Karl Marks
Artı-Değer Teorileri
Birinci Kitap


Karl Marks’ın Theorien über den Mehrwert (1862-63) adlı yapıtının birinci kitabını, İngilizcesinden (Theories of Surplus Value, part 1, Lawrence and Wishart, London 1969, Translated by Emile Burns, Edited by S. Ryazanskaya) dilimize çevrildi ve kitap, Fransızcasıyla (Théories sur la plus-value, tome 1, Editions Sociales, Paris 1974, Publiées sous la responsibilité de Gilbert Badia) karşılaştırıldıktan sonra Artı-Değer Teorileri, Birinci Kitap adı ile, Sol Yayınları tarafından, Kasım 1998 tarihinde, Ankara’da yayınlanmıştır.

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta:
Kurtuluş-Cephesi Dergisi

Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında: Artı-Değer Teorileri / Birinci Kitap (3.131 KB)








[ÜÇÜNCÜ BÖLÜM]
ADAM SMITH





[1. Adam Smith’in İki Farklı Değer Tanımı; Değerin, Bir Metanın
İçerdiği Harcanmış Emek Miktarıyla Belirlenmesi ve Bu Meta
Karşılığında Satın Alınabilen Canlı Emek Miktarıyla Belirlenmesi]


      Worth speaking of [üzerinde durulmaya değer] tüm öteki ekonomistler gibi Adam Smith de average [ortalama] ücret kavramını fizyokratlardan almıştır; ortalama ücreti prix naturel du salaire [ücretin doğal fiyatı] olarak adlandırır.       “Kişi her zaman çalışarak yaşamalıdır; ve ücreti en azından, onu yaşatacak yeterlikte olmalıdır. Hatta çoğu durumda, ücret bundan bir miktar daha yüksek olmalıdır; çünkü aksi halde onun bir aile kurması olanaksızlaşır ve işçilerin soyu ilk kuşaktan sonra sürememez .” [Adam Smith, Wealth of Nations [Ulusların Zenginliği], Oxford University Press, Londra 1928, c. I, s. 75, Garnier] c. I, kitap I, bölüm VIII, s. 1361)       Adam Smith, emeğin üretken gücünün gelişmesinden işçinin [sayfa 62] kendisinin yarar sağlamadığını açıkça belirtiyor. Diyor ki (kitap I, bölüm VII, [An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations], editör McCulloch, Londra 1828):       “Emeğin ürünü, emek ücretinin doğal karşılığını oluşturur. Toprağa el konmasına ve sermaye birikimine öngelen, şeylerin ilk durumunda, emeğin tüm ürünü emekçiye aittir. Bunu paylaşacağı ne toprak sahibi, ne efendi vardır. Bu durum sürseydi, emeğin üretken gücünde, işbölümü sonucu ortaya çıkan tüm gelişmeler, emek ücretini artırırdı. Her şey yavaş yavaş daha ucuzlayabilirdi.”       (Her durumda, ali those things requiring a smaller quantity of labour for their reproduction, but they “would” not only have become cheaper; they have, in point of fact, become cheaper [yeniden-üretimi için daha az miktarda emek gerektiren şeyler yalnızca ucuzlaya”bilir” değil, gerçekte ucuzlardı].)       “Daha az miktarda bir emekle üretilebilirlerdi; ve eşit miktar emekle üretilen metalar, bu durumda, birbiriyle doğal olarak değişileceği için, aynı biçimde daha az ürün miktarıyla ||244| satın alınabilirlerdi, [...] Ama, emekçinin kendi emek ürününün tümünü elde ettiği bu şeylerin ilk durumu, toprağın ilk kez sahiplenilişinin ve ilk sermaye birikiminin ötesinde süremezdi. Bu nedenledir ki, şeylerin bu ilk durumu, emeğin üretkenlik gücünde en dikkate değer gelişmelerin sağlanmasından çok önce sona ermişti; ve emek ürünlerinin emek ücretini karşılayışı üzerinde üretkenlikteki bu gelişmelerin ne tür etkileri olacağını geriye doğru izlemenin de artık herhangi bir yararı yoktu.” (c. I, s. 107-109.)       İşte burada Adam Smith, aslında emeğin üretken gücündeki gerçekten büyük gelişmenin, emek, ancak ücretli-emeğe dönüştürüldüğü zaman başladığını ve emek koşullarının, bir yandan toprak olarak, öte yandan sermaye olarak, emekle karşı karşıya geldiğini kesin biçimde belirtiyor. Demek ki, emeğin üretkenlik gücünün gelişmesi ancak, emekçinin emeğinin ürünlerini artık sahiplenemediği koşullarda başlayabiliyor. Öyleyse emek ürününün (ya da bu ürünün değerinin) emekçinin kendisine ait olduğu varsayılarak, burada emek ürününe eşit kabul edilen “wages”i [“ücretler”i], bu üretkenlik gücü artışının nasıl etkilemiş olacağını, ya da etkileyebilecek olduğunu araştırmanın yararı kalmıyor.
      Anlaşılan, Adam Smith’e bol bol fizyokrat kavram bulaşmıştır; fizyokratlara ait görüşler onun yapıtında çoğu zaman bütün bölümü kaplar ve bu görüşler, özellikle kendisinin ileri sürdüğü düşüncelerle de tam bir karşıtlık içindedir. Örneğin toprak rantı teorisinde vb. böyledir. Buradaki amacımız açısından bu görüşleri tümüyle görmezden gelebiliriz; çünkü bu görüşler onu yansıtmaz ve bu görümlerinde o yalnızca bir fizyokrattır.[24] [sayfa 63]
      Bu çalışmanın ilk kısmında, metanın çözümlenişi üzerinde dururken, Adam Smith’in değişim-değerinin belirlenişine yaklaşımındaki tutarsızlığını göstermiştim.[25] Metaların değerinin, üretimleri için gereken emek miktarıyla belirlenişi ile değerin, metaları satın alabilecek canlı emek miktarıyla belirlenişini ya da –aynı kapıya çıkan bir ifadeyle– belirli bir miktar canlı emek satın alabilecek meta miktarıyla belirlenişini birbirine karıştırdığını ya da birini ötekinin yerine koyduğunu özellikle göstermiştim. Burada, o, emeğin değişim-değerini, metaların değerinin ölçüsü haline getiriyor. Gerçekte ücreti ölçü yapıyor; çünkü ücret, belli bir miktar canlı emekle satın alınan meta miktarına ya da belli bir miktar meta ile satın almabilecek emek miktarına eşittir. Emeğin, ya da daha doğrusu emek-gücünün değeri, başka herhangi bir meta gibi değişir ve öteki metaların değerinden hiçbir özgül farklılık sunmaz. Burada değerden değer ölçüsü yapılıyor ve değerin açıklanışının temeli oluyor — yani bir cercle vicieux [kısır döngü].
      Ancak aşağıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, bu yalpalama ve birbiriyle mutlak olarak benzeşmez olan bu değer belirleyicilerini birbirine karıştırması, Smith’in, artı-değerin kaynağını ve doğasını araştırmasını etkilememektedir; çünkü gerçekte, bu sorunu ne zaman ele alsa, bilincinde bile olmadan, metaların değişim-değerinin doğru belirlenişine –yani onlar için harcanan emek miktarıyla ya da emek-zamanı miktarıyla belirlenişine– sıkı sıkıya bağlı kalmaktadır. |244||
      ||VII-283a| (Çalışması boyunca, gerçek olguları açıklarken Smith’in sık sık, üründe içerilen emek miktarını değer olarak ve değerin belirleyeni olarak ele aldığını göstermek için birçok örnek verilebilir. Bu örneklerin bir kısmını Ricardo aktarmıştır.[26] işbölümünün ve makinelerin iyileştirilmesinin metaların fiyatı üzerindeki etkisine ilişkin öğretisinin bütünü, bu temele dayanır. Burada yalnızca bir parçayı aktarmak yetecektir. Bölüm XI, kitap I’de Adam Smith, kendi zamanında birçok mamul ürünün, daha önceki yüzyıllara göre ucuzlayışmdan söz eder ve şu sonuca varır:       “Malları pazara getirmek, daha fazla miktarda emeğe ||283b| maloluyordu. Dolayısıyla oraya getirildikleri zaman, emeğin daha yüksek bir miktarının fiyattan satın alınmaları ya da değişilmeleri gerekiyordu.” ([Wealth of Nations, OUP baskısı, c. I, s. 284], [Garnier] c. II, s. 156).) |VII-283b]       ||VI-245| Ne var ki, ikinci olarak, Adam Smith’teki bu çelişki ve bir açıklama tarzından başka bir açıklama tarzına geçişi, daha derindeki bir başka nedene dayanır; bu çelişkiyi ortaya koyan Ricardo, bu nedeni görememiş ya da gereği gibi değeriendirememişttir; [sayfa 64] o yüzden de çözememiştir. Varsayalım ki, butun işçiler meta üreticisidirler; metalarını yalnızca üretmekle kalmazlar, satarlar da. Bu metaların değeri, içerdikleri, gerekli emek-zamanıyla belirlenir. Öyleyse, eğer metalar değerlerine satılırsa, işçi oniki saatlik emek-zamanının ürünü olan bir meta ile bir başka meta biçiminde oniki saatlik bir emek-zamanını, yani bir başka kullanım-değerinde gerçekleştirilen oniki saatlik emek-zamanını satın alır. Emeğinin değeri, demek ki, onun metasının değerine, yani oniki saatlik emek-zamanının ürününe eşittir. Satış ve yeniden satın alış, kısaca tüm değişim süreci, metanın başkalaşımı, bu durumda hiçbir şeyi değiştirmez; yalnızca içinde oniki saatlik emeğin yeraldığı kullanım-değerinin biçimini değiştirir. Emeğin değeri, demek ki, emek ürününün değerine eşittir. Her şeyden önce metalarda maddeleşmiş emeğin eşit miktarları değişilmiştir — değerleri üzerinden değişildikleri ölçüde. Ancak ikinci olarak, belli bir miktar canlı emek, eşit miktarda maddeleşmiş emekle değişilmektedir; çünkü birincisi, canlı emek emekçinin sahibi olduğu bir üründe, bir metada maddeleşmiştir ve ikincisi, bu meta, eşit miktarda emek içeren bir başka meta ile değişilmiştir. Bu çerçevede, gerçekte, belli miktarda canlı emek, aynı miktarda maddeleşmiş emekle değişilmiş olmaktadır.
      Şu halde, yalnızca maddeleşmiş eşit emek-zamanını temsil eden bir meta, oransal olarak denk bir metayla değişilmekle kalmamaktadır; bir miktar canlı emek, aynı miktarda maddeleşmiş emeği temsil eden bir meta ile değişilmektedir.
      Bu varsayımda emeğin değeri (belli miktar emekle satın alınabilecek miktarda metalar ya da belli miktardaki [metalarla] satın alınabilecek emek miktarı) bir metanın değerinin ölçüsü olarak hizmet görebileceği gibi, o metanın içerdiği emek miktarı olarak da hizmet görebilir; çünkü emeğin değeri, her zaman, bir metanın üretimi için gerekli olan canlı emek miktarı kadar maddeleşmiş emeği temsil eder; başka deyişle, her zaman, belli bir miktarda canlı emek-zamanı, ona eşit miktarda maddeleşmiş emeği temsil eden miktardaki metalara kumanda eder. Ama maddi emek koşullarına, bir ya da birçok sınıfın sahip olduğu, buna karşılık bir başka sınıfın, işçi sınıfının emek-gücünden başka hiçbir şeye sahip olmadığı tüm üretim tarzlarında –ve özellikle kapitalist üretim tarzında–, olan şey bunun tersidir. Emek ürünü ya da emek ürününün değeri işçiye ait değildir. Belirli bir miktarda canlı emek aynı miktarda maddeleşmiş emeğe kumanda etmez, ya da bir metada maddeleşmiş belirli bir miktarda emek, metanın kendisinde içerilenden daha fazla canlı emeğe kumanda eder. [sayfa 65]
      Adam Smith çok doğru olarak, metaları ve metaların değişimini başlangıç noktası olarak almıştır; böylece üreticiler birbirleriyle ilkin yalnızca metaların sahipleri kimliğiyle, meta satıcıları ve meta alıcıları kimliğiyle karşı karşıya gelmişlerdir; bunun için, sermaye ile ücretli-emek arasında, ||246| maddeleşmiş emek ile canlı emek arasında değişimde, Adam Smith genel yasanın o anda (görünüşe göre) artık geçerliğinin sona erdiğini ve metaların (çünkü alınıp satıldığı sürece emek de bir metadır) temsil ettikleri emek miktarlarıyla oranlı olarak değişilmekten çıktığını keşfetmiştir. Buradan emek koşullarının, toprak ve sermaye biçiminde, ücretli-emekçiyle karşı karşıya geldiği andan itibaren, emek-zamanının, metaların değişim-değerini düzenleyen içsel bir ölçü olmaktan artık çıktığı sonucuna varır. Oysa, Ricardo’nun haklı olarak imlediği gibi, tam tersine, karşıt sonuca varması gerekirdi; “emek miktarı” ve “emek değeri” ifadelerinin artık o andan itibaren özdeş olmadığı ve bu nedenle metaların göreli değerinin, her ne kadar içerdikleri emek-zamanı ile belirleniyorlarsa da, artık emeğin değeri tarafından belirlenmediği, çünkü bunun, ancak emek değeri, emek miktarıyla özdeş kaldığı sürece doğru olduğu sonucuna varması gerekirdi. İlerde Malthus’u incelerken[27] –emekçi kendi ürününün, yani kendi ürününün değerinin sahibi olduğu zaman bile– bu değeri ya da emeğin değerini, tıpkı emek-zamanını ya da emeğin kendisini, değerin ya da değer yaratan öğenin ölçüsü olarak alma anlamında değerin ölçüsü yapmanın ne kadar yanlış ve saçma olacağını gösterebiliriz. Çünkü o durumda bile, bir meta ile satın alınabilecek olan emek, bu metada içerilen emeğin [görmesiyle -ç.] aynı anlamda, bir ölçü işlevi göremez. Birincisi, ikincisi için yalnızca bir gösterge olabilir.
      Her ne ise, Adam Smith, sermaye ile ücretli emek arasındaki değişimi, metaların değişimini belirleyen yasadan çıkarmakta sıkıntı çekiyor; çünkü sermaye ile emek arasındaki değişim, apaçık ortada ki, tam da bu yasanın karşıtı olan ve onunla çelişen ilkelere dayanıyor. Ve gerçekten de, sermaye emek-gücünün karşısına değil de doğrudan emeğin karşısına konduğu sürece, çelişkinin çözülebilmesi olanaksızdır. Adam Smith, emek-gücünün yeniden-üretilmesi ve sürdürülmesi için harcanan emek zamanının, onun [yani emek-gücünün] ortaya koyabileceği emekten çok farklı olduğunun pekala bilincinde. Cantillon’un Essai sur la nature de commerce’inden [Ticaretin Doğası Üzerine Deneme’den] alıntı yapan kendisi:       “Gücü-kuvveti yerinde bir kölenin emeği, diye ekliyor aynı yazar, yapılan hesaplara göre onun beslenmesinden bir kat daha fazla [sayfa 66] değerdedir; en verimsiz emeği de gücü-kuvveti yerinde bir köleninkinden daha az değerde olamaz, diye düşünüyor,” ([Wealth of Nations, OUP baskısı c. I, s. 75], [Garnier] c. II, s. 137).       Öte yandan, ortaya attığı itirazın, metaların birbiriyle değişimini belirleyen yasayla pek bir ilişiği olmadığını, Adam Smith’in kavrayamaması çok garip. Üretici A ya da B’nin, A ve B ürünlerini, daha doğrusu bu ürünlerin değerini kendi aralarında bölüşme oranları, A ve B metalarının, içerdikleri emek-zamanının oranına göre değişilmelerini asla etkilemez. Eğer A’nm bir parçası toprak sahibine, bir başka parçası kapitaliste ve bir üçüncü parçası emekçiye gidiyorsa, her birinin payı ne olursa olsun, bu durum, A’nm kendisinin, B ile değerine göre değişildiği olgusunu etkilemez.
      A ve B metalarının içerdiği emek-zamanları arasındaki ilişki, A ve B’nin içerdiği emek-zamanlarınm değişik kişilerce nasıl sahiplenildiğini hiçbir biçimde etkilemez. “Pamuklu ile keten bezi değişildiği zaman, pamuklunun üreticileri, daha önce paylaştıkları orana eşit bir oranda pay sahibi olacaklardır. ([Karl Marx], Misère de la philosophie, [Felsefenin Sefaleti] s. 29)[28]. Adam Smith’e karşı, ||247| daha sonra rikardocuların haklı olarak ileri sürdükleri kanıtlama da budur. Dolayısıyla maltusçu John Cazenove şöyle der:       “... Birbiriyle değişim ve bölüşüm birbirinden farklı. ...2 Birini etkileyen koşullar ikinciyi her zaman etkilemeyebilir. Söz gelişi, herhangi belli bir metanın üretim maliyetindeki azalma, tüm başka metalarla ilişkisini değiştirecektir, ama bu metanın bölüşümünü mutlaka değiştirmesi gerekmeyecektir, ya ela ötekilerin bölüşümünü hiçbir biçimde değiştirmeyecektir. Bunun gibi, metaların değerinde tümünü aynı biçimde etkileyen genel bir azalma, onların birbiriyle ilişkisini değiştirmeyecektir. Bölüşümünü etkileyebilir de etkilemeyebilir de.” (John Cazenove: Malthus’un Definitions in Political Economy [Ekonomi Politikte Tanımlar], adlı yapıtını kendi edisyonu olarak yayınlarken yazdığı önsöz. Londra, 1853. [s. VI]).       Ancak, ürünün değerinin kapitalist ile ûşçi arasında “bölüşümü”nün kendisi, metalar –metalar ve emek-gücü– arasındaki değişime dayandığı için, Adam Smith haklı olarak şaşırmıştır. Emeğin değerini ya da bir metanın (ya da paranın) satın alabileceği emeği, değerin ölçüsü olarak kabul etmesi, iş, fiyat teorisine geldiği zaman, Smith’in kanıtlarını altüst eder; kâr oranı üzerinde rekabetin etkisini vb. göstermesinde de böyledir; yapıtının tüm bütünlüğünü bozar ve hatta bazı temel sorunları araştırma dışı bırakmasına neden olur. Ancak, yakında göreceğimiz gibi, bu, onun genel olarak artı-değeri sunuşunu etkilememiştir; çünkü bu noktada o, hiç [sayfa 67] şaşmaksızın, değerin farklı metalardaki harcanmış emek-zamanı ile belirlendiği gerçeğine bağlı kalmıştır.
      Öyleyse şimdi, onun bu soruyu ele alışına gelelim.
      Ama önce bir başka durumu da anmamız gerek. Adam Smith, birçok farklı noktayı birbirine karıştırıyor. Önce kitap I, bölüm V’te şöyle diyor:       “Her insan zorunlu gereksinim maddelerini karşılayabilme, insan yaşamının kolaylıklarından yararlanabilme, keyfini çıkarabilme ölçüsüne göre zengin ya da yoksuldur. Ancak, işbölümü bir kez gereği gibi gerçekleştikten sonra, bir insan emeği, bunların pek az bir bölümünü sağlayabilir. Bunların çok daha büyük kısmını o, başka insanların emeğinden sağlamak durumundadır; ve bu emeğin ne kadarına kumanda ettiğine ya da satın alma gücünde olduğuna göre, zengin ya da yoksul olma durumundadır. Bu nedenledir ki, herhagi bir metanın, ona sahip olan ama onu bizzat kullanmayı ya da tüketmeyi düşünmeyen, ama başka metalarla değişmeyi düşünen kişi için değeri, satın almasına ya da kumanda altında tutmasına yetecek miktarda emek miktarına eşittir; bu nedenle de emek, tüm metaların değişilebilirlik değerinin gerçek ölçüsüdür.” ([Wealth of Nations, OUP baskısı, c. I, s. 32-33], [Garnier] c. I, s. 59-60.)       Bitmedi:       “Onlar” (mallar) “eşit miktarda emek değer içerdiği varsayılan şey ile değiştiğimiz 11 248İ belli bir miktarda emek değer içerirler. .. Başlangıçta dünyanın tüm zenginliği, altın ya da gümüşle değil emekle satın almıyordu; ve ona sahip olanların ve onu bazı yeni ürünler karşılığında değişmek isteyenlerin gözünde emeğin değeri tam tamına onların alabilecekleri ya da kumanda edebilecekleri emek miktarına eşittir.” ([agy, s. 33], [Garnier] kitap I, bölüm V, s. 60-61.)       Son olarak:       “Zenginlik, Hobbes’un dediği gibi, güç demektir. Ama büyük bir servetTsatın alarak ya da miras yoluyla edinen kişi, ille de, sivil ya da askeri bir siyasal güç elde eder diye bir şey yoktur. ... Bu sahipliğin, ona doğrudan ve hemen aktardığı güç, başkalarının emeğinin tümü üzerinde, ya da bu emeğin o sırada pazarda bulunan tüm ürünleri üzerinde belli bir denetimi satın alma gücüdür” ([agy], [Garnier] agy, s. 61).       Tüm bu parçalarda, Adam Smith’in, travail d’autrui [başkasının emeği] ile produit de ce travail’ı [bu emeğin ürününü] karıştırdığı görülmektedir. Bir bireyin sahip olduğu metanın değişim-değeri –işbölümünün ortaya çıkmasından sonra– bu bireyin satın alabileceği, başkalarına ait metalarda, yani bu metaların içerdiği başkasının emek miktarında, maddeleşmiş yabancı emeğin miktarında varolur. Ve başkasının emeğinin bu miktarı, kendi metasında [sayfa 67] içerilen emek miktarımı eşittir. Açıkça söylediği gibi:       “Onlar” (mallar) “eşit miktarda emek değer içerdiği varsayılan şey ile değiştiğimiz belli bir miktarda emek değer içerirler.”       Burada vurgu, işbölümünün ortaya çıkardığı change’dedir [değişimdedir]: zenginlik, artık kendi emeğinin ürününe bağlı değil, ama bu ürünün kumanda ettiği yabancı emek miktarına, satın alabileceği ve kendi ürününde içerilen emek miktarının belirlediği toplumsal emek miktarına bağlıdır. Gerçekte bu usavurmada sözkonusu olan yalnızca değişim-değeri kavramıdır — yani benim emeğim artık yalnızca toplumsal emek olarak, ve dolayısıyla emeğimin ürünü eşit miktardaki toplumsal emeğe kumanda ederek benim zenginliğimi belirler. Belirli bir miktar gerekli emek-zamanı içeren benim metam, eşit değerde tüm başka metalara, dolayısıyla da başka kullanım-değerlerinde gerçekleştirilen eşit miktarda başkalarının emeğine kumanda olanağı verir. Buradaki vurgu, işbölümü ve değişim-değeri aracılığıyla sağlanan, benim emeğimin başkalarının emeğiyle, başka deyişle, toplumsal emekle (benim emeğimin ya da benim metalarımda içerilen emeğin de zaten toplumsal olarak belirlenmiş olduğu ve niteliğini temelden değiştirdiği olgusu, Adam’in gözünden kaçmıştır) eşitlenmesinedir — maddeleşmiş emek ile canlı emek arasındaki farka ve onların değişiminin özgül yasalarına değildir, işin aslında, Adam Smith burada, metaların değerinin, içerdikleri emek-zamanıyla belirlendiğini, ve meta sahibinin zenginliğinin, kumandası altındaki toplumsal emek miktarından oluştuğunu söylemekten ötede bir şey demiyor.
      Ne var ki, burada emek ile emek ürününü eşitlemek ||249|, metaların değerini içerdikleri emek miktarına göre belirlemek ile onların satın alabileceği canlı emek miktarına göre belirlemeyi, yani emeğin değerine göre belirlemeyi birbirine karıştırmanın ilk adımını oluşturuyor. Adam Smith:       “Onun serveti, bu gücün alanına göre, kumanda etmek durumunda olduğu başkasının emeğinin, ya da aynı şey demek olan” (burada yanlış bir özdeşleme var) “satın almak durumunda olduğu başkasının emeğinin ürününün miktarına göre, az ya da çok büyüktür” ([Wealth of Nations, OUP baskısı, c. I, s. 33], [Garnier] agy, s. 61).       derken, aslında, onun kendi metasınm ya da servetinin içerdiği toplumsal emek .miktarına göre de diyebilirdi. Gerçekten şunu da söylüyor:       “Onlar” (mallar) “eşit miktarda emek değer içerdiği varsayılan şey ile değiştiğimiz belli bir miktarda emek değer içerirler.”       (Buradaki değer sözcüğü gereksiz ve anlamsızdır.) Örneğin [sayfa 69] daha bölüm V’te şu sözleri söylediği zaman, yanlış vargı ortaya çıkıyor:       “Bu nedenle, kendi değeri hiç değişmeyen emek, tek başına, tüm metaların değerini, her zaman ve her yerde, biçme va karşılaştırma hizmeti gören nihai ve gerçek tek ölçüttür.” ([agy, s. 36], [Garnier] agy, s. 66).       Emeğin kendisi ve dolayısıyla ölçütü olan emek-zamanı için doğru olan –yani metaların değeri, emeğin değeri, nasıl değişirse değişsin, her zaman bu metalarda gerçekleşen emek-zamanına orantılı olan– burada, emeğin kendisinin değişen değeri için de doğru kabul ediliyor.
      Burada Adam Smith, yalnızca meta değişimini genel olarak inceliyor: değişim-değerinin, işbölümünün ve paranın doğası. Bir değişimde taraf olanlar, birbirleriyle yalnızca meta sahipleri olarak karşı karşıya gelirler. Kendi emeklerinin meta biçiminde ortaya çıkışı gibi, başkalarının emeğini de meta biçiminde satın alırlar. Dolayısıyla kumanda ettikleri toplumsal emek miktarı, satın alma işinde kullandıkları metada içerilen emek miktarına eşittir. Ama, izleyen bölümlerde kapitalist ile işçi arasındaki, maddeleşmiş emek ile canlı emek arasındaki değişime gelindiğinde, o [Adam Smith -ç.] meta değerinin artık, o metanın içerdiği emek miktarıyla belirlenmediğini, ama, –bundan farklı olarak–, o metanın kumanda ettiği yani satın aldığı canlı emek miktarıyla belirlendiğini vurguluyor, ve o zaman, gerçekte, metaların artık içerdikleri emek-zamanma göre değişilmediğini söylemiyor; ama zenginliğin artışının yani metanın içerdiği değerdeki artışın ve bu artışın çapının, maddeleşmiş emek tarafından harekete geçirilen canlı emek miktarının, daha az ya da daha çok oluşuna bağlı olduğunu söylüyor. Böyle formüle edildiğinde doğrudur. Ancak Smith bu noktada açık değildir.

