanaklıdır, böylece fark 1£ 11 şilin 0,6 farthing olabilir. Ama bu fark asla varsayım sonucu değildir. Yalnız
soyut olarak olanaklıdır. Varsayımdan ortaya çıkabilecek olan, 100£ sermayenin dönüşümü için 3 ayın gerekli olmasıdır. Öyleyse örneğin ay 30 güne eşit olunca, 105£ için –dönüşün aynı oranında, sermaye büyüklüğüne göre dönüş zamanının aynı oranında– 3 ay değil,
* 105:x = 100:90 gereklidir; x = 90 ×
105/
100 =
9450/
]00 =
945/
]0 gün = 3 ay 4½ gün. Böylece ilk güçlük tamamıyla çözüme kavuşmuştur.)
(Daha büyük bir sermayenin daha yavaş dolaşması ile, oran bakımından daha hızlı dolaşan daha küçük bir sermayeye göre daha çok artı-değer yaratmamasından, daha küçük bir sermayenin daha büyük sermayeden daha hızlı dolaştığı sonucu kendiliğinden çıkamaz. Her duruma karşın, daha büyük sermaye daha çok
sabit sermayeden oluştuğu ve daha uzak pazarlar aramak zorunda olduğu, ölçüde, bu, doğrudur. Pazarın yaygınlığının ve dolaşımın hızının, birbirine ters olmasının gereği de yoktur. Bu, ancak, şimdiki fizik olarak pazar ekonomik pazar değilse, yani ekonomik pazar üretim yerinden giderek uzaklaşıyorsa, o zaman doğrudur. Üstelik bu,
sabit sermaye ile
döner sermaye arasındaki salt farktan ortaya çıkıyorsa, çeşitli sermayelerin dolaşımını belirleyen öğeler henüz burada kesinlikle geliştirilemez. Bu arada şunu belirtmeli: Ticaret yeni dolaşım noktaları buluyorsa, yani çeşitli ülkeleri ilişkiye sokuyorsa, yeni pazarlar keşfediyorsa vb., bu, belirli büyüklükte değişim işlemleri yürütmek için gerekli olan, salt dolaşım giderlerinden tamamen başka bir şeydir; bu, değişim işlemlerinin değil, değişimin kendisinin konulmasıdır. Pazar sağlamaktır. Bu nokta, dolaşım konusunun tamamlanmasından önce, özellikle gözden geçirilmiş olacaktır.)
“
Sabit sermaye” ve “
döner sermaye” konusundaki görüşlerin gözden geçirilmesini şimdi gene sürdürelim. “Sermayenin çok ya da az
geçici olmasına, yani
çok ya da az ölçüde belirli bir dönem boyunca sık sık yeniden-üretilmesi gerekliliğine göre, döner sermaye ya da sabit sermaye diye adlandırılır. Ayrıca sermaye
çok farklı hızlarda dolaşır ya da onu kullanana geri döner; örneğin kiracı çiftçinin tohumluk olarak satın aldığı buğday, fırıncının ekmek yapmak için satın aldığı buğdaya göre
göreli sabit sermayedir.” (
Ricardo, VII, 19.) Daha sonra da şunu ekliyor: “Çeşitli meslek dallarında çeşitli
oranlarda “
sabit sermaye ve döner sermaye” vardır;
sabit sermayenin kendi
niteliği sürekli değişiktir.” (
Ricardo, l.c.) “İki tür ticaret aynı değerde bir sermaye kullanabilir, ama bu,
sabit kısım ve
döner kısım arasında çok farklı bir biçimde bölünebilir. Eşit değerde
sabit sermaye ve
döner sermaye bile kullanabilirsiniz, ama
sabit [sayfa 118] sermayenin süresi hiç de eşit olmayabilir. Örneğin biri 10.000’lik bir buhar makinesi, öteki gemidir.” (Say’ın,
Ricardo’dan yaptığı çeviriden, 1.1, s. 29, 30.) Yanlışlık daha baştan başlıyor, Ricardo’ya göre, sermayeyi
“çok ya da az geçici” saymak gerekir. Sermaye, sermaye olarak geçici değildir – değerdir. Ama değeri sabit olan, kullanım-değeridir, “çok ya da az geçici”dir ve dolayısıyla
“çok ya da az ölçüde belirli bir dönem boyunca sık sık yeniden-üretilmesi” gerekir. Öyleyse burada
sabit sermaye ile
döner sermaye arasındaki fark,
belirli bir dönem boyunca belirli bir sermaye için yeniden-üretilme gerekliliğinin daha çok ya da daha az oluşuna indirgenmiştir. Bu, Ricardo’nun yaptığı bir ayrımdır.
Sürekliliğin çeşitli düzeyleri ya da sabit sermayenin çeşitli düzeyleri, yani göreli olarak sabit kalmanın göreli süresi, çeşitli düzeyi ikinci farktır. Böylece
sabit sermayenin kendisi çok ya da az sabittir.
Aynı sermaye aynı iş alanında iki değişik biçimde,
özel iki varlık tarzında sabit ve döner olarak ortaya çıkar ve dolayısıyla çifte varlık gösterir. Sabit ya da
döner olmak, sermayenin sermayeler dışında
özel bir belirmişliği olarak görünür. Ancak bu özelliğe daha çok yaklaşmak gerekir. Sonunda bu üçüncü fark, “sermayenin hiç
eşit olmayan sürelerde dolaşmasına ya da geri dönmesine” gelince, Ricardo’nun bundan anladığı, onun verdiği fırıncı ve kiracı örneğinin gösterdiği gibi, zaman farkından başka bir şey değildir ve bu zaman içinde sermaye çeşitli iş dallarında, uzmanlık alanına göre, dolaşım evresine karşıt olarak
üretim evresinde sabit ve bağlı bulunur. Dolayısıyla, burada, daha önce her evrenin içinde sabitlik olarak gördüğümüz gibi,
sabit sermaye ortaya çıkar; yalnız, üretim evresinin ortasında, bu belirli evrede, özellikle az ya da çok uzun süre sabit kalması, sermayenin kendine özgülüğü, değer koyucu bir özelliği olarak görülür. Para,
geçici olmayan değer olarak, kendine ölümsüz değer süsü vermeye çalışıyordu, bunun için de dolaşıma karşı, yani gerçek servetle, Petty’nin çok güzel ve çok safça belirlediği gibi, geçici zevklerde kaybolan geçici metalarla değişime karşı olumsuz tutuma giriyordu. Sermayede değerin kalımlı niteliği (
belirli bir dereceye kadar) vardır, çünkü kuşkusuz geçici metalarda cisimleşmiş, onların biçimini almıştır, ama sürekli olarak da değişir; paradaki kalımlı biçimi ile metalardaki geçici biçimi arasında gider gelir; geçicilik onun yapabileceği tek şey olarak vardır: ölen –süreç– yaşam gibi geçici. Ancak sermaye bu yeteneği, canlı emeği bir vampir gibi sürekli bir ruh gibi emerek elde eder. Kalımlılık –değerin sermaye biçiminde süresi– yalnızca, kendisi çifte yönlü olan yeniden-üretim, meta olarak yeniden-üretim, para ve birim olarak bu iki yeniden-üretim süreçlerinin yeniden-üretimi yoluyla sağlanmıştır. Meta olarak yeniden-üretimde sermaye, kullanım-değerinin belirli bir biçiminde sabit kalmıştır ve o zaman
genel kullanım-değeri değildir, gerçekleşmiş olması gereken
değer de değildir. Bu
[sayfa 119] niteliğiyle sermaye, yeniden-üretim eyleminde, üretim evresinde gerçekleşmesini ancak dolaşım yoluyla gösterir. Değerin var olduğu, metanın daha çok ya da daha az geçici niteliği, aynı değerin ||29| daha yavaş ya da daha hızlı yeniden-üretimini; yani emek sürecinin yinelenmesini gerektirir. Değerin var olduğu, ya da şimdi sermayenin bedeni olarak ortaya çıkan
kullanım-değerinin özel doğası, burada bizzat
biçim belirleyici ve sermayenin eylemini belirleyici olarak; bir sermayeye başka sermaye karşısında ayrı bir özellik verici; onu özel duruma getirici olarak ortaya çıkar. Bundan dolayı, daha önce birçok örnekte gördüğümüz gibi, basit dolaşımda
gerçekleşmesi sözkonusu ise, kullanım-değeri ile değişim-değeri arasındaki farkın ekonomik biçim belirlemesinin dışında kaldığım, kesinlikle bunun dışında bulunduğunu gözden kaçırmaktan büyük bir yanlışlık olamaz. Gerçekte biz, ekonomik ilişkilerin gelişmesinin çeşitli aşamalarında değişim-değerini ve kullanım-değerini değişik ilişkiler içinde belirledik ve bu belirmişliğin kendisi de değerin böyle değişik biçimde belirlenmesi olarak ortaya çıkar. Kullanım-değerinin kendisi ekonomik kategori olarak rol oynar. Bu rolü nerede oynadığı, gelişmenin kendisinden ortaya çıkar. Örneğin Ricardo, burjuva ekonomisinin yalnız değişim-değeri üzerinden işlem gördüğüne, salt dışardan kullanım-değeri ile ilgi kurduğuna inanır ve en başta değişim-değerinin en önemli belirlenimlerini kullanım-değerinden ve onun öteki ile olan ilişkisinden çıkarır;
örneğin,
toprak rantını, ücretin en düşük düzeyini, sabit sermaye ve döner sermaye arasındaki farkı, fiyatların belirlenmesi üzerindeki en önemli etkiye (
ücretlerin oranındaki yükseliş ve düşüş yoluyla fiyatlar üzerinde meydana gelen değişik tepkiye) bağlar; talep ve arz vb. oranında da böyle. Aynı belirleme bir kez de kullanım-değerinin ve değişim-değerinin belirlenmesinde, ama değişik düzeylerde ve değişik bir önemde ortaya çıkar. Bu, ister üretim için olsun, ister tüketim için olsun, yararlanmak, tüketmektir. Değişmek, toplumsal bir süreç yoluyla gerçekleşen aynı eylemdir. Yararlanmanın kendisi sağlanmış ve değişimin salt sonucu haline gelmiş olabilir: öte yandan değişim, salt yararlanmanın bir öğesi olarak ortaya çıkabilir vb.. Sermaye açısından (dolaşımda) değişim eylemi, kullanım-değerini ortaya çıkaran eylem olarak görünür, buna karşılık, öte yandan onun üretim eylemi içinde yararlanması, değişim açısından konan, değişim-değerini koyan eylem olarak kendini gösterir. Üretim ve tüketim için de böyledir. Burjuva ekonomide (her ekonomide olduğu gibi) bunlar, kendine özgü farklarda ve kendine özgü birimlerde konmuştur. İşte önemli olan, bu kendine özgü farkları doğru anlamaktır. Bay Proudhon’un [savları] ya da sosyal duygusalların, bunların
aynı şey olduğu savı hiçbir yere götürmez.
Ricardo’nun açıklamasında iyi olan nokta, ilkin
çok ya da az hızla [sayfa 120] yeniden-üretimin gerekliliği öğesinin belirtilmesi; çok ya da az geçici niteliğini gözönünde bulundurması – tüketimin (kişisel tüketim anlamında),
sermayenin kendisi ile ilgili olarak daha çok ya da az hızlı olarak dikkate alınmasıdır. Dolayısıyla kullanım-değerinin
sermayenin kendisi için ilişkisi dikkate alınıyor.
Sismondi, tersine, sermayeye ilişkin hemen dışsal bir belirleme getiriyor:
insan tarafından doğrudan ya da dolaylı tükenmeye yargılı oldukları doğrudan ya da dolaylı geçim aracının nesne olup olmadığını kendi kendine soruyor. Bununla,
nesnenin kendisinin
çok ya da az hızla tüketimiyle ilişkisini koyuyor. Doğrudan geçim aracı hizmeti gören nesneler, geçim aracı yapmaya yardım eden nesnelerden daha geçicidir. Bu sonuncuların dayanıklı olmaları nitelikleridir; geçicilikleri yazgılarıdır. Ricardo diyor ki: “Dolaylı olarak,
sabit sermaye, insanın kullanımına yargılı olan şeyin tüketimine yardım etmek için yavaş yavaş tüketilir,
döner sermaye, durmaksızın insan kullanımına doğrudan uygulanmış olur... Bir şey, bir kez, bir birey için
geri dönüşü olmaksızın tümüyle tüketilmiştir; bu, aynı zamanda, herhangi bir yeniden-üretim için tüketilmiş olabilir.” (Sismondi VI.)
Ricardo bu ilişkiyi şöyle anlatıyor: “Yıllık tüketimin
ilk dönüşümü, gelecekteki bir emeğin üretken güçleri artırmaya özgü kalıcı kurumlar içinde: sabit sermayede gerçekleşir; bu ilk emek, her zaman, bir ücretle temsil edilen, çalışırken işçinin tükettiği geçim araçlarının karşılığında değişilen emek tarafından yerine getirilir.
Sabit sermaye yavaş yavaş tüketilir” (yani azar azar yıpranır
).
İkinci dönüşüm: “Döner sermaye, emeğin tohumlarında (hammaddeler) ve
işçinin tüketiminde oluşur.” (
l.c.)
Bu, daha çok oluşla ilgilidir. Birincisi,
sabit sermayenin ancak kendisinin
döner sermayenin değişmezleştirilmiş bir biçimi,
döner sermayenin sabitleşmiş bir biçimine
dönüşmesi; ikincisi: üretim aracı olarak, öteki ürün olarak, birinin tüketilmiş olmaya yazgılı olduğunu belirleme; başka deyişle, bu sermayenin
tüketiminin değişik tarzının, üretim sürecindeki üretim koşulları alanda oynadığı rolle belirlenmesi. Cherbuliez,
döner sermayenin, sermayenin
tüketilebilir kısmım,
sabit sermayenin tüketilemeyen kısmını oluşturduğu biçiminde konuyu basitleştiriyor. (Biri yenilebilir, öteki değil.
Konuyu ele almanın çok kolay yöntemi.)
Storch, yukarda değinilen bir yerde (defterde 29), döner sermaye için nerdeyse sermayenin dönmeye yazgılı olduğunu öne sürüyor. Şunları söylerken de kendi kendisiyle çelişkiye düşüyor:
“Her sabit sermaye, aslında bir döner sermayeden gelir ve sürekli olarak döner sermaye sırtından beslenmek zorundadır.”
;
[sayfa 121] (yani dolaşımdan geliyor, ya da bizzat kendi ilk öğesinde dolaşarak bulunuyor ve dolaşım yoluyla sürekli yenileniyor; dolayısıyla o dolaşıma girmemekle birlikte, dolaşım ona giriyor). Daha sonra Storch’un eklediği:
“Her sabit sermaye ancak bir döner sermaye aracılığıyla gelir getirebilir.” (defter 26, a.)
noktasına ilerde gene döneceğiz.
<
”Üretken tüketimler gerçek anlamda giderler değil, ama yalnızca avanslardır, harcama yapan kimselere geri dönerler.” s. 54, Storch’un Say’a yanıt olan yazısı
(s. 56. Storch üzerine ikinci defter). (Kapitalist, işçiye kendi artı-emeğinin bir kısmını
avans biçiminde,
avansını hem bir eşdeğer olarak, hem de artı-emekle geri ödemek zorunda olduğu bir şey olarak geri veriyor.) >
(Bileşik faiz hesabının formülü: S, = c (1 + i)
n. (S, i faiz oranında n yılı geçtikten sonra, sermayenin genel toplamıdır.)
Yıllık faiz hesabı formülü:
|
c(1 + i)n
|
x (yıllık hesap) =
|
-----------------------------------------------.)
|
|
1 + (1 + i) + (1 + i)2 + (1 + i)n-1
|
Değişmeyen ve değişen sermaye.
Yukarda sermayeyi değişmeyen değer ve değişen değer olarak böldük; eğer üretim evresinin içinde, yani sermayenin doğrudan değerlenme sürecinde gözönüne alınırsa, bu, her zaman doğrudur. Sermayenin kendisinin, varsayılan değer olarak kendi değerim, yeniden-üretim giderlerinin yükselişine ya da düşüşüne göre, ya da kârların düşmesi sonucu nasıl degerlendirebildiği vb., açıkça görülüyor ki, sermayenin reel sermaye olarak, birçok sermayenin birbiri üzerindeki karşılıklı etkisi olarak incelendiği bölüme giriyor. Burada sermaye kavramının genel tanımı içinde şimdilik yer almıyor.
Rekabet.
<Rekabet, tarihsel bakımdan lonca yükümlülüğünün, hükümet düzenlemelerinin, iç gümrüklerin ve benzerlerinin bir ülke içinde ortadan kaldırılması, dünya pazarında ablukaya, yasaklamaya ya da korumacılığa son verilmesi olarak ortaya çıkar – kısacası, tarihsel bakımdan sermaye öncesi üretim evrelerine özgü sınırların ve engellerin yadsınması olarak ortaya çıkar; tarihsel yönden fizyokratlar tarafından çok doğru olarak, ||30|
bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler diye
[sayfa 122] ıralanmış ve örgütlenmiştir; bütün bu nedenler, yalnız kendi açısından, salt bu olumsuz açıdan, salt bu tarihsel açıdan incelenmiş, ve öte yandan, serbest bırakılmış bireyler arasında yalnız kendi çıkarlarının belirlediği karşıt çatışma olarak, özgür bireylerin ilişkileri içinde itişme ve yaklaşma olgusu olarak, ve dolayısıyla üretim ve değişim alanında özgür bireyselliğin mutlak varlık biçimi olarak görülmesi gibi daha büyük bir saçmalığa götürmüştür. Bundan büyük yanlış olamaz. 1) Eğer serbest rekabet eski üretim ilişkilerini ve tarzlarını ortadan kaldırmışsa,
ilkin, onun için engel olan, eski üretim tarzları için içkin sınır olan şeyin ne olduğunun, bunların doğal biçiminde nerede geliştiğinin ve hareket ettiğinin gözden geçirilmesi kuşkusuz zorunludur. Bu sınırlar, ancak üretken güçlerin ve ulaşım koşullarının yeterince gelişmesinden sonra, sermayenin bu niteliğiyle, üretimin düzenleyici ilkesi olarak ortaya çıkmaya başlayabilmesinin engelleri haline gelir. Sermayenin ortadan kaldırdığı sınırlar, onun hareketlerini, gelişmesini, gerçekleşmesini tıkayan engellerdi. Bununla, sermaye, bütün sınırları, bütün engelleri henüz kaldırmamıştı; onun kaldırdığı, yalnız, ona uygun gelmeyen, onun için engel oluşturan sınırlardı. Sermaye kendi sınırları içersinde –bunlar daha ileri bir bakış açısından üretim engelleri olarak görünse ve bu niteliğiyle sermayenin kendi tarihsel gelişmesi tarafından konmuş olsalar da– kendini özgür, engelsiz, yani yalnız kendi kendisiyle, yalnız kendi yaşam koşulları ile sınırlı hisseder. Tıpkı lonca sanayisinin kendi parlak döneminde lonca örgütlenmesi içinde, gereksinim duyduğu özgürlüğü, yani ona uygun üretim koşullarım eksiksiz bulması gibi. Onun kendisi de bu koşulları kendinden çıkarıp koymuş ve onları
kendi içkin koşulları olarak geliştirmiştir, dolayısıyla bunlar asla dışsal ve daraltıcı engeller değildir. Loncaların vb. sermaye yönünden serbest rekabet yoluyla yadsınmasının tarihsel yanı, yeterince güçlenmiş sermayenin kendisine uygun değişim tarzı yoluyla, ona uygun hareketi frenleyen ve engelleyen tarihsel engelleri yıkmasından başka bir anlama gelmez. Ama rekabet, salt bu tarihsel öneme sahip olmaktan ya da yalnızca
bu olumsuz öğe olmaktan uzaktır.
Serbest rekabet, sermayenin başka bir sermaye olarak kendi kendisiyle ilişkisi, yani sermaye olarak sermayenin reel davranışıdır. Sermayenin içsel yasaları –ancak onun gelişmesinden önceki aşamalara eğilimler olarak görünürler– önce yasa olarak konur; sermayeye dayalı üretim, ancak serbest rekabetin gelişmesi durumunda ve geliştiği ölçüde kendine uygun biçimlerde yerleşir, çünkü sermaye üzerine kurulu üretim tarzının serbest gelişmesi demektir; sermayenin koşullarının ve onun bu koşulları sürekli
* yeniden-üreten sürecinin
[sayfa 123] serbest gelişmesidir. Serbest rekabette, serbest olarak konmuş olan bireyler değil, sermayedir. Sermayeye dayalı üretim, toplumsal üretken gücün gelişmesi için gerekli, dolayısıyla da uygun biçim olduğuna göre, sermayenin arı koşulları içinde bireylerin hareketi, onların özgürlüğü olarak görünür; ancak o zaman da bu özgürlük bu niteliğiyle, serbest rekabetin çiğnediği sürekli yansıma yoluyla dogmatik biçimde güvenceye alınır. Serbest rekabet sermayenin reel gelişmesidir. Onun aracılığıyla her sermaye için, sermayenin doğasına uygun düşen, sermayeye dayalı üretim tarzına, sermaye kavramına uygun düşen şey, dışsal gereklilik olarak getirilir. Serbest rekabette sermayelerin birbiri üzerindeki, emek vb. üzerindeki karşılıklı zorlaması (işçilerin kendi aralarındaki rekabet, sermayelerin rekabetinin ancak başka bir biçimidir), sermaye olarak servetin
serbest, aynı zamanda
gerçek gelişmesidir. Bu öylesine gerçektir ki, Ricardo gibi ekonominin pek derin düşünürleri, sermayeye uygun yasaları –aynı zamanda ona egemen canlı eğilimler olarak ortaya çıkan yasaları– inceleyebilmek ve formülleştire-bilmek için, serbest rekabetin mutlak egemenliğini
varsayarlar. Ancak serbest rekabet sermayenin üretim sürecinin uygun biçimidir. Ne kadar çok gelişirse, sermayenin hareket biçimleri öylesine açıkça kendini gösterir. Örneğin Ricardo’nun kendisi tarafından ve
kendisine karşın, savunduğu şey, sermayenin
tarihsel doğası ve serbest rekabetin bağnaz karakteridir; bunlar da yalnız sermayelerin serbest hareketi, yani yok olan ön basamakların değil, sermayenin kendi koşulları olan koşullar çerçevesindeki hareketidir. Sermayenin egemenliği serbest rekabetin koşuludur; tıpkı özgür Roma “özel hukukunun” koşulunun, Roma’nın imparator despotluğu oluşu gibi. Sermaye zayıf olduğu sürece, geçmişin ya da onun ortaya çıkmasıyla kaybolan üretim tarzlarının koltuk değneklerini bile arar. Kendini güçlü görür görmez, bu değnekleri atar ve kendi yasalarına göre hareket eder. Kendini gelişmenin engeli olarak görmeye ve bilmeye başlar başlamaz, tam da sermayenin egemenliğini tamamlar gibi görünerek, serbest rekabeti gemleyerek, aynı zamanda sermayenin ve ona dayalı üretim tarzının çözülüşü demek olan biçimlere sığınır. Birçok sermayenin, sermayenin içkin belirlenmelerini birbirine ve kendi kendine zorla kabul ettirmekten başka bir şey olmayan serbest rekabet yoluyla, dışsal zorunluluk olarak, gerçekten onun dışına açıkça konmuş olması sermayenin doğasında vardır. Dolayısıyla burjuva ekonomisinin hiçbir kategorisi, birincisi bile, örneğin değerin belirlenmesi, serbest rekabet olgusuyla; yani sermayelerin ve sermaye tarafından belirlenmiş bütün öteki üretim ve değişim ilişkilerinin karşılıklı etkileşimi olarak ortaya çıkan sermayenin gerçek süreciyle gerçekleşmez. Bundan dolayı da, serbest rekabeti insan özgürlüğünün en son gelişmesi olarak görmek; bireysel özgürlüğün
[sayfa 124] ve bireysel özgürlüğe dayanan toplumsal üretimin yadsınması olarak serbest rekabetin yadsınmasını görmek budalalıktır. Burada, yalnızca, sermayenin sınırlı bir temeli, egemenliği üzerinde serbest gelişmesi sözkonusudur. Dolayısıyla bireysel özgürlüğün bu türü, aynı zamanda her bireysel özgürlüğün tamamıyla ortadan kaldırılmasıdır. Aynı zamanda, bireyselliğin, olgusal güçler, hatta aşın güçlü nesneler –birbiriyle ilişki halindeki bireylerin kendisinden bağımsız nesneler– biçimini alan toplumsal koşulların boyunduruğu altında tamamıyla ezilmesidir. Serbest rekabet denilen şeyin geliştirilmesi, onun orta sınıf peygamberleri tarafından göklere çıkarılmasına ya da sosyalistler tarafından kötülenmesine karşı tek akılcı yanıttır. Eğer serbest rekabet çerçevesinde bireyler salt kendi özel çıkarlarını izleyerek toplumsal ya da daha doğrusu
genel çıkan gerçekleştirdikleri söylenirse, bu, onların kapitalist üretim koşulları alanda birbirlerine baskı yapmalarından ve dolayısıyla onların karşı koyusunun bile, bu karşılıklı etkinin meydana geldiği koşulları yeniden-üretmesinden başka bir anlam taşımaz. Üstelik serbest bireyselliğin sözde mutlak olan biçimi olarak serbest rekabetle ilgili hayal yok olur olmaz, rekabetin koşullarının, yani sermayeye dayalı üretim koşullarının
engel olarak görüldüğü ve kabul edildiği, dolayısıyla bu engellerin bulunduğu ve durmadan çoğaldığı kanıtlanmış olur. Serbest rekabetin, üretken güçlerin ve bunun yanında da insan özgürlüğünün gelişmesinin son biçimine eşit olduğu savı,
orta sınıfların egemenliğinin dünya tarihinin sonu olduğu anlamına gelir – dünkü zıpçıktılar için hoş bir düşünce kuşkusuz.)
Artı-Değer. Üretim zamanı. Dolaşım zamanı. Devir zamanı.
||31| d <
Sabit sermaye ve
döner sermaye konusundaki görüşlerin incelenmesini sürdürmeden önce, şimdiye kadar geliştirilenlere bir an için dönelim.
Üretim-zamanı ile emek-zamanının örtüştüğünü bir an için kabul edelim. Üretim evresi içinde bile teknolojik süreç yoluyla gereken kesintilerin meydana geldiği
durumu ilerde gözden geçireceğiz.
Diyelim ki, sermayenin üretim evresi 60 emek-gününe eşittir; bunun 40’ı gerekli-emek-zamanıdır. Böylece daha önce geliştirilen yasaya göre artı-değer, ya da sermaye tarafından yeniden ortaya çıkarılmış değer, yani ötekinin emek-zamanının mal edinilmesi = 60-40=20. Buna artı-değer (= 20) S diyelim; üretim evresi –ya da üretim evresi sırasında kullanılan emek-zamanı– p. Z diye adlandırmak istediğimiz bu zaman dilimi içinde –örneğin 360 gün– toplam değer, 360’da içerilmiş üretim evreleri sayısından daha büyük olamaz. S için en büyük katsayı –yani sermayenin varolan koşullar altında yaratabileceği
[sayfa 125] artı-değerin en büyük noktası–, 360 günde S’nin yaratılmasının yinelenmesi sayışma eşittir. Bu yinelemenin –sermayenin yeniden-üretiminin ya da şimdi daha çok onun üretim sürecinin yeniden-üretiminin– en son sının, üretim döneminin, birincisinin yineleneceği toplam zaman dönemine olan oranı ile belirlenmiştir. Verilen zaman = 360 gün ve üretim süresi = 60 ise,
360/
60 ya da Z/p, yani 6 katsayıdır ve bu p’nin Z’de kaç kez bulunduğunu, ya da kendi içkin sınırları gereğince sermayenin yeniden-üretim sürecinin 360 günde kaç kez yinelenebildiğim gösterir. S’nin yaratılmasının, yani artı-değer ortaya çıkarmasının en yüksek noktasının, bu süreçlerde S’nin belirli bir süre içinde üretebildiği süreçlerin sayısı ile ortaya çıktığı anlaşılır. Z/p bu oram verir. Z/p bölümü ya da q, 360 günlük zamanda, genellikle Z’de S’nin en büyük katsayısıdır. SZ/p ya da Sq, değerin en büyüğüdür. Z/p = q olunca, Z = pq; Z’nin bütün süresi üretim zamanı olur; üretim evresi p, Z’de içerildiği kadar çok yinelenir. Belirli bir süre içinde sermayenin toplam değer yaratması = bir üretim evresinde sermayenin kendine malettiği artı-emeğin, bu üretim evresinin verilen zamanda içerdiği sayı ile çarpımıdır. Dolayısıyla, yukardaki örnekte = 20 x
360/
60 = 20 x 6 = 120 gün. q, yani Z/p, sermayenin
devir sayısını gösterir; ama Z = pq olduğu için, p = Z/q olur; yani bir üretim evresinin süresi, toplam sürenin devir sayısı ile bölünmesine eşittir. Öyleyse bu sermayenin bir üretim evresi, onun bir devrine eşittir. Devir zamanı ile üretim zamanı tamamıyla özdeştir; dolayısıyla devir sayısı, yalnızca, bir üretim aşamasının toplam zamana olan oranı ile belirlenir.
Yalnız bu varsayımda dolaşım zamanı = 0 olarak konmuştur. Ama onun sıfıra asla eşit olmayacak belirli bir büyüklüğü vardır. Şimdi 60 günlük üretim zamanına ya da 60 üretim gününe 30 dolaşım günü düştüğünü kabul edelim; p’ye katılan bu dolaşım zamanı c olsun. O zaman sermayenin bir devri, yani değerlenme süreci –artı-değerin ortaya konulması- yineleyebildiği noktaya kadar gereksindiği toplam zaman = 30 + 60 = 90 gün (= p + c) (1 U [devir] = p + c) olur. 90 günlük bir devir 360 günde
360/
90 kez, yani dört kez yinelenebilir. O zaman 20’nin artı-değeri yalnız 4 kez sağlanabilir; 20 × 4 = 80.60 günde sermaye 20 artı-gün üretir; ama 30 gün dolaşması gerekir; yani bu 30 günde artı-emek, artı-değer getirmez. Bu, 90 günde salt 20 günlük bir artı-değer getirmiş olmakla aynı şey demektir (sonuç olarak). Daha önce dönüşlerin sayısı Z/p ile belirlenirken, şimdi Z/p+c ya da Z/U ile belirlenmiştir; değerin en yükseği SZ/p idi; şimdi gerçekten ortaya konmuş olan artı-değer SZ/p+c;
300/
60+ 30 = 20
360/
60 = 20 x 4 = 80) olur. Öyleyse devirlerin sayısı = toplam sürenin, üretim süresi ile dolaşım süresinin toplamına bölünmesine, toplam değer de S’nin devir sayısı ile çarpımına eşittir. Ama artı-değer, üretim zamanı ve dolaşım zamanı
[sayfa 126] ilişkilerini anlatmak için bu deyim bizim için yeterli değildir.
Değer yaratmanın en yüksek noktası SZ/p formülünde içerilmiştir; dolaşım-zamanı tarafından sınırlanmış SZ/p+c (ya da SZ/p); ikinci niceliği birincisinden çıkarırsak çıkan sonuç şudur: S/Z - SZ/P+C = SZ (p+c - SZp/p (p + c) = SZ + SZc - SZp/ p (p+c) = SZc/p(p+c).
O zaman fark olarak elde ettiğimiz SZc/p(p+c) ya da SZ/p × c/p+c SZ/p+c ya da S´, ikinci belirlemede değeri belirlediğimiz gibi, S´ = SZ/p - (SZ/p × c/p+c). Bu formülü daha fazla açıklamadan önce daha başkalarını getirmemiz gereklidir.
Z/p+c q´ bölümünü belirlemek istersek, q´ sayısı, U = (p+c) Z’de ne kadar olduğunu, devir sayısını gösterir; öyleyse Z/p+c = q´; Z = pq´ + cq´, pq´ toplam ürerim zamanını ve cq´ de toplam dolaşım zamanını gösterir.
Toplam dolaşım zamanını C ile gösterelim (o zaman cq´ = C), bu varsayımda (Z (360) = 4 x 60 (240) + 4 × 30 (120)) q´ = 4 olur. C = cq´ = 4 c; devir sayısı = 4 olur. Daha önce gördük ki, değer yaratmanın en yüksek noktası = SZ/p; ama bu örnekte Z = üretim zamanıydı. Gerçek üretim zamanı ise şimdi Z - q´dur: denklemden de bu çıkıyor. Z = pq´ (toplam üretim zamanı) + cq´ (toplam dolaşım zamanı ya da C). Dolayısıyla Z - C - cq´, dolayısıyla, S (Z-C/p) değerini yaratmanın en yüksek noktasıdır. 360 gün olmadığı için, 360 - cq´, yani –4 x 30– 120 üretim zamanı; öyleyse 20 (
360-120/
60; 20 ×
240/
60 = 80.
||32| Ensonu formüle gelince:
S´ = SZ/p - (SZ/p × c/c+p) = 360 ×
20/
60 - 20 (
360/
60 ×
30/
30 + 60)
= 120 - (120 ×
30/
90 = 6 × 20 - (6 × 20 ×
3/
9)
= 20 × 6- (20×6 ×
1/
3)ya da
= 120 - (120 x
1/
3) = 120 - 40 = 80,
bunun anlamı, değerin, en yüksek değer noktasına, yani salt üretim zamanının toplam zamana oranı ile belirlenmiş değerden, bu en yüksek sayıda dolaşım zamanının kaç kez bulunduğunu gösteren sayının çıkarılmasına ve buna c/c+p = c/U eklenmesine eşittir; c/U dolaşım zamanının, sermayenin bir devrine olan oranını gösterir. Payı ve paydayı q´ ile çarparsak çıkan şudur: cq´/(c+p) q´ = c/Z. (c/c+p =
30/
30+60 =
1/
3c/c+p ya da
1/
3 dolaşım zamanının toplam zamana olan oranını gösterir, çünkü
360/
3 = 120’dir. Dolaşım (c + p) C’de içerir, c/c+p ya da
1 /
3 (ya da c/Z) kez ve bu sayı en yüksek noktadadır, o da c’de içerilen, dolaşım zamanında bulunan, bir devire düşen sayı ile çarpılır, ya da c’nin c + p ya da C’nin Z’de kaç kez bulunduğunu gösteren sayı ile bölünür, c = q olsaydı, S´ = SZ/p olur ve bu da en yüksek noktasında bulunurdu. S´, q büyüdüğü ölçüde küçülür, onunla ters orantıdadır, çünkü c/c+p faktörü aynı ölçüde büyür ve SZ/p faktörü de aynı ölçüde büyür. En yüksek değerden çıkarılacak sayı SZ/p × c/c+p ya da
[sayfa 127] SZ/p x c/U’dır.
Öyleyse üç formülümüz var:
1) S´ = SZ/p+c = SZ/U; 2) S´ = S (Z -C) / 3) S´ SZ /p - (SZ/p × c/ cp) = S [Z - (ZP/p × c/c+p) ]. Gerçek değere göre değerin en yüksek noktası, belirli bir zaman diliminin bu zamana göre oranından toplam dolaşım zamanının çıkarılması gibidir. Ya da aynı zamanda S: S´ = pq: (pq´ - q´c), yani = p: (p-c). O zaman toplam artı-değer = bir üretim evresinde bulunan artı-değere eşittir ve bunun katsayısı, bu sonuncu sayıda bulunan bir devrin dolaşım zamanı sayısının, toplam zamanda bulunan üretim zamanından çıkarılmasından sonra kalan sayıdır. S (q-qc/U) = Sq (1 - 1c/U) = Sq (u-c/U) = sqp/U = SZ/p+c, bu da ilk formüldür. Formül 3 bu demektir...
Formül 1: Toplam artı-değer eşittir bir üretim evresinin toplam zaman ile çarpımı, devir zamanı ile bölümü ya da toplam zamanda bulunan üretim zamanı ile dolaşım zamanının toplamı olan sayı ile çarpımı.
Formül 2: Toplam değer eşittir artı-değerin toplam zaman ile çarpımı eksi toplam dolaşım zamanı, bolü bir üretim evresi süresi.>
Rekabet.
(Rekabette, temel yasa, değer ile artı-değer konusunda ortaya konulan değerden farklı olarak geliştirilir, bu değer onda içerilen emek ile ya da üretilmesi için harcanmış emek-zamanı ile değil, üretilebileceği emek-zamanı ile, ya da yeniden-üretim için gerekli emek-zamanı ile belirlenmiştir. Böylece, sanki asıl yasa ortadan kalkıyormuş gibi görünmesine karşın tek bir sermaye, ancak ve ilkin genellikle sermayenin koşullarına sokulunca gerçekleşir.
