Friedrich Engels
Doğanın
Diyalektiği


1873-1883 yılları arasında yazıldı.
İlk kez Archiw K. Marksa i F. Engelsa. Kniga wtorajaj, Moskau - Leningrad 1925'de yayınlandı.

[Türkçe çevirisi, Friedrich Engels'in Dialektik der Natur (1876-1878) adlı yapıtını, Almanca aslından (Dietz Verlag, Berlin 1961) ve "Sunuş" ile "Açıklayıcı Notlar"ı İngilizce baskısından (Dialectics of Nature, Progress Publishers, Moscow 1964) Arif Gelen dilimize çevirmiş ve kitap, Doğanın Diyalektiği adı ile, Sol Yayınları tarafından Nisan 1979 (Birinci Baskı: Kasım 1970; İkinci Baskı: Mart 1975; Üçüncü Baskı: Ocak 1977) tarihinde Ankara'da bastırılmıştır.]

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta:
Kurtuluş-Cephesi Dergisi

Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında:
Doğanın Diyalektiği (1.693 KB)











ELEKTRİK[1*]



      ELEKTRİK, ısı gibi, ama değişik bir yolla, bir çeşit her yerde bulunma niteliğine sahiptir. Dünyada elektrik görüngülerin katılmadığı herhangi bir değişim meydana gelmesi hemen hemen mümkün değildir. Su buharlaşırken, bir alev yanarken, iki ayrı metal, ya da [sayfa 148] değişik sıcaklıkta iki metal birbirine değince, ya da demir, bakır sülfat çözeltisiyle temasa gelince, vb., daha fazla göze çarpan fiziksel ya da kimyasal görüngülerle elektrik süreçleri de eşzamanda meydana gelir. Çok farklı nitelikteki doğal süreçleri ne kadar kusursuz incelersek, o kadar daha çok elektrik belirtilerine raslarız. Onun her yerde bulunuşuna, yarım yüzyıldan beri elektriğin insanoğlunun sanayi hizmetinde gittikçe daha çok kullanılması gerçeğine karşın, elektrik, niteliği hâlâ daha tam bir karanlık içinde bulunan hareket biçimidir. Galvanik akımın keşfi, oksijenin keşfinden aşağı yukarı 25 yıl daha yenidir ve elektrik teorisi bakımından, hiç değilse oksijenin kimyadaki önemi kadar önemlidir. Oysa bugün bile iki alan arasında ne kadar büyük bir ayrım vardır! Kimyada, özellikle, Dalton'un atom ağırlıkları ile ilgili keşfi sayesinde, bir düzen, ulaşılan sonuçlar konusunda göreli bir kesinlik ve bir sistematik, hemen hemen bir plan, bir kalenin düzenli olarak kuşatılmasıyla karşılaştırılabilecek, hâlâ fethedilmemiş alanlara bir saldırı vardır. Elektrik teorisinde, ne kesinlikle doğrulanmış, ne de kesinlikle çürütülmüş, eski ve şüpheli deneylerin meydana getirdiği bir sürü karışık safra vardır. Karanlıkta güvensiz el yordamları bir göçebe atlılar sürüsünün saldırısına benzer, dağınık güçleriyle, bilinmeyen alanlara sefer yapan sayısız, bir başına kimselerin yapmış oldukları düzensiz araştırma ve deneyler sözkonusudur. Gerçekten, bilimin tümüne bir merkez noktası ve araştırmalara sağlam bir temel olacak, Dalton'un yaptığı gibi bir keşfin, elektrik alanında da hâlâ gerekli olduğu kabul edilmelidir. Bugün, kapsamlı bir teorinin konmasını olanaksız kılan, bu alanda tekyanlı bir görgücülük olgusundan sorumlu, kendine, olabildiği kadar düşünceyi yasaklayan bir görgücülük ve aynı zamanda sadece bu yüzden yalnız [sayfa 149] yanlış olarak düşünmeyen, öte yandan gerçekleri ona tam bir bağlılık içersinde izlemek yeteneğinde olmayan, bu nedenle de gerçek görgücülüğün tersine dönüşen şey, temelde elektrik teorisinin bu anlaşılmaz durumudur. Alman doğa felsefesinin çılgın, önsel (a priori) saçmalıkları konusunda genel olarak bir şey söyleyemeyen doğabilimcilere, görgücül okulun yalnızca çağdaş olanları değil, çok daha sonraki dönemin teorik-fizik çalışmaları salık verilmelidir. Çünkü bunlar özellikle elektrik teorisinde oldukça geçerlidir. 1840 yılının bir yapıtını ele alalım: Thomas Thomson, An outline of the sciences of Heat and Electricity. İhtiyar Thomson, zamanında, gerçekten bir otoriteydi. Ayrıca, şimdiye kadarki elektrikçilerin en büyüğü olan Faraday'ın yapıtlarından en önemli kısmı elinin altında bulunuyordu. Ama gene de kitabında bu konuyla ilgili olarak kendisinden çok daha eski olan hegelci doğa felsefesinin elektrik konusundaki kadar saçma şeyler vardır. Örneğin elektrik kıvılcımının anlatımı Hegel'in bununla ilgili pasajının, sanki doğrudan doğruya bir çevirisidir. Her ikisi de, elektrik kıvılcımının gerçek niteliğinin ve çeşitliliğinin öğrenilmesinden önce bu alanda insanların keşfetmeye çalıştıkları, şimdi çoğunlukla özel durumlar ya da yanlışlıklar olarak ortaya konmuş bütün mucizeleri sıralar. Üstelik Thomson, 416. sayfada, Dessaigne'nin, barometre yükselirken ve termometre düşerken camın, reçinenin, ipliğin vb. cıvaya daldırılarak negatif elektrik yüklü duruma geldiğini, barometre düşerken ve sıcaklık yükselirken ise pozitif elektrikle yüklendiğini; altın ile daha birçok başka metalin yazın ısınma ile pozitif, kışın soğuma ile negatif olduğunu; bunların barometre yükselince ve kuzeyden rüzgâr esince kuvvetli elektrik taşıdığını, sıcaklık yükselirken bu elektriğin pozitif, düşerken negatif olduğu vb. ileri süren kurt [sayfa 150] masallarını tam bir ciddiyetle anlatır. Gerçeklerle uğraşmak işte bu kadar, Thomson, önsel kurgusuyla ilgili olarak elektrik kıvılcımının aşağıdaki teorisini Faraday'ın bizzat kendisinden alarak bize lütfetmektedir.
      "Çok küçük ve sınırlı bir yer kaplayan az bir parçacığın özel bir etkisiyle birçok elektrik geçirmeyen parçacığın polarize olmuş indüktif durumunun bir boşalması ya da düşmesidir. Faraday'ın anlayışına göre, boşalmanın meydana geldiği az sayıdaki parçacıklar birbirini itmekle kalmaz, ama kendine özgü bir durum, bir süre için oldukça yüksek bir düzeye çıkan bir durum alır; yani onları çevreleyen bütün kuvvetleri birbiri ardından kendi üstlerine çeker ve daha üstün bir yoğunluk durumuna yükselerek, belki de kimyasal olarak birleşen atomların durumuna eşit olarak; şimdilik bizce bilinmeyen bazı işlemlerle, belki de kendi güçlerini boşalttığı gibi, güçlerini boşaltır; ve bu, tüm sürecin sonudur (and so the end of the vohole). En son etki, metal bir parçacığın yerine boşalmakta olan parçacıkların konması gibidir. Her iki durumda da etki ilkelerinin bir süre sonra tam bir benzerlik göstermesi olanaksız değildir."[97] "Ben" diye ekliyor Thomson, "Faraday'ın bu açıklamasını onun kendi sözcükleriyle verdim, çünkü bunları iyice anlayamıyorum."
      Bu, Hegel'in elektrik kıvılcımında "yüklü cismin özel maddî yapısı, sürece henüz girmeden, ama ancak basit ve ruhsal bir yolda belirlendiği için", ve elektriğin "cisme Özgü bir kızgınlık, köpürme" olduğu, "irkitildiğinde her cismin göstereceği öfkelilik" olduğunu (Naturphilosophie, 324, ek)[98] söyleyen Hegel'i okuyan herkesin başına kuşkusuz gelecektir. Ama temel düşünce Hegel'de ve Faraday'da aynıdır. Her ikisi de, elektriğin maddenin bir durumu olduğu düşüncesine karşı çıkar, ama maddenin özel ve ayrı türü olduğunu benimser. [sayfa 151] Ve elektrik kıvılcımı, bağımsız, serbest, herhangi yabancı maddî özden ayrı, ama duyularla algılanabilen açık bir şey olarak göründüğü için, o zamanın bilim ortamında kıvılcım, onları, bütün maddeden anlık olarak serbest hale gelmiş bir "kuvvet”in geçici görüngüsel biçimi olarak kavranılması zorunlu sonucuna vardırmıştır. Metal elektrotlar arasındaki kıvılcımlı boşalmada gerçek "metalik parçacıkların" karşıya sıçradığını ve böylece "yüklü cismin özel maddeselliğinin" gerçekten "sürece girdiğini" bildiğimize göre, bizim için, bilmece elbette çözülmüştür.
      Bilindiği gibi, elektrik ve magnetizma, ısı ve ışık gibi, başlangıçta, tartılamayan özel maddeler olarak kabul ediliyordu. Elektrikle ilgili olarak, biri pozitif diğeri negatif iki karşıt tözün, iki "akışkan"ın olduğu ve bunlar "elektrik ayırma kuvveti" diye adlandırılan şeyle birbirinden uzaklaştırılıncaya dek, normal durumda birbirlerini nötralize ettikleri görüşünün hızla geliştiği çok iyi bilinmektedir. O halde, iki cisimden birini pozitif, ötekini negatif elektrikle olmak üzere yüklemek mümkündür; her ikisini üçüncü bir iletici cisimle bağlayınca, koşullara göre ya ani ya da sürekli bir akımın yardımıyla, "denge meydana gelir. Ansızın dengelenme çok basit ve açık görünüyordu ama, akım, güçlükler çıkarıyordu. Fechner ve daha ayrıntılı olarak Weber, her kapalı devrede pozitif ve negatif elektrikli iki eşit akımın cisimlerin tartılabilir molekülleri arasında yan-yana bulunan kanallardan ters yönlerde akıp gittiği görüşü ile, akımın her defasında ya salt pozitif ya da salt negatif elektriğin bir hareketi olduğu yolundaki en basit varsayıma karşı çıktılar. Bu teoriden Weber'in ayrıntılı matematik çalışmasının vardığı sonuç, bizi burada ilgilendirmeyen bir fonksiyonun 1/r büyüklüğü ile çarpılmasıdır ve bu l/r "elektrik biriminin [sayfa 152] miligrama ... oranı"[2*] anlamındadır (Wiedemann, Lehre vom Galvanismus ete, 2. Aufl., III, s. 569). Bir ağırlık ölçüsüne olan oran, elbette ancak bir ağırlık oranı olabilir. Tekyanlı görgücülük, hesap yaparken düşünmeyi öylesine unutmuştur ki, burada tartılamayan elektriği tartılabilir duruma sokuyor ve ağırlığını matematik hesaplama içine koyuyor.
      Weber'in çıkardığı formüller ancak belli sınırlar içinde yeterli olabiliyordu. Özellikle Helmholtz, enerjinin sakinimi ilkesi ile çelişen sonuçları henüz birkaç yıl önce hesaplamıştı. C. Neumann, Weber'in karşıt yönlerdeki çifte akım varsayımının karşısına 1871'de başka bir varsayım, iki elektrikten ancak birinin, örneğin pozitif olanın, akım içinde hareket ettiği, ötekinin, negatif olanın ise, cismin kütlesi ile sımsıkı bağlı bulunduğu varsayımını çıkardı. Wiedemann buna şu notu ekliyor: Weber'in varsaydığı karşıt yönlerde akan ±½e elektrik kütlelerin çifte akımına, pozitif akımın yönünde elektrik miktarlarını ±½e birlikte taşıyan, bir de dışarı doğru etkisiz olan nötr elektrik akımı* eklenince, bu varsayım Weber'in varsayımı ile birleştirilebilir." (III, s. 577)
      Bu önerme de gene tekyanlı bir görgücülüğün karakteristik yanıdır. Elektrik akımını meydana getirmek için, elektrik, negatif ve pozitif diye ikiye ayrılır. Oysa, bu iki tözle akımı açıklama yolundaki bütün girişimler güçlükle karşılaşır: gerek her defasında ancak bunlardan birinin akımın içinde bulunduğu varsayımı, gerek her ikisinin zamandaş olarak birbirine karşı akması varsayımı, üçüncü olarak da birinin akış halindeyken, ötekinin durgun halde oluşu varsayımı. Eğer bu sonuncu varsayımı benimsersek, elektrostatik [sayfa 153] makinede ve Leyden şişesinde, yeteri kadar hareketli olan negatif elektriğin akım içinde cismin kütlesi ile sımsıkı bağlı bulunduğu yolundaki anlaşılmaz görüşü nasıl açıklayabiliriz? Çok kolay. Telden sağa doğru akan + e pozitif akımın ve sola doğru akan – e negatif akımın yanında, üçüncü bir ±½e nötr elektrikle birlikte akımı sağa doğru akıtırız. Önce iki elektriğin, oluş sağlayabilmeleri için birbirinden ayrı olmaları gerektiğini varsayarız; ayrılmış elektriklerin akışında meydana gelen olguları açıklamak için, bunların ayrılmamış halde de akabileceklerini varsayarız. Önce, belli bir olguyu açıklamak için bir varsayım yaparız. Karşılaştığımız ilk güçlükte, birincisini doğrudan doğruya yadsıyan ikinci bir varsayım yaparız. Bu bayların yakınmaya hakları olduğunu iddia ettikleri ne biçim bir felsefedir bu?
      Ancak, elektriğin maddî niteliği konusundaki bu görüş yanında, hemen ardından ikinci bir görüş ortaya çıktı. Bu görüşe göre, elektrik, cisimlerin salt bir durumu, bir "kuvvet" ya da bugün de diyebileceğimiz gibi, hareketin özel bir biçimi olarak kabul ediliyordu. Yukarda gördük ki, Hegel ve daha sonra Faraday bu görüşe katılıyorlardı. Isının mekanik eşdeğerinin keşfedilmesinden sonra özel bir "ısı maddesi" görüşünü kesinlikle ortadan kaldırdıktan ve ısının bir molekül hareketi olduğunu tanıtladıktan bu yana, atılan ilk adım, elektriği de bu yeni yönteme göre ele almak ve onun mekanik eşdeğerinin saptanmasına girişmek olmuştu. Bu girişim tamamıyla başarılı oldu. Özellikle Joule, Favre ve Raoult tarafından yapılan deneylerle hem galvanik akımın "elektromotor kuvveti" denen şeyin mekanik ve ısısal eşdeğeri, hem de üretici pildeki kimyasal süreçlerle açığa çıkan ya da elektroliz pilinde kullanılan enerji ile onun tam eşdeğeri ortaya kondu. [sayfa 154] Böylece elektriğin özel bir maddî akışkan olduğu varsayımı, gittikçe savunulamaz hale geldi.
      Bununla birlikte, ısı ile elektrik arasındaki benzerlik kusursuz değildi. Galvanik akım birçok önemli noktalarda henüz ısı iletiminden farklıydı. Elektriksel olarak etkilenmiş cisimler içinde neyin hareket ettiğini söylemek henüz olanaklı değildi. Isı durumunda olduğu gibi salt bir molekül titreşimi varsayımı yetersiz görünüyordu. Elektriğin, ışığın hızını bile geçen çok büyük hareket hızı,[99] cismin molekülleri arasındaki hareketin içersinde bir tür maddî töz bulunduğu görüşünü altetmede bir güçlük olarak kaldı. Burada Clerk Maxwell (1864), Hankel (1865), Reynard (1870) ve Edlund (1872) tarafından ortaya atılan en son teoriler, elektrik, uzayın tümüne ve aynı şekilde bütün cisimlere yayılan, parçacıkları birbirlerini uzaklığın karesi ile ters orantılı iken esnek bir ortamın hareketidir, şeklinde ilk kez 1846'da Faraday tarafından ileri sürülen varsayımla tam bir uygunluk içindedir. Bir başka deyişle, esir (ether) parçacıklarının bir hareketi ve bu hareket içersinde cismin moleküllerinin yer almasıdır. Bu hareketin biçimi konusunda çeşitli teoriler birbirlerinden ayrılıyorlar. Girdaplı hareketlerle ilgili daha yeni araştırmalara dayanan Maxwell, Hankel ve Reynard'ın teorileri de bunu, değişik yollardan girdaplarla açıklıyorlar ve böylece yaşlı Descartes'ın girdabı da gittikçe artan sayıda yeni alanlarda bir kez daha saygınlığına kavuşuyor. Bu teorilerin ayrıntılarına daha fazla girmeyeceğiz. Bunlar birbirlerinden çok büyük ayrımlar gösterirler ve mutlaka daha birçok değişikliklere uğrayacaklardır. Ama bunların ortak temel kavranışında önemli bir ilerleme var gibi görünüyor: bu da, elektriğin bütün tartılabilen maddelere geçen ışık saçıcı esir parçacıklarının bir hareketi olduğu, bu hareketin cisimlerin moleküllerine [sayfa 155] tepki gösterdiği anlayışıdır. Bu anlayış daha önceki iki anlayışı bağdaştırır. Buna göre, elektrik görüngüsünde tartılabilen maddeden farklı olarak hareket eden tözsel bir şey gerçekten vardır. Ama bu töz elektriğin kendisi değildir, elektrik, daha çok, tartılabilen maddenin doğrudan, dolaysız bir hareket biçimi olmamakla birlikte, hareketin bir biçimi olarak kendim göstermektedir. Esir teorisi, bir yandan iki karşıt elektrik akışkan konusundaki çok ilkel görüşü aşmanın bir yolunu gösterir, öte yandan ise elektriksel hareketin asıl maddî temelinin ne olduğunu, hareketi, elektrik görüngüleri meydana getiren şeyin ne biçim bir şey olduğunu açıklama olanağı verir.