[2. Smith’in Genel Artı-Değer Anlayışı. İşçi Emeğinin Ürününden
Çıkarsamalar Olarak Kâr, Rant ve Faiz]


      ||250| Kitap I, bölüm VI’da Adam Smith, üreticilerin, birbirleriyle meta alıcısı ve satıcısı olarak karşı karşıya geldikleri varsayılan ilişkilerden, emek koşullarının sahipleri ile yalnızca emek-gücüne sahip olanlar arasındaki değişim ilişkilerine geçiyor.       “Hem sermaye birikiminden, hem toprakların mülkedinilmesinden önceki, o ilk ve yabanıl toplum konumundayken, farklı nesneleri edinmek için gerekli emek miktarları arasında bir oran bulunması, birbirleriyle değişimleri için herhangi bir kural oluşturabilmenin [sayfa 70] tek koşulu olarak görünüyor ... Genelde iki günün ya da iki saatin ürünü olun bir şeyin, genelde bir günün ya da bir saatin ürünü olan şeye göre bir kat değerli olması doğaldır.” ([agy, I, 52], [Garnier] c. I, bolüm VI, s. 94-06.)       Bu, şu demektir: Farklı metaların üretimi için gerekli emek-zamanı, birbirleriyle değişilme oranını, bir başka deyişle, değişim-değerlerini belirler.       “Şeylerin bu durumunda, emeğin ürünü tümüyle emekçinindir; herhangi bir metanın edinilmesi ya da üretilmesi için genel olarak istihdam edilen emek miktarı, bu emek miktarının genel olarak satın alabileceği, kumanda edebileceği, ya da değişerek elde edebileceği emek miktarını düzenleyecek tek koşuldur” ([agy, s. 53], [Garnier] agy, s. 96).       Şu halde sonuç olarak, bu varsayımda, emekçi yalnız bir meta satıcısıdır, kendisine ait meta ile başkasına ait bir metayı satın aldığı ölçüde, başkasının emeğine kumanda etmektedir. O böylece sahip olduğu meta ile, başkalarının emeğine, ancak kendisine ait metadaki emek ölçüsünde kumanda eder; çünkü her ikisi birbirleriyle yalnızca meta değişirler; ve metaların değişim-değeri, içerdikleri emek-zamanıyla ya da emek miktarıyla belirlenir.
      Ama Adam devam ediyor:       “Belli bazı insanların elinde sermaye birikir birikmez, bunlardan bazıları doğal olarak o sermayeyi, çalışkan insanları çalıştırmak için kullanacaklardır; onların yaptıklarını ya da malzemenin değerine kattıklarını satarak kâr etmek için o insanlara malzeme ve geçim araçları sağlayacaklardır.” ([agy, s. 53], [Garnier] agy, s. 96.)       Bu parçaya devam etmeden önce, biraz duralım. D’abord [ilkin], ne geçim araçları, ne üzerinde çalışacakları malzemeye sahip olmayan bu “gens industrieux” [“çalışkan insanlar”] nereden geliyor — gökten mi? Smith’in önermesini o bönce anlatımından arındırırsak, şundan başka bir anlam çıkmaz: Kapitalist üretim, emek koşullarına bir sınıfın sahip olduğu ve öteki sınıf yalnızca emek-gücüne sahip olduğu andan başlar. Emeğin emek koşullarından bu aynlışı, kapitalist üretimin önkoşuludur.
      İkincisi, Adam Smith, “emeklerinin ürününü ya da malzemenin değerine ||25l| kattıklarını satarak kâr etmek için” employers of labour’m [emeği istihdam edenlerin] ouvriers’i [işçileri] işe koyacaklarını söylerken ne demek istiyor?
      Bununla, kârın saftan geldiğini mi, metanın değerinin üstünde satıldığını mı söylemek istiyor — yani Steuart’ın, vibration of wealth between parties’den [zenginliğin taraflar arasında salınmasından] başka bir şey demek olmayan, profit upon alienation [sayfa 71] [devirden doğan kâr] dediği şey mi?3 Bırakalım, yanıtı kendisi versin.       “Tamamlanmış mamulün ya para karşılığında, emek karşılığında” (işte bir hata kaynağı daha) “ya da başka mallar karşılığında, malzemenin fiyatını ve işçilerin ücretlerini ödemeye yetecek miktarın üstünde bir miktardan değişildiğinde, kendi sermayesini bu serüvende riske atan iş yüklenicinin kârı için bir şeyler verilmesi gerekir” ([agy, s. 53], [Garnier] agy].       Bu “riske atma” konusuna, daha sonra (not defteri VII, s. 173), kârı mazur gösterici açıklamalara ilişkin bölümde geri döneceğiz.[29] Ce quelque chose de donne pour les profits de l’entrepreneur, quand l ‘ouvrage fini est échange [tamamlanmış iş, değişim sürecine sokulduğu zaman yüklenicinin kârı için verilen bu şey], metanın, değerinin üstünde satılmasından mı geliyor; Steuart’m devirden doğan kârı bu mu?       “İşçilerin malzemeye kattığı değer” diye sürdürüyor hemen ardından Adam “bu durumda” (kapitalist üretim başladığı zaman) “iki parçaya ayrılır; bunlardan biri işçilerin ücretini öder, öteki işverenin, bu ücretlere ve iş malzemesine önceden ödediği fonların toplamı üzerinden yaktığı kârını öder” ([agy, s. 53], [Garnier], agy, s. 96-97).       Adam Smith işte burada açıklıkla belirtiyor: Tamamlanmış mamulün satışından elde edilen kâr, satışın kendinden kaynaklanmıyor, metanın değeri üstünde satışından kaynaklanmıyor; profit upon alienation [devirden doğan kâr] değil. Tersine, değer, yani işçilerin hammaddeye kattığı emek miktarı, iki parçaya ayrılıyor. Bir parçası onların ücretini ödüyor ya da ücretleri tarafından ödeniyor. Burada işçiler, ücret biçiminde aldıklarına eşit miktarda emek veriyorlar. Öteki parça kapitalistin kârını oluşturuyor; yani bu parça kapitalistin, karşılığını ödemeksizin sattığı emek miktarıdır. Bu nedenle, metayı kendi değerinden, yani, içerdiği emek-zamanmdan satarsa, bir başka deyişle, öteki metalarla değer yasasına göre değişirse, o zaman kârı, metada içerilen emeğinin bir miktarının karşılığını ödememiş, ama bunu satmış olmasından kaynaklanmaktadır. Böylece Adam Smith şu önermeyi kendisi yadsımış oluyor: emeğin tüm ürününün artık emekçiye ait olmaması ve ürünü ya da değerini sermaye sahibiyle paylaşması, metaların değişim oranlarının ya da değişim-değerlerinin o metalarda maddeleşmiş emek-zamanı miktarıyla belirlendiği biçimindeki yasayı geçersiz kılar. Gerçekte, tam tersine, kapitalistin kârını, metaya eklenen emeğin bir miktarının karşılığını ödemediği olgusuna kadar geri izliyor, ve metanın satışında kârı işte burdan kaynaklanıyor [sayfa 72] Göreceğimiz gibi, daha sonra Adam Smith, dalın açık olarak, kârı, işçinin, kendi ücretine karşılık olarak verdiği emek miktarının, yani ücretin yerine koyduğu eşdeğer miktarın, üstünde harcadığı emekten türetmektedir. Böyle yaparak, artı-değerin gerçek kaynağını bulgulamıştır. Aynı zamanda, artı-değerin –gerçek emek sürecinde ne kadar yararlı olurlarsa olsun–, değeri üründe yeniden ortaya çıkan avans fonlarından kaynaklanmadığını, ||252| yalnızca işçilerin yeni üretim sürecinde ajoutent aux matériaux [malzemeye kattıkları] yeni emekten kaynaklandığını, o süreçte bu fonların emek araçları ya da gereçleri olarak iş gördüğünü açıkça ifade etmiştir.
      Öte yandan,”tamamlanmış mamulün ya para karşılığında, emek karşılığında, ya da başka mallar karşılığında değişildiğinde ...” ifadesi yanlıştır (ve daha önce anılan karışıklıktan ileri gelmektedir).
      “Eğer o [kapitalist] metayı para ya da bir meta karşılığı değişirse kârı, ödediğinden fazla emeği satmasından kaynaklanır; [metada] maddeleşmiş emeği, eşit miktarda canlı-emekle değişmemiş olmasından ileri gelir, işte bu nedenle Adam Smith’in, échange contre de l’argent ou contre d’autres marchandises et l’échange de l’ouvrage fini contre du travail [para karşılığında ya da başka metalar karşılığı değişim ile tamamlanmış mamulün emek karşılığında değişimini] karıştırmaması gerekir. Çünkü birinci échange’da [değişimde] artı-değer, metaların kendi değerlerinden yani içerdikleri, ancak kısmen karşılığı ödenmemiş emek-zamanına göre değişilmesi olgusundan kaynaklanır. Burada, kapitalistin, eşit miktarda bir geçmiş emeği, eşit miktarda canlı emek karşılığı değişemeyeceği varsayımı sözkonusudur; onun elkoyduğu canlı-emek miktarı, ödediği canlı-emek miktarından büyüktür. Aksi halde, emekçinin ücreti, ürününün değerine eşit olurdu. Ouvrage fini’nin [tamamlanmış mamulün] para ya da meta karşılığında değişilmesinde ise kâr,, eğer değerlerine değişilmişlerse, ouvrage fini [tamamlanmış mamul] ile canlı-emeğin değişilmesinin başka yasalara bağlı oluşu olgusundan, bu durumda eşdeğerlerin değişilmediği gerçeğinden kaynaklanır. Bu iki durum, bu nedenle, karıştırılmamalıdır.
      Kâr, sonuç olarak, işçilerin üzerinde çalışılan malzemeye kattıkları değer üzerinden yapılan bir kesintiden başka bir şey değildir, işçiler malzemeye yeni bir miktar emek katarlar, işçinin emek-zamanı, öyleyse, iki kısma ayrılır: biri için kapitalistten bir eşdeğer, ücretini alır, ötekini kapitaliste bedava verir ve kârı bu oluşturur. Adam Smith, doğru bir biçimde, yalnızca, işçinin [sayfa 73] malzemeye yeni kattığı emek (değer) bölümünün ücrete ve kâra ayrıştığını, başka deyişle, yeni yaratılan değerin, avans olarak (malzeme ve araç-gereçler biçiminde) kullanılan sermaye bölümüyle herhangi bir ilişkisi olmadığını söyler.
      Böylece, kârı, başkalarının ödenmemiş emeğine elkonmasına bağlayan Adam Smith, hemen arkasından şöyle der:       “Sermaye kârlarının, yalnızca belli bir emek ücretinin, denetim ve yönetim emeği ücretinin başka bir adı olduğu düşünülebilir.” ([agy, s. 53], [Garnier], agy, s. 97.)       Ve o, labour of superintendence [denetim ve yönetim emeği] denen bu yanlış görüşü yadsır. Bu konuya bir başka bölümde geri döneceğiz.[30] Burada vurgulanması önemli tek nokta şudur: Adam Smith, kârın kaynağı konusunda, kendi görüşü ile, bu mazeretçi görüş arasındaki çelişkiyi açıkça kabul etmekte, ortaya koymakta ve üzerine basa basa vurgulamaktadır. Daha sonra sözü sürdürür:       ||253| “Şeylerin bu durumunda, emeğin ürünü her zaman tümüyle emekçiye ait olmaz. Onu, çoğu durumda, kendisini çalıştıran sermaye sahibiyle paylaşması gerekir. Genelde herhangi bir metanın üretimi ya da elde edilmesi için kullanılan emek miktarı, o metanın genelde satın alabileceği, kumanda edebileceği ya da [bir başka meta ile ] değişilebileceği miktarı belirleyen tek koşul değildir. Apaçık ortadadır ki, ücretleri ödeyen ve emeğin [üzerinde -ç.] çalışacağı malzemeyi sağlayan sermayenin kârı için bir ek miktar daha olmalıdır.” ([agy, s. 54-55], [Garnier], agy, s. 99.)       Bu çok doğru. Kapitalist üretimde, —para ya da meta biçimiyle— maddeleşmiş emek, kendi içerdiği emek miktarının yanısıra, “pour la profit du capital” [“sermayenin kârı için”] her zaman “une quantite additionelle” [“ek bir miktar”] daha canlı emek satın alır, ne var ki, başka bir deyişle bu, karşılığında hiçbir ödeme yapmadan, hiçbir şey vermeden, canlı emeğin bir bölüğüne el koymasından başka bir şey değildir. Bu değişikliğin kapitalist üretimle başladığını, üstüne basa basa vurgularken Adam Smith, Ricardo’dan ilerdedir. Öte yandan, bu changed relation betıveen materialised labour and living labour [maddeleşmiş emek ile canlı emek arasındaki değişmiş ilişki] sonucu, –birbirleriyle ilişkilerinde maddeleşmiş emekten, yani belli miktarda somut emekten başka bir şeyi temsil etmeyen– change in the determination ofthe relative value of commodities [metaların göreli değerlerinin belirlenişinde değişiklik] olduğu görüşünden –ki kendi çözümlemeleri bu görüşü boşa çıkarmaktadır– kurtulamayışı nedeniyle de Adam Smith Ricardo’dan geridedir.
