[F İ Z I K]
ÇARPMA ve sürtünme. Mekanik, çarpmanın etkisini,
saf bir biçimde oluşan olarak görür. Gerçekte ise durum değişiktir. Her çarpmada mekanik hareketin bir kısmı ısıya dönüşür ve sürtünme, mekanik hareketi sürekli olarak ısıya dönüştüren bir çarpma biçiminden başka bir şey değildir (sürtme ile ateş yakma tarih-öncesinden beri bilinir).
Kinetik enerjinin tüketimi dinamik alanında her
[sayfa 354] zaman ikili bir yapısı ve ikili bir sonucu vardır: 1. yapılan kinetik iş, ona tekabül eden potansiyel enerji miktarının üretimi, ki bu her zaman uygulanan kinetik enerjiden daha azdır; 2. tüketilen kinetik enerjinin geri kalan kısmının sürtünme ve başka dirençlerin —çekim dışında— karşılanmasında
ısıya dönüşmesi. — Bunun gibi geri dönüşmede: meydana geliş biçimine göre, sürtünme vb. dolayısıyla kaybın bir kısmı ısı olarak kaybolur — ve bunların hepsi çok eski şeylerdir!
*
İlk, saf görüş, kural olarak daha sonrakinden, metafizik olandan doğrudur. Böylece Bacon bile (ondan sonra Böyle, Newton ve hemen bütün İngilizler), ısının hareket olduğunu
[228] (Böyle da molekül hareketi olduğunu) söylemişti. Kalori teorisinin ortaya çıkışı ancak 18. yüzyılda Fransa'da oldu ve Kıtada hemen hemen kabul edildi.
*
Enerjinin sakınımı. Hareketin
nicel değişmezliğini Descartes ta o zaman söylemişti; hem de nerdeyse şimdiki sözlerle, (Clausius, Robert Mayer?). Öte yandan hareketin
biçim değiştirmesi ancak 1842'de keşfedildi ve işte yeni olan, nicel değişmezlik yasası değil, budur.
*
Kuvvet ve kuvvetin sakınımı. İlk iki yazısında
[1*] [sayfa 355] J. R. Mayer'in yazdıkları Helmholtz'a karşı belirtilmelidir.
*
Kuvvet
[2*] — Hegel (G[eschichte] d[er] Phil[psophie], l, [s]. 208) diyor ki:
"Mıknatısın çekim
kuvveti olduğunu söylemekten, onun bir
ruhu bulunduğunu" (Thales'in dediği gibi) "söylemek daha iyidir;
kuvvet, maddeden ayrılabilen bir şey, bir yüklem olarak tasarlanan bir çeşit niteliktir — oysa, ruh,
bu hareketin kendisidir, maddenin doğası ile özdeştir."
*
Hegel'in kuvvet kavramı ve onun ortaya çıkış biçimi, neden ve etkisinin özdeşliği, eşdeğerliği matematiksel olarak tanıtlanmış olan maddenin değişme biçimi içinde tanıtlanmıştır. Bu ölçümde de kabul edilmiş bulunmaktadır; kuvvet, onun ortaya çıkış biçimiyle, neden, etki ile ölçülmektedir.
*
Kuvvet. Herhangi bir hareket, bir cisimden başka birine aktarılırsa, hareket,
kendi kendini aktardığı ölçüde aktif, hareketin nedeni olarak kabul edilir;
aktarıldığı takdirde pasiftir ve o zaman bu neden, aktif hareket,
kuvvet olarak ve onun
ortaya çıkış biçimi açısından
[sayfa 356] pasif olarak kabul edilir. Hareketin yokedilemezliği yasasında gerçekten de her iki durumda da
aynı hareket sözkonusu olduğuna göre, kuvvetin tam ortaya çıkış biçimi kadar büyük olduğu sonucu hemen ortaya çıkar. Kendini aktaran hareket nicel bakımdan azçok saptanabilir, çünkü her iki cisimde de ortaya çıkar ve bunlardan biri ötekinde hareketi ölçmek için ölçü birimi olarak kullanılabilir. Hareketin ölçülebilirliği
kuvvet kategorisine değerini verir; aksi halde, onun bir değeri yoktur. O halde bu ne kadar çok sözkonusuysa, kuvvetin kategorileri ve onun ortaya çıkardığı biçimin araştırmadaki kullanışlılığı o kadar fazladır. Özellikle bu, kuvvetleri, bileşik olarak görüp onları daha da ayrıştıran ve böylece sık sık yeni sonuçlara varılan mekanikte böyledir, ama bunun yalnızca bir kafa işlemi olduğu unutulmamalıdır; kuvvetlerin paralelkenarında ifade edildiği gibi, gerçekten bileşik olan kuvvetlerin benzeşimi, gerçekten basit olan kuvvetlere uygulanarak, bunlar gerçekten bileşik hale gelmezler. Statikte de böyledir. Sonra gene, öbür hareket biçimleri, ilk hareketin meydana getirilen mekanik etki ile ölçülebildiği mekanik hareket biçimlerine (ısı, elektrik, demirin çekiminde magnetizm) dönüşürler. Ancak çeşitli hareket biçimlerinin aynı zamanda incelendiği burada da kategorinin sınırlanması ya da