      Esir teorisinin önemli bir başarısı da olmuştur. İyi bilindiği gibi, elektriğin, ışığın hareketini doğrudan doğruya değişikliğe uğratan hiç değilse bir nokta vardır: elektrik, ışığın polarizasyon düzlemini döndürür. Clerk Maxwell yukardaki teorisine dayanarak, bir cismin elektrik etkilenme özgül kapasitesinin onun ışık kırılma indisinin karesine eşit olduğunu hesaplıyor. Boltzmann, çeşitli yalıtkanların dielektirik sabitlerini araştırmış ve kükürt, reçine ve parafinde bu sabitlerin kare kökünün sırası ile onların kırılma indisine eşit olduğunu bulmuştur. En yüksek sapma, kükürtte ancak %4'e çıkmıştır. Böylece, Maxwell'in esir teorisi bu bakımdan deneysel olarak doğrulanmıştır.
      Bununla birlikte, bu birbiriyle çelişen varsayımlardan sağlam bir öz bulup çıkaracak yeni deney dizilerine kadar uzun zamanın geçmesi ve çok çaba gösterilmesi gerekecektir. O zamana kadar, ya da esir teorisi de belki yepyeni bir teori ile uzaklaştırılıncaya kadar, elektrik teorisi bizzat kendisinin yanlış olduğunu kabul ettiği bir anlatım biçimini kullanmaktan dolayı, kendisini kötü bir durumda bulmaktadır. Onun tüm terminolojisi [sayfa 156] henüz iki elektrik akışkanı görüşüne dayanıyor. Bu teori, hâlâ sıkılmadan, "cisimlerde akıp giden elektrik kütlelerinden", "her molekülde elektriklerin bir bölünüşünden" vb. sözediyor. Daha önce belirtildiği gibi, bu, çoğunluğu ile bilimin bugünkü geçiş durumundan kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak bir talihsizliktir, ama aynı zamanda da araştırmaların özellikle bu dalında egemen olan tekyanlı görgücülükle birlikte, şimdiki düşünce kargaşalığının sürdürülmesinde oldukça büyük payı vardır.
      Elektrik makinesinin yardımı ile sürekli akım elde etmeyi, ya da tersine, galvanik akımla statik elektrik üretmeyi, Leyden şişelerini doldurmayı vb. öğrendiğimizden bu yana, statik ya da sürtünme elektriği ile dinamik elektrik ya da galvanizm arasındaki karşıtlık belki de aşılmış olarak görünebilir. Burada statik elektriğin alt biçimine değinmeden geçiyoruz ve şimdi elektriğin bir alt biçimi olarak kabul edilen magnetizme de dokunmuyoruz. Bununla ilgili görüngülerin teorik açıklanmasını, galvanik akım teorisinde aramak mümkün olduğundan, esas olarak bunun üzerinde duracağız.
      Bir sürekli akım birçok yollardan elde edilebilir. Mekanik kütle hareketi doğrudan doğruya, sürtünme ile önce yalnız statik elektrik ve büyük enerji sarfı ile de sürekli akım verir. Büyük kısmı bakımından, hiç değilse, elektrik hareketine dönüşmek için, Gramme, Siemens ve başkalarının yaptığı magnetik-elektrik makinelerinde olduğu gibi magnetizmin aracılığı gereklidir. Isı iki ayrı metalin birleşmesinde olduğu gibi, dolaysız olarak elektrik akımına dönüştürülebilir. Kimyasal etkiyle serbest kalan, normal koşullar altında ısı biçiminde ortaya çıkan enerji, belli koşullar altında elektrik hareketine dönüşür. Tersine, gerekli koşullar [sayfa 157] sağlandığında hareketin bu son biçimi bir başka hareket biçimine dönüşür; kütle hareketine (çok küçük bir ölçüde doğrudan doğruya elektro-dinamik çekme ve itmelere, geniş ölçüde ise gene magnetizmanın müdahalesi ile elektro-magnetik makinelere) ısıya —başka değişmeler olmadığı takdirde bütün bir kapalı devre içinde—; kimyasal enerjiye .—elektrolitik pillerde ve voltmetrelerde, akımın bileşimleri ayırdığı ve bu bileşimlerin başka yollarla boşuna tutulduğu devreye— dönüşür.
      Bütün bu dönüşümlere, bütün değişme biçimleri içinde hareketin nicel eşdeğerliği temel yasası hükmeder. Ya da, Wiedemann'ın dediği gibi, "kuvvetin sakinimi yasası gereğince, akımın üretilmesi için herhangi bir yoldan sarfedilen mekanik iş, akımın bütün etkilerini üretmek için sarfedilen işe eşdeğer olmalıdır." [III, s. 472.] Kütle hareketinin ya da ısının elektriğe[3*] dönüşmesinde karşımıza güçlükler çıkmaz; ortaya konmuştur ki, birinci şıkta "elektromotor kuvvet" bu hareket için sarfedilen işe eşittir, ikinci şıkta ise bu "termopilin her bağlantısında onun mutlak sıcaklığı ile doğrudan orantılı"dır (Wiedemann, III, s. 482); yani, her bağlantı noktasında bulunan ısının mutlak birimlerle ölçülmüş miktarına eşittir. Kimyasal enerjiden üretilen elektrik için de, aynı yasanın gerçekten geçerli olduğu tanıtlanmıştır. Ama sorun, hiç değilse şimdi yürürlükte olan teori için pek basit değildir. O halde bunun biraz daha derinine inelim.
      Galvanik pil işleyişinin bir sonucu olarak hareket biçiminin dönüşümleri konusunda yapılmış deneylerin [sayfa 158] en güzel dizilerinden biri Favre'ındır (1857-1858).[100] Favre, bir kalorimetreye beş elementten meydana gelme bir Smee pili koydu. İkinci bir kalorimetreye küçük bir elektromagnetik motor koydu; bunun ana ekseni ve makarası istenilen bağlantıyı elde edebilecek biçimde serbest bulunuyordu. Pilde bir gram hidrojenin ya da 32,6 gram çinko çözeltisinin (çinkonun eski kimyasal eşdeğeri, şimdi 65,2 olarak kabul edilen atom ağırlığının yarısına eşit ve gram olarak söyleniyor) her defasında üretilmesi aşağıdaki sonuçlan verdi:
      A. Kalorimetreye bağlanan pil, motor dışında: ısı üretimi 18.682, ya da 18.674 birim ısı.
      B. Pil ve kapalı devreye bağlanan motor, ancak motor hareketten alıkonarak: pilde ısı 16.448, motorda 2.219, toplam 18.667 birim ısı.
      C. B'de olduğu gibi, ama motor, bir ağırlık kaldırmaksızın çalışıyor: pilde ısı 13.888, motorda 4.769, toplam 18.657 birim ısı.
      D. C'de olduğu gibi, yalnız motor, bir ağırlık kaldırıyor ve böylece 131,24 kilogrammetre mekanik iş yapıyor: pilde ısı 15.427, motorda 2.947, toplam 18.374 birim ısı; yukardaki 18.682'ye karşı kayıp = 308 ısı birimi. Ancak yapılan 131,24 kilogrammetre mekanik iş, 1.000 ile çarpılıp (kimyasal sonuçlardaki gramı kilograma çevirmek için) ısının mekanik eşdeğerine = 423,5 kilogrammetreye[101] bölününce, 309 ısı birimi, yani yapılan mekanik işin ısı eşdeğeri olarak yukardaki kayba eşit sonuç ortaya çıkar.
      Demek ki, hareketin bütün dönüşümlerinde onun eşdeğeri kaçınılmaz hata sınırlan çerçevesinde elektrik hareketi için de çok açık olarak tanıtlanıyor. Galvanik pilin "elektromotor kuvvetinin", elektriğe çevrilmiş kimyasal enerjiden ve pilin kendisinin de bir buhar makinesinin verilen ısıyı mekanik harekete çevirmesi gibi, [sayfa 159] kimyasal enerjiyi elektriğe dönüştüren böyle bir aygıttan başka bir şey olmadığı da kanıtlanmıştır. Her iki durumda da çevirmeyi yapan aygıt kendisinden herhangi bir enerji vermez.
      Ancak burada geleneksel anlayış tarzı ile ilgili bir zorluk ortaya çıkıyor. Bu anlayış tarzı akışkanlarla metaller arasında, pilde meydana gelen değme durumlarına, kuvveti, elektromotor kuvveti ile orantılı olan, yani belli bir pil için belli enerji miktarını temsil eden bir "elektrik ayırma kuvveti" tanıyor. Geleneksel anlayış tarzına göre kimyasal etki olmaksızın da pilde enerji kaynağı niteliğini taşıyan bu elektrik ayırma kuvvetinin, kimyasal etki dolayısıyla açığa çıkan enerji ile ilişkisi nedir? Eğer bu, açığa çıkan enerjiden bağımsız bir enerji kaynağı ise, onun verdiği enerji nereden geliyor?
      Bu soru, azçok bulanık olan bu biçimiyle, Volta tarafından ortaya atılan dokunma teorisi ile hemen bunun ardından ortaya çıkan galvanik akımın kimyasal teorisi arasındaki anlaşmazlık noktasını meydana getirir.
      Dokunma teorisi, akımı, metallerin bir ya da birkaçının sıvıya değmeleri, hatta yalnızca sıvıların arasında oluşan elektrik gerilimlerine ve bunların nötralize oluşuna ya da devrede bu yoldan çıkan birbirine karşıt elektriklere bağlar. Saf dokunma teorisi, bu sırada meydana gelebilecek kimyasal değişmeleri ancak ikinci derecede hesaba katıyordu. Buna karşılık daha 1805'te Ritter, ancak harekete getiricilerin devreyi kapamadan önce bile kimyasal tepkimeler göstermesiyle bir akımın meydana gelebileceğini ileri sürüyordu. Bu eski kimyasal teori genel olarak Wiedemann (I, s. 784) tarafından, teori gereğince dokunma elektriği denilen şeyin "ancak aynı zamanda birbirine değen cisimlerin gerçekten [sayfa 160] kimyasal bir rol oynaması, ya da hiç olmazsa, doğrudan kimyasal süreçlerle bağıntılı olmamakla birlikte, kimyasal dengenin bozulmasının birbirine değen cisimler arasında 'kimyasal etkinlik yönünden bir eğilim' göstermesi halinde ortaya çıkacağı" diye özetlenmiştir.
      Görülüyor ki, her iki taraf da akımın enerji kaynağı sorununu, vaktiyle başka türlü gerçekten yapılamayacağı gibi, ancak dolaylı biçimde ortaya koyuyor. Volta ve ardıllarına göre, türdeş olmayan cisimlerin basit dokunmasının sürekli bir akım meydana getireceği ve bunun sonucu olarak, eşdeğer dönüşü olmaksızın belirli bir iş yapma yeteneğinde olmalıdır. Ritter ve yandaşlarının da, kimyasal etkinliğin bataryada akım üretmesi ve onun iş yapmasının nasıl olabildiği konusunda, tıpkı onun gibi kafaları aydınlık değildir. Ama bu nokta Joule, Favre, Raoult ve başkaları tarafından çok zaman önce kimya konusunda açıklığa kavuşturulduğu halde, dokunma teorisi için durum bunun tersinedir. Günümüze kadar geçerli olduğu haliyle, aslında daha başlangıç noktasında durmaktadır. Çoktan zamanı geçmiş bir dönemin kavramları, hareketin böylelikle hiç bir şeyden çıkartılmış olup olmadığına bakılmaksızın, kendini yüzeyde gösteren ilk görünürdeki nedene özel bir etki atfedilmesiyle yetinilmek zorunda kalındığı bir dönemin kavramları —enerjinin sakinimi yasası ile doğrudan çelişen kavramlar— böylece bugünün elektrik teorisinde hâlâ varlıklarını sürdürmektedir. Ve bu düşüncelerin en karşı çıkılabilir yanları kırpılıp atılırsa, zayıflatılır, kısırlaştırılır, gözden saklanırsa, bu, durumu hiç de kurtarmaz; ancak karışıklığı daha da beter duruma getirir.
      Gördüğümüz gibi, akımın daha eski kimyasal teorisi bile, bataryanın dokunma bağıntılarını, akımın [sayfa 161] meydana gelmesi için mutlak vazgeçilmez olarak kabul ediyor: yalnızca, bu dokunmaların zamandaş kimyasal etkileme olmaksızın, hiç bir zaman sürekli akım sağlayamayacağını koyuyor. Bugün de açıkça kabul edilmelidir ki, bataryanın dokunma düzenlemeleri serbest haldeki kimyasal enerjiyi elektriğe dönüştürecek aygıtı sağladığı ve kimyasal enerjinin fiilen elektrik hareketine geçip geçmediği ya da ne denli geçtiği, temelde bu dokunma düzenlemelerine bağımlıdır.
      Wiedemann, tekyanlı bir görgücü olarak, eski dokunma teorisinde kurtarılabilecek ne varsa bunu kurtarmaya çalışıyor. Şimdi onun ne söyleyeceğini izleyelim:
      "Eskiden inanılanın tersine", diyor Wiedemann (I, s. 799), "kimyasal bakımdan birbirinden farklı olmayan cisimlerin, örneğin metallerin, dokunma etkisi, ne pil teorisi için vazgeçilmezdir; ne de Ohm'un yasası, bu varsayım olmaksızın çıkarılabilecek bir yasa — bundan çıkardığı gerçeklerle kanıtlanmıştır, bu yasayı deneysel olarak doğrulayan Fechner, aynı şekilde dokunma teorisini savunmuştur. Bununla birlikte, metal[4*] dokunmasıyla elektrik uyarması, hiç değilse bugün yapılabilen deneyler gereğince, birbirine değen cisimlerin üst düzeylerini temiz tutmanın olanaksızlığından ötürü bu açıdan elde edilebilen nicel sonuçların her zaman kaçınılmaz eksiklikler taşıyacağı yadsınamaz."
      Görülüyor ki, dokunma teorisi çok mütevazı hale gelmiştir. Kendisi, akımın açıklanması için hiç de vazgeçilmez olmadığını, ne Ohm tarafından teorik olarak, ne de Fechner tarafından deneysel olarak tanıtlandığını itiraf ediyor. Hatta, onun ancak dayanabileceği temel deneyler denilen deneylerin nicel bakımdan her [sayfa 162] zaman yalnızca şüpheli sonuçlar verebileceğini de itiraf ediyor ve sonunda bizden yalnızca, genellikle dokunma yoluyla —yalnız metaller yoluyla olmasına karşın!— bir elektrik hareketin meydana geldiğini kabul etmemizi istiyor.
      Dokunma teorisi bu kadarla yetinseydi, buna karşı söylenebilecek bir tek söz bile bulunamazdı. İki metalin dokunması ile elektrik olayının meydana geldiği, bunun yardımı ile hazırlanmış bir kurbağa bacağının seğirebileceği, bir elektroskobun yüklenebileceği ve başka hareketlerin meydana getirilebileceği kuşkusuz kabul edilecektir. Her şeyden önce ortaya çıkan tek soru şudur: Bunun için gerekli enerji nereden geliyor?
      Wiedemann'a göre (I, s. 14), bu soruyu yanıtlamak için "aşağı yukarı şu gözlemler ileri sürülecektir: A ve B türdeş olmayan metal plakalar, yakın bir mesafeye kadar birbirine yaklaştırılınca, yapışma kuvveti sonucu, bunlar birbirlerini çekerler. Karşılıklı olarak birbirlerine değince, bu çekimle onlara verilen hareketin canlı kuvveti kaybolur. (Metallerin moleküllerinin sürekli titreşimler halinde bulunduğunu kabul edersek, türdeş olmayan metallerin birbirine değişinde, titreşmeyen moleküller zamandaş olarak birbirlerine değerlerse, bunların titreşimlerinin değişimleri, böylece, canlı kuvvetin kaybı ile sağlanmış olduğu da mümkündür.) Kaybolan canlı kuvveti, büyük ölçüde ısıya dönüşür. Küçük bir kısmı da, daha önce ayrılmamış olan elektriklerin farklı bir dağılımında kullanılır. Yukarda belirttiğimiz gibi, biraraya getirilen cisimler belki[5*] de iki elektriğin eşit olmayan çekimi sonucu, eşit miktarlarda pozitif ve negatif elektrikle yüklenirler."
      Dokunma teorisinin mütevazılığı gittikçe büyür. [sayfa 163] Önce, daha sonradan öyle devasa bir iş yapması gereken, güçlü elektrik ayırma kuvvetinin, kendine ait elektrik yükü taşımadığı ve eğer ona dışardan enerji sağlanmazsa, görev yapamayacağı kabul edilir. Daha sonra, ona güçlükle ölçülebilen uzaklıklar ve cisimlerin güçlükle ölçülebilen uzaklıkta yol almalarını sağlayan, küçük bir enerji kaynağından biraz daha fazla, yapışmanın canlı kuvveti atfedilir. Ama önemli değil: varlığı ve aynı ölçüde, temasa geldiğinde yokolacağı da söz götürmez. Ama bu küçük kaynak bile bizim amacımızın gerektirdiğinden çok daha fazla enerji sağlar: büyük bir kısmı ısıya dönüşüyor, ancak küçük bir kısmı elektrik ayırma kuvvetinin uyarılmasına yarıyor. Son derece küçük itmelerin son derece güçlü etkiler meydana getirdiği durumların doğada yeteri kadar bulunduğu bilinmekle birlikte, anlaşıldığına göre Wiedemann da burada damla halinde bile olmayan enerji kaynağının güçlükle yeteceğini seziyor ve her iki metalin dokunma yüzeylerindeki molekül titreşimlerinin işe karışması varsayımında olası ikinci bir kaynak arıyor. Burada karşımıza çıkan öteki güçlükler bir yana, Grove ile Gassiot, Wiedemann'ın bize bir sayfa önce bizzat anlattığı gibi, elektrik uyarma için fiilî dokunmanın mutlaka gerekli olmadığını tanıtlıyor. Kısacası, elektrik ayırma kuvvetinin enerji kaynağım ne kadar çok incelersek, bu kaynak giderek bir hiç durumuna gelir.
