[BİLİM TARİHİNDEN]
DOĞABİLİMLERİN farklı dallarının
birbirini izleyen gelişmesini incelemek gerekir. — Hepsinden önce, çobanlık ve çiftçilikle geçinen topluluklar için sırf mevsimler bakımından kaçınılmaz biçimde gerekli olan
gökbilimini. Gökbilim ancak
matematik yardımı ile gelişebilir. O halde onu da ele almalı. — Daha sonra tarımın belli bir aşamasında ve belli bölgelerde (Mısır'da sulama için suyun yükseltilmesi), özellikle kentlerin, büyük yapıların ortaya çıkması ve elsanatlarının gelişmesi ile birlikte
mekanik. Hemen ardından
gemicilik ve
savaş alanlarında buna duyulan gereksinme. — Bu, ayrıca, matematiğin yardımını da gerektirir ve onun gelişmesini
[sayfa 235] teşvik eder. Böylece, daha başlangıçtan beri bilimlerin ortaya çıkışı ve gelişmesi, üretimle belirlenmiştir. Tüm eskiçağ boyunca asıl bilimsel inceleme bu üç dal çerçevesinde sınırlı kalmış, tam ve sistematik araştırma olarak da ancak klasik çağ sonrası dönemde kendini göstermiştir (İskenderiyeliler, Arşimet vb.). İnsanların kafasında henüz ayrılmamış olan fizikte ve kimyada (elementler teorisi, bir kimyasal element kavramının bulunmaması), bitkibilimde, hayvanbilimde, insan ve hayvanların anatomisinde o zamana kadar ancak olgular toplanabilmiş ve mümkün olduğu kadar sistematik bir sıralanmaya sokulmuştu. Fizyoloji, en elle tutulur şeylerden —örneğin sindirim ve boşaltım— uzaklaşır uzaklaşmaz, salt bir tahmin yürütme halinde kalıyordu. Kan dolaşımı bile bilinmedikten sonra başka türlü de olamazdı. — Dönemin sonunda kimya, simyanın en ilkel biçimi halinde ortaya çıkar.
Ortaçağların karanlık gecesi bittikten sonra, bilimler ansızın yeni ve beklenmedik bir güçle dirildiyse ve. mucizevî hızla gelişmeye başladıysa, bu mucizeyi gene üretime borçluyuz. Birincisi, haçlı seferlerinin ardından sanayi çok gelişmiş, birçok yeni mekanik (dokumacılık, saatçilik, değirmencilik), kimyasal (boyacılık, metalürji, alkol) ve fiziksel (gözlük) olguları günışığına çıkarmıştı. Bunlar sayısız materyali gözlem alanına getirmekle kalmamış, aynı zamanda, eskisinden çok daha değişik deney araçları olarak ortaya çıkmışlar, bunlarla
yeni araçların, yapımına olanak sağlamışlardı; denebilir ki, gerçekten sistematik deneysel bilim ancak şimdi mümkün hale gelmişti. İkincisi, İtalya geleneksel uygarlığı dolayısıyla henüz en başta bulunmakla birlikte, Polanya'yı da içine alan bütün Batı ve Orta Avrupa, şimdi bağlantılı bir biçimde gelişiyordu. Üçüncüsü, —yalnızca kazanç uğruna yapılan, dolayısıyla da
[sayfa 236] sonunda üretim amacına dayanan— coğrafî buluşlar o zamana kadar erişilememiş sonsuz miktarda meteorolojik, bitkilimsel, hayvanbilimsel ve fizyolojik (insanî) nitelikte malzeme ortaya koyuyordu. Dördüncüsü, artık
matbaa makinesi vardı.
[1*]
Şimdi —esasen var olan matematik, gökbilim ve mekanik bir yana— fizik, kimyadan, kesinlikle ayrılıyor (Torricelli, Galilei — birincisi saniyede kullanılan su tertibatı ile ilgili olarak ilkönce sıvıların hareketini inceliyor, Clerk Maxwell'e bakınız). Böyle, kimyayı bilim olarak sağlam bir temele oturtuyor. Harvey, kan dolaşımını keşfederek fizyoloji (insan ve hayvan) için aynı şeyi yapıyor. Hayvanbilim ve bitkibilim, önce derleyici bilimler olarak kalıyorlar ve paleontoloji ortaya çıkıncaya kadar bu böyle gidiyor — Cuvier — ve hemen ardından hücrenin keşfi ve organik kimyanın gelişmesi geliyor. Böylece karşılaştırmalı morfoloji ve fizyoloji mümkün oluyor ve bundan böyle her ikisi de gerçek bilim haline geliyor. Geçen [18.] yüzyılın sonunda yerbilim kuruldu. Yakınlarla da kötü bir adla antropoloji — insan ve insan ırkları morfolojisinden ve fizyolojisinden tarihe geçişi sağlıyor. Bu, daha ayrıntılı olarak incelenecek ve geliştirilecek.
*
ESKİLERİN DOĞA GÖRÜŞÜ
[HEGEL, GESCHİCHTE DER PHİLOSOPHİE CİLT I, — YUNAN FELSEFESİ][119]
İlk filozoflar konusunda Aristoteles, onların şu iddiada bulunduklarını söylüyor
(Metafizik, I, 3): "Bütün
[sayfa 237] şeyleri meydana getiren, bunların ilk çıkış yeri olan ve sonunda her şeyin son bulduğu, kendi belirlenimlerinde (
paqesi) değişmekle birlikte, töz (
ouaia) alarak hep aynı kalan şey — bütün varlıkların unsuru (
stoiceiou) ve ilkesi (
arch) budur. ... Bundan dolayı onların kanısınca, hiç bir şey ne varolur, ne de yokolur, çünkü aynı doğa, temel varlık her zaman ayakta durur." (s. 198.)
Doğal görüngülerin sonsuz çeşitliliğindeki birliği başlangıcında çok doğal sayan saf halindeki kendiliğinden materyalizm, o halde burada zaten tümüyle vardır ve bu birliği, Thales'in suda aradığı gibi, belirli biçimde maddî olan, özel bir şey içinde aramaktadır.
Çiçero der ki: "Miletli
Thales[2*]... her şeyin temel maddesinin su olduğunu ve Tanrının ise sudan her şeyi meydana getiren bir zihin olduğunu ilân etti."
(De Natura Deorum, I, s. 10.)
