"[ANTİ]-DÜHRİNG"E ESKİ ÖNSÖZ
DİYALEKTİK ÜZERİNE[25]
AŞAĞIDAKİ çalışma asla bir "iç iti" ürünü değildir. Tersine, dostum Liebknecht, Bay Dühring'in en yeni sosyalist teorisine, eleştirinin ışığını yöneltmem için beni harekete getirinceye kadar ne denli zahmet çektiğine tanıklık edebilir. Buna bir kez karar verdikten sonra, yeni bir felsefe sisteminin en son pratik ürünü olduğunu iddia eden bu teoriyi, bu sistemle olan ilişkisi içinde, ve bu şekilde bizzat sistemin kendisini incelemekten başka bir şey yapamazdım. Ben, bundan ötürü, Bay Dühring'i, mümkün olan her şeyden ve daha başkalarından sözettiği bir geniş alanda izlemek zorundaydım. 1877 yılı başından itibaren Leipzig'deki
[sayfa 59] Vorwärts'da yayınlanan ve burada birbirine bağıntılı bir bütün olarak sunulan makaleler dizisinin kaynağı buydu.
Kendi kendisini övmesine karşın, son derece önemsiz olan bir sistemin eleştirisi, konunun niteliği bakımından, bütün ayrıntılarına kadar burada sunuluyorsa, iki nokta bunu bağışlatabilir. Bir yandan bu eleştiri, bana, bugün genel bilimsel ve pratik ilgi gören tartışma konularında görüşümü çeşitli alanlarda olumlu biçimde ortaya koyma olanağını verdi. Bay Dühring'in sisteminin karşısına başka bir sistem çıkarmayı düşünmüyorsam da, umarım okur, ele alman konunun çeşitliliğine karşın, ileri sürdüğüm görüşlerdeki içbağıntıyı gözlemekten geri kalmayacaktır.
Öte yandan ise, "sistem yaratan" Bay Dühring, kuşkusuz, günümüz Almanya'sından yalıtılmış, tek başına bir olay değildir. Bir süredir Almanya'da felsefe, özellikle doğa felsefesi sistemleri, bir gecede, düzineler halinde mantar gibi fışkırıyorlar. Sayısız yeni siyasal, ekonomik vb. sistemlerden ise hiç sözetmeyelim. Modern devlette her yurttaşın oyunu vermesi, istenilen bütün sorunlar üzerinde yargı olgunluğuna erişmesi şart koşulduğu gibi, ekonomide her alıcının, geçimi için satınalmak fırsatını bulduğu bütün metaları iyice tanıdığının varsayılıyor olması gibi, şimdi bilimde de buna benzer varsayımların ileri sürülmesi gerekiyor. Herkes her şey üzerine yazabilir; "bilim özgürlüğü" ise, insanın incelemediği şey üzerinde yazması ve bu yazdığını tek ve kesin bilimsel yöntem olarak ileri sürmesi oluyor. Bay Dühring, bugün Almanya'da ön-plana geçmeye çalışan ve heybetli bir saçmalık halinde gürleyen patırtısıyla her şeyi bastıran bu yaygaracı, sözde bilimin en karakteristik tiplerinden biridir. Şiirde, felsefede, ekonomide, tarih yazarlığında heybetli
[sayfa 60] saçmalık
(höheres Blech); öğretim kürsüsünde ve hitabet kürsüsünde heybetli saçmalık; her yerde heybetli saçmalık; başka ulusların basit, kaba-saba saçmalığından farklı olarak üstünlük ve düşünce derinliği iddiasını taşıyan heybetli saçmalık; Alman fikir sanayiinin en karakteristik yığın ürünü olan heybetli saçmalık, öteki Alman yapımı mallar gibi ucuz ama kötü, yalnız ne var ki, ne yazık ki, ötekilerle birlikte Filadelfiya'da sergilenmiyor.