      Buna karşın şimdiye kadar, metal dokunmasıyla elektriği uyaracağı herhangi bir başka kaynak da bilmiyoruz. Naumann'a göre (Allgemeine und physikalische Chemie, Heidelberg 1877, s. 675) "dokunma elektromotor kuvvetler ısıyı elektriğe çevirir". Kendisi, "bu kuvvetlerin elektrik hareketi meydana getirme yeteneğinin, var olan ısı miktarına dayandığını, ya da başka bir deyimle, sıcaklığın bir işlevi olduğu varsayımının doğallığını" [sayfa 164] kabul ediyor ki, bu le Roux tarafından da deneysel olarak tanıtlanmıştır. Burada da kendimizi karanlıkta bocalıyor bulmaktayız. Metallerin kimyasal etkileme ile doğru akım yaratma yasası, her zaman ince, bizim için ayırdedilmesi olanaksız bir hava tabakası ve saf olmayan su ile örtülü dokunma yüzeylerinde ufak ölçüde sürekli olarak yer alan kimyasal süreçlere dönüp el atmamızı önler; böylece elektriğin dokunma yüzeyleri arasında görülmeyen bir aktif elektrolitin varlığı ile açıklamamızı önler. Bir elektrolitin kapalı devrede sürekli bir akım üretmesi gerekir. Ama bunun tersine, salt metal dokunma elektriği devrenin kapanmasıyla kaybolur. Ve şimdi asıl noktaya geliyoruz: Bizzat Wiedemann, dışardan enerji sağlamaksızın, işlerini yapmak yeteneğinden yoksun olduğunu belirterek, her şeyden önce metallerle sınırlı tuttuğu bu "ayrılma elektrik kuvveti" ile mümkün hale getirilen kimyasal olarak kayıtsız cisimlerin dokunmasındaki sürekli bir akım üretiminin, ve öyleyse dışardan gerçekten çok küçük bir enerji kaynağının sözkonusu olup olmadığı, ve ne tarzda sözkonusu olduğu noktasına.
      Kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı yaratan diziler, metalleri öylesine bir sırada düzenler ki, her-biri kendinden bir önceki ile bağıntılı olarak elektronegatif, kendisinden sonraki ile bağıntılı olarak da elektropozitif bir davranış içine girer. Demek ki bu düzende, çinko, kalay, demir, bakır, platin gibi metal parçalarından bir dizi meydana getirirsek, her iki uçta da elektrik gerilimleri elde edebiliriz. Ama metal dizisini, çinko ile platini birbirine değecek şekilde bir kapalı devre olarak düzenlersek, gerilim derhal nötrleşir ve kaybolur. "O halde sürekli bir elektrik akımının üretimi, kimyasal etkileme ile doğru akım yaratan cisimlerin kapalı devresinde mümkün değildir." [I, s. 45.] [sayfa 165] Wiedemann bu tümceyi şu teorik düşünce ile de destekler: "Gerçekte, eğer devrede sürekli bir akım ortaya çıksaydı, böylece bizzat metal iletkenlerde ısı üretilirdi ve bu ısınma olsa olsa metallerin bağlantı yerlerindeki bir soğuma ile dengelenirdi. Herhalde ısının düzgün olmayan bir dağılımına neden olurdu. Ayrıca, elektromagnetik motor, dışardan herhangi bir şey vermeden de akımla sürekli olarak işletilebilir ve böylece bir iş yapılabilir; bu iş mümkün değildir, çünkü metallerin sımsıkı bağlanmasıyla, örneğin kaynak yapılmasıyla bu işi dengeleyebilecek başka bir değişiklik dokunma yüzeylerinde de meydana gelemez." [I, s. 44-45.]
      Metallerin dokunma elektriğinin tek başına herhangi bir akım üretemeyeceğini teorik ve deneysel yoldan tanıtlamakla da yetinmeyen Wiedemann'ın, bunun etkinliğini akımda kendini gösterebileceği yerde, ortadan kaldırmak için özel bir varsayım ortaya atmak zorunda kaldığını da göreceğiz.
      Dokunma elektriğinden akıma geçmek için başka bir yol deneyelim. Wiedemann ile birlikte düşünelim: "Çinko ve bakır çubuk gibi iki metal birer uçtan birbirine lehimlenmiştir, ama bunların serbest kalan uçlarına üçüncü bir cisim bu iki metale elektromotor olarak etki etmeyecek ama yalnızca yüzeylerinde toplanmış olan karşıt elektrikleri iletecek biçimde, öyle ki içinde nötrleşecek biçimde bağlanmışlardır. Bu durumda elektrik ayırma kuvveti her zaman daha önceki gerilim farkını yeniden sağlayacak; böylece devrede sürekli elektrik akımı ortaya çıkacaktır, bu, esasen mümkün olmayan yeniden tamamlamaya gereksinme kalmaksızın iş görebilecek bir akımdır. Buna göre, elektromotor etkinlik olmaksızın başka cisimlere doğru yalnız elektrik ileten bir cisim varolamaz." [I, s. 45.]
      Başlangıçta olduğumuzdan daha iyi bir durumda [sayfa 166] değiliz. Hareket yaratmanın olanaksızlığı gene yolumuzu kapatıyor. Kimyasal olarak kayıtsız cisimlerin dokunması, ve böylece bu türden bir dokunma elektriği ile hiç bir zaman bir akım meydana getiremeyiz. O halde bir daha geri dönelim ve Wiedemann'ın bize gösterdiği bir üçüncü yolu deneyelim:
      "Sonunda, bir çinko ve bakır levhayı, içersinde birbirinden kimyasal olarak aynı unsurlar bulunan ve birbirlerini tümüyle doygunlaştıran, ikili denen bir birleşimin bulunduğu bir sıvıya daldırırsak, örneğin seyreltilmiş hidroklorik aside (H+Cl) vb. 27. paragraf gereğince çinko negatif, bakır pozitif olarak yüklenir. Metallerin bağlaşmasıyla bu elektrikler dokunma yeri yoluyla birbirlerini nötralize ederler ve böylece dokunma yeri aracılığıyla pozitif bir elektrik akımı bakırdan çinkoya doğru akar. Ayrıca, elektrik ayrılma kuvveti, ortaya çıkışını bu iki metalin dokunma noktasında göstererek, pozitif elektriği, aynı yönde ilettiğinden, elektriğin ayrılma kuvvetinin etkileri, kapalı metal devresinde olduğu gibi, ortadan kaldırılmam. O halde, kapalı devrede çinko ile dokunma yerinden geçerek bakırdan çinkoya ve sıvıdan geçerek çinkodan bakıra geçen sürekli bir pozitif elektrik akımı meydana gelir. Devrede mevcut tek tek elektrik ayrılma kuvvetlerinin, akımın oluşmasına gerçekten[6*] ne denli katıldığı sorununa birazdan döneceğiz (paragraf 34 ve devamı). — Böyle bir 'galvanik akım' veren iletkenlerin bu kombinasyonuna bir galvanik element, ya da aynı zamanda bir galvanik batarya diyoruz." [I, s. 45.]
      Böylece mucize başarılmıştır. Wiedemann'ın kendisine göre de dışardan enerji sağlamaksızın etkin olmayan dokunmanın salt elektrik ayırma kuvveti ile burada [sayfa 167] bir sürekli akım meydana gelmiştir. Wiedemann'ın yukardaki bölümünden başka bir açıklama karşısında bulunmasaydık, gerçekten de bu tam bir mucize olarak kalacaktı. Burada olayla ilgili neler öğrendik?
      1. Eğer çinko ve bakır ikili bileşim denilen şeyi içeren bir sıvıya daldırılırsa 27. paragraf gereğince çinko negatif, bakır pozitif akımla yüklenir. — Oysa tüm 27. paragrafta ikili bileşimden tek sözcükle olsun sözedilmiyor. Bu paragraf, aralarında bir asit sıvı ile ıslanmış bir kumaş parçası bulunan birer çinko ve bakır levhanın kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı yaratan basit bir unsuru anlatıyor, sonra da herhangi bir kimyasal süreci belirtmeksizin iki metalin statik elektrik yükleniş sonucunu inceliyor. İkili bileşim denilen şey, demek ki, burada, küçük bir arka kapıdan içeri gizlice sokuluvermiş.
      2. Bu ikili bileşiğin burada ne gibi iş yaptığı tam bir sır olarak kalıyor. Bunun "birbirlerini tümüyle doygunlaştıran kimyasal iki elemente çözülebildiği" durumu (çözüldükten sonra mı tümüyle birbirlerini doyuruyorlar?!). Olsa olsa eğer gerçekten çözmüyorlarsa bize yeni bir şeyler öğretebilirdi. Ama bu konuda bize tek sözedilmiyor, böylece biz de şimdilik, parafinde olduğu gibi, bunun çözülmediğini varsaymak zorundayız.
      3. Sıvıda, çinko negatif ve bakır pozitif akımla yüklenince, biz bunları birbiriyle (sıvı dışında) temasa geçiririz. Derhal "elektrikler dokunma yerlerinde, bu yüzden bakırdan çinkoya pozitif elektriğin aktığı bu yerde birbirlerini nötralize ederler".
      Neden bir yönde yalnızca "pozitif" elektrik akımının geçtiğini, karşı yönde ise "negatif" elektrik akımının, da neden geçmediğini gene öğrenmiyoruz. Şimdiye kadar pozitif elektrik kadar gerekli olan negatif elektriğe ne olduğunu ise, hiç öğrenmiyoruz; elektrik ayırma [sayfa 168] kuvvetinin etkisi, bunların birbirlerinin karşısında tamamen serbest hale konmasından oluşuyordu. Şimdi bu, sanki ayıklanıp atılmış gibi alaşağı edilmiştir, ve sanki yalnız pozitif elektrik varmış gibi bir duruma getirilmiştir.
      Daha sonra ise, 51. sayfada bunun tam tersi söyleniyor. Çünkü burada "elektrikler tek bir akımda birleşiyorlar"; böylece de ona hem negatif, hem pozitif elektrik akıyor! Bizi bu karmaşıklıktan kim kurtaracak?
      4. "Ayrıca elektrik ayırma kuvveti bu iki metalin dokunmalarında ortaya çıkarak pozitif elektriği aynı yönde ilettiği için elektrik ayırma kuvvetinin etkileri, kapalı metal bir devrede olduğu gibi, yok edilmezler. Böylece sürekli bir akım" meydana gelir vb.. — Bu biraz zordur. Çünkü ilerde göreceğimiz gibi, Wiedemann bize birkaç sayfa ötede (s. 52), "sürekli bir akımın meydana gelmesinde ... metallerin dokunma yerindeki elektrik ayırma kuvvetinin ... etkisiz olması gerektiğini",[7*] bu kuvvet pozitif elektriği aynı yönde iletmek yerine, akımın ters yönünde etki ettiği zaman akım ortaya çıkmakla kalmaz, aynı zamanda bu durumda da bataryanın ayırma kuvvetinin belirli bir payıyla karşılanamaz ve böylece gene etkisizdir. Bunun sonucu olarak Wiedemann 52. sayfada akımın süresi için bu etkiyi gösterirken, ayrıca özellikle bu amaçla ortaya koyduğu bir varsayımla bunu yaparken, 45. sayfada akımın oluşmasında zorunlu bir etmen olarak elektrik ayrılma kuvvetini nasıl katabiliyor?
      5. "O halde, kapalı devrede çinko ile dokunma yerinden geçerek bakırdan çinkoya ve sıvıdan geçerek çinkodan bakıra geçen bir sürekli pozitif elektrik akımı [sayfa 169] meydana gelir." — Ama böyle sürekli bir elektrik akımı durumunda "onun yardımıyla ısı bizzat iletkenlerin içinde üretilecektir", aynı zamanda akımla "bir elektromagnetik motor işletilebilir ve böylece bir iş yapılabilir", ki bu, enerji sağlanmaksızın mümkün değildir. Şimdiye dek Wiedemann bize, böyle bir enerjinin nereden ve nasıl geldiğini tek bir heceyle olsun açıklamadığından, yukarda araştırılan iki durumda olduğu gibi sürekli akımın meydana gelmesi de olanaksız bir şey olarak kalmaktadır.
      Bunu Wiedemann'dan daha çok kimse sezemez. Kendisi, akımın meydana gelişinin bu dikkate değer açıklanmasındaki birçok tırmalayıcı noktaları mümkün olduğu kadar çabucak atlamayı, birkaç sayfa boyunca okuru hâlâ daha bu gizem dolu akımın termik, kimyasal, magnetik ve fizyolojik etkileri konusundaki çeşitli temel hikâyelerle eğlendirmeyi uygun buluyor ve bu arada olağanüstü biçimde çok sevilen bir ton kullanıyor. Sonra ansızın şöyle devam ediyor (s. 49):
      "Şimdi iki metalden ve bir sıvıdan, örneğin çinko, bakır, hidroklorik asitten meydana gelme bir kapalı devrede elektrik ayırma kuvvetinin nasıl etkin olduğunu araştırmamız gerekiyor.
      "Akım sıvıdan geçerken bundaki ikili bileşimin elementleri (HCl), unsurlarından birinin (H) bakırda ve öteki unsurun da (Cl) eşdeğer miktarının çinkoda serbest kalması biçiminde ayrıldıklarını, bu sırada son unsurun eşdeğer miktarda çinko ile birleşerek ZnCl'yi meydana getirdiğini biliyoruz."[8*]
      Biliyoruz
! Bunu biliyorsak, gördüğümüz gibi bize bu süreçten tek heceyle bile açıklamada bulunmamış olan Wiedemann'dan asla öğrenmiş değiliz. Sonra, bu [sayfa 170] süreçle ilgili bir şeyler biliyorsak, bu da sürecin Wiedemann tarafından anlatıldığı gibi olmadığıdır.
      Hidrojen ve klor gazından bir molekül HCl'nin meydana gelmesinde 22.000 ısı birimi enerji miktarı serbest kalır (Julius Thomsen).[102] Bundan dolayı klorun hidrojenli bileşikten tekrar ayrılması için her HCl molekülüne aynı miktarda enerji sağlanması zorunludur. Batarya bu enerjiyi nereden elde eder? Wiedemann'm anlattıklarından bunu öğrenemediğimize göre, bunu şimdi kendimiz arayalım.
      Klor, çinko ile birleşerek çinkoklorik meydana getirince, klorun hidrojenden ayrılması için gerekenden çok daha fazla enerji serbest hale gelir; (Zn, Cl2) 97.210, 2 (H, Cl) 44.000 ısı birimi meydana getirir (Julius Thomsen). Bununla bataryadaki süreç açıklanabilir. Bundan dolayı Wiedemann'ın belirttiği gibi hidrojen sessiz sedasız bakırdan ve klor da çinkodan "bu sırada" daha sonra ve rasgele çinko ile klor bileşime girmez. Tersine, çinkonun klor ile birleşmesi bütün süreç için temel ve esas koşuldur ve gerçekleşmediği sürece bakırdaki hidrojen için boşuna beklenmiş olur.
      Bir molekül ZnCl'nin oluşmasında açığa çıkan enerjinin, iki atom H'nin iki molekül HCl'den serbest duruma gelmesi için harcanan enerjiden kalan fazlalık bataryada elektrik hareketine çevrilir ve akım devresinde görünen "elektromotor kuvvetin" tümünü sağlar. O halde herhangi bir enerji kaynağı göstermeden hidrojen ile kloru iki parçaya ayıran gizemli bir "elektrik ayırma kuvveti" değildir, tüm "elektrik ayırma kuvvetlerini" ve kapalı devrenin "elektromotor kuvvetleri" ile onların varlığı için gerekli olan enerji, bataryada oluşan toplam kimyasal enerjidir.
      O halde şimdilik, Wiedemann'ın ikinci akım açıklamasının birincisi gibi pek az yardımcı olduğunu bir [sayfa 171] kenara kaydederek, metin üzerinde biraz daha ilerleyelim:
      "Bu süreç, metaller arasındaki ikili tözün metallerin durumunda olduğu gibi şu ya da bu elektriğin onun bütün kütlesinin egemen bir çekiminden ibaret olmadığını, ama ayrıca onun unsurlarının özel etkisi ile ortaya çıktığını tanıtlıyor. Cl unsuru pozitif elektrik akımın sıvıya geçtiği yerde, H unsuru da negatif elektriğin geçtiği yerde açığa çıktığı için, HCl bileşiği içersindeki klorun her eşdeğeri pozitif- elektriğin işe karışmasıyla belirlenen çekiminin belirli bir negatif elektrik miktarıyla yüklendiğini varsayarız. Bu, bileşiğin elektronegatif unsurudur. Aynı şekilde H eşdeğerinin pozitif elektrikle yüklenmesi ve böylece bileşiğin elektropozitif unsurunu meydana getirmesi gerekir. Bu yükler, H ve Cl bileşiminde, çinko ile bakır dokunmasında olduğu gibi meydana gelebilirler. HCl bileşiği bu durumda elektrikli olmadığından, aynı biçimde, bunda pozitif ve negatif unsurların atomlarının eşit miktarlarda pozitif ve negatif elektrik taşıdığını varsaymamız gerekir.
      "Şimdi seyreltilmiş bir hidroklorik aside birer çinko ve bakır levha batırılırsa, çinko, elektronegatif unsura (Cl) yönelik, elektropozitif unsura (H) yönelik olandan daha kuvvetli bir çekime sahip olduğunu varsayabiliriz. Bunun sonucu olarak, hidroklorik asidin molekülleri çinko ile temas edince, elektronegatif unsurlar çinkoya, elektropozitif unsurlar bakıra yönelme durumuna geçerler. Böyle bir durum alan unsurların elektrik çekimle daha sonraki HCl moleküllerinin unsurları üzerinde etki yaptıklarından dolayı, çinko ve bakır levhalar arasındaki tüm moleküller dizisi, şöyle bir düzenlemeye girer: [bkz: s. 173, şema] Çinkonun negatif klora etkisi gibi ikinci metal de pozitif hidrojeni etkilerse, böyle bir düzenlemenin meydana gelmesi kolaylaştırılmış [sayfa 172] olur. Daha zayıf da olsa, eğer tersine bir etki olursa, hiç değilse bunun yönü değişmeden kalır.
     