      Artı-değeri, işçinin, emeğinin ücretini karşılayan kısmının [sayfa 74] üstünde harcadığı emek kısmı olarak, kâr biçiminde sunduktan sonra, aynı şeyi, artı-değerin öteki biçimi, toprak rantı için de yapar. Emeğe yabancılaşmış ve dolayısıyla onun karşısına başkasının malı olarak çıkan emeğin nesnel koşullarından biri, sermayedir; Öteki topraktır, toprak mülkiyeti olarak topraktır. O yüzdendir ki, propriétaire du capital’den [sermaye sahibinden] sözettikten sonra, Adam Smith sürdürür:       “ Herhangi bir ülkede toprak tümden özel mülk haline gelir gelmez bütün öteki insanlar gibi, toprak sahipleri de asla tohum atmadıkları yerden hasat almaya bayılırlar ve toprağın hatta doğal ürünü için bile bir rant isterler. ... O” (işçi) “kendi emeğinin ürettiği ya da topladığı şeyin bir bölümünü toprak sahibine bırakmak zorundadır. Bu bölüm ya da –aynı şey demek olan– bu bölümün fiyatı toprak rantını oluşturur” {[agy, s. 55], [Garnier], agy, s. 99-100).       Asıl sınai kâr gibi, toprak rantı da yalnızca emeğin bir parçasıdır; işçinin materiaux’ya [malzemelere] kattığı ve kendisine karşılığı ödenmeksizin toprak sahibine bıraktığı, aktardığı bir emek bölümüdür; işçinin, kendi ücretinin karşılığını ödemek ya da ücretinde içerilen emek-zamamnın eşdeğerini geri vermek üzere yaptığı çalışmanın üstündeki artı-emeğin bir parçasıdır.
      Böylece Adam Smith, artı-değeri –yani artı-emeği, karşılığı ödenmiş, dolayısıyla ücret içinde eşdeğeri alınmış olan emeğin üstünde harcanan ve metada gerçekleşen fazlayı– genel kategori olarak, ||254| sözcüğün tam anlamındaki kâr ile toprak rantını ise onun dalları olarak algılar. Ama gene de artı-değeri, kâr ve rantta aldığı özgül biçimlerden ayrı, kendi başına bir kategori olarak düşünmez. Onda ve daha çok da Ricardo’da, birçok yanlış ve çözümlemede eksiklikler burdan kaynaklanır.
      Artı-değerin bir başka görünüm biçimi, l’intérêt du capital [sermayenin faizi], faizdir l’intérêt d’argent’dır [paranın faizidir]). Ama “bu paranın faizi her zaman” diyor Adam Smith, aynı bölümde, “bir türev gelirdir; eğer paranın kullanılmasıyla sağlanan kârdan ödenmezse ve borçlu ilk borcunun faizini ödemek üzere ikinci bir borca giren savurgan biri değilse, bir başka gelir ile ödenmesi gerekir.” ([agy, s. 58], [Garnier], agy, s. 105-106.) (Demek ki, ya ranttan ya ücretlerden. İkinci durumda ücretler ortalama kabul edilerek, [faiz -ç.] artı-değerden kaynaklanmayacak, ücretin kendisinden bir kesinti olacaktır ya da –ve bu biçimiyle, daha ilerde görme fırsatını bulacağımız üzere, gelişmemiş kapitalist üretimde ortaya çıkar– yalnızca kârın bir başka biçimidir).[31]
      Demek ki, [paranın] faizi ya ödünç verilen sermayeyle elde edilen kârın bir parçasıdır; o zaman kârın yalnızca ikincil bir biçimi, [sayfa 75] bir kâr türüdür ve bu yüzden de kâr biçimiyle sahiplenilen artı-değerin değişik kişiler arasında bir kez daha bölünüşüdür. Ya da toprak rantından ödenmiştir. O zaman da aynı şey geçerlidir. Ya da borçlu, faizi kendi sermayesinden ya da başkasının sermayesinden öder. Bu durumda kesin olarak artı-değerden oluşmamıştır; yalnızca varolan zenginliğin farklı bir bölüşümüdür, profit upon alienation’da [devirden doğan kârda] olduğu gibi vibration of the balance of wealth between parties [zenginlik dengesinin, ilgili taraflar arasında salınımıdır]. Faizin herhangi bir tür artı-değer biçimi olmadığı son durum dışlanırsa (ve ücretten bir kesinti olması hali ya da kendisinin bizzat bir kâr biçimi olması hali –Adam Smith bu son duruma değinmez– dışlanırsa), faiz, o zaman yalnızca ikincil bir artı-değer biçimidir, kârın ya da rantın yalnızca bir parçasıdır (yalnızca bunların dağılımını etkiler) ve bu nedenle de ödenmemiş artı-emeğin bir bölümünden başka bir şey değildir.       “Faiz karşılığı ödünç verilen sermayeyi, ödünç veren her zaman sermaye saymıştır. Ödünç veren, vadesi geldiğinde sermayenin kendisine ödenmesini ve bu arada ödünç alanın, kendisine parayı kullanma karşılığında yıllık belli bir rant ödemesini bekler. Ödünç alan parayı ya sermaye olarak, ya da doğrudan tüketilmek üzere ayrılmış bir fon olarak kullanabilir. Eğer sermaye olarak kullanırsa, değeri bir kârla birlikte yeniden-üreten üretken emekçileri çalıştırmaya harcar. Bu durumda, başka bir kaynağından vazgeçmeksizin ya da ona el atmaksızın, hem sermayeyi yeniler, hem faizi öder. Yok eğer doğrudan tüketilmek üzere ayrılmış fon olarak kullanırsa savurgan rolünü oynar; gayretliyi desteklemeye yönelmiş bir şeyi, tembeli beslemek için çarçur eder. Bu durumda mülk ya da [...] toprak rantı gibi bir gelir kaynağına el atmaksızın ya da o kaynaktan vazgeçmeksizin ne sermayeyi yenileyebilir, ne faizini ödeyebilir” (c. II, kitap II, bölüm IV, s. 127, editör McCulloch).       ||255| Şu halde her kim, burada sermaye anlamında kullanılan parayı ödünç alırsa, onu sermaye olarak kendisi kullanır ve o parayla kâr eder. Bu durumda, ödünç verene ödediği faiz özel bir ad ile anılan bir kâr parçasından başka bir şey değildir. Ya da ödünç alınmış parayı tüketir. O zaman, kendi zenginliğini azaltarak, ödünç verenin zenginliğini artırır. Olup biten, yalnızca zenginliğin farklı biçimde dağıtımıdır — savurganın elinden ödünç verenin eline geçer; ama artı-değer yaratımı sözkonusu değildir. Bu çerçevede, faiz, artı-değeri temsil ettiği ölçüde, kendisi artı-değerin, yani ödenmemiş emeğin bir parçasından başka bir şey olmayan kârın ancak bir parçasıdır.
      Son olarak, Adam Smith’in gözlemine göre, vergilerden sağlanan devlet gelirleriyle yaşayanların tüm kişisel gelirleri de aynı [sayfa 76] biçimde ya ücretlerden ödenmektedir ki bu durumda ücretlerin ken dilinden yapılan bir kesintidir; ya da kaynağı, artı-değerin farklı biçimlerinden başka bir .şey olmayan kâr ve toprak rantındadır; bu yüzden de çeşitli toplumsal katmanların, kârın ve toprak rantının tüketiminde payları olduğu iddiasına olanak sağlar.       “Tüm vergiler ve onlara dayalı devlet gelirleri, tüm aylıklar, emekli aylıkları, her tür ödenek, eni-sonu, gelirin başlangıçtaki üç kaynağından birinden ya da diğerinden ayırıp aylınmıştır ve, ya doğrudan ya dolaylı olarak emeğin ücretinden, sermayenin kârından ya da toprağın rantından ödenmiştir.” ([Wealth of Nations, OUP baskısı, s. 58], [Garnier], kitap I, bölüm VI, s. 106.)       Öyleyse, paranın faizi, vergilerin ve vergilerden sağlanan devlet gelirlerinin yanısıra –ücretlerden ayırıp alınmadıkları ölçüde– yalnızca kârdan ve toprak rantından alınan paylardır; kârın ve toprak rantının kendisi ise artı-değere yani ödenmemiş emek zamanına indirgenebilir.
      Adam Smith’de genel artı-değer teorisi böyledir.
      Bir başka bölümde de Adam Smith, bu sorunun bütünü üzerindeki görüşlerini özetleyerek toparlar; işçi, ürüne kattığı değeri tümüyle sahiplenmeyerek –değeri ya da ürünü– kapitalistle ve toprak sahibiyle paylaştığı için, artık (des frais de production [üretim maliyetleri], yani hammadde ve çalışma araçlarının değeri çıkarıldıktan sonra) emekçinin ürüne kattığı değeri, üründeki emek-zamanının belirlemediğini kanıtlamaya girişmenin bile ne kadar uzağında olduğunu açıkça ortaya koyar; bir metanın değerinin, o metanın, üreticileri arasında bölüştürülme biçimi, bu değerin yapısında ya da metaların birbirleri karşısındaki göreli değerlerinin yapısında, doğal ki hiçbir değişiklik yapmaz.       “Toprak özel mülk haline gelir gelmez, toprak sahibi, işçinin ürettiği ya da topladığı ürünün, neredeyse hepsinden pay ister. Onun toprak rantı, toprakta istihdam edilen emeğin ürününden ilk kesintiyi oluşturur. Toprağı işleyen kişinin, ürünü kaldırıncaya kadar kendisini geçindirecek geçim araçlarına sahip olması çok nadirdir. Onun geçim nesneleri, genellikle, kendini çalıştıran çiftçinin, yani onun emeğinden pay alamayacaksa ya da sermayesi bir kârla birlikte kendisine geri döndürülmeyecekse, onu çalıştırmakta hiçbir çıkarı olmayan çiftçinin, efendinin sermayesinden avans olarak ödenir. Bu kâr toprakta istihdam edilen emeğin ürününden [.,.] ikinci kesintiyi ||256| oluşturur. Her emeğin ya da hemen hemen emeğin ürünü, kârı güven altına almak bakımından aynı biçimde kesintiye uğrar. Her türlü zanaat ve imalatta işçilerin büyük bir bölümü, patronun kendilerine iş tamamlanıncaya kadar malzemeyi ve ücretlerini, avans olarak vermesine, onları geçindirmesine gerek duyarlar. Patron, onların emeğinin ürününden ya da o emeğin, üzerinde [sayfa 77] harcandığı malzemeye kattığı değerden pay alır; ve onun kârı bu pay dan oluşur.” ([McCulloch baskısı.] c. I, kitap I. bölüm VIII, s. 109-110.)       Burada Adam Smith, rantı ve sermayenin kârını çok açık ifadelerle, işçinin ürününden ya da işçi tarafından malzemeye katılan emek miktarına eşit olan değerinden kesintiler olarak tanımlamaktadır. Ne var ki, Adam Smith’in daha önce belirttiği gibi, bu kesinti, işçinin, ücretine karşılık olan ya da ücretin bir eşdeğeri olan emek miktarının üstünde malzemeye kattığı emek miktarından oluşur; yani artı-emektir, emeğinin ödenmemiş bölümüdür. (Demek ki, yeri gelmişken söyleyelim, kâr ve rant ya da sermaye ve toprak, hiçbir zaman bir source de valeur [değer kaynağı] olamaz.)

[3. Adam Smith’in, Artı-Değer Düşüncesini,
Toplumsal Emeğin Her Alanına Yayması]


      Adam Smith artı-değeri ve dolayısıyla sermayeyi çözümleyişinde fizyokratların ötesine geçerek büyük bir ilerleme sağlamıştır. Fizyokratların görüşüne göre, artı-değeri, ancak tek bir belirli türde somut emek –tarımsal emek– üretir. Bundan ötürü onların incelediği şey, emeğin kullanım-değeridir; emek-zamanı değildir — değerin tek kaynağı olan genel toplumsal emek değildir. İşin aslında bu özel tür emekte de (organik) maddede artıştan oluşan artı-değeri — tüketilen maddeleri aşan fazlayı toprak, doğa yaratır. Artı-değeri henüz çok sınırlı biçimi içinde görürler; bu nedenle de fantezi düşüncelerle çarpıtırlar. Ama Adam Smith’e göre artı-değeri yaratan genel toplumsal emektir; –kendini hangi kullanım-değerinde ortaya koyarsa koysun– yalnızca gerekli emek miktarıdır. Artı-değer, kâr ya da rant biçiminde olsun ya da ikincil faiz biçiminde olsun, bu emeğin bir parçasından başka bir şey değildir; canlı emekle değişimde, maddi emek koşullarının sahiplerince el konmuş emek parçasından başka bir şey değildir. Fizyokratlara göre artı-değer yalnızca toprak rantı biçiminde ortaya çıkar. Adam Smith’e göre, toprak rantı, kâr ve faiz, artı-değerin yalnızca farklı biçimleridir.
      Artı-değerin yatırılan toptan sermayeye ilişkisinden, sermayenin kârı olarak sözetmemin nedeni, üretimle doğrudan bağlantılı olan kapitalistin, artı-değeri daha sonra toprak sahibiyle ya da sermayeyi ödünç verenle hangi kategoriler çerçevesinde paylaşmak durumunda olursa olsun, artı-emeği doğrudan sahiplenmesidir. Böylece, çiftçi toprak sahibine, doğrudan öder. Ve imalatçı, sahiplendiği artı-değerden, üzerinde fabrikanın yükseldiği toprağın [sayfa 78] sahibine rant ve kendisine sermayeyi ödünç veren kapitaliste de faiz öder.
      ||257| (Şimdi hâlâ araştırılması gereken şeyler: 1. Adam Smith’in artı-değer ile kârı karıştırması; 2. üretken emeğe ilişkin görüşleri; 3. rantı ve kârı nasıl değer kaynakları yaptığı; metaların naturel prix’si [doğal fiyatı] konusundaki yanlış çözümlemesi; bu fiyatın içinde hammaddeler ile araç-gereç değerinin ayrı bir varlığı olmadığının varsayılması, bu nedenle de gelirin üç kaynağının fiyatından ayrı düşünülmeyişi)

[4. Smith ‘in Sermaye ile Ücretli Emek Arasındaki Değişimde
Yasasının İşlerlik Kazandığı Özgül Durumu Kavrayamaması]