Gerekli emek-zamanı, sermayenin kendisinin hareketiyle belirlenmiş olarak vardır, ama ancak sonradan konmuştur. Rekabetin temel yasası budur. Talep, arz, fiyat (üretim giderleri) bundan sonra gelen biçim belirlemeleridir; fiyat, piyasa fiyatı ya da genel fiyattır. Daha sonra genel bir kâr oranının konması gelir. Piyasa fiyatının sonucu olarak sermayeler çeşitli dallara bölünür. Üretim giderlerinin düşürülmesi vb.. Kısacası, burada bütün belirlemeler, sermayede genellikle olduğu gibi
tersine ortaya çıkar. Orada fiyat emek yoluyla belirlenir, burada ise emek fiyat yoluyla belirlenir vb., vb. Tek tek sermayelerin birbirine yaptığı etki de, bunları
sermaye olarak davranmaya zorlar; görünüşte bunların bağımsız olan etkisi ve kurala dayanmayan çatışmaları, onların genel yasası olur. Burada pazar da ayrı bir önem kazanır. Bu, sermayelerin sermaye olarak tek tek birbiri üzerindeki karşılıklı etkisi, genel duruma gelir ve herbirinin sözde bağımsızlığım ve kendi basma var oluşunu ortadan kaldırır. Bu ortadan kalkış kredide daha geniş ölçüde gerçekleşir. Ortadan kalkışın
[sayfa 128] en son vardığı, bununla birlikte sermayenin kendisine uygun biçimde
konduğu en uç biçim, ortaklık sermayesidir.) (Talep, arz, fiyat, üretim giderleri, kâr ve faiz karşıtlığı, değişim-değeri ile kullanım-değerinin, tüketim ile üretimin çeşitli ilişkileri.)
Artı-değer. Üretim zamanı. Dolaşım zamanı. Devir zamanı. Sermayenin üretim zamanındaki bölümü. – Dolaşım zamanı. – Artı-değer ve üretim evresi.
Sermayenin yeniden-üretim sayısı = devir sayısı. –
Toplam artı-değer vb.
Gördük ki, sermayenin belirli bir zaman dilimi içinde ortaya çıkaracağı artı-değer, değerlenme sürecinin yinelenme sayısı ile belirlenir, ya da sermaye belirli bir zaman dilimi içinde yeniden-üretilebilir; ama bu yeniden-üretimlerin sayısı, üretim evresi süresinin toplam süreye oranı ile değil, toplam süreden dolaşım zamanı çıktıktan sonra kalan süreye olan oranı ile belirlenmiştir. Dolayısıyla, dolaşım zamanı, sermayenin kendisini yeniden-üretme ve dolayısıyla da artı-değeri yeniden-üretme yeteneğinin ||33| ortadan kalktığı zamandır. Onun üretkenliği, yani artı-değer yaratması, dolaşım zamanı ile ters orantılıdır ve bu sonunda sıfıra inerse üretkenliği en yüksek noktasına erişir. Sermayenin yaşamsal süreçlerinin, gerekli başkalaşımının belirlediği farklı ve kavramsal uğraklar arasından geçişi olan dolaşımı, sermaye için kaçınılmaz koşuldur, onun kendi doğası tarafından konmuş koşuldur. Bu geçiş zamana mal olduğu ölçüde, bu geçen zaman sermayenin değerini
çoğaltamaz, çünkü bu üretim zamanı
değildir, sermayenin canlı emeği kendine mal
etmediği sırada geçen zamandır. Bu dolaşım zamanı sermaye tarafından yaratılan değeri asla çoğaltamaz, yalnızca
değerin ortaya konmadığı zamanı ortaya koyar, böylece emek-zamanına olan oram ölçüsünde değer çoğaltmanın engeli olarak ortaya çıkabilir. Bu dolaşım zamanı, değer yaratan zaman içinde bulunamaz, çünkü değer yaratan zaman, yalnız değerde nesneleşen emek-zamanıdır. Değerin üretiminin giderlerinin bir kısmı olmaz ve sermayenin üretim giderleri arasında da değildir; tersine, onun kendini yeniden-üretimini daha da zorlaştırıcı koşuludur. Sermayenin değerlenmek, yani canlı emeği kendine mal etmek için karşılaştığı engeller, kuşkusuz onun değerlenmesinin, değer sayılmasının öğesini oluşturmaz. Bundan dolayı
üretim giderlerini burada ilkel anlamında almak gülünçtür. Ya da üretim giderlerini, değerde nesneleşen emek-zamanından özel bir biçim olarak ayırmak zorundayız. (Kârı artı-değerden ayırmak zorunda olduğumuz gibi.) Ama bu zamanda bile, dolaşım zamanı, ücret anlamında olduğu gibi vb., sermayenin üretim giderlerinin bir kısmı olmaz; tek tek sermayelerin birbirine karşı hesabının çıkarılmasında dikkate alman
başlıca giderlerden biridir, çünkü bu sermayeler artı-değeri belirli genel oranlarda paylaşırlar. Dolaşım zamanı, sermayenin değer yarattığı
[sayfa 129] zaman değil, üretim süreci sırasında yaratılmış değeri gerçekleştirdiği zamandır. Değerin niceliğini çoğaltmaz; onu uygun olan bir başka biçimsel belirleme içinde ortaya koyar, ürün belirlemesinden meta belirlemesine, meta belirlemesinden para belirlemesine vb., geçmeyi sağlar. Daha önce metada ancak düşünsel olarak var olan fiyat şimdi reel olarak ortaya çıkar; artık metanın fiyatı –parası– karşılığında gerçekten değişilmiş olur, bu fiyat, doğal olarak artmaz. Öyleyse, dolaşım zamanı, değeri belirleyen zaman olarak bulunmaz ve devirlerin sayısı, dolaşım zamanı ile belirlenmiş olduğuna göre, sermayenin yeni bir değer belirleyici ve emekten farklı olarak ona ait, kendi türüne özgü bir öğe ekleyici biçimde değil, sınırlayıcı, olumsuz ilke olarak kendini gösterir. Bundan dolayı sermayenin zorunlu eğilimi,
dolaşım zamanı olmayan dolaşımdır ve bu eğilim, kredinin, sermayenin
kredi düzeninin temel belirlemesidir. Öte yandan, o zaman kredi de, sermayenin tek tek sermayelerden farklı olarak, ya da tek sermayenin sermaye olarak kendi nicel sınırından farklı olarak yerleşmeye çalıştığı biçimdir. Ama bu yol üzerinde sermayenin ulaştığı en yüksek sonuçlar, bir yandan
sanal sermayedir; ve öte yandan, kredi, ancak,
merkezileşmenin, sermayelerin tek tek merkezileşmesini sağlamak için sermayelerin yıkımının yeni öğesi olarak ortaya çıkar. Dolaşım zamanı bir yönü ile
parada nesneleşmiştir. Kredinin girişimi, parayı salt biçimsel öğe olarak ortaya çıkarmaktır; böylece para, kendisi
sermaye, yani değer olmaksızın, biçimsel dönüşümün aracısı gibi ortaya çıkar. Bu,
dolaşımın, dolaşım zamanı olmayan bir biçimidir. Paranın kendisi dolaşımın bir ürünüdür. Sermayenin kredi içinde dolaşımın yeni ürünlerini nasıl yarattığı görülecektir. Ama sermayenin çabası, bir yandan,
dolaşım-zamanı olmayan dolaşımdır, ve öte yandan, bu niteliğiyle
dolaşım zamanına, dolaşım zamanı ve dolaşım sürecinin aracılık edildiği çeşitli organlarda
üretim zamanının değerini vermek; bunların hepsini para olarak koymak ve sermaye olarak daha geniş bir belirlemeye sokmak çabası gösterir. Bu, kredinin başka bir yaradır. Bunların hepsi aynı kaynaktan çıkar. Dolaşımın bütün gerekleri, para, metanın paraya, paranın metaya dönüştürülmesi vb. – çeşitli görünüşte heterojen biçimler olmakla birlikte, hepsi
dolaşım zamanı ile bağıntılı duruma girer. Bu zamanı kısaltan makineler bile onunla ilgilidir.
Dolaşım zamanı, sermayenin yeniden-üretildiği zamanının tersine sermaye olarak kendine özgü hareketinin zamanı olarak görülebilecek zamandır; burada yalnız biçimsel değişimlerden geçecek hazır sermaye olarak değil, süreç halinde, yaratıcı, yaşam ruhunu emekten emen sermaye olarak vardır.
Emek-zamanı ile dolaşım zamanı karşıtlığı, burada, özellikle nakit paranın tarihi vb. sözkonusu olması bakımından krediyle ilgili bütün öğretiyi içerir. Doğaldır ki, olası üretim zamanından kesinti olarak
[sayfa 130] yalnız dolaşım zamanını çıkarmakla kalmayıp, dolaşımın gerçek giderlerinin, yani dolaşımda gerçekten bulunan değerlerin de nerede sarfedilmesi gerektiği ilerde anlaşılacaktır. Ama bunların tamamı,
gerçekte, örneğin bir yılda artı-değerlerin olası toplamını, yani belirli bir zamana düşen üretim zamanının belirli bir kısmını çoğaltmak –
yani dolaşım zamanını kısaltmak– için sermayenin oluşturduğu –yaratılan artı-değerden yapılan kesintiler– giderlerden başka bir şey değildir. Bununla birlikte, daha sonra uygulamada üretim zamanı dolaşım zamanı yoluyla gerçekten kesintiye uğramış halde (bunalımlar ve
ticari durgunluk dışında) ortaya çıkmaz. Ancak bunun tek nedeni, her sermayenin parçalara bölünmesi, bir kısmının üretim aşamasında, ötekinin de dolaşım aşamasında bulunmasıdır. Dolayısıyla örneğin (dolaşım zamanının üretim zamanına olan oranına göre) sermayenin hepsi değil,
1/
3,
1/x bölümü çalışır durumda, geri kalan dolaşımda kalır. Ya da durum, belirli bir sermayenin (örneğin kredi yoluyla) iki katma çıkması biçiminde oluşur. O zaman bu sermaye için –ilk sermaye için– durum, dolaşım zamanı hiç olmamış gibidir. Daha sonra onun tarafından ödünç alınmış sermaye de
kötü durumdadır.
Mülkiyetten soyutlanırsa, bu, yeniden bir sermaye 2’ye bölünmüş gibi olur. a’nın ikiye, b’nin ikiye bölünmesi yerine, a, b’yi kendine çeker ve a ile b olarak ikiye bölünür. Bu süreçle ilgili yanılgılara kredi alacaklılarında sık rastlanır (bunlar pek seyrek olarak alacaklılardır,
daha çok da borçlulardır).
Yukarda belirttiğimiz gibi, sermayenin çifte ve çelişkili koşulu, üretimin sürekliliği ve dolaşım zamanının gerekliliği, ya da aynı zamanda dolaşımın sürekliliği (dolaşım zamanının değil) ve üretim zamanının gerekliliği yalnızca sermayenin kısımlara bölünmesiyle ortaya çıkarılabilir. Bu kısımlardan biri
tamamlanmış ürün olarak
dolaşır, öteki
üretim sürecinde yeniden-üretilir ve bu kısımlar hep yer değiştirir; bir (Üretim süreci) evresine geri dönerken, öteki onu terkeder. Bu süreç, daha büyük aralıklarla (zamansal ölçülerle) günlük olarak oluşur. Her iki kısım üretim sürecinden ve dolaşım sürecinden geçer geçmez, ya da ikinci kısım dolaşıma girer girmez, bütün sermaye ve toplam değer yeniden-üretilmiştir. Böylece çıkış noktası, bitiş noktası demektir. Bundan dolayı bir dönüş, sermayenin büyüklüğüne ya da burada daha çok bu her iki kısmın
genel toplamına bağlıdır. Ancak bu genel toplam yeniden-üretildikten sonra, bütün
dönüş tamamlanmıştır; aksi halde, sürekli dolaşan kısmın oranına göre, yalnız ½,
1/
3,
1/
x kısmı tamamlanmıştır.
||34| Öte yandan, her kısmın öteki karşısında sabit olarak ya da döner olarak nasıl gözönüne alınabileceği ve bunların sırayla değişerek gerçekten birbiriyle bu ilişki içinde nasıl bulundukları belirtilmiştir.
[sayfa 131] Sermayenin sürecinin, sürecin çeşitli evrelerinde aynı zamanda oluşu, ancak onun bölünmesi ve porsiyonlar olarak elden çıkarılması ile olanaklıdır; bunlardan her porsiyon sermayedir, ama değişik belirlemede sermayedir. Başkalaşım ve madde değişimi, organik bedende olduğu gibidir. Örneğin bedenin 24 saat yeniden-üretildiği söylenirse de, bu, tek bir darbede yeniden-üretildiği anlamına gelmez; ama bir biçimden çıkarak bir başka biçim içinde yenilenmesi, aynı zamanda oluşur. Üstelik bedende kemik yapısı
sabit sermayedir, et ve kan gibi aynı zamanda yemlenmez. Tüketimin (kendi kendini tüketimin) ve dolayısıyla yeniden-üretimin hızının çeşitli dereceleri oluşur. (Dolayısıyla burada henüz birçok sermayeye
geçiş sözkonusudur.) Önemli olan, şimdilik, bu niteliğiyle sermayedir; burada geliştirilmiş olan belirlemelerden dolayı değeri genel bir biçimde sermayeye dönüştüren belirlemelerdir; bu niteliğiyle sermayenin
kendine özgü farklarını oluştururlar.
Açıklamalarımıza devam etmeden önce, önemli bir noktaya dikkati çekiyoruz: dolaşım zamanı –yani sermayenin süreçten ayrı olarak, emeği özümsediği süre, yani sermaye olarak sermayenin emek-zamanı– yalnızca
varsayılan değerin bir başkasında bir biçim belirlemesinin dönüştürülmesidir, ama
değer yaratan, değer çoğaltan bir öğe değildir. İplik biçiminde var olan 4 emek-günlük bir değerin, para olarak var olan 4 emek-günü biçimine, ya da genel olarak 4 emek-gününün temsilcisi, 4 genel emek-günü olarak kabul edilmiş bir simgenin biçimine dönüşmesiyle,
varsayılan ve
ölçülmüş değer, bir biçimden ötekine aktarılır, ama çoğaltılmaz. Eşdeğerlerin değişimi, bunun için, onları, değişiminden
sonra, değişimden
önce bulundukları değer niceliğine benzer bırakır. Tek bir sermaye dikkate alınırsa, ya da bir ülkenin çeşitli sermayeleri, öteki ülkelerin sermayesinden farklı olarak, tek bir sermaye (ulusal sermaye) olarak ele alınırsa, açıktır ki, bu sermaye üretken sermaye olarak var olmadığı zaman, yani artı-değer ortaya koymadığı zaman, sermayenin yetkisinde bulunan değerlenme zamanından düşülür. Bu zaman –bu soyut biçimde, henüz kendi dolaşım giderlerinin bile hiç hesaba katılmaması durumunda– gerçekten ortaya konan değerlenme zamanının değil,
olası değerlenme zamanının, yani dolaşım zamanının = 0 olması olası ise, yadsınma olarak ortaya çıkar. Şimdi anlaşılıyor ki, ulusal sermaye, çoğalmadığı zamanı, onun çoğaldığı zaman olarak göremez, bunun gibi kendi basma bırakılmış bir çiftçi de örneğin hasat yapamadığı, ekemediği, çalışmasının iyice kesintiye uğradığı zamanı, onu zenginleştiren zaman olarak göremez. Sermayenin, zorunlu olarak, emekten bağımsız, onun tarafından emeğin sömürülmesinden bağımsız, üretken, ürün verici olarak görülmesinden sonra, bütün zamanlarda kendini üretken olmaya vermesi ve dolaşım zamanını değer yaratan zaman olarak –üretim gideri
[sayfa 132] olarak– hesaplaşması
tamamen başka bir şeydir. Bu yüzden, Ramsay’ın örneğin şu söyledikleri yanlış kabul edilir: “
sabit sermayenin kullanılması, değerin emeğin niceliğine bağlı olduğu ilkesini önemli ölçüde değişikliğe uğratır. Aynı nicelikte emeğin harcandığı bazı metalar için bunların tüketime uygun hale gelişine kadar çok değişik dönemler gereklidir. Ama, bu zaman esnasında, sermaye bir gelir getirmediğinden, sözkonusu kullanımın, ürünün kullanıma hemen hazır olduğu öteki kullanımlardan daha az verimli olmaması için, meta pazara en son getirilmişse, değer bakımından, sağlanan bütün kâr tutarınca artmış olması gerekir.” (Burada sermayenin bu haliyle sağlam bir ağacın meyve vermesi gibi her zaman eşit ölçüde kâr getirdiği kabul ediliyor.) “
Bu,... sermayenin, emekten bağımsız olarak değeri nasıl düzenlediğini gösterir.”
Örneğin kilerdeki şarap gibi. (
Ramsay, IX, 84.) Burada sanki dolaşım zamanı, emek-zamanı yanında –ya da onunla aynı düzeyde–
değer üretmiştir. Ancak sermaye bu iki öğeyi de içerir. 1) Değer yaratan öğe olarak
emek-zamanı. 2) Emek-zamanını sınırlayan ve böylece sermaye tarafından toplam değer yaratmasını sınırlayan öğe olarak
dolaşım zamanı; ve aynı zamanda, değer ya da sermaye için, üretim sürecinin, kuşkusuz uygun biçimi içinde ortaya konmayan değerin doğrudan sonucu olarak bu öğe gereklidir. Bu biçimsel dönüşümleri gerektiren zaman –üretim ile yeniden-üretim arasında geçen zaman–, sermayeyi değersizleştiren zamandır. Bir yanda
süreklilik varsa, öte yanda da sürekliliğin kesintiye
uğraması, sermayenin sermaye olarak belirlemesinde dolaşım halinde, süreç halinde vardır.
Ekonomistler, dolaşımı, sermayenin yeni bir üretimin başlangıcını bulmak için geçirmesi gereken devrimi, bir değişim dizisi olarak doğru biçimde tanımlayarak, bu dolaşım zamanının, değerin niceliğini çoğaltan ve dolayısıyla yeni değer yaratabilen zaman olamayacağını, bir değişim dizisinin, ne kadar çok değişim içerse de, bu işlemlerin tamamlanması için ne kadar çok zamana mal olsa da, yalnızca eşdeğerlerin değişimi olduğunu kendiliklerinden kabul ederler. Değerlerin –aracılığın bu uçları– eşit değerler olarak konulmuş olması, kuşkusuz onların eşit olmayan değerlerden yapıldığı anlamına gelmez. Nicel açıdan, değerler, değişim yoluyla ne çoğalabilmiş, ne de azalmıştır.
Bir üretim evresinin artı-değeri, bu evre sırasında sermaye tarafından harekete getirilmiş olan artı-emek (maledilmiş artı-emek) tarafından belirlenmiştir; sermayenin belirli bir zaman süresince yaratılabilen artı-değerlerinin toplamı, bu zaman süresince üretim evresinin yinelenmesi, ya da sermayenin
devri tarafından belirlenmiştir. Ama devir, üretim evresinin süresi artı dolaşım süresine eşittir, dolaşım zamanı ile üretim zamanının toplamına eşittir. Devir, dolaşım zamanı, yani
[sayfa 133] üretimden çıkan ve üretime geri dönen sermaye arasında geçen zaman ne kadar kısa ise, üretim zamanının kendisine o kadar çok yaklaşır.
Artı-değer,
gerçekte, bir ürerim evresi sırasında nesneleşmiş emek-zamanı ile belirlenmiştir. Sermayenin yeniden-üretimi ne kadar sık olursa, artı-değerin üretimi de o kadar sıktır. Yeniden-üretimlerin sayısı,
devirlerin sayısına eşittir. Dolayısıyla, toplam artı-değer = artı-değer × n D (devir sayısı n olursa). S´ = S × nU; yani S = S´/nU. 100 taler sermayenin belirli bir sanayi kolunda gereksindiği üretim zamanı 3 ay ise, sermaye yılda 4 devir yapabilir ve her devirde yaratılmış artı-değer = 5 olursa, toplam artı-değer = 5’tir (bir üretim evresinde yaratılmış artı-değere eşittir) × 4 (devirlerin sayısı, üretim zamanının bir yıla oranı ile belirlenmiştir) = 20. Ancak dolaşım zamanı, örneğin, üretim zamanının
1/
44’üne eşit olursa, 1 devir = 3 + 1 ay = 4 ay, ve 100 sermaye yılda yalnız 3 kez devir yapabilir [; S´] =15. Bu yüzden sermaye 3 ayda 5 sterlinin bir S artı-değerini 5 olarak getirmekle birlikte, bu sermaye için onun 4 ayda ancak 5 değer getirdiği anlamına gelir, çünkü yılda yalnız 5×3 değer getirebilir. Bu da gene sermaye için, onun her 4 ay için 5’e eşit S üretmesi demektir; dolayısıyla 3 ayda yalnız
15/
4 ya da 3¾, bir dolaşım ayında ise 1¼ üretmiştir. Devir, bizzat üretimin koşulları tarafından konmuş süreden farklı olduğu ölçüde, dolaşım süresine konmuş süreden farklı olduğuna göre, dolaşım zamanına eşittir. Ama bu da emek-zamanı taramadan belirlenmiştir. Bu yüzden, sermayenin belirli bir zaman dilimi içinde getirdiği artı-değerlerin toplamı doğrudan emek-zamanıyla değil, yukardaki koşullar altında emek-zamanı ve dolaşım zamanı ||35| ile belirlenmiş olarak ortaya çıkar. Ancak burada sermayenin değer yaratmasına getirdiği belirleme, yukarda gösterildiği gibi,
olumsuzdur, sınırlayıcıdır.
Örneğin, 100 sterlinlik bir sermayeye, üretim için 3 ay, diyelim 90 gün gerekiyorsa, dolaşım zamanı = 0 olursa, sermaye yılda 4 devir yapabilir; ve sermaye sürekli olarak tamamıyla verimli sermaye olarak, yani artı-emek getiren olarak, değer çoğaltan olarak bulunabilir. 90 günün 80’i gerekli-emeği temsil ederse, artı-emek 10’dur. Bu durumda, dolaşım zamanı, üretim zamanının %33
1/
3’ü ya da
1/
3’ü kadardır. Yani 3 aya 1 düşer. O zaman dolaşım zamanı
= 90/
3; üretim süresinin üçte-biri = 30 gün, c =
1/
3 p; (c=P/3).
Güzel. Şimdi sorun, sermayenin hangi bölümünün, bu durumlarda, üretimde sürekli kullanılmış olduğunu bilmektir. Bütün yıl boyunca. 100 sermaye 90 gün çalışmış olsaydı, bu ay boyunca hiç emek kullanılmamış olurdu. (Doğal olarak 90 emek-günü, 90 gün boyunca çalıştırılan işçi sayışma göre, 3, 4, 5 ya da x kez 90 güne eşit olabilir. Yalnız bir işçi çalışmışsa, bu yalnız 90 güne eşit olur. Bu, bizi, burada şimdilik ilgilendirmiyor.) (Bütün bu hesaplarda artı-değerin yeniden sermayeleşmediği, sermayenin aynı sayıda işçi ile
[sayfa 134] çalışmayı sürdürdüğü varsayılmıştır; ama artının
gerçekleştiği aynı anda bütün sermaye de gene para olarak yeniden gerçekleşir.) Bu demektir ki, bir ay boyunca sermaye hiç çalıştırılmamıştır. (Örneğin 100 sermaye sürekli olarak 5 işçi çalıştırıyor; onların artı-emeği bunun içindedir ve dolaşan ürün, asla başlangıç sermayesi değildir, artı-emeği özümsemiş ve dolayısıyla artı-değeri olan sermayedir. Öyleyse 100’lük bir sermayenin dolaşımı deyince anlaşılması gereken, örneğin 105’lik sermayenin; yani bir üretim eyleminde sağlanmış kârla birlikte sermayenin dolaşımıdır. Ama bu
yanlış burada önemsizdir; özellikle yukardaki soru bakımından.)
(Diyelim ki, 100£ için üç ayın sonunda iplik üretilmiş.) Benim parayı elde etmem, ve üretime yeniden başlayabilmem için 1 ay geçmesi gerekir. Sermayenin dolaştığı bir ay boyunca aynı sayıda işçiyi harekete geçirmek için 33
1/
3 sterlinden bir artı-sermayem olması gerekirdi; çünkü 100 sterlinin
1/
3’ü bunu bir ay boyunca belirli bir nicelikte bir emeği harekete geçirirse, 100 sterlinin
1/
3’ü bunu bir ay boyunca harekete geçirir. Dördüncü ayın sonunda 100 sermaye üretim evresine döner ve 33
1/
3 sermaye dolaşım evresine girer. Genellikle, bu sonuncusuna, dolaşımı için aynı oranda
1/
3 ay gereklidir; yani 10 gün sonra üretime geri döner. İlk sermaye ancak yedinci ayın sonunda dolaşıma girebilir. Beşinci ayın başında dolaşıma girmiş olan ikinci sermaye beşinci ayın diyelim 10’unda geri dönebilir, altıncı ayın 10’unda yeniden dolaşıma girer ve yedinci ayın 20’sinde gene dolaşıma girmek için altıncı ayın 20’sine geri dönmüş olur; ilk sermayenin, ikincisinin geri döndüğü anda yoluna yemden başlaması durumunda, yedinci ayın sonunda geri dönmüş olması gerekir. Sekizinci ayın başında ve dokuzuncu ayın başında vb. geri dönüşler vb.. Kısacası: sermaye
1/
3 daha büyük olsaydı –dolaşım zamanının tam tutan kadar– sürekli olarak aynı sayıda işçi çalıştırabilirdi. Ama sürekli olarak
1/
3 daha az emek çalıştırırsa, gene böyle sürekli olarak üretim aşamasında olabilir. Kapitalist yalnız 75 sermaye ile başlasaydı, üçüncü ayın sonunda üretim tamamlanırdı; bir ay dolaşmış olurdu; ancak bu ay boyunca üretimi sürdürebilirdi, çünkü 25 sermayeyi elinde tutar ve 3 ay boyunca belirli bir emek yığınım harekete geçirmek için 75’e gereksinimi varsa, aynı yığını 1 ay boyunca hareket ettirmek için 25 gereksinimi olur. Sürekli olarak aynı sayıda işçiyi hareket halinde tutar. Metalarının her birinin satılması, yılın
1/
12’sini alır.
Her kez, ona, metalarının üretim zamanının
1/
3’ü, onları satmak için gerekiyorsa, bu böyle sürüp gider. Bu konunun çok basit bir denklemle çözüme götürülmesi gerekir ki, ileride gene buna döneceğiz. Aslında bu şimdilik bizi pek ilgilendirmiyor. Ama sorun, daha sonraki kredi sorunları nedeniyle önemlidir. Buraya kadar açık. Üretim
[sayfa 135] zamanına pt, dolaşım zamanına et diyelim. C sermaye, aynı anda hem üretim evresinde ve hem de dolaşım evresinde olamaz. Dolaştığı sırada üretimi sürdürecekse 2 kısma ayrılması gerekir. Bunlardan biri üretim evresindeyken öteki dolaşım evresindedir. Sürecin sürekliliği, a kısmı bu belirlemede, b kısmı da öteki belirlemede konulmak suretiyle sağlanır. Her zaman üretimde bulunan bölüm x olsun; o zaman x = C – b’dir (b, sermayenin dolaşımda bulunan kısmı olsun). C = b + x. Eğer et, dolaşım zamanı, 0 ise, b de = 0 ve x = C’dir. b (sermayenin dolaşımda bulunan kısmı): C (toplam sermaye) = Ct (dolaşım zamanı): pt (üretim zamanı); b: C = pt; yani dolaşım zamanının üretim zamanına oranı, sermayenin dolaşımda bulunan kısmının toplam sermayeye oram gibidir.
100 sermaye %5 kazanç üzerinden 4 ayda bir devir yapıyorsa, böylece 3 aylık üretim zamanına 1 aylık dolaşım zamanı düşerse, toplam artı-değer, gördüğümüz gibi =5 ×
12/
4 ay = 5 × 3 = 15 olur; C = 0 olursa 20 olur; çünkü o zaman S´’ = 5 ×
12/
3 = 20’dir. Ama şimdi 15, 75 sermayenin %5 üzerinden dolaşım zamanının sıfıra eşit olması halinde, kazancıdır; yılda 4 devir yaparsa; sürekli çalıştırılırsa. İlk üç ayın sonunda 3¾; yıl sonunda 15. Ama, yalnız toplam 300 sermaye devir yapar; oysa yukardaki örnekte ct = 0 olunca sermaye 400’dür.) Öyleyse 3 ay üretim zamanına 1 ay dolaşım zamanının düştüğü 100’lük bir sermaye, 75’lik bir sermayeyi sürekli olarak üretken durumda kullanabilir; 25’lik bir sermaye sürekli dolaşımdadır ve üretken değildir. 75:25 = 3 ay: 1 ay ya da, sermayenin üretimde kullanılan kısmına p, dolaşımda bulunan kısmına c ve bunlara raslayan sürelere c´ ve p’ dersek, p: c = p´: c´ olur; (p: c = 1:
1/
3). C’nin üretimde bulunan kısmı sürekli olarak, dolaşımda bulunan kısmı gibidir = 1:
1/
3 sürekli olarak, değişen bölümler yoluyla temsil edilir. Ama p: C = 75:100 = ¾; C = ¼; p: C = 1:¾ ve c: C = 1: 4. Genel dolaşım = 4 ay, p: U = 3 ay: 4 ay = 1:
4/
3.
Sermayenin dolaşımda biçim değişimi ve madde değişimi.
M[eta]–P[ara]–M. P–M–P.
||36| Sermayenin dolaşımda, biçim değişimi ve madde değişimi aynı anda olur.
* Burada p’den değil, üretim sürecinden varsayım olarak başlamak zorundayız. Üretimde, maddi yönden bakarsak, alet yıpratılır ve hammadde işlenir. Sonuç, –başlangıç koşullarından farklı, yeni yaratılmış bir kullanım-değeri olan– üründür. Üretim sürecinde, maddi açıdan bakarsak, burada, ilkin yaratılan ürün vardır. Bu, ilk
[sayfa 136] ve önemli maddi değişimdir. Pazarda, para karşılığında değişimde, ürün, sermayenin dolaşımından çıkarılır ve tüketime girer, tüketimin konusu olur; ya bireysel bir gereksinimin son giderilmesi içindir, ya da başka bir sermayenin hammaddesidir. Metanın para karşılığında değişiminde maddi ve biçimsel değişim aynı andadır; çünkü parada içeriğin kendisi ekonomik biçim belirlemesine girer. Ama paranın metaya geri dönüşmesi, burada, aynı zamanda, sermayenin maddi üretim koşullarına geri dönüşmesinde vardır. Belli bir kullanım-değerinin yeniden-üretimi, aynı zamanda değerin bu nitelikte yeniden-üretimi oluşur. Ama maddi öğenin burada daha baştan dolaşıma girerken ürün olarak konulusu gibi, dolaşımın sonunda da meta gene üretim koşulu olarak konulmuştur. Burada para dolaşım aracı olarak rol oynadığına göre, gerçekte para, bir yanda yalnız tüketimle üretimin aracılığı, sermayenin değeri ürün biçiminde kendisinden dışarı bıraktığı
değişimde aracılık, öte yandan da kendini para biçiminde dışarı bıraktığı ve metayı üretim koşulu biçiminde kendi dolaşımına çektiği, üretim ile tüketim arasında aracılıktır. Sermayenin maddi yönünden bakınca, para salt dolaşım aracı olarak görünür; biçim yönünden ise, gerçekleşmesinin nominal ölçüsü ve belirli bir evre için kendi kendisi için olan değerdir; bundan dolayı sermaye hem M–P–P–M, hem de P–M–M–P’dır ve aynı zamanda bu, burada basit dolaşımın her iki biçiminin gene belirlenmiş oluşu halindedir, çünkü P–P para yaratan biçimdir, M–M ise kullanım-değeri hem yeniden-üretilen, hem de çoğalan metadır. Burada sermaye dolaşımına giren ve onun tarafından belirlenen olarak ortaya çıkan para dolaşımı ile ilgili olarak yalnızca
geçerken şuna değinmek isteriz ki –çünkü,
gerçekte, konu, birçok sermaye eylemi ve bunların birbirine karşı tepkisi ile gözden geçirildikten sonra derinliğine işlenebilir– burada paranın çeşitli belirlemeler halinde bulunduğu anlaşılıyor.
Üretim zamanı ile emek-zamanı arasındaki fark. – Storch. Para.
Ticaret katmanı. Kredi. Dolaşım.
Buraya kadar üretim zamanının emek-zamanıyla örtüştüğünü kabul ettik. Ama örneğin tarımda, ürünün sona erdirilmesinden önce üretimde çalışmanın kesintilere uğradığı olur. Aynı emek-zamanı uygulanabilir, ve çalışmaya ara verildiği için üretim evresinin süresi değişik olabilir. Aradaki fark, herhangi bir durumda ürünün tamamlanması için başka bir duruma göre daha uzun süre bir emeği gerektirdiği
durumdan sözedilebiliyorsa, hiçbir durum kalıcı değildir, çünkü anlaşıldığı gibi genel yasaya göre, daha büyük emek niceliği içeren ürün o kadar çok değer içerir ve bu durumda yeniden-üretim belirli bir
[sayfa 137] zaman dilimi içinde daha seyrek olmuşsa, yeniden-üretilmiş değer o kadar daha büyüktür. 2×100’ün büyüklüğü tam 4×50 kadardır. Toplam değer için sonuç ne ise, artı-değer için de öyledir. Farklı ürünler için gereken sürenin eşit olmamasına karşın, (birikmiş emek ve canlı emek zamanlan aynı hesaplanarak) bunlar için yalnızca aynı emek-zamanın uygulanması, soran yaratır. Görünüşte, sabit sermaye burada tek başına, örneğin toprağın kucağına emanet edilmiş tohum gibi, insan emeği olmaksızın rol oynar. Emek gerekli olduğu sürece, bunu dışta bırakabiliriz. Sorunu açıklığa kavuşturmak gerekir. Burada dolaşım zamanı aynı kalıyorsa, üretim evresi daha büyük olduğu için, devir daha seyrektir. Öyleyse üretim zamanı + dolaşım zamanı = 1U, üretim zamanı ile emek-zamanının örtüştüğü durumda daha büyüktür. Ürünün olgun duruma gelmesi için burada gereken zaman, emeğin uğradığı kesintiler vb., üretim koşullarının çeşitlerim oluşturur. Emek-zamanı-olmayan emek-zamanı, üretim zamanını gerçekten emek-zamanı yapmak için bir koşul oluşturur. Anlaşılıyor ki, bu konu aslında kâr oranının denkleştirilmesi ile ilgilidir. Gene de burada nedenin açıklanması gerekir.
Geri dönüş zamanının yavaşlaması –önemli olan budur– burada dolaşım zamanından değil, emeğin üretken olduğu koşulların kendisinden ileri geliyor; bu, üretim sürecinin teknolojik koşulları arasında bulunuyor. Belirlenmiş bir üretim dalında, sermayenin, başka bir üretim dalındaki başka bir sermaye gibi aynı zaman içinde aynı nicelikte emek-zamanı ile değişilmesini engelleyen doğal bir durumun, sermayenin değerinin
çoğalmasına herhangi bir biçimde katkıda bulunabileceği kesinlikle kabul edilemez, tamamıyla anlamsızdır. Değer, aynı zamanda da artı-değer, üretim evresinin sürdüğü zamana değil, üretim evresi sırasında kullanılan emek-zamanına, nesneleşmiş ve canlı emek-zamanına eşittir. Bu sonuncusu tek basma –ve hem de nesneleşmiş emek-zamanının kullanıldığı oranda– artı-değerin yaratılabildiği zaman olduğu için artı-değer yaratılabilir.
* Bu yüzden haklı olarak ileri sürülmüştür ki, örneğin bu yönden bakıldığında, tarım, başka sanayilere göre daha az üretkendir (burada üretkenlik değerlerin üretimi ile ilgilidir). Bunun gibi başka yönden de –
üretkenliğin tarımda doğrudan gerekli-emek-zamanını azalttığı ölçüde– tarım bütün ötekilerden daha üretkendir. Ancak bu durum da, yalnız,
sermayenin egemen olduğu ve
ona uygun düşen genel bir üretim biçiminin bulunduğu yerde tarımın yararına olabilir. Tarımın, sermayenin başladığı, ilk yerleştiği yer olamaması, üretim evresi içindeki bu kesintiden ileri gelir. Bu, sanayi emeğinin ilk temel koşullarına aykırı düşer. Dolayısıyla, tarımın, sermayeye karşı talepte bulunması ve tarımsal işletmenin sanayileşmesi,
[sayfa 138] ancak geçmişi kapsayacak bir uygulamayla olur. Bir yandan rekabetin ileri derecede gelişmiş olması; öte yandan da kimyanın, mekaniğin vb., yani manüfaktür sanayisinin önemli bir gelişme göstermesi gerekir. Bunun içindir ki, tarihsel olarak da, tarımın, sermayeden önceki, ya da onun gelişmemiş aşamalarına uygun düşen üretim tarzlarının hiçbirinde, asla
saf biçimde bulunduğu
görülmez. İplikçilik, dokumacılık vb. gibi kırsal yan sanayiler, emek-zamanının, burada konulmuş olan –ve bu kesintiler içinde bulunan– sınırım
dengeleyebilmelidir. Üretim zamanı ile emek-zamanının örtüşmemesi, tamamen ancak doğa koşullarından ileri gelebilir, bu koşullar, burada, emeğin değerlenmesine, yani artı-emeğin sermaye tarafından maledinilmesine doğrudan engeldir. Onun yolu üzerindeki bu engeller doğal olarak ona
kâr sağlamazlar, ama
onun açısından zarar oluştururlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu
durum sabit sermayenin bir evresi olarak düşünülebilir. Saptanması gereken şey, burada, yalnız, sermayenin canlı emek kullanmadığı sürece artı-değer yaratamamasıdır. Kullanılmış
sabit sermayenin yeniden-üretimi, kendi niteliği gereği, kuşkusuz, artı-değerlenme değildir.