     
     
      "Çinkoya bitişik olan elektronegatif Cl unsurunun negatif elektriğinin etkisi dolayısıyla, elektrik, çinkoda o şekilde dağılacaktır ki, bunun bir sonraki asit atomunun Cl'sine[103] yakın olan yerlerde pozitif, uzak olan yerlerde negatif yükle yüklenecektir. Aynı şekilde, negatif elektrik de hidroklorik aside bitişik elektropozitif H unsurunun yanındaki bakırda birikecek, pozitif elektrik daha uzak kısımlara itilecektir.
      "Bundan sonra
çinkodaki pozitif elektrik, en yakındaki Cl atomunun negatif elektriği ile ve Cl atomu da çinko ile [elektrik taşımayan ZnCl2 halinde][9*] birleşir. Daha önce Cl atomu ile birleşik olan elektropozitif H atomu, ikinci HC1 atomunun ona dönük Cl atomu ile, bu atomlarda bulunan elektriklerin birleştiği eşzamanda birleşir; aynı şekilde, ikinci HC1 atomunun H atomu üçüncü atomun Cl atomu ile vb. birleşir, en sonunda bakırda bir atom H serbest kalır ve bunun pozitif elektriği, bakırın dağılan negatif elektriği ile birleşir, böylece elektriksiz olmamak durumundan kurtulur." Bu süreç, "metal plakalarda yığılan elektriklerin hidroklorik asidin unsurlarının onlara dönük elektrikleri üzerinde yaptığı itici etki, asit parçalarının kimyasal çekimini metallerle dengeleştirinceye kadar kendini yineler. Ama metal plakalar bir iletkenle birleştirilirse, metal plakaların serbest elektriği birbirleriyle birleşir ve bu süreç yeniden başlayabilir. Bu [sayfa 173] yoldan sabit bir elektrik akımı meydana gelir. Açıktır ki, burada, ikili birleşimin unsurlarının metallerde toparlanması ve bunun belirli bir hıza ulaşması ve daha sonra durgun duruma gelmesi, ya (ZnCl2) bileşimin oluşmasıyla, ya da serbest duruma (H) gelmesiyle, sürekli bir canlı kuvvet kaybı olur. ("Wiedemann'ın notu: Cl ve H unsurlarının ayrılmasıyla kazanılan canlı kuvvet ... bitişik atomların unsurlarıyla bu unsurların birleşmesinde canlı kuvvet kaybı karşılandığı için, bu sürecin etkisi dikkate alınmayabilir.) Canlı kuvvetin bu kaybı, açıkça kendini belli eden kimyasal süreçte, seyreltilmiş asitteki çinkonun eşdeğer eriyiğinde meydana gelen sıcaklığa eşdeğerdir. Bu değer, elektriğin ayrışmasında gereken işin aynısı olmalıdır. Bundan dolayı, elektrikler bir akım meydana getirmek için birleşirse eşdeğeri bir çinko eriyiği sırasında ve sıvıdan eşdeğer bir hidrojen çıkarılması sırasında bütün kapalı devrede, ister ısı biçiminde, ister dışsal iş yapma biçiminde olsun, gene bu kimyasal sürece tekabül eder, eşdeğer bir ısı ortaya çıkar."[10*] [I, s. 49-51.]
      "Varsayalım — olabilir — varsaymalıyız ki — varsayabiliriz — dağılırsa — yüklenirse" — vb. vb.. Bu bir sürü tahminden ve şart kipinden ancak üç tane gösterge kesinlikle ortaya çıkarılabiliyor: birincisi, çinkonun klorla birleşmesinde şimdi hidrojenin serbest duruma gelmesinin şart olduğu söyleniyor; ikincisi, ancak şimdi işin sonunda denebilir ki, raslansal olarak öğrendiğimiz gibi, burada serbest kalan enerji, akımın meydana gelmesi için gerekli bütün enerjinin kaynağı ve hatta tek kaynağıdır; üçüncüsü, akımın meydana gelişinin bu türlü açıklanması, son iki açıklamanın birbirine ters düşmesi yanında onlarla doğrudan [sayfa 174] doğruya da çelişir.
      Daha sonra şöyle deniyor:
      "Sürekli akımın oluşması için, öyleyse, metal elektrotlarla uyandırılmış bataryanın sıvısı içersinde ikili bileşimin atomlarının eşit olmayan çekim ve polarizasyonundan sağlanan salt ve tek başına[11*] elektrik ayırma kuvveti vardır; metallerin dokunma yerlerinde artık mekaniksel değişiklikler yoktur, elektrik ayırma kuvvetinin, öte yandan işlemez durumda olması gerekir.* Bu kuvvetin, sıvı yoluyla metallerin elektromotor dürtüsüne karşı etki göstermesi* durumunda (kurşun ile tenekenin potasyum siyanid eriyiğine daldırılmasında olduğu gibi), dokunma yerinde ayırma kuvvetinin belirli bir payı ile denkleşmediğini, kapalı devrede tüm elektrik ayırma kuvvetinin (ve elektromotor kuvvetin) yukarda değinilen kimyasal süreçlerin ısı eşdeğerliği ile olan ve gene yukarda değinilen tam orantısı tanıtlar. Demek ki, bunun bir başka yoldan nötrleşmesi gerekir. En basit olarak bu, şöyle bir varsayım altında meydana gelebilir: uyarıcı sıvının metallerle temas etmesi durumunda, elektromotor kuvvet, iki yoldan üretilir; önce, bir bütün olarak sıvı kütlesinin[11*] şu ya da bu elektrik yönünde eşit olmayan güçlü bir çekimi yoluyla; sonra da, sıvının karşıt elektrik yüklü unsurları yönünde metallerin eşit olmayan çekimi yoluyla... Elektrik yönünde önceki eşit olmayan çekim (kütle çekimi) dolayısıyla, sıvı metallerin kimyasal etkileme ile elektrik akımı üretme dizisi yasasına tümüyle uyacaktır, ve kapalı bir devrede ... elektrik ayrılma kuvvetlerinin (ve elektromotor kuvvetlerin) tümüyle sıfıra eşitlenmesi meydana gelecektir; ikinci (kimyasal[11*]) etki ... ise akımın meydana gelmesi için gerekli elektrik ayırma [sayfa 175] kuvvetini ve buna uygun elektromotor kuvveti kendiliğinden[11*]sağlayabilir." (I, s. 52-53.)
      Bununla dokunma teorisinin son kalıntısı da akımın oluşumundan rahatlıkla temizleniyor ve aynı zamanda da akımın oluşmasıyla ilgili 45. sayfada verilen Wiedemann'ın birinci açıklamasının son kalıntısı da temizleniyor. Sonunda, tıpkı buhar makinesinin ısı enerjisini mekanik enerjiye çevirmesi aygıtı gibi, galvanik bataryanın serbest kalma süreci içerisinde kimyasal enerjiyi elektrik hareketine, elektrik ayırma kuvveti ve elektromotor kuvvet denilen şeye çevirmek için, basit bir aygıt olduğu açıkça itiraf ediliyor. Bu durumda olduğu gibi öteki durumda da, aygıt, ancak enerjinin serbest kalması ve daha sonra dönüşmesi için gerekli koşulları sağlıyor, ama kendinden bir enerji vermiyor. Bunu böylece koyduktan sonra, şimdi yapmamız gereken şey, Wiedemann'ın akım açıklamasının üçüncü biçimini daha yakından incelemektir: Burada, bataryanın kapalı devresindeki enerji dönüşümü nasıl gösteriliyor?
      Açıktır ki, burada, diyor Wiedemann, "ikili bileşimin unsurlarının metallerde toparlanması ve bütün belirli bir hıza ulaşması ve daha sonra durgun hale gelmesi, ya (ZnCl) bileşimin oluşmasıyla, ya da serbest hale (H) gelmesiyle, sürekli bir canlı kuvvet kaybı olur. Bu kayıp, gözle görülür biçimde ortaya çıkan, yani aslında çinkonun bir eşdeğerinin seyreltilmiş asitte erimesiyle serbest kalan kimyasal süreçteki ısı miktarına eşdeğerdir."
      Birincisi, eğer süreç salt biçimde olursa, bataryada çinkonun erimesiyle bir ısı serbest kalmaz; serbest kalan enerji gerçekte doğrudan elektriğe dönüşür ve [sayfa 176] ancak bundan, tüm devrenin direnci ile daha sonra ısıya dönüşür.
      İkincisi, canlı kuvvet, kütlenin hızının karesi ile çarpımının yarısıdır. O halde yukardaki tümcenin şöyle olması gerekir: Seyreltilmiş hidroklorik asitteki bir eşdeğer çinkonun eriyiğinde serbest kalan enerji, şu kadar kaloriye, iyonların kütlesinin yarısının ve bunların metallere giderken gösterdiği hızın karesinin çarpımına eşdeğerdir. Böyle söyleyince, tümce, açıkça yanlıştır; iyonların gidişiyle ortaya çıkan canlı kuvvet kimyasal süreçle serbest durumda kalan enerjiye eşdeğer olmaktan uzaktır.[12*] Eğer böyle olsaydı, kapalı devrenin kalıntısında akım için geriye enerji kalmayacağından akım olanaksız olacaktı. Bundan dolayı, iyonların "ya bir bileşik meydana getirerek, ya da serbest duruma geçerek hareketsizliğe kavuştukları" yolunda ayrı bir uyanda bulunulmuştur. Ama canlı kuvvetteki kayıp bu iki süreçte meydana gelen enerji dönüşümlerini de içine alıyorsa, o zaman gerçek bir çıkmaz içine girmişiz demektir. Çünkü serbest kalan enerjinin tümünü asıl bu iki sürece borçluyuz, bundan dolayı da burada bir canlı kuvvet kaybından asla sözedilemez, [sayfa 177] olsa olsa bir kazançtan sözedilebilir.
      O halde apaçıktır ki, Wiedemann bu önerme ile kesin hiç bir şey söylemiş değildir; daha çok "canlı kuvvet kaybı", akımın eski dokunma teorisinden kimyasal izahına onun öldürücü sıçramasını sağlayacak olan deus ex machina'yı[13*] temsil ediyor yalnızca. Aslında canlı kuvvet kaybı artık şimdi işini tamamlamıştır ve kenara fırlatılıp atılmıştır; bundan böyle akımın meydana gelmesi için tek enerji kaynağı olarak tartışmasız bataryadaki kimyasal süreç geçerlidir ve yazarımızın bundan sonraki tek kaygısı, kimyasal olarak kayıtsız cisimlerin dokunmasındaki elektrik uyarımının son kalıntısından, yani iki metalin dokunma yerindeki etkin ayırma kuvvetinden kibarca nasıl kurtulabileceğidir.
      Wiedeman'ın elektrik akımının meydana gelişi konusunda yukarıdaki açıklamasını okurken, Strauss, Wilke, Bruno Bauer ve başkalarının filolojik-tarihsel İncil eleştirisine kırk yıl kadar önce karşı çıkan tam ve yarı-ortodoks tanrıbilimcilerin kullandığı savunmanın bir örneği ile karşılaşılmış gibidir. Yöntem aynıdır, ve böyle de olması gerekmektedir. Çünkü her iki durumda sözkonusu olan, bilimsel düşünceden miras kalan geleneğin kurtarılması sorunudur. En çok matematik hesaplama biçiminde ortaya çıkabilen salt görgücülük, yalnız yadsınamayacak gerçeklerle uğraştığını hayal ediyor. Aslında ise, daha çok geleneksel kavramlarla öncüllerinin büyük bir kısmı eskimiş düşünce ürünleri ile, ve pozitif ve negatif elektrik, ayırma kuvveti, dokunma teorisi gibi şeylerle uğraşır. Bunlar, ona, matematiksel formülasyonun kesinliği sayesinde öncellerin varsayılı niteliklerinin rahatça bir yana bırakıldığı [sayfa 178] sonu gelmez matematiksel hesapların temeli olma görevi görür. Bu tür görgücülük, çağdaş düşüncenin sonuçları karşısında şüpheci olduğu kadar, öncüllerin düşüncesi karşısında da öylesine inançlıdır. Onun için deneyle konulmuş gerçekler bile geleneksel yorumlamalarından giderek ayrılmaz duruma gelmektedir; en basit elektrik görüngüsü yanlış sunulur, örneğin iki elektrik arasına bu yanlış sokuşturulur; bu görgücülük, gerçekleri artık doğru anlatamaz, çünkü geleneksel yorumlama anlatımla örülmüştür. Kısacası, burada tanrıbilim alanında olduğu kadar yüksek bir düzeyde gelişmiş bir geleneğe elektrik teorisi alanında da raslıyoruz. Her iki alanda da son araştırmaların sonuçları, bugüne kadar bilinmeyen ya da tartışmalı gerçeklerin saptanması ve bundan zorunlu olarak ortaya çıkan teorik sonuçların kesinliği eski geleneğin karşısına insafsızca çıkarıldığı işin bu geleneğin savunucuları çok kötü bir çıkmazın içine düşüyorlar. Türlü kaçamaklara, tutamaksız çarelere, bağdaşmayan çelişkileri yaldızlamaya başvuruyorlar ve böylece en sonunda artık çıkar yolları olmayan bir çelişkiler kargaşalığına giriyorlar. "Dokunma kuvveti" yoluyla eski akım açıklamasını kimyasal enerjinin serbest kalışı yoluyla yapılan modern açıklama ile akılcı yoldan bağdaştırma yolundaki umutsuzca çaba yüzünden Wiedemann'ın burada kendi kendisiyle en çaresiz çelişkiye düşmesinin nedeni, tüm eski elektrik teorisine karşı olan bu inançtır.
      Wiedemann'ın akım açıklamasının yukardaki eleştirisi laf kalabalığına dayanıyor diye belki itiraz edilecektir. Wiedemann başlangıçta biraz dikkatsiz ve belirsiz konuşsa da, enerjinin sakinimi ilkesi ile uyum içinde olan doğru bir açıklamayla, sonunda, her şeyi düzeltiyor. Bu görüşe karşılık aşağıda başka bir örnek, bataryadaki süreç konusunda yaptığı açıklamayı [sayfa 179] veriyoruz: çinko, seyreltilmiş sülfürik asit, bakır:
      "İki plakayı bir telle birbirine bağlayınca bir galvanik akım meydana gelir. ... Elektrolitik süreçle[14*] seyreltik sülfürik asidin suyundan* bakırda 1 eşdeğer hidrojen ayrılır, bu hidrojen kabarcıklar halinde çıkar. Çinkoda 1 eşdeğer oksijen meydana gelir ve bu çinkoyu okside ederek çinko oksit haline getirir, çinko oksit onu çevreleyen asitte eriyerek sülfürik çinko oksit durumuna gelir." (I, s. 593.)
      Suyu gaz durumundaki hidrojen ve oksijen durumuna getirmek için her su molekülüne 68.924 ısı birimlik enerji gereklidir. Yukarıdaki bataryada enerji nereden geliyor? "Elektrolitik süreç yoluyla." Elektrolitik süreç bunu nereden alıyor? Yanıt yok.
      Ama daha sonra Wiedemann bize bir kez değil en az iki kez (I, s 472 ve 614) "son deneylere göre [elektrolizde] suyun kendisinin parçalanmadığını", olayımızda sülfürik asidin, H2SO4, bir yandan H2, öte yandan SO3 + O olarak parçalandığını, bu sırada H2 ve O'nun elverişli koşullar altında gaz durumunda çıkabileceğini anlatıyor. Ancak bununla sürecin bütün niteliği değişiyor. H2SO4'ün H2'si doğrudan doğruya yerini iki değerli çinkoya bırakıyor ve çinko sülfat, ZnSO4, meydana getiriyor. Bir yanda H2, öte yanda S03 + O kalıyor. Bu iki gaz, suyu meydana getirdikleri oranda kayboluyor, SO3 eriyiğin suyu (H2O) ile gene birleşerek H2SO4, yani sülfürik asit meydana getiriyor. Ama ZnSO4 meydana gelişinde, hem sülfürik asidin hidrojenini çıkarma ve serbest bırakma için gerekli miktarda, hem de olayımızda akım meydana gelmesinde kullanılan oldukça fazla bir enerji ortaya çıkıyor. O halde çinko, önce oksitleşmek ve sonra asitte çözülmek için elektrolitik sürecin kendisine serbest oksijen sağlamasını beklemiyor. Tersine, [sayfa 180] doğrudan doğruya sürece giriyor ve bu süreç ancak çinkonun bu katılmasıyla meydana geliyor.
      Burada eskimiş kimyasal kavramların eskimiş dokunma kavramlarının yardımına nasıl koştuğunu görüyoruz. Modern görüşler gereğince, tuz, içinde hidrojenin yerini bir metalin aldığı bir asittir. Burada incelenen süreç bu görüşü doğruluyor; asitteki hidrojenin yerini doğrudan çinkonun alması enerji dönüşümünü eksiksiz açıklıyor. Wiedemann'ın izlediği eski görüş, bir tuzu bir asitle bir metal oksidin bileşiği kabul ediyor ve bundan dolayı sülfürik çinko oksit yerine çinko sülfattan sözediyor. Ama çinko ve sülfürik asit bataryamızda, sülfürik çinko oksit elde etmek için çinkonun önce okside olması gerekir. Çinkoyu yeterince çabuk okside etmek için serbest oksijenimizin bulunması gerek. Serbest oksijen elde etmek için —hidrojen bakırda meydana geldiğinden—, suyun çözüldüğünü varsaymak zorundayız. Suyu çözmek için büyük ölçüde enerjiye gereksinmemiz vardır. Bunu nasıl elde edeceğiz? Son kimyasal ürünü olan "sülfürik çinko oksit" meydana gelmeye başlamadığı sürece harekete geçemeyen "elektrolitik süreç yoluyla". Çocuk anayı doğuruyor.
      Demek ki, Wiedemann burada da tüm süreci tamamen tersine ve baş aşağıya çeviriyor. Bu yüzden de aktif ve pasif elektrolizi, birbirine doğrudan doğruya ters düşen iki süreci, salt elektroliz olarak gösteriyor.
      BURAYA kadar bataryadaki olayları, yani bir enerji fazlasının kimyasal etki yoluyla serbest kaldığı ve bataryanın düzenlenmesi yoluyla elektriğe dönüşme sürecini inceledik. Ama bilindiği gibi bu süreç tersine de çevrilebilir: bataryada kimyasal enerjiden üretilen sürekli akım elektriği, kapalı devreye konulan bir elektrolitik pilde yeniden kimyasal enerjiye çevrilebilir. Her [sayfa 181] iki süreç birbirine açıkça terstir. Birincisini kimyasal-elektrik diye alırsak ikincisi elektro-kimyasaldır. Her ikisi aynı devrede aynı tözlerle meydana gelebilirler. Böylece, gaz unsurlarından kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı yaratan pil, suyu oluşturmak için hidrojen ve oksijenin birliğinden üretilen akım, devreye sokulan elektrolitik pil içerisinde suyu oluşturdukları oranlarda gaz halinde hidrojen ve gaz halinde oksijen sağlarlar. Genel görüş, birbirine ters düşen bu iki süreci tek bir ifade: elektroliz altında kavrar ve aktif elektrolizle bir pasif elektroliz arasında, bir uyarıcı sıvı ile bir pasif elektrolit arasında hiç bir ayrım yapmaz. Wiedemann genel olarak elektrolizi 133. sayfada böyle işliyor ve sonunda, "bataryadaki elektroliz" üzerine bazı uyarılar ekliyor, gerçek bataryalardaki süreçler bu bölümün ancak 17 sayfalık en küçük kısmını kapsıyor. Daha sonraki "elektroliz teorisinde" de batarya ve elektrolitik pil karşıtlığına hiç değinilmiyor ve bir sonraki "Elektrolizin İletken Direnci Üzerindeki Etkisi ve Kapalı Devredeki Elektromotor Kuvvet" bölümünde, kapalı devrede enerjinin dönüşümünün nasıl işlendiğini arayan kimse acı bir hayal kırıklığına uğrayacaktır.
      Şimdi, görünür bir enerji sağlanması olmadan H2'yi O'dan ayırabilen, kitabın bu bölümlerinde, daha önceki gizemli "elektrik ayırma kuvvetinin" rolünü oynayan, karşı durulmaz "elektrolitik süreci" ele alalım. "İyonların ayrışması ile ilgili birinci ve salt elektrolitik[15*] süreç yanında daha bir dizi, birincisinden tamamen bağımsız, ikinci dereceden, salt kimyasal süreçler, akımla parçalanan iyonların etkisiyle meydana gelir. Bu etki, elektrotların malzemesi ve çözülen cisimler üzerinde, aynı zamanda da eritici maddelerle ilgili olarak eriticide meydana gelebilir." (I, s. 481.) [sayfa 182]
      Yukarda değinilen bataryaya dönelim: seyrettik sülfürik asitte çinko ve bakır. Burada Wiedemann'ın kendi deyimine göre, ayrılmış iyonlar, sudaki H2 ve O'dur. Bundan dolayı, ona göre çinkonun oksitlenmesi ve ZnO4’ün meydana gelişi, birinci süreç ancak onun içersinde mümkün olabilmesi gerçeğine karşın elektrolitik süreçten bağımsız, ikincil, salt kimyasal bir süreçtir. Olayların gerçek akışını böyle tersine çevirmenin zorunlu olarak meydana getirdiği bu karışıklığı şimdi biraz daha ayrıntılı olarak gözden geçirelim.
      Önce, Wiedemann'ın ileri sürdüğü birkaç örneğin[16*] konusu olan elektrolitik pildeki sözde ikinci dereceden süreçleri ele alalım (s. 481-482):
      I. Suda çözülmüş sodyum sülfat (Na2SO4) elektrolizi. Bu, "SO3 + O'nun 1 eşdeğerine ... ve Na'nın 1 eşdeğerine ... ayrılır. Sonuncusu ise eritici sıvıya karşı tepki gösterir ve H'nin 1 eşdeğerini ondan ayırır, buna karşılık 1 eşdeğer kostik soda [NaOH] meydana gelir ve etrafındaki suda çözüşür."
      Denklem şöyledir:
      Na2SO4 + 2H2O = O + SO3 + 2NaOH + 2H.
      Gerçekte ise, bu örnekte parçalanma
      Na2SO4 = Na2 + SO3 + O
      denklemi olarak birincil, elektro-kimyasal süreç diye kabul edilebilir ve daha sonra
      Na2 + 2H2O = 2NaOH + 2H
      dönüşümlü ikincil, salt kimyasal bir süreç sayılabilir. Ama bu ikincil süreç, hidrojenin göründüğü yerdeki, elektrodu derhal etkiler; bu yüzden de böylece serbest kalan oldukça önemli miktarda enerji (Julius Thomsen'e [sayfa 183] göre, eşdeğeri Na, O, H için 111.810 ısı birimi), hiç değilse bunun büyük kısmı, elektriğe dönüşür ve ancak bir kısmı pilde doğrudan ısıya dönüşür. Ama sonuncusu bataryada doğrudan ya da birincil olarak serbest kalan kimyasal enerji için de sözkonusu olabilir. Bununla birlikte, böylece elde edilen ve elektriğe dönüşen enerji miktarı, Na2SO4'ün sürekli çözülmesi için sağlanan akımdan çıkartılması gerekir. Sodyumun hid-ratlaştırılmış okside dönüşmesi tüm sürecin ilk anında ikincil bir süreç olarak görünürse, ikinci andan itibaren tüm sürecin temel bir etkeni durumuna gelir ve böylece ikincil olmaktan çıkar.
      Ancak şimdi bu elektrolitik pilde üçüncü bir süreç meydana gelir: SO3, H2SO4'ü, sülfürik asidi oluşturmak için H2O ile birleşir, ne var ki, SO3 bu durumda da içinde enerjinin açığa çıkacağı pozitif elektrotun metali ile bileşime girmez. Ama bu değişmenin elektrotta hemen olması şart değildir ve bu sırada serbest kalan enerji miktarı (Julius Thomsen'e göre 21.320 ısı birimi) tamamen ya da büyük kısmı ile pilde bizzat ısıya dönüşür ve olsa olsa çok az bir bölümünü akımdaki elektriğe ayırır. Bu pilde olagelen tek gerçek ikincil süreç de bu nedenle Wiedemann tarafından hiç belirtilmemiştir.
      II. "Eğer bakır sülfat çözeltisi [CuSO4 + 5H2O] pozitif bir bakır elektrodu ile negatif bir platin elektrodu arasında elektrolize edilirse, negatif platin elektrotta 1 eşdeğer suyun ayrışması için 1 eşdeğer bakır, aynı akım devresinde sülfürik asidin zamandaş ayrışmasıyla birlikte ortaya çıkar; pozitif elektrotta 1 eşdeğer S04 ortaya çıkacaktır; ama bu elektrodun bakırı ile birleşerek 1 eşdeğer CuS04 meydana getirir ki, bu, elektrolize edilen çözeltinin suyu içinde çözülür." [I, s. 481.]
      Modern kimyasal deyiş biçimine göre süreci şöyle [sayfa 184] koymamız gerekir: Bakır platin üzerinde toplanıyor; bu haliyle var olmayan ve serbest kalan SO4, SO3+O olarak parçalanıyor ve O serbest halde açığa çıkıyor. SOs sulu çözücüden H2O'yu alıyor ve H2SO4'ü meydana getiriyor, bu da tekrar H2'yi serbest bırakarak elektrotun bakırı ile birleşip CuSO4'ü meydana getiriyor. Burada kesinlikle konuşunca, üç süreçle karşı karşıyayız: (1) Cu ve SO4'ün ayrılması; (2) SO3+O+H2O=H2SO4+O; (3) H2SO4+Cu=H2+CuSO4. İlkini birincil, öteki ikisini ikincil olarak kabul etmek doğaldır. Ama enerji dönüşümlerini sorarsak, birinci sürecin üçüncüsünün bir kısmı ile tam olarak karşılandığım görürüz: Bakırın S04'ten ayrılması, öteki elektrotta ikisinin yeniden birleşmesi ile olur. Bakırın bir elektrottan ötekine kayması için gerekli enerjiyi, ve aynı şekilde ısıya dönüşme yoluyla bataryadaki kaçınılmaz ve kesinlikle saptanamayan enerji kaybını bir yana bırakırsak, burada birincil süreç denilen şeyin akımdan hiç enerji almadığı gibi bir durumla karşılaşırız. H2 ve O'nun ayrılmasını mümkün kılan enerjiyi, ki bu aynı zamanda dolaysızdır, akım sağlar, ve tüm sürecin gerçek kimyasal sonucu olduğunu tanıtlar — o halde, ikincil ya da hatta üçüncül bir sürecin meydana getirilmesidir. Öteki durumlarda olduğu gibi yukardaki her iki örnekte de birincil ve ikincil süreçlerin birbirinden ayrılmasının göreli bir haklılığı olduğu yadsınamaz. Böylece her iki durumda da öteki şeyler yanmda su da açıkça ayrışır ve suyun elementleri karşıt elektrotlara gider. En son deneylere göre, mutlak saf su ideal bir yalıtkana olabildiği kadar yakındır, aynı zamanda bir elektrolit değildir, bu ve benzeri durumlarda elektro-kimyasal olarak doğrudan ayrışan suyun olmadığı, ama asitten ayrılan su elementleri —ki burada çözeltinin suyunun işe karışmasının zorunlu olduğu bir gerçektir— olduğunu göstermek önemlidir. [sayfa 185]
      III. "iki U biçimindeki tüpte ... hidroklorik asidi [HC1 + 8H2O] ... zamandaş elektrolize edince ve tüpün birinde çinko pozitif elektrodu ötekinde ise bakır elektrotu kullanınca, birinci tüpte 32,53 çinko, ötekinde de 2x31,7 miktarında bakır çözülür." [I, s. 482.]
      Şimdilik bakın bir yana bırakalım ve çinko üzerinde duralım. Burada birincil süreç HCl'nin ayrışması, ikincil süreç de Zn'nin çözülmesidir.
      Bu anlayışa göre, akım, H ile Cl'nin ayrılması için gerekli enerjiyi elektrolit piline dışardan getiriyor ve bu ayrılma tamamlandıktan sonra, Cl, Zn ile birleşiyor, bu sırada bir miktar enerji serbest kalıyor ve bu enerji H ile Cl'nin ayrılması için gerekli enerjiden çıkartılıyor; o halde, akımın, yalnız aradaki bu farkı sağlaması gerekiyor. Buraya kadar her şey çok iyi bir uygunluk içerisindedir; ama her iki enerji miktarını daha yakından gözden geçirdiğimiz zaman, görüyoruz ki, ZnCl2'nin meydana gelmesinde serbest kalan enerji, 2HCl'nin ayrılması sırasında tüketilen enerjiden daha büyüktür; yani akım, enerji sağlamamakla kalmıyor, tersine enerji alıyor. Artık karşımızda pasif bir elektrolit değil, uyarıcı bir akışkan, bir elektrolitik pil değil, yeni bir elementle kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı yaratan pili güçlendiren bir batarya vardır; ikincil olarak varsaymamız gereken süreç, tüm sürecin enerji kaynağı haline gelerek kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı yaratan pil aracılığıyla sağlanan akımdan bağımsız olan kesenkes birincil olan bir süreç durumuna geliyor. Wiedemann'ın teorik açıklamasındaki bütün karışıklığın kaynağını, burada açıkça görüyoruz. Wiedemann, elektrolizden hareket ediyor; bunun aktif ya da pasif, batarya ya da elektrolitik pil olması onun için önemli değildir: Bir yıldır askerlik yapan felsefe doktoruna ihtiyar binbaşının dediği gibi, doktor doktordur.[105] [sayfa 186]
      Elektrolitik pildeki elektrolizi incelemek, bataryadaki elektrolizi incelemekten daha kolay olduğu için, kendisi de hareket noktası olarak elektrolitik pili alıyor ve onda geçen süreçleri, bunların kısmen doğrulanabilen birincil ve ikincile bölünüşünü, bataryadaki tam tersi süreçlerin ölçüsü yapıyor ve bu arada elinin altındaki elektrolitik pilin bataryaya dönüşmesini bile farketmiyor. Bundan dolayı şu önermeyi ileri sürebiliyor: "Ayrılmış tözlerin elektrotlarla ilgili kimyasal eğilimi, asıl elektrolitik süreç üzerinde etkili değildir." (I, s. 471.) Gördüğümüz gibi, bu kesin biçimi içinde, önerme, tümüyle yanlıştır. Bu yüzden, sonradan, onda, üçlü bir akım oluşma teorisi ortaya çıkıyor: birincisi salt dokunma yoluyla geleneksel eski teori; ikincisi, H ve Cl'yi bataryada birbirinden ayırmak ve ayrıca da bir akım meydana getirmek için açıklanamaz bir tarzda kendisi ya da "elektrolitik süreç" için gerekli olan enerjinin elde edilmesi konusundaki soyut olarak kabul edilmiş elektrik ayırma kuvveti aracıyla çıkarılan teori; ve son olarak da, bataryadaki bütün kimyasal tepkilerin cebirsel bir toplam içinde bu enerjinin kaynağını gösteren modern, kimyasal-elektrik teorisi. Kendisi, ikinci açıklamanın birinciyi yıktığını farketmediği gibi, üçüncünün de ikinciyi yıktığını sezmiyor. Tersine, enerjinin sakinimi ilkesi tıpkı yeni bir geometrik teoremin daha öncekine bağlanması gibi, yüzeysel olarak, eski, öylece kabul ediliveren teoriye ekleniyor. Doğabilimin bütün öteki alanlarında olduğu gibi, bu ilkenin, tüm geleneksel görüşü yeniden gözden geçirilmesini gerekli kıldığını hiç farketmiyor. Böylece Wiedemann, akım konusunda kendi açıklamasındaki ilkeye değinip geçiyor, ve sonra onu sessizce bir kenara bırakıyor, ancak kitabın en sonunda, âkımın yaptığı işle ilgili bölümde, yeniden ele alıyor. Dokunmayla elektriğin uyarılması teorisinde [sayfa 187] bile (I, s. 781 vd.) işlenen ana konu bakımından enerjinin sakinimi hiç bir rol oynamıyor ve yalnızca ayrıntılı noktaların aydınlatılması için rasgele belirtiliyor; o, "ikincil bir süreç" oluyor ve öyle kalıyor.
      Yukardaki örnek III'e dönelim. Orada, iki U biçimindeki tüpte hidroklorik asidi elektrolize etmek için aynı akım kullanılmıştı, ama birinde çinko, ötekinde bakır pozitif elektrot olarak kullanılmıştı. Faraday'ın temel elektroliz yasası gereğince, eşdeğer elektrolit miktarlarını ayrıştıran aynı galvanik akım, ve iki elektrotta serbest duruma gelen töz miktarları kendi eşdeğerlerine aynı zamanda orantılıdırlar. (I, s. 470.) Yukardaki durumda, birinci tüpte 32,53 çinko, ikinci tüpte 2x31,7 bakırın çözüldüğü bulundu.
      Wiedemann, "Bununla birlikte", diye devam ediyor, "bu, sözkonusu değerlerin eşdeğerliliği için bir kanıt değildir. Bu değerler, ancak, bir yanda çinko kloridin ... öte yanda bakır kloridin ... meydana gelmesiyle birlikte çok zayıf akımlarda gözlemlenebilir. Daha kuvvetli akımlarda, aynı miktarda çinkonun çözülmesiyle birlikte, çözülen bakırın miktarı, gittikçe artan miktarlarda kloridin meydana gelmesiyle, 31,7'ye kadar düşebilir." Bilindiği gibi, çinko, tek bir klor bileşiği, çinko klorit, ZnCl2, meydana getirir. Bakır ise iki bileşik, bakır klorit, CuCl2 ve bakır (2) klorit, Cu2Cl2, meydana getirir. O halde, zayıf akım elektrottan her iki klor atomu için iki bakır atomu koparıp alırken, bunların iki birleşme değerlerinden biri ile birbirlerine bağlı olduğu, serbest kalan iki birleşme değerinin de iki klor atomu ile birleştiği biçiminde bir süreç vardır: [sayfa 188]
     