[26] Alman sosyalizmi bile, son zamanlarda özellikle Bay Dühring'in güzel örneğinden beri, heybetli saçmalık içine geniş ölçüde girdi. Uygulamada sosyal-demokrat hareketin bu heybetli saçmalığına kendisini pek az kaptırması, doğabilim dışta bırakılırsa, şimdilik hemen her şeyin berbatlaştığı bir ülkede işçi sınıfımızın dikkate değer ölçüde sağlıklı bir durumda oluşunun başka bir kanıtı sayılır.
Nâgeli, doğabilimcilerin Münih toplantısında yaptığı konuşmada, insan bilgisinin her şeyi bilme niteliğini hiç bir zaman kazanmayacağı görüşünü ileri sürerken,
[27] anlaşılan Bay Dühring'in başarılarından habersizdi. Bu başarılar, olsa olsa bir heveskâr olarak hareket edebildiğim birçok alanlarda kendisini izlemeye beni zorladı. Bu, şimdiye dek "meslekten olmayan" birinin söz sahibi olmak istemesinin küstahlıktan da öte bir şey sayıldığı, özellikle doğabilimin çeşitli dalları için geçerlidir. Ama gene Münih'te söylenmiş, başka bir yerde daha ayrıntılı olarak üzerinde durulan, Bay Virchow'un,
[28] her doğabilimci kendi uzmanlık alanı dışında ancak bir yarı-cahil, sıradan bir kişidir yollu sözleri bir ölçüde bana cesaret veriyor. Böyle bir uzman, zaman zaman komşu alanlara el atma cesaretini nasıl gösterebiliyor ve göstermek zorunda kalıyorsa, bu alanların uzmanları anlatma yetersizliğinden ve ufak-tefek eksikliklerden dolayı onu nasıl
[sayfa 61] bağışlıyorlarsa, ben de genel teorik görüşlerimin kanıtlayıcı örnekleri olarak doğa süreçlerini ve doğa yasalarını belirtme özgürlüğünü kendime tanıyorum ve herhalde aynı hoşgörüyü bekleyebilirim.
[18*] Modern doğa-bilimin elde ettiği sonuçlar, teorik konularla uğraşan herkese, bugünkü doğabilimcilerin, istesinler istemesinler, genel teorik sonuçlara sürüklenmelerinde görülen karşıkonamazlıkla kendilerini zorla kabul ettiriyorlar. Burada bir tür dengelenme ortaya çıkıyor. Teorisyenler doğabilim alanında yarı-cahil olunca, bugünkü doğabilimciler de, teori alanında, bugüne değin felsefe olarak nitelenen alanda, aynı ölçüde, gerçekten yarı-cahil oluyorlar.
Görgücül doğabilim öylesine çok olumlu bilgi malzemesi yığmıştır ki, bu malzemeyi, her ayrı araştırma alanında sistematik olarak ve içbağıntısına göre sınıflandırma gereği mutlak duruma gelmiştir. Ayrı bilgi alanlarını kendi aralarında doğru bir ilişki durumuna getirmek de aynı ölçüde gerekli olmaktadır. Ama bunu yaparken, doğabilim, teorik alana girer ve burada görgücül yöntemler işlemez, burada ancak teorik düşünce yardımcı olabilir.
[19*] Teorik düşünce ise, ancak doğal yetenekle ilgili bir niteliktir. Bu doğal yeteneğin geliştirilmesi, iyileştirilmesi zorunludur. Böyle bir iyileştirme için bundan önceki felsefeyi incelemekten başka araç henüz bulunamamıştır.
Teorik düşünce, her çağda ve dolayısıyla çağımızda da, çeşitli dönemlerde çok değişik biçim ve bununla birlikte çok değişik bir içerik kazanan tarihsel bir üründür. Bundan dolayı, düşünce bilimi, bütün ötekiler
[sayfa 62] gibi tarihsel bir bilim, insan düşüncesinin tarihsel gelişiminin bilimidir. Bu, düşüncenin görgücül alanlara pratik uygulaması için de önemlidir. Çünkü, önce düşünce yasaları teorisi, darkafalı nedenlemenin mantık sözcüğü ile tasarladığı gibi, yalnız bir kez ve herkes için ortaya konmuş "ölümsüz bir doğru" değildir. Formel mantığın kendisi de, Aristoteles'ten bugüne kadar şiddetli tartışmaların alanı olmuştur. Diyalektik de, şimdiye kadar, ancak iki düşünür, Aristoteles ile Hegel tarafından oldukça geniş biçimde incelenmiştir. Oysa asıl diyalektik, bugünkü doğabilim için en önemli düşünme biçimidir, çünkü ancak o, doğada ortaya çıkan evrim süreçleri, genel olarak içbağıntılar ve bir araştırma alanından ötekine geçiş için benzeşimler ve bununla birlikte açıklama yöntemleri verir.