(İnsan bedeninde, sermayede olduğu gibi, değişik bölümler yeniden-üretimde aynı zaman dilimlerinde değişilmez, bu yönü ile, kaslar, insan bedeninin
sabit sermayesi olarak görülebilecek kemiklerden daha çabuk yenilenir, kan kaslardan da hızlı yenilenir.)
||37| Storch, dolaşımı hızlandıracak araçlar olarak şunları sıralıyor: 1) yalnız ticaretle uğraşacak bir “emekçi” sınıfın oluşturulması; 2)
taşıma araçlarının kolaylaşması; 3) para; 4)
Kredi. (Yukarıya bak.)
Ekonomi politikçilerin bütün şaşkınlığı bu karmaşık sıralamadan ortaya çıkıyor. Para ve paranın dolaşımı –biz buna basit dolaşım diyoruz– gerek sermayenin kendisinin, gerek sermaye dolaşımının bir varsayımı, bir koşuludur. Sermaye-öncesi üretimin bir aşamasına bağlı değişim ilişkisi olarak doğrudan biçimiyle varolan paranın, para olarak para olması dolayısıyla, sermayenin dolaşımım hızlandırmadığını, ama her şeyden önce, bu dolaşımın koşulu olduğunu gözönünde bulundurmak gerekir. Sermayeden ve onun dolaşımından sözederken, paranın kullanılmasının buluş olarak vb. sözkonusu olmadığı,
varsayımdan çıktığı bir toplumsal gelişme aşamasında bulunuyoruz. Para doğrudan biçiminde bile değer taşıdığına göre, başka meraların değeri, onların değerinin simgesi olmakla kalmayıp -çünkü eğer doğrudan bir şeyin kendisinin doğrudan bir başka şey olması gerekiyorsa, bu, ancak
bir tarzda ya da başka bir tarzda simge olarak tasarlanabilir–kendisi de değer taşıdığına göre, nesneleşmiş emeğin kendisi de belirli bir kullanım-değerinde bulunduğuna göre, para sermayenin dolaşımını hızlandırmaktan öylesine uzaktır ki, daha çok onu olduğu yerde tutar.
[sayfa 139] Para her iki yönden, dolaşım aracı olarak ve sermayenin gerçekleşmiş değeri olarak ele alınınca, bir yandan dolaşım zamanını kısaltmak, öte yandan da dolaşımın nitel öğesini –sermayenin kendi için değer olarak kendisine geri dönüşünü– göstermek için kullanılan emek-zamanının kendisi olması ölçüsünde, dolaşım giderleri arasındadır. Bir yönden olduğu gibi öteki yönden de değeri çoğaltmaz. Bir yönü ile değeri temsil etmeye yargılı bir biçimi, emek-zamanına malolan, böylece de artı-değerden çıkıp giden önemli bir biçimi sözkonusudur. Öteki yönü ile dolaşım zamanından tasarruf sağlayan ve böylece üretim için zamanı serbest bırakan bir makine olarak görülebilir. Ama böyle bir makine olarak emeğe mal olduğu ve emeğin ürünü olduğu ölçüde, sermaye karşısında,
üretimin görünmez giderlerini temsil eder. Dolaşım giderleri arasında yer alır. Başlangıçtaki dolaşım giderleri, emek-zamanının tersine, dolaşım zamanının kendisi tarafından oluşturulurlar. Gerçek dolaşım giderleri nesneleşmiş emek-zamanıdır – dolaşım zamanının başlangıçtaki giderlerini azaltmaya yöneltilmiş makineler. Para, doğrudan biçimi ile, sermaye öncesi üretimin tarihsel bir aşamasında ortaya çıktığı haliyle, sermaye karşısında dolaşım gideri olarak bulunur ve bu yüzden sermayenin çabası, onu gereği gibi biçimlendirmek, dolayısıyla onu emek-zamanına mal olmayan, kendisi değer taşımayan bir dolaşım öğesi temsilcisi yapmak yönünde olur. Bunun için sermaye, parayı, geleneksel ve doğrudan gerçekliğini kaldırarak, yalnızca sermaye tarafından
konulmuş ve gene öyle ortadan kaldırılmış, salt
düşüncel bir nesneye dönüştürmeye çalışır. Dolayısıyla, Storch’un dediği gibi, paranın genellikle sermayenin dolaşımım hızlandırmanın bir aracı olduğu söylenemez; bunun tersine, sermayenin parayı kendi dolaşımının salt
düşüncel bir öğesine dönüştürmeye ve ondan sonra da kendisine uygun düşen bir biçime sokmaya çalıştığı söylenmelidir. Paranın doğrudan biçimiyle ortadan kaldırılması, sermaye dolaşımının öğesi haline gelmiş para dolaşımının gereği halinde ortaya çıkar; çünkü para doğrudan varsayılan biçimiyle sermayenin dolaşımının bir
engelidir. Sermaye,
dolaşım-zamanı-olmayan bir
dolaşıma yönelir; yalnız dolaşım zamanının kısalmasına yarayan aletlerin, sermayenin dolaşımda geçtiği, onun kendi başkalaşmasının çeşitli öğeleri gibi, salt sermaye tarafından konulmuş
biçimsel belirlemeleri haline getirilmesi de bu yüzdendir.
Özel ticaret katmanının oluşturulmasına –yani değişim ticaretinin kendisini özel bir işe dönüştürmüş bir işbölümünün geliştirilmesine-gelince, doğal olarak bunun için değişim işlemlerinin toplamının belirli bir düzeye erişmiş olması gerekir –(100 kişinin değişimi onların emek-zamanının yüzde-birini alıyorsa, herbiri
1/
100 değişimcidir;
100/
100 değişimci
bir tek kişiyi temsil eder. O zaman 100 kişiye bir tecimen
[sayfa 140] düşer. Gerçek anlamıyla ticaretin ve üretimin ayrılması, ya da değişimin kendisinin değişimcilere karşı temsil edilmesi, değişimin ve ticaretin belirli bir düzeye kadar gelişmiş olmasını gerektirir. Tecimen satıcıya karşı bütün alıcıları, alıcıya karşı bütün satıcıları temsil eder ve
vice [
versa]
, dolayısıyla o bir uç değil, bizzat değişimin ortamıdır; dolayısıyla aracı olarak ortaya çıkar.) Dolayısıyla, paranın bu önkoşulu olan tecimenler topluluğunun, bütün bu öğelerinde gelişmiş olmasa da, aynı zamanda sermayenin bir önkoşuludur ve bu nedenle de, dolaşımının aracısı olarak gösterilemez. Ticaret, gerek tarihsel olarak, gerek sermayenin oluşumu için kavramsal olarak bir
koşul olduğu için, bu bölümü sona erdirmeden önce, buna gene dönmek zorundayız, çünkü sermayenin oluşumu bölümünden önce gelir, ya da bu bölüme girer.
Taşıma araçlarında sağlanan pek büyük kolaylık, metaların fiziksel dolaşımının pek büyük bir kolaylık anlamına gelmekle birlikte, sermayenin dolaşımının ancak biçimsel belirlemelerinin ele alınması, şimdilik önem taşımaz. Ürün, ancak pazara geldiği andan itibaren üretim evresinden çıkar, meta haline gelir. Ama öte yandan taşıma araçları, sermayenin
gelirleri –yani dolaşım zamanı– olarak pazarın üretim yerinden uzaklığı ile birlikte büyüdüğü zaman işin içine girerler. Bu uzaklığın taşıma araçları ile kısaltılması ise doğrudan (doğrudan: bu açıdan), sermayenin dolaşımının incelenmesine girer. Ama aslında bu, sermaye bölümünün kendi kısmı olan pazar teorisine girer.
Ensonu
kredi. Dolaşımın sermaye tarafından doğrudan konmuş olan bu biçimim –dolayısıyla sermayenin kendine özgü doğasının sonucu olan, sermayenin
kendine özgü bu farklılığını– Storch vb., burada, aslında değişimin gelişmesinin ve
çok ya da az bu gelişme üzerine kurulmuş üretimin ortaya çıkardığı para, tecimen topluluğu, vb. ile karıştırıyor. Özel farklılığı belirtmek, burada, aslında,
tarihsel gelişmenin anlaşılması için mantığın bir geliştirilmesidir. Tarihsel yönden de örneğin İngiltere’de (aynı zamanda Fransa’da), paranın yerine kağıdı koyma, öte yandan sermayeye,
değer biçiminde var olduğu ölçüde, bizzat kendisi tarafından konmuş arı bir biçimi verme çabalarım, son olarak da kredinin sermaye geliri ile eşit ölçüde sağlanması çabalarım görüyoruz. (Örneğin Petty, Boisguillebert.)
Küçük dolaşım. Sermaye ile emek-gücü arasındaki değişim süreci.
Emek-gücünün yeniden-üretiminde sermaye.
Genel süreç olarak dolaşım içinde büyük ve küçük dolaşım diye ayrım yapabiliriz. Büyük dolaşım, sermayenin üretim sürecinden çıktığı andan ona geri dönünceye kadar geçen dönemi kapsar. Küçük dolaşım süreklidir ve üretim sürecinin kendisi ile aynı zamanda aralıksız sürüp gider. Sermayenin ücret olarak ödenen, emek-gücü karşılığında
[sayfa 141] değişilen kısmıdır. Sermayenin, biçime göre konulmuş, ama aslında ortadan kalkan ve yalnız eşdeğerlerin biçimsel olarak konulan değişimi olan bu dolaşım süreci (eşdeğerlerin değişiminin tersine döndüğü, değişimin temeli üstünde değişimin salt biçimsel olduğu
ve karşılıklığın hep tek bir yanda bulunduğu noktada, değerin sermayeye geçişi) şöyle geliştirilebilir: Değişilen değerler her zaman nesneleşmiş emek-zamanı, nesnel olarak bulunan ve (bir kullanım-değerinde) varolan emeğin
karşılıklı varsayılmış niceliğidir. Bu niteliğiyle değer her zaman sonuçtur, asla neden değildir. O, bir nesnenin üretilmesini, böylece de –üretken güçlerin eşit aşamasında– yeniden-üretilebilmesini sağlayan emek niceliğini ifade eder. Kapitalist, sermayeyi, emeğin karşılığında ya da emek-zamanı karşılığında doğrudan değişmez; ama tersine, emeğin maksimum emildiği canlı bir emek-gücünde içerilen zaman karşılığında, metaların içerdiği emeğin içinde bulunduğu zaman karşılığında değişir. Onun değişimle aldığı canlı emek-zamanı değişim-değeri değil, emek-gücünün kullanım-değeridir. Nasıl ki bir makineye, belirli sonuçların nedeni olarak ödeme yapılmaz, makine sonucun kendisi olarak değişilirse, üretim sürecindeki kullanım-değerine göre değil, nesneleştirilmiş emeğin belirli bir niceliğini temsil eden ürünle değişilir. Emek-gücünde içerilmiş emek-zamanı, yani onu yeniden üretmek, yani onu korumak için –en azından üretken güçlerin eşit olduğu düzeyde– gerekli olan canlı emek-gücünü sağlamak için gereken-zaman aynıdır. Dolayısıyla kapitalist ile ||38| işçi arasında gerçekleşen değişim, değişim yasalarına tamamıyla uygundur; ama uygun olmakla kalmaz, aynı zamanda değişimin son biçimlenişidir. Çünkü, emek-gücünün kendisi uzun zaman değişilmediği sürece, üretimin temelleri değişime dayanmaz, üretim, burjuva üretimden önceki bütün aşamalarda olduğu gibi, ancak, temeli değişim olmayan dar bir alanda sınırlı olarak kalır. Ancak kapitalistin değişimle aldığı değerin kullanım-değeri, değerlendirme öğesinin kendisi ve ölçüsü, canlı emek ve emek-zamanıdır, aynı zamanda emek-gücünde nesneleşmiş olandan daha çok emek-zamanı vardır, yani canlı işçinin yeniden-üretiminden daha çok emek-zamanına mal olur. Öyleyse, sermaye, değişim içinde, emek-gücünü bir eşdeğer olarak alırken, emek-zamanını –emek-gücünde içerilmiş olandan daha fazlasını aldığı ölçüde– eşdeğersiz değişmiştir; ötekinin emek-zamanını, değişim
biçimi ortamında,
değişimsiz kendine maletmiştir. Öyleyse, değişim salt biçimseldir ve, gördüğümüz gibi, sermayenin daha sonraki gelişmesinde, sermayenin emek-gücü karşılığında kendi nesneleştirilmiş emeğinden başka bir şeyle değişikliği görüntüsü ortadan kalkar, genel olarak onun karşılığında herhangi bir şey veriyormuş görüntüsü de ortadan kalkar. Dolayısıyla, karşıtına dönme, serbest değişimin son
[sayfa 142] aşamasının, emek-gücünün meta olarak, bir meta karşılığında değer olarak, değer karşılığında değişilmesi; nesneleşmiş emek olarak değişilmesi, ama kullanım-değerinin canlı emekten, yani değişim-değeri olarak konulmasından ileri gelir. Karşıtına dönme, emek-gücünün kullanım-değerinin değer olarak değer yaratan öğenin kendisi, değerin özü ve değeri çoğaltan öz olmasından ileri gelir. Demek ki, bu değişimde işçi, onda nesneleşmiş emek-zamanının eşdeğeri için kendi değer yaratan ve çoğaltan canlı emek-zamanını veriyor. Kendisini sonuç olarak satıyor. Neden olarak, etkinlik olarak sermaye tarafından soğuruluyor ve sermayenin bir parçası haline geliyor. Böylece değişim kendi karşıtına dönüşüyor, özel mülkiyet yasaları –özgürlük, eşitlik, mülkiyet; kendi emeği üzerinde mülkiyet ve onu serbestçe kullanma hakkı– işçi için, mülkiyetten yoksunluğuna ve emeğine yabancılaşmaya, ve bu emekle ötekinin bir mülkiyeti gibi bir ilişkiye dönüştürülüyor, ve
vice versa.
Sermayenin ücret olarak konmuş kısmının dolaşımı üretim sürecine eşlik eder, onun yanında ekonomik biçimsel bir ilişki olarak görünür; onunla eşzamanlıdır ve sıkıca bağlaşmıştır. Bu dolaşım önce sermayeyi bu niteliğine sokar; onun gerçekleştirme sürecinin koşuludur; ve onun yalnızca biçimsel belirlenmesini koymaz, özünü de koyar. Sermayenin sürekli dolaşan, bir an bile üretim sürecinin kendisine girmeyen, durmadan ona eşlik eden kısmı budur. Bu, sermayenin, hammadde için hiç sözkonusu olmayan, sermayenin yeniden-üretim sürecine bir an bile girmeyen kısmıdır. İşçinin
geçim aracı, ürün olarak, üretim sürecinden sonuç olarak çıkar; ama bu niteliğiyle üretim sürecine asla girmez, çünkü bireysel tüketime yargılı
tamamlanmış bir
üründür, çünkü işçinin tüketimine doğrudan girer ve doğrudan onun karşılığında değişilir. Dolayısıyla bu, hem hammaddeden, hem de emek aletinden farklı olarak,
cat exochn [en üstün biçimde] dolaşan sermayedir. Sermayenin dolaşımında tüketimin doğrudan konu olduğu tek öğe buradadır. Metanın para karşılığında değişildiği yerde meta, başka bir sermaye tarafından yeni üretim için hammadde olarak değişilebilir. Ayrıca sermayenin koşulları gereğince onun karşısına tek başına tüketici değil de tüccar çıkar; tüccar malı, para karşılığında satmak için kendi satın alır. (Bu varsayım aynı zamanda, genel olarak ticaret dünyasıyla birlikte geliştirilebilir. Böylece
tüccarlar arasındaki dolaşım,
tüccarlar ile tüketiciler arasındaki dolaşımdan ayırdedilebilir.) Dolayısıyla döner sermaye, burada işçilerin bireysel tüketimine ayrılmış doğrudan sermaye olarak görünür; genel biçimde, doğrudan tüketime ayrılmış ve dolayısıyla tamamlanmış ürün biçiminde varolan sermaye olarak görünür. Bu yüzden bir yanda sermaye ürünün koşulu, öte yanda da tamamlanmış ürün sermayenin koşuludur – tarihsel
[sayfa 143] bakımdan bunun vardığı nokta, sermayenin bütün para dünyasını yaratmış olması değil, üretim ve ürünleri kendi süreci altına sokmadan önce onları hazır bulmuş olmasıdır. Kendinden davranarak bir kez harekete başlayınca, tüketilebilir ürün olarak çeşitli biçimlerinde, sürekli yeniden-üretilmek için, hammadde ve emek aletlerini sürekli koşul yapar. Bunlar önce onun kendisi tarafından konmuş koşullar olarak ve sonra da kendi sonucu olarak ortaya çıkarlar. Kendi yeniden-üretiminde kendi koşullarını üretir. Böylece burada –sermayenin canlı emek-gücü ile ve bu emek-gücünün korunmasının doğal koşulları ile olan ilişkisi içinde– bu kez kullanım-değeri yönünden belirlenmiş olan döner sermayeyi, bireysel tüketime doğrudan giren ve ürün olarak onun tarafından tüketilmiş olması gereken sermaye olarak. Dolayısıyla döner sermayenin kömür, yakıt, boya maddesi vb., alet vb., toprak iyileştirmeleri vb., fabrika vb. gibi yalnız
tüketilebilir olduğu sonucunu çıkarmak yanlıştır; bunların hepsi, tüketim dendiğinde onların kullanım-değerinin ve biçiminin ortadan kalkması anlaşılırsa, tüketilmez; bireysel tüketim dendiğinde, bundan gerçek anlamda tüketim anlaşılırsa, bunların hepsi gene tüketilmez. Bu tüketimde sermaye, canlı emek-gücünü, kendi yaşam soluğunu soğurmak için, nesneleşmiş emek durumuna gelerek sürekli olarak kendinden ayrılır. Şimdi işçinin tüketimine gelince, bu tüketim tek bir şeyi yeniden-üretir – canlı emek-gücü olarak işçinin kendisini.
İşçinin bu kendini yeniden-üretimi sermaye için koşul olduğundan, işçinin tüketimi de doğrudan sermayenin yeniden-üretimi olarak değil, onun yalnızca sermaye olmasını sağlayan koşulların yeniden-üretimi olarak ortaya çıkar. Canlı emek-gücü, hammadde ve alet gibi sermayenin varlık koşulları arasında bulunur. Dolayısıyla iki yönde, biri kendi biçiminde, ama yalnız tüketimin işçiyi canlı emek-gücü olarak yeniden-üretmesi halinde üretir. Dolayısıyla, sermaye, bu tüketimi üretken tüketim diye adlandırır – bireyi yeniden-üretmesi bakımından değil, bireyleri emek-gücü olarak üretmesi bakımından üretken. Rossi, ücretin, iki kez, bir kez işçinin geliri olarak, sonra da sermayenin yeniden-üretici tüketimi olarak hesaba katılmasından rahatsız oluyorsa, bu itiraz, ancak, ücretin doğrudan sermayenin üretim sürecine değer olarak hesaba girdiği için kabul edilebilir. Çünkü ücretin ödenmesi, üretim eylemi ile aynı zamanda ve ona koşut olan bir dolaşım eylemidir. Ya da Sismondi’nin bu görüş açısından dediği gibi – işçi ücretini verimsiz olarak tüketir; ama kapitalist, ücreti ve ücretten daha fazlasını yeniden-üreten emeği, değişimle aldığı ölçüde, ücreti üretken tarzda tüketir. Bu, yalnız nesne olarak bakıldığı zaman sermayeyi ilgilendirir. Ancak sermaye ilişkisi, tam da canlı emek-gücü ile ilgili bir ilişki olduğu ölçüde, işçinin tüketimi bu ilişkiyi yeniden-üretir; ya da sermaye iki yönlü olarak, emeğin değişimle alınması yoluyla değer
[sayfa 144] olarak –değerlendirme sürecine yeniden başlamak, sermaye halinde yeniden eylemde bulunmak olanağı olarak– yeniden-üretilir, işçinin tüketimi yoluyla ilişki halinde yeniden-üretilir; bu tüketim işçiyi sermaye –sermayenin parçası olan ücret– karşılığında değişilebilir emek-gücü olarak yeniden-üretir.
Dolayısıyla, sermaye ile emek arasındaki bu dolaşım, sermayenin bir kısmının sürekli dolaşır halde, geçim aracı olarak, sürekli tüketilen, yeniden-üretmek için tüketilen halde belirlenmesine neden olur. Bu dolaşımda sermaye ile para arasındaki fark, sermayenin dolaşımında ve paranın dolaşımında çarpıcı halde kendini gösterir. Sermaye örneğin bir ücreti haftalık öder; işçi bu ücreti
bakkala vb. götürür vb.; o da bunu doğrudan ya da dolaylı olarak bankacıya yatırır; ertesi hafta fabrikatör, yeniden aynı işçilere dağıtmak üzere bunu bankerden alır vb., bu böyle sürüp gider. Aynı para toplamı, sermayenin yeni bölümlerini sürekli dolaşır. Ama para toplamının kendisi böyle dolaştırılan sermaye bölümlerini saptamaz. Ücretin para değeri çoğalırsa, dolaşım aracı da çoğalır, ama bu aracının niceliği çoğalmayı belirlemez. Paranın üretim giderleri düşmemişse, bunun çoğalması, onun tarafından bu dolaşıma gelen bölüm üzerinde bir etki yapmaz. Burada para salt dolaşım aracıdır. Birçok işçi aynı zamanda ücret alacağı için, onların sayısı ile artan belirli bir para toplamı aynı zamanda gereklidir. Öte yandan paranın dönüşünün hızlanmasıyla, daha az işçinin bulunduğu, ama para dolaşım mekanizmasının böyle düzenlenmediği durumlarda, yine gerekli olandan daha az para gerekir. Bu dolaşım, üretim sürecinin ve bununla birlikte dolaşım sürecinin j|39| koşuludur. Öte yandan, sermaye dolaşımdan geri dönmezse, işçi ile sermaye arasındaki bu dolaşım yeniden başlayamaz; öyleyse dolaşım, sermayenin üretim süreci
dışında kendi başkalaşmasının değişik öğelerinden geçmesine bağlıdır. Biri olmazsa öteki de olmaz, çünkü
dolaşım aracı olarak yeterince
para yoktur, çünkü ya ürün biçiminde sermaye yoktur, dolaşan sermayenin bu bölümü eksiktir, ya da sermaye
para biçiminde konulmamıştır, yani sermaye olarak gerçekleşmemiştir, ki, onun açısından, bunun da nedeni dolaşım aracının miktarının fazla olması değildir, bunun için de sermayenin tam para biçiminde, doğrudan para biçiminde bulunması hiç gerekli değildir ve böyle bulunup bulunmaması da gene dolaşan paranın dolaşım aracı olarak miktarına bağlı değildir, bu nitelikte değer karşılığında sermayenin değişimine bağlıdır; para olarak sermayeden söz ederken daha genişliğine tartışacağımız gibi, henüz niceliksel değil, nitel bir öğe sözkonusudur. (Faizler, vb.)
[sayfa 145]
Dolaşımın üç tür belirlenmesi ya da tarzı. – Sabit sermaye ve döner sermaye. –
Döner ve sabit sermaye olarak ayrılan sermayenin devir süresi. – Böyle bir
sermayenin ortalama devri. – Sabit sermayenin, sermayenin genel devir
süresine etkisi. – Değişmeyen döner sermaye. Say, Smith. Lauderdale. (Kârın
kökeni üzerine Lauderdale’in söyledikleri.)
Genel olarak bakıldığında, üç türlü dolaşım görülür: 1) genel süreç – sermayenin çeşitli öğelerinden geçişi; buna bağlı olarak akıcı durumdadır; öğelerden herbirinin sürekli olarak kesintiye uğrayan gücül güç olduğu ve bunu izleyen evreye geçişe karşı kararlı ve dirençli olduğu ölçüde, sermaye, burada, meta-sermaye, para-sermaye, üretimin koşulları olarak sermaye gibi farklı sermayeler, farklı ilişkiler içinde, aynı zamanda, sabitleşmiş olarak görünür.
Sermaye ile emek-gücü arasındaki küçük dolaşım. Bu, üretim sürecine eşlik eder ve sözleşme, değişim, ticaret biçimi, üretim sürecinin bağlandığı önkoşullar olarak görünür. Sermayenin bu dolaşıma giren kısmı –
geçimin sağlanması–
cat exochn [en üstün biçimde] döner sermayedir. Yalnızca biçimin işlevini değil, aynı zamanda, kullanım-değerini, yani kendi biçimsel belirlenmesinin bir kısmını, bireysel tüketime doğrudan giren tüketilebilir bir ürün olarak maddi kullanılış amacını ve belirlenmesini de belirlemiştir.
Büyük dolaşım; sermayenin üretim evresi dışındaki hareketi, burada onun zamanı, emek-zamanının tersine dolaşım zamanı olarak görünür. Üretim aşamasında bulunan sermayenin, ondan çıkan sermaye ile olan karşıtlığından, akışan [
Flüssig]
sermaye ile
sabit sermaye farkı meydana gelir. Sabit sermaye, üretim sürecinde sabitleşmiş sermayedir ve bu süreçte kendisi tüketilir; büyük dolaşımdan gelmekle birlikte, ona geri dönmez, dolaştığı sürece, yalnızca üretim sürecinde tüketilmek ve yalnızca bu süreç içinde olmak için dolaşır.
Sermayenin dolaşımındaki bu üç çeşit fark, döner sermaye ile sabit sermaye arasındaki üç farkı ortaya koyar; sermayenin bir kısmını, üretim sürecine hiç girmediği, ama ona sürekli eşlik ettiği için
cat exochn [en üstün biçimde] döner sermaye olarak koyar; üçüncüsü de
ahşan sermaye ve
sabit sermaye arasındaki farktır. 3 numaralı biçimde döner sermaye 2 numaralı biçimi de kapsar, çünkü bu da sermaye ile karşıtlık halindedir; ama 2 numara 3 numarayı kapsamaz. Sermayenin bu niteliğiyle üretim sürecine giren kısmı, onun yalnızca maddi bakımdan
üretim aracı olarak hizmet eden kısmıdır; canlı emek ile işlenen materyal arasında ara biçim vardır. Kömür, yakıt vb. gibi akışan sermayenin bir kısmı salt üretim aracı olarak iş görür. Makineleri ya da onları hareket ettiren makineyi işletmek için yalnız araç olarak iş gören her şey böyledir. Bu ayrım, ileride daha geniş incelenecektir. Kuşkusuz bu, 1 numaralı belirlemeye aykırı düşmez, çünkü sabit sermaye de değer
[sayfa 146] olarak aşındığı ölçüde dolaşır. Asıl bu belirlemede
sabit sermaye olarak –yani sermayenin akışkanlığını yitirdiği ve başkalaşma yeteneği sermaye tarafından yoksun bırakılan
belirli bir kullanım-değeri ile özdeşleştiği belirlemede, –
gelişmiş sermaye– buraya kadar onu üretken sermaye olarak taşıdığımız ölçüde – en göze çarpıcı biçimde kendini gösterir. İşte görünüşte uygun olmayan bu biçimde ve bu biçimin 2 numarada dolaşan sermaye biçimi ile gelişen ilişkisi içinde, sermaye olarak sermayenin gelişmesi ölçülür. Hoş bir çelişki. Geliştirilebilir.
Sermayenin çeşitli türleri, ekonomide, görünüşe göre gökten düşmüşlerdir, burada da onun bizzat doğasından ortaya çıkmış hareketlerin ya da daha çok bu hareketin kendisinin birçok tortusu olarak çeşitli belirlemelerde kendini gösterir.
Kapitalist için sürekli olan
döner sermaye “kısmı”, ilk biçiminde ona geri gelir.
Sabit sermaye böyle değildir (Storch).
“
Döner sermaye, bölününceye kadar kâr getirmeyen sermaye bölümüdür;
sabit sermaye vb. sahibinin elinde kaldığı sürece kâr getirir.” (
Malthus.)
“Döner sermaye, sahibinin elinde kaldığı sürece ona gelir ve kâr getirmez;
sabit sermaye, sahip değiştirmeksizin ve dolaşıma gerek kalmadan ona kâr getirir.” (
A. Smith.)
Buna göre, sermayenin
sahibinden ayrılan (
sahibinden çıkan) bu hareketten, değişim
eyleminde kendini gösteren mülkiyetin ya da sahipliğin yabancılaşmasından başka bir şey değildir, ve dolayısıyla, yabancılaşma yoluyla sahibinin değer haline gelmesi, her değişim-değerinin, her sermayenin doğasında bulunduğundan, onun yukardaki özellikteki belirlemesi doğru olamaz. Sabit sermaye, sahibi için değişim aracılığı, onda bulunan değişim-değerinin aracılığı olmaksızın var olsaydı,
gerçekte, o zaman
sabit sermaye salt kullanım-değeri olur, böylece de sermaye olmazdı. Ancak yukardaki belirlemeye temel olan şudur: değer olarak sabit sermaye (gördüğümüz gibi, yalnızca parça parça, birbiri ardınca olsa da) dolaşır.
Kullanım-değeri olarak dolaşmaz.
Sabit sermaye, materyal ve özelliğine göre gözönüne alındığı ölçüde, üretim sürecinin öğesi olarak, sınırlarının dışına asla çıkmaz; sahibi tarafından elden çıkarılmaz; onun elinde kalır. Sermaye olarak, hep taze değer olarak yalnızca
biçimsel özelliği gereğince dolaşır.
Döner sermayede biçimle içerik, kullanım-değeri ile değişim-değeri arasında bu fark meydana gelmez. Değişim-değeri olarak dolaşmak, böyle değer olmak için en önce dolaşıma girmesi, elden çıkarılması gerekir. Bu nitelikte
sermaye için kullanım-değeri yalnız değerin kendisidir.
Döner sermaye, elden çıkarılırsa, yalnızca onun için değer olarak gerçekleşir. Onun elinde kaldığı
[sayfa 147] sürece yalnız
kendinde değeri vardır; ama değer olarak
konulmamıştır; ancak
dunamei [güç olarak] vardır, ve eylem olarak değil. Buna karşılık,
sabit sermaye, kullanım-değeri olarak kapitalistin elinde kaldığı, sermayenin içsel organik hareketi demek olan kendisiyle ilişkisi, onun içgüdüsel hareketine, başkası için olan varlığına karşı bir ilişki olarak görülebildiği sürece yalnız değer olarak gerçekleşir. Bu yüzdendir ki,
sabit sermaye üretim sürecine girer girmez burada kaldığı için de burada kaybolur, burada tüketilir. Bu kayboluşun süresi bizi bu kesimde henüz ilgilendirmiyor. Bu yönüyle, Cherbuliez’in
yardımcı maddeler dediği, üretim sürecinde tamamıyla tüketilen, üretim sürecinin kendisi için yalnız
kullanım-değerine sahip olan kömür, odun, petrol, talk vb. gibi şeyler
sabit sermayeye girer. Aynı maddelerin ise üretim dışında da bir kullanım-değeri vardır ve tıpkı yapılar, evler vb. gibi üretim için gerekliliği belirlenmemiş şeyler olarak başka tarzda da tüketilebilirler. Bunlar, belirli bir özellikte varlıkları dolayısıyla değil, kullanımları bakımından
sabit sermayedir. Üretim sürecine girer girmez bu niteliği kazanırlar. Sermayenin üretim sürecinin öğeleri olarak yer alır almaz
sabit sermayedirler; çünkü ||40| o zaman
döner sermaye olma özelliğini yitirirler.
Dolayısıyla, sermayenin küçük dolaşımına giren sermaye kısmı –ya da bu harekete girdiği ölçüde sermaye– sermaye ile emek-gücü arasındaki dolaşım, sermayenin ücret olarak dolaşan kısmı –
asla dolaşımdan çıkmadığı, asla sermayenin üretim sürecine girmediği, maddi yönüne göre kullanım-değeri olarak girmediği, her zaman ürün olarak, daha önceki bir üretim sürecinin sonucu olarak onun tarafından dışarı itildiği gibi, bunun tersine, sermayenin
sabit sermaye diye belirlenmiş kısmı, maddi varlığı gereğince,
üretim sürecinden çıkmaz ve
dolaşıma bir daha girmez. Bu sonuncusu yalnız değer olarak (tamamlanmış hazır ürünün değerinin bir kısmı olarak) dolaşıma girdiği halde, öteki yalnızca değer olarak, ücretin yeniden-üretimi gerekli-emek olduğu için, sermayenin ücret olarak dolaşan değer kısmının yeniden-üretimi olduğu için üretim sürecine girer. Öyleyse bu,
sabit sermayenin ilk belirlemesidir ve bu yönü ile
yardımcı maddeleri kapsar.
İkincisi: Sabit sermaye, bununla birlikte, kullanım-değeri olarak üretim sürecinde tüketildiği ölçüde, yalnızca değer olarak dolaşıma girebilir. Bağımsız durumunda kullanım-değeri olarak, tüketilmesi açısından değer olarak –yani üründe harcanmış ya da saklanmış emek-zamanı olarak– ürüne girer. Kullanım yoluyla aşınır, ama bu, değerinin kendi biçiminden ürünün biçimine aktarılması biçiminde olur. Kullanılmazsa, bizzat üretim sürecinde tüketilmezse –makine durur,
[sayfa 148] demir paslanır, ağaç çürür– doğal olarak değeri, kullanım-değeri olarak geçici varlığı ile birlikte yok olur. Değer olarak dolaşımı, kullanım-değeri olarak ürerim sürecindeki tüketimine eşittir. Tamamıyla yeniden-üretilmesi, yani toplam değerinin dolaşımdan geri dönmesi, ancak, kullanım-değeri olarak üretim sürecinde tamamıyla tüketilmesinden sonra olur. Değerde tam olarak ortaya çıktıktan sonra ve dolayısıyla dolaşıma tam olarak girdikten sonra kullanım-değeri olarak tamamıyla yok olur ve bu yüzden üretimin gerekli öğesi olarak aynı türden yeni bir kullanım-değerinin onun yerini alması, yani yeniden-üretilmesi zorunludur. Yeniden-üretilmesi zorunluğu, yani yeniden-üretim zamanı, üretim süreci içinde soğurulduğu ve tüketildiği süre ile belirlenmiştir.
Döner sermayede yeniden-üretim dolaşım-zamanı ile,
sabit sermayede dolaşım, sermayenin kullanım-değeri olarak, maddi varlığı içinde üretim eylemi sırasında tüketildiği süre ile, yani yeniden-üretilmek zorunda olduğu zamanla belirlenmiştir. Bin pound iplik, satıldıktan ve karşılığında alman para pamuk vb. karşılığında, kısaca ipliğin üretim öğeleri karşılığında değişildikten sonra gene yeniden-üretilebilir. Öyleyse bunun yeniden-üretimi dolaşım zamanı ile belirlenmiştir. 1000£ değerinde, 5 yıl dayanan, ancak 5 yıl sonra aşman ve ondan sonra yalnız hurda demir olan bir makine, üretim sürecinde ortalama tüketim olarak alırsak, her yıl
1/
5 oranında yıpranır. Dolayısıyla her yıl değerinin
l/
5’i dolaşıma girer ve ancak 5 yıl geçtikten sonra tamamıyla dolaşıma girmiş ve ondan geri dönmüştür. Öyleyse dolaşıma girişi yalnız yıpranma zamanı ve tam olarak dolaşıma girmek ve ondan geri dönmek için değerinin gereksindiği zaman, toplam üretim zamanı, yeniden-üretilmesi için gereken zaman ile belirlenmiştir. Sabit sermaye yalnızca değer olarak ürüne girer; oysa döner sermayenin kullanım-değeri onun özü olarak üründe kalmış ve yalnız başka bir biçim almıştır. Bu farklılaşma yoluyla döner ve sabit sermaye olarak ayrılan toplam sermayenin
devir zamanı önemli bir değişikliğe uğrar. Diyelim ki, toplam sermaye = S; bunun dönen kısmı = c; sabit kısmı = f; sabit sermaye
1/
x S; döner sermaye S/x olur. Döner sermaye yılda 3 kez, sabit sermaye 10 yılda-bir yalnızca 2 kez dönüyor. 10 yılda f ya da S/x iki kez dönecektir; oysa bu aynı yıl boyunca S/y, 3×10 = 30 kez dönecektir. S = S/y yani yalnızca döner sermaye olsaydı, U, onun devri = 30 olurdu; toplam devreden sermaye = 30x
s/
y : 10 yılda dönen toplam sermaye. Ama sabit sermaye 10 yılda yalnızca 2 kez döner. Bunun U = 2; toplam devir yapmış sabit sermaye = 2S/x. Ama S= S/y + S/x ve toplam devir zamanı = bu iki kısmın toplam devir zamanı. Eğer sabit sermaye 10 yılda 2 kez dönüyorsa, bir yılda
2/
10 ya da
1/
5 döner; oysa döner sermaye bir yılda 3 kez döner. S/5x her yıl bir kez döner.