     
     
      Öte yandan, akım kuvvetlenirse, bakır atomlarını birbirinden ayırır ve bunların herbiri iki klor atomu ile
     
      birleşir. Orta kuvvetteki akımlarda her iki bileşik, yanyana meydana gelir. Demek ki, şu ya da bu bileşiğin meydana gelmesini belirleyen ancak akımın kuvvetidir ve bundan dolayı süreç, eğer deyim bir anlam taşıyorsa, aslında elektro-kimyasaldır. Buna karşın, Wiedemann bunu açıkça ikincil, yani elektro-kimyasal değil, salt kimyasal süreç diye açıklıyor.
      Yukardaki deney Renault (1867) tarafından yapılmıştır ve aynı akımın bir tüpte tuz eriyiği (pozitif elektrot—çinko) ile, başka bir pilde pozitif elektrot olarak çeşitli metallerle birlikte değişen elektrolit yoluyla gene Renault tarafından yapılmış benzer deneyler dizisinden bir tanesidir. Burada her çinko eşdeğeri için çözülen öteki metallerin miktarları birbirinden çok farklıdır, ve Wiedemann, gerçekte kimyasal bakımdan en apaçık biçimde olan, başka türlü de olamayacak olan bütün bu deney dizilerinin sonuçlarını veriyor. Örneğin, çinkonun bir eşdeğerine karşılık ancak altının eşdeğerinin 2/3'ü hidroklorik asitte çözülür. Bu, Wiedemann gibi eski eşdeğer ağırlıklara bağlı kalındığı ve çinko klor için ZnCl yazıldığı, böylece klorda hem klor ve hem çinkonun ancak tek bir birleşme birimine sahipmiş gibi görünmesi durumunda dikkat çekici olabilir. Gerçekte ise bir çinko atomu için burada iki klor atomu (ZnCl2) vardır ve bu formülü bildiğimize göre, eşdeğerlerin yukardaki saptanışında çinko atomunun değil, klor atomunun birim olarak kabul edilmesi gerektiğini derhal anlarız. Ama altın klor formülü AuCl3'tür; bundan, [sayfa 189] 3ZnCl2'nin 2AuCl3 kadar klor taşıdığı, böylece bataryada ya da pildeki bütün birincil, ikincil ve üçüncül süreçlerin, çinko kloride dönüşen çinkonun her ağırlık kısmına göre[106] ve altın ağırlığının bir kısmının %'ünden az ya ela çok olmamak koşuluyla altın kloride dönüşmesinin zorunluluğu derhal ortaya çıkar. Bu, ancak AuCl bileşiği galvanik yoldan elde edilirse kesindir, ki bu durumda da 1 eşdeğer çinkonun çözülmesi için 2 eşdeğer altının çözülmesi gerekir ve aynı zamanda yukarda belirtilen bakır ve klor durumunda olduğu gibi akım kuvvetine göre benzer değişmelerin olması gerekir. Renault'un deneylerinin değeri, Faraday yasasının onunla çelişiyor görünen gerçeklerle nasıl doğrulandığını göstermeleri gerçeğinde yatar. Ama elektrolizdeki ikincil süreçlerin aydınlanmasına nasıl katkıda bulunacakları düşüncesi açık değildir.
      Wiedemann'ın üçüncü örneği, bizi, yeniden, elektrolitik pilden bataryaya götürmüştür. Ve aslında batarya, bir kimsenin burda yer almakta olan enerji dönüşümüyle ilgili elektrolitik süreçleri araştırdığı zaman çok daha ilginç şeyler getirir. Böylece kimyasal elektrik süreçlerinin enerjinin sakinimi yasası ile doğrudan çelişmesinde ve kimyasal eğilime karşıt olmasında yer alıyormuş gibi görünmesine, bataryalarda sık sık raslarız. Poggendorff un[107] ölçümlerine göre —çinko, yoğunlaştırılmış tuz eriyiği, platin bataryası— 134,6 kuvvetinde bir akım sağlar.[17*] O halde burada, oldukça çok miktarda, Daniell pilinden 1/3 oranda daha fazla elektrik vardır. Burada elektrik olarak görünen enerji nereden geliyor? "Birincil" süreç, klor bileşiğinde sodyumun yerini çinkonun almasıdır. Ama basit kimyada sodyumun yerini alan çinko değildir; tersine sodyum, çinkoyu klor [sayfa 190] ve öteki bileşiklerden atar. "Birincil" süreç, akıma yukardaki enerji miktarını verebilmekten çok uzak olduğundan, tersine, oluşmak için dışardan kendine enerji sağlamak zorundadır. Böylece salt "birincil" süreç ile. gene olduğumuz yerde kaldık. O halde gerçek süreci şimdi görelim. Anlıyoruz ki, değişme,
      Zn + 2NaCl = ZnCl2 + 2Na değil,
      tersine
      Zn + 2NaCl + 2H2O = ZnCl2 + 2NaOH + H2'dir.
      Bir başka deyişle, sodyum, negatif elektrotta serbest durumda parçalanmaz, yukardaki örnek I'de (s. 183-184) görüldüğü gibi, bir hidroksit meydana getirir.
      Burada meydana gelen enerji dönüşmelerini hesaplamak için Julius Thomsen'in belirlemeleri bize en azından bazı önemli veriler sağlar. Buna göre bileşiklerde serbest kalan enerji şöyledir:
     

(ZnCl2) = 97.210, (ZnCl2, çözelti) = 15.630, çözülen çinko klorit için toplam

= 112.840 ısı birimi

2(Na, O, H, çözelti)

= 223.620 ısı birimi

 

336.460 ısı birimi


     
      Ayrışmalardaki enerji tüketimi bundan çıkarılırsa:
     

2 (Na, Cl, çözelti)

= 193.020 ısı birimi

2 (Ha, O)

= 136.720 ısı birimi

 