kuvvetin kısaltılması kendini gösterir. Hiç bir normal fizikçi, elektriği, magnetizmi, ısıyı artık
tözler ya da tartışılamaz şeylerden daha fazla, salt
kuvvetler olarak deyimlendiremez. Belirli miktarda ısı hareketinin ne kadar mekanik harekete dönüştüğünü bilirsek, ısının mahiyeti konusunda gene de bir şey bilmiş olmayız; ısının bu mahiyetini incelemek için bu dönüşümleri daha çok incelemek gerekli olabilir. Onu, bir hareket biçimi olarak kavramak, fiziğin son ilerlemesidir ve böylece kuvvet kategorisi
[sayfa 357] onun içinde yok edilmiş olur: bazı bakımlardan —geçiş ilkeleri bakımından—
[3*] bunlar, kuvvet olarak görünebilir ve böylece ölçülebilirler. Isıtılarak bir cismin genleşmesi yoluyla ısı ölçülebilir. Burada ısı bir cisimden ötekine —ölçüm çubuğuna— geçmemişse, yani ölçek olarak iş gören cismin ısısı değişmemişse, ölçümden, büyüklük değişiminden sözedilemez. Yalnızca şöyle denir: ısı, cisimleri genleştirir; buna karşılık da şöyle denebilir: ısının cisimleri genleştirme kuvveti vardır, sözleri yalnızca gereksiz sözlerdir ve ısı, cisimleri genleştiren kuvvettir sözü de doğru değildir; çünkü, 1° yayılma, örneğin gazlarda, başka yollardan da sağlanır, ve 2° ısı, böylece tam olarak nitelendirilmiş sayılamaz.
Bazı kimyacılar, bileşikleri yapan ve onları bileşik halde tutan kimyasal kuvvetten de sözederler. Ancak burada gerçek bir geçiş değil, çeşitli cisimlerin hareketlerinin tek bir cisimde toplanması vardır ve "kuvvet", böylece sınırına varmaktadır. Ama onun hâlâ daha ısı üretimi yoluyla ölçülmesi mümkün olmakla birlikte, şimdiye kadar bir sonuç alınmamıştır. Araştırılmamış hareket biçimlerini araştırmak yerine, bunların açıklanması için kuvvet diye bir şeyin
keşfedildiği (örneğin ağacın su üstünde yüzmesi bir yüzme kuvveti ile, ışığın kırılması bir kırılma kuvveti ile açıklanır vb.), böylece açıklanmamış görüngüler kadar kuvvetin elde edildiği yalnızca dış görüngünün salt bir boş söze çevrildiği her yerde olduğu gibi burada da [ısı] salt bir boş söz haline gelir.
[229] (Çekim ve itimi mazur görme daha kolaylaşır; burada fizikçi için açıklanması mümkün olmayan bir sürü görüngüler, içsel bir bağıntının sezildiğini belirten ortak bir ad altında toplanır.)
Son olarak, organik doğada kuvvet kategorisi
[sayfa 358] tamamen yetersizdir, ama gene de sürekli olarak uygulanmaktadır. Adalelerin yaptığı iş, mekanik etkisine göre, adale kuvveti olarak tanımlanabilir ve ölçülebilir, hatta başka ölçülebilir işlevler, örneğin çeşitli midelerin sindirim kapasitesi kuvvet olarak alınabilir, ama o zaman da saçmalığa varılır (sinir kuvveti gibi) ve herhalde, burada, kuvvetlerden yalnızca pek sınırlı ve mecazî anlamda sözedilebilir (olağan deyimle, insanın kuvvetini yeniden kazanmasıdır). Ancak bu yanlış kullanma, bir canlı kuvvetten sözedilmesine götürmüştür. Bununla, organik cisimde hareket biçiminin mekanik, fiziksel, kimyasal biçimden farklı olduğu ve bunların tümünü kendi içinde giderek taşıdığı söylenmek isteniyorsa, anlatım biçimi pek çürüktür ve özellikle böyledir, çünkü kuvvet —hareketin aktarılması olarak varsayılarak—, burada organizmaya onun bir içeriği ve ayrılmaz bir parçası olarak değil de, dışardan verilen bir şey olarak görülmektedir ve bu yüzden de bu yaşam kuvveti, bütün doğa-üstücülerin son sığmağı olmuştur.