Hegel çok haklı olarak, bunun Çiçero tarafından yapılmış bir ek olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor: "Bununla birlikte, Thales'in ayrıca Tanrıya da inanmış olması burada bizi ilgilendirmiyor; burada varsayım, inanç, halk dini sözkonusu değildir ... kendisi sudan her şeyi yaratmış olduğu yollu Tanrıdan sözetse bile, biz bu yoldan böyle bir varlık konusunda daha fazla bir şey öğrenmiş olmayız ... bu, kavramı olmayan boş bir sözdür", s. 209 (aşağı yukarı [MÖ] 600'de).
En eski Yunanlı filozoflar aynı zamanda doğa araştırıcılarıydı: bir geometrici olan
Thales, yılın 365 gün olduğunu saptadı ve söylendiğine göre bir güneş tutulmasını önceden haber verdi. —
Anaksimandros bir güneş saati, bir tür kara ve deniz haritası (
perimetrou), çeşitli gökbilim aletleri yaptı. —
Pythagoras bir matematikçiydi.
[sayfa 238]
Plutarch'a göre, (
Quaestiones convivales[3*], VIII, s. 8), Miletli
Anaksimandros "insanın sudan karaya çıkmış bir balıktan meydana geldiğini"
[4*] (s. 213) söyler. Kendi için
arch kai ncus toiceion to apeirou [başlangıç ve temel unsur
sonsuz olandır], hava ya da su ya da başka bir şey olarak onu belirlemez (
diorixwu) (Diogenes Laertius, §, 1). Bu sonsuz şey Hegel tarafından (s. 215) "belirlenmemiş madde" olarak doğru biçimde yeniden ortaya konur (aşağı yukarı 580'de).
Miletli
Anaksimenes, ilk neden ve temel öğe olarak
havayı kabul ediyor, onu sonsuz olarak ilân ediyor (Çiçero,
De Natura Deorum, I, s. 10) ve "her şeyin ondan çıktığını, gene onda çözüştüğünü" söylüyor (Plutarch,
De Placitis Philosophorum, ["Filozofların Görüşleri Üzerine"], I, s. 3). Burada hava
ahr=pueuma [nefes=ruh]: "Hava demek olan ruhumuz bizi nasıl bütün olarak tutuyorsa, bütün dünyayı da bir ruh (
pueuma) ve hava tutar. Ruh ve hava aynı anlama sahiptirler." (Plutarch).
[120] [s. 215, 216.] Ruh ve hava evrensel bir ortam olarak alınıyor (555 dolaylarında).
Aristoteles de şöyle der: Bu en eski filozoflar, ilk özü maddenin bir biçiminde bulurlar: Hava ve su (ve belki de Anaksimandros her ikisi arasındaki bir çeşit ara şeyde) daha sonra Herakleitos ateşte buluyor, ama hiç biri, çok karışık bir bileşik (
dia thu megalomereiau) olduğu için toprakta bulmuyor.
Metafizik, I, 8, (s. 217).
Aristoteles, haklı olarak bunların tümünün de hareketin kaynağını açıklanmamış bıraktıklarını söyler (s. 218 ve devamı).
Samoslu
Phythagoras (540 dolaylarında):
Sayı temel ilkedir:
"Sayı bütün şeylerin özüdür ve kendi belirlenimleri içersinde bir bütün olarak evrenin örgütlenmesi
[sayfa 239] sayıların ve onların ilişkilerinin uyumlu bir sistemidir."
[5*] (Aristoteles, Metafizik, I, 5 passim)
Hegel haklı olarak, "tasarım tarafından var olarak ya da temel (doğru) kabul edilen her şeyi bir anda böyle yıkan ve duyulur varlığı yok eden" ve özü, çok sınırlı ve tekyanlı da olsa, bir düşünce belirlenimi içine yerleştiren "böyle bir konuşma biçiminin cesaretine" dikkati çekiyor, [s. 237-238.]
Sayı gibi, evren de, belirli yasalara bağlıdır. Böylece evrenin yasaya bağlılığı ilk kez belirtiliyor. Phythagoras'ın müzikal uyumları matematik ilişkilere indirgediği söylenir. Aynı şekilde "Pitagorasçılar ateşi merkeze koydu, dünyayı ise bu merkezî cisim çevresinde bir daire halinde dönen yıldız olarak kabul etti" (Aristoteles,
Decoelo, ["Gökyüzü Üzerine"], 11, 13). [s. 265.] Kuşkusuz bu ateş, güneş değildir; bununla birlikte,
dünyanın döndüğü konusundaki ilk sezgidir.
Gezegenler sistemi konusunda Hegel diyor ki: "... [gezegenler arasındaki] uzaklıkları belirleyen uyumlu öğe konusunda tüm matematik henüz bir temel vermeyi başaramamıştır. Görgücül sayılar kesinlikle biliniyor; ama her şey bir raslantı görünüşünde-dir, zorunluluk görünüşünde değil. Uzaklıklarda yaklaşık bir düzenliliğin varlığı biliniyor ve böylece Mars ile Jüpiter arasındaki gezegenler de şans eseri olarak sezilmiştir; sonradan Ceres, Vesta, Pallas vb. keşfedilmiştir; ama akim, mantığın bulunduğu tutarlı bir dizi, gökbilim tarafından henüz ortaya konmamıştır. Tersine, gökbilim, bu dizinin düzenli bir biçimde sunulmasını horgörmektedir. Ama aslında bu, vazgeçilemeyecek son derece önemli bir noktadır." (s. 267[-268].)
Onların genel anlayışının bütün bu bön materyalizmine
[sayfa 240] karşın sonraki ayrılığın tohumu en eski Yunanlılar arasında daha o zamandan vardır. Thales'e göre, ruh, özel bir şeydir, bedenden farklı bir şeydir (Thales mıknatısın da bir ruhu olduğunu söyler). Anaksimenes için ruh havadır
(Yaratılış'ta olduğu gibi),
[121] pitagorasçılar için ise, ruh, ölümsüz ve göçücüdür, beden ruh için salt raslansaldır. Yine pitagorasçılara göre, ruh, bir "esir kıvılcımıdır" (
apospasma aiderou) (Diogenes Laertius, VIII, s. 26-28), soğuk esir ise havadır, yoğun esir deniz ve nemdir, [s. 279-280.]
Aristoteles, haklı olarak, pitagorasçılara serzenişte bulunuyor: Sayılarıyla "hareketin nasıl meydana geldiğini ve hareket ve değişim olmaksızın, varoluşun ve yokoluşun ya da göksel şeylerin durumları ve etkinliklerinin nasıl gerçekleştiğini, söylemiyorlar". (
Metafizik, I, 8.) [s. 277.]