1000 taler sermayenin = 600’ü
döner sermaye ve 400’ü
sabit sermaye [sayfa 149] ise, soru basittir; yani
3/
5 döner ve
2/
5 sabit sermayedir; sabit sermaye 5 yıl dayanırsa, yani 5 yılda bir kez ve döner sermaye her yıl 3 kez dönerse, ortalama devir sayısı ya da toplam sermayenin ortalama devir süresi nedir? Bu, yalnız döner sermaye olsaydı, 5×3 = 15 kez dönmüş olurdu; dönen toplam sermaye 5 yılda 15.000 olurdu. Ama bunun
2/
5’i 5 yılda yalnız bir kez dönüyor. O zaman bu 400 talerden bir yılda dönen
400/
5 = 80 talerdir. 1000 talerden yılda 600’ü 3 kez, 80’i bir kez dönüyor; ya da bütün yıl yalnız 1.880’i döner; o zaman 5 yılda dönen 5×1.800 = 9.400; yani toplam sermaye, yalnızca döner sermayeden oluşsaydı, 5.600 daha az olurdu. Bütün sermaye yalnızca döner sermayeden oluşsaydı,
1/
3 yılda bir kez dönmüş olurdu.
*
||41| Varsayalım sermaye = 1.000; c = 600, yılda 2 kez dönüş yapıyor; f = 400 bir yılda bir kez dönüyor; yarım yılda 600 (
3/
5 S) dönüş yapıyor;
400/
2 ya da gene bir yarım yılda (2S/5×2), dolayısıyla yarım yılda dönüş 600 + 200 = 800 (yani c + f/2). Öyleyse bütün bir yılda devir 2x800 ya da 1.600; bir yılda 1.600 taler; yani
12/
16 ayda 100,
120/
16 ayda 1.000 = 7½
ay. Toplam 1.000 sermaye
7/
12 ayda dönüş yapıyor, oysa 6 ayda dönüş yapsaydı, yalnızca döner sermayeden oluşmuş olurdu. 7½:6 = 1:1¼
ya da
5/
4. Sermaye = 100, döner = 50, sabit = 50 ise; birincisi yılda 2 kez, ikincisi bir kez dönüş yapar; böylece 100’ün ½’si 6 ayda 1 kez dönüş yapar; 100’ün ¼’ü 6 ayda 1 kez dönüş yapar; o zaman 6 ayda ¾’ü, 6 ayda 100’ün ¾’ü dönüş yapar; ya da 6 ayda 75 ve 8 ayda 100. 100’ün
2/
4’ü 6 ayda ve aynı 6 ayda 100’ün ¼’ü (sabit sermayenin ½’si) dönerse, 100’ün ¾’ü 6 ayda döner. Öyleyse ¼
6/
3’te = 2; yani 100’ün
4/
4’ü ya da 6 + 2,8 ayda 100. Sermayenin toplam devir zamanı = 6 (tüm
döner sermayenin ve
sabit sermayenin ½’sinin ya da toplam sermayenin ¼’ünün devir zamanı) +
6/
3, yani + bu devir zamanının, döner sermayenin devir zamanında dönen sermayeden, geri kalan
sabit sermayenin oluşturduğu bölünebilir kışımı gösteren sayı ile bölünmesi. Öyleyse, yukardaki örnekte:
3/
5100 6 ayda dönüyor;
1/
5100 de öyle; yani 6 ayda100’ün
4/
5’i; kalan sermaye 100’ün
1/
5’i,
6/
4 ayda dönüyor; bütün sermaye 6 +
6/
4 ayda 6 + l½ ya da 7½ aya. Genel olarak dile getirilirse:
*
[sayfa 150]
Ortalama devir zamanı = döner sermayenin devir zamanı + bu devir zamanının, sermayenin bu devir zamanında dolaşmış genel toplamında
sabit sermayenin geri kalan kısmının kaç kez içerildiğini gösteren sayı ile bölünmesi.
*
100 talerlik iki sermaye, birisi bütünü ile
döner sermaye, öteki yarı yarıya
sabit sermaye, herbiri %5 kazanç üzerinden olmak üzere, biri yılda 2 kez dönüş yapsa, ötekinde de
döner sermaye gene 2 kez dönse, ama
sabit sermaye yalnız bir kez dönse; birinci örnekte devir yapan sermayenin tümü 200 ve kârı 10’dur; ikincisinde 8 ayda 3 dönüş, 4 ayda 11/2 dönüş olur; ya da 12 ayda 150 dönüş yapar; o zaman kâr = 7 1/2. Bu tür hesap,
döner sermayenin ya da
sabit sermayenin herhangi
bir gizemli içkin güç yoluyla kazanç getirdiği önyargısı insanları rahatlatmış, Malthus’un kullandığı “
sahibinin payı içinde olursa,
döner sermaye kazanç getirir vb.” gibi sözler de bile bunun doğrulanmasına rastlanmamıştır; ayrıca Malthus’un
“Measure of value” vb. yapıtından yukarda aktarılan yerlerde de, onun
sabit sermayenin kârlarını biriktirme biçimi böyledir. Artı-kazanç öğretisinin bugüne kadar var olan ekonomi bilgilerinde salt olarak incelenmeyip, çeşitli sermayelerin genel kâr oranına katıldığı ortaklık ilkesine varan, gerçek kâr öğretisi ile aynı kaba konmasıyla en büyük karışıklığa ve en büyük aldatmacaya neden olmuştur. Sınıf olarak kapitalistlerin kârı ya da sermayenin kârı, paylaştırılmadan önce var olmalıdır. Onun oluşumunu paylaştırma ile açıklamaya kalkmak son derece saçmadır. Yukardaki açıklamalara göre, sabit sermaye denilen sermaye kısmı arttığı ölçüde, sermayenin dolaşım zamanı büyüdüğü için,
* kâr azalır. Yukardaki örnekte 100 olan aynı |[42| büyüklükte sermaye yalnızca
döner sermayeden oluşsaydı, yılda 2 kez bütünüyle dönecekti. Oysa 16 ayda yalnız 2 kez dönecek ya da yalnız 150 taler bir yılda dönecektir, çünkü yarısı
sabit sermayeden oluşmuştur. Belirli bir sürede yeniden-üretimlerinin sayısı, ya da bu belirli zaman sırasında yeniden-üretilen sermayenin miktarı nasıl
[sayfa 151] azalıyorsa, artı-zamanın ya da artı-değerin üretimi de azalır, çünkü sermaye artı-değer getirdiği ölçüde hemen yalnız değer getirir. (Hiç değilse bu onun eğilimi; ona uygun bir eylemdir.)
Gördüğümüz gibi, sabit sermaye, kullanım-değeri olarak üretim sürecinde aşındığı ya da tüketildiği ölçüde yalnız değer olarak dolaşır. Ama böyle tüketilen ve kullanım-değeri biçiminde yeniden-üretilmesi gereken zaman, onun göreli dayanıklılığına bağlıdır. Bu sabit sermayenin dayanıklılığı, ya da çok ya da az geçici niteliği –sermayenin yinelenen üretim süreçlerinde işlevini bu süreçler çerçevesinde yinelemeyi sürdürebildiği zamanın çokluğu ya da azlığı–, onun kullanım-değerinin bu belirlemesi burada biçimsel belirlemenin bir öğesi, yani sermayenin maddi yönü için değil, biçim yönü için belirlenen bir öğe olur.
Sabit sermayenin yemden-üretiminin gerekli-zamanı, gene bunun gibi, tüm sermayeye olan oranı, burada toplam sermayenin devir zamanını ve bununla birlikte onun değerlenmesini değişikliğe uğratır. Öyleyse, sermayenin daha çok dayanıklı olması, (onun yeniden-üretimin gerekli-zamanının (sürekliliğinin
*) azalması) ve sabit sermayenin toplam sermayeye oranı, burada değerlendirmeyi etkiler, bunun gibi daha yavaş devir de bunu, ya sermayenin para olarak geri döndüğü pazarın yer bakımından daha uzak olması, yani dolaşım yolunun çizilmesinin daha çok zamanı gerektirmesi (örneğin İngiltere’de Doğu Hint pazarı için çalışan sermayelerin, daha yakın pazarlar ya da iç pazar için çalışan sermayelere göre daha yavaş geri dönmesi) suretiyle, ya da tarımda olduğu gibi, bizzat üretim aşaması doğa koşulları yüzünden kesintiye uğradığı için etkiler.
Sabit sermayenin değerlenme süreci üzerine etkisini ilk önce belirtmiş olan Ricardo, yukarda aktarılan satırlarda görülebileceği gibi, bütün bu belirlemeleri birbiriyle karmakarışık hale getiriyor.
Birinci durumda (
sabit sermaye) sermayenin devri azalır, çünkü üretim süreci içinde
sabit sermaye yavaş tüketilir, ya da o sırada müşteriyi üretim için gereken zaman süresinde aramaktır. İkinci durumda, devrin azalması dolaşım zamanının uzamasından ileri gelir (birinci durumda
sabit sermaye, gene de dolaşıyorsa, dolaşıma giriyorsa, zorunlu olarak hep ürün kadar hızlı dolaşır, çünkü maddi varlığı içinde değil, yalnız değer olarak, yani ürünün genel değerinin ideal parçası olarak dolaşır), aynı zamanda asıl dolaşım sürecinin, paranın geri dönüşümünün ikinci yansının dolaşım zamanının uzamasından ileri gelir. Üçüncü durumda devir azalması, birinci durumda olduğu gibi, üretim sürecinde ortadan kaybolmak için sermayenin istediği süreden değil, ürün olarak ondan meydana gelmek için gerekli daha uzun
[sayfa 152] süreden ileri gelir. Birinci durum,
sabit sermayeye özgü bir şeydir; öteki ise, akışkan olmayan, sabit kalan, genel dolaşım zamanının bir aşamasında sabit sermaye kategorisine girer (
oldukça yüksek dayanıklılığı olan sabit sermaye, ya da uzun dönemlerde dönebilen döner sermaye.
McCulloch. Principles of Political Economy,
106 defter, s. 15)
.
Üçüncüsü: Buraya kadar
sabit sermayeyi, yalnızca, tam anlamıyla dolaşım süreciyle ilişkisi açısından özgül davranışı, özel davranışı tarafından ortaya konulmuş olan farklılıklar açısından inceledik. Bu açıdan daha başka farklar da ortaya çıkacaktır. Birincisi, değerin varlığı kullanım-değerinin varlığı ile bir araya geldiği için, döner sermayenin her parçası tamamıyla değişildiği halde, onun azar azar değer geliri olması farkı. İkincisi, bizim buraya kadar yaptığımız gibi, yalnız herhangi bir sermayenin ortalama devir zamanı üzerindeki etkisi dolayısıyla değil, kendisine ait devir zamanı üzerindeki etkisi dolayısıyla ele alınması. Sonuncusu,
sabit sermayenin yalnızca üretim aracı olarak ürerim süreci içinde ortaya çıktığı yerde değil, sermayenin bağımsız biçimi olarak, örneğin demiryolları, kanallar, yollar, su yolları biçiminde, toprakla birleşmiş sermaye vb. olarak bulunduğu yerde önemlidir. Sonuncu belirleme, bir ülkenin toplam sermayesinin bu iki biçime bölündüğü ilişki için özellikle önemlidir. Sonra da onun yenilenme ve korunma türü önemlidir; bu ise ekonomilerde, yalnızca
döner sermaye aracılığı ile gelir getirebildiği vb. biçimde görülür.
Aslında bu sonuncusu, onun
döner sermayenin yanında ve
dışında özel bir bağımsız varlık olarak değil,
sabit sermayeye dönüşmüş
döner sermaye olarak ortaya çıktığı yerde
öğenin incelenmesinden başka bir şey değildir. Ama bizim burada şimdilik incelemek istediğimiz, sabit sermayenin dışardaki ilişkisi değil, onun üretim sürecinde sürekli kapalı kalması dolayısıyla ne ölçüde bir ilişkinin var olduğudur. O, üretim sürecinin kendisinin belirli bir öğesi olması nedeniyle ortaya çıkmıştır.
<
Sabit sermayenin her belirlemede, bireysel tüketime değil, yalnız ürerime hizmet eden sermaye olduğu hiçbir zaman söylenmemiştir. Bir ev üretime hizmet ettiği gibi tüketime de hizmet eder; bütün araçlar, bir gemi ve bir araba, hem gezintiye yarar, hem de taşıma aracıdır; bir cadde hem gerçek üretim için ulaşım aracıdır, hem de gezmeye yarar vb..
Sabit sermaye bu ikinci ilişkide bizi hiç ilgilendirmiyor; çünkü burada sermayeyi yalnızca gerçekleştirme süreci ve üretim süreci olarak inceliyoruz. Faiz ile ilgili olarak ikinci belirlemede de işe karışacak. Ricardo, şunları söylerken yalnızca bu belirlemeyi göz önünde tutabilir: “Sermaye az ya da çok geçici oluşuna, yani belirli bir zaman içinde az ya da çok yemden üretilmesi zorunluluğuna göre, döner sermaye ya
[sayfa 153] da sabit sermayedir.” (
Ricardo. VIII, 29.)
Buna göre, bir kahve güğümü sabit sermayedir, ama kahve döner sermayedir. İktisatçıların kaba materyalizmini, insanların toplumsal üretim ilişkilerini ve bu ilişkiler altında toplanmış nesnelerin aldığı belirlemeleri, nesnelerin
doğal özellikleri olarak görmek, hem kaba bir idealizmdir, hem de nesnelere toplumsal ilişkileri onlarda içkin belirlemeler olarak yükleyen ve böylece onları gizemleyen bir fetişizmdir. (Herhangi bir nesneyi doğal niteliğine göre sabit sermaye ya da döner sermaye olarak saptamanın güçlüğü, iktisatçıları, nesnelerin kendilerinin ne sabit, ne de döner sermaye olduğu, belki hiç sermaye olmadığı, bunun gibi altının doğal özelliğinin de para olamayacağı düşüncesine burada kural dışı biçimde götürmüştür.)>
(Unutmamak gerekir ki, yukarda sayılan noktalara, döner sermaye olarak sermayenin dolaşımı, yani onun sahip değiştirmesini sağlayan işlemler de ekleniyor.)
“
Sabit-bağlı sermaye: belli bir üretim türüne, bir başka üretim türüne yönlendirilemeyecek kadar bağlı sermaye.” (
Say, 24.)
Sabit sermaye insanın kendi kullanımına ayırdığı şeyi tüketmesine yardım etmek için tüketilir ...
gelecekteki bir çalışmanın üretken güçlerini artırmaya özgü sürekli konumlara bağlıdır”. (
Sismondi. VI.)
“
Sabit sermaye, çalışma aletlerinin, makinelerin, vb. bakımını sağlamak için gerekli sermaye.” (Smith, c. II, s. 126.)
“
Akışan sermaye tüketilir, sabit sermaye yalnızca büyük üretim çalışmasında kullanılır.” (
Economist. Defter VI, s. I)
“
İşinin bir bölümünü yaparken, bu nesnelerin ele geçirilmesinde yararlanmak için eline aldığı ilk sopa ya da ilk taşın günümüzde tüccar uluslar tarafından kullanılan sermayelerin yerini tuttuğu gösterilecek.” (Lauderdale, s. 87, defter 8a.) “
Makineye dönüşmüş bir sermaye ile emeği ödünlemek, insan soyunu belirginleştiren ve ayırt eden özelliklerden birini oluşturuyor.” (s. 20.)
(Lauderdale defteri, s. 9.) “
Şimdi anlaşılıyor ki, sermayelerin kârı her zaman ya insanın kendi elleriyle yapması gereken bir işi ödünlemelerinden, ya da insanın kişisel çabalarının üzerinde ve kendi başına yapamayacağı bir işi yapmalarından geliyor.” (s. 119, agy.) Lauderdale, Smith ve Lock’a veryansın ediyor, ||43| bu arada kârın yaratıcısı olarak emek görüşü, ona göre, şu sonuca götürüyor: “Eğer bu sermayenin kârı düşüncesi kesinlikle doğru olsaydı, bundan, sermayenin kârının
kökensel bir zenginlik kaynağı değil, türev-sel bir zenginlik kaynağı olduğu sonucu çıkardı ve
kârların emekçinin cebinden kapitalistin cebine aktarmadan başka bir şey olmadığı için de [sayfa 154] sermayeler zenginliğin ilkelerinden biri olarak düşünülemezdi.” (
agy., 116,117.)
“Sermayelerin kârı her zaman ya insanın kendi elleriyle yapması gereken bir iş parçasını ödünlemelerinden, ya da insanın kişisel çabalarının üzerinde ve kendi başına yapamayacağı bir işi yapmalarından geliyor.” (s. 119,
agy., s. 96.) “
Eğer kapitalist, parasının kullanımıyla, tüketiciler sınıfını belli bir çalışmadan kurtarıyorsa, onun yerine kendi emeğinin eşit bir parçasını koymadığını saptamak gerekir; bu da o işi kendisinin değil, sermayesinin yaptığını gösterir.” (10, defter,
agy., s. 132.)
“Eğer Adam Smith makinenin etkisinin çalışmayı kolaylaştırmak ya da kendisinin dediği gibi emeğin üretken gücünü artırmak olduğunu düşünecek yerde, (Bay Smith sermayelerin etkisinin
emeğin üretken gücünü artırmak olduğunu ancak olağandışı bir kafa karışıklığıyla söyleyebilmiştir. Aynı mantıkla pekala
iki belli yer arasında çizilmiş bir yolu yarı yarıya kısaltmanın,
yürüyenin hızını iki katına çıkaracağı anlamına geldiği de ileri sürülebilirdi), makine için ödenen paranın emeğin yerini tutarak kazanç sağladığını söyleseydi, kârın kökenini de aynı duruma bağlardı.” (s. 11, s. 137.) “
İster sabit, ister döner olsun, sermayeler, iç ticarette, emeğe etkinlik kazandırmaya yaramak şöyle dursun, emeğin üretken gücünü artırmak şöyle dursun, tersine ancak şu iki durumda, yani ya insanın kendi elleriyle yapmak zorunda olduğu bir iş parçası zorunluluğunu ödünledikleri, ya da insanın kendi başına yapamayacağı belli bir işi yerine getirdikleri durumlarda yararlı ve kârlı bir nitelik taşırlar.” Bu, gene Lauderdale’e göre, salt bir sözcük farkı oluşturmuyor. “Sermayelerin emeği etkinliğe geçirdikleri ve onun üretken gücünü artırdıkları düşüncesi, emeğin her yerde var olan sermaye miktarı ile orantılı olduğu, bir ülke sanayisinin her zaman kullanılan sermayeler kadar olduğu kanısına yol açıyor ve bundan da sermayelerin artışının zenginliği artırmanın egemen ve sınırsız aracı olduğu sonucu çıkıyor. Bunun yerine, eğer sermayelerin belirli bir işi ödünlemek ya da onun yerine getirmekten başka yararlı ve kârlı bir biçimde kullanılamayacakları kabul edilirse, devletin tüketici tarafından istenen şeylerin üretim ve yapımında kullanılabileceğinden daha çok sermaye
sahibi olmakta hiçbir yarar bulamayacağı doğal sonucuna varılacaktır.” (s. 151, 152 – defter, s. 11, 12.) Görüşünü desteklemek için Lauderdale, sermayenin emekten bağımsız olarak
kendine özgü bir
kâr ve dolayısıyla
zenginlik kaynağı olduğunu kanıtlamak için, daha yeni bulunan bir makine sahibinin
icat beratı süresi sona ermeden ve rekabet fiyatların düşmesine yolaçmadan önce gerçekleştirdiği aşırı kârlardan söz ediyor ve şu sonuca varıyor: “
Fiyat için bu kırsal değişikliği makinenin” (kullanım-değeri bakımından)
kazancının bir sermayeden berat süresi sona ermeden önce sağlanan düzeyde gerçekleşmesini engellemez: bu sermaye her zaman bir ülkenin gelirinin daha önce yeni icadın ödünlediği emeği ücretle çalıştırmaya ayrılan bölümünü oluşturur”, (
agy. 125, defter, s. 10b.) Buna karşılık Ravenstone şöyle diyor (IX, 32): “
Makineler bir bireyin çalışmasını kısaltmakta ancak [sayfa 155] ender olarak başarıyla kullanılabilirler; onları yapmak için, onları kullanarak tasarruf edilebilecek zamandan daha çoğu yitirilir. Makineler ancak büyük yığınlar üzerinde etkili oldukları, ancak bir tek makine binlerce insanın çalışmasına yardımcı olabildiği zaman gerçekten yararlı bir nitelik taşır. Öyleyse makineler en çok en kalabalık, aylağı en fazla ülkelerde görülecektir. Makinelere insan kıtlığı yüzünden değil, ama onlar sayesinde bu insanları kolayca bir araya getirebildikleri için başvuruluyor.” (
agy.)
“
Makinelerin 1) güç üretmekte yararlanılan makineler; 2) amacı yalnızca gücü iletmek ve işi yerine getirmek olan makineler biçiminde bölünmesi.” (Babbage, Defter, s. 10.) “
Fabrika, yetişkin olan ve olmayan, merkezi bir güç tarafından sürekli olarak harekete getirilen üretken bir makineler sistemini ustalık ve titizlikle gözeten işçilerin birçok sınıfının elbirliği anlamına gelir ... işleyişi sürekli bir sistem oluşturmayan ya da, bir bir devindirici ilkeye bağımlı olmayan her türlü imalatı dışlar. Bu son sınıfın boyama fabrikalarındaki, bakır dökümevlerindeki vb. örnekleri. En kesin anlamında bu terim, aynı nesneyi üretmek için birlikte ve ara vermeden çalışan ve kendiliğinden hareket eden devindirici güce bağımlı birçok mekanik ve entelektüel organdan oluşan geniş bir otomat düşüncesine yolaçıyor.” (Ure,13.)
Emek-zamanı – Sabit sermaye. Emek araçları. Makine. Sabit sermaye.
Emek-güçlerinin sermaye güçlerine aktarılması, hem sabit, hem de döner
sermayede. – Sabit sermaye (makine) ne ölçüde değer yaratır. – Laudardale.
– Makine yığınlarca işçi gerektirir.
Üretim sürecinin kendisinde tüketilen sermaye ya da
sabit sermaye, vurgulu anlamda
üretim aracıdır. Daha geniş anlamda her üretim süreci ve onun her öğesi, –bu öğe maddi anlamda ele alındığı ölçüde– dolaşım gibi sermaye için yalnızca üretim aracıdır, sermaye için öz amaç olarak yalnızca değer vardır. Maddi anlamda bizzat ele alındığında bile, hammadde, ürün için üretim aracıdır vb..
Ama üretim sürecinin kendisinde değer olarak
sabit sermayenin kullanım-değerinin belirlenmesi, onun yalnız araç olarak bu süreçte kullanılması ve hammaddenin değişimi için salt etken olarak bile üründe var olması ile özdeştir. Böyle bir üretim aracı olarak onun kullanım-değeri, sürecin oluşması için (üretim sürecinin geçtiği yer) yalnız teknolojik koşul olmasından, yapılarda ve benzerlerinde olduğu gibi, ya da asıl üretim aracının etkilemesi için, bütün
yardımcı maddeler gibi, doğrudan koşul olmasmdan meydana gelir. Her ikisi de gene, genellikle üretim sürecinin oluşması, ya da emek aracının kullanılması ve korunması için yalnızca maddi koşullardır. Ama bu, gerçek anlamda yalnızca üretim sırasında ve üretim için iş görür, başka bir kullanım-değeri yoktur.
[sayfa 156]
Başlangıçta, değerin sermayeye geçişini gözden geçirdiğimizde, emek süreci doğrudan sermaye içine alındı ve maddi koşullarına, maddi varlığına göre sermaye, bu sürecin bütünlüğü olarak ortaya çıktı ve buna göre de belirli nitel parçalara,
emek malzemesi (bunun için hammadde, doğru ve kavramsal bir anlatım değildir),
emek aracı ve
canlı emek diye ayrıldı. Bir yandan sermaye maddi varlığına göre bu üç öğeye ayrılmıştı; öte yandan da bunların hareketli birliği
emek süreciydi (ya da bu öğelerin birbiriyle sürece girmesiydi), hareketsiz birliği de üründü. Bu biçimde maddi öğeler –emek malzemesi, emek aracı ve cardı emek– yalnızca sermayenin kendine mal ettiği emek sürecinin kendisinin temel öğeleri olarak ortaya çıkıyorlardı. Ama bu maddi yön –ya da kullanım-değeri ve gerçek süreç olarak sermayenin belirlenmesi– onun biçim belirlemesinden tamamen ayrıydı. Burada ortaya çıkanlar şunlardı:
1) emek-gücü ile değişimden önce, gerçek süreçten önce, sermayenin yalnızca kendi kendisinin nitel bakımdan farklı kısımları olarak, toplam olarak kendi kendisinin birim oluşturduğu değerin miktan olarak ortaya çıkan üç öğe. Maddi biçim, bu farklı kısımların var olduğu kullanım-değeri, bu belirlemenin aynı türden oluşunda bir şey değiştirmiyordu. Biçim belirlemesi gereğince bunlar yalnız, sermayenin nicel olarak kısımlara ayrıldığı biçimde ortaya çıkıyordu;
2) sürecin içinde ise, biçim yönünden bakınca, emeğin öğeleri ve öteki ikisi, yalnızca, birisinin değişmeyen değerler ve ötekinin de değer getirici diye belirlenmiş olması bakımından birbirinden ayrılıyordu. Ancak bu ölçüde kullanım-değerleri olarak, maddi yanın sözkonusu olduğu farklılık, sermayenin biçim belirlenmesinin tamamıyla dışmda kalıyordu. Oysa şimdi
döner sermaye (hammadde ve ürün) ile ||44|
sabit sermaye (emek araçları) farkında, kullanım-değerleri olarak öğelerin farkı, aynı zamanda sermaye olarak sermayenin farkı olarak onun biçim belirlemesinde ortaya çıkmıştır. Etkenlerin birbiriyle yalnız nicel olan ilişkisi, şimdi sermayenin kendisinin nitel farkı olarak, onun genel hareketi (devir) halinde belirleyici olarak ortaya çıkıyor. Emek malzemesi ve emek ürünü, emek sürecinin yalnız yansız kalıntısı,
hammadde ve
ürün olarak,
malzeme ve emek ürünü olarak değil, çeşitli evrelerde sermayenin kendisinin kullanım-değeri olarak maddi yönden de belirlenmiştir.
Emek aracı, sözcüğün genel anlamında emek aracı olarak, doğrudan, tarihsel bakımdan, sermaye tarafından onun değerlendirme sürecine alındığı gibi, değerlendirmede kaldığı sürece yalnız biçimsel bir değişime uğrar; bu değişimin nedeni, şimdi yalnız maddi yönüne göre emeğin aracı olarak değil, aynı zamanda sermayenin genel süreci yoluyla belirlenmiş özel bir varlık tarzı –
sabit sermaye olarak– ortaya
[sayfa 157] çıkmasıdır. Ama emek aracı, sermayenin üretim sürecine alındıktan sonra, çeşitli başkalaşmalardan geçer, bunların sonuncusu makine ya da daha çok bir otomat tarafından, devindirici bir güç tararından kendi kendine harekete getirilen
otomatik makine sistemidir (makine sistemi:
otomatik sistem, makinelerin en tam ve en uygun biçimidir ve makineleri bir sistem haline getirir); bu otomat çok sayıda mekanik ve akılcı organlardan meydana gelir, böylece işçilerin kendisi yalnızca onun bilinçli [kol, bacak gibi] üyeleri olarak belirlenir. Makinede ve daha çok da makinelerde otomatik bir sistem olarak, emek aracı kullanım-değerine göre, yani maddi varlığına göre,
sabit sermayeye ve genel olarak sermayeye uygun bir varlığa dönüşmüştür, sermayenin doğrudan emek aracı olarak üretim sürecine alınmış olduğu biçim, sermayenin kendisi tarafından konmuş ve ona uygun biçimde alıkonmuştur. Makine hiçbir bakımdan tek işçinin emek aracı olarak ortaya çıkmaz.
Kendine özgü nitelikleri, emek aracında olduğu gibi, işçinin nesnele aktarılabilen etkinliği değildir; bu etkinlik, daha çok, onun yalnız makinenin işinin, eyleminin ham malzemeye aktarılması – gözetmesi ve onu arızalardan koruması biçiminde vardır. İşçinin –organ olarak– becerisi ve etkinliği ile canlandırdığı, dolayısıyla kullanılışı onun ustalığına bağlı olan alette olduğu gibi değildir. Aksine, işçi için beceriye ve güce sahip olan makinenin kendisi ustadır, işçinin besinlerden tükettiği gibi, kömür, petrol vb. tüketen (yardımcı maddeler} makinenin kendisinde etkin, mekanik yasalarda ve kendi sürekli öz hareketinde kendi ruhuna sahiptir. Etkinliğin salt bir soyutlanması ile sınırlı işçi etkinliği, her yönü ile, makinenin hareketi yoluyla belirlenmiş ve düzenlenmiştir, tersi sözkonusu değildir. Yapısı gereğince, bir otomat olarak, istenilen tarzda hareket etmeye, makinenin cansız organlarım zorlayan bilim, işçinin bilincinde yoktur, tersine, onun üzerinde, makine yabancı güç olarak, bizzat makinenin gücü olarak etki yapar. Canlı emeğin nesneleşmiş emek yoluyla elde edilmesi –kendi kendisi için olan değer yoluyla değerlendirici gücün ya da etkinliğin elde edilmesi– sermayenin kavramında vardır, üretim sürecinin kendisinin karakteri olarak, aynı zamanda onun maddi öğeleri ve maddi hareketi gereğince, makineye dayalı üretimde vardır. Üretim süreci, emeğin onun üzerinde ona egemen olarak etkili oluşu anlamında emek süreci olmaktan çıkmıştır. Emek, tersine, ancak, mekanik sistemin birçok noktasında yeralmış tek tek çalışan işçilerin içinde bilinçli organ olarak görünür; dağınıktır, bizzat makinelerin genel süreci altında yeralmıştır, kendisi sistemin ancak bir parçasıdır, bu sistemin birliği canlı işçilerde değil, bu işçinin tek önemsiz etkinliğine karşı kendi gücünü dayatan bir organizma olarak görünen canlı (etkin) makinelerdedir. Makinede, canlı emeği maledinmiş bulunan, biçimi bakımından sermaye olan, emek süreci
[sayfa 158] içersinde canlı emek karşısında görünüşte egemen olan bu gücün kendisi, nesneleşmiş emektir. Sermayenin gerçekleşme sürecinin salt öğesi olarak emek sürecinin birleşmesi, maddi açıdan da, emek aracının makinelere ve canlı emeğin bu makinelerin salt canlı eklentilerine, bunların işlem aracı olarak dönüşmesiyle aynı zamanda sağlanmıştır. Emeğin üretken gücünün artması ve gerekli-emeğin en geniş ölçüde yadsınması, gördüğümüz gibi, sermayenin zorunlu eğilimidir. Ve eğilimin gerçekleşmesi, emek aracının makineye dönüşmesidir. Nesneleşmiş emek, makinelerde, maddi olarak canlı emeğin karşısına, egemen olduğu ve bizzat etkisi altına aldığı güç olarak, ve yalnızca canlı emeğin elde edilmesiyle değil, kendi üretiminin gerçek süreci içinde çıkar; değerlendirici etkinliği kendine mal eden değer olarak sermayenin ilişkisi, makineler halinde var olan sabit sermayede bulunur, aynı zamanda, sermayenin kullanım-değerinin canlı emeğin kullanım-değeri ile ilişkisi olarak vardır; makinelerde nesneleşmiş değer ayrıca bir koşul olarak ortaya çıkar ve buna karşılık bir emek-gücünün gerçekleştirici gücü sonsuz küçüklükte bir güç halinde kaybolur; makineyle sağlanan çok büyük yığınsal üretim, üründe üreticinin doğrudan gereksinimi ile ve bundan dolayı da doğrudan kullanım-değeri ile olan her ilişkide görünmez olur; ürünün üretilme biçiminde ve üretildiği koşullarda öyle bir durum vardır ki, ürün yalnızca değer taşıyıcı olarak ve onun kullanım-değeri yalnızca bunun koşulu olarak üretilmiştir. Nesneleşmiş emeğin kendisi, makinelerde, doğrudan, yalnızca ürünün ya da emek aracı olarak kullanılmış ürünün, biçiminde değil bizzat üretken güç biçiminde ortaya çıkar. Emek aracının makine olarak gelişmesi sermaye için raslantı değil, sermayeye uygun düşen geleneksel emek aracının tarihsel biçimlenmesidir. Bilgi ve becerinin, toplumsal beynin genel üretken güçlerinin birikimi, emek karşısında sermayede böyle özümsenmiştir ve bundan dolayı sermayenin, daha kesin olarak da, asıl üretim aracı olarak üretim sürecine girdiği ölçüde
sabit sermayenin özelliği olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla
makine sabit sermayenin en uygun biçimi ve
sabit sermaye de, sermayenin kendisiyle olan ilişkisi içinde gözönüne alınırsa, genel olarak sermayenin en uygun biçimidir. Öte yandan,
sabit sermaye kendi varlığı içinde belirli bir kullanım-değeri olarak katılaşıp kaldığına göre, değer olarak kullanım-değerinin her biçimine karşı ilgisiz olan, bu biçimin her birini önemsiz bedenleşme olarak alabilen ya da atabilen sermaye kavramına uygun düşmez. Bu yönden, sermayenin dışa doğru ilişkisinin görünümü altında,
döner sermaye, sabit sermaye karşısında sermayenin uygun biçimi olarak görünür.
Ayrıca makine, toplumsal bilimin, genel olarak toplumsal gücün birikimi ölçüsünde geliştiğine göre, genel toplumsal emeğin ortaya
[sayfa 159] çıkışı emekçide değil, sermayededir. Toplumun üretken gücü
sabit sermaye ile ölçülür, nesnel biçimi ile onda vardır ve bunun tersine sermayenin üretken gücü onun kendine bedavadan malettiği bu genel ilerleme ile birlikte gelişir. Burada makinenin gelişmesi, ayrıntılarıyla değil, yalnızca genel yönü bakımından ele alınabilir;
sabit sermayede, emek aracı, maddi yönü bakımından, doğrudan biçimini yitirmesi ve işçinin karşısına maddi halde
sermaye olarak çıkması açısından incelenebilir. Bilgi, makinede, işçinin dışında, yabancı herhangi bir şey olarak görünür; canlı emek ise, bağımsız biçimde etkileyen nesneleşmiş emeğin arasında görünür. İşçi, sermayenin gereksinimiyle koşullandırılmamış olduğu ölçüde, gereksiz olarak görünür.
||VII-I|
* Dolayısıyla, sermayenin tam gelişmesi, emek aracının
sabit sermaye olarak hem biçimsel belirlenmesinden, hem de doğrudan biçimi ile saklanmış olmasından ve
sabit sermayenin üretim süreci içinde emeğin karşısına makine olarak çıkmasından sonra oluşur –ya da sermaye ancak o zaman kendine uygun üretim tarzını sağlamış olur–; ama tüm üretim süreci, işçinin doğrudan becerisi olarak değil, bilimin teknoloji uygulanması olarak bunun ardında yer alır. Bu yüzden üretime bilimsel bir karakter vermek sermayenin eğilimidir ve doğrudan emek bu sürecin salt bir öğesi araşma düşürülür. Değerin sermayeye dönüşmesinde olduğu gibi sermayenin daha derinliğine incelenmesinde de görülür ki, sermaye bir yandan üretken güçlerin belirli bir tarihsel gelişmesini gerektirir –bu üretken güçler arasında bilim de vardır– öte yandan onları iter ve zorlar.
Sermayenin
sabit sermaye olarak gelişmesinin nicel olarak kapsamı ve etkinliği (yoğun niteliği) sermayenin sermaye olarak, canlı emek üzerindeki güç olarak gelişmesinin ve üretim sürecinin egemenliği altına girişinin
derecesini genel olarak gösterir. Aynı zamanda nesneleşmiş üretken güçlerin ve nesneleşmiş emeğin yaptığı birikim açısından da ifade edilir. Ama sermayenin makinelerde ve
sabit sermayenin öteki maddi varlık biçimlerinde, örneğin demiryollarında (ilerde bu konuyu ele alacağız), kullanım-değeri olarak üretim süreci içinde ancak kendi uygun biçimini alması, bu kullanım-değerinin –aslında makine– sermaye oluşu, ya da makine olarak varlığının sermaye olarak varlığı ile özdeş olması anlamına gelmez; altının, para olmaktan çıktığında, altın olarak kullanım-değerine sahip olmaktan çıkmaması gibi. Makine, sermaye olmaktan çıkar çıkmaz kullanım-değerini yitirmez. Makinenin
sabit sermayenin kullanım-değerinin en uygun biçimi olması bakımından, sermayenin toplumsal ilişkisi altında toplanan şeylerin makinenin
[sayfa 160] kullanılması için en uygun ve en son toplumsal üretim ilişkisi olduğu sonucu çıkmaz.