Kusur: 1. Kuvvet, genellikle bağımsız bir varlık olarak ele alınır. (Hegel,
Naturphil[
osophie], [s.] 79.)
[230]
2.
Gizil, dingin kuvvet — bu da hareket ile hareketsizlik (süredurum, denge) ilişkisi ile açıklanabilir ve burada da kuvvetlerin ortaya çıkışı üzerinde durmak gerekir.
*
Kuvvet (yukarıya bkz.). Hareketin aktarılması, kuşkusuz, ancak, çoğunlukla pek çeşitli ve karmaşık olan, özellikle makinelerde (buhar makinesi, tetikli silah, zemberek, ateşleyici ve barut) bulunan
bütün [sayfa 359] değişik koşulların varlığı ile gerçekleşir. Bunlardan
biri bulunmazsa, bu koşul sağlanıncaya kadar aktarılma olmaz. Bu durumda böyle bir şey, kuvvetin bu son koşulun gelmesiyle
ortaya çıkabileceği, bir cisimde
gizil bulunduğu, bu cisme kuvvet taşıyıcı (barut, kömür) denebileceği biçiminde düşünülebilir, ama işte bu özel aktarılmanın meydana gelmesi için gerçekte yalnız bu cismin değil, bütün öteki koşulların da bulunması zorunluluğu vardır. —
Kuvvet kavramı, bize, belli sınırlar içinde kendi isteğimize bağlı olarak etkinliğe geçebilen, özellikle mekanik yer değiştirmeyi, başka cisimlerin hareketini sağlamamıza, kaldırmaya, taşımaya, fırlatmaya, vurmaya vb. yarayan ve böylece yararlı sonuçlar meydana getiren kol adaleleri gibi hareket aktarma araçlarına kendi bedenimizde sahip bulunmamız dolayısıyla, kendiliğinden gelir. Görünüşte burada hareket aktarılamaz,
üretilir ve bu da, genellikle, kuvvetin,
hareket ürettiği kavramının ortaya çıkmasını sağlar. Adale kuvvetinin de yalnızca aktarma olduğu, ancak şimdi fizyolojik bakımdan tanıtlanmıştır.
*
Kuvvet. Negatif yanın da tahlil edilmesi gerekir: hareketin aktarılmasına karşı koyan direnç.
*
Evrensel uzaya ısı dağılımı. Ölü göksel cisimlerin canlanması ile ilgili olarak Lavrov'un ileri sürdüğü bütün varsayımlar (s. 109)
[231] hareket kaybını içerir. Bir
[sayfa 360] kez yayılan ısı, yani ilk hareketin sonsuz büyüklükteki kısmı kaybolmuştur ve kaybolmuş olarak kalır. Helm-holtz'a göre, şimdiye kadar bu kısım 453/454'e ulaşmıştır. Demek ki, sonunda insan, hareketin bitiş ve kesilme noktasına geliyor. Sorun, sonunda ancak, uzaya yayılan ısının yeniden nasıl
yararlı hale gelebileceğinin gösterilmesinden sonra çözülmüştür. Hareketin dönüşümü teorisi, bu sorunu kategorik olarak ortaya koyar, ve bu, yanıtını geciktirmekle, ya da ihmal etmekle geçiştirilemez. Ancak, sorunun ortaya konulmasıyla, aynı anda bu sorunun çözüm koşulları da verilmiş olur —
c'est autre chose[4*] Hareketin dönüşümü ve yokedilmezliği ancak bundan 30 yıl önce keşfedildi, sonuçlarının geliştirilmesi ve işlenmesi de ancak son zamanlarda oldu. Görünüşte kaybolan ısının ne olduğu sorusu ancak 1867'den sonra (Clausius)
[232] nettement posee.
[5*] Henüz çözümlenmemiş olmasına şaşmamalı; küçük araçlarımızla bir çözüme ulaşmak için daha uzun zaman geçebilir. Ama, doğada mucize diye bir şeyin bulunmadığı ve bulutsu yuvarlağın ilk ısısının uzay dışında bir yerden bir mucize eseri ona aktarılmamış olduğu ne kadar kesilişe, bu sorunun da gelecekte çözüleceği o kadar kesindir.
Hareketin toplam miktarının sonsuz ve dolayısıyla tükenmez olduğu da her ayrı durumdaki zorlukların üstesinden gelmekte aynı ölçüde çok az yardımcıdır; bu da ölmüş evrenlerin yeniden canlanması konusunda, kuvvetin kaybı ile her zaman bağlantısı olan ve bu yüzden ancak geçici durumlar olan yukardaki varsayımlardaki durumlar dışında yeterli değildir. Çevrim henüz tümüyle izlenebilmiş değildir ve yayılan ısının yeniden kullanılabilme olanağı keşfedilinceye kadar da izlenemeyecektir.