329.740 ısı birimi


     
      Serbest kalan enerji fazlası = 6.720 ısı birimi.
      Bu toplamın, elde edilen akım kuvvetine göre az olduğu açıktır, ama bir yandan sodyumun klordan ayrılmasını ve öte yandan genel olarak akımın meydana gelmesini açıklamaya yeterlidir.
      Birincil ve ikincil süreçlerin bu ayrımının tamamen [sayfa 191] göreli olduğu, bunların kesinliğini kabul ettiğimizde bizi anlamsızlığa götürdükleri konusunda burada dikkati çeken bir örnekle karşı karşıya bulunuyoruz. Birincil elektrolitik süreç, tek başına alınırsa, akım meydana getirmemekle kalmaz, kendisi bile gerçekleşemez. Birincil olanı mümkün kılan ve, ayrıca akımın oluşmasında tüm artı enerjiyi sağlayan, ancak sözele kimyasal ikincil süreçtir. Öyleyse onun için bu süreç, birincil süreç olduğunu, ötekinin ise ikincil süreç olduğunu tanıtlamaktadır. Metafizikçiler ve metafizikçi doğa bilginlerinin sandığı gibi katı farklılıklar ve karşıtlıklar Hegel tarafından diyalektik olarak kendi karşıtlarına dönüştürüldüğünde Hegel'in onların ağızlarından çıkanlara yanlış anlam verdiği söylendi-. Ama eğer doğa da tıpkı yaşlı Hegel gibi ilerliyorsa, konuyu daha yakından incelemenin zamanı gelmiş demektir.
      Bataryanın kimyasal-elektrik sürecinin ya da elektrolitik hücrenin elektro-kimyasal sürecinin sonucu meydana gelen, bağımsız ve ayrı olarak, bu nedenle elektrotlardan uzak bir yerde olan süreçlere, daha büyük bir haklılıkla ikincil olarak bakılabilir. Bundan dolayı, böylesi ikincil süreçlerde meydana gelen enerji dönüşümleri de elektrik süreci içersine girmez. Ne doğrudan doğruya ondan enerji alırlar, ne de ona enerji verirler. Böylesi süreçler elektrolitik pilde sık sık meydana gelir. Yukarda I numaralı örnekte, sodyum sülfatın elektrolizinde sülfürik asit meydana gelirken bunun bir benzerini görmüştük. Ama bunların burada pek önemi yok. Buna karşılık bataryada ortaya çıkmaları daha büyük pratik önem taşır. Çünkü eğer bunlar kimyasal-elektrik sürece doğrudan doğruya enerji vermez ya da ondan enerji almazsa, bataryada esasen bulunan enerjinin tümünü değiştirir ve böylece onu dolaylı olarak etkilerler. [sayfa 192]
      Bunun sonucu olarak ortaya çıkan basit türden kimyasal değişmeler yanında, iyonların elektrotlarda genel olarak serbest durumda olmaları koşulundan farklı olarak serbest hale gelmeleri durumunda ve ancak elektrotlardan uzağa hareket ettikten sonra serbest durumu aştıkları zamandaki görüngüler buraya aittirler. Böyle durumlarda iyonlar değişik bir yoğunluk ve ayrı bir topaklanma durumu alırlar. Aynı zamanda da molekül yapıları bakımından önemli değişikliklere uğrarlar. En ilginci de bu durumdur. Bütün bu durumlarda iyonların elektrotlardan belli bir uzaklıkta meydana gelen, ikincil kimyasal ya da fiziksel değişmeye tekabül eden benzer bir ısı değişimi sözkonusudur; genellikle ısı serbest kalır, bazı durumlarda da tüketilir. Şüphesiz bu ısı değişikliği her şeyden önce meydana geldiği yerle sınırlıdır: Devrenin geri kalan kısmı bundan hiç etkilenmezken bataryadaki ya da elektrolitik pildeki sıvı ısınır ya da soğur. Bundan dolayı bu ısıya yerel (local) ısı denir. Bataryada üretilen bu pozitif ya da negatif yerel ısının eşdeğeri ile elektriğe dönüşme için kullanılabilen serbest kalmış kimyasal enerji bu yüzden azalır ya da çoğalır. Favre'a göre, içinde hidrojen peroksit ve hidroklorik asit bulunan bir bataryada serbest kalan toplam enerjinin 2/3'ü yerel ısı olarak tüketilir. Buna karşılık Grove pili, kapalı devrede önemli derecede soğuyor ve böylece ısı emerek devreye dışardan enerji sağlıyordu. O halde görüyoruz ki, bu ikincil süreçler de birincili etkiliyorlar. Nasıl bir yaklaşım yaparsak yapalım, birincil ve ikincil süreçler arasındaki ayrım ancak göreli olarak kalır ve her ikisinin birbirlerini etkilemeleri içinde, düzenli bir biçimde geçici olarak durur. Bu nokta unutulup da, böylesi göreli karşıtlıklar mutlak diye ele alınırsa, yukarda gördüğümüz gibi, sonunda çaresiz çelişmelere saplanıp kalınır. [sayfa 193]
      Çok iyi bilindiği gibi, gazların elektrolitik serbest-leşmesinde metal elektrotlar ince bir gaz tabakası ile örtülür. Bunun sonucu, akım kuvveti, elektronlar gazla doyuncaya kadar azalır, bunun üzerine, zayıflayan akım tekrar değişmez duruma gelir. Favre ve Silbermann, yerel ısının da böyle bir elektrolitik pilde meydana geldiğini göstermişlerdir; bu yerel ısı onun için, her zaman oluştukları durumdaki elektrotlarda gazların serbest duruma gelişi gerçeğine bağlı olabilir ancak, ama bu alışılmış durum, ısının ortaya çıkmasına bağlı daha ileri bir süreçle elektrotlardan ayrılmalarını sağladıktan sonra mümkün olabilir ancak. Peki ama, gazların elektrotlarda ortaya çıkışı hangi durumda olur? Bu konuda hiç kimse Wiedemann'dan daha dikkatli konuşamaz. Wiedemann, bunu "belli bir", "allotropik", "aktif", ve sonunda oksijen durumundaki birçok kereler "ozonlaşma" durumu olarak ifade etmektedir. Hidrojen konusunda söyledikleri daha da gizemlidir. Ozon ile hidrojen peroksidin bu "aktif" durumun içinde gerçekleştiği biçimler olduğu görüşü bu nedenle ortaya çıkar. Yazarımız ozonla ilgili kanısında bazan o kadar kesindir ki, bazı peroksitlerin aşırı elektronegatif özelliklerini bunların "muhtemelen ozonlaşmış durumda[18*] oksijenin bir kısmını içerdiği" gerçeği ile biie açıklar. (I, s. 57.) Suyun ayrışması denilen olayda ozon ile hidrojen peroksidin meydana gelişi kesindir, ama bu küçük miktarlarda olur. Sözü edilen olayda yerel ısının önce kendi kaynağından ve sonra da yukardaki iki bileşiğin büyük miktarlarda ayrışmasıyla üretildiğini hiç bir temele bağlamak olanaklı değildir. Serbest oksijen atomlarından ozonun (O3) meydana geliş ısısını bilmiyoruz. Berthelot'a[108] göre H2O (sıvı) + O'dan hidrojen peroksit oluşturmak için ısı 21.480'dir; o halde bu [sayfa 194] bileşiğin büyük miktarlarda meydana gelmesi çok miktarda enerji fazlasını (H2 ile O'nun ayrılması için gerekli enerjinin yüzde 30'u kadar) gerektirir ki, bunun da belirgin ve tanıtlanabilir türden olması gerekir. Son olarak, ozon ile hidrojen peroksit için ancak oksijen sözkonusudur (her iki gazın aynı elektrotlarda birara-ya geldiği akım değişimleri bir yana), hidrojen değil. Ama hidrojen "aktif" bir durumda açığa çıkar, öyle ki birleşimde, platin elektrotları arasındaki potasyum nitrat çözeltisinde asitten parçalanan azotla doğrudan birleşerek amonyağı oluşturur.
      Gerçekte bütün bu güçlükler ve kuşkular sözkonu-su değildir. Cisimleri "aktif bir durumda" parçalamak elektrolitik sürecin tekelinde değildir. Her kimyasal ayrışma aynı şeyi yapar. Serbest kalan kimyasal elementi önce O, H, N, vb. serbest atomları biçiminde parçalar, ki bunlar ancak serbest kaldıktan sonra O2, H2, N2, vb. molekülleri halinde birleşebilirler ve bu birleşmede belirli, şimdiye kadar henüz saptanamamış miktarda ısı biçiminde görünen enerji verirler. Atomların serbest kaldığı son derece küçük zaman süresinde bunlar yüklenebildikleri tüm enerjinin taşıyıcısıdırlar. En çok enerjiye sahip oldukları durumda buldukları her birleşmeye girmekte serbesttirler. Böylece bu enerjinin bir bölümünü zaten vermiş bulunan ve verilmiş olan bu enerji miktarı dışardan yeniden verilmedikçe öteki elementlerle birleşime giremeyen bu serbest atomlar O2, H2, N2 moleküllerinin tersine "aktif bir durum içersindedir-ler." Demek ki, ancak bu aktif durumun ürünleri olan ozon ve hidrojen perokside başvurmaya gereksinmemiz yoktur. Örneğin, potasyum nitrat elektrolizinde, amonyağın, yukarda değinildiği şekilde meydana gelişini bataryasız da, kimyasal yollardan, hidrojenin kimyasal süreçlerle serbest kaldığı bir sıvıya nitrik asit ya da [sayfa 195] nitrat bileşiği ekleyerek sağlayabiliriz. Hidrojenin aktif durumu her iki durumda da aynıdır. Ama elektrolitik süreçte ilginç olan, serbest atomların geçici varlığının elle tutulur duruma gelmesidir. Burada süreç iki evreye ayrılır: Elektroliz, elektrotlarda serbest atomlar sağlar, ama bunların moleküller halinde birleşmesi elektrotlardan biraz ötede bir yerde olur. Bu uzaklık kütlelerin ölçümleriyle karşılaştırıldığında son derece küçüktür, moleküllerin meydana gelmesiyle serbest kalan enerjinin elektrik süreci için kullanılmasını hiç değilse büyük kısmı için önlemeye yeterlidir ve böylece onun ısıya —bataryada yerel ısıya— dönüşmesini belirler. Ama elementlerin serbest atomlar halinde parçalanması ve bataryada serbest atomlar olarak bir an için varolmalarının ortaya konulusu gerçeği işte buna dayamr. Saf kimyada ancak teorik sonuçlarla saptanabilecek olan bu gerçek, atomların ve moleküllerin duyusal algısı olmaksızın mümkün olabildiği ölçüde, burada deneysel olarak tanıtlanmaktadır. Bataryanın yerel denilen ısısının yüksek bilimsel değeri de burada yatmaktadır.
     