Emek zamanı –emeğin salt niceliği– sermaye tarafından tek belirleyici öğe olarak konduğu ölçüde, doğrudan emek ve üretimin –kullanım-değerlerinin yaratılmasının– belirleyici ilkesi olarak niceliği kaybolur ve nicel bakımdan daha küçük bir kısma indirgenmiş, nitel bakımdan da, bir yönü ile genel bilimsel emek, fizik bilimlerin teknolojik kullanımı karşısında, öteki yönü ile genel üretimde toplumsal yapılanmadan oluşan genel üretken güç karşısında, vazgeçilmez olmakla birlikte, daha aşağıya çekilmiş olur – genel üretken güç ise toplumsal emeğin (tarihsel ürün olmasına karşın) doğa vergisi olarak ortaya çıkar. Böylece, sermaye, üretime egemen biçim olarak kendisini çözüştürmeye çalışır.
Böylece bir yandan üretim sürecinin basit bir emek sürecinden, doğa güçlerim kendi hizmetine sokan ve onları insan gereksinimlerinin hizmetinde çalıştıran bilimsel bir sürece dönüşmesi, canlı emek karşısında
sabit sermayenin özelliği olarak ortaya çıkarken; bu nitelikte bir emeğin üretken olmaktan nerdeyse tamamen çıkarak yalnızca doğa güçlerini egemenliğine almış ortak işlerde üretken olması ve doğrudan emeğin toplumsal emek haline bu yükseltilişi, sermayede temsil edilmiş, yoğunlaşmış ortaklaşalık karşısında bireysel emeğin çaresizliğe indirgenmesi olarak görünürken; öte yandan,
döner sermayenin özelliği olarak emeğin bir üretim dalında, başka bir dalda
birlikte varolan emek tarafından korunması ortaya çıkar. Küçük dolaşımda sermaye işçiye ücret öder, işçi bunu kendi tüketimi için gerekli ürünler karşılığında değişir. İşçinin aldığı paranın yalnız bu gücü vardır, çünkü aynı zamanda onun yanında çalışmaktadır, ve sermaye, işçinin emeğini yalnızca kendine malettiği için, ötekinin emeği üzerine paranın damgasını vurabilir. Kendi emeğinin ötekinin emeğiyle bu değişimi, burada başkalarının emeğinin aynı zamanda birlikte varolmasıyla değil, sermayenin verdiği avans ile sağlanmış ve koşullanmıştır. İşçinin üretim sırasında kendi tüketimi için gerekli madde değişimine girişebilmesi, işçiye bırakılan
döner sermaye bölümünün, ve genel olarak
döner sermayenin ayırdedici özelliği olarak kendini gösterir. Bu, aynı zamanda varolan emek-güçlerinin madde değişimi olarak görünmez, ama sermayenin madde değişimi olarak görünür;
döner sermayenin varoluşu böyledir. Bütün emek-güçleri, sermayenin güçlerine böyle aktarılır;
sabit sermayede emeğin üretken gücü (bu güç onun dışında sağlanmıştır ve nesnel olarak ondan bağımsızdır); ve bir yandan döner sermayede, işçinin kendisinin emeğinin yinelenmesinin koşullarını gerekli hale getirmesi, öte yandan onun bu emeğinin değişiminin başkasının emeğinin birlikte var oluşu ile sağlanması, sermayenin işçiye avanslar
[sayfa 161] ödemesi ve gene öte yandan işkollarının aynı zamanda bulunuşunu sağlaması biçiminde kendini gösterir. (Son iki belirleme gerçekte birikime girer.) Sermaye, değişik işçiler arasında aracı olarak
döner sermaye biçiminde yer alır.
Sabit sermaye, en uygun biçimi makine olan üretim araçları belirlemesinde, ancak değer üretir, yani ürünün değerini ancak iki yönden çoğaltır: 1) değere sahip olduğu ölçüde; yani bizzat emeğin ürünü olduğu, nesneleşmiş biçimde belirli bir emek niceliği olduğu ölçüde; 2) emek-gücünün sürdürülmesi için gerekli ürünleri daha büyük ölçüde daha kısa zamanda yaratacak duruma getirerek, emeğin üretken gücünü artırdığı, artı-emeğin gerekli-emeğe oranını büyütebildiği ölçüde. Dolayısıyla, kapitalist,
sabit sermaye yoluyla (aslında bu emeğin kendi ürünüdür ve yalnızca sermayenin maledindiği
ötekinin emeğidir) onun işini kolaylaştırdığı (oysa kapitalist makine yoluyla bu emeğin tüm bağımsızlığını ve çekici karakterini gaspeder) ya da işini kısalttığı için işçi kapitalistle paylaşır biçimindeki burjuva safsatası tamamen saçmadır. Sermaye, ancak, tersine, makineyi, tersine, işçiye, ancak, zamanının daha büyük bir bölümünü sermaye için çalışmasına, zamanının daha büyük bir bölümünü kendisine ait olmayan zaman olarak saymasına, bir başkası için daha uzun zaman çalışmasına olanak sağladığı ölçüde kullandırır. Bu süreç, gerçekte, belirli bir nesnenin üretimi için gerekli-emek niceliği, en aza indirgenir, ama yalnızca bu nesnelerin en çoğunda emeğin en çoğu değerlenmiş olur. Birinci nokta, burada, sermaye –hiç istemeden– insan emeğini, güç harcanmasını en düşük düzeye indirdiği için önemlidir. Bu, özgürlüğe kavuşmuş emeğin yararına olur ve emeğin özgürleşmesinin koşuludur. Laudardale’nin
sabit sermayeyi değerin, emek-zamanından bağımsız, kendi basma bir kaynağı haline sokmak isteyişinin saçmalığı bu söylenenlerden ortaya çıkıyor.
Sabit sermaye, ancak, bizzat kendi nesneleşmiş emek-zamanı olduğu ve artı-emek zamanı sağladığı zaman böyle bir kaynaktır. Makine kendisinin kullanılması için fazla eli tarihsel ||2| olarak koşul haline –bk. yukarda Ravenstone– getirir. Yalnız emek-güçleri bolluğunun var olduğu yerde, emeğin yerini almak için araya makine girer. Makinenin işçinin yardımına koştuğu, yalnızca ekonomistlerin kuruntusu bakımından geçerlidir. Gördüğümüz gibi, sermaye karşısında işçilerin yoğunlaşması onun tarihsel koşullarından biridir, ve makine,, ancak işçi yığınları ile birlikte etkili olabilir. Makine, eksik emek-gücünün yerini almak için değil, yığınlar halinde var olan emek-gücünü gerekli ölçüye indirmek için işe karışır. Ancak emek-gücünün yığın halinde bulunduğu yerde makine işe karışır. (Buna gene değinilecek.)
Lauderdale, makinenin, emeğin üretken gücünün yerini aldığı için ya da emeğin kendi gücü ile yapamadığını yaptığı için onun üretken
[sayfa 162] gücünü çoğaltmadığını söylemekle büyük bir buluş yaptığını sanıyor. Emeğin artan üretken gücünün daha çok onun dışındaki bir gücün çoğalması ve onun kendi gücünün yitirilmesi olarak bulunuşu, sermaye kavramının kapsamı içindedir. Emek aracı emekçiyi bağımsız yapar – onu mal sahibi haline getirir. Makine ise –sabit sermaye olarak– onu bağımlı yapar, başkasının malı haline getirir. Makinenin bu etkisi, ancak, onun sabit sermaye olarak belirlenmesi halinde geçerlidir ve makine, ancak, işçinin ücretli işçi olarak, genellikle etkin bir bireyin makine karşısında salt işçi olarak bulunması dolayısıyla böyle belirlenmiştir.
Sermayenin iki özel türü olarak sabit sermaye ve döner sermaye. – Sabit sermaye ve üretim sürecinin sürekliliği. – Makine ve canlı emek. (Buluş uğraşısı.)
Buraya kadar
sabit sermaye ve
döner sermaye, sermayenin geçici belirlemeleri olarak ortaya çıktığı halde, şimdi bunlar onun özel varoluş tarzları halinde gerçekleşmişlerdir ve
sabit sermayenin yanında
döner sermaye kendini göstermektedir. Şimdi iki özel sermaye türü vardır. Bir sermaye, belirli bir üretim dalında ele alındığında, bu iki kısma bölünmüştür, ya da belirli oranlarda sermayenin bu iki türüne ayrılmıştır.
Başlangıçta üretim süreci içindeki fark, emek aracı ve emek malzemesidir, sonunda emek ürünüdür, şimdi ise
döner sermaye (ilk ikisi) ve
sabit sermayedir. Salt maddi yönden sermayenin farklılığı, şimdi onun kendi biçimiyle birleşmiştir ve onu farklılaştıran olarak görünür.
Bu niteliğiyle sermayenin emekten ayrı halde, değer yaratıcı ve dolayısıyla artı-değer (ya da kâr) getireceği savında olan, Lauderdale gibilerinin görüşü için,
sabit sermaye –yani maddi varlığı ya da kullanım-değeri makine olan sermaye– onların yüzeysel
yanılgılarını en çok ortaya koyan biçimdir. Onlara göre, örneğin “Emeğin Savunması”nda, kuşkusuz, yolu yapan yolu kullananla paylaşsın, ama “yolun” kendisi araya girmesin.
Döner sermaye –çeşitli evrelerinden gerçekten geçtiği varsayıldığında– dolaşım zamanının azalmasını ya da çoğalmasını, kısalığım ya da uzunluğunu etkiler, dolaşımın çeşitli aşamalarının kolay ya da zor ölçülmesi, belirli bir zaman dilimi içinde bu kesintiler olmadan yaratılabilecek artı-değerin azalması sonucunu doğurur –
çünkü ya yeniden üretimlerin sayısı küçülür, ya da üretim sürecinde sürekli kalan sermayenin miktarı azalır. Her iki durumda da, bu, varsayılmış değerin azalması değil, onun büyüme hızının küçülmesidir. Ancak sabit sermaye belirli bir genişliğe ulaşır ulaşmaz –bu genişlik, belirtildiği gibi, genel olarak
[sayfa 163] büyük sanayinin gelişmesinin ölçeğidir– bu oran, üretken güçlerinin nesneleşmesinin kendisidir, kendisi varsayılmış üründür – bu noktadan sonra üretim sürecindeki her kesinti, doğrudan sermayenin kendisinin, onun varsayılmış değerinin azalması olarak etki yapar.
Sabit sermayenin değeri, üretim sürecinde tüketildiği ölçüde, hemen yemden üretilir. Kullanılmaması durumunda kullanım-değerini yitirir, değeri ürüne aktarılmaz. Bu yüzden,
sabit sermaye, burada incelediğimiz anlamda, ne kadar büyük bir ölçekte gelişirse,
üretim süreci o kadar çok
süreklidir, ya da yeniden-üretimin akışının sürekliliği, sermaye üzerine kurulu üretim tarzının dıştan zorlayıcı koşulu haline gelir. Canlı emeğin sermaye tarafından maledilmesi, bu yönden de makinede doğrudan bir gerçeklik kazanır: bir yandan, eskiden işçinin yaptığı işi makineye yapma olanağı sağlayan, doğrudan bilimden doğan mekanik ve kimyasal yasaların analizi ve uygulanmasıdır. Makinenin bu gelişmesi ise, büyük sanayinin daha yüksek düzeye erişmesinden ve bütün bilimlerin sermayenin hizmetine tutsak edilmesinden sonra başlamıştır; öte yandan var olan makineler de büyük kaynaklar sağlamıştır. Artık buluşun bir uğraşı olması, bilimin doğrudan üretime uygulanması da, onun için belirleyici ve onu destekleyici bir yön olmuştur. Ama makinenin büyük ölçüde oluştuğu yol bu değildir, ayrıntılarıyla ilerlediği yol ise hiç değildir. Bu yol, bölümlere ayırmadır [
Analyse] – işçilerin eylemlerini giderek daha çok mekanik eyleme dönüştüren, böylece belirli bir noktada mekanizmanın onların yerini alması sonucunu doğuran işbölümü yoluyla oluşan analizdir. (Gücün ekonomisi üzerine.) Dolayısıyla, burada doğrudan, makine biçiminde işçiden sermayeye aktarılan emeğin belirli bir tarzı ortaya çıkıyor ve bu aktarma yoluyla işçinin emek-gücü değersizleşmiş görünüyor. Bu nedenle işçiler makineye karşı savaş açıyorlar. Önceden emekçinin canlı etkinliği olan, makinenin etkinliği haline geliyor. Böylece, işçi, canlı emeği –”canına can katarcasına”–
kendine soğuran sermayenin, emeği maledinen sermaye olarak açıktan açığa kaba tarzda karşısına dikildiğini görür.
Burjuva üretimin temeli (değer ölçüsü) ile onun kendi gelişmesi arasındaki
çelişki. Makineler vb.
Canlı emeğin nesneleşmiş emek karşılığında değişimi; yani toplumsal emeğin sermaye ve ücretli emek karşıtlığı halinde konumu –
değer ilişkisinin ve değere dayalı üretimin son gelişmesidir. Bunun koşulu, doğrudan emek zamanı kitlesi, servetin üretiminin kesin
[sayfa 164] etkeni olarak uygulanmış emeğin niceliğidir. Bununla birlikte, büyük sanayinin gelişmesi ölçüsünde, gerçek servetin yaratılması, emek zamanından ve kullanılmış emek niceliğinden daha çok emek zamanı boyunca harekete geçirilen aracıların gücüne bağlıdır. Bu aracıların gücünün –onların etkili gücünün– onları üretmek için harcanan doğrudan emek zamanı ile hiçbir ilişkisi yoktur; daha çok bilimin genel düzeyine ve teknolojinin gelişmesine, ya da bilimin üretime uygulanmasına bağlıdır. (Bu bilimin, özellikle fizik bilimlerin, onunla birlikte bütün öteki bilimlerin gelişmesi, gene maddi üretimin gelişmesi ile orantılıdır.) Örneğin tarım, tüm toplum için en yararlı halde düzenlendiğinde, maddi değişimin salt bilimsel uygulaması olur. Gerçek servet daha çok –büyük sanayi bunu açığa vurur– harcanan emek-zamanı ile bunun ürünü arasındaki görülmemiş oransızlıkta, aynı zamanda da salt soyutlamaya indirgenen emekle, onun gözetimindeki üretim sürecinin zorlaması arasındaki nitel oransızlıkta kendini gösterir. Emek, artık üretim sürecinin kapsamı içine iyice alınmış durumda değildir, insan daha çok üretim süreci karşısında bekçi ve düzenleyici durumundadır. (Makine konusunda geçerli olan, insan etkinliklerinin bileşimi ve insan ilişkilerinin gelişmesi için de geçerlidir.) Değişime uğramış doğal nesneyi, nesne ile kendisi arasına ara halka olarak sokan artık işçi değildir; işçi sanayi sürecine dönüştürdüğü doğal süreci ||3| kendisi ile egemenliğine aldığı anorganik doğa arasına araç olarak sokar. Üretim sürecinin baş aracısı olmak yerine sürecin yanında yer alır. Bu değişimde üretimin ve servetin büyük temel direği olarak ortaya çıkan, ne bizzat insanın yaptığı doğrudan iş, ne onun çalışarak geçirdiği zamandır; bu, onun kendi genel üretim gücünün maledilmesi, onun doğa kavrayışı ve toplum üyesi olarak varlığı yoluyla doğaya egemen olması – kısacası, toplumsal bireyin gelişmesidir. Bizzat sanayi tarafından yaratılmış ve yeni gelişmiş bu temele karşı,
bugünkü servetin dayanağı olan, ötekinin emek zamanından yapılan hırsızlık, bayağı bir temel olarak karşımıza çıkar. Emek doğrudan biçimiyle servetin büyük kaynağı olmaktan çıkar çıkmaz, emek-zamanı da onun Ölçüsü ve dolayısıyla değişim-değeri kullanım-değerinin ölçüsü olmaktan çıkar ve çıkmak zorundadır. Kitlenin artı-emeği, genel servetin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır, bunun gibi,
birilerinin emeği olması da insan beyninin genel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır. Değişim-değerine dayanan üretim bununla birlikte çöker ve doğrudan maddi üretim süreci de geçicilik ve karşıtlık biçimine girmiş olur. Bireyselliğin özgür gelişmesi artı-emek sağlamak için gerekli-emek zamanının azaltılmasına değil, bireylerin hepsinin sanatsal, bilimsel vb. gelişmesine uygun düşen serbest zamanın ve araçların yaratılmasına olanak sağlayan toplumun gerekli-emeğinin enaz düzeye indirilmesine bağlıdır. Sermaye
[sayfa 165] artık süreç halindeki çelişkidir, çünkü en alt düzeye indirilmesini engeller ve bir taraftan da emek-zamanını servetin tek ölçüsü ve kaynağı olarak koyar. Bu yüzden, emek-zamanını gereksiz zaman biçiminde çoğaltmak için gerekli-zaman biçiminde azaltır; böylece gereksiz emek-zamanı gerekli-zaman için koşul olarak –
yaşam ve ölüm sorunu– giderek geniş ölçüde ortaya çıkar. Dolayısıyla bir yönden bilimin ve doğanın, ayrıca da toplumsal bileşimin ve iletişimin bütün güçlerini, servetin yaratılmasını bunun için harcanan emek-zamanından göreli bir bağımsızlığa kavuşturmak üzere yaşama çağırır. Başka bir yönden de, böyle yaratılmış çok büyük toplumsal güçleri emek-zamanıyla ölçmek ve bunları yaratılmış değeri değer olarak korumak için gerekli sınırlar içinde tutmak ister. Üretken güçler ve toplumsal ilişkiler –her ikisi de toplumsal bireyin gelişmesinin değişik yanlarıdır– sermaye için yalnızca araç olarak vardır ve onun dar açılı temeli bakımından üretmek için araçtan başka bir şey değildir. Ama,
gerçekte, bunlar, bu temeli yok etmenin maddi koşullarıdır. “12 saat yerine 6 saat çalışıyorsa, bir ulus gerçekten zengindir.
Servet artı-emek zamanının” (gerçek servet) “komutası değil, her birey için ve bütün toplum için doğrudan üretimde
kullanılabilen zaman dışında yararlanılabilecek zamandır.” [
“The Source and Remedy”, vb. 1821, s. 6.]
Doğa, makine, lokomotif, demiryolu,
elektrikli telgraf, kendi kendine işleyen taşıyıcılar vb. yapmaz. Bunlar insan sanayisinin ürünleridir; doğa üzerindeki insan istencinin ya da insan etkinliğinin organlarına dönüşmüş doğal gereçtir. Bunlar,
insan eli tarafından insan beyninin yarattığı organlarıdır; nesneleşmiş bilgi gücüdür.
Sabit sermayenin gelişmesi, genel toplumsal bilginin ne dereceye kadar
doğrudan üretken güç olduğunu, dolayısıyla da toplumsal yaşam süreci koşullarının kendisinin genel bilginin denetimi altına girdiğini ve ona göre biçimlendiğini gösterir. Toplumsal üretken güçlerin, hem bilgi biçiminde, hem de toplumsal uygulamanın, gerçek yaşam sürecinin doğrudan organları olarak ne dereceye kadar üretildiğini gösterir.
Sabit sermayenin gelişmesinin önemi (genel olarak sermayenin gelişmesi için).
Sabit sermaye ve döner sermaye yaratımının oranı. Kullanılabilir zaman. Bunu
yaratmak sermayenin önemli amacıdır. Sermayede bunun çelişkili biçimi. –
Emeğin verimliliği ve sabit sermaye üretimi. (The Source and Remedy.) –
Kullanım ve tüketim: Economist. Sabit sermayenin sürekliliği.
Başka bir yönü ile de, sabit sermayenin gelişmesi, genel olarak servetin ya da sermayenin gelişmesinin derecesini gösterir. Doğrudan kullanım-değerine, aynı zamanda doğrudan değişim-değerine yönelmiş üretimin konusu, tüketim için belirlenmiş ürünün kendisidir. Üretimin sabit sermayenin üretimine yönelmiş bölümü, doğrudan tüketim
[sayfa 166] nesneleri, doğrudan değişim-değerleri üretmez; hiç değilse doğrudan gerçekleştirilebilir değişim-değerleri üretmez.
Dolayısıyla, giderek artan bir bölümün üretim araçlarının üretiminde kullanılması erişilmiş üretkenlik derecesine –üretim zamanının bir bölümünün doğrudan üretime yeterli olmasına– bağlıdır. Toplumun bekleyebilmesi; yaratılmış olan servetin büyük bir bölümünden, bu bölümün
doğrudan üretken olmayan emek için kullanılması (bizzat maddi üretim süreci içinde) yolunda, gerek doğrudan tüketimde, gerek doğrudan tüketime yönelik üretimde vazgeçebilmesi de bu çerçevede sayılır. Bu, erişilmiş olan verimliliğin ve göreli bolluğun yüksek olmasını, bu yükseklik derecesinin de
döner sermayenin
sabit sermayeye dönüşmesi oranında doğrudan bulunmasını gerektirir.
Göreli artı-emeğin büyüklüğünün gerekli-emeğin üretkenliğine bağlı oluşu gibi, sabit sermayenin üretiminde kullanılan emek-zamanının –hem canlı, hem nesneleşmiş emeğin–
büyüklüğü de, ürünlerin doğrudan üretimi için belirlenmiş emek-zamanının üretkenliğine bağlıdır. Artı-üretim gibi artı-nüfus da (bu bakış açısından) bunun için koşuldur. Bu demektir ki, doğrudan üretimde kullanılan zamanın sonucu, bu sanayi kollarında kullanılan sermayenin yeniden-üretiminde doğrudan üretkenliğinden göreli olarak daha büyük olmalıdır.
Sabi t sermaye, ne kadar az ürünü doğrudan getirir,
doğrudan üretim sürecine ne kadar az karışırsa, bu göreli
artı-nüfus ve artı-üretim o kadar büyük olmalıdır; yani demiryolu, kanallar, su yolları, telgraf vb. yapmak için, doğrudan üretim sürecinde doğrudan çalışan makineler yapmak için gerekli olandan daha çok olmalıdır. Bu yüzden –bu konuya ileride gene döneceğiz– modern sanayinin artı-üretiminde ve eksi-üretiminde sürekli iniş ve çıkışlar, dengesizlik krampları vardır, böylece kimi çok az, kimi çok fazla
döner sermaye sabit sermayeye dönüşür.
<Genel olarak toplum ve onun her üyesi için (yani bireylerin, dolayısıyla da toplumun bütün üretken güçlerinin gelişmesi için) gerekli-emek-zamanı dışında
kullanılabilir zamanın daha çok yaratılması, bu emek-zamanı-olmayan zamanın yaratılması, sermaye açısından, daha önceki bütün aşamalarda olduğu gibi, çalışılmayan zamandır, bazılarının boş zamanıdır. Sermayenin buna eklediği şey, sanatın ve bilimin bütün araçları ile yığınların artı-emek zamanını onun çoğaltmasıdır, çünkü sermayenin serveti doğrudan, artı-emek zamanının mal edilmesinden oluşur ve onun
amacı kullanım-değeri değil,
doğrudan değerdir. O, böylece,
kendisine karşın, emek-zamanını bütün toplum için en az düzeye indirmek ve bu yoldan herkesin zamanını kendi gelişmesi için serbest hale getirmek üzere toplumsal bakımdan kullanılabilir zamanın olanaklarını yaratmada etkin olarak katkı sağlar. Ama sermayenin eğilimi, her zaman, bir yandan
yararlanılabilir zaman yaratmak, öte yandan da onu artı-emeğe dönüştürmektir. Birincisinde çok başarılı
[sayfa 167] olursa, artı-üretimden zarar görür ve o zaman sermaye tarafından değerlenmiş olması gereken artı-emek olmayacağı için gerekli-emek kesintiye uğrar. Bu çelişki ne kadar çok gelişirse, üretken güçlerin gelişmesinin artık ötekinin artı-emeğinin mal edilmesiyle durdurulamayacağı, işçi yığınının kendisinin kendi artı-emeğini kendine maletmesi gerekliliği de o kadar ortaya çıkar. İşçi yığını bunu yaptığı zaman –ve bununla birlikte
yararlanılabilir zaman,
çelişkili bir varlık olmaktan çıktığı– zaman bir yandan gerekli-emek zamanı, ölçüsünü, toplumsal bireyin gereksinimlerinde bulacak, öte yandan da toplumsal üretken gücün gelişmesi öyle hızlı büyüyecektir ki, artık üretim herkesin servetinden sayılmakla birlikte, herkesin
yararlanılabilir zamanı da artacaktır. Çünkü gerçek servet, bütün bireylerin gelişmiş üretken gücüdür. Artık o zaman ||4| servetin ölçüsü hiç de emek-zamanı değildir,
yararlanılabilir zamandır.
Servetin ölçüsü olarak emek-zamanı, servetin kendisini yoksulluğa dayalı olarak ve
yararlanılabilir zamanı da
artı-emek zamanına karşıtlık içinde ve karşıtlık yoluyla varoluş olarak, ya da bireyin bütün zamanını emek-zamanı olarak ortaya koyar, dolayısıyla birey salt işçi düzeyine indirgenir ve tamamıyla emeğin kapsamı altına girer.
En gelişmiş makine, artık bu yüzden işçiyi, ilkel insandan ya da işçinin kendisinin en basit, en kaba aletlerle yapabileceğinden daha uzun zaman çalışmaya zorlar.>
“Bir ülkenin bütün emeği
nüfusun tamamının geçimini sağlamaya yetecek kadar olsaydı, artı-emek de olmaz, bunun sonucu, sermayenin birikimini gerektirecek bir neden de bulunmazdı. Halk bir yıl içinde iki yılın geçimine yetecek kadar ürün sağlarsa, ya bir yıllık tüketimi kullanılmaz olur, ya da bir yıl için insanların üretken emekten ellerini çekmeleri gerekir. Ama
artı-ürünün ya da sermayenin sahipleri ...
insanları doğrudan üretken olan ya da
doğrudan üretken olmayan her şeyde, örneğin makine yapımında çalıştırırlar. Bu böyle
sürüp gider.” (
The Source and Remedy of the National Difficulties..)
<Büyük sanayinin gelişmesi ile birlikte onun dayandığı temel, ötekinin emek-zamanının maledilmesi, servet oluşturmaktan ya da yaratmaktan nasıl çıkıyorsa,
doğrudan emek de üretimin temeli olmaktan çıkar, çünkü bir yönü ile giderek gözetimci ve düzenleyici etkinliğe dönüşür; sonra da ürün, bireyin doğrudan emeği olmaktan çıkar, daha doğrusu toplumsal etkinliğin
bileşimi olarak ortaya çıkar. “İşbölümü geliştiği zaman, yalıtık bireyin hemen her emeği bir
bütünün bir parçasıdır, kendi başına değeri ya da yararı yoktur. İşçinin, bu benim ürünümdür, bunu kendime saklayacağım diyerek, burada, kendi elinde tutabileceği herhangi bir şey yoktur.” (
Labour defended, 1, 2, XI.)
Doğrudan değişimde
[sayfa 168] bireyin doğrudan emeği özel bir üründe ya da ürün parçasında gerçekleşmiş durumdadır ve onun ortak toplumsal karakteri –genel emeğin nesneleşmesi ve genel gereksinimin karşılanması olarak karakteri– ancak değişimle sağlanmıştır. Buna karşılık, büyük sanayinin üretim sürecinde, bir yandan otomatik süreç olarak gelişmiş emek aracının üretken gücünde doğa güçlerinin toplumsal akim buyruğu altına girmesinin koşul oluşu gibi,
öte yandan da bireyin emeği doğrudan varlığı içinde bireysel olmaktan çıkmış, toplumsal emek olmuştur. Böylece bu üretim tarzının öteki temeli ortadan kalkar.>
Sabit sermayenin üretiminde kullanılan emek-zamanının, serma-yenin kendisinin üretimi süreci içinde
döner sermayenin üretimi için kullanılan zamana göre durumu,
artı-emek zamanının gerekli-emek zamanına göre olan durumu gibidir. Doğrudan gereksinimin karşılanmasına yönelik üretim verimli olduğu ölçüde, üretimin büyük bir kısmı bizzat üretim gereksiniminin karşılanmasına ya da üretim araçlarının üretimine yöneltilebilir.
Sabit sermayenin üretimi ölçüsünde, maddi yönden de doğrudan kullanım-değerlerinin üretimine doğru, hatta sermayenin doğrudan yeniden-üretimi için gerekli –yani bizzat değer yaratılmasında gene kullanım-değerini göreli olarak temsil eden– değerlerin üretimine doğru değil de, değer yaratan araçların üretimine doğru, öyleyse doğrudan nesne olarak değere değil de, değer yaratmaya, üretimin doğrudan konusu olarak gerçekleştirme araçlarına doğru –üretken gücün nesneleştirilmesinin, sermayenin değer üreten gücünün amacı olarak bizzat üretimin konusunda maddi olarak bulunan değer üretimine– yönelmiş olduğuna göre,
sermayenin daha yüksek potansiyel olarak döner sermayenin üretiminde öz amaç olarak varlığı ve sermaye olarak etkinliğini göstermesi,
sabit sermayenin üretiminde söz-konusudur. Bundan dolayı bu yönden de,
sabit sermayenin sahip olduğu ve genel üretim içinde üretiminin kazandığı boyut, sermayenin üretim tarzına dayalı servetin
gelişme ölçütüdür.
“İşçilerin sayısı, onların tüketimine bırakılan
aynı andaki emek ürünlerinin niceliğine bağlı olduğu ölçüde
döner sermayeye bağlıdır.” (
Labour defended.)
Yukarda çeşitli ekonomistlerden aktarılan pasajların hepsi, üretim sürecine bağlı kalan sermayenin bölümü olarak sabit sermaye ile ilgilidir. “
Dalgalanan sermaye tüketilir; sabit sermaye yalnızca büyük üretim sürecinde kullanılır.” (
Economist. VI. 1.) Bu yanlıştır ve ancak yardımcı maddeler tarafından,
döner sermayenin bizzat
sabit sermaye tarafından tüketilen kısmı için geçerlidir. “
Büyük üretim sürecinde” tüketilen kısım, bu süreci doğrudan üretim süreci olarak ele alınca, yalnızca
sabit sermayedir. Oysa üretim süreci içinde tüketim,
gerçekte kullanımdır,
aşınmadır. Ayrıca
sabit sermayenin daha büyük sürekliliği salt nesnel
[sayfa 169] olarak da kavranamaz. İçinde yattığım karyolanın yapıldığı demir ve ağaç, içinde oturduğum evin yapıldığı taşlar, bir sarayı süsleyen mermer heykel, makine için kullanılmış demir ve ağaç vb. kadar dayanıklıdır. Ama aletin, üretim aracının dayanıklılığı, metaller vb. bütün makinelerin temel malzemesi olduğu için hem teknik bakımdan koşuldur, hem de alet sürekli olarak yinelenen üretim süreçlerinde aynı rolü oynamak üzere belirlenmiştir. Üretim aracı olarak dayanıklılığı doğrudan onun kullanım-değeri olması dolayısıyla gereklidir. Ne kadar sık yenilenmesi gerekliyse, o kadar değerlidir; sermayenin pek büyük bir kısmı burada kârsız kullanılmış olması gerekir. Dayanıklılığı üretim aracı olarak onun varlığıdır. Dayanıklılığı onun üretken gücünün artmasıdır. Buna karşılık
döner sermayede, eğer
sabit sermayeye dönüşmüyorsa, dayanıklılık tamamıyla üretim eyleminin kendisi ile bağıntılı değildir ve dolayısıyla kavramsal halde konmuş bir öğe değildir.
Tüketim fonuna bırakılmış nesneler arasında birkaçının yavaş tüketildiği ve birçok birey tarafından sırayla tüketildiği için gene
sabit sermaye olarak belirlenmesi, daha başka belirlemelerle (satış yerine kiraya verme, faiz vb.) ilgilidir ve burada henüz bunun üzerinde durmamız gerekli değildir.
||5|
* “İngiliz manüfaktürlerinde cansız
mekanizmanın genel olarak kullanılmaya başlanmasından bu yana, insanlar, pek azı bir yana, ikincil ve alt düzeyde bir makine işlemi gördü, onların bedeninden ve canından önce ağaç ve metal gibi hammaddelerin iyileştirilmesine daha çok önem verildi.” (s. 31,
Robert Owen: Essays on the formation of the human character. 1840. London.)
Gerçek tasarruf –ekonomi– = emek-zamanında tasarrufa üretken gücün
gelişmesi. Kullanılabilir (serbest) zaman ve emek-zamanı karşıtlığının
kalkması. – Toplumsal üretim sürecinin doğru kavranması.
<Gerçek ekonomi –tasarruf– emek zamanından tasarruf edilerek sağlanır; (üretim giderlerinin minimumu (ve bir minimuma indirgeme)>; çünkü, bu tasarruf, üretken gücün gelişmesiyle özdeştir. Dolayısıyla
tüketimden özveri değil, gücün, üretim kapasitesinin ve dolayısıyla da yararlanma araçlarının kapasitesinin gelişmesidir. Yararlanma kapasitesi, bu sonuncusunun, dolayısıyla onun birinci koşuludur ve bu kapasite, bir bireysel yeteneğin, üretken gücün gelişmesidir. Emek-zamanından tasarruf, serbest zamanın, yani bireyin tam gelişmesi için zamanın artması demektir ve bu da gene en büyük üretken güç olarak emeğin üretken gücü üzerinde etkisini gösterir, Bu tasarruf doğrudan üretim süreci açısından bakıldığında
sabit sermaye üretimi olarak
[sayfa 170] görülebilir; bu
sabit sermaye insanın kendisidir. Ayrıca doğrudan emek-zamanının bile serbest zaman ile soyut bir karşıtlık halinde kalamayacağı –burjuva ekonomi açısından göründüğü gibi– kendiliğinden anlaşılır. Emek, Fourier’nin ileri sürdüğü gibi, bir oyun olamaz, onun sahip olduğu büyük yetenek,
son amaç olarak ifade edilen, dağıtım tarzım ortadan kaldırmak değil, üretim tarzının kendisini ortadan kaldırmak ve onu daha üstün bir biçime yüceltmektir. Serbest zaman –gerek boş zaman, gerek daha yüce bir etkinliğe ayrılan zaman– kuşkusuz sahibini başka bir özneye dönüştürmüştür ve bu başka özne olarak da doğrudan üretim sürecine girer. Bu sonuncusu, gelişme halindeki insanın perspektifi dikkate alınırsa, ve aynı zamanda pratik uygulama, deneysel bilim, maddi olarak yaratıcı ve nesnelleştirici bilim, toplumun bilgi birikimi beyninde bulunur, bu gelişmenin tamamlanmış insanın perspektifinde dikkate alınırsa, aynı zamanda, disiplindir. Her ikisi için, emek pratik uğraşıyı ve, tarımda olduğu gibi, serbest hareketi gerektirdiği ölçüde, aynı zamanda bir
uygulamadır.
Biz, burjuva ekonomi sisteminin yavaş yavaş gelişmesini görmüş bulunuyoruz, bu sistemin kendini yadsıması da, yadsımanın en son sonucudur. Şimdi doğrudan üretim süreci üzerinde biraz daha durmamız gerekiyor. Burjuva toplumu bütünü ile gözden geçirirsek, toplumsal üretim sürecinin en son sonucu olarak her zaman ortaya çıkan toplumun kendisidir, yani toplumsal ilişkileri içinde insanın kendisidir. Ürün vb. gibi kesin biçimi olan her şey, bu hareketin içinde yalnız öğe olarak, kayboluş halindeki öğe olarak bulunur. Doğrudan üretim sürecinin kendisi de burada yalnız öğe olarak vardır. Sürecin koşulları ve nesneleştirmeleri, bu sürecin aynı biçimde öğelerinin kendileridirler, ve bu sürecin özneleri olarak, yalnızca karşılıklı ilişkileri içinde hem yeniden-üreten, hem de yeni şeyler üreten bireyler vardır. Bu, onların kendi sürekli hareket süreci içinde hem kendilerini yeniledikleri, hem de yarattıkları servet dünyasını yeniledikleri süreçtir.)
Owen’in sanayi (kapitalist) üretimini tarihsel kavrayış biçimi.