[sayfa 361]
*
Clausius —onu iyi anlayabiliyorsam— evrenin yaratıldığını tanıtlıyor,
ergo[6*] madde yaratılabilir,
ergo, o yokedilebilir,
ergo, kuvvet ya da hareket de yaratılabilir ve yokedilebilir,
ergo, "kuvvetin sakınımı" teorisinin tümü saçmadır,
ergo, onun bundan çıkardığı tüm sonuçlar saçmadır.
*
Clausins'un ikinci yasası vb., nasıl formüle edilirse edilsin, enerjiyi, nicel bakımdan olmasa bile, nitel bakımdan kaybolmuş olarak gösteriyor.
Entropi doğal yoldan yokedilemez, ama mutlaka yaratılabilir. Dünya saati kurulmuş olmalıdır ve ondan sonra dengeyi buluncaya kadar işler, bir daha onu ancak bir mucize dengeden çıkarıp işletebilir. Kurma için kullanılan enerji, hiç değilse nitelik bakımından kaybolmuştur ve ancak
dışardan bir
itme ile yeniden ortaya çıkarılabilir. O halde dışardan bir itme başlangıçta da gerekliydi; o halde evrende bulunan hareketin ya da enerjinin miktarı her zaman aynı değildi, o halde enerjinin yaratılması zorunlu olmuştur, yani yaratılabilir, ve dolayısıyla yok edilebilir.
Ab absürdünü[7*]
*
Thomson, Clausius, Loschmidt için sonuç: Eski duruma dönüş, itmenin kendi kendini itmesinden ve
[sayfa 362] böylece ölü göksel cisimlerin ortamdan çıkıp geri dönüşünden meydana gelir. Oysa, itmenin hareketin asıl aktif yanı, çekimin de pasif yanı olduğunun tanıtı da buradadır.
*
Gazların hareketinde —buharlaşma sürecinde— kütlelerin hareketi doğrudan doğruya moleküler harekete geçer. Dolayısıyla, geçiş burada yapılmalıdır.
*
Topaklanma durumları — nicelik değişiminin nitelik değişimine dönüştüğü düğüm noktalan.
*
Yapışma —gazlarda zaten negatif— çekimin itmeye dönüşmesi, bu sonuncusu yalnız gaz ve esirde (?) gerçektir.
*
Mutlak 0°'de hiç bir gaz mümkün değildir, moleküllerin bütün hareketi durur; küçük bir basınç, dolayısıyla onların kendi çekimi, hepsini biraraya gelmeye zorlar.
Bundan dolayı sürekli bir gaz mümkün değildir. [sayfa 363]
*
mv2 gazların kinetik teorisi ile gaz molekülleri için de tanıtlanmıştır. Demek ki, kütle hareketi ile molekül hareketi için aynı yasa geçerlidir: ikisi arasındaki fark burada ortadan kalkıyor.
*
Kinetik teori, yukarı doğru çabalayan moleküllerin aynı zamanda aşağıya doğru nasıl basınç yapabildiklerini ve —uzay karşısında atmosferin azçok daha sürekli olduğu varsayılarak— çekime karşın dünyanın merkezinden nasıl uzaklaşabildiklerini, oysa çekimin uzaklığın
karesine göre azalmasına karşın belli bir uzaklıkta bu kuvvet ile durmak ya da geri dönmek zorunda nasıl kaldıklarını tanıtlamalıdır.
*
Gazların kinetik teorisi: "Bir tam gazda ... moleküller zaten birbirinden öylesine uzaktır ki, birbirlerini karşılıklı olarak etkilemeleri hesaba katılmayabilir." (Clausius, s. 6.)
[233]
*
Aralarındaki boşluğu dolduran nedir? Esir de böyle.
[234] O halde bu da molekül ve atom hücrelerine geçmemiş bir madde önermesidir.
*
Teorik gelişmeye ait karşılıklı karşıtların niteliği:
[sayfa 364] horror vacui'den
[235] mutlak boş evrensel uzaya geçiş birdenbire yapılmıştır, ancak ondan sonra
esir gelir.
*
Esir. Eğer esir direnç meydana getiriyorsa,
ışığa karşı da direnç göstermelidir ve böylece belli bir uzaklıkta ışığı geçirmemelidir. Ama esirin ışık
geçirmesi, onun
aracı olması, onun aynı zamanda ışığa da direnç göstermesini içermesi gerekir, aksi halde ışık onun içersinde titreşim meydana getiremez. — Mädler'in ortaya attığı ve Lavrov'un
[236] belirttiği tartışmalı sorunların çözümü budur.