İkincisi de, teorik doğabilimin kendisi tarafından ileri sürülen teorilerin bir ölçüsünü sağladığı nedenlerden de ötürü, bu bilim, insan düşüncesinin evriminin tarihsel akışı, değişik dönemlerde ileri sürülen dış dünya ile ilgili genel içbağlantılar konusundaki görüşlerin bilinmesini gerekli kılar. Ama felsefenin tarihini tanıma eksikliği, burada, sık sık ve açık şekilde görülür. Yüzyıllar önce felsefede kullanılan, defalarca felsefe tarafından terkedilmiş önermeler, teori koyan doğabilimciler tarafından yepyeni bir hikmet diye sık sık ileri sürülür ve hatta bir süre moda olurlar. Isının mekanik teorisinin enerjinin sakinimi yasasını yeni kanıtlarla desteklemesi ve yeniden önplana çıkarması, onun için, kuşkusuz büyük bir başarıdır. Ama değerli fizikçiler, bunun Descartes tarafından ortaya konduğunu anımsamış olsalardı, bu yasa tamamen yeni bir şey olarak ileri sürülebilir miydi? Fizik ile kimya hemen yalnızca moleküller ve atomlarla yeniden uğraşmaya başladığından ötürü, eski Yunan atomcu felsefesi zorunlu olarak
[sayfa 63] tekrar önplana çıkmıştır. Ama en iyi doğabilimciler tarafından bile ne kadar yüzeysel biçimde ele almıyor! Örneğin Kekule, bize,
(Ziele und Leistungen der Chemie), bunun kökünün Leukippos yerine Demokritos'a dayandığını söylüyor; nitelik bakımından çeşitli elementer atomların varlığını ilk kabul edenin ve bunların değişik elementlerin değişik ağırlık özellikleri olduğunu ilk düşünenin Dalton olduğunu ileri sürüyor.
[29] Oysa herkes Diogenes Laertius'da (X, I, §§ 43-44 ve 61), Epikuros'un, atomların, yalnızca büyüklük ve biçim bakımından değil, aynı zamanda,
ağırlık[20*] bakımından da farklı olduğunu düşündüğünü, yani kendine göre atom ağırlığını ve hacmini bildiğini okuyabilir.
Almanya'da başka hiç bir şeyi sonuca ulaştırmamış olan 1848 yılı, yalnız felsefe alanında tam bir devrim başardı. Ulus, pratik alana kendini bırakarak, kimi yerde büyük sanayiin ve dolandırıcılığın temellerini atarak, kimi yerde o zamandan bu yana Almanya'da doğabilimin sağladığı, Vogt, Büchner vb. gibi karikatür taslağı gezgin vaizler tarafından başlatılan büyük bir ilerlemeyi gerçekleştirerek, Berlin'in eski hegelciliğinin kumlarında kendini yitirmiş klasik Alman felsefesine kesinlikle sırtını çevirdi. Berlin'in eski hegelciliği, bunu fazlasıyla haketmişti. Oysa, bilimin doruğuna tırmanmak isteyen bir ulus, teorik düşünce olmaksızın bir şey yapamaz. Yalnızca hegelcilik değil, diyalektik de fırlatılıp atıldı, —ve doğa süreçlerinin diyalektik niteliğinin düşünce üzerine dayanılmaz bir güçle kendini zorla kabul ettirdiği, doğabilimin teori dağı ile anlaşılmasında ancak diyalektiğin yardımcı olabileceği bir anda—, böylece, çaresizlik içinde, tekrar eski metafiziğe gömülme oldu. O günden bu yana, halk arasında,
[sayfa 64] bir yandan Schopenhauer'ın darkafalılara uygun düşen yüzeysel düşünceleri ve sonra da hatta Hartmann'ın bu türlü düşünceleri öne geçti; öte yandan ise, bir Vogt'un ve bir Büchner'in kaba, gezgin, vaiz-materyalizmi üstünlük kazandı. Üniversitelerde seçmeciliğin en farklı biçimleri birbiriyle yarıştı; bunların tek ortak yanı, eski felsefelerin bir sürü artıklarından meydana gelmiş olma benzerliğiydi ve hepsi de aynı ölçüde metafizikseldi. Klasik felsefenin kalıntılarından, kendini, ancak, yalnızca bir tür yeni-kantçılık kurtardı; bunun son sözü, muhafaza edilmeyi en az haketmiş bir miktar Kant, yani hiç bir zaman bilinemez olan kendinde-şey idi. Varılan sonuç, teorik düşüncenin şimdi egemen olan tutarsızlığı ve karışıklığı oldu.