(Owen,
“Six lectures delivered at Manchester. 1837.” yapıtında sermayenin çok hızlı
büyüyerek (ve yaygınlık göstererek, bunu da ancak
sabit sermayenin gelişmesiyle bağlantılı olarak büyük sanayide sağlamak suretiyle) işçiler ile kapitalistler arasında yarattığı farktan söz ediyor; ama
toplumun yeniden canlanmasının
gerekli koşulu olarak sermayenin gelişmesinden yana çıkıyor ve kendisiyle ilgili olarak şunları anlatıyor: “İnsanların karakterini ve durumunu iyileştirmek için geçmişte ve şimdi yapılan
girişimlerin büyük yanlışlarını ve sakıncalarını kavramayı öğretmemiz” (Owen’in kendisi) “
bu büyük kurumlarının” (manüfaktürler) [
sayfa 171] “bazılarını yaratmayı ve yürütmeyi yavaş yavaş eğitilerek öğrendi.” (s. 58.)
Başka bir fırsatta kullanmak üzere, alıntının bulunduğu yerin tamamım buraya aktarıyoruz.
“Oluşmuş servetin üreticileri, genel olarak konusu, kullandıkları işçilerin emeği sayesinde para kazanmayı gerçekleştirmek amacında olan patronların, genellikle, yönetimi altındaki işçileri, hafif malzemedeki işçiler ve ağır malzemedeki işçiler diye ikiye ayırabilir. Kimyasal ve mekanik manüfaktür sisteminin kullanılmasından önce işlemler sınırlı bir skala üzerinden yapılıyordu; çok sayıda küçük usta vardı, her biri birkaç gündelikçi ile çalışıyor ve gündelikçiler de uygun bir zamanda küçük ustalar olmayı bekliyorlardı. Normal olarak aynı sofrada yemek yiyor ve birlikte yaşıyorlardı; aralarında eşitlik ruhu ve duygusu egemendi.
Bilimsel gücün bütün genişliğiyle manüfaktür işi üzerinde uygulanmaya başladığı dönemden bu yana bu alanda giderek oluşan bir değişim yer aldı. Hemen bütün manüfaktürler başarılı olmak için artık yoğun ve büyük sermaye ile işletilmek zorunda kalıyor; küçük sermayeli küçük ustaların basan olanağı, özellikle pamuk, yün, keten vb. gibi yumuşak malzeme manüfaktürlerinde pek az; toplumun bugünkü sınıflaşması ve iş yaşamının yürütülme tarzı sürüp giderse, küçük ustaların büyük sermaye sahibi ustalar tarafından giderek yerlerinden edileceği, birincilerin oldukça daha mutlu nitelikli üretici eşitliğinin, insanlık tarihinde daha önce hiç görülmedik biçimde, usta ile işçi arasındaki en büyük eşitsizliğe yerini bırakmak zorunda kalacağı gerçekten
apaçıktır. Artık büyük kapitalist,
dolaylı olarak kölelerinin sağlığı, yaşamı ve ölümü ile istediği gibi oynayan despotik bir lord durumuna yükselmiştir. Bu gücünü onunla aynı çıkar uğruna çalışan başka büyük kapitalistlerle birleşerek sağlıyor ve böylece kullandığı insanları kendi niyetlerine uymaya etkili biçimde zorluyor. Büyük kapitalist servet içinde yüzüyor; bu servetin nasıl kullanılacağını öğrenmemiş ve bilmiyor. Gücünü serveti yoluyla elde etmiş. Serveti ve gücü aklım kirletmiş; son derece dayanılmaz
biçimde baskı yaptığında, bunu bir iyilik sanıyor...
Uşakları diye adlandırılan,
gerçekte köleleri olan insanlar aşağılanmanın en korkunç derecesine düşürülmüş; bunların çoğunun sağlığı, ev rahatlığı, boş zamanı, eski günlerdeki sağlıklı açık hava
eğlenceleri ellerinden alınmış. Uzun süreli tekdüze uğraşılar sonucu güçlerinin
aşırı ölçüde tüketilmesi yüzünden ölçüsüz alışkanlıklara kapılmış, düşünme ya da refleks hareketlerde beceriksizliğe düşmüşlerdir. En kötü türün dışında hiçbir fiziksel, zihinsel ya da moral uğraşları yoktur; yaşamın bütün gerçek zevklerinden çok uzaktırlar. Bugünkü sistem altında işçilerin çok büyük bölümünün yaşamı,
[sayfa 172] tek sözcükle yaşamaya değer nitelikte değildir. Bunun sonuçları olan değişimlerden dolayı bireyler
kınanamaz;
onlar doğanın normal düzeni içinde hareket ediyorlar ve gelişme halinde bulunan büyük ve önemli toplumsal devrimin hazırlayıcı ve zorunlu aşamalarıdır. Büyük sermayeler olmadan büyük kurumlar meydana gelemez; herkes için üstün bir karakterin ve herkesin tüketebileceğinden daha büyük bir yıllık servetin üretilmesini sağlamak için, yeni düzenlemelerin sağlanmasının olabilirliğini insanların kavrayabilmesi başka türlü olamaz; bugüne kadar genel olarak üretilmiş olandan daha ileri türde |(6| bir servetin olması gerektiği kavratılamaz.” (
l.c., 56, 57.) “Artık insanın becerilerini genişleten ve bunları başka ilkeleri ve uygulamaları anlamaya, benimsemeye, böylece dünyanın henüz taradığı değişimleri en uygun biçimde etkilemeye hazırlayan bu yeni kimyasal ve mekanik manüfaktür sistemidir. Artık toplumun başka türlü ve daha ileri bir sınıflanması için gereklilik yaratan bu yeni manüfaktür sistemidir.” (
l.c., 58.)
Yeni aracıların sermayesi ve değeri. – Sabit sermayenin kapsamı kapitalist
üretimin yükseklik derecesini gösterir. – Hammaddenin, ürünün, üretim
aletinin, tüketimin belirlenmesi. – Para, sabit sermaye mi, yoksa döner
sermaye midir? Bireysel tüketimle ilgili olarak sabit sermaye ve döner sermaye.
Üretken gücün (
sabit sermaye) yalnızca değer ilettiğini, çünkü kendisi üretilmiş olduğuna göre yalnızca değere sahip olduğunu, kendisi nesneleşmiş emek-zamanının belirli bir niceliği olduğunu belirtmiştik. Ancak şimdi su, toprak (özellikle bu), madenler vb. gibi değişim-değerine sahip olan ve böylece de değer olarak üretim giderlerinin hesaplanmasına giren doğal aracılar ortaya çıkar. Kısacası bu, toprak mülkiyetinin (bu, toprağı, madenleri, suyu kapsar) işe karışmasıdır. Emeğin ürünü olmayan üretim araçlarının değeri, bu araçlar bizzat sermayenin incelenmesinden kaynaklanmadığı için konumuzun dışında kalır. Bunlar sermaye için önce var olan tarihsel koşuldur. Onları burada bu haliyle bırakıyoruz. Ancak sermayeye uygun olarak değişmiş toprak mülkiyeti biçimi –ya da değer belirleyen büyüklükler olarak doğal araçların biçimi–burjuva ekonomi sisteminin incelenmesi kapsamına girer. Bu da, ulaştığımız şu noktada sermayenin incelenmesi bakımından,
sabit sermayenin bir biçimi olarak toprağın vb. ele alınmasında bir şey değiştirmez.
Sabit sermaye, üretilmiş üretken güç anlamında, üretim aracısı olarak, belirli bir zamanda yaratılan kullanım-değerleri yığınım çoğalttığı için, işlediği hammadde büyümeden çoğalamaz (manüfaktür sanayisinde. Balıkçılık, madencilik gibi çıkarıcı sanayide çalışma, hammaddelerin ya da temel maddelerin elde edilmesi ve maledilmesinin gerektirdiği engellerin aşılmasından ibarettir. Üretim için hammadde
[sayfa 173] işlenmez, daha çok var olan hammaddeye sahip çıkılır. Buna karşılık tarımda hammadde toprağın kendisidir; döner sermaye tohumdur, . vb.). Dolayısıyla
sabit sermayenin büyük ölçüde kullanılması, hammaddeden meydana gelen
döner sermaye kısmının genişlemesini, yani genel olarak sermayenin büyümesini gerektirir. Ayrıca canlı emeğe karşılık değişilmiş sermaye kısmının azalmasını (göreli olarak) gerektirir.
Sabit sermayede sermaye maddi bakımdan da hem yeni emeğin aracı olarak iş görmek için belirlenmiş, nesneleşmiş emek olarak, hem de kullanım-değeri yeni değerlerin yaratılması demek olan değer olarak vardır. Dolayısıyla
sabit sermayenin varlığı
cat exochn [en üstün biçiminde] onun
üretken sermaye olarak varlığı demektir. Bundan dolayı sermayeye dayanan üretim tarzının gelişmesinde erişilen düzey, –ya da sermayenin kendisinin kendi üretiminin koşulu olarak ne ölçüde gerektiği, koşul olduğu–, var olan
sabit sermayenin kapsamında, hem niceliğinde, hem de niteliğinde ölçüdür.
Son olarak:
Sabit sermayede, sermayenin kendi özelliği olarak emeğin toplumsal üretken gücü bulunur;
hem bilimsel güç, hem de üretim süreci içindeki toplumsal güçlerin bileşimi, son olarak da doğrudan emekten makineye, ölü üretken güce geçmiş beceri vardır. Buna karşılık
döner sermayede emeklerin, çeşitli iş kollarının değişimi, bunların birbiriyle giriftlenmesi ve sistem olarak oluşumu,
sermayenin karakteristik özelliği olarak görünen üretken
emeğin birlikteliğinin bulunması vardır.
*
[sayfa 174]
Dördüncüsü:
Şimdi
sabit sermaye ile
döner sermayenin öteki ilişkilerini inceleyeceğiz.
Yukarıda dedik ki,
sabit sermayede çeşitli emeklerin birbiriyle olan ilişkisi,
sabit sermayede emeğin toplumsal üretken gücü gibi sermayenin özelliği olarak vardır.
“Bir ulusun
döner sermayesi şunlardır: para, besin maddesi, hammadde ve
yapılan iş.” (
Adam Smith, cilt II, s. 218.) Adam Smith, paranın
döner sermaye olarak mı, yoksa
sabit sermaye olarak mı adlandırmak gerektiğini bilmekte pek kararsızdır. Para, bizzat toplam yeniden-üretim sürecinin bir öğesi olduğu, ancak dolaşımın aracı olarak iş gördüğü ölçüde,
sabit sermayedir - dolaşım aracı olarak. Ama gerçek anlamda kullanım-değeri, yalnızca dolaşır, gerçek anlamda ne üretim sürecine girer, ne de bireysel tüketime. Dolaşım evresinde sermayenin sürekli olarak sabit sermaye kısmıdır, bu yönden
döner sermayenin en tamlaşmış biçimidir; ve öte yandan, araç olarak sabit bulunduğu için,
sabit sermayedir.
Sabit sermaye ile
döner sermaye arasında bireysel tüketimle ilgili fark, bakış açısının farkı olarak ortaya çıktığına göre, bunun söz konusu olması,
sabit sermayenin kullanım-değeri olarak dolaşıma girmesinin sonucudur. (Çoğaldığı için tarımda tohumun bir kısmı kullanım-değeri olarak dolaşıma ||7| girer.) Kullanım-değeri olarak dolaşıma girmemiş olmak, bireysel tüketim konusu olmamayı gerektirir.
Sabit sermaye ile döner sermayeden oluşan sermayenin devir zamanı.
Sabit sermayenin yeniden-üretim zamanı. Döner sermayede
kullanım-değerinin yok olması ölçüsünde kesinti olmaz. Sabit sermayede üretimin sürekliliği kesinlikle gereklidir vb. – Emek için zaman birimi gündür; döner sermaye için yıldır. Sabit sermayenin araya girmesiyle daha uzun toplam dönem birimdir. – Sanayide devir. – Sabit sermayenin dolaşımı. –
Risk denilen şey. – Sermayenin bütün bölümleri eşit kâr getirir – yanlış. Ricardo vb. – Aynı meta kimi sabit sermaye, kimi döner sermayedir. –
Sermayenin sermaye olarak satılması. – Kullanım-değeri olarak dolaşıma
giren sabit sermaye. – Üretimin koşulu olarak her öğe aynı zamanda onun sonucudur. Kendi koşullarının yeniden-üretimi. Sabit sermaye ve döner sermaye olarak sermayenin yeniden-üretimi.
“
Sabit sermaye” sürekli aynı işleme yemden hizmet eder, “
ve bu yinelenmelerin arasındaki uzaklık ne kadar büyükse, aletin, motorun ya da makinenin sabit olarak tanımlanması öylesine yerindedir.”
(
De Quincey, X,
[sayfa 175] 4.)
Bir sermaye 10.000 sterlinden oluşuyorsa, bunun 5.000’i
sabit ve 5.000’i
döner sermaye ise; sonuncusu bir yılda bir kez, birincisi 5 yılda bir kez devrediyorsa; 5.000, ya da toplam sermayenin 1/2’si bir yılda bir kez dönüyor demektir. Aynı yıl içinde
sabit sermayenin 1/5’i ya da 1000 sterlin döner; dolayısıyla bir yılda 6.000 sterlin ya da toplam sermayenin 3/5’i döner. Dolayısıyla toplam sermayenin 1/5’i 12/3 ayda, sermayenin tamamı 12×5:3 ayda, 60/3 = 20 ayda = 1 yıl 8 ayda döner. 20 ayda 10.000 sterlin toplam sermaye dönmüş olur, buna karşılık
sabit sermaye ancak 5 yılda yerine gelmiştir. Ancak bu devir zamanı, ancak üretim sürecinin yinelenmesi ve artı-değerin yaratılması için geçerlidir; sermayenin kendi kendisinin yeniden-üretimi için geçerli değildir. Eğer sermaye sürece daha az sıklıkta yeniden başlarsa –
sabit sermaye biçimine dolaşımdan geri dönerse– o kadar daha sık
döner sermaye biçimine geri döner. Ama bununla sermayenin kendisinin
yerini almamıştır.
Döner sermayenin kendisi için de böyledir. 100 sermaye yılda 4 kez geri döner ve böylece %20 getirir, yalnız bir kez dolaşan 400 sermayenin yaptığını yaparsa, bu yüzden sermaye gene eskisi gibi yıl sonunda 100 ve öteki de 400’dür, oysa kullanım-değeri üretiminde ve artı-değer getirmede dört kez daha büyük bir sermayenin yaptığım yapmıştır. Burada dönüşümün hızı sermayenin hareket içine konulmuş artı-emeğin yalnız niceliği olduğunu, değer yaratımım ve artı-değerin yaratılmasını belirleyen şeyin yalnız emek olduğunu, kendi basma sermayenin büyüklüğü olmadığım kesinlikle gösteriyor. 100 sermaye yıl boyunca arka arkaya 400 sermaye kadar çok emeği harekete getirmiş ve dolayısıyla onun kadar artı-değer yaratmıştır.
Burada sözkonusu olan şudur: Yukardaki örnekte 5.000
döner sermaye önce ilk yılın yansında geri dönüyor; sonra ikinci yarının sonunda; ikinci yılın yarısında; ikinci yılın ikinci yarısında ilk 4 ayda bundan geri dönen 3.333
2/
6 sterlindir ve geri kalan bu yarım yılın sonunda yerine konur.
Oysa
sabit sermayeden geri dönen ilk yılda 1/5, ikinci yılda 1 / 5 idi. Sahibinin elinde birinci yılın sonunda 6.000 sterlin, ikinci yılın sonunda 7.000, üçüncü yılın sonunda 8.000, dördüncü yılın sonunda 9.000, beşinci yılın sonunda 10.000 bulunur. Ancak beşinci yılın sonunda toplam sermayesinin yeniden sahibi olur;
artı-değerin üretilmesinde sermayesi, 20 ayda bütünü ile devretmiş gibi çalışmış olmakla birlikte, toplam sermayenin kendisi yeniden ancak 5 yılda üretilmiştir. Devrin birinci belirlemesi, gerçekleştiği ilişki için önemlidir; ikinci belirleme ise
döner sermayede hiç bulunmayan yeni bir ilişki getiriyor.
Döner sermaye tamamıyla dolaşıma girdiği ve hiç geri dönmediği için, artı-değer ya da artı-sermaye olarak
[sayfa 176] gerçekleştiği
kadar sık sermaye olarak yeniden-üretilmiştir. Oysa sabit sermaye kullanım-değeri olarak tüketildiği gibi değer olarak yalnız ölçüt halinde
kaldığı için, toplam sermayenin ortalama devir süresi yoluyla belirlenmiş değer olarak konur konmaz yeniden hiç üretilmemiştir.
Döner sermaye, sabit sermayenin yeniden-üretilmesinden önce 5 yılda 10 kez devretmelidir; yani dolaşan sermayenin dönüşüm aşaması 10 kez yinelenmelidir ve bu süre içinde
sabit sermaye dönüşümü bir kez yinelenir,
sermayenin toplam ortalama devri –20 ay– sabit sermaye yeniden üretilmeden öne 3 kez yinelenmelidir. Öyleyse
sabit sermayeden oluşan kısmı
ne kadar büyükse –yani sermaye kendisine uygun üretim tarzında ne kadar çok etkili olur, üretilmiş üretken güç ne kadar çok kullanılırsa– ve
sabit sermaye ne kadar dayanıklı olur, yani onun için yeniden-üretim zamanı ne kadar uzun olur ve kullanım-değeri belirlemesine ne kadar uygun düşerse – sermayenin döner sermaye olarak belirlenmiş kısmı
onun devir aşamasını o kadar sık yinelemelidir; sermayenin kendi toplam dolaşım çizgisini aşmak için gereksindiği toplam zaman o kadar uzun olur. Bundan dolayı üretimin
sürekliliği, sermayenin
sabit sermaye olarak belirlenmiş kısmının gelişmesi ile birlikte sermaye için dışsal gereklilik haline gelmiştir. Döner sermaye için
kesinti, eğer onun kullanım-değerini yok edecek kadar sürmüyorsa, yalnız artı-değerin yaratılmasındaki bir kesintidir. Ama sabit sermayede kesinti, arada geçen zamanda kullanım-değeri zorunlu olarak göreli biçimde verimsiz hale gelirse, yani değer olarak yerine gelmezse, kendi özgün değerinin yok edilmesi demektir. Bu yüzden ancak
sabit sermayenin gelişmesiyle birlikte, üretim sürecinin sermaye kavramına uygun sürekliliği onun korunması için vazgeçilmez koşul olarak sağlanır; bu yüzden tüketimin sürekliliği ve sürekli artması gereklidir.
Bu, No: I’dir. Ama No: II, biçim yönünden daha önemlidir. Serma-yenin geri dönüşünü ölçtüğümüz toplam zaman birimi yıl, emeği ölçtüğümüz zaman birimi gündü. Böyle yapmamızın nedeni, önce, yılın, sanayide tüketilen bitkisel hammaddelerin büyük bölümünün yeniden-üretimi için az çok doğal yeniden-üretim zamanı ya da üretim evresinin süresi olmasıdır. Dolayısıyla, döner sermayenin devri, toplam zaman olarak bir yıldaki devirlerin sayışma göre belirlenmiştir. Gerçekte, döner sermaye yeniden-üretimine her devrin sonunda başlar ve yıl içindeki devirlerin sayısı toplam değeri etkiliyorsa, her devir sırasında geçirdiği olaylar, sermayenin yeniden-üretime başlamasının koşulları üzerinde belirleyici etkilerde bulunmakla birlikte, bunların herbiri kendi başına sermayenin tam bir yaşam eylemidir. Sermaye yeniden paraya dönüşür dönüşmez, örneğin birincilerden başka türlü üretim koşullarına dönüşebilir, bir üretim dalından ötekine geçebilir, böylece
yeniden-üretim, maddi yönden aynı biçimde yinelenmez. [sayfa 177]
Sabit sermayenin işe karışmasıyla bu durum değişir ve sermayenin devir zamanı, bu devrin ölçüldüğü birim olan yıl, sermayenin hareketi için artık zaman ölçütü olmaktan çıkar. Bu birim artık daha çok
sabit sermayenin yeniden-üretimi için gereken zaman tarafından ve dolayısıyla değer olarak dolaşıma girmek ve değer bütünlüğü içinde ondan geri dönmek için gereksinilen toplam dolaşım zamanı tarafından belirlenmiştir.
Döner sermayenin yeniden-üretiminin bu sürecinde
konu olarak da aynı biçimde oluşması gerekir ve gerekli devirlerin, yani
başlangıç sermayesinin yeniden-üretimi için gerekli devirlerin sayısı, daha çok ya da daha az bir yıl dizisi üzerine dağılmıştır. Bu yüzden onun kendi devirlerinin ölçüldüğü birimden daha uzun bir
toplam süre sözkonusudur ve şimdi devirlerin
yinelenmesi bu birimle dışsal değil, zorunlu olan bir bağıntı içindedir. Babbage’a göre,
İngiltere’de makinelerin ortalama yeniden-üretimi 5 yıldır; dolayısıyla reel yeniden-üretimi belki 10 yıldır. Kuşkusuz, sanayinin geçirdiği dolaşım, sabit sermayenin büyük ölçüde gelişme göstermesinden bu yana, artı-eksi 10 yıllık bir dönem içinde,
sermayenin böyle belirlenmiş olan bu
toplam yeniden-üretim aşaması ile bağıntılıdır. Başka belirleme nedenleri de bulacağız. Ama bu, nedenlerden biridir. Eskiden sanayi için, sonbaharlar gibi (tarımda) iyi zamanlar ve kötü zamanlar vardı. Ancak karakteristik dönemlere, mevsimlere bölünmüş birçok yılın sanayi dolaşımı, büyük sanayinin özelliğidir.
||8| Şimdi araya yeni giren No: III ayrımına geliyoruz.
Döner sermaye ürün biçiminde, yeni yaratılmış kullanım-değeri biçiminde üretim süreci tarafından dolaşıma bırakılıyor, tamamıyla ona giriyordu; yeniden paraya dönüşünce ürünün değeri (onda tamamıyla nesneleşmiş emek-zamanı, gerekli-emek zamanı) tam olarak gerçekleşmişti ve böylece hem artı-değer gerçekleşmiş, hem de yeniden-üretimin bütün koşulları yerine getirilmişti. Metaların fiyatının gerçekleşmesiyle bütün bu koşullar yerine getirilmişti ve süreç yeniden başlayabilirdi. Ancak bu,
döner sermayenin yalnızca büyük dolaşıma giren bölümü için geçerlidi
r. Üretim sürecine sürekli eşlik eden öteki bölüme gelince, ücrete dönüşen bu bölümün dolaşıma, doğal olarak, emeğin
sabit sermaye ya da
döner sermaye üretimi için kullanılmasına, bu ücretlerin yerine dolaşıma giren bir kullanım-değerinin olup olmamasına bağlıdır.
Buna karşılık, sabit sermaye, kullanım-değeri olarak bile dolaşmaz, ancak üretim sürecinde kullanım-değeri olarak tüketildiği ölçüde değer olarak elde edilmiş hammaddeye (manüfaktürde ve tarımda) ya da doğrudan çıkarılmış ham ürüne (örneğin madencilikte) karışır.
[sayfa 178] Böylece
sabit sermaye gelişmiş biçiminde, ancak,
döner sermayenin devirlerinin bir dizisini kapsayan yıl çemberi içinde geri döner. Para karşılığı ürünle hemen değişilmez, bunun sonucu olarak onun yeniden-üretim süreci dolaşan sermayenin devrine koşuttur. Ürünün fiyatına azar azar girer ve bu yüzden değer olarak azar azar geri döner.
Uzun dönemlerde parça parça geri döner, oysa döner sermaye kısa dönemlerde tam olarak dolaşır. Sabit sermaye bu durumda olduğu gibi geri dönmez, çünkü dolaşıma girmez; dolaşıma girdiği zaman artık
sabit sermaye olmaktan çıkar,
döner sermayenin değer bölümünün ideal parçasını meydana getirir. Ancak doğrudan ya da dolaylı yoldan
ürüne, yani döner sermayeye dönüştüğü zaman geri dönebilir. Tüketim için doğrudan kullanım-değeri olmadığı için kullanım-değeri olarak dolaşıma girmez.
Sabit sermaye ile
döner sermayenin bu farklı geri dönüş tipi, satış ve kiralama, yıllık gelir, faiz ve kâr, çeşitli biçimlerdeki kira ve kâr farkı olarak ileride önem kazanacaktır;
salt biçimsel olan bu farkın anlaşılmaması Proudhon ile adamlarını çok karmaşık sonuçlara götürmüştür. Bunu ilerde göreceğiz.
Economist, son bunalımla ilgili incelemelerinde
sabit sermaye ile
döner sermaye arasındaki bütün ayrımı “
kısa bir süre içinde ve bir kâr üzerinden malların yeniden satışına” (
Economist, n° 754, 6 Şubat 1858) ve “
giderleri, riski, yıpranma ve aşınmayı karşılayacak kadar bir gelirin üretimine ve piyasanın faiz oranına”
indirgemiştir.
* Bütün metanın satışıyla kısa süreli
dönüş ve
sabit sermayenin bir kısmının yalnızca yıllık dönüşü yukarda açıklanmıştı. Kâra gelince –tüccar kârı bizi burada ilgilendirmiyor–, döner sermayenin her bölümü ürerim sürecinden çıkmış ve ona geri dönüş olarak –yani aynı zamanda, nesneleşmiş emek (avansların değeri), gerekli-emek (ücretlerin değeri)
[sayfa 179] ve artı-emek içermiştir– dolaşımdan geçer geçmez kâr getirir, çünkü onda içerilen artı-emek, ürünle birlikte gerçekleşir. Ama kârı yaratan ne
döner sermayedir, ne de
sabit sermayedir, bu, birbirlerinin aracılığıyla işlenmiş ötekinin emeğinin maledilmesidir, dolayısıyla,
aslında döner sermayenin yalnız küçük dolaşıma giren kısmıdır. Ancak bu kâr gerçekte yalnızca sermayenin dolaşıma girmesi yoluyla, yani yalnız sermayenin
döner sermaye biçiminde gerçekleşmesidir,
sabit sermaye biçimindeyken asla gerçekleşmez. Oysa burada
Economist’in
sabit sermayeden anladığı –bu sermaye yoluyla gelen gelirler sözkonusu olunca– doğrudan makine olarak üretim sürecine girmeyen, demiryolu, bina, tarımsal iyileşmeler, arazinin kurutulması vb. için yaratılan
sabit sermaye biçimidir;
* dolayısıyla burada sermayede içerilen değerin ve artı-değerin gerçekleşmesi bir yıllık gelir biçiminde ortaya çıkar, bundan faiz artı-değeri,
yıllık gelir de avans halindeki değerin yavaş yavaş
geri dönüşünü temsil eder. Dolayısıyla
aslında burada sözkonusu olan (
toprakların iyileştirilmeleri durumunda sözkonusu olmakla birlikte)
sabit sermayenin ürünün bir bölümünü oluşturarak dolaşıma değer olarak girmesi değil, onun kullanım-değeri biçiminde satılmasıdır. Burada bir kez olarak değil,
yıllık olarak satılır. Oysa,
ilkin, sabit sermayenin birkaç biçimi önce döner sermaye olarak rol oynar ve ancak üretim sürecinde sabit kaldıktan sonra
sabit sermaye olur; örneğin bir makine fabrikatörünün dolaşan ürünleri makinelerdir, bunun gibi bir pamuklu dokumacısının makineleri de böyledir, onun için tamamen aynı biçimde dolaşıma girerler. Dokumacı için bunlar döner sermayedir, üretim sürecinde bunları gereksinen fabrikatör için
sabit sermayedir, çünkü bunun için üründür, şunun için yalnızca üretim aracıdır. Bunun gibi evler de,
hareketsiz olsalar bile,
yapıcılık ticareti için döner sermayedir; ve bunu ||9| kiraya vermek, ya da yapıcılık üretiminde kullanmak üzere bunları satın alan için
sabit sermayedir.
Sabit sermayenin kendisi kullanım-değeri olarak dolaştığı, yani satıldığı, el değiştirdiği duruma, aşağıda gene döneceğiz.
Ama, –ister para olarak, ister
sabit sermaye biçiminde olsun– sermayenin sermaye olarak satılması konusunun, bunun belirli kavramının çeşitli öğelerinde kendini gösterdiği yerde, sermayenin hareketi olarak dolaşımı incelediğimiz burada yeri olmadığı açıktır. Üretken
[sayfa 180] sermaye ürün, meta, para haline gelir ve sonra gene üretim koşullarına dönüşür. Bu biçimlerin herbirinde sermaye olarak kalır ve kalacaktır, çünkü ancak bu niteliği ile gerçekleşir. Aşamaların birinde kaldığı sürece, meta-sermaye, para-sermaye ya da sanayi-sermayesi olarak sabitleşmiştir. Ancak bu aşamaların herbiri onun hareketinin yalnız bir öğesidir ve bu aşamadan ötekine geçmek için dışarı çıktığı biçimdeyken sermaye olmaktan çıkar. Meta olarak dışarı çıkar ve para olursa, ya da bu ters yönde gerçekleşirse, dışarı çıktığı biçimde sermaye olarak yoktur, yeni aldığı biçimde vardır. Dışarı çıkmış olan biçim gene başka bir sermaye biçimini alabilir, ya da doğrudan tüketilebilir bir ürün biçiminde olabilir. Ancak bu bizi ilgilendirmiyor, sermayelerin kendi içinde dolaşan çemberi sözkonusu olsa bile sermayeyi ilgilendirmiyor. Daha çok onun sermaye-olmayan biçimlerinden herbirini, ilerde gene bu biçimi almak üzere dışarı atıyor. Ama para olarak sermaye, arsa ve toprak, taşınmaz vb. olarak borç verilirse,
sermaye olarak meta haline gelir ya da o zaman dolaşıma konulan meta da
sermaye olarak sermayedir. Bunun bir sonraki bölümde incelenmesi sürdürülebilir.
Metanın paraya çevrilmesi sırasında ödenen,
sabit sermayenin değer biçimine geçmiş kısmıyla ilgili fiyatı olmakla birlikte onun kısmen yeniden-üretilmesi için gerekli olan bölüm, üretim sürecinde tüketilen ve kullanılan bölümdür. Dolayısıyla, alıcının ödediği, nesneleşmiş emeğin, değerin kendisi olmakla birlikte,
sabit sermayenin kullanılması ya da tüketilmesidir. Bu tüketim parça parça birbiri ardına olduğu için, bunu üründe parça parça öder, buna karşılık üründe içerilmiş olan hammaddenin bölünebilir kısmım, ürün için ödediği fiyatta tüm değerine göre yerine koyar. Yalnızca birbiri ardına ödemekle kalmaz, bir yığın alıcı ürünleri satın aldıkları oranda,
sabit sermayenin kullanılan ve tüketilen bölünebilir kısmını parça parça aynı zamanda öderler. Sermayenin dolaşımının ilk yarısında sermaye meta olarak ve alıcı para olarak ortaya çıktığı, sermayenin amacı değer, alıcının ise kullanım olduğu için (gene üretken olup olmaması bizi ilgilendirmez, çünkü biz, burada yalnızca onun biçim yönünü, bu biçimin dolaşımda sermaye karşısında görünüşünü inceliyoruz) alıcının meta ile ilişkisi tıpkı tüketicinin ilişkisidir. Öyleyse, dolaylı olarak, alıcı bütün metalarda
sabit sermayenin tüketilmesini ve kullanılmasını, bu sermaye kullanım-değeri olarak dolaşıma girmediği halde, birbiri ardından ve parça başına öder. Ama geçerli olan
sabit sermayenin biçimleridir, alıcı bu biçimler içinde kullanım-değeri için –iletişim ve taşıma araçlarında vb. olduğu gibi– doğrudan ödeme yapar. Bütün bu durumlarda
sabit sermaye, gerçekte, demiryollarında vb. olduğu gibi, üretim sürecinden asla dışarı çıkmaz. Ancak bir kimseye üretim süreci içinde, ürünü pazara getirmek için iletişim aracı olarak hizmette bulunduğu halde,
[sayfa 181] başka birine tüketim aracı olarak, zevk için geziye çıkana kullanım-değeri olarak yarayabilir. Üretim aracı olarak gözönünde bulundurulduğunda, çeşitli sermayeler tarafından aynı zamanda üretim ve dolaşım için ortak koşul olarak tüketilmesi bakımından burada makineden vb. farklıdır. (Tüketimin bu niteliğiyle burada henüz ilgilenmiyoruz.) Böyle özel üretim süreci içine kapatmış olarak değil, ama yalnız parça parça sermaye tüketen özel sermayelerin üretim süreçlerinin bir topluluk arasındaki birleştirici damar olarak bulunur. Bütün bu özel sermayelerin ve onların özel üretim süreçlerinin karşısında
sabit sermaye, burada, özel, onlardan ayrılmış üretim dalının ürünü olarak belirlenmiştir, ama burada makinelerde olduğu gibi, üreticinin biri onu
döner sermaye olarak satmaz, öteki
sabit sermaye olarak elde etmez, yalnızca
sabit sermayenin kendisi biçiminde satılabilir. Daha sonra metada saklı olan şey, onun birbiri ardına
dönüşü ortaya çıkar. Ama aynı zamanda bu, kendisi satılmış olan ürün olarak (sanayici için ürün değil, kullandığı makinedir), artı-değeri, yani faiz ve kâr gelirlerini içerir,
eğer varsa. Bu ortak ve birbiri ardına aynı biçimde tüketilebildiği, doğrudan tüketim için kullanım-değeri, kullanım-değeri olabildiği için, satışı da –üretim aracı olarak değil, yalnızca meta olarak– aynı biçimde olur. Ama üretim aleti olarak satıldığı ölçüde –bir makine salt meta olarak
satılır ve sanayi süreci içinde üretim aracı haline gelir– yani genel toplumsal üretim sürecinde tüketimi ile satışı doğrudan örtüşürse, bu, sermayenin basit dolaşımının incelenmesine girmeyen bir belirlemedir. Burada
sabit sermaye, üretim aracısı olarak işe karışıyorsa, üretim sürecinin sonucu değil, koşuludur. Dolayısıyla burada yalnız değerin yerine konması sözkonusu olabilir, bu değerde onu kullanan için artı-değer içerilmemiştir. Kullanan bu artı-değeri makine yapımcısına ödemiştir. Oysa demiryolu ya da üretim için kiralanmış yapılar, aynı zamanda üretim aracıdır ve satıcısı tarafından
aynı zamanda ürün olarak, sermaye olarak gerçekleştirilir.
Üretimin koşulu olarak ortaya çıkan her öğe aynı zamanda onun sonucu olduğu için –kendi koşullarını yeniden-üretmesi dolayısıyla– üretim süreci içinde sermayenin temel bölünüşü, şimdi, üretim sürecinin üç üretim sürecine bölünmesi, bunlar da sermayenin çeşitli tasımlarının –artık bunlar özel sermayeler olarak kendini gösterir– çalışması biçimindedir. (Her zaman, varsayım, biçimsel olarak, işletilen tek bir sermayeye göre ele alınabilir, çünkü, biz, burada, sermayeyi bu niteliğiyle ve sermayenin çeşitli türlerinin varolan ortak noktasını en basit tarzda göstermeye çalışıyoruz.) Her yıl, sermaye, çeşitli ve değişik oranlarda hammadde, ürün ve üretim aracı olarak, kısacası,
sabit sermaye olarak ve
döner sermaye olarak yeniden-üretilir. Bu üretim süreçlerinin herbirinde
döner sermayenin, hiç değilse emek-gücü karşılığında değişim için
[sayfa 182] ayrılmış makinelerin ya da aletin ve üretim araçlarının korunmasına ve tüketimine ayrılmış kısım önkoşul olarak ortaya çıkar. Salt
çıkarıcı sanayide, örneğin madencilikte madenin kendisi emek malzemesi olarak bulunur, ama ürüne geçen hammadde değildir, buna karşılık manüfaktür sanayisinde bu hammaddenin bütün biçimlerde ayrı bir varlığı olması gerekir. Tarımda, tohum, gübre, hayvan vb. hem hammadde, hem de yardımcı maddeler olarak kabul edilebilir. Tarım kendine özgü bir üretim tarzı oluşturur, çünkü mekanik ve kimyasal sürece organik süreç eklenir, doğal yeniden-üretim süreci yalnızca denetlenir ve yönetilir; çıkarıcı sanayi de (en başta madencilik) kendine özgü bir sanayidir, çünkü burada hiçbir yeniden-üretim süreci yoktur, en azından denetim altında bulunan, ya da bizce bilinen bir süreç yoktur. (Balıkçılık vb. yeniden-üretim süreci ile bağıntılı olabilir; ormancılık da öyle; yani bunların salt çıkana sanayi olarak görülmesi gerekli değildir.)
Sabit sermayeyi sermayenin bizzat ||10| ürünü ve dolayısıyla nesneleşmiş artı-zaman olarak içeren üretim aracı, önce
döner sermaye olarak üreticisi tarafından elden çıkarılabilme, örneğin makinenin makine yapımcısı tarafından
sabit sermaye olmadan elden çıkarılması, böylece ancak kullanım-değeri olarak dolaşıma girme özelliği taşıdığına göre, onun dolaşımı yeni bir belirlemeyi asla içermiyor. Ama örneğin demiryolu gibi asla devredilmediğine, öte yandan aynı zamanda üretim aracı olarak iş gördüğüne ya da bu niteliğiyle tüketildiği ölçüde iş gördüğüne göre,
sabit sermaye ile ortak yanı, değerinin ancak yavaş yavaş geri dönmesidir; buna bir de, değerin bu geri dönüşüne artı-değerin, onda nesneleşmiş artı-emeğin geri dönüşünün katılması eklenir. O zaman
geri dönüşün özel bir biçimine sahiptir.