*
Işık ve karanlık, kuşkusuz, doğadaki en keskin, en belirgin karşıtlıklardır; bunlar, dördüncü incilden
[237] 18. yüzyılın aydınlanma dönemine kadar din ve felsefe için belâgatlı terimler olarak hizmet görmüşlerdir. Fick,
[238] s. 9: "Fizikte çok zaman önce kesinlikle ortaya çıkan, yayılan ısı diye adlandırılmış hareket biçiminin bütün temel esaslı açılardan
ışık[8*] adını verdiğimiz hareket biçimi ile özdeş olduğu yasası." Clerk Maxwell,
[239] s. 14: "Bu ışınlar (yayılan ısının) ışık ışınlarının bütün fiziksel özelliklerini gösterirler ve yansıma yeteneğine vb. sahiptirler. ... Isı ışınlarının bazısı, ışık ışınları ile özdeştirler, diğer taraftan ısı ışınlarının bazı çeşitleri de gözlerimiz üzerinde bir etki yapmazlar".
O halde
karanlık ışık ışınları vardır ve ışık ile karanlık arasındaki ünlü karşıtlık, doğabilimde mutlak
[sayfa 365] karşıtlık olmaktan çıkar. En koyu karanlık da, en parlak, en keskin ışık gibi, gözlerimiz üzerinde aynı
kamaştırma etkisini meydana getirir ve bu bakımdan
bizim için özdeştir.
Gerçekte, güneş ışınlarının titreşim uzunluğuna göre değişik etkisi vardır, en uzun dalga uzunluğunda olanlar ısı, orta dalga uzunluğunda olanlar ışık, en kısa dalga uzunluğunda olanlar kimyasal etki taşırlar (Secchi, s. 632 ve devamı), bu üç etkinin maksiması birbirlerine iyice yaklaştığında etkileri bakımından dış ışın gruplarının iç minimalan ışık ışınları grubuna girer.
[240] Neyin ışık olduğu, neyin olmadığı, gözün yapısına bağlıdır. Gece hayvanları, ısı ışınlarının değil ama, kimyasal ışınların bir kısmını olsun belki görebilirler, çünkü gözleri bizimkilere göre daha küçük dalga uzunluğuna uyarlanmıştır. Dalga uzunluklarına göre etkileri farklı ama dar sınırlar içersinde bağdaşan üç ışın çeşidi yerine bir tek ışın çeşidi kabul edilirse (bilimsel olarak yalnız
bir çeşit tanıyoruz, geriye kalanlar henüz olgunlaşmamış sonuçlardır), güçlük ortadan kalkar.
*
Hegel, ışık ve renk teorisini saf düşünceden hareketle kurar, gene de, bunu yaparken, örneğin Newton'a karşı ressamların kullandığı renkler karışımını ileri sürerken yaptığı gibi (s. 314, alt kısım), yontulmamış dargörüşlü deneyin
en kaba görgücülüğüne düşer (bu nokta, o zaman henüz açığa kavuşmadığı için bir ölçüde haklı olabilirdi).
[241] [sayfa 366]
*
Elektrik. Thomson'un haydut masalları ile Hegel'i karşılaştırınca, [
Naturphilosophie, s.] 346-347, aynı şey ortaya çıkar. — Öte yandan Hegel, sürtünme ile meydana gelen elektriği, akışkan teorisi ve elektriksel madde teorisinin tersine, açıkça
gerilim olarak anlar (s. 347).
*
Coulomb, "uzaklıklarının karesi ile ters oranda birbirini iten elektrik
parçacıklarından" sözederken, Thomson, bunu soğukkanlılıkla tanıtlanmış olarak kabul ediyor ([s.] 358),
[242] Gene kendisi, elektriğin "biri pozitif ve biri negatif iki akışkandan" meydana geldiği, "bunların parçacıklarının birbirini ittiği" varsayımını ileri sürüyor ([s.] 366). Elektriğin yüklü bir cisimde yalnızca atmosfer basıncı ile alıkonacağı söyleniyor ([s.] 360). Faraday, elektriği, atomların (ya da moleküllerin, ki bu daha karmakarışık bir şey) karşıt kutuplarına oturttu ve ilk kez olarak, elektriğin akışkan bir şey değil, bir hareket biçimi, bir "kuvvet", olduğunu söyledi (s. 378). Yaşlı Thomson'un kafasının almadığı şey, kıvılcımın
maddî bir şey olmasıdır.