Doğabilimcilerin, bu tutarsızlığın ve karışıklığın ne kadar çok etkisi altında kaldıklarını, şimdi geçerli olan sözde felsefenin, onlara hiç bir çıkar yol göstermediği izlenimini vermeyen teorik bir doğabilimi kitabı bulmak zordur. Gerçekten de, bu konuda açıklığa kavuşmak için, şu ya da bu şekilde metafizikten, diyalektik düşünceye dönüşten başka bir olanak, bir çıkar yol yoktur.
Bu dönüş, çeşitli yollardan olabilir. Metafiziğin eski Prokrustes yatağına
[21*] sürüklenmeye artık daha fazla izin vermeyen doğabilime ait keşiflerin sert gücü dolayısıyla, kendiliğinden gerçekleşebilir. Ama bu, bir sürü gereksiz sürtüşmelerin aşılmasını gerektiren, uzun, ve güçlüklerle dolu bir süreçtir. Şu anda bu süreç, özellikle biyolojide, büyük ölçüde sürüp gitmektedir. Eğer doğabilimleri alanındaki teorisyenler, var olan tarihsel biçimleri içinde diyalektik felsefe ile daha yakından tanışıklık sağlarlarsa, süreç çok kısaltılabilir. Sözkonusu
[sayfa 65] biçimler arasında özellikle iki tanesi, modern doğabilimi için çok verimli olabilir.
Bunlardan birincisi, Yunan felsefesidir. Burada, diyalektik düşünce, hâlâ doğal yalınlığı içinde görünmektedir, hâlâ 17. ve 18. yüzyıl metafiziğinin —İngiltere'de Bacon ve Locke, Almanya'da Wolff— kendi önüne koyduğu tatlı engellerle
[30] bozulmamış, ve bu yüzden parçanın anlaşılmasından bütünün anlaşılmasına, şeylerin genel içbağıntısının kavranmasına geçiş engellenmiştir. Yunanlılarda doğa —henüz doğayı parçalara ayıracak, tahlil edecek kadar ilerlemedikleri için— bir bütün olarak, genel hâlde görünür. Doğa görüngülerinin evrensel bağıntısı, özellikleriyle tanıtlanmaz; Yunanlılar için bu, dolaysız görü sonucudur. Yunan felsefesinin yetersizliği buradadır, bu yüzden, bu felsefe, sonradan dünya konusundaki öteki görüş tarzlarına boyun eğmek zorunda kalmıştır. Ama daha sonraki bütün metafizik karşıtları karşısındaki üstünlüğü de buradadır. Metafizik, Yunanlılar karşısında ayrıntılarda haklı ise; Yunanlılar da, metafizik karşısında genel olarak haklıdırlar. İnsanlığın gelişme tarihinde başka hiç bir halkın erişemediği yeri, evrensel yeteneği ve çalışması ile sağlayan küçük bir halkın başarılarına, başka birçok alanlarda olduğu gibi felsefede de ikide bir başvurmak zorunda oluşumuzun nedenlerinden ilki budur, ama öteki neden de, daha sonraki hemen bütün dünya görüş tarzlarının, Yunan felsefesinin çok sayıda biçimleri içinde tohum olarak, oluş halinde bulunmasıdır. Bundan ötürü teorik doğabilimi de, bugünkü genel yasalarının kaynağının ve gelişmesinin tarihini izlemek istiyorsa, Yunanlılara dönmek zorundadır. Bu anlayış, giderek yerleşmektedir. Kendileri, Yunan felsefesinin parçalarını, örneğin atomculuğu, ölümsüz gerçekler olarak ele aldıkları halde, Yunanlılara,
[sayfa 66] görgücül doğabilimleri yok diye, Bacon kibirliliğiyle yukardan bakan doğabilimcilerin sayısı, giderek azalmaktadır. Yunan felsefesi ile gerçek bir tanışıklığa doğru ilerlenmesi, sırf bu anlayış için arzulanır bir şey olurdu.