Şimdi önemli olan, sermayenin üretiminin
döner sermaye ile
sabit sermayenin belirli oranlarda üretimi olarak ortaya çıkması, böylece sermayenin kendisinin
sabit sermaye ve
döner sermaye olarak kendi çifte dolaşım türünü üretmesidir.
Sabit sermaye ve döner sermaye. Economist. Smith. Döner sermayenin karşıt
değerinin yıl içinde üretilmesi gerekir. Sabit sermaye için böyle değil. Bu, daha sonraki yılların üretiminin hizmetindedir.
Son noktayı bir çözüme bağlamadan önce birkaç ayrıntı daha sözkonusu. “
Döner sermaye tüketilir, sabit sermaye üretimin büyük işinde kullanılır.” (
Economist, VI, s. 1.)
Tüketim ile
kullanım farkı azar azar ya da hızla yıkıma varır.
Bu nokta üzerinde daha fazla durmamız gereksiz.
“
Döner sermaye sınırsız değişiklikte biçimler alır, sabit sermayenin tek bir biçimi vardır.” (
Economist, VI, s. I.)
Bu “
sınırsız değişiklikte [sayfa 183] biçimler”, sermayenin kendisinin üretim süreci dikkate alındığında, Adam Smith’in salt biçim değişimine indirgemesinden daha doğrudur.
Sabit sermaye, sahibine, “aynı biçimde kalmayı sürdürdüğü sürece”
yarar getirir. Bu demektir ki, kullanım-değeri olarak, belirli bir maddi varlık olarak üretim sürecinde direnir. Buna karşılık
döner sermaye (A. Smith, t. II, s. 197, 198) “belirli bir biçimde” (ürün olarak), “başka bir biçim altında” (üretim koşulu olarak) “geri dönmek üzere sürekli olarak sahibinin elinden çıkar ve ancak bu dolaşımın aracılığı ile ve ardarda
değişmelerle kâr getirici olur.”
Burada Smith, döner sermayenin içinde bulunduğu “
sınırsız değişiklikte biçimler”den sözetmiyor. İçerik yönünden bakıldığında,
“sabit sermaye” de “
sınırsız değişiklikte biçimler” alır;
döner sermayenin kullanım-değerinin kendisi olarak geçtiği başkalaşımlardan ayrı olarak, bu “
sınırsız değişiklikte biçimler”, dolaşımın değişik evrelerinin nicel olarak farklarına indirgenir.
Döner sermaye, belirli bir üretim sürecinde ele alındığında, her zaman hammaddelerin ve ücretlere ayrılan paranın aynı biçimi altında geri döner. Maddi varlığı, sürecin sonunda, başlangıçtaki gibidir. Üstelik
Economist de başka bir yerde “
sınırsız değişiklikte biçimler”i dolaşımın kavramsal olarak belirli bir değişimine indirgiyor. “
Meta üretildiği biçimde tamamen tüketilmiştir” (yani kullanım-değeri olarak dolaşıma girer ve burdan dışarı atılır) “
ve onun elinde yeni bir biçim alır” (hammadde ve ücret olarak),
“benzeri işlemi” (daha çok aynı işlemi) “yinelemeye hazırdır”. (
l.c., VI, s. I.)
Smith de, sabit sermayenin “dolaşıma gereksinimi olmadığını” vurgulayarak söyler, (t. II, 197, 198.)
Sabit sermaye çalıştırılırken, değer, belirli bir kullanım-değerinin tutsağı olur; döner sermayede değer, çeşitli kullanım-değerlerinin biçimini, ayrıca da her türden belirli kullanım-değerinden, onun dışarı attığı gibi bağımsız biçimi (para olarak) alır; bu yüzden sürekli bir madde ve biçim değişimi vardır.
“Döner sermaye ona” (girişimciye) “gereçler ve işçilerin ücretlerini sağlar ve etkinliğe sanayiyi koyar.” (A. Smith, t.II, s. 126.)
“Her sabit sermaye başlangıçta bir döner sermayeden doğar ve sürekli olarak bir döner sermaye yardımıyla beslenmek gereksinimi duyar.” (
l.c, s. 207.)
Toplumun genel sermayesinin öteki iki dalına koymak üzere döner sermayenin öylesine büyük bir bölümü sürekli olarak geri çekildiğine göre, bu sermaye de sürekli gereçlerle yenilenme gereksinimini duyar, yoksa çok geçmeden sıfırı tüketir. Bu gereçler başlıca üç kaynaktan gelir: toprağın, madenlerin [sayfa 184] ve balık avlanılan yerlerin ürünü.” (
l.c, s. 208.)
<
Economist’in vurguladığı bir farkı daha önce geliştirmiştik: “
Ülkenin cari geliri üzerinden üreticiye geri dönen bütün üretimin tüm maliyeti, döner sermayedir; ama karşılığında yalnızca kullanım için yıllık bir tutar ödenen her üretim sabit sermayedir.” (Defter VI, s. I.)
“Birinci durumda, üretici tamamıyla ülkenin
cari gelirine bağımlıdır.” (
l.c.) Gördük ki,
sabit sermayenin yalnızca bir kısmı
döner sermaye ile belirlenmiş zaman içinde geri döner, bu zaman onun dönüşümlerinin birimi olarak iş görür, çünkü bu besin maddelerinin ve hammaddelerin büyük bölümünün yeniden-üretimi için doğal birimdir, çünkü yeryüzünün yaşamsal (kozmik) süreci içinde doğal dönem olarak ortaya çıkar. Bu birim yıldır, halkın hesapladığı yıl az ya da çok, ama önemsiz biçimde doğal büyüklüğünden farklı olur. Kendi maddi varlığı kavramıyla daha çok örtüştüğü, maddi varlık biçimi daha uygun olduğu ölçüde, sabit sermaye, dönüş zamanı için bir çevrim yılını içinde taşır.
Döner sermaye ilkin, para karşılığında, sonra kendi öğeleri karşılığında tamamıyla değişildiği gibi, bu, (artı-değeri de içeren) toplam değerine eşit ürün gibi karşılıklı değeri varsayılır. Tamamıyla üretime girdiği ya da girebildiği söylenemez; çünkü, kısmen hammadde olarak ya da
sabit sermayenin öğesi olarak, kısacası kendisi üretimin öğesi –bir üretim-karşılığı– olarak kullanılabilir. Kullanım-değerinin ürün olarak, üretim sürecinin sonucu olarak sermaye tarafından dışarı atılan bir kısmı, tüketim konusu haline gelir ve böylece gerçek anlamıyla sermayenin dolaşımından çıkar, başka bir kısmı da üretim koşulu olarak bir başka sermayeye girer. Bu bizzat sermayenin dolaşımında ortaya çıkmıştır, çünkü dolaşımın ilk yarısında meta olarak, yani kullanım-değeri olarak kendinden dışarı atılır, dolayısıyla
kendi kendisiyle ilgili olarak kullanım-değeri, tüketim maddesi halinde bu biçimde kendi dolaşımından ayrılır; dolaşımın ikinci yarısında ise üretim koşulu olarak meta karşılığında para olarak değişilir. Dolaşan kullanım-değeri olarak, kendi maddi varlığını hem tüketim maddesi halinde, hem de yeni bir üretim öğesi ya da daha çok yeniden üretimin öğesi halinde ortaya koymuş olur. Ancak her iki durumda da karşılık-değerin tam olarak var olması zorunludur; yani yıl boyunca tamamıyla üretilmiş olmalıdır. Örneğin manüfaktürden elde edilen, bir yıl boyunca tarım ürünleri karşılığında değişilebilen bütün ürünler, bir ürün kaldırmadan ötekine hesaplanan yıl içinde elde edilen işlenmemiş ürünlerin kitlesi ile belirlenmiştir. Burada sermayeden, oluşum halindeki sermayeden söz ettiğimize göre, önümüzde henüz onun dışında –çok sayıda sermaye bizim için varolmadığı için– onun kendisinden ve basit
[sayfa 185] dolaşımdan başka bir şey yoktur; bu dolaşımdan sermaye değeri para ve meta olarak çifte biçimde kendine emer ve onu para ve meta olarak çifte biçimde dolaşıma atar. İngiltere gibi sermayeye dayalı üretim yapan sanayici bir halk, Çinlilerle değişim yapar, değeri para ve meta biçiminde bunların üretim sürecinden çektiği değeri soğurduğu zaman, ya da daha çok bunları kendi sermayesinin dolaşım çemberine alarak soğurduğu zaman, hemen görülür ki, bu yüzden Çinlilerin de kapitalist olarak üretimde bulunması gerekmez. İngilizler gibi bir toplumun kendi içinde sermayenin üretim tarzı bir sanayi dalında gelişir, öte yandan başka bir dalda, örneğin tarımda, az ||11| ya da çok kapitalizm-öncesi üretim tarzları egemen olur. Bu arada, 1) bütün noktalarda üretim tarzını kendine uydurmak, onu sermayenin egemenliği altına sokmak sermayenin zorunlu eğilimidir. Belirli bir ulusal toplumun bağrında, bu, sermayenin aracılığıyla, tüm emeğin ücretli emeğe dönüşmesi sonucu zorunlu olarak ortaya çıkar: 2) Dış pazarlarla ilgili olarak sermaye, üretim tarzının bu yayılmasını uluslararası rekabet yoluyla zorla kabul ettirir. Rekabet, sermayenin kendi üretim tarzını egemen yapma tarzıdır. Her durumda, birbirini izleyen değişimlerin her iki yanında, ve her kez karşıtı bir belirleme içinde, bunun ikinci bir sermaye gibi ya da bu sermayenin kendisinin başka bir sermaye olarak bulunmasının açık olması bir yana, her iki belirlemenin, biz bu çifte hareketi gözden geçirmeden önce, sermayenin kendi dolaşım hareketinden ortaya çıkmış olduğu açıktır. İlk aşamada sermaye, kullanım-değeri olarak, meta olarak sermayenin hareketinden çıkar ve para olarak değişilir. Sermayenin dolaşımından dışarı atılan meta, artık sürekli değerin öğesi olarak, değerin varlığı olarak meta değildir. Dolayısıyla, kullanım-değeri olarak onun varlığı, tüketim için var oluşudur. Sermaye, yalnızca, olağan dolaşım içinde, bir değişimcinin tüketici olarak
karşısına çıkmasıyla ve bu metayı paraya çevirmesiyle, meta biçiminden para biçimine çevrilir; bu dönüşme, maddi yönü açısından gerçekleştirilir; öyle ki, tüketicinin kullanım-değeriyle ilişkisi, kullanım-değeri olarak ilişkisidir ve ancak kullanım-değerinin bu işlemi sayesinde, sermaye için
değer yerine geçer. Öyleyse sermaye tüketim malları yaratır, ama bu biçim altında onu kendinden, kendi dolaşımından dışarı atar. Şimdiye kadar geliştirilen belirlemelerden çıkan başka bir ilişki yoktur. Sermayenin dolaşımından bu niteliğiyle dışarı atılan meta, değer olarak yapılış amacını yitirir ve üretimin karşıtı tüketimin kullanım-değeri amacını yerine getirir. Dolaşımın ikinci aşamasında ise, sermaye, parayı meta karşılığında değişir ve metaya dönüşümü şimdi değer konumunun bir öğesi olarak ortaya çıkar, çünkü bu niteliğiyle meta sermayenin dolaşım sürecine girmiştir. Birinci aşamada, sermayenin önkoşulu tüketimse, ikinci aşamada,
[sayfa 186] üretim, üretim için üretim önkoşuldur; çünkü, değer, meta biçiminde, sermaye dolaşımı içine dışardan girer, ya da hâlâ, bu süreç, işlemin birinci aşamasının tersine bir süreçtir. Bizzat sermaye için kullanım-değeri olarak meta, bu sermayenin üretim süreci için kullanım-değeri olarak, öğe olarak meta olabilir. Süreç çift yönü ile şu görünümdedir: ilk aşamada a sermayesi ürününü meta olarak b sermayesinin parası karşılığında değişir; ikinci aşamada b sermayesi meta olarak a sermayesinin parası karşılığında değişilir. Ya da birinci aşamada b sermayesi a sermayesinin metası karşılığında para olarak, ikinci aşamada a sermayesi, b sermayesinin metası karşılığında para olarak değişilmiş olur. Bu, aynı zamanda, iki dolaşım aşamasının her birinde sermayenin para ve meta olarak konulmuş olduğu anlamına gelir; ama hep dolaşım sürecinin karşıt aşamasında bulunan iki değişik sermayede böyledir. Basit dolaşım sürecinde, M-P ya da P-M değişim eylemleri, doğrudan örtüşür ya da doğrudan birbiriyle örtüşmez gibi görünür. Dolaşım, yalnızca değişimin iki biçiminin ardarda olmasıyla değil, aynı zamanda da onların herbirinin iki farklı yönde bölünmesiyle olur. Ne var ki, burada, şimdilik, birçok sermaye içinde, bu sermayelerin değişimini ele almıyoruz. Bu rekabet ya da hatta sermayelerin dolaşım (kredi) teorisi konusuna girer. Burada, bizi, şimdilik, bir yandan tüketimin önkoşulu –değerin hareketinin kullanım-değeri olarak dışarı atılmış olan metanın önkoşulu– ve üretim için üretimin önkoşulu –kullanım-değeri olarak, bunun yeniden-üretimi için sermayenin dolaşımının dışında konan koşul olarak konmuş değerin önkoşulu– ve sermayenin dolaşımının basit biçiminin incelenmesinin birbirinin sonucu görünen bu iki olgu ilgilendiriyor. Açık olan şudur: Tüm
döner sermaye birinci aşamada para karşılığında meta olarak, ikincisinde meta karşılığında para olarak değişildiği için, evrimlerinin zaman birimi olarak yılı alırsak, gerek hammaddelerin vb. yıllık olarak yeniden-üretilmesiyle (sermayenin para olarak karşılığında değişildiği metanın üretilmiş olması gerekir, aynı andaki üretimin buna uygun düşmesi gerekir), gerek yıllık bir gelirin (kullanım-değeri olarak meta karşılığında değişilen para bölümünün) sermayenin dışarı atılan ürününü kullanım-değeri olarak tüketmek üzere sürekli yaratılmasıyla döner sermayenin biçim değiştirmeleri sınırlanmış olur. Bu türden –daha çok gelişmiş ilişkiler henüz ortada bulunmadığı için– gelir olarak yalnızca kapitalistlerin kendilerinin ve bunun gibi işçilerin geliri vardır. Ayrıca, sermayenin gelir karşılığında değişiminin, üretim ve tüketim ilişkisinin bu başka biçiminin incelenmesinin yeri şimdilik burası değildir. Öte yandan
sabit sermaye yalnızca değer olarak
döner sermayeye girdiği ölçüde değişildiği için, dolayısıyla da ancak parçalar halinde yıl içinde değerlenmiş olduğu için, karşılık-değeri parçalar halinde, dolayısıyla
[sayfa 187] yıl boyunca bu karşılık-değerin parçalar halinde bir üretimini eşit olarak içerir. Bu, ancak tüketildiği oranda ödenir. Her durumda açıktır ki, sınai çevrim içinde
sabit sermayenin getirdiği farktan daha önce ortaya çıkan sonuç, bu sermayenin
ileriki yılların üretimini yüklenmesi, ayrıca da daha büyük bir
gelirin yaratılmasına katkıda bulunması, böylece karşıtlık-değer olarak geleceğin emeğini öngörmesidir. Emeğin gelecekteki ürünlerinin öngörülmesi ise devlet borçlarının vb. bir sonucu, kısacası kredi sisteminin bir buluşu değildir. Bunun kökeni,
sabit sermayenin özgül değerlendirme tarzında, dönüşme tarzında, yeniden-üretim tarzındadır.>
Burada en başta sözkonusu olan şey, salt biçimsel belirlemeleri gözden kaçırmamak, böylece ilgili olmayan şeyi biraraya getirmemek olduğuna göre, buraya kadar söylenenlerden anlaşılıyor ki,
döner sermayenin ve öteki
sabit sermayenin gelir getirmesinin çeşitli biçimleri –genellikle gelirin her incelemesi gibi– henüz konumuzun dışında-dır; sözkonusu olan, yalnızca, bunların geri dönüşü ve sermayenin genel dönüşümü, onun yeniden-üretim hareketini etkileme yolundaki çeşitli tarzlarıdır. Ama yeri geldikçe ortaya konulanlar önemlidir; çünkü bunlar, aynı zamanda, ekonomistlerin ortaya attığı karmakarışık görüşleri bir kenara atar,
sabit sermaye ile
döner sermayenin basit ayrımının incelenmesinde bunların henüz yeri yoktur –ayrıca bunlar, bize,
gelirde vb. farklılığın temelinin
sabit sermaye ile
döner sermayenin yeniden-üretiminin biçim farkında bulunduğunu göstermiştir. Burada şimdilik sözkonusu olan, yalnızca, değerin basit
geri dönüşüdür. Bunun, gelirin geri dönüşü haline, gelirin belirlenmesindeki farklılık haline nasıl geldiğini daha sonra göreceğiz.
Bakım giderlerinden, sabit sermayenin
bakım giderlerinden henüz söz etmedik. Bunlar kısmen, iş görmek için sermayenin tükettiği
yardımcı maddelerdir.
Onlar, sabit sermaye içinde, terimin ilk anlamında yer alırlar, öyle ki, biz, onları, üretim sürecinin içinde incelemiştik. Bu maddeler
döner sermayedirler; aynı zamanda tüketime de hizmet ederler. Yalnızca üretim sürecinde tüketildikleri ölçüde
sabit sermaye haline gelirler, ama asıl
sabit sermaye gibi biçimsel varlıkları yoluyla belirlenmiş saf bir maddi töze sahip değildirler. Bu giderlerin ikinci kısmı, onarımlar için gerekli işler içinde
bakım giderlerinden oluşur.
Sabit sermayenin ve döner sermayenin geliri.
||12| A. Smith’in, her
sabit sermayenin başlangıçta bir döner sermayeden geldiği ve sürekli olarak bir
döner sermaye yoluyla bakımda olması gerektiği belirlemesi:
“Her sabit sermaye, başlangıçta bir döner sermayeden [sayfa 188] kaynaklanır ve bu sonuncunun giderlerini sürekli olarak karşılamış olması gerekir. Hiçbir sabit sermaye, gelirini, bir döner sermayenin giderinden sağlayamaz.” (Storch, 26a.) Storch’un gelirle ilgili açıklamasına (konumuzun dışında kalan bir belirleme) gelince, şu saptama yapılabilir:
Sabit sermaye, ancak kullanım-değeri olarak,
sabit sermaye olarak parça parça ortadan kaybolduğu gibi, yalnız değer olarak geri döner, değer olarak
döner sermayeye katılır. Dolayısıyla, ancak değeri dikkate alındığında, bir
döner sermaye biçiminde geri dönebilir. Ama kullanım-değeri olarak hiç dolaşmaz. Ayrıca kendisi yalnız üretim için kullanım-değerine sahip olduğundan, bireysel kullanım için, tüketim için de yalnızca
döner sermaye biçiminde değer olarak geri dönebilir. Toprakla ilgili iyileştirmeler kimyasal biçimde doğrudan yeniden-üretim sürecine girebilir ve böylece doğrudan kullanım-değerine dönüşebilirler. Ama sonra da
sabit sermaye olarak var oldukları biçimde tüketilirler.
Bir sermaye, yalnızca, dolaşıma girdiği ve ondan geri döndüğü biçimde gelir getirebilir, çünkü doğrudan kullanım-değerlerinde, dolaşım aracılığı ile sağlanmamış kullanım-değerlerinde gelir üretimi sermayenin doğasına aykırıdır. Dolayısıyla sabit sermaye yalnızca döner sermaye biçiminde değer olarak geri döndüğünden, yalnızca bu biçimde gelir getirebilir. Gelir de artı-değerin doğrudan üretim için belirlenmiş kısmından
başka bir şey değildir. Onun
geri dönüşü ise, değerin
geri dönüş türüne bağlıdır.
Bu yüzden, sabit sermaye ile
döner sermayenin gelir getirmesi farklıdır. Bunun gibi, sabit sermaye bu niteliğiyle kullanım-değeri olarak asla dolaşıma girmediği, yani kullanım-değeri olarak değerlenme sürecinden asla dışarı atılmadığı için, doğrudan tüketimin işine asla yaramaz.
Bunun için, Smith’in, döner sermayenin her yıl yerine konması gerektiğini, sürekli olarak denizden, topraktan ve madenlerden çıkarılarak sürekli yenilenmesini söylemesi, şimdi, bizim için daha bir açıklık kazanıyor. Dolayısıyla burada o döner sermayeyi salt materyal olarak düşünüyor; elle yakalanıyor, toplanıyor, biçilip kaldırılıyor; bunlar hareket halindeki temel ürünler oluyor, toprakla olan bağlarından koparılıyor, ayrılıyor, böylece hareketli duruma sokuluyor, ya da tek basma varlık iken, balık vb. gibi kendi öğelerinden ayrılıyorlar. Ayrıca, salt materyal açısından bakıldığında, Smith’in sermayenin üretimini varsayması ve kendini de dünyanın başlangıcına koymaması durumunda, her döner sermayenin bir sabit sermaye biçiminde temel yiyecek maddesi olması kesinlik kazanıyor. Ağ olmadan balık tutamıyor, pulluk olmadan tarla süremiyor, çekiç vb. olmadan maden çıkaramıyor. Kendisi çekiç vb. olarak bir taşı kullanınca, bu taş, kuşkusuz döner sermaye olmuyor, sermaye hiç olmuyor, bir iş aracı oluyor. İnsan üretmek zorunda kalınca, var olan doğa nesnelerinden bir kısmını doğrudan iş aracı olarak kullanma azmine sahiptir ve Hegel’in haklı olarak söylediği [sayfa 189] gibi, başka bir aracılık süreci olmaksızın bunları kendi etkinliği altına sokar. Bütün sermaye, aslında, döner sabitten değil, yalnızca başlangıçta değil, sürekli olarak ötekinin emeğinin maledilmesinden kaynaklanır. Ancak gördüğümüz gibi, bu süreç sürekli olarak küçük dolaşımı, emek-gücünün ücret karşılığında değişimini ya da geçimini sağlamayı gerektirir. Bu, sermayenin üretim sürecini varsayar: tüm sermaye ancak bir döner sermaye biçiminde geri döner; bunun için sabit sermaye, ancak, döner sermayenin bir kısmının sabit kalmasıyla yenilenebilir, yani sabit sermaye üretmek için, sağlanan hammaddenin bir kısmı kullanılır, emeğin bir kısmı tüketilir (dolayısıyla, bakım parasının bir kısmı da canlı emek karşılığında değişilir). Örneğin tarımda ürünün bir kısmı emek tarafından tüketilir, su yolları yapımına ayrılır ya da buğdayın bir kısmı güherçile, kimyasal maddeler vb. karşılığında değişilir, bu kimyasal maddeler toprakla bileşiktir, ama kimyasal süreçlerine bırakıldıkları zaman aslında kullanım-değerleri de yoktur. Döner sermayenin bir kısmının yalnızca sabit sermayenin yeniden-üretimi için kullanım-değeri vardır ve (döner sermayenin yer değiştirmesine mal olan üretim yalnızca emek-zamanından oluşsa bile) yalnızca sabit sermaye için üretir. Oysa, sabit sermayenin kendisi, yalnızca döner sermayenin değerini oluşturan kısmı olarak ve yalnızca döner sermayenin sabit sermayeye dönüşmesiyle yeniden-üretilen öğeleriyse sermaye olarak yenilenebilir. Sabit sermaye, döner sermayenin üretimi için önkoşul olduğu gibi döner sermaye de sabit sermayenin üretimi için önkoşuldur. Ya da bununla birlikte sabit sermayenin yeniden-üretiminin gerekirlikleri şunlardır: 1) döner sermaye biçiminde değerinin geri dönmesi; çünkü ancak üretiminin koşulları karşılığında yeniden böyle değişilebilir; 2) canlı emeğin ve hammaddenin bir kısmının, dolaylı ya da doğrudan üretim aletlerini değişilebilir ürünler yerine üretmek üzere kullanılması, kullanım-değerine göre, döner sermaye tıpkı emek gibi sabit sermayeye geçer, buna karşılık sabit sermaye değerine göre döner sermayeye, hareket olarak (durduğu yerde doğrudan makinedir), hareketsiz hareket olarak, biçim olarak, kullanım-değerine geçer.
Özgür emek = gizli yoksulluk. Eden.
<Özgür emek, ve onda olduğu kadar, gizli yoksulluk üzerine yukarda geliştirdiğimiz önermelerle ilgili olarak, Sır
Fr. Morton Eden Bt’nin aşağıdaki önermelerini de belirtmek gerekir:
“The State of the Poor, or an History of the Labouring Classes in England from the Conquest, etc.” 3 vol. 4°, London, 1797. (Alıntılar c. I, kitap I’den) (I. Kitap, Bölüm I’de,
ibid, şöyle deniyor: “Bölgemiz, gereksinimlerin karşılanması için emeği gerekli görüyor ve
bu yüzden hiç değilse toplumun
bir kısmının [sayfa 190] ara vermeden her zaman çalışması zorunludur; geri kalanlar sanat kollarında vb. çalışırlar, bununla birlikte, bir kısmı da çalışmadan emek ürünlerine sahip olurlar. Ama bu mal sahipleri bunu ancak
uygarlığa ve düzene borçludurlar; bunlar salt
uygarlaşmış kurumların yaratıklarıdır. Çünkü bu kişiler anlamıştır ki, emeğin ürünleri emek yoluyla olduğundan başka türlü de sağlanabilir; talihli insanlar
servetini, başkalarınınkinden hiç de daha iyi olmayan kendi becerilerine değil,
hemen tamamen başkalarının emeğine borçludurlar. Zenginleri yoksullardan ayıran, toprak ya da para sahibi olmak değil,
emeğe egemen olmaktır.”
Böyle bir yoksulluk çiftçilerin özgürlüğü ile başlar – toprağa ya da en azından yere feodal bağlılık bugüne kadar yasa koyucunun başıboş kişilerle, yoksullarla vb. uğraşmasına olanak bırakmamıştır. Eden’e göre, çeşitli ticari meslek kuruluşları vb. kendi yoksullarını da beslemişlerdir.
Eden diyor ki: “
Manüfaktürlerin ve ticaretin ülke için sağladığı sayısız yararların küçümsenmesi gibi hiç hoş olmayan bir düşünceye kapılmaksızın, bu incelemenin götürdüğü kaçınılmaz sonuç, manüfaktürlerin ve ticaretin” (yani en başta sermaye tarafından egemenlik altına alınmış üretim alanının) “
ulusal yoksulluğumuzun asıl kaynağı olmasıdır.”
Gene aynı yerde deniyor ki: Henry VII’den başlayarak (aynı zamanda tarlaların meraya dönüştürülmesiyle toprağın gereksiz
boğazlardan temizlenmeye başladığı ve 150 yıldan fazla süren, hiç değilse yakın malların ve yasa koyucunun müdahalelerinin sözkonusu olduğu; böylece sanayinin buyruğu altına giren insan sayışırım çoğaldığı dönem) sanayide artık ücret saptanmıyor, yalnızca toprağın işlenmesinde saptanıyordu. 11, Henry VII.
(Özgür emek ile ücretli emek henüz tam olarak ortaya çıkmamıştır. Feodal ilişkiler işçiler için henüz bir dayanaktır; işçi arzı henüz çok sınırlıdır; bu yüzden sermaye henüz onları sermaye olarak en aza indirgeyecek durumda değildir. Dolayısıyla ücretler kurallara uygun belirlenirler. Ücret kurallarla düzenlendiği sürece, ne sermaye sermaye olarak üretimi kendine bağlar, ne de ücretli emek kendine uygun varlık tarzına kavuşur.) Sözü geçen belgede, dokumacılar, yapı ustaları,
gemi yapımcıları da anılıyor. Aynı belgede emek-zamanı da ||13| saptanıyor:
“Birçok gündelikçi günün yansını boş geçirdikleri, geç geldikleri, erken gittikleri, öğleden sonra uzun uzun uyudukları, kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği için uzun zaman harcadıkları vb.vb. için” aşağıdaki zamanlar geçerlidir: “15 Mart ile 15 Eylül arasında sabah saat 5’ten başlayarak, yarım
[sayfa 191] saat
kahvaltı, 1½ saat
akşam yemeği ve
dinlenme, yarım saat
öğle yemeği, saat 7 ile akşam 8 arası çalışma. Buna karşılık, kışın günün uzun olduğu günlerde öğle uykusu yoktur, buna, yalnız 15 Mayıs ile 15 Ağustos arasında izin verilir.”>
<1514’te, ücret yeniden düzenleniyor, hemen tıpkı daha önceki gibi. Çalışma saatleri de saptanıyor.
İsteğiyle çalışmak istemeyen yakalanıyor. Dolayısıyla, henüz belirlenmiş ücret için, özgür işçilerin
çalışma zorunluluğu var. Bunlar önce sermaye tarafından saptanan koşullar çerçevesinde çalışmaya
zorlanıyor. Malı mülkü olmayan kişi daha çok başıboş, haydut ve dilenci olmaya eğilimlidir, işçi olmaya değil. Bu, sermayenin gelişmiş üretim tarzında kendini gösterir. Sermayenin ön basamağında, sermaye için elverişli koşullar altında mülksüzlerin
işçiye dönüştürülmesi için devlet zorlaması vardır; bu koşullar işçilerin kendi aralarındaki rekabet yoluyla onlara henüz zorla kabul ettirilmemiştir.) (Başkaları arasında Henry VIII döneminde, bu amaçla çok kanlı baskı araçları kullanılmıştır.)
(Henry VIII zamanında
manastırların kaldırılması da çok insanı boşta bırakmıştır.)
(Edward VI döneminde çalışmak istemeyen
bedence sağlam emekçilere karşı çok daha sert yasalar uygulanmıştır.) “1 Edw. VI, 3:
Çalışabilecek durumda olup da işi kabul etmeyen ve 3 gün boş duran her kişinin
göğsü kızgın demirle dağlanıp V harfi ile işaretlenecektir –
ve böyle kişiler, onları haber veren kişinin iki yıl boyunca kölesi olmaya mahkum edilecektir vb.”
“
Eğer 14 gün boyunca efendisinden kaçarsa, ömürboyu onun kölesi olacak ve alnı ya da yanağı S harfi ile dağlanacaktır, ve eğer ikinci kez kaçar ve iki muteber tanık tarafından suçlanırsa,’ suçu işlemiş kabul edilip ölüm cezasına çarptırılacaktır.”
(1376’da Önce
başıboş kişiler, dolandırıcılar anılıyor,
1388’de yoksullar.)
(Buna benzer zalimce bir yasa 1572’de Elizabeth döneminde vardır.>
Sabit sermayenin ürününe oranla değeri ne kadar az olursa, amaca o kadar
uygundur. – Hareketli, hareketsiz, sabit ve döner. – Dolaşım ve
yeniden-üretim ilişkisi. Kullanım-değerinin belirli sürede yeniden-üretiminin
gerekliliği.
Daha önceki belirlemede dönüşümünün çeşitli aşamalarında aynı sermayenin değişen biçimleri olarak ortaya çıkan
döner sermaye ve
sabit [sayfa 192] sermaye, şimdi
sabit sermayenin en yüksek biçimine kadar geliştiği noktada sermayenin aynı zamanda ortaya çıkan iki değişik varoluş türüdür. Onlar,
geri dönüşün niteliği değişik tipte olduğu için değişmişlerdir. Yavaş geri dönen
döner sermayenin
sabit sermaye ile ortak bir belirlemesi vardır. Ama kendi kullanım-değerinin –maddi varlığının– dolaşıma girmesi ve aynı zamanda onun tarafından itilmesi, dönüşüm süreci sınırlarının dışına atılması bakımından da farklıdır;
sabit sermaye –buraya kadar olan gelişmesi ölçüsünde– yalnızca değer olarak dolaşıma girdiği ve örneğin dolaşımda bulunan makine gibi kullanım-değeri olarak da dolaşımda olduğu sürece, yalnızca
dunamei [gücül olarak]
sabit sermayedir. Sabit sermaye ile
döner sermaye arasında bulunan, önce de sermayenin maddi varlığının ya da kullanım-değeri olarak varlığının dolaşımdaki durumuna dayanan bu ayrımın ise, yeniden-üretimde aynı zamanda sermayenin yeniden-üretimi olarak
sabit sermaye ve
döner sermaye diye çifte biçimde konmuş olması gerekir. Sermaye için, yeniden üretimin her biçiminde, yalnızca nesneleşmiş emek-zamanının değil, artı-emek zamanının da yeniden-üretildiği, yalnızca değerinin yeniden-üretildiği değil, bir artı-değerin de yeniden-üretildiği ölçüde,
sabit sermayenin üretimi bu açıdan
döner sermayenin üretiminden farklı olamaz. Dolayısıyla bir alet ya da makine yapımcısı bakımından –
sabit sermaye olarak sabit hale gelmeden önce, yani tüketilmeden önce,
sabit sermayenin önce
döner sermaye olarak, maddi varlığı gereğince, kullanım-değeri olarak varlığı içinde, bulunduğu bütün biçimlerde, çünkü onu üretim aşamasına bağlayan ve
sabit sermaye olarak farklı kılan onun tüketimidir–, ister
sabit sermaye, ister
döner sermaye biçiminde yeniden üretilsin, sermayenin değerlenmesinde bir fark kesinlikle sözkonusu olmaz. Bundan dolayı da ekonomik bakımdan yeni bir belirleme sözkonusu değildir. Ama
sabit sermayenin
sabit sermayenin üreticisi tarafından dolaşıma sürüldüğü yerde, –ve
döner sermaye niteliğiyle ilk belirlenmesinde değil, yani
kullanımının ister üretim için olsun, ister tüketim için olsun,
parçalar halinde satıldığı yerde–, çünkü, sermayenin dolaşımının birinci kesiminde metanın paraya dönüşmesinde, metanın başka bir üretken sermayenin dolaşım alanına yeniden girmesi, ya da doğrudan tüketim amacına hizmet etmesi onun için önemli değildir; sermayenin karşısında meta,
tersine sermayenin dışına her atılmasında, para karşılığında her değişilmesinde,
her zaman kullanım-değeri olarak belirlenir – dolayısıyla bu durumda, geri dönüşün tipinin
sabit sermayenin üreticisi için ve
döner sermayenin üreticisi için, farklı olması gerekir. Son olarak,
döner sermaye ile
sabit sermayenin, şimdi farklı iki tür olarak ortaya çıkmasına karşın,
döner sermayenin tüketim yoluyla yerine konması, sabit sermayenin kullanım yoluyla yerine konmuş olmasından daha az değildir;
sabit sermaye, kendi
[sayfa 193] açsından, yalnızca, bu belirlenmiş biçime dönüşmüş
döner sermaye olarak vardır. Nesneleşmiş üretken güce dönüşmüş bütün sermaye –bütün
sabit sermaye- bu biçimde sabit sermaye ve giderek, tüketimden olduğu gibi dolaşımdan da kullanım-değeri olarak çekip alınmış kullanım-değeridir. Bir makine ya da demiryolu yapmak için ağacın, demirin, kömürün ve canlı emeğin (öyleyse dolaylı olarak işçi tararından tüketilen ürünlerin de) bu belirli kullanım-değerine dönüşmüş olması, yukarda geliştirilmiş öteki belirlemelerin eklenmemesi durumunda onları
sabit sermaye haline getirmez.
Döner sermaye, sabit sermayeye dönüştüğü zaman, sermayenin dolaştığı biçimdeki kullanım-değerlerinin bir kısmı, sermayenin canlı emek karşılığında değişilen kısmının dolaylı biçimde dönüşmesi gibi, sermayeye dönüşür, bunun karşıt değeri ise daha uzun bir dönüşüm içinde üretilir; ancak parça parça ve ardarda değer olarak dolaşıma girer; ancak üretimde tüketilmiş olmasıyla değerlenebilir.
Döner sermayenin
sabit sermayeye dönüşmesi göreli artı-sermayeyi gerektirir, çünkü doğrudan üretim için değil, üretimin yeni araçlarının üretimi için kullanılan sermayedir. Sabit sermayenin kendisi gene doğrudan üretim aleti olarak –doğrudan üretim süreci çerçevesinde araç olarak– gene işe yarayabilir. Bu durumda, onun değeri ürüne geçer ve yerini ürünlerin sürekli
geri dönüşüne bırakır. Ya da doğrudan üretim sürecine girmez – yapılar, demiryolları vb. gibi, üretim süreçlerinin genel koşulu olarak bulunur ve değeri de, ancak yaratılmasına dolaylı biçimde yardımcı olan
döner sermayeyle karşılanabilir.