Faraday, daha 1822'de, bir anlık endüksiyon akımının —ikincisi gibi birincisi, geri dönen akım— "volta bataryası ile üretilen akıma göre, Leyden şişesinin boşaltılmasıyla üretilen akımdan daha çoğunu sağladığını" keşfetti, bütün sır burada toplanıyordu ([s.] 385).
Kıvılcım, şimdi özel durumlar ya da görüntüler olarak bilinen bir sürü haydut masallarının konusu olmuştur: Pozitif bir cisimden çıkan kıvılcımın "ışınların kalemi, fırçası ya da konisi" olduğu, boşaltma noktası olan ucu olduğu; öte yandan, negatif kıvılcımın da bir "yıldız" olduğu söylenir ([s.] 396). Kısa bir kıvılcımın
[sayfa 367] hep beyaz, uzunun çoğunlukla kırmızımsı ya da morumsu olduğu ileri sürülür. (Kıvılcım konusunda Faraday'ın şahane saçması, [s.] 400.) Baş iletkenden [elektrik makinesinden] bir metal küre ile çıkarılan kıvılcımın beyaz, elle çıkarılanın mor, ıslaklıkla çıkarılanın kırmızı olduğu söylenir ([s.] 405). Kıvılcım, yani ışık, söylendiğine göre, "elektriğe özgü değildir, ancak havanın basıncının sonucudur. Hava hızla ve ansızın, bir elektrik kıvılcımı içinden geçince sıkışır"; bu da Filadelfiya'da Kinnersley'in deneyi ile tanıtlanmıştır, buna göre kıvılcım
"tüpte havanın ani bir ince yarığını" meydana getirir ve suyu tüpe iter ([s.] 407.) Almanya'da 30 yıl önce Winterl ile başkaları, kıvılcımın ya da elektriğin ışığının
"ateşle aynı özellikte" olduğuna ve iki elektriğin birleşmesiyle meydana geldiğine inanıyorlardı. Buna karşılık Thomson, iki elektriğin birbirine rasladığı yerin ışık bakımından en zayıf olduğunu, üçte-i kinin pozitif ve üçte-birin negatif uçtan olduğunu ciddiyetle tanıtlıyor! ([s.] 409-410). Burada, ateşin, hâlâ daha tamamen gizemli bir şey olduğu apaçıktır.
[Thomson] aynı ciddiyetle Dessaignes'nin deneylerini [belirtiyor], bu deneylere göre, barometre yükselirken ve sıcaklık düşerken, cam, reçine, ipek vb. cıvaya batırılınca negatif elektrikli, barometre düşerken ve sıcaklık yükselirken ise pozitif elektrikli, yazın temiz olmayan cıvaya batırılınca hep pozitif elektrikli, temiz cıvaya batırılınca hep negatif elektrikli olurlar; altın ve başka çeşitli metaller yazın ısınınca pozitif elektrikli ve soğuyunca negatif elektrikli, kışın da bunların tersi olurlar; barometre yüksek iken ve kuzey rüzgârı esince "son derece elektrikli", barometre yükselirken pozitif, sıcaklık düşerken negatif elektrikli olurlar vb. ([s.] 416).
Isı bakımından görünüş: "termoelektrik etkileri
[sayfa 368] üretmek için, ısı kullanmak gerekli değildir. Zincirin bir halkasında
sıcaklığı değiştiren* herhangi bir şey ... mıknatısın açılımında bir sapmaya neden olur." Örneğin, bir metalin buzla soğutulması ya da esirin buharlaşması! ([s.] 419.)
Elektro-kimyasal teori ([s.] 438), "hiç değilse son derece ustaca ve aklauygun olarak" kabul edilir.
Fabroni ve Wollaston çok önceleri, yakınlarda da Faraday, galvanik elektriğin kimyasal süreçlerin basit bir sonucu olduğunu ileri sürmüşlerdi, hatta Faraday, sıvıda meydana gelen atomların yer değişiminin doğru bir açıklamasını yapmış, elektrik miktarının elektrolitik ürünün miktarı ile ölçüldüğünü ortaya koymuştu.
Thomson, Faraday'm yardımı ile şöyle bir yasaya ulaşıyor: "Her atomun doğal olarak aynı miktarda elektrikle çevrili olması gerekir ve
böylece bu açıdan ısı ve elektrik birbirine benzer."[9*] ([s.] 454.)
*
Statik ve dinamik elektrik. Statik ya da sürtünme elektriği, doğada elektrik
biçiminde, ama dengeli olarak, nötr durumda bulunan
hazır elektriğin gerilim haline sokulmasıdır. O halde bu gerilimin ortadan kaldırılması, —dağılan elektriğin naklolunduğu anda ve ölçüde— nötr durumu yeniden meydana getiren bir kıvılcımla
aniden de olur.