      BATARYA yoluyla kimyasal enerjinin elektriğe dönüşmesi, akışı üzerinde hemen hiç bir şey bilmediğimiz ve ancak elektrik hareketin modus operandi'si[19*] daha iyi anlaşıldıktan sonra yakından tanıyacağımız bir süreçtir.
      Bataryaya, her belli bataryaya özgü bir "elektrik ayırma kuvveti" atfediliyor. Ta başta da gördüğümüz gibi, Wiedemann, bu elektrik ayırma kuvvetinin belirli bir enerji biçimi olmadığını kabul ediyor. Tersine bu, her şeyden önce, bir bataryamn birim zaman içinde serbest durumdaki belirli miktarda kimyasal enerjiyi [sayfa 196] elektriğe dönüştürme yeteneğinden, özelliğinden başka bir şey değildir. Bu kimyasal enerji, bütün süreç boyunca "elektrik ayırma kuvveti" biçimini asla almaz, tersine, hemen ve derhal "elektromotor kuvvet" denilen elektrik hareket biçimini alır. Günlük yaşamda bir buhar makinesinin kuvvetinden bunun birim zaman içinde belirli miktarda ısıyı kütle hareketine çevirme yeteneği anlamında sözettiğimizde, bu, kavram karışıklığının bilime de aktarılması için bir neden değildir. Bunun gibi, bir tabancanın, bir karabinanın, bir yivsiz silahın, bir tüfeğin değişik kuvvetinden sözedebiliriz, çünkü bunların aynı barutla ve aynı ağırlıkta mermi ile değişik uzaklıklara atma kuvveti vardır. Deyimin yanlışlığı burada açıkça anlaşılıyor. Mermiyi fırlatan şeyin barut dolgusunun ateşlenmesi olduğunu, silahın değişik atış uzaklığının namlu uzunluğuna, merminin genişliğine[109] ve biçimine göre harcanan enerji miktarının azlığına ve çokluğuna bağlı bulunduğunu herkes bilir. Durum, buhar kuvvetinde ve elektrik ayırma kuvvetinde aynıdır. İki buhar makinesi —öteki koşullar eşit kaldığında, yani eşit zaman dönemlerinde her ikisinde serbest kalan enerjinin eşit olduğunu varsayıyoruz— ya da aynı şeylerin sözkonusu olduğu iki galvanik batarya, yalnızca harcanan enerjinin kendilerinde daha az ya da daha çok olması dolayısıyla yaptıkları iş bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Bugüne kadar bütün ordular silahların özel atış kuvvetini varsaymaksızın ateşli silahlar tekniğini geliştirebilmişlerse, elektrik bilimi de bu atış kuvvetine benzeyen, kesin olarak hiç bir enerji taşımayan, bu yüzden kendiliğinden miligram milimetrenin milyonda-biri kadar işi yapamayan bir "elektrik ayırma kuvvetini" varsaymanın mazur görülebilecek hiç bir yanı yoktur.
      Aynı şey, Helmholtz'un belirttiği "metallerin [sayfa 197] elektrik dokunma kuvveti", yani bu "ayırma kuvvetinin" ikinci biçimi için de geçerlidir. Bu, metallerin var olan başka biçimde enerjiyi dokunma sırasında elektriğe dönüştürme özelliğinden başka bir şey değildir. Demek ki bu da, tek zerrecik enerji taşımayan bir kuvvettir. Dokunma elektriğinin enerji kaynağının, yapışma hareketinin canlı kuvvetinde olduğunu Wiedemann ile birlikte varsaydığımızda, o zaman bu enerji önce bu kütle hareketi biçiminde var olur ve bir an için bile "elektrik dokunma kuvveti" biçimini almadan, bu hareketin kaybolmasıyla derhal elektrik harekete dönüşür.
      Şimdi buna ek olarak bize karşı, elektromotor kuvvetin, yani elektrik hareket olarak tekrar ortaya çıkan kimyasal enerjinin, yalnız enerji içermemekle kalmayan, kavramı gereğince içermesi de mümkün olmayan bu "elektrik ayırma kuvvetine" orantılı olduğu ileri sürülüyor. Enerji olmamakla enerji arasındaki bu oran kesinlikle, "elektrik biriminin miligrama oranı" belirlemesini yapan matematik çerçevesine girer. Ama varlığını basit bir özelliğin mistik bir kuvvet olarak kavranmasına borçlu olan bu saçma biçimin ardında çok basit bir laf kalabalığı gizlidir: belli bir bataryanın serbest kalan enerjiyi elektriğe çevirme yeteneği ölçülür — ama neyle? Bataryada harcanan kimyasal enerjiye bağlı olan kapalı devrede elektrik olarak yeniden ortaya çıkan enerjinin miktarı ile. Hepsi bu kadar.
      Bir elektrik ayırma kuvvetine kavuşmak için iki elektrik akışkanın zorunlu yardımı ciddiye alınmalıdır. Bunları nötr durumdan çıkarıp kutuplu duruma getirmek için, yani birbirinden ayırmak için belli bir enerjinin —elektrik ayırma kuvvetinin— harcanması gereklidir. Bunlar birbirinden ayrılınca, tekrar birleşmeleri durumunda iki elektrik aynı enerji miktarını —voltajı— gene verebilirler. Ama bugün artık hiç kimse, [sayfa 198] hatta Wiedemann bile, iki elektriği gerçek varlıklar olarak görmediklerine göre, böyle bir görüşle uzun uzun uğraşmak ölmüş okurlar için yazı yazmak demektir.
      Dokunma teorisinin temel yanlışı, dokunma kuvvetinin ya da elektrik ayırma kuvvetinin bir enerji kaynağı olduğu kanısından kendisini kurtaramamasındadır. Bir aygıtın salt enerji dönüştürme özelliği bir kuvvet haline çevrildikten sonra bu kamdan kurtulmak gerçekten de zordu. Çünkü kuvvetin de enerjinin belirli bir biçimi olması gerekir. Wiedemann bu düşüncenin yanında enerjinin yok edilmesi ve yaratılamaması modern düşüncesinin kendisini zorlamasına karşın bu bulanık kuvvet kavramından kurtulamadığı için, I numaradaki saçma akım açıklamasına ve daha sonra belirtilen çelişkilere düşüyor.
      "Elektrik ayırma kuvveti" deyimi doğrudan doğruya mantığa aykırı olunca, öteki "elektromotor kuvvet" de en azından gereksiz oluyor. Elektromotorlardan çok önceleri termomotorlar vardı. Buna karşın ısı teorisi özel bir termomotor kuvvet olmaksızın da çok iyi gelişti. "Isı" gibi basit bir deyimin bu biçim enerjiye ait bütün hareket görüngülerini kapsaması gibi, "elektrik" deyimi de kendi alanındakileri kapsayabilir. Ayrıca, elektriğin birçok etki biçimleri hiç de doğrudan doğruya "motor" değildir: demirin magnetize oluşu, kimyasal ayrışma, ısıya dönüşme. Son olarak, her doğabiliminde, hatta mekanikte, kuvvet sözcüğünden herhangi bir yerde kurtulma her zaman ilerleme demektir.
      Wiedemann'ın bataryadaki süreçlerin kimyasal açıklamasını belirli bir isteksizlik göstermeksizin kabul etmediğini gördük. Bu isteksizlik onu hiç rahat bırakmıyor. Kimyasal teori denilen şeye herhangi bir kulp takınca, bu oluyor elbette. Böylece, "elektromotor kuvvetin kimyasal etkinin yoğunluğuna orantılı olduğu hiç [sayfa 199] bir temele dayanmaz", (I, s. 791.) Elbette her durumda değil; ama bu oranın ortaya çıkmadığı yerde bataryanın kötü kurulduğu, onda bir enerji kaybının bulunduğu konusunda bir kanıt var demektir. Bundan dolayı da aynı Wiedemann, teorik çıkarsamalarında sürecin saflığını bozan ikinci derecedeki koşullan hiç hesaba katmayıp, doğrudan doğruya bir pilin elektromotor kuvvetinin, içinde, akımın birim yoğunluğu ile birim zaman içinde meydana gelen kimyasal etkinin mekanik eşdeğerine eşit olduğunu ileri sürerken tamamen haklıdır. Başka bir yerde şöyle deniyor: "Ayrıca, asit-alkali bataryasında asit ve alkali bileşiğinin akım meydana gelmesinin nedeni olmadığı, 61. paragraf (Becquerel ve Fechner), 260. paragraf (Du-Bois-Reymond) ve 261. paragraftaki (Worm-MüIler) deneylerden ortaya çıkıyor. Bunlara göre, belli durumlarda, eğer bunlar eşdeğer miktarlarda bulunuyorsa, akım meydana gelmez. Bunun gibi, 62. paragrafta belirtilen deneyler de (Henrici) elektromotor kuvvetin, potasyum hidroksit ile nitrik asit arasına bir potasyum nitrat çözeltisi sokulduğunda aynı biçimde bu müdahaleye gerek kalmaksızın da ortaya çıktığını gösterir."[20*] (I, s. 791.)
      Asit ve alkali birleşiminin elektriğin meydana gelmesinde bir neden olup olmadığı sorusu, yazarımızı ciddî olarak meşgul ediyor. Soruyu bu biçimde yanıtlamak çok kolaydır. Asit ve alkalinin birleşmesi önce enerjinin serbest kalmasıyla bir tuz meydana gelmesinin nedenidir. Bu enerjinin kısmen ya da tamamen elektriğe dönüşüp dönüşmeyeceği, serbest duruma getirilme koşullarına bağlıdır. Örneğin, platin elektrotlar arasında nitrik asit ve potasyum hidroksit bataryasında bu hiç değilse kısmen sözkonusu olabilir ve akımın meydana [sayfa 200] gelmesi için asit ile alkali arasına bir potasyum nitrat çözeltisi sokup sokmamak önemli değildir, çünkü bu olsa olsa tuzun meydana gelişini geciktirebilir, ama önleyemez. Ancak Wiedemann'ın durmadan başvurduğu, Worm-Müller'inki gibi ortada asit ve alkali bileşiğinin, iki uçta ise bunun tuzunun bir çözeltisi hem de bataryada meydana gelen çözeltinin yoğunluğunda bir çözeltinin bulunduğu bir batarya yapılırsa, elbette akım meydana gelemez, çünkü uçtaki unsurlar dolayısıyla —her yerde özdeş cisimler meydana geldiği için— iyon meydana getirilemez. Böylece serbest kalan enerjinin elektriğe dönüşmesi, sanki devre hiç kapanmamış gibi dolaysız bir yoldan önlenmiştir. O halde akım elde edilmemesine şaşılmamalıdır. Ama asit ile alkalinin genel olarak bir akım meydana getirebileceği batarya ile tanıtlanmıştır: karbon, sülfürik asit (10 suya 1), potasyum hidroksit (10 suya 1), Raoult'a göre 73 akım kuvvetine sahip olan karbon.[21*] Bunun, bataryanın uygun bir şekilde düzenlenmesi ile asit ve alkali birleşmelerinde geniş ölçüde bir enerjinin serbest kalmasına tekabül eden kuvvette bir akım sağlayabilecekleri bilinen en kuvvetli bataryaların hemen yalnız alkali tuzlarının meydana gelmesine dayanmasından anlaşılıyor. Örneğin Wheatstone bataryası: platin, platinik klorit, potasyum amalgam — akım kuvveti = 230; kurşun peroksit, seyreltik sülfürik asit, potasyum amalgam = 326; kurşun peroksit yerine manganez peroksit = 280; her durumda potasyum amalgam yerine çinko amalgam kullanılırsa, akım kuvveti nerdeyse tam 100 kadar düşer. Bunun gibi Beetz de, manganez dioksit, potasyum permanganat çözeltisi, potasyum hidroksit, potasyum bataryasında 302 akım kuvveti elde etmiştir; ayrıca, platin, seyreltik sülfürik [sayfa 201] asit, potasyum = 298,8; Joule: platin, nitrik asit, potasyum hidroksit, potasyum amalgam = 302 vermiştir. Kuşkusuz, bu olağanüstü güçte akımların "nedeni" asit ve alkali birleşmesi, ya da alkali metaldir ki, bu yoldan çok miktarda enerji serbest kalır.[110]
      Aynı konuda birkaç sayfa sonra gene şöyle deniyor: "Ancak dikkatle hatırda tutulmalıdır ki, türdeş olmayan cisimlerin dokunma yerinde meydana gelen kimyasal etkinin tümünün iş eşdeğeri, kapalı devredeki elektromotor kuvvet için doğrudan ölçü olarak alınamaz. Eğer örneğin Becquerel'in asit-alkali bataryasında (İtenim Crispinus!)[111] bu iki töz birleşirse, platin, erimiş potasyum nitrat, karbon bataryasında karbon harcanırsa; basit bir bakır pilinde çinko hızla çözelir, saf olmayan çinko, yerel akımın oluşmasıyla sülfürik asiti seyreltirse, bu kimyasal süreçlerde üretilen işin" (serbest kalan enerji denmesi gerekir) "büyük bir kısmı ... ısıya dönüşür ve böylece bütün akım devresi için kaybolur." (I, s. 798.)
      Bütün bu süreçler bataryada kaybolan enerjiye atfolunabilir; bunlar, elektirik hareketin dönüşen kimyasal enerjiden meydana geldiği olgusunu değil, ancak dönüşen enerjinin miktarını etkilerler.
      Elektrikçiler, çok çeşitli bataryalar meydana getirmek ve bunların "elektromotor kuvvetini" ölçmek için sonsuz zaman ve çaba harcamışlardır. Bu yoldan biriken deneysel malzemede çok değerli şeyler vardır, ama kuşkusuz değersiz olanlar bundan daha fazladır. Örneğin, F. Kohlrausch tarafından artık tanıtlanmış olduğu gibi, su en kötü bir iletken ve bu yüzden de en kötü elektrot olduğuna göre,[22*] böylece süreci meydana [sayfa 202] getiren şey su olmayıp onun bilinmeyen safsızlıkları olduğuna göre, "suyun" elektort olarak kullanıldığı bu deneylerin bilimsel değeri nedir? Buna karşın, örneğin Fechner'in bütün deneylerinin hemen yansı ve hatta kimyasal teorinin yıkıntıları üzerine dokunma teorisini sarsılmadan kurmak istemesinde kullandığı "ezperimentum cricus[112] deneyi bile suyun bu tür kullanılışına dayanır. Buradan da ortaya çıktığı gibi, birkaçı hariç tutulursa, hemen bütün deneylerde elektromotor kuvvet denilen şeyin kaynağını oluşturan bataryadaki kimyasal süreçler hemen hiç dikkate alınmamışlardır. Oysa bir dizi batarya vardır ki, bunların kimyasal bileşiminden, akım devresi kapalı iken onlarda meydana gelen kimyasal değişmelerle ilgili kesin bir sonuç çıkarılamaz. Tersine, "Wiedemann'ın (I, s. 797) dediği gibi, "bataryadaki kimyasal çekimleri bütün durumlarda henüz tam olarak görebilecek durumda olmadığımız yadsınamaz." O halde gittikçe önem kazanan kimyasal açıdan, bütün bu deneyler, bu süreçler kontrol altındayken yinelenmedikçe hiç bir değer taşımazlar.
      Gerçekten de bu deneylerde, bataryada meydana gelen enerji dönüşümlerinin hesaba katıldığı pek seyrek olarak sözkonusudur. Çoğu, hareketin eşdeğeri yasası doğabilimi tarafından kabul edilmeden yapılmıştır, alışıldığı üzere sınanmadan ve sonuca vardırılmadan kitaptan kitaba aktarılıyorlar. Elektriğin süredurumunun olmadığı söylenmiştir (bunun, hızın özgül ağırlığı olmadığına benzer bir anlamı vardır), ama elektrik teorisi konusunda aynı şey asla ileri sürülemez.
      BURAYA kadar galvanik pile, kurulan dokunma ilişkileri dolayısıyla, içinde, kimyasal enerjinin henüz bilinmeyen bir yoldan serbest kaldığı ve elektriğe dönüştüğü bir aygıt gözüyle baktık. Bunun gibi [sayfa 203] elektrolit pili de, içinde tersine bir sürecin olduğu, elektrik hareketin kimyasal enerjiye dönüştüğü ve böylece tüketildiği bir aygıt olarak tanımladık. Böyle yapmakla sürecin elektrikçiler tarafından çok ihmal edilmiş kimyasal yanını önplana almak zorundaydık, çünkü eski dokunma teorisinin ve iki elektrik akışkanı teorisinin bıraktığı kavram fazlalıklarından kurtulmanın biricik yolu buydu. Bu bir kez sağlandı mı, soru artık, bataryadaki kimyasal sürecin dışardakilerin aynı olan koşullar altında meydana gelip gelmediği, ya da elektriğin uyarmasına bağlı özel görüngülerin ortaya çıkıp çıkmadığı idi.
      Her bilimdeki yanlış kavramlar, aslında, gözlem hatalarını bir yana bırakırsak, doğru olgulara ait yanlış kavramlardır. Birincilerin yanlışlığı gösterilse bile, ikinciler kalırlar. Eski dokunma teorisini yıkmış olmamıza karşın, bu teorinin açıklayacağı varsayılmış olan bu yerleşmiş gerçekler oldukları gibi kalmaktadırlar. Bunları ve bunlarla birlikte bataryadaki sürecin gerçek elektrik ile ilgili yönünü gözden geçirelim.
      Türdeş olmayan cisimlerin dokunmasında, kimyasal değişiklikler olsun olmasın, elektroskop ya da galvanometre ile gösterilebilecek bir elektrik uyarımının meydana geldiği tartışma konusu değildir. Başlangıçta da gördüğümüz gibi, bu son derece küçük hareket görüngülerindeki enerji kaynağını belli bir durum için saptamak çok zordur. Genel olarak böyle bir dış kaynağın varlığını söylemek yeterlidir.
      Kohlrausch 1850-1853'te, bir bataryanın ayrı parçalarını çifter çifter biraraya getirdiği ve her defasında üretilen statik elektrik gerilimlerini sınadığı bir dizi deney yayınladı. Pilin elektromotor kuvveti bu gerilimlerin cebirsel toplamından meydana gelecekti. Böylece kendisi Zn/Cu = 100 gerilimini alarak, Daniell ve [sayfa 204] Grove pillerinin göreli kuvvetini şöyle hesaplıyor:
      Daniell:
      Zn/Cu + amalg. Zn/H2SO4 + Cu/SO4Cu = 100 + 149—21 = 228
      Grove:
      Zn/Pt + amalg. Zn/H2SO4 + Pt/HNO, = 107 + 149 + 149 = 405.
      Bunlar, sözkonusu pillerin akım kuvvetinin dolaysız ölçülüsüne de uygun düşüyor. Ancak, bu sonuçlar asla kesin değildir. Birincisi, bizzat Wiedemann, Kohlrausch'un yalnız kesin sonucu verdiğine, ama "ne yazık ki, her deneyinin sonucu ile ilgili rakamları vermediğine" dikkati çekiyor. [I, s. 104.] İkincisi, gene Wiedemann, metallerin dokunmasında ve ayrıca metal ile sıvının dokunmasında elektrik uyarmaların nicel bakımdan saptanması yolundaki bütün çabaların, birçok kaçınılmaz hata kaynaklarından dolayı hiç değilse çok kuşku götürür durumda olduğuna dikkati çekiyor. Buna karşın Kohlrausch'un rakamlarını hesaplarında yineleyerek kullanması karşısında, böylesi itirazlara açık olmayan başka bir saptama aracı bulunduğu ölçüde, kendisini izlememeye çalışacağız.
      Bir bataryanın iki uyarma levhası sıvıya batırılıp sonra da bir galvanometrenin uçları ile kapalı devre halinde birleştirilince, Wiedemann'a göre, "kimyasal değişmeler elektrik uyarımının kuvvetim değiştirmeden önce magnetik iğnenin başlangıçtaki sapması, kapalı devredeki elektromotor kuvvetlerin toplamı için bir ölçüdür". [I, s. 62.] O halde çeşitli kuvvetteki bataryalar değişik kuvvette başlangıç sapmaları verir ve bu başlangıç sapmalarının büyüklüğü, ilgili bataryaların akım kuvveti oranındadır.
      Burada sanki, her kimyasal etkiden bağımsız olarak bir harekete neden olan "elektrik ayırma kuvveti", [sayfa 205] ''dokunma kuvveti" elle tutulur gibi gözlerimizin önündedir. Aslında tüm dokunma teorisinin görüşü de budur. Gerçekten burada, elektrik uyarma ile kimyasal etki arasında şimdiye kadar incelemediğimiz bir ilişki ile karşı karşıyayız. Bu konuya geçmek için önce elektromotor yasa denilen şeyi biraz daha yakından inceleyelim. Böylece, burada da geleneksel dokunma kavramlarının bir açıklama vermemekle birlikte, açıklama yolunu da dolaysız biçimde yeniden kapadıklarını göreceğiz.
      İki metal ile bir sıvıdan, örneğin çinko, seyreltik hidroklorik asit, bakırdan meydana gelen herhangi bir pile üçüncü bir metal, örneğin bir platin levha konursa, bunlar bir iletken telle dışardaki devreye bağlanmazsa, galvanometrenin başlangıç sapması, platin levha olmadığı zamankinin aynıdır. O halde bunun elektriğin uyarılması üzerine bir etkisi yoktur. Ama elektromotor dilinde bunu böyle basit olarak belirtmek mümkün değildir. Burada deniyor ki:
      "Sıvıdaki çinko ve bakırın elektromotor kuvveti yerine, çinko ve platin, ve, platin ve bakırın elektromotor kuvvetlerinin toplamı geçmiştir. Araya platin levhanın sokulmasıyla elektriklerin izlediği yol farkedilir derecede değişmediğinden, her iki durumda da galvanometrenin verdiği sonuçların özdeşliğinden, sıvıdaki çinko ve bakırın elektromotor kuvvetinin aynı sıvıda çinko ve platin, artı, platin ve bakırın elektromotor kuvvetine eşit olduğu sonucuna varabiliriz. Bu da Volta'nın bu metaller arasındaki elektrik uyarma ile ilgili teorisine tekabül eder. Bütün sıvılar ve metaller için geçerli olan sonuç, şöyle ifade edilir: metallerin sıvılarla elektromotor uyarımları kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı üretme dizileri yasasına varılır. Bu yasaya elektromotor yasası adı da verilir." (Wiedemann, I, s. 62.) [sayfa 206]
      Bu birleşmede platinin hiç bir elektrik uyarma etkisi bulunmadığını söylerken, basit bir gerçek dile getirilmiş olur. Ancak platinin elektrik uyarma etkisi yaptığı, ama bunun eşit kuvvette ters iki yönde olduğu, böylece etki nötrleşirse, sırf "elektromotor kuvvetinin" şerefini kurtarmak için gerçek, bir varsayıma dönüştürülür. Her iki durumda da platin, yardımcı oyuncu rolü oynar.
      İlk sapma sırasında henüz bir kapalı devre yoktur. Ayrışmamış asit, iletken değildir; ancak iyonların yardımıyla iletken olabilir. Üçüncü metal ilk sapmayı etkilemiyorsa, bunun tek nedeni, henüz yalıtılmış durumda bulunmasıdır.
      Sürekli akımın sağlanmasından sonra ve bu akım devam ettiği sürece üçüncü metal nasıl bir durum alır?
      Sıvıların çoğundaki metallerin kimyasal etkilemeyle doğru akım üretme dizisinde alkali metallerden sonra çinko pozitif uca ve platin negatif uca oldukça yakındır, bakır, ikisinin arasında bulunur. O halde yukardaki gibi bakırla çinko arasına platin konursa, platin öbür ikisine karşı negatiftir. Platinin herhangi bir etkisi olmuş olsaydı, sıvıdaki akımın çinko ve bakırdan platine akması gerekecek, yani iki elektrottan ayrılıp bağlanmamış platine yaklaşacaktı ki, bu da bir contradictio in adjecto[23*] olurdu. Bataryadaki çeşitli farklı metallerin etkinliklerinin temel koşulu, bunların kendi aralarında dışa doğru bağlanarak bir kapalı devre meydana getirmesidir. Bataryadaki bağlantısız, gereksiz bir metal yalıtkan olarak etki gösterir. Ne iyon meydana getirebilir, ne de onların geçmesini sağlar ve biz iyonlar olmaksızın elektrolitlerde iletim olduğunu bilmiyoruz. Demek ki bu metal, yalnızca bir yardımcı [sayfa 207] oyuncu olmakla kalmaz, iyonları kendi etrafında dolaşmaya zorlayarak bir engel bile meydana getirir.
      Bakırı bağlantısız durumda ortada bırakıp çinko ile platini bağlarsak, aynı şey geçerlidir. Bu durumda bakır, eğer bir etkisi varsa, çinkodan bakıra bir akım ve bakırdan platine ikinci bir akım meydana getirebilir; yani bir tür aracı elektrot görevi yapması ve çinkoya dönük yanda hidrojen gazının açığa çıkmasını sağlar ki, gene bu da olanakdışıdır.
      Eğer alışılmış elektromotor ifade tarzım bir yana bırakırsak, durum çok basitleşir. Gördüğümüz gibi, galvanik batarya, içinde kimyasal enerjinin serbest kaldığı ve elektriğe dönüştüğü bir aygıttır. İki sıvı ve sıvının dışında bir iletken ile bağlanması gereken iki metal elektrodu bir kural oluşturur. Bununla aygıt meydana gelmiştir. Bunun dışında, ister metal, cam, reçine ya da başka bir şey olsun, uyarıcı sıvıya bağlantısız halde herhangi bir şey batırsak da, bu sıvıyı kimyasal bakımdan değiştirmediği sürece, bataryada meydana gelen kimyasal-elektrik sürece, akımın meydana gelişine katılamaz, olsa olsa bu süreci engelleyebilir. Sıvıya batırılan üçüncü bir metalin elektrik uyarma yeteneği sıvı ya da bataryanın elektrotlarından biri ya da ikisi, bağıntısı ne olursa olsun, bu metal, sıvının dışında kapalı devre ile bağlantılı olmadığı sürece herhangi bir etki yapamaz.
      Buna göre, Wiedemann'ın elektromotor denilen yasayı yukardaki şekilde türetmesi yanlış olmakla kalmıyor, onun bu yasaya verdiği yorum da yanlış oluyor. Etkinlik için gerekli tek koşul daha başlangıçta kesilip atıldığı için, ne bağlantısız metalin bir denkleştirici elektromotor etkinliğinden sözedilebilir; ne de bu yasanın alanı dışında bulunan bir olgudan elektromotor yasa denilen şey çıkabilir. [sayfa 208]
      1845'te ihtiyar Poggendorff, çok değişik türden bataryaların elektromotor kuvvetini, yani her birim zaman içersinde herbirine sağlanan elektrik miktarını ölçtüğü bir dizi deney yayınladı. Bunlardan ilk yirmi yedisi özel bir değer taşır. Bunlarda her üç metal aynı uyarıcı sıvı içinde birbiri ardından üç değişik batarya durumunda bağlanır, bu bataryalar ürettikleri elektrik miktarı bakımından incelenir ve karşılaştırılır. Dokunma teorisinin iyi bir yandaşı olarak Poggendorff da, her deneyde bataryaya üçüncü metali bağlantısız olarak koydu, ve böylece 81 bataryanın hepsinde bu "birleşimdeki üçüncünün"[113] salt ikincil rolde kalması konusunda kendisini yeterince inandırmış oldu. Ancak bu deneylerin önemi bu gerçekte değil, daha çok elektromotor kuvveti denilen yasanın anlamının doğrulanmasında ve ortaya konmasındadır.
      Seyreltik hidroklorik asitte çinko, bakır ve platinin çifter çifter kendi aralarında birleştirildiği yukardaki bataryalar dizisini inceleyelim. Poggendorff, Daniell pilinin elektrik miktarı = 100 diye alarak, üretilen elektrik miktarlarını şöyle hesapladı:
     