Sabit sermaye ile
döner sermaye üretiminin oranı üzerinde daha geniş açıklamalara ancak şimdi sıra geliyor. Küçük bir ürün kitlesinin yapımı için büyük değerde makineler kullanılırsa, bunların üretken güç olarak etkisi olmaz, tersine, ürün, makine olmadan iş yapılmış gibi, alabildiğine pahalılaşır. Makine sahip olduğu değer ölçüsünde değil –çünkü bu değer kolayca yerine konur–, yalnızca göreli artı-zamanı çoğalttığı ölçüde, ya da gerekli-emek zamanını azalttığı ölçüde artı-değer yaratır. Dolayısıyla, gerekli-emek-zamanının toplam miktarı arttığı oranda ürünlerin artması ve kullanılan canlı emeğin göreli olarak azalması gerekir.
Sabit sermayenin değeri etkinliğine göre ne kadar az olursa, bu durum onun amacına öylesine uygun düşer. Bütün
sabit sermaye, bütün dolaşımın bütün gereksiz giderleri gibi, üretimin gerekli-olmayan giderleri olarak ortaya çıkar. Sermaye, emek kullanmadan makineye sahip olabilseydi, emeğin üretken gücünü artırır ve emek satın almak gereği olmadan gerekli-emek-zamanını azaltabilirdi. Öyleyse
sabit sermayenin değeri, sermayenin üretiminin kendinde asla bir amaç değildir.
||14| Dolayısıyla
döner sermaye, sabit sermayeye dönüşür ve
sabit sermaye döner sermayede yeniden üretilir;
her iki durum için sermayenin canlı [sayfa 194] emeği kendine mal etmesi gerekir.
“Sabit sermayede her tasarruf, toplumun net gelirinde bir büyümedir.” (
A. Smith.)
Ekonomistlerin, hâlâ öne sürdüğü bundan sonraki fark,
taşınır ve
taşınmaz arasındaki farktır; birinin dolaşıma girmesi, ötekinin girmemesi anlamında değil; taşınır ve taşınmaz mülkiyet farkında olduğu gibi, birinin fiziksel bakımdan sabit, taşınmaz olması anlamında farktır. Örneğin,
toprağa katılan iyileştirmeler, su yolları, köprüler; ve bir iş görmek için fizik olarak sabit olması gereken makinelerin büyük bir kısmı; demiryolları; kısacası, toprağın yüzeyine sımsıkı bağlı bulunan her biçimdeki sanayi ürünleri böyledir.
Aslında bu,
sabit sermaye tanımına hiçbir şey katmaz; ama onun tanımının daha çok kullanım-değerini, daha çok biçimsel belirlenmesine uygun düşen maddi varlığım,
sabit sermayenin daha derin bir anlamını içerdiği gerçektir. Dolayısıyla, bina, demiryolu vb. gibi taşınmaz kullanım-değeri,
sabit sermayenin en belirgin biçimidir. Kuşkusuz gene de aynı anlamda, salt taşınmaz mülkiyet gibi –sıfat olarak– dolaşabilir; ama kullanım-değeri olarak değil; fiziksel anlamda dolaşamaz. Temelde taşınır mülkiyetin büyümesi, taşınmaz mülkiyet karşısında çoğalması, toprak mülkiyeti karşısında sermayenin ilerleyen hareketini gösterir. Sermayenin üretim tarzı bir kez önkoşul olduktan sonra, onun üretim koşullarını kendi buyruğu altına alış derecesi, sermayenin taşınmaz mülkiyete dönüşünde kendini gösterir. Bununla sermaye kendini topraktaki yerine yerleştirir, ve doğa tarafından sağlanan ve sürekli ortaya çıkan koşulların kendileri, toprak mülkiyeti içine yalnızca sanayi tarafından konmuş [gibi görünürler].
(Başlangıçta, topluluğun içinde varlığı ve, bunun aracılığıyla, toprakla ilişkisi, bireyin olduğu kadar topluluğun da yeniden-üretiminin temel önkoşullarından olan bir mülkiyet ilişkisi gibidir. Çoban halklarda toprak yalnızca göçebe yaşamının koşulu olarak ortaya çıkar, toprağın mülk edinilmesi sözkonusu değildir. Tarımla birlikte yerleşik oturma yerleri ortaya çıktığında, toprak mülkiyeti, ilkin tümüyle ortak mülkiyettir ve özel mülkiyete doğru bir gelişme olsa da, bireyin onunla ilişkisi, toplulukla olan ilişkisi tarafından ortaya konmuş olarak kendini gösterir. Bu mülkiyet, topluluğun, sıradan edindiği yurtluğu olarak görünür; vb.vb. Bu mülkiyetin açıkça değişilebilir değere dönüşmesi –bu mülkiyetin taşınması– sermayenin ve devletsel düzenin tamamıyla sermayeye bağlı olmasının bir ürünüdür. Bu yüzden toprak, özel mülkiyet haline geldiği yerde bile, ancak sınırlı anlamda değişim-değeridir. Değişim-değeri, topraktan ayrılmış ve sanayi
[sayfa 195] yoluyla (ya da sıradan sahiplenmeyle) bireyselleşmiş, bazı doğal ürünlerde başlar. Bireysel emek de ilk kez burada ortaya çıkar. Değişim ise, genel biçimiyle, ilkin ilkel topluluğun bağrında değil, onun sınırında başlar; onların durduğu yerin sınırında.
Kuşkusuz, toprağı, topluluğun oturduğu yeri değişmek, yabancı topluluklara devretmek ihanet sayılır. Değişim, ancak
yavaş yavaş, temel alanından, taşınır mülkiyetten başlayarak taşınmaz mülkiyete yayılabilir. Bu, yalnızca birincinin yayılması yoluyla, sermayenin yavaş yavaş sonuncuyu eline geçirmesidir. Bu süreçte para başlıca aracıdır.
A. Smith, önce
döner sermaye ile
sabit sermayeyi üretim sürecindeki belirlemelerine göre birbirinden ayırıyor. Ancak daha sonra şu görüşü benimsiyor: “Bir sermayenin, bir gelir ya da kâr sağlamak için kullanılmasının iki farklı tarzı vardır: 1)
döner sermaye olarak, 2)
sabit sermaye olarak.”
Bu ikinci dönüşün, böylesi bir ayrımın incelenmesine girmediği anlaşılıyor, çünkü sermayenin her iki biçimde kazanca nasıl sokulabileceği sözkonusu olmadan önce,
sabit sermaye ile
döner sermayenin iki sermaye türü olarak varsayılmış olması gerekir.
“Herhangi bir işin girişimcisinin toplam sermayesi, zorunlu olarak onun
sabit sermayesi ile
döner sermayesi arasında bölüşülür. Toplamın eşit olması durumunda birinin küçük oluşu ölçüsünde öteki bölüm daha büyük olur.” (A. Smith, t. II, s. 218.)
Sermayeler, 1)
sabit ve
döner sermaye arasında eşit olmayan kısımlara bölündükleri; 2) kesintiye uğrayan ya da uğramayan bir üretim evresine sahip bulundukları ve uzak ya da yakın pazarlardan geri döndükleri, böylece eşit olmayan dolaşım zamanına sahip oldukları için, belirli bir sürede, örneğin yıllık olarak, yaratılan artı-değerin belirlemesi de ister istemez eşit değildir; çünkü belirli bir sürede yeniden-üretim süreçlerinin sayısı da eşit değildir. Onların değerinin yaratılması, yalnızca doğrudan üretim süreci boyunca kullanılan emek tarafından değil, bu belirleme, belirli bir zaman diliminde yinelenebilen bu emeğin kullanılmasının
düzeyi tarafından belirlenmiş görünür.
Dolayısıyla sonuç olarak: Basit üretim sürecinin incelenmesinde, sermaye, yalnızca ücretli emekle ilgili olarak değerlenebilir olarak ortaya çıktığı ve dolaşım bu sürecin dışında kaldığı zaman, onun yeniden-üretim sürecinde, tersine, o dolaşım ona birleşmiştir, (sermayenin izlemesi gereken ve nicel olarak eşit sayıda dönüşümlerine uygun düşen değişim sistemi olarak) tam da M–P–P–M dolaşımın iki öğesi ona birleşmişlerdir. Dolaşım, sermayenin para biçimindeki kısmıyla ve dolayısıyla para biçimine yeniden döndüğü kadarıyla P–M–M–P
[sayfa 196] olarak sermayeye birleşmiş görünür. Sermaye her iki dolaşımı içerir, ve artık salt biçim değişikliği ya da biçimin dışına çıkan madde değişikliği olarak değil, her ikisini de bizzat değerin belirlemesi içinde birleşmiş olarak içerir. Yemlenmesinin koşullarını kendinde içeren olarak üretim süreci, yeniden-üretim sürecidir ve bunun hızı, yukarda geliştirilmiş, hepsi de bizzat dolaşımın farklarından ortaya çıkan çeşitli ilişkiler yoluyla belirlenmiştir. Sermayenin yeniden-üretimi içersinde aynı zamanda içinde sermayenin gerçekleştiği kullanım-değerleri yeniden-üretilir – ya da gerek insanlar tarafından tüketilen, gerek doğası gereği geçici olan kullanım-değerleri insan emeği tarafından sürekli yenilenir ve yeniden üretilir; insan emeği yoluyla insanın gereksinimine bağımlı maddi değişiklik ve biçimsel değişme, sermaye açısından kendisinin yeniden-üretimi olarak görünür.
Gerçekte bu, emeğin kendisinin sürekli yeniden-üretimidir.
“Yeniden-üretim tarafından yinelenen başlıca değerler: bir sermayeyi oluşturan ürünler, bütün ötekiler gibi tüketilirler; ama onların değeri, aynı zamanda, tüketimle yokedilir, başka maddelerde ya da kendinde yeniden-üretilir.” (Say, 14.)
Değişim ve bir değişimler sistemi, bunun içerdiği paraya dönüşüm, bağımsız değer olarak, sermayenin yeniden-üretimi için koşul ve sınır olarak görünür. Sermaye için kendi üretimi, her yönü ile değişime bağlıdır. Bu değişim işlemleri, dolaşım niteliğiyle, artı-değer üretmez, ama onun gerçekleşmesinin koşullarıdır. Bu işlemler, onlar tarafından yapılmış olmakla birlikte, ancak
sermaye biçiminde konduğu ölçüde, bizzat
sermaye üretiminin koşullarıdırlar. Sermayenin yeniden-üretimi, aynı zamanda belirlenmiş biçimsel koşulların; ||15| kişiselleşmiş, nesneleşmiş emeğin sağlandığı, belirli davranış tarzlarının üretimidir. Bu yüzden dolaşım, üretim koşulları karşılığında ürünün –yani örneğin üretilmiş buğdayın, tohum, yeni emek vb. karşılığında– yalnızca değişimi değildir. İşçi, üretimin her biçiminde, ürününü, üretimi yineleyebilmek için üretim koşulları karşılığında değişmek zorundadır. Doğrudan kullanım için üreten çiftçi de, ürününün bir bölümünü tohuma, iş aletine, iş hayvanına, gübreye vb. dönüştürür ve işine yeniden başlar. Paraya dönüştürme, sermayenin sermaye niteliğiyle yeniden üretimi için gereklidir ve onun yeniden-üretimi artı-değerin üretimi için gereklidir.
* Emek,
[sayfa 197] daha önce sermayenin değişmeyen bölümü dediğimiz şeyi, iki üretim sürecinden birinde yalnız değerine göre korumakla birlikte, başka bir üretim sürecinde de, sermayeyi sürekli olarak yeniden üretmek zorundadır ve burada malzeme ile alet sürecin birinde koşul, ötekinde üründür, bu yemlenme, yeniden-üretim, sürekli olarak aynı zamanda gerçekleştirilmek gerekir. [
sayfa 198]
Dipnotlar
* Devri daim makinesi.
* Bkz: Grundrisse 1, Sol Yayınları, Ankara 1999, s. 354.
* “(yanlış!)” sözcüğü, Marx tarafından sonradan konmuştur.
* En üstün biçimde, özellikle.
* “Kullanım-değerleri”, “ürün kitlesinin” üzerine ekleme imi konmaksızın yazılmış.
Bkz: Hegel, Hukuk Felsefesi, § 189-208.
* Doğal olarak, burada, toplumun doğru bir güdüyü izlediği varsayılıyor. Toplum bütün tohumu tüketebilir ve tarlayı boş bırakabilir ve yollar yapabilir. Bununla, gerekli-emeği kullanmamış olur, çünkü kendini yeniden-üretmemiş, bu emek yoluyla canlı emek-gücü olarak kendini korumamış olur. Ya da canlı emek-ğüçleri, örneğin Petersburg’u yapmak için Peter I’in yaptığı gibi doğrudan katledilmiş de olabilirler. Bu tip şeyler konuyla ilgili değildir. [Marx’ın notu.]
* Sermayenin yalıtık, bireysel emekle değil, ama bileşik emekle ilgili olması, kendinde ve kendi-için bir toplumsal, bileşik güç olması, belki de, şimdiden, sermayenin oluşumunun genel tarihi içinde işlenmesi gerekebilecek bir noktadır. [Marx’ın notu.]
* Üretim, salt el emeğine, kol gücünün vb. kullanılmasına, kısacası bireylerin bedensel çabasına ve emeğine ne kadar çok dayanıyorsa, yığınsal birlikte çalışmada da üretken gücün artması o kadar fazladır. Yarı-artistik zanaat işinde özgürleşme ve tekleşme çelişkisi kendini gösterir; kuşkusuz bileşik karakterde olmayan, tekil emeğin ustalığı. Sermaye, gerçek gelişmesi içinde, yığınsal emekle ||23| ustalığı bileştirir, ama öyle ki, yığınsal emek fiziksel gücünü yitirir ve ustalık işçide değil, makinede ve ikisinin bir bütün olarak fabrikadaki bilimsel bileşirnindedir. Emeğin toplumsal ruhu, tek tek emekçilerin dışında nesnel bir varlık kazanır. [Marx’ın notu.]
* Romalılar’da ordu ile bir yığın oluşturuluyordu –ama daha o zaman tüm halktan ayrılmıştı–, aru-zamanı aynı zamanda devlete ait olan bir çalışma disiplinine sahipti; tüm emek-zamanlannı bir ücret karşılığında devlete satan askerler, tam da işçinin kapitalist ile yaptığı gibi, tüm emek-güçlerini yaşamlarını sürdürmek için gerekli bir ücret karşılığında değişiyorlardı. Bu, Roma ordusunun, yurttaş ordusu olmaktan çıktığı, ücretli asker ordusu haline geldiği dönem için sözkonusudur. Burada da, asker açısından, emeğin serbest satışı var. Ama devlet bunu değer üretimi amacıyla satın almaz. Ve böylece, ücret biçimi başlangıçta ordularda ortaya çıkmış olarak görünüyorsa da, bu ödeme sistemi, gene de ücretli emekten özsel bakımdan farklıdır. Devletin güç ve zenginlik artışı için orduyu kullanması bakımından bir benzerlik vardır. [Marx’ın notu.]
* Devlet bu tür işleri ihaleyle [Staatspächter] yaptırırsa, gene de her zaman angarya ya da vergiler aracılığıyla yaptırmış olur. [Marx’ın notu.]
* Rekabet, demiryolunun gerekliliğini, örneğin üretken güçlerin daha önceki gelişmesinin henüz bunu zorlamadığı bir ülkede daha çok ortaya çıkarabilir. Uluslar arasındaki rekabetin etkisi uluslararası ulaşım bölümüne giriyor. Sermayenin uygariaştıncı etkileri burada özellikle kendini gösterir. [Marx’ın notu.]
Bkz: Adam Smith, An Inquiry into the Nature and ihe Causes ofthe Wealth of Nations, c. II, s. 261.
J. C. L. Simonde de Sismondi, Nouveaux principes d’économie politique, c. I, s. 89.
Agy, s. 91.
Agy, s. 92.
A. E. Cherbuliez, Richesse ou pauvreté, s. 58.
* Gereç sağlama, ikmal.
Agy, s. 25-26.
* Potansiyel olarak.
H. F. Storch, Cours d’économie politique ..., c. I, s. 411-412.
T. R. Malthus, The Measure of Value ..., s. 17.
William Thompson, An Inquiry into the Principles of the Distribution of Wealth, Londra, 1824, s. 176.
Agy, s. 589
* Zirkulationskünstler (iktisatçılar kastediliyor).
* Çünkü şu andaki bakış açımızla, dolaşımın bütün noktalarında, elimizde hâlâ yalnızca emek ya da sermaye var. [Marx’ın notu.]
George Ramsay, An Essay on the Distribution of Wealth, s. 55.
Henri Storch, Cours d’économie ..., c. I, s. 409-411.
* Faux frais de production. – Bkz: Grundrisse 1, s. 223, dipnot.
* Bütün sermayelerin karşılıklı sipariş üzerine çalışması, ve dolayısıyla ürünün her zaman derhal para olması durumu dışında, bu, sermayenin doğasıyla ve dolayısıyla büyük sanayinin pratiğiyle de çelişen bir düşüncedir. [Marx’ın notu.]
George Ramsay, An Essay on the Distribulion of Wealth, s. 43. (IX, 84„ Marx’ın alıntı defterine göndermedir.)
* Gereç sağlama, ikmal.
** Bu ayracı Marx eklemiştir
Agy,s.51-52.
Agy,s.52.
David Ricardo, On the Principles of Political Economy and Taxation, s. 5,7-8,9; George Ramsay, An Essay ..., s. 22, not.
Adam Smith, Wealth of Nations, c. I, s. 101-102,131-134.
David Ricardo, Principles ..., s. 87-88.
Agy, s. 338-339.
* Özgül farklılık.
Agy, s. 86.
Agys. 16-41.
* Özgül farklılık.
Thomas De Quincey, The Logic of Political Economy, Edinburg ve Londra, 1844, s. 204.
* Gereç sağlama, ikmal.
George Ramsay, Agy, s. 174, not.
Thomas De Quincey, The Logic of Politkal Economy, s. 204.
VI no’lu defterin başlangıcı. Birinci sayfası şu üst başlığı taşıyor: Defter VI. Sermaye Bölümü. Londra, Şubat 1858.
H. C. Carey, Principles of Political Economy, s. 99,129.
* Gereç sağlama, İkmal.
* Almanca: invariables Kapital.
J. R. MacCulloch, The Principles of Political Economy, Londra, 1825, s. 313-318.
19, Marx’ın alıntı defterine; R. 5, Ricardo’nun yapıtına [On the Principles of Political Economy, (aslında s. 3)] gönderme.
VIII no’lu alıntı defteri ve Ricardo, On the Principles ..., 3. baskı, 1821.
J. F. Bray, Labour’s Wrongs and Labour’s Remedy, s. 38-52 ve özellikle s. 48.
Adam Smith, An Inquiry ..., c. I, s. 100-102,130-131.
E. G. Wakefield, A View of the Art of Colonization, Londra, 1849, s. 169.
Doğrusu: %4,7; ama yanlış Malthus’tan kaynaklanıyor (karş: Malthus, Agy, s. 269-270).
T. R. Malthus, Principles ..., s. 267-268.
T. R. Malthus, The Measure of Value ..., s. 29 not.
Agy, s. 18.
Piercy Ravenstone, Thoughts on the Funding System, s. 11.
T. R. Malthus, The Measure of Value ..., s. 33.
T. R. Malthus, The Measure of Value ..., s. 29.
H. C. Carey, Principles of Political Economy, 1. kısım, s. 73-80, özellikle 76-78
Agy, s. 339.
Agy, s. 99.
Agy, s. 337, 339, 340, vb.
Agy, s. 83-92.
Agy, s. 99.
Adam Smith, Wealth of Nations, c. I, s. 230-231, editör Wakefield’in notu.
Albert Gallatin, Considerations on the Currency and Banking System of the United States, Filadelfiya, 1831, s. 68.
Peter Gaskell, Artisans and Machinery, Londra, 1836, s. 11-114,293-362.
* Tüccar sermayesi de daha baştan çok sayıda değişimin tek bir elde toplanmasıdır. Bu da, hem para, hem de meta olarak bir değişimciler kitlesini temsil eder. [Marx’ın notu.]
Charles Babbage, Traité sur léeconomie des machines et des manufactures, s. 485.
Pellegrino Rossi, Cours d’économie politique, Brüksel, 1843, s. 353.
* Gereç sağlama, ikmal.
Robert Torrens, An Essay on the Production of Wealth, Londra, 1821, s. 70-71.
Agy, s. 33-34.
L. Rossi, Cours d’économie ..., s. 369-370.
P. Rossi, Cours d’économie ..., s. 370.
* Güç olarak değil, varlık olarak emek.
H. C. Carey, The Past, the Preseni and the Future, Filadelfiya, 1848, s. 74-75.
Adam Smith, Wealth of Nations, c. II, s. 10.
T. Hodgskin, Popular Political Economy, s. 140.
* Ekmek ve sirk oyunları.
T. R. Malthus, An Inquiry into the Nature and Progress of Rent, Londra, 1815.
* Almanca: Surpluspopulation, İngilizce: surplus population.
D. Ricardo, On The Principles of Political Economy, s. 493-495
* Almanca: Überpopulation, İngilizce: overpopulation.
Adam Smith’in Ulusların Zenginliği’nin Germain Garnier tarafından yapılan Fransızca baskısı: Recherches sur la Nature et les Causes de la Richesse des Nations, Paris, 1802.
Fourier, Le Nouveau Monde industriel et sociétaire, Oeuvres complètes, Paris 1848, c. VI, s. 245-52.
Nassau Senior, Principes fondemantaux, s. 309-35.
* Proudhon’un konuyu ne kadar az anladığı, her emeğin bir artı bıraktığı konusunda ortaya attığı belitten anlaşılıyor. Sermayede yadsıdığını emeğin doğal özelliğine dönüştürüyor. [Gratuité du crédit, s. 200.] Oysa işin özü, mutlak gereksinimlerin karşılanması için gerekli-emek zamanının boş zaman bırakması (üretken güçlerin gelişmesinin çeşitli aşamalarında değişik olur) ve böylece bir artı-emek harcayarak, bir artı-ürün yaranlabilmesidir. İlişkinin kendisini ortadan kaldırmak amaçtır; böylece artı-ürünün kendisi gerekli-ürün olarak ortaya çıkar. Son olarak, maddi üretim her insana başka etkinlik için artı-zaman bırakır. Bunun başka gizemli bir yanı yoktur. Başlangıçta doğanın kendiliğinden verdiği nimetler boldur, ya da hiç değilse bunlar kolayca elde edilebilir. Daha baştan doğal bir birleşme (aile) ve buna uygun işbölümü ve işbirliği vardır. Çünkü başlangıçta gereksinimler de kısıtlıdır. Bunlar ancak üretken güçlerle birlikte gelişir. [Marx’ın notu.]
E. G. Wakefield, An lnquiry ete. by Adam Smith etc, c. IH, s. 20 not.
Malthus, Definitons in Political Economy, s. 69-70, 77-79.
John Wade, History of the Middle and Working Classes..., s. 241.
E. G. Wakefield, A View of the Art of Colonization, s. 16.
* Sermaye olarak sermayenin üretkenliği, kullanım-değerini artıran üretken güç değildir; onun değer yaratma yeteneğidir; değer üretme düzeyidir.
* 11541/80’in, 11561/80 olması gerekir.
* 121221/1600’ün, 121881/1600 olması gerekir.
* 1 + 221/1600’ün 1 + 121221/1600’ün olması gerekir.
* “Değişim öznelerinin”, değişim nesneleri olması gerekirdi.
* Bunu açıklığa kavuşturmak çok gereklidir; çünkü artı-değerin sermayeler arasında bölünmesi, çeşitli sermayeler arasmda toplam artı-değerin paylaşımının hesaplanmasına –bu ikincil ekonomik işlem– neden olan olaylar, olağan ekonomilerde ilkel olaylarla karıştırılır. [Marx’ın Notu.]
* En üstün.
Gratuité du crédit, s. 288.
John Stuart Mill, Essays on Some Unsettled Questions of Political Economy, Londra 1844, s. 55.
J. B. Say, Traité d’économie politique, c. 2, s. 430.
G. Ramsay, An Essay ..., s. 21.
Agy, s. 23.
Agy, s. 59.
* 3/5’in 3/20 olması gerekir.
** 0,6’nın 0,15 olması gerekir.
*** 6/10’un 3/70 olması gerekir.
* Aksi halde öte yandan da, üretim sürecinin sürekliliği durumunda her ayda bir elde edilen artının yeniden sermayeye dönüştüğü kabul edilebilir. [Marx’ın notu.]
Simonde de Sismondi, Nouveaux principes, c. 1, s. 95.
Agy, s. 97-98.
Agy, s. 94.
A. Cherbuliez, Richesse ou pauvreté, s. 16-19.
H. Storch, Cours ..., c. 1, s. 246.
Agy, s. 246.
H. Storch, Considérations sur la nature du revenu national, s. 54.
* “Koşulları sürekli” sözleri özgün metinde “koşullandıran sürekli” biçimindedir. Bu kısmın anlamı belki şöyledir: “bu koşulları koşul yapan onları sürekli yeniden-üreten sürecinin”.
G. Ramsay, An Essay..., s. 43.
* Burada şu kısmın üstü çizilmiş: Birincisi sermaye P olarak vardır ve biz bunu şimdilik metal para biçiminde gözönüne alabiliriz. Burada biçim ve içerik soyut bir özdeşliktedir; değerin maddesi ile biçimi aynı şeydir; soyut alınmıştır, çünkü sermaye...
* Kâr oranının denkleştirilmesine başka belirlemelerin araya gireceği açıktır. Ama burada sözkonusu olan artı-değerin paylaştırılması değil, onun yaratılmasıdır.
H. Storch, Cours ..., c. 1, s. 405.
T. R. Malthus, Definitions ..., s. 237-238.
A. Smith, Recherches sur la nature et la richesse des nations, c. 2, s. 187-198.
A. Cherbuliez, Richesse ..., s. 14-15.
* Burada şu kısmın üstü çizilmiş: sermayenin 2/5’i, sabit bölümü ise yılda yalnız bir kez dönüyor; 2/5’in yalnız 1/3’ü yılın üçte-birinde devir yapıyor, böylece toplam sermayeden 1/3 yılda 3/5’i bir kez dönüyor; ve 2/15 bir kez; 1/3 ya da 3/5 = 2/15, ya da 11/15 dönüş yapıyor. Toplam sermaye bir yılda 33/15 ya da 1/5, kez dönüyor. Hepsi döner sermaye olsaydı, 3 kez ya da 25/5 kez dönerdi. Sermayenin gerçek devir süresi ile, yalnız döner sermayenin devir süresi arasındaki fark = 3-21/5 = 4/5; yani eşittir.
* Burada şu kısmın üstü çizilmiş: U, C döner sermayenin devir zamanı olsun. Bu C = toplam sermayenin C/a’sı olsun. C/a U’da dönüyor. Ama aynı zamanda sabit sermayenin bir kısmı U’da dönüş yapıyor. Sabit sermayenin dönüşü, bu = C/2a olsun, U’da dönerse, U sırasında C/a döner; C/2 am = f/m de U’da döner. Öyleyse sermaye U’da döner: C/a = C/2 am’ yani 2 mC/2 ma + C/2 ma = C (2m + 1) / 2 ma. Sermayenin geri kalan kısmı c/2 a - c/2 am´ yani = c/b, o zaman U´ = U + U...
* Burada şu kısmın üstü çizilmiş: Dolaşan sermayenin devir süresi yalnız = dolaşan sennayenin U’su - sabit sermayenin. Dolaşan sermaye - sabit sermayenin ile birlikte C -a-
* Sürekli sayılan bu büyüklük – burada bizi hiç ilgilendirmiyor, çünkü oran her büyüklükteki sermaye için doğrudur. Sermayelerin büyüklüğü değişiktir. Ama her sermayenin büyüklüğü kendi kendine eşittir, dolayısıyla sermaye olarak yalnız özelliği dikkate alınırsa, herhangi bir büyüklüktür. Ama iki sermayeyi birbirinden farklı olarak gözden geçirirsek, büyüklüklerin farklı olması, niteliksel belirlemelerin bir ilişkisi ortaya çıkar. Bu büyüklük onların bizzat ayırdedici niteliği olur. Bu önemli bir görüş noktasıdır, bu açıdan büyüklük, sermayenin bu nitelikte gözden geçirilmesini, başka sermaye ile ilişkisi bakımından gözden geçirilmesinden, ya da sermayenin gerçekliği içinde gözden geçirilmesinden ayıran bir tek örnektir. [Marx’ın Notu.]
* “sürekliliği” sözcüğü, “azalması” sözcüğünün üzerine, ekleme imi konulmaksızın yazılmış.
J. R. MacCulloch, The Principles ..., s. 300.
D. Ricardo, On the Principles ..., s. 25-26.
J. B. Say, Traite..., c. 2, s. 430.
Simonde de Sismondi, Nouveaux principaux ..., c. 1, ş. 85.
A. Smith, Recherches ,.., s. 226.
The Economist, 6 Kasım 1857, n° 219 (cilt 5, s. 1271).
J. M. Lauderdale, Recherche sur la nature ..., s.120.
Andrew Ure, Philosophie des manufactures, Brüksel 1836, c. 1.
* Burada, 1858 Şubat sonu ile 1858 Haziran başı arasında doldurulan yedinci defter başlıyor. Defterin ilk sayfasındaki başlık: Sermaye Bölümü (devam).
Thomas Hodgskin, Labour Defended Against the Claims of Capital..., s. 16.
“Als hätt’er Lieb im Leibe”. Goethe, Faust, bölüm 1, sahne III.
The Source and Remedy ..., s. 4.
Thomas Hodgskin, Labour Defended ..., s. 25.
* Bu sayfaya şu tarih konmuş: Mart 1858.
Robert Owen, Six Lectures delivered in Manchester ..., s. 57-58.
* Hammadde, ürün, üretim aleti belirlemeleri, kullanım-değerlerinin bizzat üretim sürecinde aldığı belirlemeye göre değişir. Salt hammadde olarak dikkate alınabilecek şey (kuşkusuz tarım ürünleri değildir, bunların hepsi yeniden-üretilmiştir, özgün biçimde yeniden üretilmekle kalmayıp, bizzat doğal varlıkları içinde insan gereksinimlerine göre değişikliğe uğratılmışlardır. Hodges’dana vb. alıntılar yapıyorum. Salt çıkarıcı sanayinin kömür, metal gibi ürünleri, bunları gün ışığına çıkarmak, aynı zamanda metallerde olduğu gibi bunların kendisini sanayinin hammaddeleri olarak işe yarayabilecekleri biçime sokmak için harcanan emeğin kendisinin sonuçlandır. Ama bunlar, metal yapmayı henüz bilmediğimiz için yeniden-üretilmez), bizzat emeğin ürünüdür. Bir sanayinin ürünü, ötekinin hammaddesidir. Üretim aletinin kendisi bir sanayinin ürünüdür ve ancak başka sanayide üretim aleti olarak iş görür. Bir sanayinin artığı ötekinin hammaddesidir. Tarımda ürünün bir kısmı (tohum, hayvan vb.) aynı sanayide hammadde olarak bulunur; yani sabit sermayenin kendisi gibi üretim sürecinin dışına hiç çıkmaz; tarım ürünlerinin hayvanların tüketimi için belirlenmiş kısmı, yardımcı maddeler olarak kabul edilebilir; ama tohum, araçken, üretim sürecinde yeniden-üretildiği halde, bu süreçte olduğu gibi tüketilir. Tohum, iş hayvanı gibi her zaman üretim sürecinde kalışı yönünden sabit sermayesayılmaz mı? Hayır; aksi halde her hammaddenin aynı biçimde görülmesi gerekirdi. Hammadde olarak her zaman üretim süreci içinde bulunur. Ensonu, doğrudan tüketime giren ürünler, doğal süreci içinde gübre, paçavradan yapılan kâğıt vb. gibi, gene üretim için hammadde olarak tüketimden dışarı çıkar; ama ikincisinde, birey kendisini belirli bir varlık tarzında, hem de doğrudan canlılığı ve belirli toplumsal ilişkileri içinde yeniden-üretir. Böylece tüketim süreci içinde bireyler tararından kesin maledinme, onları, üretim süreci ile ve birbirleriyle kurdukları ilk ilişkiler içinde yeniden-üretir; toplumsal varlığı içinde yeniden-üretir, böylece de onların toplumsal varlığını –toplum– yeniden-üretir ve bu da bu büyük genel sürecin hem öznesi, hem de sonucudur. [Marx’ın notu.]
a Hodgskin değil, Lessons on Agricultural Chemistry (Londra, 1849) ve First Steps to Practical Chemistry for Agricultural Students (Londra, 1857) yazan John Frederik Hodges olması gerekir.
Thomas de Quincey, The Logic of Political Economy ..., s. 114.
Charles Babbage, Traité sur léâconomie des machines et des manufactures, s. 375-376.
The Economist, c. XVI, n° 754, 6 Şubat 1858, s. 137. “Deposits and Disounts. Effects Produced on the Ordinary Relations of Floating and Fixed Capital” başlıklı makale.
* İktisatçılar için kârın belirlenmesine rol oynayan risk –artı-kârda bu hiçbir rol , oynamaz, çünkü artı-değerin yaratılması bununla büyümez ve sermayenin bu artı-değerin gerçekleşmesinde riske girmesi olasılığı vardır– sermayenin dolaşımın çeşitli aşamalarından geçmemesi, ya da bunların birinde sabit kalması tehlikesidir. Artı-kârın sermayenin değil, ürünün üretim giderlerinden olduğunu gördük. Sermaye için bu artı-lcânn ya da onun bir kısmının gerçekleştirilmesi gerekliliği – dışsal zorlama olarak ona iki yönlü olarak gelir. Faiz ve kâr birbirinden ayrılıp da sanayi kapitalisti faiz ödemek zorunda olunca, artı-kârın bir kısmı sermaye anlamında üretim giderleridir, yani onun harcamaları arasındadır. Öte yandan genel sürecin başkalaşmalarında sermayenin karşılaştığı gerçekleşmeme tehlikesini önlemek için onun kendi kendine sağladığı ara sigorta vardır. Artı-kârın bir bölümü, daha çok para yapmak üzere girdiği riskin karşılanması olarak onun için sözkonusudur; bu varsayılan değerin kendisinin yokolma riskidir. Bu biçimiyle artı-kâr, onun için yeniden-üretiminin güvencesi bakımından gerçekleşmesi zorunlu olarak ortaya çıkar. Her iki ilişki doğal artı-değeri belirlemez, onun sağlanmasını sermaye için hem dışsal gereklilik, hem de zenginleşme eğiliminin karşılanması olarak gösterir. [Marx’ın notu.]
* Artı-değerin döner sermaye ve sabit sermaye olarak sermayenin kısımlarının ilişkilerinden, onun cank emeğe dönüşmüş bölümünden bağımsız olarak artı-değerin ortalama kısımlara bölünmesinden ileri gelen, sermayenin bütün kısımlarının aynı biçimde kâr getirdiği yanılsama, burada bizi ilgilendirmiyor. Ricardo bu hayâli yan yarıya benimsediği için, değerin böyle belirlenmesinde sabit sermaye ve döner sermayebölümlerinin etkisini daha baştan ele alıyor; saygın papaz Malthus da, sabit sermayeye yapışan kârlar konusunda, sanki sermaye bir doğa gücü yoluyla organik olarak büyüyormuş gibi saçmalıklar döktürüyor. [Marx’ın notu.]
The Economist, c. V, n° 219, 6 Kasım 1847, s. 1271.
Adam Smith, Recherches ..., c. 2, s. 197.
Agy, s. 198.
The Economist, c. V, n° 219, 6 Kasım 1847, s. 1271.
Adam Smith, Recherches .... s. 198.
Agy, s. 226.
The Economist, c. V, n° 219, 6 Kasım 1847, s. 1271.
Frederic Morton Eden, State of the Poor, Londra 1797, c. II, s. 1-2.
Agy, s. 57-60.
Agy, s. 61.
Agy, s. 73-75.
Agy, s. 75.
Agy, s. 81-82.
Agy, s. 81-82.
Agy, s. 83-87.
Agy, s. 90-98.
Agy, s. 101.
Agy, s. 101.
Agy, s. 42,61.
Agy, s. 43.
Agy, s. 127.
Adam Smith, Recherches ..., c. 2, s. 226.
Agy, s. 197-198.
Agy, s. 226.
J. B. Say, Traité d’économie ..., 3. baskı, c. 2, s. 185.
* Yeniden-üretim evresi (özellikle dolaşım süreci) ile ilgili olarak, bunun bizzat kullanım-değeri ile sınırlandığını belirtmek gerekir. Buğdaym bir yıl içinde yeniden üretilmesi zorunludur. Süt vb. gibi geçici şeylerin daha sık olarak yeniden üretilmesi zorunludur. Hayvan canlı olduğu için et zamana karşı dirençlidir, sık sık yeniden-üretümesi durumu yoktur; ama pazara çıkarılmış etin çok kısa sürede para biçiminde üretilmesi gereklidir, yoksa bozulur. Değerin ve kullanım-değerinin yeniden-üretimi kısmen örtüşür, kısmen örtüşmez. [Marx’ın notu.]