Pythagoras'ın sabah ve akşam yıldızının aynı şey olduklarını, ayın ışığım güneşten aldığını, son olarak da Pythagoras teoremini bulduğu kabul ediliyor. "Pythagoras'ın bu teoremi bulunca yüz Öküzü kurban kestiği söylenmektedir. ... Onun bu konudaki sevincinin zenginleri ve tüm halkı davet ettiği bir ziyafet vermeye dek varması, çok dikkat çekici olmakla birlikte, zahmetine değerdi. Bu, sevinçtir, zihnin (bilginin) sevincidir — öküzlerin canı pahasına." (s. 279.)
Elealılar.
*
Leukippos ile Demokritos.
[122] "Leukippos ile öğretilisi Demokritos ise unsurlar olarak
Dolu ve Boş'u kabul ederler, bunlara da var olan ve var olmayan derler. Burada
dolu ve
katı derken var olanı (yani atomları), boş ya da
seyrek derken var olmayanı anlarlar. Böylece var
[sayfa 241] olmayanın var olandan daha az gerçek olmadığını savunurlar ... ve bunların şeylerin maddî nedenleri olduklarını söylerler. Temelde yatan tözü (maddeyi) bir birlik olarak ortaya koyan kişilerin bütün başka şeyleri bu tözün değişmelerinden türettikleri gibi, ... bu düşünürler de,
farkların (yani atomların farklarının) başka her şeyin nedenleri olduğunu ileri sürüyorlar.
Onlara göre, bu farklar üç tanedir: biçim, düzen ve konum ... Böylece A, N'den biçimle ayrılır, AN ise NA'dan
düzenle ve Z de N'den konumla ayrılır." (Aristoteles,
Metafizik, kitap I, bölüm 4.)
Leukippos, "atomları ana ilkeler olarak koyan ilk kişiydi ... ve o, bunları, unsurlar diye adlandırdı. Bunlardan sonsuz sayıda dünyalar ortaya çıkıyor ve bu dünyalar gene bu unsurlara çözüşüyorlar. Dünyalar işte böyle meydana geliyor:
Belli bir kesim halinde her biçimden birçok cisim sınırsızdan kopup engin boşluğa taşınırlar. Bunlar biraraya toplanır ve
tek bir girdap meydana getirirler. Bu girdapta birbirlerine çarparak, mümkün olan her yoldan dönerek ayrılırlar, öyle ki benzer atomlar benzerleriyle birleşirler. Atomlar sayıca çokluklarından ötürü artık
denge içinde dönemeyince,
hafif olanlar sanki elekten geçerlermiş gibi,
dış boşluğa doğru sürüklenirler. Geri kalanlar birlikte kalırlar ve birbirlerine kenetlenerek aynı yolda yanyana gider ve ilk küre biçimli, kütleyi meydana getirirler." (Diogenes Laertius, kitap IX, bölüm 6.)
Aşağıdakiler Epikuros üzerinedir: "Atomlar hiç durmadan
hareket ederler. Biraz aşağıda ise, bunların aynı zamanda
eşit hızda hareket ettiklerini, çünkü
boşluğun hem hafif olanlara ve hem de ağır olanlara eşit yol verdiğini söylüyor. ... Atomların
biçim, büyüklük, ve
ağırlık dışında bir niteliği yoktur. ...
Herhangi bir büyüklükte olmadıkları gibi, her büyüklükte de değildirler; [sayfa 242] esasen henüz hiç bir atom, duyularımız tarafından algılanmamıştır." (Diogenes Laertius, kitap X, § 43-45.) "Atomlar boşlukta hareket ederlerken hiç bir direnme ile karşılaşmadıklarında eşit hızda hareket ediyor olmalıdırlar. Ne ağır olanlar karşılarına bir engel çıkmadıkça, küçük ve hafif olanlardan daha hızlı hareket eder, ne de tümü de
uygun bir geçit bulabildikleri sürece ve ayrıca hiç bir engellemeyle karşılaşmadıkça daha küçük olanlar daha büyük olanlardan çabuk yol alırlar." (Aynı yapıt, § 61.)
"O halde apaçıktır ki, [şeylerin] her cinsinde
bir belli
bir doğadır ve bunların hepsinde bu
bir onun doğasıdır." (Aristoteles,
Metafizik, kitap IX, bölüm 2.)
[123]
Samoslu Aristarkhos, dünya ve güneşle ilgili Kopernik teorisini daha MÖ 270'te savunmaktaydı. (Mädler, s. 44. Wolf,s. 35-37.)
[124]
Demokritos, samanyolunun bize sayısız küçük yıldızların bileşik ışığını yolladığını zaten tahmin etmiş bulunuyordu. (Wolf, s. 313.)
*
300 YILI DOLAYLARINDA
ESKİ DÜNYANIN SONUNDAKİ DURUMLA
1453'TE ORTAÇAĞIN SONU
ARASINDAKİ FARK
1. Kollarını arasıra derinlere, İspanya, Fransa ve İngiltere'nin Atlantik kıyılarına kadar içlere uzatan, kuzeyden Almanlar ve Slavlar, güney-doğudan Araplar tarafından kolayca kesilebilecek ve geri itilebilecek Akdeniz kıyılarındaki ince bir kültür şeridi yerine,
[sayfa 243] şimdi kapalı bir kültür bölgesi vardı — İskandinavya, Polonya ve Macaristan'ın ileri karakollar olarak bulunduğu tüm Batı Avrupa.
2. Yunanlılar, ya da Romalılar ile barbarlar arasındaki karşıtlığın yerine, şimdi artık İskandinav dilleri vb. bir yana, uygar dillere sahip olan altı uygar kavim vardı. Bunların hepsi, 14. yüzyılın büyük edebiyat kıpırdanışına katılabilecek ölçüde gelişmişlerdi ve eski çağın sonunda çöküş halinde bulunan ve ölmekte olan Yunan ve Latin dillerinden daha zengin bir kültür güvencesi veriyorlardı.