      Kapitalistin, geçici oak yararlanmak için satın aldığı emek-gücünün ücreti ya da eşdeğeri, doğrudan biçimiyle meta değildir; ama başkalaşmış metadır, paradır; yani değişim-değerinin bağımsız biçiminde metadır; toplumsal-emeğin, genel emek-zamanının doğrudan maddeleşmesidir. İşçi bu parayla, başka herhangi bir para sahibi gibi, aynı fiyat üzerinden doğal olarak metalar satın alır (burada işçinin örneğin daha az elverişli ve daha kötü koşullarda satın alması gibi ayrıntıları dikkate almıyoruz.) İşçi, başka her para sahibi gibi, satıcıyla, bir alıcı olarak karşı karşıya gelir. Kendisi, meta dolaşımına bir işçi olarak değil, ama meta-kutbun karşısında para-kutup olarak, yani genel ve her zaman değişilebilir biçimindeki metanın sahibi olarak girer. Parası bir kez daha metaya, yani ona kullanım-değeri olarak hizmet edecek olan metaya dönüşmüştür; ve bu süre içinde o, metaları geçerli piyasa fiyatından, genel olarak söylersek, değerlerinden satın alır. Bu alışverişte o, yalnızca biçim değişimi demek olan, ama genel kural olarak asla değer büyüklüğünde değişiklik demek olmayan P-M [Para-Meta] hareketini yapmış olur. Ne var ki, üründe somutlaşmış olan emeğiyle, yalnızca aldığı paranın içerdiği emek-zamanı kadar ekleme yapmakla kalmadığına, yani yalnızca eşdeğerini ödemekle kalmadığına, ama –kârın kaynağı olan– artı-değeri de karşılığını almaksızın verdiğine göre, gerçekte, ücretini oluşturan paranın değerinden daha yüksek bir değer vermiş olur (ara yerdeki süreç, yani kendi emek-gücünü satması, sonuçla ilgilendiğimiz ölçüde, konuya ilişkin değildir). O, in return [karşılığında], kendisine ücret olarak gelen parada maddeleşmiş emek-miktarını, daha fazla emek-zamanıyla satın almış olur. Gerçi parayla ilk ifade edildiğinde, bir metayı başka alıcılar ya da meta sahipleri kaça aldılarsa o da aynı fiyattan alır ama, demek ki, elde ettiği paranın (ki belli miktarda [sayfa 79] toplumsal emek-zamanının tek bağımsız ifadesidir) içerdiğinden daha fazla emek-zamanını, aynı biçimde dolaylı olarak satın almış olur. Bunun tersine, kapitalistin, emeği satın aldığı para, işçinin ürettiği metada yeralan emek miktarından ya da emek-zamanmdan daha az emek miktarı, daha az emek-zamanı içerir. Ücreti oluşturan bu toplam paranın içerdiği emek miktarının yanı-sıra kapitalist ödemediği bir emek miktarını yani ödediği paranın içerdiği emek miktarının üstünde bir miktarı daha satın almış olur. Sermayenin tarafından yaratılan artı-değeri oluşturan da işte bu katma-emek miktarıdır.
      Ama kapitalist tarafından emeği satın almak için harcanan para ||258| (sonunda her ne kadar doğrudan emeğin değil de emek-gücünün exchange’ine [değişimine] aracılık ediyorsa da) tüm öteki metaların dönüşmüş biçiminden, o metaların değişim-değeri olarak bağımsız varlığından başka bir şey değildir; aynı doğrulukla denebilir ki, canlı emekle değişime giren tüm metalar, içerdiklerinden daha fazla emek satın alırlar. Artı-değeri oluşturan da işte bu fazladır.
      Adam Smith’in büyük değeri, basit meta değişiminden ve onun değer yasasından, maddeleşmiş emek ile canlı emek arasındaki değişime, sermaye ile ücretli emek arasındaki değişime, genel olarak kârın ve rantın incelenmesine –kısacası artı-değerin kaynağına– geçtiği kitap I’deki bölümlerde (VI, VII, VII. bölümler) bazı aksaklıkların ortaya çıktığını hissetmesidir. Şöyle ya da böyle —nedeni ne olursa olsun, ki bu nedeni, o yakalayamamıştır— sonuçta yasanın bir tür askıya alınmış olduğunu hisseder; (işçi açısından) daha az emeğe karşılık daha çok emek verilmiştir, (kapitalist açısından) daha çok emeğe karşılık daha az emek verilmiştir. Adam Smith’in değeri şuradadır: Sermaye birikiminin ve toprakta mülkiyetin ortaya çıkışıyla –yani emek koşulları, emeğin kendisine karşı ve onun üstünde bağımsız bir duruma geldiği zaman– yeni bir dönüm noktasının ortaya çıktığını, görünüşe göre (ve işin aslında sonuçta da) değer yasasının, kendi karşıtına dönüştüğünü vurgular — bu anlaşılan onu çok şaşırtmıştır. Bu çelişkiyi hissetmesi ve vurgulaması teorik planda onun gücüdür; nasıl ki, bu çelişki yüzünden, basit meta değişimi için bile genel yasaya güvenin kalmaması teorik zayıflığı ise; nasıl ki, emek-gücünün bir meta haline gelmesi sonucu bu çelişkinin ortaya çıktığını farketmemesi ve bu özgül metada değişim-değerini yaratan enerjinin, o metadaki kullanım-değerinin ta kendisi olduğunu –yani değişim-değeriyle bir ilintisi bulunmadığını– farketmemesi, teorik zayıflığı ise. Bu apaçık çelişkilerin –sonuçları bakımından gerçek çelişkilerin– kafasını karıştırmayışı [sayfa 80] açısından Ricardo, Adam Smith’den ileridir. Ama, bunun bir sunin olarak belirdiğinden kuşku bile duymayışıyla Adam Smith’in gerisindedir; bu nedenle de, sermayenin oluşmasıyla birlikte değer yasasının özgül bir gelişme geçirmiş olması onu bir an olsun şaşırtmaz; hatta dikkatini bile çekmez. Adam Smith’te bir deha hamlesi olan şeyin, Ricardo’nun durumuyla karşılaştırıldığında Malthus’ta nasıl bir gericiliğe dönüştüğünü daha ileride göreceğiz.[32]
      Ne var ki, Adam Smith’in bu derin nüfuz yetisi doğal olarak, aynı zamanda da onu kararsız ve ikircikli yapan şeydir; ayağının altındaki sağlam toprağı kaydırmış ve –Ricardo’nun aksine– burjuva sistemin genel, soyut temelleri konusunda tutarlı ve kapsamlı teorik bir sonuca varmasını önlemiştir.
      ||259| Adam Smith’in yukarda alıntılanan, metanın, içerdiğinden fazla emek satın aldığı ya da emeğin, meta içini o metanın içerdiğinden daha fazla değer ödediği önermesini Hodgskin şöyle formüle etmiştir:       “Doğal fiyat (ya da necessary price [zorunlu fiyat]) [...], doğanın insandan, herhangi bir metayı üretmesi için istediği emeğin toplam miktarı demektir. ... Doğayla alışverişte, emek tek satın alma parasıydı; şimdi de böyledir ve her zaman böyle olacaktır. ... Herhangi bir metayı üretmek için her ne miktar emek gerekirse gereksin, toplumun bugünkü konumunda, emekçinin onu elde etmek ve ona sahip olmak için her zaman, o metayı doğrudan satın alması için gerekenden çok daha fazla emek ödemesi gerekmektedir. Böylece4 artırılan doğal fiyat emekçi için toplumsal fiyattır ... doğal ve toplumsal fiyat arasındaki farkı, her zaman dikkate almalıyız5” (Thomas Hodgskin, Popular Political Economy [Popüler Ekonomi Politik], Londra 1827, s. 219-220).       Bu anlatımıyla Hodgskin, Adam Smith’in görüşünde doğru olanla kafa karıştıranı ve onun kafasını karıştırmış olanı aynen yinelemektedir.

[5. Smith’in Artı-Değeri Kârla Özdeşleyişi.
Smith’in Teorisindeki Sıradan Öğe]


      Adam Smith’in artı-değeri genel olarak nasıl açıkladığını görmüştük; toprak rantı ve kâr, [artı-değerin -ç.] yalnızca farklı görünümleri ve tamamlayıcı parçalarıdır. Onun ortaya koyduğu biçimde, sermayenin hammadde ve üretim araçlarından oluşan parçasının, artı-değer yaratımıyla doğrudan bir ilişkisi yoktur. Artı-değer, işçinin kendi ücretinin eşdeğerini ancak oluşturan emeğinin [sayfa 81] üstünde verdiği additional quantity of labour’dan [katma-emek miktarından] çıkar. Bu nedenledir ki, artı-değeri doğrudan ortaya çıkaran, yatırılan sermayenin yalnızca ücretlere ödenen parçasıdır; çünkü sermayenin, yalnızca kendisini değil, bir de overplus [fazla] üreten parçası budur. Öte yandan, kârda, artı-değer, yatırılan sermayenin tümü üzerinden hesaplanmaktadır; ve bu kısmi değişikliğin yanısıra, sermayenin çeşitli üretim alanlarındaki artı-değer üretiminin eşitlenmesi başka yeni karışıklıklara da yolaçar.
      Adam, özünde artı-değeri çözümlediği halde, onu, açıkça özgül biçimlerinden ayrı, belli bir kategori olarak sunmadığı için sonuçta onu, doğrudan daha gelişmiş biçimiyle, kârla karıştırır. Bu hata Ricardo’da ve onun izleyicilerinde de sürer gider. Rikardocuların (daha sonra kâr bölümünde göreceğimiz üzere) skolastik ifade biçimleriyle[33] çözmeye çalıştıkları bir dizi tutarsızlığın, çözülmemiş çelişkilerin ve ahmaklığın kaynağı budur (bu, özellikle Ricardo’da daha da göze çıarpıcıdır; çünkü o, temel değer-yasasını daha sistematik bir birlik ve tutarlılık olarak ortaya koyar; bu yüzden de tutarsızlıklar ve çelişkiler daha da çarpıcı biçimde öne çıkar). Dangalaklar ampirizmi yanlış bir metafiziğe, skolastisizme dönüşür; basit biçimsel bir soyutlamayla, doğrudan genel yasadan yadsınamaz ampirik fenomenler çıkarmak için ya da kurnazlık ederek bunların o yasayla uyumlu olduğunu göstermek için ıkına sıkma çabalayan yanlış bir metafiziğe dönüşür. Adam Smith’i tartıştığımız bu noktada bir örnek vereceğiz; çünkü, ex professo [özellikle] kâr ve rantı –artı-değerin bu özel biçimlerini– ele aldığı zaman değil, ama bunları yalnızca, genel olarak artı-değerin biçimleri olarak, deductions from the labour bestowed by the labourers upon the materials [emekçilerin malzemeye kattıkları emekten kesintiler] olarak düşündüğü anda derhal karışıklık başgöstermektedir.
      ||260| Adam Smith, kitap I, bölüm VI’da:       “İşçilerin, malzemeye kattıkları değer, demek ki, bu durumda iki parçaya bölünür, biri onların ücretlerini öder ve öteki parça da işverenlerinim malzeme ve ücretlere yatırdığı tüm sermayenin kârını öder” dedikten sonra sözü sürdürüyor: “O” (l’entrepreneur [girişimci]) “işçilerin yaptıklarını satarak, sermayesini yerine geri koymak için yeterli plandan bir miktar daha fazla sağlamayı beklemeseydi, onları çalıştırmakta hiçbir çıkarı olmazdı; üstelik, sağlayacağı kâr, sermayenin büyüklüğüyle oranlı olmasaydı, küçük bir sermaye yerine büyük bir sermaye kullanmakta da bir çıkarı olmazdı.” [agy, s. 53.]       Remarquons d’abord [önce şunu belirtelim]: Entrepreneur’ün [girişimcinin], sermayesini yenilemesi için gereken değerin üstünde gerçekleştirdiği overplus’ı [fazlayı], artı-değeri, Adam Smith, [sayfa 82] işçilerin, kendi ücretlerine ödenen miktarın üstünde, malzemeye kattıkları emek parçasına bağlıyor böylece bu overplus’ı [fazlayı] yalnızca, sermayenin ücretlere ayrılan parçasından çıkarmış oluyor. Ne var ki, ondan hemen sonra, bu overplus’ı [fazlayı] kâr biçiminde algılıyor — yani fazlayı, kaynaklandığı parçayla orantılı olarak değil, ama, yatırılan sermayenin toplam değerinin üzerindeki bir fazla olarak, “malzeme ve ücretlere yatırdığı tüm sermayenin üzerindeki” bir fazla olarak düşünüyor. (Üretim araçlarının, burada hesap dışı bırakılması, yalnızca bir unutkanlıktır.) Demek ki, Smith, artı-değeri doğrudan kâr biçiminde algılıyor. Biraz ileride inceleyeceğimiz güçlüklerin nedeni işte budur.
      Kapitalist, diye yazıyor Adam Smith “işçilerin yaptıklarını satarak, sermayesini yerine geri koymak için yeterli olandan bir miktar daha fazla sağlamayı beklemeseydi, onları çalıştırmakta hiçbir çıkarı olmazdı”.
      Kapitalist ilişkilerin varlığı önceden kabul edilmek koşuluyla bu çok doğru. Kapitalist, kendi gereksinimini karşılamak için üretmez; tüketimini doğrudan hiç dikkate almaksızın üretir. O, artı-değer üretmek için üretir. Kapitalist üretim var sayarsak kapitalist artı-değer elde etmek için üretim yapar demekten ötede olmayan bu öncülden, Adam Smith, daha sonra bazı şaşkın havarilerinin yaptığı gibi, artı-değeri açıklamak için yararlanmamıştır; yani artı-değerin varlığını, kapitalistin çıkarıyla, artı-değer arzusuyla açıklamaz. Tam tersine, artı-değeri, valeur que les ouvriers ajoutent à la matière au-dessus de la valeur qu’ils ajoutent en échange pour le salaire reçu [işçilerin aldıkları ücrete karşılık, o ücretin değerinin üstünde malzemeye kattıkları değerden] daha önce çıkarmıştır. Ama hemen ekliyor: Kapitalistin sağlayacağı kâr, sermayesinin büyüklüğüyle oranlı olmasaydı, küçük bir sermaye yerine büyük bir sermaye kullanmakta da bir çıkarı olmazdı. Burada kâr, artık artı-değerin doğasıyla değil, ama kapitalistin “çıkarı” ile açıklanıyor. Ki, bu, tepeden tırnağa şaşkıncadır.
      Adam Smith, artı-değeri kârla, kârı artı-değerle böylece düpedüz birbirine karıştırırken, daha önce saptadığı artı-değerin kaynağı yasasını çiğnediğini farketmez. ||26l| Eğer artı-değer yalnızca, işçi tarafından, ücretini karşılamak üzere malzemeye katılan parçanın ötesinde katılan değerin (ya da emek miktarının) parçası ise, o zaman, o ikinci parça, neden, bir durumda, ikinciden daha büyük olacak biçimde, yatırılan sermayenin değerinin doğrudan sonucu olarak ortaya çıksın? Kârın, so-called labour of superintendence’ın [sözde yönetim emeğinin] ücreti olduğu görüşünü yadsımak üzere Adam Smith’in, hemen bunun ardından verdiği örnekte, [sayfa 83] çelişki daha da belirginleşiyor. Çünkü şöyle diyor:       “Ancak onlar” (sermaye kârları) “tümüyle” (ücretlerden) “farklıdır; oldukça farklı ilkelere bağlıdırlar ve şu denetim ve yönetim emeği olduğu varsayılan emeğin miktarı, güçlüğü ya da yeteneğiyle hiçbir oransal bağıntıları sözkonusu değildir. Onları başından sonuna düzenleyen, kullanılan sermayenin değeridir ve bu sermayenin genişliğine göre, büyük ya da küçük olurlar. Örneğin varsayalım ki, sanayi sermayesinin genel yıllık kârının yüzde on olduğu bir yerde iki farklı imalatçı vardır; her birinde yirmi işçi çalıştırılmaktadır; her birinin yıllık ücreti onbeş pound ya da her bir fabrikadaki harcama üçyüz pounddur. Gene varsayalım ki, fabrikaların birinde yılda işlenen kaba malzemenin maliyeti yalnızca yediyüz pound olurken ötekinde işlenen daha ince malzemenin maliyeti yedibin pound olsun. Birinde kullanılan yıllık sermaye, bu durumda yalnızca bin pounda ulaşacaktır; buna karşılık ötekinde kullanılan yıllık sermaye, yedibin üçyüz pound olacak. Yüzde on oranı üzerinden, bu durumda, birinin girişimcisi yıllık olarak yalnızca yüz pound dolayında bir kâr bekleyecek; buna karşılık ikinci girişimci yediyüz otuz pound dolayında bir kâr bekleyecek. Ne var ki, kârları bu kadar çok farklı olsa da, her ikisinin denetim ve yönetim emeği, ya baştan sona aynıdır, ya da çok az farklıdır” ([agy, s. 53-54], [Garnier] agy).       Genel biçimi içindeki artı-değerden doğruca, onunla hiçbir ilişiği olmayan taxe commune de profits’ye [genel kâr oranına] geliveriyoruz. Mais passons outre! [Peki öyle olsun, gelelim bakalım!] Her iki fabrikada yirmişer işçi çalıştırılıyor; her birinde ücretleri aynı: 300 pound. Bu, herhalde, birinde çalıştırılan emeğin, ötekine bakışla daha üstün türden olmadığının, öyleyse birindeki bir saatlik emeğin ve dolayısıyla bir saatlik artı-emeğin ötekindeki birkaç saatlik artı-emeğin eşdeğerinde olmadığının kanıtıdır. Tam tersine, her ikisinde de ücretler eşit olduğuna göre aynı ortalama emek varsayılmıştır. Peki öyleyse nasıl oluyor da, que les ouvriers ajoutent au-delà du prix de leurs salaires [işçilerin kendi ücretlerinin ötesinde kattıkları] artı-emek, bir fabrikada ötekine göre yedi kat fazla oluyor? Ya da her iki fabrikadaki işçiler aynı ücreti aldıkları ve ücretlerinin karşılığını vermek üzere ||262| aynı süreyle çalıştıkları halde, bir fabrikadaki işçiler sırf işledikleri malzeme öteki fabrikadakinden yedi kat daha pahalı olduğu için, neden öteki fabrikanın işçilerine göre yedi kat fazla artı-emek sağlıyorlar?
      Fabrikalardan birinde, ötekine göre yedi kat daha fazla kâr edilmesi –ya da genel olarak, kârın yatırılan sermayenin büyüklüğüne orantılı olduğunu ileri süren kâr yasası– bu durumda, prima facie [ilk bakışta], kârın, yalnızca işçilerin ödenmemiş artı-emeğinden kaynaklandığını ileri süren artı-değer yasasıyla ya da [sayfa 84] kâr yasasıyla (Adımı Smith her ikisini özdeş saydığı için) çelişiyor. Adam Smith, bunu, tam bir bönlükle, içerdiği çelişkiden hiçbir kuşku duymaksızın yazıyor. Onun tüm havarileri de –hiçbiri, artı-değeori, belli biçimlerinin dışında genel olarak düşünmediği için– bu konuda kendisini sadakatle izlemiştir. Hele Ricardo’da, bu durum, daha önce belirtildiği gibi daha göze çarpıcıdır.
      Adam Smith artı-değeri yalnızca kâra değil, ama aynı zamanda bir de toprak rantına –artı-değerin, hareketleri oldukça farklı yasalarca yönetilen bu iki türüne– indirgediğine göre, genel soyut biçimi, bu iki türden herhangi biriyle doğrudan özdeşleyerek ele almaması gerektiğini görmeliydi. Adam Smith gibi, daha sonraki tüm burjuva ekonomistlerin de ekonomik ilişkilerin farklı biçimlerini ayrımsamak için gerekli olan teorik kavrayıştan yoksun oluşu, bir yandan ampirik malzemeye ilgi duyarken, bir yandan da onu çok kaba biçimde ele alışlarında, kural olarak sürüp gitmiştir. Değer büyüklüğü aynı kalırken, değişim-değeri biçiminde görülen çeşitli değişikliklerin sözkonusu olduğu doğru bir para kavramı oluşturma yetersizlikleri de bundan ileri gelmiştir.