Alman doğacılarına en yakın olan ikinci diyalektik biçimi, Kant'tan Hegel'e kadar olan klasik Alman felsefesidir. Bu alanda, yukarda değinilen yeni-kantçılıktan da ayrı olarak Kant'a dönmenin yeniden moda oluşuyla yeni bir başlangıç zaten yapılmış bulunmaktadır. Bugün, teorik doğabilimin onlar olmaksızın hiç bir ilerleme gösteremeyeceği iki parlak varsayımın —güneş sisteminin meydana gelişine değgin ve eskiden Laplace'a maledilen teori ile, gel-gitin dünyanın dönüşünü engellediği teorisi— yazarının Kant olduğunun keşfedilmesinden bu yana, Kant, doğabilimciler katında hakettiği saygınlığı yeniden kazandı. Ama tamamen yanlış bir çıkış noktasından gelişmiş olsa bile,
Hegel'in yapıtlarında, diyalektiğin geniş bir özeti bulunduğuna göre, Kant'ın yapıtlarından diyalektiği öğrenmek, gereksiz çabalar İsteyen ve pek az yarar getiren bir iştir.
Bir yandan, "doğa felsefesine" karşı ortaya çıkan Berlin hegelciliğinin yanlış çıkış noktası ve onanmaz yozlaşması yüzünden geniş ölçüde haklılık kazanan tepki genişlemeye başladıktan ve salt sövme biçimine döndükten; öte yandan, doğabilimi teorik gereksinmeleri ile ilgili olarak yaygın bir seçmeci metafizik tarafından açıkça yüzüstü bırakıldıktan sonra, Bay Dühring'in keyifle oynadığı St. Vitus dansına meydan vermeksizin, Hegel'in adını doğabilimcilerin önünde bir kez daha anmak belki mümkün olacaktır.
Her şeyden önce burada Hegel'in, ruhun, zihnin, düşüncenin birincil olduğu, gerçek dünyanın ancak düşüncenin kopyası sayılacağı yollu çıkış noktasını
[sayfa 67] savunma sözkonusu değildir. Feuerbach bile bundan vazgeçmişti. Bilimin her alanında, tarih biliminde olduğu gibi doğabiliminde de, var olan
olgulardan, doğabilimde bu yüzden çeşitli maddî biçimlerden ve maddenin çeşitli hareket biçimlerinden ilerlemesi gerektiği;
[22*] o halde teorik doğabiliminde de içbağıntıların gerçekler içinde inşa edilmeyip, onların içersinde keşfedilmesi gerektiği, keşfedilince de mümkün olduğu kadar deneylerle doğrulanması gerektiği noktalarında aynı düşüncedeyiz.
Bunun kadar, Berlin hegelciliğinin eski ve yeni çizgisinin istediği gibi, Hegel sisteminin dogmatik içeriğini ayakta tutmak da pek sözkonusu olamaz. İdealist çıkış noktasının yıkılışı ile birlikte onun üzerine kurulmuş olan sistem de, yani özellikle Hegel'in doğa felsefesi de yıkılıyor. Ama doğabilimcilerin Hegel'e karşı açtıkları polemik, onu doğru olarak anlayabildikleri ölçüde, yalnız bu iki noktaya: idealist çıkış noktasına ve sistemin olgulara meydan okuyan keyfî yapısına yönelmiştir.