3. Ortaçağ kentlilerinin yarattığı sanayi üretimi ve ticaret, son derece büyük bir gelişme göstermişti. Bir yandan üretim daha yetkinleşiyor, daha çeşitleniyor ve büyüyor, öte yandan da ticaret güçleniyor, gemicilik Saksonlar, Frizyanlar ve Normanlar çağından beri en atılgan dönemine geliyor; birçok buluşlar ve Doğuluların buluşlarının ithali ile Yunan edebiyatının ithali ve yayılması, deniz keşifleri ve burjuva din devrimi mümkün oluyor, aynı zamanda da bunların etki alanı genişliyor ve hızlanıyordu. Henüz bir sisteme bağlı olmasa bile, bunun dışında birçok bilimsel olgular elde ediliyor, eskiçağın görmediği şeyler ortaya çıkıyordu: magnetik iğne, matbaa, harf dizme, keten kâğıt (Araplar ve İspanyol Yahudileri tarafından 12. yüzyıldan beri kullanılıyordu; pamuk kâğıt, 10. yüzyıldan beri yavaş yavaş ortaya çıkıyor, 13. ve 14. yüzyıllarda daha yaygın duruma geçiyordu; papirüs, Araplardan bu yana Mısır'da ortadan kalkmıştı) — barut,
gözlük, mekanik saatler, zamanbilimde ve
mekanikte büyük ilerlemeler.
(İcatlar için 11 numaraya bakınız.)
[6*] [sayfa 244]
Ayrıca, gezilerin sağladığı malzeme. (Marco Polo, 1272 dolaylarında, vb..)
Genel eğitim, henüz çok kötü durumda olmakla birlikte, üniversiteler sayesinde çok yaygınlaşmıştı.
İstanbul'un yükselmesi ve Roma'nın yıkılışı ile eskiçağ sona eriyor. Ortaçağın sonu İstanbul'un fethi ile kaçınılmaz biçimde bağıntılıdır. Yeniçağ, Yunanlılara yeniden dönüşle başlıyor. — Yadsımanın yadsınması!
*
TARİHSEL MALZEME. — İCATLAR
MÖ:
Yangın tulumbası, su saati, MÖ 200 dolaylarında, kaldırım taşı (Roma).
Parşömen 160 yılı dolaylarında.
MS:
Su değirmeni, Almanya'da Büyük Kari zamanında, 340 dolaylarında,
Mosel üzerinde.
Pencere camının ilk izleri, Antakya'da 370 dolaylarında sokaklar aydınlatılıyor.
550 dolaylarında Çin'den Yunanistan'a ipekböceği getiriliyor.
6. yüzyılda tüy kalem.
Pamuk kâğıt, Çin'den 7. yüzyılda Araplara ve 9. yüzyılda İtalya'ya geliyor.
8. yüzyılda Fransa'da su ile çalınan org.
10. yüzyıldan beri Harz'da gümüş madeni işletiliyor.
1000 yılına doğru yeldeğirmeni.
1000 yılına doğru nota, Guido von Arezzo'nun müzikal gamı.
[sayfa 245]
1100 yılına doğru İtalya'ya ipekçilik giriyor.
Aynı yıllarda çarklı saat — aynen.
Pusula 1180 dolaylarında Araplardan Avrupalılara geliyor.
1184'te Paris'te kaldırım taşıyla yollar yapılıyor.
13. yüzyılın ikinci yarısı:
Floransa'da gözlük. Cam aynalar.
Ringa balığının tuzlanması. Su savağı.
Çalar saat. Fransa'da pamuk kâğıt.
Paçavradan kâğıt —14. yüzyılın başında.
Bono — aynı yüzyılın ortasında.
Almanya'da (Nürnberg'de) ilk kağıt fabrikası, 1390.
Londra'da caddelerin aydınlatılması. 15. yüzyılın başı.
Venedik'te posta. Aynı tarihte.
Bakır oymacılığı. Aynı yüzyılın ortasında.
Fransa'da atlı posta, 1464.
Saksonya dağlarında gümüş madenleri, 1471.
Pedallı klavsen icat ediliyor, 1472.
Cep saati. Hava tüfeği. Filinta — 15. yüzyılın sonu.
Çıkrık, 1530.
Dalgıç hücresi, 1538.
TARİHSEL MALZEME[125]
Modern doğabilim —Yunanlıların çok parlak sezgileri ve Arapların birbirleriyle bağlantısız araştırmaları karşısında bilim özelliğinden sözedilebilecek tek alan— feodalizmin burjuvazi tarafından ezildiği o büyük çağ ile başlar. Kentlerin burjuvazisi ile feodal soylular arasındaki savaşımın arka planında bu çağ, ayaklanma halindeki köylüleri, köylülerin ardında da ellerinde kızıl bayrak ve dudaklarında komünizm ile modern proletaryanın devrimci başlangıçlarını gösteriyordu. [sayfa 246] Bu, Avrupa'da büyük monarşileri yaratan, papanın manevî diktatörlüğünü yıkan, Yunan eskiçağını yeniden yücelten ve onunla birlikte yeni zamanların en yüce sanat gelişmesini canlandıran, eski dünyanın sınırlarını kıran ve ilk kez dünyayı gerçekten keşfeden bir çağdı.
Bu, dünyanın, o güne kadar gördüğü en büyük devrimdi. Doğabilim, o da, bu devrimin havası içinde yeşerdi ve gelişti, iliğine kadar devrimci oldu, büyük İtalyanların modern felsefesinin uyanmasıyla birlikte elele yürüdü ve zindanlara ve ölüm ocaklarına şehitler verdi. Katoliklerle protestanların onu baskı altına almak için yarışmaları ilginçtir. Protestanlar Servetus'u, Katolikler Giordano Bruno'yu yaktılar. Bu, devler isteyen ve devler yaratan, bilgi, zekâ ve karakter devleri yaratan, Fransızların doğru olarak, rönesans, ve protestan Avrupa'nın ise tek yanlı bir önyargı ile, reformasyon dedikleri çağdı.
Her ne kadar, başlangıçta, Luther'in ilk protestan oluşundan fazla bir şey değildiyse de, doğabilim de, bu sırada bağımsızlığını[126] ilân etmişti. Dinsel alanda Luther'in papalık fermanını yakması ne idiyse, doğabilim alanında da Kopernik'in büyük yapıtı oydu. Otuzaltı yıllık bir duraksamadan sonra ürkekçe ve örneğin, ölüm döşeğindeyken de olsa, Kopernik, bu büyük yapıtıyla, kilisenin boşinanlarına meydan okudu. Ö zamandan beri, doğabilim, özde dinden kurtuldu; bununla birlikte, bütün ayrıntılara kadar tam bir hesaplaşma günümüze kadar sürdü, bazı kafalarda bir sonuca varmış olmaktan bugün de uzaktır. Ama o andan itibaren bilimin gelişmesi dev adımlarla ilerledi ve hatta, organik maddenin en yüce ürününün, insan zihninin hareketi için inorganik maddenin hareketi ile ilgili yasanın tersinin geçerli olduğunu dünyaya göstermek [sayfa 247] istiyormuş gibi, çıkış noktasından zaman içinde uzaklaştığı ölçüde bunun karesi kadar artan hızla gelişti.