[6. Smith’in, Kârı, Toprak Rantını ve Ücretleri
Kaynakları Olarak Yanlış Algılaması]


      Lauderdale, Recherches sur la nature et l’origine de la richesse public (Lagentie de Lavaïsse çevirisi, Paris 1808) başlıklı yapıtında, Adam Smith’in –daha önce zaten Locke’un ortaya koyduğu görüşlere uyduğunu söylediği– artı-değer yaklaşımına, Smith’in sermayeyi orijinal bir zenginlik kaynağı saymadığı ve yalnızca türevsel bir kaynak saydığı gerekçesiyle karşı çıkar, ilgili bölüm şöyle:       “Bir yüzyılı aşkın bir süre önce bay Locke, hemen hemen aynı düşünceyi belirtmişti” (Adam Smith gibi) ... “’Para’ demişti Locke, ‘kısır bir şeydir, hiçbir şey üretmez; tek hizmeti, bir insanın emeğinin ödülü olan kârı karşılıklı bir sözleşme aracılığıyla başkasının cebine aktarmaktır.’” (Lauderdale, s. 116.)       “Ne var ki, bu düşünce, sermayenin kârı konusunda doğru ve haklı bir düşünceyse, bundan, sermayenin orijinal bir gelir kaynağı değil, türevsel bir gelir kaynağı olduğu sonucu çıkar; o zaman da sermaye bir zenginlik kaynağı olarak görülemez; sermayenin kârı, yalnızca, emekçinin cebinden sermaye sahibinin cebine bir aktarma olur.” (s. 157-158). (agy, s. 116-117)6 [Lauderdale, James Maitland, An Inguiry into the Nature and Origin of Public Wealth ..., Edinburgh ve Londra 1804, s. 157-158.]       Sermayenin değeri, üründe yeniden ortaya çıktığı ölçüde, bir [sayfa 85] “source de richesse” [“zenginlik kaynağı”] olarak adlandırılamaz. Burada o, accumulated labour [biriktirilmiş emek], belli miktarda maddeleşmiş emektir; ürüne kendi değerini katar.
      Sermaye, ücretli emeği artı-değer üretimine zorlayarak ya da emeğin üretken gücünü, göreli artı-değer üretimi için mahmuzlayarak, zorlayıcı bir güç olduğu ölçüde, yalnızca bir ilişki olarak, değer yaratıcısıdır. Her iki durumda da, sermaye ancak ||263| emeğin kendi maddi koşullarının, bunlar emeğe yabancılaştırıldığı zaman, emek üzerindeki gücü olarak; ücretli-emeğin bir koşulu olarak, ücretli emeğin biçimlerinden yalnızca biri olarak değer üretir. Ama ekonomistler tarafından kullanılan yaygın anlamıyla, para ya da meta olarak birikmiş emek anlamıyla sermaye –emeğin tüm koşulları gibi, hatta karşılık olarak para ödenmemiş doğal güçler dahil– emek sürecinde, kullanım-değerleri üretiminde üretken bir işleve sahiptir; ama hiçbir zaman değer kaynağı değildir. Yeni hiçbir değer yaratmaz, yalnızca bir değişim-değerine sahip olduğu ölçüde, kendisi maddeleşmiş emek-zamanı içerdiği ölçüde, yani emek onun kaynağı ise, ürüne değişim-değeri katar.
      Lauderdale bu açıdan –Adam Smith’in artı-değer ile değerin yapısını açıkladıktan sonra, yanlış bir biçimde, sermayeyle toprağı, değişim-değerinin bağımsız kaynakları olarak sunması açısından– haklıdır. Bunlar işçinin kendi ücretini yerine geri koyması için gereksinilen emek-zamanının üstünde ortaya çıkardığı belli bir miktar artı-emek üzerindeki bir hakkı temsil ettikleri ölçüde sahiplerinin gelir kaynağıdır. Örneğin Adam Smith’in dediği gibi:       “Ücretler, kâr ve rant, tüm değişilebilir değerlerin olduğu kadar tüm gelirlerin de ilk kaynağıdırlar.” ([Wealth of Nations, OUP baskısı, s. 57], [Garnier], kitap I, bölüm VI.)       Trois sources primitives de tout revenu [tüm gelirin ilk üç kaynağıdırlar] demek ne kadar doğru ise, aussi bien les trois sources primitives de toute valeur échangeable [tüm değişilebilen değerin de ilk üç kaynağıdırlar] demek o kadar yanlıştır; çünkü bir metanın değerini, yalnızca içerdiği emek-zamanı belirler. Rantı ve kârı, emekçinin hammaddeye eklediği değerden ya da emekten yapılmış kesintiler olarak ortaya koyduktan sonra, Adam Smith bunları, sources primitives de valeur échangeable [değişilebilir değerin ilk kaynakları] olarak nasıl adlandırabilir? (Bunlar ancak ilk kaynağı harekete geçirmeleri yani işçiyi artı-emek harcamaya zorlamaları anlamında öyledirler.) Bunlar, değerin bir kısmının, yani metada maddeleşmiş emeğin sahiplenilmesini (koşulları) temsil ettikleri ölçüde, sahipleri için gelir kaynağıdırlar. Ancak değerin dağılımı ya da sahiplenilmesi, kuşkusuz sahiplenilen değerin kaynağı değildir. [sayfa 86] Eğer bu sahiplenme olmasaydı ve isçi, emeğinin nereli olarak ürünün tümünü alsaydı, üretilen metaların değeri, kapitalistle ve toprak sahibiyle paylaşılmadığı halde, eskisi gibi, aynı olurdu.
      Toprağın ve sermayenin, sahipleri için gelir kaynağı olması olcusu, yani onlara, emeğin yarattığı değerlerin bir bölüğünü sahiplenme gücü vermesi, onları, sahiplendikleri değerin kaynağı yapmaz. Ne var ki, her ne kadar ücretler, daha doğrusu emek-gücünün sürekli satışı, emekçi için bir gelir kaynağı ise de, ücretlerin, değişilebilir değerlerin özgün kaynağı olduğunu söylemek aynı derecede yanlıştır. Değeri yaratan, emekçinin ücreti değil, emektir. Ücretler yalnızca, zaten varolan değerdir, ya da ücretinin bölümünü dikkate alırsak, emekçi tarafından yaratılan ve bizzat onun sahiplendiği değerin parçasıdır, ama bu sahiplenme değer yaratmaz. Bu nedenledir ki, ücreti, ürettiği metanın değerini etkilemeksizin artabilir ya da azalabilir. |263||
      ||265| (Adam Smith’in, metanın değerini, bu değerin kaynaklara dağıtılışma göre kategorilere ayırmasına ilişkin olarak, yukardan beri söylenenlere, aşağıdaki alıntı eklenmelidir: A. Smith, kârın, yalnızca kapitalistin ücretinin ya da wages of labour of superintendence [yönetim emeğinin karşılığı olan ücretin] bir başka adı olduğu görüşünü yadsıdıktan sonra sözü şöyle sonuçlandırır:       “Böylece, metaların fiyatında sermaye kârları, [emeğin] ücretinden tamamen farklı tamamlayıcı bir parçadır ve oldukça farklı ilkelere bağlıdır” ([agy, s. 54], [Garnier] kitap I, bölüm VI, s. 99).       Adam Smith, işçilerin malzemeye kattığı değerin, onlarla kapitalistler arasında ücretler ve kâr biçiminde paylaşıldığını göstermiş oluyor; demek ki emek tek source de valeur’dür [değer kaynağıdır] ve ücretlerin fiyatıyla kârların fiyatı bu değer kaynağından doğar. Ama bu fiyatların kendisi bir source de valeur [değer kaynağı] değildir.) |265||

[7. Smith’in, Değer ve Gelir İlişkisi Hakkındaki İkili Görüşü.
Smith’in “Doğal Fiyat”ı Ücretlerin, Kârın ve Rantın Toplamı Olarak
Algılayışındaki Kısır Döngü]


      ||263| Burada, Adam Smith’in toprak rantını, ne ölçüde, metaların fiyatını oluşturan bir öğe olarak gördüğünü bir yana bırakacağız. Burada, araştırmamız açısından bu sorun pek önemli değil; çünkü Adam Smith, rantı da kâr gibi, artı-değerin yalnızca bir parçası olarak, yani deduction from the labour added by the labourer to the raw material [emekçinin hammaddeye kattığı emekten yapılan bir kesinti] olarak görür; ve ||264| bunun sonucu olarak, işin [sayfa 87] aslında, ödenmemiş toplam artı-emeğin, kapitalist tarafından, emekle ilişkisi çerçevesinde, doğrudan sahiplenilişi ölçüsünde deduction from the profit [kârdan bir kesinti] olarak ele alır; kapitalistin, bu artı-değeri daha sonra üretim koşullarının sahipleriyle –toprak sahibi ya da sermayeyi ödünç verenle– hangi kategoriler çerçevesinde paylaşacağı farketmez. İşte bu nedenle, işi basitleştirmek için, yaratılan yeni değerin yalnızca ücretler ve kâr olarak iki kategoriye ayrıldığını kabul edeceğiz.
      Varsayalım ki bir metada oniki saatlik emek-zamanı (o metada tüketilen hammadde ve iş aletlerinin değerini bir yana koyarak) maddeleşmiştir. Metanın bu açıdan değerini para ile ifade edebiliriz. Dolayısıyla, varsayalım ki, oniki saatlik emek-zamanı da aynı biçimde beş şilinde maddeleşmiştir. Bu durumda metanın değeri beş şilindir. Prix naturel des marchandises [metaların doğal fiyatı] derken Adam Smith’in anladığı, metaların parayla ifade edilen değerlerinden başka bir şey değildir. (Metanın piyasa-fiyatı, kuşkusuz, değerinin altında ya da üstünde olur. Gerçekten, daha sonra göstereceğim gibi, metaların ortalama fiyatı bile her zaman değerlerinden farklıdır.[34] Ne var ki, Adam Smith prix naturel’i [doğal fiyatı] tartışırken buna değinmez. Üstelik, değerin yapısını kavrayan bir temelin dışında, ne piyasa-fiyatına, hele hele ne de metaların ortalama değerindeki dalgalanmalara akıl erdirebilir.)
      Metanın içerdiği artı-değer, toplam değerinin yüzde yirmisi ise ya da aynı şey demek olan bir ifadeyle, içerdiği gerekli emeğin yüzde yirmibeşi ise, o zaman bu beş şilinlik değer, metanın doğal fiyatı, dört şilin ücrete ve bir şilin artı-değere (ki, Adam Smith’i izleyerek burada buna kâr diyeceğiz) ayrılabilir. Metanın, ücretlerden ve kârdan bağımsız olarak belirlenen değer büyüklüğünün ya da doğal fiyatının, dört şilin ücretlere (emeğin fiyatı) ve bir şilin kâra (kârın fiyatı) ayrılabileceğini söylemek de doğrudur. Ama meta değerinin, o değerden bağımsız bir düzene göre işleyen ücretlerin fiyatıyla kârın fiyatının eklenmesinden ya da birleştirilmesinden oluştuğunu söylemek yanlıştır. Eğer böyle olsaydı, insanın, ücretleri 5 şilin ve kârı 3 şilin ya da buna benzer miktarlarda sayıp saymadığına göre metanın toplam değerinin 8 şilin, 10 şilin vb. olmaması için, kesinlikle hiçbir neden olmazdı.
      Adam Smith, ücretlerin “doğal derecesi”ni ya da ücretlerin “doğal fiyatı”nı incelerken, araştırmasına rehberlik eden nedir? Emek-gücünün yeniden-üretimi için gerekli olan geçim nesnelerinin doğal fiyatıdır. Ama bu geçim nesnelerinin doğal fiyatını neyle belirler? Bu fiyatı, bir biçimde belirlediği ölçüde değerin doğru değerlendirilişine, yani bu gerekli geçim nesnelerinin üretimi için gereksinilen [sayfa 88] emek-zamanına geri gelir. Ama bu doğru yolu bıraktığı anda, bir cercle vicieux’nün [kısır döngünün] içine düşer. Ücretlerin doğal fiyatını belirleyen geçim nesnelerinin doğal fiyatı neyle belirlenir? Tüm metaların olduğu gibi, bu geçim nesnelerinin de doğal fiyatını oluşturan, yani “ücret”’in, “kâr”ın, “toprak rantı”nın doğal fiyatıyla. Ve böylece in infinitum [sonsuza kadar]. Hiç kuşkusuz, arz ve talep yasası saçmalığı, bu cercle vicieux’den [kısır döngüden] kurtulmamıza yardım etmez. Çünkü, metanın değerine denk düşen “doğal fiyat”ımıza da fiyatın, talebin, tam da arza denk düştüğü zaman oluşacağı, yani meta fiyatına talep ve arzdaki dalgalanmaların sonucu olarak değerinin altında ya da üstünde olmadığı zaman oluşacağı varsayılır; başka deyişle metanın maliyet fiyatı[35] (ya da satıcı tarafından sağlanan metanın değeri) aynı zamanda talebin ödediği fiyattır.
      ||265| Ama daha önce dediğimiz gibi: ücretlerin fiyatını incelerken Adam Smith gerçekte –en azından belli bazı bölümlerde– metaların değerini doğru değerlendiren ölçülere göre davranır. Öte yandan, kârın doğru oranı ya da doğal fiyatı ile ilgili bölümde, iş gerçek soruna geldiği zaman, anlamsız bir sıradanlığa ve gereksiz yinelemelere saplanır kalır. Gerçekte, ücretin, kârın ve toprak rantının düzenleyicisi olarak ilkin meta değerini görmüştür. Ancak sonra işe öteki uçtan başlamıştır (ki bu ampirik gözlemin ortaya koyduğu gerçeğe ve gündelik anlayışa daha yakındır) ve şimdi de ücretin, kârın ve toprak rantının doğal fiyatları toplanarak, metaların doğal fiyatının hesaplanacağı ve keşfedileceği varsayılmaktadır. Ricardo’nun belli başlı yararlarından biri bu kargaşaya son vermesiydi. Ona değinirken bu noktaya yeniden kısaca döneceğiz.[36]
      Burada, belirtilmesi gereken yalnızca bir nokta daha var: Ücretlerin ve kârın ödenmesinde fon işlevini gören belli büyüklükteki meta değeri, ampirik olarak sanayiciye, meta için belli bir piyasa-fiyatı biçiminde, ücretlerdeki dalgalanmalara karşın, geçerli olan bir biçim olarak görünür.
      Bu nedenle, Adam Smith’in kitabındaki bu garip düşünce dizisine dikkat çekmek gerekli görünüyor: önce metanın değeri ele alınıyor ve bazı bölümlerde doğru biçimde belirleniyor — o kadar doğru belirleniyor ki, artı-değeri, genel biçimde ve özel biçimlerinde izliyor ve ücret ve kârı bu değerden çıkarıyor. Ama ondan sonra tam tersi bir yol tutuyor ve (içinden ücret ve kârı çıkardığı) meta değerini, bu kez tam tersine, ücretlerin, kârın ve toprak rantının doğal fiyatlarını üstüste ekleyerek bulmaya çalışıyor. Ücretin kârın vb. dalgalanmalarının meta fiyatları üzerindeki etkisini hiçbir yerde [sayfa 89] doğruca açıklayamamasının sorumlusu da bu sonuncu tutumudur — çünkü [böyle bir açıklamanın] temelinden yoksundur. |VI-265||

*

      |VIII-364|| (Adam Smith, Değer ve Değerin Tamamlayıcı Parçaları. Smith’in başlangıçtaki doğru görüşüne karşın geliştirdiği yukarıda belirtilen hatalı anlayış, ayrıca aşağıdaki parçada da görülüyor:       “Rant ... meta fiyatının oluşumuna, ücretlerden ve kârdan farklı bir biçimde girer. Yüksek ya da düşük ücretler ve kâr, yüksek ya da düşük fiyatın nedenidir; yüksek ya da düşük rant ise onun sonucudur” (Wealth of Nations, kitap I, bölüm XI. [OUP baskısı, s. 165][37].) |VIII-364||

[8. Smith’in, Toplumsal Ürünün Toplam Değerini Gelire İndirgeme Hatası.
Brüt ve Net Gelir Görüşleri Arasındaki Çelişkiler.]