Öte yandan, dinamik ya da galvanik elektrik, kimyasal hareketin elektriğe dönüşmesinden üretilen elektriktir. Çinko, bakır vb. eriyiğinde belli koşullar altında elde edilir. Burada gerilim ani değil, süreklidir. Her an
[sayfa 369] için yeni + ve – elektrik başka bir hareket biçiminden elde edilir, var olmayan ± elektrik + ve – elektriğe ayrılır. Süreç süreklidir ve bu yüzden de sonucu olan elektrik süreklidir, anlık bir gerilim ya da boşalım değil, sürekli bir akımdır ve bu akım kutuplarda tekrar meydana geldiği kimyasal harekete dönüşebilir ki, buna da elektroliz denir. Bu süreçte ve kimyasal bileşmeden elektrik elde etmede (burada ısı yerine elektrik, başka koşullar altında serbest kalan ısı kadar elektrik serbest kalır, Guthrie, s. 210),
[243] akımı sıvıda izlemek mümkündür (bitişik molekülerde atom değişimi olur — akım budur).
Mahiyeti gereği akım olan bu elektrik, gene bu yüzden doğrudan doğruya statik elektriğe çevrilemez. Ama endüksiyon yardımıyla daha önce bu biçimde bulunan nötr elektrik olarak nötr durumdan çıkarılabilir. Konunun özü bakımından, elde edilen elektriğin, onu meydana getiren elektriği izlemesi gerekir ve bundan dolayı da akıcı bir karakterdedir. Oysa, burada akımı yoğunlaştırmak ve statik elektrik haline çevirmek, ya da akımın özelliğini gerilimin özelliği ile birleştiren daha yüksek bir biçime dönüştürmek olanağı apaçıktır. Bu ise Ruhmkorff’un makinesi ile çözülür. Makine, bu sonucu veren endüksiyon elektriği sağlar.
*
Diyalektiğin çok güzel bir örneği, günümüzün teorisine göre
benzer magnetik kutuplardaki
itmenin benzer elektrik akımlarının
çekimi ile açıklanması yoludur (Guthrie, s. 264).
[sayfa 370]
*
Elektro-kimya. Wiedemann, elektrik kıvılcımının kimyasal parçalanma ve sentez üzerindeki etkisini anlatırken, bunun daha çok kimyayı ilgilendirdiğini söylüyor.
[244] Aynı konuda, kimyacılar da, bunun artık daha çok fiziği ilgilendirdiğini söylüyorlar. Böylece,
en önemli sonuçların beklendiği molekül ve atom biliminin değme noktasında, her ikisi, yetersizliklerini ilân ediyorlar.
Sürtünme ve çarpma, ilgili cisimlerde, koşullara göre ısı, elektrik vb. gibi şeylere ayrışan bir
içsel hareket, molekül hareketi meydana getirirler.
Ancak bu hareket sadece geçicidir: Cessante causa cessat effectus.
[10*] Belirli bir aşamada hepsi bir
sürekli molekül değişimine, bir kimyasal değişmeye dönüşürler.
[sayfa 371]
Dipnotlar
[1*] Bu kitabın 105-106. sayfalarına bakınız. -Ed.
[2*] Engels bu notu “Hareketin Temel Biçimleri" bölümünde kullanmıştır. (Bu kitabın 108. sayfasına bakınız.) italikler Engels'indir. -Ed.
[3*] Yani hareketin çeşitli biçimleri, mekanik hareket, ısı, elektrik vb.. -Ed.
[4*] Bu başka bir şeydir. -Ed.
[5*] Açıkça ortaya kondu. -Ed.
[6*] O halde. -Ed.
[7*] Saçmalık. -ç.
[8*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[9*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[10*] Neden sona erince, etki de sona erer. –ç.
Açıklayıcı Notlar
[228] Francis Bacon,
Novum Organum, kitap II, Özdeyişler XX, 1620'de Londra'da yayınlanmıştır. -355.
[229] Hegel'in şu notu ile karşılaştırınız: "Bununla, içerik bakımından, görüngünün yani bu cisimlerin birbiriyle ilişkisinin hareket içinde içerdiği şeyin, kuvvetin kendine yansıyan belirleniminin biçiminden başka bir şey olmadığı, böylece sonucun da bomboş bir totoloji olduğu söylenmiş olur." (Hegel,
Mantık Bilimi, kitap II, bölüm I, kısım 3, boş totoloji açıklamalarının biçimsel yöntemi üzerine gözlem.) -358.
[230] G. W. F. Hegel,
Doğa Felsefesi, paragraf 266, Gözlem. -359.