Modern doğabilimin ilk dönemi —inorganik alanda— Newton ile son bulur. Bu, eldeki konunun üstesinden gelindiği dönemdir; matematik, mekanik ve gökbilim, statik ve dinamik alanlarında, özellikle Kepler ve Galilei sayesinde —ki bunların çalışmalarından Newton sonuçlar çıkarmıştır— büyük işler başarılmıştır. Ama organik alanda, ilk çalışmalardan öte bir ilerleme olmadı. Tarihsel bakımdan birbirini kovalayan ve birbirinin yerini alan yaşam biçimlerinin, bunlara tekabül eden değişen yaşam koşullarının incelenmesi —paleontoloji ve yerbilim— henüz yoktu. Doğa hiç de, tarihsel olarak gelişen ve zaman içinde bir tarihe sahip olan bir şey olarak değerlendirilmiyordu; ancak uzay içinde yayılma hesaba katılıyordu; çeşitli biçimler ar-darda değil, yalnızca yanyana gruplandırılmıştı; doğa tarihi, gezegenlerin çizdikleri elips yörüngeler gibi bütün dönemler için geçerliydi. Organik yapının daha yakından incelenmesi için gerekli en başta gelen iki temel, yani kimya ile temel organik yapı, hücre bilgisi eksikti. Başlangıçta devrimci olan doğabilim, yavaş yavaş baştan sona tutucu bir doğa ile karşı karşıya bulunuyor ve burada her şey bugüne kadar dünyanın başlangıcındaki gibi kalıyor, dünyanın sonuna kadar başlangıçta olduğu gibi kalacakmış sanılıyordu.
Dikkati çeken nokta bu tutucu doğa görüşünün gerek inorganik ve gerek organik alanda [...][7*]
Gökbilim |
Fizik |
Yerbilim |
Bitki fizyolojisi |
Terapi |
Mekanik |
Kimya |
Paleontoloji |
Hayvan fizyolojisi |
Diagnostik |
Matematik |
|
Mineroloji |
Anatomi |
|
Birinci gedik: Kant ve Laplace. İkincisi: yerbilim ve paleontoloji (Lyell, yavaş gelişme). Üçüncüsü:
[sayfa 248] organik cisimler üreten ve canlı cisimler için kimyasal yasaların geçerliliğini gösteren organik kimya. Dördüncüsü: 1842, ısı mekaniği [teorisi], Grove. Beşincisi: Darwin, Lamarck, hücre, vb. (savaşım, Cuvier ve
Agassiz). Altıncısı: anatomide
karşılaştırmalı element, klimatoloji (izotermler), hayvan ve bitki coğrafyası (18. yüzyılın ortasından bu yana bilimsel inceleme gezileri), genel olarak fiziksel coğrafya (Humboldt), malzemenin içbağlantıları içinde biraraya getirilmesi. Morfoloji (embriyoloji, Baer).
[8*]
Eski teleoloji, belâsını bulmuştur, ama, şimdi kesinlikle ortadadır ki, madde sonsuz döngüsü içinde, belli bir aşamada —bazan orada, bazan burada— organik varlıklarda düşünen kafayı zorunlu olarak üreten yasalara göre hareket etmektedir.
Hayvanların normal varlığı, onların içinde yaşadıkları ve kendilerini uydurdukları çağdaş koşullar içinde vardır — insanın normal varlığı da, insan dar anlamda hayvandan farklı duruma gelir gelmez, henüz yoktur ve ancak ilerdeki tarihsel gelişme ile ortaya çıkabilir. İnsan, salt hayvansal durumdan kendini çıkarabilen tek hayvandır — onun normal durumu, onun bilincine uygundur,
zorunlu olarak onun kendisi tarafından yaratılmıştır.
*
"FEUERBACH'TAN ÇIKARILAN KISIM[127]
[1850 ve 1860 arasında, Almanya'da materyalizm ticareti yapan bayağılaştırıcı satıcılar hiç bir zaman öğretmenlerinin bu sınırları ötesine geçmediler.
[9*] Ondan
[sayfa 249] bu yana, doğabilimde sağlanan bütün gelişmeler, bunlara yalnızca] evrenin bir yaratıcısı olduğu inancına karşı yeni tezler olarak hizmet etmişlerdir. Gerçekten de, teorinin daha fazla geliştirilmesi, onların uğraşının tamamen dışındaydı. İdealizm, 1848'de, ağır bir darbe yemişti, ama materyalizm bu yeni biçimi içinde daha büyük çıkmaza batmıştı. Feuerbach
bu materyalizmin sorumluluğunu reddetmekte tamamen haklıydı; ama gezgin vaizlerin öğretisini, genel olarak, materyalizmle karıştırmaya hakkı yoktu.
Ama gene bu dönem sırasında görgücül doğabilim öylesine ilerledi ve öyle parlak sonuçlara ulaştı ki, yalnızca 18. yüzyılın mekanik düşünce kısırlığını tamamıyla yenmekle kalmadı, aynı zamanda, doğabilim de, çeşitli araştırma alanları (mekanik, fizik, kimya, biyoloji) arasındaki doğanın kendisinde bulunan içbağıntıların tanıtlanması sayesinde, görgücül olmaktan çıkarak, teorik bilim durumuna geldi ve varolan sonuçların genellenmesiyle, bir materyalist doğa bilgisi denen şeyleri, inorganik maddelerden hazırlayarak, anlaşılamazlığın son kalıntılarından bunları birbiri ardına temizleyen yeni yaratılmış organik kimya; 1818 tarihini taşıyan bilimsel embriyoloji; yerbilim ve paleontoloji; bitki ve hayvanların karşılaştırmalı anatomisi — bütün bunlar, bugüne kadar işitilmedik ölçüde büyük ve yeni malzeme sağladı. Ama üç büyük buluş belirleyici önemdeydi.