      ||VI-265| Fiyatın ya da meta değerinin (bu ikisi henüz özdeş sayıldığına göre) çözümlenişiyle bağlantılı bir başka noktaya geliyoruz. Varsayalım ki, Adam Smith hesabı doğru yapmıştır –yani, belli bir meta değerini, onu oluşturan parçalarına, üretimin çeşitli öğeleri arasında doğruca bölüştürmüştür– ama bunun tam tersini yaparak, değeri, bu parçaların fiyatından oluşturmaya çalışmamıştır. Bu nedenle hem bunu, hem de ücretlerin ve kârın tek taraflı bir tutumla yalnızca [gelirin -ç.] bölüşüm biçimleri olarak sunulmasını ve dolayısıyla sahiplerinde isterlerse tüketilebilecek birer gelir olarak gösterilmesini bir kenara bırakacağız. Bütün bunları bir yana koyarsak Adam Smith, Ricardo’ya üstünlüğünü gösteren bir sorunu ortaya atıyor — üstünlüğü, ortaya attığı soruna doğru çözüm bulmasında değil, hiç değilse sorunu ortaya atmış olmasındadır. ||266| Adam Smith’in dediği şu:       “Bu üç parça” (ücretler, kârlar ve toprak rantı) “öyle görünüyor ki ya hemen ya sonunda, buğdayın fiyatının tamamını oluşturuyor.”       (Tüm metalar arasından Adam Smith burada buğdayı seçiyor; çünkü bazı başka metalarda toprak rantı, fiyatı oluşturan bir öğe değildir.)       “Bir dördüncü parçanın, çiftçinin sermayesini yenilemek ya da iş gören öküzlerinin ve öteki tarım araçlarının yıpranma payını karşılamak için gerekli olduğu düşünülebilir. Ama iş gören bir at gibi, bir tarım aracının fiyatının da aynı üç parçadan oluştuğunu gözönünde bulundurmak gerekir; o atın yetiştirilmesinde kullanılan [sayfa 90] toprağın rantı beslemesi ve bakımı için harcanan emek ve hem toprak rantını kullunan hem emeğin ücretini ödeyen çiftçinin kârı.”       (Burada kâr, toprak rantını da içeren asıl biçim olarak ortaya çıkıyor.)       “İler ne kadar, buğdayın fiyatı, böylece, atın fiyatını olduğu gibi, bakımını da ödeyebilirse de, fiyatın bütünü ya hemen ya da sonal olarak gene de üç ayrı parçaya, ranta, emeğe ve kâra bölünür.” ( [Wealth of Nations, OUP baskısı, s. 56], [Garnier], kitap I, bölüm VI [s. 101-102].)       (Şimdi burada, rantla kârın yerine, toprak ve sermaye [sözcüklerini -ç.] koymadığı halde, birdenbire ücret yerine emek demesi, aklın alacağı gibi değildir.)
      Peki ama, aynı biçimde apaçık ortada olan şu noktanın gözönünde bulundurulması gerekmez miydi? Çiftçi, atın ve sabanın bedelini, buğdayının fiyatına dahil etmişti; bu çiftçinin, atı ve sabanı kendilerinden satın aldığı at yetiştiricisi ya da saban imalatçısı, atın ve sabanın fiyatına, üretim araçlarının (birinci halde, herhalde bir başka at) bedelini ve yem gibi, demir gibi, hammadde bedellerini dahil etmiş olmalıydılar; oysa, at yetiştiricinin ve sabanın imalatçısının ücretleri ve kârı (böylece de rantı) ödedikleri fon, yalnızca, kendi üretim alanlarında değişmeyen sermayelerinde varolan değer miktarına kattıkları yeni emekten ibaret bulunuyor. Adam Smith, dolayısıyla, çiftçiyle ilgili olarak, onun tahıl fiyatının, kendisine ve başkalarına ödediği ücretlerin, kârın ve rantın yanısıra, bunlardan farklı olan dördüncü bir parçayı daha –çiftçinin tükettiği at, tarım araçları vb. gibi değişmeyen sermayenin değerini de– içerdiğini itiraf ettiğine göre, aynı şey at yetiştiricisi ve tarım araçları imalatçısı için de geçerli olmalıdır; Adam Smith’in bizi bir güçlükten ötekine atmasının hiçbir yararı yoktur. Yeri gelmişken, çiftçi örneği, garip bir talihsizlik eseri bizi güçlük içine atmak için seçilmiştir; çünkü bu durumda değişmeyen sermaye items’ı [kalemleri], somebody else’den [bir başkasından] satın alınması gerekmeyen bir kalemi, tohumluğu içerir; şimdi değerin bu tamamlayıcı parçası da acaba, birileri için ücretlere, kâra ya da ranta ayrışıyor mu?
      Ama şimdilik devam edelim ve Smith’in, her metanın değerinin, gelir kaynakları olan ücret, kâr, toprak rantından birine (ya da bunların tümüne) ayrıştığı ve tüketime yönelik olduğu için de ya bireysel tüketimde ya da her durumda d’une manière ou d’une autre [şu ya da bu biçimde] kişisel kullanımla (sınai tüketimle değil) tüketildiği görüşüne bağlı kalıp kalmadığını görelim. D’abord [ilkin] ||267| bir başka basit nokta. Örneğin ağaç çileği ya da [sayfa 91] benzeri meyveleri toplama durumunda, –her ne kadar burada da kural olarak sepet vb. gibi bazı gereçlere, iş araçları olarak gerek varsa da– meyve değerinin tümüyle ücretlerden oluştuğu düşünülebilir. Ancak bu tür örnekler, kapitalist üretimle ilgilendiğimiz bu noktada, konu dışıdır.
      Her şeyden önce, bir kez daha kitap I, bölüm Vl’da; kitap II, bölüm II’de (kitap II, Garnier, s. 212-213) yinelenen görüş şu:       “Daha önce gösterildiği gibi... metaların büyük bir kısmının fiyatı, üçe ayrışır; bir parçası emeğin ücretini, öteki sermayenin kârını ve üçüncüsü toprak rantını karşılar.” [Wealth of Nations, OUP baskısı, s. 313.]       Buna göre, herhangi bir metanın değerinin bütünü, gelire indirgenmiş olur ve bu çerçevede, tüketim fonu olarak, bu gelirle yaşayan şu ya da bu sınıfın paylarına ayrışır. Şimdi, bir ülkenin, örneğin yılhk toplam üretimi, yalnızca üretilen metaların değer toplamından oluştuğuna ve bu metalardan her birinin değeri de gelirlere ayrıştığına göre, bunların toplamı olan, emeğin yıllık ürünü yani brüt gelir de bu biçimiyle yıllık olarak tüketilebilir olmalıdır. Smith de bu parçanın hemen ardından bu noktayı bizzat ortaya atar:       “Her bir meta tek tek ele alındığı zaman gözlenen durum bu olduğuna göre, her bir ülkede toprağın ve emeğin yıllık tüm ürünü oluşturan bütün metalar topluca ele alındığı zaman da durum aynı olmalıdır. Yıllık ürünün toplam fiyatı ya da değişilebilir değeri de aynı üç parçaya ayrışmah ve ülkenin farklı sakinleri arasında ya emeğin ücreti olarak, ya sermayelerinin kârı olarak ya da toprak rantı olarak parçalara bölüştürülmelidir.” ([agy, s. 313], [Garnier] agy, s. 213).       Bu gerçekte zorunlu sonuçtur. Tek tek metalar için doğru olan, metaların toplamı için de zorunludur. Ama Adam quad non [pek öyle değil] diyor. Şöyle sürdürüyor sözü:       “Ne var ki, her ne kadar, her ülkede toprağın ve emeğin yıllık ürününün toplam değeri böylece bölüştürülüyorsa ve farklı sakinlerinin gelirini oluşturuyorsa da, nasıl ki özel bir malikanenin rantında brüt rant ile net rant arasında bir ayrım yapıyorsak, büyük bir ülkenin tüm sakinlerinin gelirleri için de aynı şeyi yapabiliriz.” ([agy s 313], [Garnier] agy, s. 213.)       (Halte là! [burda durun!] Yukarıda bize tam tersini söylemişti: Bireysel çiftçi örneğinde, buğdayının değerini dördüncü bir öğeye, yani tüketilen değişmeyen sermayeyi yenileyen bir değer öğesine daha ayrıştırabiliriz. Bu tek tek çiftçiler yönünden doğru. Ama işin ayrıntısına girdiğimiz zaman, onun değişmeyen sermayesi daha baştaki bir noktada, yani onun sermayesi haline gelmeden (ince, bir başkasının elinde, ücrete, kâra vb., yani tek sözcükle gelire ayrışır. Dolayısıyla da, eğer, tek tek üreticiler elinde düşünüldüğü zaman, metaların bir gelir oluşturmayan bir öğeyi de içerdiği doğru ise, o zaman bu söylediği, “tous les habitants d’un grand pays” [“büyük bir ülkenin tüm sakinleri”] için doğru değildir; çünkü birinin elindeki değişmeyen sermaye, değerini, başkasının elindeki ücretten, kârdan, ranttan kaynaklanan bu öğeden alır. Şimdi tam tersini söylüyor.)
      Adam Smith sözü sürdürüyor:       ||268| “Belirli bir mülkün brüt geliri; genel olarak çiftçinin bütün ödediklerini içerir; yönetim, onarım ve başka bütün gerekli ödemeler düşüldükten sonra toprak sahibine kalan tüm yükümlülüklerden arınmış ve serbest kalmış olan, ya da servetine zarar vermeden, doğrudan tüketimine yani onun yiyeceği vb. için kullanmaya ayrılan ayrılan fonlar net gelirdir.” “Gerçek zenginliği, brüt geliriyle değil, net geliriyle oranlıdır” [agy, s. 313-314].       (Her şeyden önce Smith burada ilgisiz iki şeyden söz ediyor. Çiftçinin, toprak sahibine rant olarak ödediği şey, tıpkı işçilere ödediği ücret gibi, tıpkı kendi kârı gibi, metanın gelire ayrışan değerinin ya da fiyatının bir parçasıdır. Ne var ki, sorun, metanın değerini oluşturan bir başka parça daha içerip içermediğidir. Çiftçinin durumuyla ilgili olarak itiraf etmesi gereken bu noktayı burada itiraf ediyor; ama bu, çiftçinin buğdayının (yani buğday fiyatının ya da değişim-değerinin) gelire ayrışabilirliğini engellememelidir. İkincisi, geçerken belirtelim: çiftçi olarak düşünülünce, herhangi bir çiftçinin kullanabileceği gerçek zenginlik, kârına bağlıdır. Ama öte yandan, metaların sahibi olarak tüm çiftliğini ya da toprak kendisinin değilse, çift öküzleri, tarım aletleri gibi orada bulunan tüm değişmeyen sermayeyi satabilir. Bu yolla gerçekleştirebileceği değeri, dolayısıyla, yararlanabileceği zenginliği, sahibi olduğu değer yani değişmeyen sermayenin büyüklüğü koşullandırır. Ne var ki, bunu, ancak başka bir çiftçiye satabilir; onun elinde de bu gene bir değişmeyen sermayedir, kullanılabilir bir zenginlik değildir. Yani hâlâ aynı noktada bulunuyoruz.)
      “Büyük bir ülkenin tüm sakinlerinin brüt geliri, toprağının ve emeğinin toplam yıllık ürününü kapsar” (daha önce, bize, bu toplamın —yani değerinin—, ücretlere, kârlara ve rantlara, yani başka bir şeye değil ama net gelirin farklı biçimlerine ayrıştığı söylenmişti); “net gelir, önce sabit ve sonra da döner sermayenin devamı için gerekli harcamalar düşüldükten sonra, serbest kalan miktardır”; (şu halde çiftçi şimdi, iş aletlerini ve hammaddeleri düşüyor); [sayfa 93] “ya da sermayelerine dokunmadan, doğrudan tüketim için ayrılan fona koyabildikleridir.” (Şimdi böylelikle öğreniyoruz ki, toplam metaların prix ou la valeur èchangeable’ı [fiyatı ya da değişilebilir değeri), tek tek kapitalistler için olduğu gibi, tüm ülke için de herhangi bir kimse için gelir olmayan, ve ücrete, kâra, ranta ayrışmayan bir dördüncü öğeye daha ayrışmaktadır.)       “Sabit sermayeyi işlerlikte tutmanın tüm giderleri, açıkça belli ki, toplumun net gelirinden hariç tutulmalıdır. Ne yararlanılan makinelerin, iş aletlerinin, işletme binalarının vb. bakımı için gerekli malzemeler, ne de bu malzemelerin gereken biçimde hazırlanması için gerekli-emek ürünü, hiçbir zaman net gelirin parçası olamaz. Bu emeğin fiyatı, gerçekte, işçiler ücretlerinin tüm değerini ||269|, yatırmak zorunda oldukları tüketim için ayrılan fona koydukları ölçüde, net gelirin parçası olabilir. Ancak başka tür çalışmalarda, hem fiyat, hem ürün bu fona gider; bu işçilerin emeğinin fiyatı, geçimleri, gönençleri ve eğlenmeleri bu işçilerin emeğiyle artıp büyüyen başka kişilerin ürünleri bu fona gider” ([Wealth of Nations, OUP baskısı, s. 314], [Garnier] agy, s. 214-215)7.       Burada Adam Smith yanıtlaması gereken sorudan –yani metanın toplam fiyatının, ücretlere, kâra ve ranta ayrışmayan dördüncü öğesiyle ilgili sorudan– bir kez daha kaçmıyor. İlkin, epeyce yanlış olan bir şey: Makine imalatçıları için olduğu gibi, tüm öteki sanayi kapitalistleri için, makinelerin vb. hammaddesini gereken biçimde hazırlanması için gerekli olan emek de gerçekte, gerekli emek olarak ve artı-emek olarak, dolayısıyla yalnızca işçilerin ücreti olarak değil, ama aynı zamanda kapitalistin kârı olarak ayrılır. Ama malzemelerin değeri ve bu malzemenin gereken biçimde hazırlanması için işçilerin kullandığı aletlerin değeri, ne ücretlere ne kâra ayrışır. Yapıları gereği bireysel tüketime değil, sınai tüketime ayrılan ürünler, tüketim fonu içine girmezler; bu fonla hiçbir ilintileri yoktur. Örneğin tohumluk (buğdayın ekim için ayrılan bölümü) doğası gereği, tüketim fonuna da girebilir; ama ekonomik işlevi gereği, üretim fonuna girmesi gerekir. Ayrıca, bireysel tüketime ayrılan ürünler için, fiyatın tümü ve ürün, tüketim fonuna girer demek de çok yanlıştır. Örneğin keten bezi, yelken olarak ya da başka tür üretken amaçla kullanılmadığı zaman, bir ürün olarak tüketime gider. Ama fiyatı değil; çünkü fiyatın bir parçası [kullanılan -ç.] keten ipliğini yeniler, bir başka parçası dokuma tezgahını vb. yeniler ve keten bezi fiyatının yalnızca bir parçası herhangi bir türden gelire dönüşür.
      Adam daha önce bize makinelerin, işletme yapılarının vb. [sayfa 94] yapımı için gerekli malzemelerin, onları yapmaya yarayan makineler vb. ne kadar olamazsa, onların da “ne peuvent jamais faire partic de ce reuenu net” [“bu net gelirin asla herhangi bir parçası olamayacaklarını”] söylemişti; anlaşılan bu nedenle, onlar, brüt gelirin bir parçasını oluşturuyorlar. Ama bundan biraz ilerde [Garnier] agy, kitap II, bölüm II, s. 220’de tersini söylüyor:       “İster bir bireyin olsun, ister bir toplumun olsun, sabit sermayeyi oluşturan iş makineleri ve aletler, vb., para gibi, birinin ya da ötekinin ne. brüt gelirinin, ne net gelirinin parçasını oluştururlar...” [agy, s. 317].       Bu çelişkiler, bu zigzaglar , bu sorunu atlatma biçimi, Adam’ı kurtarmaya yetmiyor. O, bir kez ücreti, kârı ve rantı, valeur èchangeable ou duprix total du produit’yi [ürünün değişilebilir delerini ya da toplam fiyatını] oluşturan parçalar yaptığı andan başlayarak kendi oyununa gelmekten kurtulamıyor.