Çinko-bakır

= 78,8

Bakır-platin

=74,3

Toplam

153,1

Çinko-platin

= 153,7


     
      Böylece, platinle doğrudan bağlanmış olan çinkonun ürettiği elektrik miktarı çinko-bakır + bakır-platinin ürettiğinin hemen hemen aynıdır. Hangi sıvılar ve metaller kullanılırsa kullanılsın, bütün öteki bataryalarda da aynı şey olmuştur. Aynı uyarıcı sıvıda, bu sıvı için geçerli olan kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı yaratma dizisine göre, ikinci, üçüncü, dördüncü vb. birbirinin ardından kendinden önceki için negatif elektrot ve kendinden sonraki için pozitif [sayfa 209] elektrot olacak bir biçimde bir dizi metallerden bataryalar oluşturulacak olursa, o zaman bütün bu bataryaların ürettiği elektrik miktarlarının toplamı, tüm metal dizisinin doğrudan iki uç öğesi arasında meydana getirilen bir bataryanın ürettiği elektriğe eşittir. Örneğin, çinko-kalay, kalay-demir, demir-bakır, bakır-gümüş, ve gümüş-platin bataryaları tarafından üretilen elektrik miktarlarının toplamı seyreltik hidroklorik asitte, çinko-platin bataryasının verdiği elektriğe eşit olur. Yukardaki dizinin bütün hücreleri tarafından meydana getirilen bir pil, öteki koşullar eşit kalmak kaydıyla, ters yönde bir akımı bulunan çinko-platin pilinin araya katılmasıyla aynen nötrleşecektir.
      Bu biçimde elektromotor denilen yasa gerçek ve oldukça büyük bir önem kazanıyor. Kimyasal ve elektriksel etki arasındaki iç bağıntının yeni bir yanını ortaya koyuyor. Şimdiye kadar, galvanik akımın enerji kaynağının incelenmesinde, ki bu kaynak kimyasal değişimdir, sürecin aktif yanı olarak görünüyordu. Elektrik ondan üretiliyor, ve bu yüzden esasta pasif olarak beliriyordu. Şimdi bu tersine dönüyor. Bataryada birbirine değen türdeş olmayan cisimlerin yapısı ile belirlenen elektrik uyarma, ne kimyasal etkiye enerji katabilir, ne de ondan enerji alabilir (serbest kalan enerjinin elektriğe dönüşmesinde olduğundan başka türlü). Ama bu uyarma, bataryanın yapılışına göre bu etkiyi çabuklaştırabilir ya da yavaşlatabilir. Çinko—seyreltik hidroklorik asit—bakır bataryası, çinko—seyreltik hidroklorik asit—platin bataryasının birim zaman içinde akım için ürettiği elektriğin yarısını üretiyorsa, bu, kimyasal deyimle, birim zaman içinde birinci bataryanın ikincisinin ancak yarısı kadar çinko klorit ve hidrojen ürettiği anlamına gelir. Böylece, salt kimyasal koşullar aynı kaldığı halde, kimyasal etki iki kat olmuştur. [sayfa 210] Elektrik uyarma, kimyasal etkinin düzenleyicisi olmuştur. Şimdi, elektrik uyarma aktif yan, kimyasal etki pasif yan olarak görünür.
      Daha önce salt kimyasal diye kabul edilen birtakım süreçlerin şimdi elektro-kimyasal olarak ortaya çıkması bu şekilde anlaşılır duruma geliyor. Kimyasal bakımdan saf çinko, seyreltik asidin hiç, ya da pek az etkisinde kalıyor. Oysa normal ticarî çinko, bir tuzun meydana gelmesi ve hidrojenin üretilmesi ile birlikte çabucak çözülür. Yüzeyin değişik yerlerinde değişik miktarlarda bulunan diğer metaller ve karbon karışımı içerir. Onlarla çinko arasındaki asit içinde yerel akımlar meydana gelir, çinko bölgeler pozitif, öteki metaller negatif elektrotları meydana getirirler, hidrojen kabarcıkları öteki metaller üzerinde açığa çıkar. Bunun gibi, demirin bakır sülfat eriyiğine daldırılmasıyla üstünü bir bakır tabakanın kaplaması görüngüsü de, şimdi demirin yüzündeki türdeş olmayan bölgelerin arasında meydana gelen akımlara bağlı olan bir elektro-kimyasal olay olarak görünmektedir.
      Buna uygun olarak şunu da görmekteyiz ki, sıvılardaki metallerin kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı yaratan dizileri içinde bileşiklerinden metallerin halojen ve asit kökleriyle yer değiştirdiği tüm diziye tekabül etmektedir. Kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı yaratan dizilerinin en negatif uçlarında düzenli olarak altın grubu metallerini buluruz: altın, platin, palladyum, rodyum. Bunlar güç okside olurlar, asitlerin etkisine hiç uğramaz ya da pek az uğrarlar ve başka metaller tarafından tuzlarından kolayca çökeltilirler. En pozitif uçta alkali metaller vardır; bunlar tamamen karşıt bir davranış gösterirler: çok fazla enerji harcansa bile, oksitlerinden pek seyrek ayrılabilirler, doğada hemen yalnız tuz biçiminde ortaya [sayfa 211] çıkarlar, bütün metaller içinde halojenlere ve asit köklerine en büyük eğilimi bunlar gösterirler. Bu ikisinin arasında biraz değişik sıralarda öteki metaller vardır; ama bütünüyle elektrik ve kimyasal davranış bakımından, birbirlerine uygun düşen biçimdedirler. Bunların herbirinin sırası, sıvılara göre değişir ve tek bir sıvı için belirlenmeleri çok zordur. Hatta, tek bir sıvı için metallerin böyle bir mutlak kimyasal etkileme ile doğru elektrik akımı yaratan dizisi olup olmadığı bile şüphe götürür. Verilen uygun batarya ve pillerde aynı metalin iki parçası pozitif ve negatif elektrot olarak etki yapabilir, yani aynı metal kendine karşı hem pozitif, hem negatif olabilir. Isıyı elektriğe çeviren termo pillerde, iki bağlantı yerindeki büyük sıcaklık farklılığı ile akımın yönü değişir; daha önce pozitif olan metal negatif ve negatif olan pozitif olur. Aynı şekilde metallerin belli bir halojen ya da asit kökü ile birbirlerini kimyasal bileşiklerinden ayırdığı mutlak bir dizi de yoktur. Isı biçiminde enerji sağlayarak normal sıcaklık için geçerli diziyi birçok durumlarda hemen istediğimiz gibi değiştirir ve tersine çeviririz.
      Demek ki burada, kimyasallık ile elektrik arasında özel bir karşılıklı etki buluyoruz. Elektriğe akımın meydana gelmesi için tüm enerjiyi sağlayan bataryadaki kimyasal etki, birçok durumda bataryada gelişen elektrik gerilimleri yoluyla harekete getirilir ve bütün durumlarda da nicelik bakımından, gene bu yolla düzenlenir. Daha önce bataryadaki süreçler bize kimya-sal-elektriksel göründüğü halde, burada bunların aynı ölçüde elektro-kimyasal olduğunu görüyoruz. Sürekli akımın meydana gelmesi açısından kimyasal etki birincil olarak görünüyordu; akım uyarımı açısından ikincil ve yardımcı olarak görünüyor. Karşılıklı etki kesin bir birincilliği ve kesin bir ikincilliği dıştalıyor. Bununla [sayfa 212] birlikte bu etki, niteliği gereğince, iki değişik açıdan bakılabilecek iki yanlı bir süreçtir. Bütünlüğü içinde anlaşılması için, toplam sonuca varmadan önce her iki açıdan incelenmesi de gereklidir. Ama ötekine karşıt olarak bir tanesini mutlak olarak alıp tekyanlı olarak taraf tutarsak, ya da iddiamızın anlık gereksinmelerine uyarak keyfî olarak birinden ötekine atlarsak, metafizik düşüncenin tekyanlılığına takılıp kalırız. İç bağıntıyı gözden kaçırır, birbiri ardından çelişmelere kapılırız.
      Wiedemann'a göre galvanometrenin başlangıç sapmasının, uyarıcı levhaların bataryanın sıvısına batırılmasından hemen sonra ve kimyasal değişmelerin elektrik uyarma gücünü değiştirmesinden önce, "kapalı devredeki elektromotor kuvvetlerin toplamı için bir ölçü olduğunu" yukarda gördük.
      Buraya kadar elektromotor denilen kuvvetin olayımızda kimyasal enerjiden eşdeğer miktarda üretilen ve sürecin daha sonrasında da tekrar eşdeğer miktarda ısıya, kitle hareketine vb. dönüşen bir enerji biçimi olarak öğrendik. Burada hemen öğreniyoruz ki, "kapalı devredeki elektromotor kuvvetlerin toplamı" kimyasal değişmeler bu enerjiyi serbest bırakmadan önce de vardır; başka bir deyimle, elektromotor kuvvet belli bir bataryanın, birim zaman içersinde kimyasal enerjinin belli bir miktarını serbest bırakma ve elektrik harekete çevirme yeteneğinden başka bir şey değildir. Daha önce elektrik ayırma kuvvetinde olduğu gibi burada da elektromotor kuvveti bir zerre bile enerji içermeyen bir kuvvet olarak görünüyor. O halde Wiedemann "elektromotor kuvvet" deyince birbirinden tamamen ayrı iki şey anlıyor: bir yanda bir bataryanın, belirli miktarda verilen bir kimyasal enerjiyi serbest bırakma ve elektrik harekete çevirme yeteneği, öte [sayfa 213] yanda da üretilen elektrik hareketin kendisi. Her ikisinin birbirine orantılı olması gerçeği, birinin öteki için ölçü olması, onların, farklılığını ortadan kaldırmıyor. Bataryadaki kimyasal etki, üretilen elektrik miktarı ve başka türlü bir iş yapılmadığı zaman devrede meydana gelen ısı, orantılı olmaktan da öte, birbirlerine eşdeğerdirler de; ama bu onların farklılığını yok etmiyor. Verilen ısıdan belirli bir mekanik hareket miktarı üretmek için belirli bir silindir çapında ve belirli bir piston gücünde olan bir buhar makinesinin kapasitesi, ısı ile oranı ne olursa olsun, bu mekanik hareketin kendisinden çok ayrıdır. Ve enerjinin sakinimi konusunda doğabilimin henüz bir şey söylemediği bir zamanda böyle bir konuşma tarzı hoş karşılanabilirdi, ne var ki, bu temel yasanın bilinmeye başlamasından beri serbest duruma gelmekte olan bu enerji biçimini herhangi bir aygıtın ayırma yeteneği ile herhangi bir biçimdeki gerçek aktif enerjiyi birbirine karıştırmak artık hoşgörülemez.
      Bu karıştırma, elektrik ayırma kuvveti durumunda kuvvet ve enerjinin karıştırılmasının zorunlu bir sonucudur. Bu iki yanılma, Wiedemann'm akımla ilgili ve hepsi birbiriyle tamamen çelişen üç açıklaması için uyumlu bir ortam sağlar, sonunda da genel olarak "elektromotor kuvvet" denilen şeyle ilgili olarak onun bütün hatalarının ve yanılmalarının kaynağı olurlar.
      Kimyasallıkla elektrik arasında daha önce gözden geçirilen kendine özgü etkileşim yanında, bu iki hareket biçiminin birbirine olan sıkı yakınlığını gösteren ikinci bir ortak yan daha vardır. Her ikisi de kaybolurlarken vardırlar ancak. Kimyasal süreç, bu sürece uğrayan her atom grubu için ansızın meydana gelir. Yalnızca, sürekli olarak bu sürece giren yeni malzemenin varlığı ile uzatılabilir. Aynı şey elektrik hareketi [sayfa 214] için de geçerlidir. Başka bir hareket biçiminden üretilir üretilmez, yeniden üçüncü bir biçime dönüşür; ancak mevcut enerjinin sürekli olarak gelmesiyle sürekli akım üretilebilir ve bu akımda her an yeni hareket miktarları (Bewegungsmengen) elektrik biçimini alır ve bunu yeniden kaybeder.
      Kimyanın elektrik etkisiyle yakın bağı ve elektriğin kimya etkisiyle yakın bağı kavrandığı zaman her iki araştırma alanında önemli sonuçlara varılır. Böyle bir kavrayış daha şimdiden gittikçe yaygınlaşmaktadır. Kimyacılar arasında Lothar Meyer ve ondan sonra Kekule, elektro-kimyasal teorinin yenileştirilmiş bir biçimde yeniden canlanışının yakın olduğunu açıkça söylemişlerdir. Özellikle F. Kohlrausch'un en yeni çalışmalarının gösterdiği gibi, elektrikçiler- arasında da, ancak bataryada ve elektrolitik pilde meydana gelen kimyasal süreçlerin tam olarak dikkate alınmasının, onların bilimini eski geleneklerin çıkmazından kurtulmasına yardım edebileceği kanısı, sonunda yerleşmeye başlamıştır.
      Gerçekten, enerji değişimlerinin saptanmasına aynen dikkat ederek, ve elektrikle ilgili bütün geleneksel teorik kavramların baştan reddedilmesiyle bütün geleneksel, denetlenmemiş, geride kalmış bir bilimsel görüşe uygun olarak yapılmış bütün deneylerin kimyasal bakımdan dikkatle ve tümüyle yeniden gözden geçirilmesinden başka, hangi yoldan galvanizm teorisine ve ikinci derecede magnetizm ve gerilim elektriği teorisine sağlam bir temel bulunabileceği düşünülemez. [sayfa 215]








Dipnot
[1*] Bu bölümdeki temel materyal yönünden, daha çok Wiedemann'ın Lehre vom Galvanismus und Elektromagnetismus, 2 Bde, in 3 Abt., 2. Auflage, Braunschweig, 1872-1874, yapıtına dayanıyoruz.[95]
      15 Haziran 1882 tarihli Nature'da, "which in its forthcoming shape, with electrostatics added, will be the greatest experimental treatise on electricity in existence" ["bir sonraki biçiminde, elektrostatik ile çoğaltılmış olarak, elektrik konusunda varolan en büyük deneysel yapıtı meydana getirecek"] bu "admirable treatise" ["hayranlık duyulacak yapıta"] değiniliyor.[96] [Engels'in notu.]
[2*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[3*] "Elektrik" deyimini, elektrik hareket anlamında kullanıyorum. Çünkü "ısı" deyimi de, duyularımıza kendini sıcaklık olarak bildiren bir hareket biçimini anlatmak için genel olarak kullanılıyor. Elektriğin gerilim durumu ile herhangi bir karıştırmanın olamayacağı burada başlangıçta belirtilmiş olduğu için buna hiç bir itirazda bulunulamaz. [Engels'in notu.]
[4*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[5*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[6*] Bütün italikler Engels'indir. -Ed.
[7*] Alıntılardaki bütün italikler Engels'indir. -Ed.
[8*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[9*] Köşeli parantez içindeki sözler Engels'in metninde yoktur. -Ed.
[10*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[11*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[12*] Son olarak F. Kohlrausch (Wiedemanns Annalen,[104] VI, [Leipzig 1879], s. 206), iyonların eritici sudan geçmesi için "sonsuz güçlerin" gerekil olduğunu hesaplamıştır. Bir miligramın 1 mm yol alması için, H=32.500 kg. Cl=5.200 kg. o halde HC1=37.700 kg. çekme kuvveti gereklidir. — Bu rakamlar mutlak olarak doğruysa bile, yukarda söylenenlerle bir ilgisi yoktur. Yapılan hesap, elektrik alanında bugüne kadar kaçınılmaz olan varsayımsal etkenleri kapsıyor ve bundan dolayı da deneyle kontrole ihtiyaç gösteriyor. Böyle bir kontrolün mümkün olduğu anlaşılıyor. Birincisi, bu "sonsuz güçlerin", tüketilecekleri yerde, yani yukardaki olayda bataryada, belli ısı miktarı olarak yeniden ortaya çıkması zorunludur. İkincisi, onların tükettiği enerjinin, bataryanın kimyasal süreçlerinin verdiği enerjiden az olması gerekir ve arada belli bir farkın bulunması zorunludur. Üçüncüsü, bu fark kapalı devrenin geri kalan kısmında tüketilmelidir ve burada nicelik bakımından belirlenebilmelidir. Ancak böyle bir kontrol yoluyla doğrulandıktan sonra yukardaki rakamlar kesinlik kazanabilir. Elektrolitik pildeki tanıtlama daha olanaklı görünmektedir. [Engels'in notu.]
[13*] Yunan tiyatrosunda sahneye mekanik bir aygıtla indirilen tanrı ya da doğaüstü yaratık. -ç.
[14*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[15*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[16*] Burada bir daha belirtmeli ki, Wiedemann her yerde eski kimyasal eşdeğerleri kullanıyor. HO, ZnCl vb. diye yazıyor. Benim denklemlerimde hep modern atom ağırlıkları kullanılmıştır, yani H2O, ZnCl2 vb. diye verilmiştir. [Engels'in notu.]
[17*] "Daniell pilinin = 100 akım kuvvetini koyarak." [Engels'in notu.]
[18*] İtalikler Engels'indir. -Ed.
[19*] Etkime tarzı. -ç.
[20*] Parantez içindeki adlar Engels tarafından eklenmiştir. -Ed.
[21*] Bundan sonraki akım kuvveti ile ilgili bütün bilgilerde Daniel pili = 100 alınıyor. [Engels'in notu.]
[22*] Kohlrausch tarafından hazırlanan en saf suyun 1 mm uzunluğundaki bir sütun, aynı çapta ve yaklaşık olarak ay yörüngesinin uzunluğunda bir bakır iletkenin sağladığı direnci vermiştir. (Naumann, Allgemeine Chemie, s. 729.) [Engels’in notu.]
[23*] Kendi içinde bir çelişki. -ç.

Açıklayıcı Notlar

[95] G. Wiedemann, Die Lehre vom Galvanismus und Elektromagnetismus ("Galvanizm ve Elektromagnetizm Teorisi") 2. Aufl., Braunschweig 1872-74. Yapıt üç cilttir. Cilt I: Galvanizm Teorisi, cilt II, bölüm 1: Elektrodinamik, Elektromagnetizm ve Diamagnetizm, ve cilt II, Bölüm 2: İndüksiyon, ve sonuç bölümü. İlkönce iki cilt olarak Braunschweig'da 1861-63'te yayınlandı. Üçüncü baskısı, Elektrik Teorisi başlığı altında dört cilt olarak aynı kentte 1882-85'te yayınlandı. -148.
[96] Engels, Mascart ve Joubert'in Elektrik ve Magnetizm adlı kitabının bir tanıtma yazısından aktarıyor. Yazı G. C. imzasıyla, 15 Haziran 1882'de 659 sayılı Nature dergisinde çıktı. 15 Haziran 1882 tarihli Nature'a ilişkin not, makalenin 1882'de Engels tarafından yazıldığını gösteriyor. Engels'in üçüncü dosyaya ilişkin içindekiler listesinde bu makalenin başlığı "Elektrik ye Magnetizm"dir. -148.
[97] Thomson bu aktarmayı, kitabının ikinci baskısının 400. sayfasında Faraday'dan yapıyor. Aktarma, Faraday'ın Experimental Researches in Electricity, 12th Series ("Elektrikte Deneysel Araştırmalar", 12. dizi) adlı yapıtından alınmıştır; bu çalışma Londra'daki Royal Society'nin Philosophical Transaction dergisinde, 1838, s. 105'te yayınlanmıştır. Thomson pasajı aynen aktarmıyor. Asıl metin aynen çevrilince şöyle oluyor: "Eğer metal bir tel boşaltıcı parçacığın yerine konmuş olsaydı". -151.
[98] G. W. F. Hegel, Werke, Bd. VII, Abt. I, Berlin 1842, s. 346, 348, 349. -151.
[99] Daha sonra, yeni deneysel sonuçların genelleştirilmesiyle, özellikle Michaelson'un deneyi ile (1881), Einstein'ın rölativite teorisinde (1905), bir vakumda (c) ışığın yayılma hızının evrensel bir fiziksel değişmez olduğu ve hız sınırını belirttiği ortaya konmuştur. Elektrik yüklü parçacıkların yayılma hızı (c)'den her zaman azdır. -155.
[100] Engels, Wiedemann'ın kitabına göre Favre'ın deneyimlerini anlatıyor. (Cilt II, kısım 2, s. 521-22.) -159.
[101] Bkz: 82 numaralı dipnot. -159.
[102] Engels, burada ve daha aşağıda, A. Naumann, Handbuch der allgemeinen und physikalischen Chemie ("Genel ve Fiziksel Kimyanın Elkitabı"), Heidelberg 1877, s. 639-46'dan J. Thomsen'in çıkardığı termokimyasal ölçü sonuçlarını belirtiyor. -171.
[103] Wiedemann birçok yerde, bu asidin molekülleri anlamına gelen "hidroklorik asit atomlarından" sözediyor. -173.
[104] Annalen der Physik und Chemie, 1824 ve 1899 yılları arasında Leipzig'de önce (1877'ye kadar) J. C. Poggendorff'un ve sonra (1877'den sonra) G. Wiedemann'ın sorumluluğu altında yayınlanan bilimsel bir dergi. Dört ayda bir çıkıyordu. -177.
[105] Bu hikâyede, orduda bir felsefe doktoru olduğunu işittiği "bir yıllık" kişiden bunu duyunca, felsefe doktoru ile tıp doktoru arasında nasıl bir fark bulunduğunu bilemeyen yaşlı bir binbaşı şöyle diyor: "Benim için hepsi bir, doktor doktordur." -186.
[106] Burada Engels "Gewichsteil" (ağırlık kısmı) sözünü kullanıyor, ama daha önceki gibi, eşdeğeri sözkonusu ediyor. -190.
[107] Burada ve daha aşağıda Engels, Poggendorff'un deneylerinin sonuçlarını, Wiedemann'ın kitabından, cilt I, s. 368-72, belirtiyor. -190.
[108] Berthelot'un termodinamik ölçmelerinin bu sonucunu Engels, A. Naumann'ın Handbuch der allgemeinen und physikalicshen Chemie, Heidelberg 1877, s. 652, yapıtından alıyor. -194.
[109] Burada kastedilen, namlunun iç çapı ile merminin çapı arasındaki farktır. -197.
[110] Raoult, Wheatstone, Beetz ve Joule tarafından deneylerle elde edilen elektromotor kuvvet ölçülerinin sonuçları Engels tarafından, Wiedemann'ın kitabından, cilt I, s. 390, 375, 385 ve 376, almıyor. -202.
[111] Parantez içindeki "İterum Crispinus" sözleri Engels'indir. "Gene Crispin!" anlamına gelir. Juvenal IV. yergisinde bu sözlerle başlar ve (birinci kısımda) Roma İmparatoru Domitian'ın dalkavuklarından biri olan Crispin'i yerer. Dolaylı anlamda bu sözler "gene aynı adam!" ya da "gene aynı konu!" demektir. -202.
[112] Experimentum crucis, sözcük anlamında "çapraz deneme"dir ve Bacon'ın instantia crucis'inden alınmıştır; belli bir olay için önerilen açıklamalardan birinin doğruluğunu kesinlikle onaylar ve bütün öteki açıklamaları dışta bırakır. (Bkz: Fr. Bacon, Novum Organum, Book II, Aphorism XXXVI.) -203.
[113] "Birleşimdeki üçüncünün" sözleri Schiller'in "Die Bürgschaft" adlı baladından, Kıta 20, alınmıştır. Tiran Dionysius iki sadık arkadaşının birleşime alınmasını ister. -209.



Sayfa başına gidiş