Birincisi, ısının mekanik eşdeğerinin bulunmasıyla (Robert Mayer, Joule ve Colding) enerjinin dönüşümü tanıtlanmış oldu. Sözde kuvvetler olarak gizemli, açıklanamaz bir varlık görünümü sürdürmüş olan —mekanik kuvvet, ısı, ışın (ışık ve yayılan ısı)', elektrik,
[sayfa 250] magnetizm, birleşmenin ve ayrışmanın kimyasal kuvveti— doğadaki bütün sayısız etkin nedenlerin, tek ve aynı enerjinin, yani hareketin özel biçimleri, varoluş tarzları olduğu şimdi artık tanıtlanmıştır. Onların doğada bir biçimden ötekine durmadan dönüştüğünü tanıtlayabilmekle kalmıyoruz, aynı zamanda, bu dönüşümü laboratuvarda ve sanayide de gerçekleştiriyoruz; öyle ki, bir biçimdeki belirli miktarda enerji bir başka biçimdeki belirli enerji miktarına daima denk düşüyor. Böylece ısı birimini kilogrammetre olarak, herhangi bir elektrik ya da kimyasal enerji miktarını ya da birimlerini tekrar ısı birimleri olarak —ve tersini— ifade edebiliyoruz; aynı şekilde bir canlı organizma tarafından alınan veya tüketilen enerji miktarını ölçebiliyor, herhangi bir birimle, örneğin, ısı birimleriyle ifade edebiliyoruz. Doğadaki hareketin tümünün birliği artık felsefî bir iddia değil, ama doğabilimsel bir olgudur.
İkinci —zaman bakımından daha önceki— buluş, Schwann ve Schleiden tarafından, çoğalması ve farklılaşması halinde, en ilkelleri bir yana, bütün organizmaların meydana geldiği ve geliştiği birim olarak organik hücrenin keşfidir. Bu buluşla, organik, canlı doğa ürünlerinin incelenmesi —gerek karşılaştırmalı anatomi ve fizyoloji, gerek embriyoloji— ilk kez sağlam bir temele oturmuştu. Organizmaların meydana gelişinde, büyümesinde ve yapısındaki gizem ortadan kalkmıştır; o zamana kadar anlaşılmayan mucize, bütün çokhücreli organizmalar için esas olarak aynı olan bir yasaya uygun olarak meydana gelen bir süreç içinde çözülmüştür.
Ama gene de önemli bir boşluk vardı. Bütün çokhücreli organizmalar —gerek bitkiler, gerek insan dahil hayvanlar— her durumda hücrenin bölünmesi yasasına göre bir hücreden gelişiyorsa, bu organizmaların
[sayfa 251] sonsuz çeşitliliğinin kaynağı neydi? Bu soru, üçüncü büyük keşifle, ilk kez Darwin tarafından kapsamlı biçimde ortaya konan ve kanıtlanan evrim teorisi ile yanıtlandı. Bu teori, ayrıntıları bakımından daha birçok değişmelere uğrayacaksa bile, temelde, sorunu yeterli olandan da daha geniş ölçüde çözmüştür. Birkaç ilkel organizmadan bugün gördüğümüz gibi gittikçe daha değişik ve karmaşık olanlarına, insana kadar organizmaların evrim dizisi ana çizgileriyle saptanmıştır; bu sayede, organik doğa ürünlerinin bugünkü durumunu açıklamakla kalınmamış, aynı zamanda insan zihninin tarih-öncesi için, onun ilkel protoplazmadan —yapışız, ama duyarlı halinden— en ilkel organizmadan düşünen insan beynine kadar giden çeşitli gelişme basamaklarını izlemek için gerekli temel de sağlanmıştır. Bu tarih-öncesi olmaksızın düşünen insan beyninin varlığı bir mucize olarak kalmaya devam eder.
Bu üç büyük keşifle, doğanın temel süreçleri açıklandı ve doğal nedenlere bağlandı. Burada yapılacak tek bir şey kalıyor: inorganik doğadan yaşamın meydana gelişini açıklamak. Bu, bilimin bugünkü aşamasında, inorganik maddelerden protein cisimleri hazırlamaktan başka bir anlama gelmez. Kimya bu görevin çözümüne gitgide daha çok yaklaşmaktadır. Ama henüz ondan çok uzaktır. Bununla birlikte, ilk kez olarak bir organik maddenin, ürenin, ancak 1828'de Wöhler tarafından inorganik malzemelerden meydana getirildiğini ve organik malzeme kullanmadan organik denilen bileşiklerin ne kadar çoğunun şimdi yapay yollardan hazırlandığını gözönüne alırsak, protein ile karşı karşıya geldiğinde kimyaya "dur!" demek istemeyiz. Bugüne kadar kimya, bileşimi tam olarak bilinen her organik maddeyi yapabilmiştir. Protein cisimlerinin bileşimi öğrenilir öğrenilmez, kimya, canlı proteinin
[sayfa 252] hazırlanması işine geçecektir. Doğanın kendisinin en elverişli koşullar altında birkaç kozmik cisim üzerinde milyonlarca yıl sonra başardığı şeyi, kimyanın bir günde yapmasını istemek, mucize istemek anlamına gelir.
Demek ki, materyalist doğa görüşü, bugün geçen yüzyılda olduğundan çok daha sağlam bir temel üzerine oturmaktadır. O zamanlar, yalnızca göksel cisimlerin hareketi ile katı yersel cisimlerin yerçekiminin etkisi altındaki hareketi tam olarak anlaşılmıştı; kimyanın hemen hemen tüm alanı ve tüm organik doğa, gizemli kalıyor ve anlaşılamıyordu. Bugün tüm doğa, gözlerimizin önünde hiç değilse ana çizgileriyle açıklanmış ve kavranmış bir bağıntılar ve süreçler sistemi olarak uzanıyor. Her halükârda, materyalist doğa görüşü, doğanın olduğu gibi, yabancı bir şey katmadan, yalın biçimde kavranmasından başka bir şey değildir ve bundan dolayı da, doğa, Yunan filozoflarınca başlangıçta aslında böyle anlaşılmıştı. Ama bu eski Yunanlılarla bizim aramızda iki bin yıllık, esas itibarıyla idealist bir dünya görüşü uzanmaktadır. Bundan dolayı, doğayı açık bir biçimde anlamaya dönüş, ilk bakışta göründüğünden daha güçtür. Çünkü sözkonusu olan, hiç de o iki bin yılın tüm düşünce içeriğini hemen atıvermek değil, onun eleştirilmesi, yanlış ve idealist olmakla birlikte, zamanın ve evrimin kendi çizgisi, için kaçınılmaz olan bir biçimden kazanılan sonuçların, bu geçici biçimden çıkartılmasıdır. Bunun ne kadar zor olduğunu, kendi bilimleri çerçevesinde amansız materyalistler, onun dışında ise yalnızca idealistler değil aynı zamanda dindar, hatta katı hıristiyan olan sayısız doğa araştırmacıları bize tanıtlıyorlar.