[9. Smith’in Teorisini Sıradanlaştıran Kişi: Say. Say’nin Brüt
Toplumsal Ürünle Toplumsal Geliri Özdeşlemesi. Storch ve Ramsay’ın
Bu İkisi Arasında Ayrım Yapma Gayretleri]


      Smith’in tutarsızlıklarını ve gaflarını mutlak genel ifadelerle yineleyerek donuk yapaylığını saklamaya çalışan Say şöyle diyor:       “Bir ulusu, bütün olarak düşünürsek, herhangi bir net ürüne sahip değildir; çünkü ürünler yalnızca üretim maliyetlerine eşit bir değere sahip olduklarına göre, bu maliyetler düşüldüğü zaman, ürünlerin tüm değeri düşülmüş olur. ... Yıllık gelir, brüt gelirdir” [Jean-Baptiste Say], (Traité d’économie politique ..., 3. baskı, Paris 1817, c. II, s. 469).
      Yıllık toplam ürünün değeri, o ürün içinde somutlaşmış emek-zamanı miktarına eşittir. ||270| Eğer bu toplam değer, yıllık üründen düşülürse, o zaman gerçekte değer sözkonusu olduğu ölçüde, geriye herhangi bir değer kalmaz ve böyle bir işlemle hem net gelir, hem brüt gelir biter. Ama Say’ye göre, yıllık olarak üretilen değerler, yıllık olarak tüketilir, işte bu yüzden, toplum açısından, herhangi bir net ürün yoktur, yalnızca brüt ürün vardır. Her şeyden önce, yıllık olarak üretilen değerlerin yıllık olarak tüketildiği doğru değildir. Sabit sermayenin büyük bir kısmı için durum böyle değildir. Yıllık olarak üretilen değerlerin büyük bir kısmı, değer oluşturma sürecine girmeden, yani her yıl toplam değerleri tümüyle tüketilmeden emek sürecine girer, ikincisi, tüketilen yıllık-değerlerin bir kısmı, tüketim fonu olarak kullanılan değerlerden değil, üretim araçları olarak kullanılan ve böylece üretimde ortaya [sayfa 95] çıktıkça (ya aynı biçimiyle ya da eşdeğer bir biçimde) üretime geri döndürülen değerlerden oluşur. İkinci kısım, birinci kısmın dışında bireysel tüketime girebilen değerlerden oluşur. Bunlar net ürünü oluşturur.
      Storch, Say’nin saçmaları için şöyle der:
      “Apaçık [...] ortadadır ki, yıllık ürün değeri, kısmen sermayeye, kısmen kâra bölünür; ve yıllık ürün değerinin bu parçalarından her biri, sermayesini koruması kadar, tüketilebilir stokunu da yenilemesi için, düzenli olarak ulusun gereksindiği ürünlerin satın alınmasına gider” (Storch, Cours d’économie politique, c. V: Considérations sur la nature du revenu national, Paris 1824, s. 134-135). “Şimdi bu durumda, kendi emeği ile tüm gereksinimlerini karşılayacak ölçüde kendine yeterli olan bir aile düşünelim, Rusya’da örneği çok bol olan türden ... bir ailenin geliri, topraklarından, sermayesinden ve zanaatından gelen brüt ürüne mi eşittir? Kendi ambarında ya da ahırında yaşayabilir mi, kendi tohumluğunu ve samanını yiyebilir mi, kendi çift öküzünü giyinebilir mi, kendi tarım aletleriyle eğlenebilir mi? Bay Say’nin savına göre, tüm bu sorulara olumlu yanıt verilmesi gerekir” (agy, s. 135-136). “Bay Say [...] brüt ürünü toplumun geliri olarak görüyor; ve bundan, toplum bu ürüne eşit bir değeri tüketebilir sonucunu çıkarıyor” (agy, s. 145). “Bir ulusun (net) geliri (yazarın, Say’nin sandığı gibi) tüketilen değer toplamının üstünde üretilmiş değer fazlası değildir; yalnızca, üretmek için tüketilen değerlerin üstünde [üretilen değer fazlasıdır]. Bu nedenle, “bir ulus, yıl içinde üretilen tüm bu fazlayı tüketirse, tüm (net) gelirini tüketmiş olur” (agy, s. 146). “Eğer bir ulusun gelirinin, brüt ürününe eşit olduğu kabul edilirse, yani hiç sermaye düşülmezse, o zaman bu ulusun yıllık ürününün tüm değerini, gelecekteki gelirini hiç azaltmaksızın, üretken olmayan bir biçimde tüketebileceğim de kabul etmek gerekir” (agy, s. 147).”... bir ulusun [değişmeyen] sermayesini temsil eden ürünler tüketilebilir değildir.” (agy, s. 150.)       Ramsay (George) –An Essay on the Distribution of Wealth (Edinburgh 1836)– aynı konuya, yani Adam Smith’in toplam fiyatın dördüncü parçası ya da ücretlere harcanan sermayeden ayrı olarak benim değişmeyen sermaye dediğim parça konusuna işaret ediyor:       ||271| “Bay Ricardo” diyor, “[öyle görünüyor ki] sabit sermayeyi yerine geri koymak için gerekli olan parçayı unutarak, tüm ürünün yalnızca ücret ve kâr olarak bölündüğünü düşünüyor.” (s. 174, dipnot.)       “Sabit sermaye” deyimiyle Ramsay gerçekte yalnızca üretim araçlarını vb. kastetmekle kalmıyor, hammaddeyi de yani benim kısaca, her üretim alanında değişmeyen sermaye dediğim şeyi kastediyor. Ricardo, ürünün kâra ve ücrete ayrılışından söz ederken, [sayfa 96] aynı zamandn üretime yatırılan ve üretim içinde tüketilen sermayenin de düşüldüğünü varsayar. Gene de esas sorunda Ramsay haklı, Çünkü Ricardo, sermayenin değişmeyen parçasını daha fazla incelemeye girişmez, ona pek dikkat atfetmez; ciddi hatalar yapan ve kâr oranlarındaki dalgalanmaları araştırırken yaptığı hataların yanısıra özellikle kâr ile artı-değeri birbirine karıştırır, vb.
      Şimdi Ramsay’ın dediklerini dinleyelim:       “Ürün ile onun için8 harcanan sermaye arasında ne tür bir karşılaştırma düzeni gerçekleştirilebilir? ...9 Bir ulusun tümü düşünülürse ... apaçık ortadadır ki, sermayenin harcanan tüm çeşitli parçaları, şu ya da bu tür bir istihdamla yeniden-üretilmelidir, aksi halde ülkenin üretimi, eskisi gibi sürdürülemez. İmalattaki hammaddeler, tarımda olduğu gibi, imalatta kullanılan aletler, büyük sanayi makineleri, ürüne ya da ürünün depolanmasına gerekli yapılar, tüm bunların hepsi, ülkenin10 [...] kapitalistlerinin yatırdıklarının değil, toplam geri dönen ürünlerinin de parçası olmalıdır. Dolayısıyla ikincinin miktarı, birincinin miktarıyla, her bir kalemin eskiden olduğu gibi yerine geri konduğu ve ek olarak bir benzerinin sağladığı düşüncesiyle, karşılaştırılabilir” (agy, s. 137-139). Bireysel kapitalist, belli bir türden harcamalarını, “ayni olarak yerine koyamadığı” zaman, “değişim yoluyla daha çok miktar elde etmelidir; ürünün belli bir miktarı bu amaç için gereklidir. Bu yüzden her bireysel kapitalist, kendi ürünü11 karşılığında onun miktarına göre daha fazla değişilebilir değer elde etmeye çalışır.” (agy, s. 145-146.)       “Ürünün değeri, yatırılan sermayenin değerini ne kadar çok aşarsa, onun kârı12 o kadar büyük olacaktır. O zaman, böylece, miktarı miktarla değil, değeri değerle karşılaştırarak bir tahmin yapacaktır. ... Kâr [...] gerekli yatırımları yenilemek için gereken brüt ürünün ya da onun değerinin düşüşü ya da artışıyla orantılı olarak azalmalı ya da artmalıdır [...] kâr oranı, doğrudan iki koşula bağlı olmak durumundadır;13 birincisi toplam ürünün, işçilere giden oranına ve ikincisi sabit sermayeyi, ya ayni olarak ya da değişim yoluyla yerine koymak için ayrılması gereken kısma.” (agy, s. 146-148, çeşitli yerlerde.)       (Ramsay’ın burada kâr oranı konusunda söyledikleri, kâr hakkındaki bölüm IlI’de ele alınacaktır.[38] Onun bu öğeye haklı olarak ağırlık vermesi önemlidir. Bir yandan Ricardo’nın söyledikleri –yani değişmeyen sermayeyi (ki Ramsay buna sabit sermaye diyor) oluşturan metaların ucuzlamasının her zaman, mevcut sermayenin [sayfa 97] değerini azaltacağı– doğrudur. Bu, özellikle, gerçek anlamıyla sabit sermaye için, makineler vb. için doğrudur. Artı-değerin, toplam sermayeye oranla artması, (değer aşınmasından önce kapitalistin sahip olduğu) değişmeyen sermayenin toplam değerindeki bir düşmeden ileri geliyorsa, bunun bireysel kapitaliste hiçbir yararı yoktur. Ama bu, çok sınırlı bir çerçevede, sermayenin yalnızca (sabit sermaye içinde yeralmayan) hammaddelerde ya da tamamlanmış metalarda içerilen sermaye kısmı için doğrudur. Toplamın içerdiği ve dolayısıyla aşınabilmiş olan değer, tüm ürüne oranla her zaman önemsizdir. Her bir kapitalist, bundan, ancak, döner sermaye olarak harcanan sermayesinin kısmı ölçüsünde, çok az etkilenir. Öte yandan —kâr, artı-değerin, yatırılmış toplam sermayeye oranına eşit olduğuna göre ve emilebilecek emek miktarı hammaddelerin değerine değil, miktarına ve üretim araçlarının etkinliğine (değişim-değerlerine değil, kullanım-değerlerine) bağlı olduğuna göre— apaçık ortada olan şudur: Ürünü, değişmeyen sermaye oluşumuna giren ||272| sanayi dallarındaki üretkenlik ne kadar büyük olursa, değişmeyen sermayenin belli bir miktarda artı-değer üretmesi için gereken giderler o kadar küçük olacaktır; sonuçta bu artı-değerin yatırılmış tüm sermayeye oranı daha büyük olacak ve bu nedenle de belli bir artı-değer miktarı için kâr oranı daha yüksek çıkacaktır.)
      (Ramsay’ın ikili düşündüğü şey –üretim sürecinde tüm ülke için ürünün yenilenmesi ve bireysel kapitalist için değerin yenilenmesi– işin iki yüzüdür; her ikisi de her bir kapitalistle ilgili olarak, sermayenin, aynı zamanda kendini yeniden-üretmesi süreci olan dolaşım sürecinde hesaba katılmalıdır.)
      Adam Smith’i meşgul eden ve onu çelişkiden çelişkiye atan gerçek güçlüğü Ramsay giderebilmiş değil. Basit bir anlatımla güçlük şu:
      Toplam sermaye (değer olarak) emeğe, ancak belli miktarda maddeleşmiş bir başka emeğe indirgenebilir. Ne var ki, ödenmiş emek, işçilerin ücretine, ödenmemiş emek ise kapitalistin kârına eşittir. Öyleyse toplam sermaye, doğrudan ya da dolaylı olarak ücretlere ve kâra indirgenebilmelidir. Yoksa, bir yerlerde, ne ücrete, ne kâra dönüşen ve amacı üretimde tüketilmiş değerleri (ki bunlar yeniden-üretimin koşullarıdır) yenilemek olan bir başka emek mi iş görmektedir? İşçinin ortaya koyduğu tüm emek iki büyüklüğe ayrıştığına, biri onun emek-gücünü yeniden-üretmesi için, öteki sermayenin kârını oluşturmak için iki parçaya ayrıldığına göre, bu işi kim yapıyor? [sayfa 98]

[10.] Yıllık Kârın ve Ücretlerin, Kâr ve Ücretlere Ek Olarak
Değişmeyen Sermayeyi de içeren Yıllık Emtiayı Satın Almanın Nasıl
Olanaklı Olduğu Konusunda Araştırma.[39]

[(a) Tüketim Maddesi Üreticilerinin, Kendi Aralarındaki Değişim Yoluyla
Değişmeyen Sermayelerini Yenilemelerinin Olanaksızlığı]