Bütün bunlar hesaba katıldıktan sonra, geriye, Hegel diyalektiği kalıyor. Marx, "bugünün Almanya'sında bol bol konuşan" "tatsız, saldırgan ve orta-kırat mukallitler takımı"
[31] karşısında, unutulmuş diyalektik yöntemi, onun Hegel diyalektiği ile bağıntısını ve ondan ayrı yanlarını herkesten önce gene ortaya koymak, aynı zamanda
Kapital'de, bu yöntemi bir görgücül bilimin, ekonomi politiğin gerçeklerine uygulamak yoluyla büyük hizmette bulunmuştur. Bunu öylesine başarılı yapmıştır ki, kültürlü Almanya'da bile, yeni ekonomik okul
[sayfa 68] ancak bu yoldan, kaba serbest ticaret sisteminin üstüne çıkıyor, Marx'ı eleştirme özürü arkasında, onu (çoğunlukla yanlış olarak) kopya ediyor.
Hegel'in diyalektiğinde, sisteminin bütün öteki dallarında olduğu gibi, gerçek içbağıntıların hepsinin aynı ters çevrilmesi egemendir. Oysa, Marx'ın dediği gibi: "Diyalektiğin Hegel'in elinde büründüğü mistisizm, diyalektiğin genel işleyiş biçimini, kapsamlı ve bilinçli bir biçimde ilkönce onun ortaya koymuş olduğu gerçeğini, hiç bir şekilde, gölgeleyemez. Hegel'de diyalektik başaşağı durur. Mistik kabuk içinde rasyonel özü bulmak için, onun tersine çevrilmesi, ayakları üstünde durdurulması gerekir."
[32] Ama doğabilimde de, gerçek ilişkinin başaşağı durduğu teorilere yeteri kadar çok sayıda raslarız. Bunlarda da, ilk şekil olarak yansıma alınmıştır. Bunların da tersyüz edilmeleri gereklidir. Böyle teoriler, çoğunlukla oldukça uzun süre egemendirler. Isı, basit maddenin bir hareket biçimi yerine, iki yüzyıla yakın zaman özel gizemli bir töz diye kabul edilirken durum bunun aynıydı, ısının mekanik teorisi, onun tersyüz edilmesini sağladı. Bununla birlikte, kalori teorisinin egemen olduğu fizik, ısının son derece önemli bir dizi yasalarını keşfetti; özellikle Fourier ve Sadi Carnot
[33] ile önceli tarafından keşfedilmiş yasaları şimdi doğru yanından almak, onları fiziğin kendi diline çevirmek için gerekli anlayışa giden yol açılmış oldu.
[23*]
Aynı şekilde, kimyada simyacıların yanmanın esası olarak kabul ettikleri uçucu madde ile ilgili (filojistik) teori, yüzlerce yıllık deneysel çalışma ile, ilk kez malzeme sağlamış oldu, ki bunun yardımıyla Lavoisier, Priestley'in elde ettiği oksijende, simyacıların
[sayfa 69] yanmanın esası olarak kabul ettikleri hayalî uçucu maddenin gerçek karşıtını bulmayı başardı ve böylece simyacıların yanmanın esası olarak kabul ettikleri uçucu madde ile ilgili teoriyi tümüyle alaşağı edebildi. Ama bununla, filojistiğin deney sonuçlan tamamen ortadan kaldırılmadı. Durum tersine oldu. Kendileri kaldılar, yalnızca formülasyonları değişti, filojistik dilden şimdi geçerli olan kimyasal dile çevrildi ve böylece geçerliklerini korudular.
Hegel diyalektiğinin rasyonel diyalektikle olan ilişkisi, kalori teorisinin ısının mekanik teorisine ilişkisi ve filojistik teorinin Lavoisier'nin teorisine olan ilişkisi gibidir.
[sayfa 70]
Dipnotlar
[19*] Elyazmasında bu tümce ve önceki tümce kurşun kalemle çizilmiştir, ama herhalde Engels tarafından değil. -Ed.