Devir açan bütün bu doğabilimdeki ilerlemeler, Feuerbach'ın yanından onu hiç bir esas yönden etkilemeksizin geçti. Bu, onun suçu olmaktan çok, Almanya'nın
[sayfa 253] berbat koşullarının suçudur. Bu koşullar yüzünden üniversite kürsüleri, boşkafalı, kılı kırk yaran seçmeciler tarafından işgal edilmiş, onların hepsinin üzerinde yükselen Feuerbach da, ıssız bir köyde tek başına yaşamaya hemen hemen mahkûm edilmişti. Bu yüzdendir ki, Feuerbach —birkaç parlak genellemesi bir yana— doğa konusunda, boş edebî yazılarla bir sürü emek harcıyor. Böylece diyor ki: "Kuşkusuz yaşam, metafizikçi materyalistin yaşamı indirgediği gibi ne kimyasal bir sürecin ürünü, ne de genel olarak tek başına doğal bir kuvvetin ya da görüngünün ürünüdür; o, tüm doğanın bir sonucudur."
[128] Yaşamın tüm doğanın bir sonucu olması, onun yalnız ve tek taşıyıcısı olan proteinin, doğanın tüm bağıntıları tarafından saptanan belirli koşullar altında meydana gelmesi, ama tamı tamına bir kimyasal sürecin ürünü olarak meydana gelmesi olayına asla aykırı düşmez. <Feuerbach, doğabilimin gelişmesini şöyle yüzeyden de olsa izlemesini elverişli kılacak koşullar altında yaşasaydı, bir kimyasal süreçten tek başına bir doğa kuvvetinin etkisi olarak sözetmek durumuna düşmezdi.
[10*] Feuerbach'ın, düşüncenin düşünen organla, beyinle ilişkisi üzerindeki bir sürü verimsiz ve aynı kısır döngü içinde kendini yitirmesi de gene bu yalnızlığından olabilir. Bu alanda Starcke, onu, gönüllü olarak izliyor.
Yeter, Feuerbach, materyalizm adına isyan ediyor.
[129] Pek haksız da değil; çünkü hiç bir zaman idealist olmaktan tamamen kurtulamıyor. Doğa alanında materyalisttir; ama insana ait alanda [...]
[11*] [sayfa 254]
*
Tanrıya karşı en kötü davrananlar ona inanmış doğa bilginleridir. Materyalistler bu türden sözcüklere başvurmaksızın, yalnızca
olguları açıklarlar, önce, bunu, katı inançlılar onlara tanrıyı zorla kabul ettirmeye kalkınca yaparlar ve, ya Laplace gibi kısaca şu yanıtı verirler:
Sire, je n'avais pas, etc.;
[130] ya da Alman gezginci tacirler kötü mallarını kendilerine zorla vermeye kalkınca Hollandalı tüccarların yaptığı gibi malları geri çevirirken daha kabaca söyledikleri şu sözleri yinelerler:
Ik kan die zaken niet gebruiken[12*] Ve sorun böylece kapanmıştır. Ama tanrı, onu savunanların elinden neler çeker! Modern doğabilim tarihinde, tanrı, kendisini savunanlar tarafından, Friedrich Wilhelm III’ün Jena seferi sırasında generallerinden ve memurlarından gördüğü muameleyi görmüştür. Ordunun tümenlerinden biri ötekinin ardından silahları bırakır, bilimin ilerlemesi karşısında kaleler birbiri ardından teslim olur, sonunda doğanın tüm sonsuz alanı fethedilir ve onda yaratıcı için artık bir tek yer kalmaz. Newton, ona, hiç olmazsa "ilk dürtü" olma izni vermiştir, ama güneş sistemine başka bir müdahalede bulunmasını yasaklamıştır. Rahip Secchi, ona, bütün saygısıyla bütün dinsel şerefleri tanıyor, ama bu yüzden fazla ileri gidip güneş sistemine karıştırmıyor ve yalnızca ona ilk bulutsu ile ilgili olarak bir yaratıcı eylem tanıyor. Bütün alanlarda böyle. Biyolojide onun son büyük Don Kişot'u Agassiz, ona olumlu bir saçmalık bile atfediyor; onun, yalnız gerçek hayvanları değil, soyut hayvanları yaratmış olması kabul edilmektedir, balıkta
[13*] olduğu gibi. Son olarak Tyndall onun doğa alanına girmesini
[sayfa 255] tüm olarak yasaklıyor ve duygusal hareketler dünyasına yolluyor, yalnızca bütün bu şeyler (doğa) konusunda John Tyndall'dan ne de olsa daha çok şey bilen bir kimsenin bulunması gerektiği için ona inanıyor.
[131] Eski tanrıdan —göğün ve yerin yaratıcısı, her şeyin desteği--, onsuz, baştan tek bir saçın bile düşemeyeceği tanrıdan nasıl bir uzaklaşma!
Tyndall'ın duygusal gereksinmesi hiç bir şeyi tanıtlamıyor. Chevalier des Grieux de, kendisini ve onu tekrar tekrar satan Manon Lescaut'yu sevmek ve ona sahip olmak gibi bir duygusal gereksinme içindeydi. Onun yüzünden hilebaz ve pezevenk oldu. Eğer Tyndall onu yermek isterse, o da, ona, "duygusal gereksinmesi" ile yanıt verecektir.
Tanrı =
nescio [bilmiyorum]; ama
ignorantia non est argumentum (Spinoza).
[132] [sayfa 256]
Dipnotlar
[1*] Elyazmasının bir kenarında bu paragrafın karşısına şunlar yazılmıştır: "Şimdiye kadar üretimin bilime borçlu olduğu şeyler övülmüştü, ama bilim, üretime çok daha fazla şey borçludur." -Ed.
[2*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[3*] Sofra Konuşmaları. -Ed.
[4*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[5*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[6*] Engels, burada, notlarının on birinci yaprağına değiniyor. Bu yaprakta verilen icatlar listesi, elinizdeki kitabın 245-246. sayfalarına aynen alınmıştır. -Ed.
[7*] Tümce tamamlanmamıştır. –Ed.
[8*] Engels tarafından "Giriş"in birinci kısmında kulanılmış olduğundan (bkz: bu kitabın 35-47. sayfaları), notun buraya kadar olan kısmı, elyazmasında dikey bir çizgiyle çizilmiştir. "Giriş"in ikinci kısmında bu kitabın 48-58. sayfaları) kısmen kullanılan daha sonraki iki paragraf çizilmemiştir. -Ed.