[231] Engels, Lavrov'un
Bir Düşünce Tarihi Denemesi, adlı kitabına (cilt 1, 1875'te St. Petersburg'da anonim olarak yayınlanmıştır) değiniyor. Kitabının 109. sayfasında, "Düşünce Tarihinin Kozmik Temeli" bölümünde Lavrov şöyle yazar: "Ölü gezegen ve uydu sistemleriyle birlikte ölü güneşler, biçimlenme süreci içindeki yeni bir bulutsuya düşmedikleri sürece uzayda hareketlerini sürdürürler. Sonra ölü dünyanın kalıntıları yeni dünyanın biçimlenme sürecini çabuklaştırma malzemesi olur." Lavrov bir dipnotunda, Zöllner'in, sönük göksel cisimlerin cansızlık durumunun "ancak dış etkilerle, örneğin başka bir cisimle sürtünmeden doğan ısı ile son bulabileceği" görüşünü belirtir. -360.
[232] Bkz: 224. numaralı açıklayıcı not. -361.
[233] Bkz: 224. numaralı açıklayıcı not. -364.
[234] Anlaşılan, Engels, Clausius'un göksel cisimlerin dışında bulunur halde söz arasında esire değindiği, yukardaki broşürün 16. sayfasını kastediyor. Burada da, aynı esir sorunu, cisimlerin dışında olmamakla birlikte, cisimlerin anlık süreli parçaları arasındaki boşluklarda sözkonusudur. -364.
[235] Horror vacui. — Boşluktan nefret etme. Aristoteles'e kadar giden, "doğa boşluktan nefret eder," yani boş bir yerin meydana gelmesine izin vermez görüşü 17. yüzyılın yarısına kadar doğabilimde egemendi. Bu "nefret" ötekiler yanında, pistonda suyun niçin yükseldiğinin nedeni olarak veriliyordu. 1643'te Torricelli atmosfer basıncını keşfetti ve böylece boşluğun olanaksızlığı görüşünü çürüttü. -365.
[236] Engels, Lavrov'un adını Rus harfleriyle yazıyordu. Engels burada Lavrov'un kitabına değiniyor (231 numaralı nota bakınız). Lavrov, "Düşünce Tarihinin Kozmik Temeli" bölümünde, uzak mesafelerden gelen ışığın sönmesi konusunda çeşitli bilim adamlarının (Albers, V. Struve) görüşlerini belirtir (s. 103-104). -365.
[237] St. John, I'e göre Gospel. -365.
[238] Fick, Die
Naturkräfte in ihrer Wechselbeziehung ("Doğal Güçlerin Karşılıklı Etkisi"), Würzburg 1869. -365.
[239] Maxwell,
Theory of Heat, Fourth Edition, London 1875, s. 87, 185 -365.
[240] Engels, Secchi'nin kitabının 632. sayfasındaki bir diyagrama değiniyor. Bu, diyagram, güneş ışınlarının dalga uzunluğu ile termal, ışıksal ve kimyasal etkileri arasındaki ilişkiyi gösterir. Bunun temel kısımları aşağıdadır:
BDN eğrisi, en uzun ısı dalga ışınlarından (B noktasında) en kısa ışınlara kadar (N noktasında) ısı radyasyonunun yoğunluğunu gösterir. AMH eğrisi, en uzun dalga ışınlarından (A noktası) en kısa dalga ışınlarına (H noktası) kadar ışık radyasyonunun yoğunluğunu gösterir. IKL eğrisi, en uzun dalga ışınlarından (I noktası) en kısa dalga ışınlarına kadar (L noktası) kimyasal ışınların yoğunluğunu gösterir. Her üç durumda da ışınların yoğunluğu, PW çizgisinden eğri üzerinde noktanın uzaklığı ile gösterilir. -366.
[241] Engels, Hegel'in
Doğa Felsefesi'ne değiniyor; Berlin baskısı, 1842, paragraf 320, ek. -366.
[242] Burada ve daha sonra Engels Th. Thomson'un şu yapıtına değiniyor:
An Outline of the Sciences of Heat and Electricity, 2nd edition, London 1840. Engels "Elektrik" bölümünde bu aktarmaları kullanmıştır.-367.
[243] Burada ve bir sonraki notta Engels, İngiliz fizikçisi Frederick Guthrie'nin şu kitabına değiniyor:
Magnetism and Electricity. London and Glasgow 1876. Guthrie, (s. 210) şöyle yazar: "Akımın kuvveti, okside olan bataryada çözüşen çinko miktarı oranındadır ve bu çinkonun oksidasyonunun serbest bıraktığı ısı oranındadır." -370.
[244] Bkz: Wiedemann,
Die Lehre von Galvanismus und Elektromagnetismus, III, Braunschvveig 1874, s. 418 (bkz: 95 numaralı açıklayıcı not). -371.