[20*] Bkz: bu kitabın 242-243. sayfaları. -Ed.
[21*] Yunan mitolojisinde, boylarını yatağa uydurmak için konuklarının kol ve bacaklarını çekip uzatan ya da kesip kısaltan dev. -ç.
[22*] Metnin burasında önceden bir nokta vardı ve noktadan sonra, Engels'in sonradan çizdiği şöyle bir yarım tümce başlıyordu: "Biz sosyalist materyalistler, bu konuda, doğabilimcilerden de çok ilerilere giderek..." -Ed.
[23*] Carnot'nun C fonksiyonu aynen şöyle çevrilir l/C = mutlak sıcaklık. Bu çevrilme olmazsa, fonksiyon bir işe yaramaz. [
Engels'in notu.]
Açıklayıcı Notlar
[25] İkinci dosyanın içindekiler listesinde bu makalenin başlığı böyle. Buraya,
Doğanın Diyalektiği için toplanan doküman gruplandırılırken Engels tarafından konmuştu. Makalenin asıl elyazmasmda başlık olarak yalnız "Önsöz" sözcüğü var, ama birinci sayfanın sağ üst köşesine not olarak parantez içinde "Dühring, Bilimde Devrim" eklemesi yapılmış. Makale 1878'in Mayısında ya da Haziranın başlarında [
Anti]-
Dühring'in birinci baskısına önsöz olarak yazılmıştı. Ama Engels bu uzun önsözün yerine kısasını koymaya karar verdi.
Yeni önsözün tarihi 11 Haziran 1878. İçeriği "Eski Ön-söz"ün çizilmiş sayfaları ile aslında "Eski Önsöz"de eksik olan son paragraf hariç, hemen hemen aynı. -59.
[26] 10 Mayıs 1876'da Filadelfiya'da açılan Altıncı Dünya Sanayi Sergisi, Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşunun yüzüncü yılına adanmıştı. Almanya, sergide temsil edilen kırk ülke arasındaydı. Ama Berlin Sanayi Akademisi Müdürü Profesör F. Reuleaux, Alman hakemler komitesi başkanlığına Alman hükümeti tarafından atanmış Alman sanayiinin öteki ülkelerin çok gerisinde olduğunu, "ucuz ama çürük" parolasını benimsediğini itiraf etmişti. Onun bu açıklaması birçok yorumlara neden oldu.
Volksstaat bu skandalla ilgili olarak Temmuz ve Eylül ayları arasında bir dizi makale yayınladı. -61.
[27] Tageblatt der 50. Versammlung deutscher Naturforscher und Aerzte in München 1877, Ek, s. 18. -61.
[28] Engels, Virchow'un Münih'te toplanan 50. Alman Doğa Bilginleri ve Fizikçileri Kongresinde söylediklerini kastediyor, 22 Eylül 1877. Bkz: R. Virchow,
Die Freiheit der Wissenschaft im modernen Staat, Berlin 1877, s. 13. -61.
[29] A. Kekulé,
Die wissenschaftlichen Ziele und Leistungen der Chemie, Bonn 1878, s. 13-15. -64.
[30] Holde Hindernisse (hoş engeller), Heine'nin
Neuer Früh-ling, "Prolog" yazısından bir deyim. -66.
[31] Karl Marks,
Kapital, Birinci Cilt, Sol Yayınları, Ankara 1978, s. 27. -68.
[32] Karl Marks,
Kapital, Birinci Cilt, s. 28. -69.
[33] Engels, matematikçi Jean Baptiste Joseph Fourier'yi,
Théorie analytique de la chaleur ("Isının Analitik Teorisi"), Paris 1822, yapıtının yazarını ve S. Carnot'yu,
Réflexions sur la puissance motrice du feu et sur les machines propres â développer cette puissance ("Ateşin İtici Gücü ve Bu Gücü Meydana Getirebilen Makineler Üzerine Düşünceler"), Paris 1824, kastediyor. Engels'in değindiği C fonksiyonu daha sonra Carnot'nun kitabının 73-79. sayfaları ile ilgili bir notta da geçiyor. -69.