[9*] Bunlar, 18. yüzyılın Fransız materyalistleridir. -Ed.
[10*] Bu tümcenin altı Engels tarafından çizilmiştir. -Ed.
[11*] L. Feuerbach'ın asıl elyazmasının 19. sayfası burada sona eriyor. Bu tümcenin sonu, bizim elimize geçmeyen bir sonraki sayfada ortaya çıkıyor.
L. Feuerbach'ın basılı metnine dayanılarak, bu tümcenin aşağı yukarı şöyle bitmiş olması kabul edilebilir: "insanlık tarihi alanında bir idealisttir." —Ed.
[12*] Bunlar benim işime yaramaz. —Ed.
[13*] Bkz. bu kitabın 262. sayfası. —Ed.
Açıklayıcı Notlar
[119] G. W. F. Hegel,
Werke, Bd. XIII, Berlin 1833. -237.
[120] De placitis philosophorum adlı yapıtın Plutarch'ın değil, bilinmeyen başka bir yazarın ("sözde Plutarch" denilen) olduğu sonradan tanıtlandı. Bu, 100 yılı dolaylarında yaşamış Aetius'tan geliyor. -239.
[121] Genesis, Ch. 2, Verse 7. -241.
[122] Bu not Marks'ın elyazısı ile yazılmıştır ve Aristoteles'in
Metaphysica ile Diogenes Laertius'un
Ünlü Filozofların Yaşamları ve Görüşleri adlı derleme yapıtından Yunanca olarak (Tauchnitz baskısından) yapılan aktarmalardan meydana geliyor. Notun tarihi Haziran 1878'den eskidir, çünkü Engels'in [
Anti]-
Dühring'e Eski Önsöz'ünde Epikuros için kullanılan aktarmaları içine almaktadır. Aktarmalardaki bütün italikler Marks'ındır. -241.
[123] Metaphysica'nın sonraki basımlarında kitap IX için kitap X denir. -243.
[124] R. Wolf,
Geschichte der Astronomie, ("Gökbilim Tarihi"), München 1877. Mädler'in kitabı için bkz: 22. not. -243.
[125] Bu parça Giriş'in orijinal taslağını meydana getiriyor. -246.
[126] Kuzey Amerika'daki onüç İngiliz kolonisinden gelen delegelerin Filadelfiya'daki kongresinde 4 Temmuz 1776'da kabul edilen Bağımsızlık Bildirisi, bu kolonilerin İngiltere'den ayrıldığını ve bağımsız bir cumhuriyetin, Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulduğunu ilân etti. -247.
[127] Doğanın Diyalektiği malzemesinin ikinci dosyasının içindekiler listesinde parçaya verilen başlık budur. Parça,
L. Feuerbach'ın 16, 17, 18 ve 19 diye numaralanmış orijinal elyazılı dört sayfasından meydana geliyor. 16. sayfanın başına Engels'in elyazısı ile şunlar yazılmış:
"Aus 'Ludıuig Feuerbach'." Bu parça,
L. Feuerbach'ın ikinci bölümünün bir parçasıydı ve 18. yüzyılın Fransız materyalistlerinin üç ana "sınıflamalar" tanımından hemen sonra gelmek için tasarlanmıştı. Engels,
L. Feuerbach'ın elyazmasını son olarak gözden geçirirken bu dört sayfayı çıkardı ve onların yerine başka bir metin koydu, ama bu sayfaların ana içeriği ikinci bölümün dışında kaldı (19. Yüzyılın Doğabiliminde Üç Büyük Keşif) ve bunlar
L. Feuerbach'ın dördüncü bölümünde kısaltılmış biçimde yinelendi. Engels'in
L. Feuerbach adlı yapıtı, önce 1886'da
Die Neue Zeit dergisinin Nisan ve Mayıs sayılarında basıldığı için, bu parçanın 1886'nın ilk çeyreğinden kaldığı kabul edilebilir. Parçanın birinci sayfasında metin bir tümcenin ortasından başlıyor. Tümcenin başlangıcı,
Die Neue Zeit'ta basılan
L. Feuerbach'ın metnine göre yeniden yazılarak ayraç içinde verilmiştir. -249.
[128] Bu aktarma, Starcke'ın
Ludwig Feuerbach kitabında, Stuttgart 1885, s. 154-55, vardır. Feuerbach'ın 1846'da yazılmış,
Die Unsterblichkeitsfrage vom Standpunkt der Anthropologie ("Antropoloji Açısından Ölümsüzlük Sorunu") yapıtından alınmıştır. (Bkz: Ludwig Feuerbach:
Sammtliche Werke, Bd. III, Leipzig 1847, s. 331). -254.
[129] Engels, Feuerbach'ın sonradan basılmış özdeyişlerini kastediyor: K. Grün,
Ludwig Feuerbach in seinem Briefwechsel und Nachlass sovoie in seiner philosophischen Charakterenmicklung ("Mektuplarında ve Yapıtlarında Aynı Zamanda Felsefî Gelişmesi İçinde Ludwig Feuerbach") Bd. II. Leipzig und Heidelberg 1874, s. 308. Özdeyişler, Starcke'ın kitabının 166. sayfasından aktarılmıştır. -254.
[130] "Sire, je
n'avais pas besoin de cette hypothese" ("Bu varsayıma hiç gereksinme duymadım"). — Gökyüzü mekaniği üzerine yazdığı yapıtında neden Tanrıya değinmediğini soran Napoleon'a yanıt olarak Laplace'ın söyledikleri. -255.
[131] Engels, 19 Ağustos 1874'te Belfast'ta toplanan Britanya Bilimsel İlerleme Derneğinin 44. toplantısında Tyndall'ın yaptığı açış konuşmasına değiniyor (20 Ağustos 1874 tarihli ve 251 sayılı
Nature'da yayınlanmıştır). Engels, Marks'a yazdığı 21 Eylül 1874 tarihli mektupta bu konuşma ile ilgili daha ayrıntılı bilgi verir. -256.
[132] “Bilgisizlik kanıt olamaz", diyor Spinoza
Ethica'da
(kısım 1, ek); bütün olayların nedenlerinin nedeni olarak "tanrı iradesini" veren ve başka nedenler bilmediklerini itiraftan başka ellerinde kanıt kalmayan klerikal-teleolojikal doğa görüşü yandaşlarına böyle karşı koyuyor. -256.