      Bu sorunla ilgili olmayan her şeyi ayıklamak için, daha en başta belirtilmesi gereken bir nokta var. Kapitalist kârının, gelirinin bir kısmını emek araçları ve malzemeleri olarak sermayeye dönüştürdüğü zaman, bunların her ikisi de, işçinin kapitalist için bedava olarak gerçekleştirdiği emek kısmından ödenir. Burada, kullanım-değerleri olarak emek araçları ve malzemelerinden oluşan metaların yeni miktarına eşdeğer oluşturan yeni bir emek miktarı vardır. Bu nokta, sermaye birikiminin parçası olur ve herhangi bir güçlüğe neflen olmaz; burada değişmeyen sermayenin, daha önceki sınırlarının ötesinde büyümesiyle, ya da zaten varolan ve yenilenmesi gereken değişmeyen sermaye miktarının üstünde yeni değişmeyen sermaye oluşumuyla karşı karşıyayız. Güçlük, varolan değişmeyen sermayenin yeniden-üretilmesindedir, yeniden-üretilmesi gerekenin üstünde yeni bir değişmeyen sermaye oluşturulmasında değil. Yeni değişmeyen sermaye, apaçık görüldüğü gibi, kârdan kaynaklanır ve bir an, daha sonra sermayeye dönüştürülen gelir biçiminde varolmuştur. Kârın bu kısmı, toplumun, sermaye varolmasaydı bile, nüfus artışının gerekli kıldığı, gelişme fonu dediğimiz bir fonu elinin altında tutmak için sürekli sağlamak zorunda olduğu ek emek-zamanından oluşur.
      (Ramsay’ın yapıtında, s. 166, değişmeyen sermayenin, kullanım-değeri yönüyle ilgili iyi bir açıklaması vardır, şöyle:       ... (örneğin çiftçinin) “brüt geliri,14 ister az ister çok olsun, bu farklı biçimlerde tüketilenin yenilenmesi için gerekli olan miktar, hiçbir15 biçimde değişemez. Üretim aynı ölçüde sürdükçe bu miktar değişmez kabul edilmelidir.”)       Demek ki, ilkin şu olgudan başlamalıyız: –varolan değişmeyen sermayenin yeniden-üretilmesinden farklı olarak– yeni bir değişmeyen sermaye oluşturulmasının kaynağı kârdadır; tabii, bunun için, bir yandan ücretlerin emeği yeniden-üretmeye ancak yettiğini, öte yandan, sanayi kapitalistinin, daha sonra artı-değerin bir kısmını kime ve nereye vereceğine [bakmaksızın] tümünü doğrudan sahiplenmesi nedeniyle, tamamının “kâr kategorisi” içinde[sayfa 99] kavrandığını varsaymak gerekiyor.       ”... patron16 [...] ulusal gelirin17 genel dağıtıcısıdır; işçilere ücretlerini [...], “(para-) kapitaliste faizini [...], toprak sahibine rantını öder” (Ramsay, [agy], s. 218-219).       Artı-değerin tümünü kâr olarak adlandırarak, kapitalisti: 1. as the person who immediately appropriates the ıvhole surplus value created, 2. as the distributor of that surplus value between himself, the moneyed capitalist, and the proprietor of the soil [1. yaratılan tüm artı-değeri ilk ağızda sahiplenen kişi olarak; 2. artı-değeri, para-kapitalisti, toprak sahibi ve kendisi arasında dağıtan kişi olarak] görüyoruz.>
      ||VII-273| Ancak bu yeni değişmeyen sermaye kârdan kaynaklanır demek, emekçilerin artı-emeğinin bir parçasından ortaya çıkmıştır demekten başka bir şey değildir. Tıpkı bir yabanılın, avlanmak için gerek duyduğu zamana ek olarak, yayını yapmak için de zorunlu olarak bir zaman ayırması gibi; ya da ataerkil tarımda olduğu üzere, köylünün, toprağı sürmek için harcadığı zamana ek olarak, aletlerinin çoğunu üretmek için de belli bir emek-zamanını harcamak zorunda olması gibi.
      Ama burada sorun, üretimde zaten harcanmış olan değişmeyen sermayeye eşdeğer bir miktarı yenilemek için çalışanın kim olduğunu bilmektir? İşçinin yaptığı çalışmanın kendisi için olan kısmı onun ücretini karşılar ya da, üretimin tümü içinde düşünülürse, onun ücretini yaratır. Öte yandan, kârı oluşturan artı-emeği kısmen kapitalist için tüketim fonudur, kısmen de ek sermayeye dönüştürülür. Ancak kapitalist, üretim sırasında kullanılıp tüketilmiş olan sermayeyi, bu artı-emekten ya da kârdan karşılayarak yenilemez. (Durum böyle olsaydı, artı-değer, yeni sermaye oluşumu için bir fon olmazdı; eski sermayenin korunması için bir fon olurdu.) Ne var ki, ücretleri oluşturan gerekli emekle, kârı oluşturan artı-emek, işgününün tümünü meydana getirir; bunların dışında emek harcanmaz. (Kapitalistin labour of superintendence’ının [yönetim emeğinin] karşılığı, ücretlerin içindedir. Bu açıdan kapitalist, başka bir kapitalistin değil ama kendi sermayesinin ücretli-emeğidir.) Peki öyleyse, değişmeyen sermayeyi yenileyen kaynak, emek nedir?
      Sermayenin ücretlere harcanan kısmı, (artı-emeği hesap dışı tutarak) yeni bir üretimle yenilenir. İşçi ücreti tüketir, ama eski emeği ne ölçüde yok ederse, o ölçüde de yeni emek katar; işbölümünün kafamızı karıştırmasına izin vermeksizin, işçi sınıfının [sayfa 100] bütününü dikkate alırsak, işçi yalnızca aynı değeri üretmekle kalmaz, ama aynı kullanım-değerlerini de üretir; öyle ki, emeğinin üretkenliğine göre, aynı değer, aynı emek miktarı, daha büyük ya da daha küçük miktarlarda bu aynı kullanım-değerleri olarak yeniden üretilir.
      Toplumun, herhangi bir anını alırsak, üretimin bütün alanlarında eşzamanlı olarak, çok farklı oranlarda olsa da, hep üretime ait olan ve tıpkı tohumun toprağa geri verilmesi gibi yerine geri konması gereken, –üretimin gerekli koşulu olarak önvarsayılan– belirli bir değişmeyen sermaye vardır. Doğrudur, bu değişmeyen parçanın değeri, kendisini oluşturan metaların daha düşük ya da daha yüksek maliyette yeniden-üretilmesine bağlı olarak artabilir ya da eksilebilir. Bununla birlikte, değerdeki bu değişiklik, bu parçanın, üretimin bir öğesi olarak girdiği üretim sürecindeki değerinin, üretimin değerinde yeniden ortaya çıkması gereken bir önvarsayılan değer olduğu gerçeğini asla değiştirmez. Bu nedenle, değişmeyen sermayenin değerindeki bu değişiklik burada gözardı edilebilir. Her durumda, belirleyici bir öğe olarak ürünün değerine geçen, geçmiş, maddeleşmiş emeğin belirli bir miktarıdır. Sorunu daha açık bir biçimde ortaya koyabilmek için, üretim maliyetlerinin ya da sermayenin değişmeyen kısmının değerinin aynı kaldığını, değişmediğini varsayalım. Ayrıca, örneğin değişmeyen sermayenin toplam değerinin ürünlere tek bir yıl içinde geçmemiş olması, sabit sermayede olduğu gibi, toplam ürüne bir dizi yıl içinde geçmesi hiç farketmez. Çünkü burada sorun, değişmeyen sermayenin yıl içinde fiilen tüketilen kısmının gene yıl içinde yenilenmesi gereği üzerinde odaklaşmaktadır.
      Değişmeyen sermayenin yeniden-üretilmesi sorunu, açıktır ki, sermayenin yeniden-üretimi sürecine ya da dolaşımı sürecine ilişkin bölümün konusudur — ama bu, işin özünün burada incelenmemesini de gerektirmez.
      ||274| İlkin işçinin ücretini ele alalım. İşçi, kapitalist için 12 saat çalışırsa, içinde diyelim on saatlik emeğin somutlaştığı belli bir miktar para alır. Bu ücret, geçim nesnelerine dönüştürülür. Bu geçim nesnelerinin tümü metadır. Bu metaların fiyatıyla değerlerinin eşit olduğunu varsayalım. Ancak, bu metaların değerinde, içerdikleri hammaddelerin ve tüketilen üretim araçlarının değerini karşılayan bir parça da vardır. Ne var ki, tüm bu metaların değerini oluşturan parçalar, toplam olarak, emekçinin harcadığı ücreti gibi, yalnızca on saatlik emek içerir. Varsayalım ki, bu metaların değerinin üçte-ikisi, içerdikleri değişmeyen sermayenin değerini oluşturmaktadır; öte yandan üçte-biri, ürünü bitmiş bir tüketim [sayfa 101] maddesine dönüştüren emekten oluşmaktadır. Böylece emekçi on saatlik emeğinin üçte-ikisiyle değişmeyen sermayeyi ve üçte-biriyle de (yıl içinde o nesneye katılan) canlı emeği karşılar. Eğer, satın aldığı geçim nesnelerinin yani metaların içinde değişmeyen sermaye bulunmasaydı onların içindeki hammaddenin hiçbir maliyeti olmazdı ve onları üretmek için herhangi bir alet gerekmezdi. Bu durumda iki olasılık vardır. Ya, aynı metalar önce olduğu gibi on saatlik emeği içerir, o zaman emekçi on saatlik canlı emeğiyle on saatlik canlı emeği karşılamış olur. Ya da ücretine dönüştürülen ve emek-gücünü yeniden-üretmesi için gereksindiği aynı miktardaki kullanım-değerleri (hiçbir üretim aracı ve kendisi de emeğin ürünü olan hiçbir hammadde olmadan) 31/3 saatlik bir emeğe mal olur. Bu durumda emekçi yalnızca 31/3 saatlik gerekli emek harcamak durumundadır ve ücreti de gerçekte maddeleşmiş emek-zamanının 31/3’üne [saatine] düşer.
      Varsayalım ki meta, keten bezidir: 12 yarda (burada cari fiyat önem taşımaz) = 36 şilin ya da 1 pound 16 şilin. Bunun üçte-biri katma-emek olsun, üçte-ikisi de hammadde (iplik) ve makinelerin aşınma payı olsun. Gerekli-emek zamanı = 10 saat sayalım; o zaman artı-emek = 2. Diyelim ki bir saatlik emeğin parayla ifade edilen değeri = 1 şilin. Bu durumda 12 saatlik emek = 12 şilin; ücretler = 10 şilin, kâr = 2 şilin. Kapitalistle işçinin, kendi ücretlerinin ve kârlarının tümünü, yani 12 şilini (hammaddeye ve makinelere eklenen toplam değer, ipliğin keten bezine dönüştürülmesinde maddeleşen yeni emek-zamanı miktarının bütünü) bir tüketim maddesi olan keten bezini almak için harcadıklarını varsayalım (sonuçta kendi ürünlerine bir emek-gününden fazlasını harcamaları olasıdır). Bir yarda keten bezi 3 şilindir. İşçi ve kapitalist 12 şilinle –ücretleri ve kârı üstüste koyarak– yalnızca 4 yarda keten bezi satın alabilirler. Bu 4 yarda keten bezi 12 saatlik emeği içerir; ne var ki bunun yalnızca 4 saati, yeni eklenmiş emektir, 8 saat, değişmeyen sermayede gerçekleşmiş [ve metanın üretiminde harcanmış .] emeği temsil eder. 12 saatlik emekle, ücret ve kâr birlikte, kendi toplam ürünlerinin yalnızca üçte-birini satın alırlar, çünkü bu toplam ürünün üçte-ikisi değişmeyen sermayeden oluşur. 12 saatlik emek 4 + 8’e bölünür; bunun 4 saati kendini karşılar, 8 saati ise –dokuma sürecinde eklenen emekten bağımsız olarak– dokuma sürecinde zaten maddeleşmiş emek olarak, yani iplik ve makine olarak giren emeği yeniler.
      Ürünün yani metanın, bir tüketim maddesi olarak ücretle ve kârla değişilen ya da satın alman (ya da yeniden-üretim dahil herhangi bir başka amaçla, çünkü meta hangi amaçla alınırsa alınsın işlem açısından farketmez) parçasına gelince, açıktır ki, ürün [sayfa 102] değerinin değişmeyen sermaye taralından oluşturulan bir parçası, ücrete ve kâra ayrışmış olan yeni katma-emek fonundan karşılanmıştır. Son üretim sürecinde, [metaya .] eklenen değişmeyen sermayenin ve emeğin ne kadarını ya da ne ölçüde küçük bir parçasını, ücret ve kâr birlikte satın almıştır; son olarak eklenen emek ve değişmeyen sermayede gerçekleşen emek ne oranlarda karşılanmıştır; işte bunlar, değerin tamamlayıcı parçalan olarak, [emek ve değişmeyen sermayenin .] bitmiş metaya girdikleri ilk orana bağlıdır. Yalınlaştırmak için biz, metada, üçte-iki oranında değişmeyen sermayede gerçekleşmiş emeğin, üçte-bir oranında yeni katma-emeğin yeraldığını varsayıyoruz.
      ||275| Şimdi iki şey açık:
      Birimcisi. Keten bezi örneğinde varsaydığımız oran –yani, işçiyle kapitalistin, metadaki ücretlerini ve kârı, kendi ürünlerinin bir parçasını geri satın alarak gerçekleştirdikleri durumdaki oran– [işçi ve kapitalist -ç.] aynı miktar değeri, başka ürünler için harcadıkları zaman da değişmez, aynı kalır. Her metanın üçte-iki oranında değişmeyen sermaye ve üçte-bir oranında yeni katma-emek içerdiği varsayılırsa, ücretler ve kâr birarada her zaman, 1 nünün ancak üçte-birini satın alabilirler. 12 saatlik emek = dört yarda keten bezi. Bu dört yarda keten bezi paraya dönüştürülürse 12 şilin olarak belirir. Bu 12 şilin yeniden, keten bezinden başka bir metaya dönüştürülürse, 12 saatlik emek değerinde bir meta satın alır; bunun 4 saati yeni katma-emektir, 8 saatlik emek, değişmeyen sermayede gerçekleşmiş emektir. Sonuç olarak, öteki metaların, eklenen son emekle değişmeyen sermayede gerçekleşmiş emek oranının keten bezinde olduğu gibi, aynı ilk oranı içermesi koşuluyla, bu oran genel geçerliliği olan bir orandır.
      İkincisi. Eğer günlük yeni katma-emek = 12 saat ise, bu 12 saatten yalnızca 4 saati –yani canlı emek, yeni katma-emek– kendini karşılar; 8 saati, değişmeyen sermayede somutlaşmış emeği karşılar. Canlı emekle karşılanmayan bu 8 saatlik canlı emeğin karşılığını kim verir? 8 saatlik canlı emekle değişilen, değişmeyen sermayenin içerdiği 8 saatlik somutlaşmış emeğin ta kendisidir.
      Hiç kuşku yok ki –değişmeyen sermayeye yeni eklenmiş emek miktarının toplamından başka bir şey olmayan– ücretler ve kâr toplamının satın aldığı bitmiş ürün parçasının tüm tamamlayıcı öğeleri, bu çerçevede yenilenmiş olmaktadır. Bu meta parçasının içerdiği yeni katma-emeğin yanısıra değişmeyen sermayenin içerdiği emek miktarı [yenilenmiştir -ç.]. Dahası, gene hiç kuşku yok ki, değişmeyen sermayenin içerdiği emek, burada, kendi eşdeğeri olan miktarı, canlı emek fonuna yeni eklenen canlı emekten almıştır. [sayfa 103]
      Ama güçlük de burada başlıyor. 12 saatlik dokuma emeğinin toplam ürünü –ve bu ürün, dokuma emeğinin bizzat Ürettiğinden kesinlikle farklıdır– 36 saatlik ya da 36 şilinlik değerde olan 12 yarda keten bezidir. Ne var ki, ücretler ve kâr birarada, ya da toplam 12 saatlik emek, bu 36 saatlik emeğin yalnızca 12 saatini, ya da toplam ürünün yalnızca 4 yardasını satın alabilir, bir santim daha fazlasını değil. Öteki 8 yardaya ne olur? (Forcade ve Proudhon.[40])
      Her şeyden önce 8 yardanın, yatırılan değişmeyen sermayeden başka bir şeyi temsil etmediğini kaydediyoruz. Ama bu, dönüşmüş bir kullanım-değeri biçimini almış bulunuyor. Yeni bir ürün olarak varoluyor, artık, iplik, dokuma tezgahı, vb. değil, keten bezi. Ücret ve kârın satın aldığı öteki 4 yarda gibi bu 8 yarda keten bezi de –değer olarak düşünülürse– dokuma sürecinde eklenen üçte-bir emek ile değişmeyen sermayede maddeleşmiş, önceden varolan üçte-iki emekten oluşuyor. Daha önce ele aldığımız 4 yarda keten bezinde, yeni katma-emeğin üçte-biri, bu 4 yardanın içerdiği dokuma emeğini, yani kendini karşılamıştı; öte yandan, dokuma emeğinin üçte-ikisi ise, 4 yardanın içerdiği değişmeyen sermayeyi karşılamıştı. Şimdi ise tamamen tersi: 8 yarda keten bezinde, değişmeyen sermayenin üçte-ikisi, bu 8 yardanın içerdiği değişmeyen sermayeyi, değişmeyen sermayenin üçte-biri ise yeni katma-emeği karşılıyor.
      Peki, bu durumda, 12 saatlik dokuma işi boyunca kullanılan ya da üretim sürecine giren, ama şimdi bir ürün biçiminde doğrudan, bireysel (sınai değil) tüketime hazır hale gelen tüm değişmeyen sermayenin değerini içine emmiş 8 yarda keten bezi ne olacak?
      Bu 8 yarda kapitaliste aittir. Kendi kârını temsil eden üçte-iki yardanın yanısıra ||275| bunu da bizzat kendisi tüketseydi, ö zaman, 12 saatlik dokuma sürecinde [üründe -ç.] içerilen değişmeyen sermayeyi yeniden-üretemezdi; genelde –12 saatlik süreçte kullanılan sermayeyle ilgili olarak– o artık bir kapitalist gibi çalışamazdı. Bu nedenle 8 yarda keten bezini satar, 24 şilin paraya ya da 24 saatlik emeğe dönüştürür. Güçlükle karşılaştığımız nokta da burasıdır. Keten bezini kime satar? Kimin parasına dönüştürür? Biraz sonra bu noktaya döneceğiz. Ama ilkin, sürecin biraz daha ileri aşamasına gözatalım.
      Kapitalist, 8 yarda keten bezini —yani, yatırdığı değişmeyen sermayeye eşit olan ürün değeri parçasını— paraya çevirdiği, sattığı değişim-değerine dönüştürdüğü zaman, bununla yeniden, başlangıçta değişmeyen sermayesini oluşturanlarla aynı türden (kullanım-değerlerine göre) metalar satın alır. İplik, dokuma tezgahları vb., satın alır. 24 şilini, yeni keten bezi üretimi için gereksindiği [sayfa 104] oranlarda, hammadde ve üretim araçları arasında bölüştürür.
      Böylece, onun değişmeyen sermayesi, bir kullanım-değeri olarak, başlangıçta olduğu gibi, aynı emeğin yeni ürünleriyle yenilenmiş olur. Kapitalist değişmeyen sermayeyi yeniden-üretmiştir. Ancak, bu yeni iplik, dokuma tezgahları vb. (baştaki varsayımımızla) aynı biçimde, üçte-iki değişmeyen sermaye ve üçte-bir yeni katma-emek içerir. İlk 4 yarda keten bezi (yeni katma-emek ve değişmeyen sermaye) yalnızca yeni katma-emek tarafından karşılanırken, bu 8 yarda keten bezinin yerini yeni üretilmiş üretim öğeleri almaktadır; onlar ise kısmen yeni katma-emeği ve kısmen de değişmeyen sermayeyi içermektedir. Demek ki, görünüşe göre, değişmeyen sermayenin en azından bir parçası, bir başka biçimdeki değişmeyen sermayeyle değişilmektedir. Ürünler gerçek biçimde, yenileriyle yer değiştirmektedir; bir yandan iplik, keten bezi haline getirilirken, aynı zamanda keten, iplik haline, keten tohumu da ketene dönüşmektedir; aynı biçimde bir yandan dokuma tezgahı aşınırken, bir yenisi yapılmaktadır; ve benzer biçimde yeni tezgah yapılırken yeni kereste ve demir üretilmektedir. Üretim öğeleri bir üretim alanında kullanılıp tüketilirken bir başka alanda üretilegelmektedirler. Ama her biri ürünün daha üst düzeydeki bir aşamasını temsil eden tüm bu eşzamanlı üretim süreçlerinde, değişmeyen sermaye de eşzamanlı olarak, değişen oranlarda kullanılıp tüketilir.
      Bitmiş ürünün, keten bezinin değeri, iki kısma çözüşür; bunlardan biri eşzamanlı olarak üretilen değişmeyen sermaye öğelerini yeniden satın alır, öteki parça tüketim nesnelerine harcanır, işi yalınlaştırmak için, burada, kârın bir parçasının yeniden sermayeye dönüştürülmesi hesaba katılmamıştır; yani, tüm inceleme boyunca, ücretler ile kârın ya da değişmeyen sermayeye eklenen toplam emeğin gelir olarak tüketildiği varsayılmıştır.
      Geriye kalan tek soru şu: Toplam ürünün, ara yerde yeni olarak üretilen değişmeyen sermaye öğelerini yeniden satın alacak değerdeki parçasını kim satın alır? 8 yarda keten bezini kim satın alır? Hiçbir açık kapı bırakmamak için, bu 8 yardanın, özellikle bireysel tüketim için düşünülmüş türden keten bezi olduğunu, örneğin yelken bezi gibi, sınai tüketim için düşünülmemiş olduğunu varsayıyoruz. Burada ayrıca, sırf aracı ticaret işlemleri de –yalnızca aracı nitelikte oldukları ölçüde– tamamen hesap dışı tutulmalıdır. Örneğin, 8 yarda keten bezi eğer bir tüccara satılsa ve hatta bir el değiştirmekle kalmayıp yirmi el değiştirse, ve yirmi kez alınıp satılsa bile yirminci seferde, en sonunda tüccar tarafından asıl tüketiciye satılmak zorundadır, ve dolayısıyla asıl tüketici [sayfa 105] ödemeyi, gerçekte üreticiye ya da kendisi açısından birinci tüccara, yani asıl üreticiyi temsil eden yirminci tüccara yapar. Bu ara yerdeki işlemler, son işlemi erteler ya da dilerseniz, o son işleme; aracılık eder, ama işlemi açıklamaz. Soru, aynı soru olarak kalmaya devam eder: 8 yarda keten bezini, keten bezi üreticisinden kim satın alır, ya da: ||277| keten bezini, bir dizi değişim sonucu eline ulaşan yirminci tüccardan kim satın alır?
      8 yarda keten bezinin, ilk 4 yarda gibi, tüketim fonundan karşı-] anması gerekir. Yani, bunların karşılığı ancak ücretlerden ve kârdan ödenebilir; çünkü bunlar, burada yalnızca tüketici olarak ortaya çıkan üreticilerin tek gelir kaynağıdır. 8 yarda keten bezi 24 saatlik emeği içerir. (12 saati, genel geçerliliği olan normal bir işgünü diye alırsak) dokuma sanayisindeki işçi ile kapitalistin tüm günün emeğiyle (işçi kendi 10 saatiyle, kapitalist de işçiden yani onun on saatinden kazandığı 2 saatlik artı-değer ile) [keten bezi almaları .] gibi, iki ayrı daldaki işçi ile kapitalistin, ücretlerinin ve kârlarının tamamını, keten bezi almak için harcadıklarını varsayalım. O zaman keten bezi dokumacısı 8 yardayı satabilir, 12 yarda için [kullanılan .] değişmeyen sermayenin değeri yenilenebilir ve bu değer yeniden, değişmeyen sermayeyi oluşturan bellibaşlı metalar için harcanabilir; çünkü piyasada mevcut olan iplik, dokuma tezgahı vb., bu metalar, iplik ve dokuma tezgahı keten bezini meydana getirirken onunla eşzamanda üretilmiştir, ipliğin ve dokuma tezgahının, içine ürün olarak girdikleri ama içinden ürün olarak çıkamadıkları [keten bezi .] üretim sürecinin yanısıra, eşzamanlı olarak üretilmeleri keten bezinin, onu ortaya çıkaran –dokuma tezgahı, [iplik gibi] vb.– malzemenin değerine eşit olan bir kısım delerinin, yeniden ipliğe, dokuma tezgahına, vb. nasıl dönüştüğünü açıklamaktadır. Eğer keten bezi malzemesinin keten bezi üretimiyle eşzamanlı bu üretimi olmasaydı 8 yarda keten bezi, satıldığı ve paraya dönüştürüldüğü zaman bile, bir kez daha, paradan keten bezinin değişmeyen [sermaye .] öğelerine yeniden dönüştürülemezdi.18
      Ne var ki, öte yandan her ne kadar piyasada yeni iplik, yeni dokuma tezgahları, vb., bulunabiliyor olsa ve imal edilmiş iplik ve imal edilmiş dokuma tezgahı bu nedenle keten bezine dönüştürülürken yeni iplik ve dokuma tezgahları üretimi gerçekleştirilmiş olsa bile —keten bezi üretiminin yanısıra, iplik ve dokuma tezgahının eşzamanlı üretimine karşın— bunlar satılmadan önce, paraya [sayfa 106] çevrilmeden önce, 8 yarda kelen bezi, dokuma sanayisindeki değişmeyen sermayenin bu maddi öğelerine yeniden dönüştürülemez. Demek ki, 8 yarda keten bezine para biçimini, bağımsız değişim-değeri biçimini verecek, onu satın alacak fonun nereden geldiğini anlamadıkça, keten bezi üretiminin yanısıra süren, keten bezi öğelerinin kesintisiz, gerçek üretimi, bize değişmeyen sermayenin yeniden üretimini açıklayamaz.
      Bu son güçlüğü çözmek için, B ve C’nin –diyelim ki biri ayakkabı yapımcısı, öteki kasap– toplam ücretlerini ve kârı, yani elleri ulunda bulunan 24 saatlik emek-zamanını, tümüyle keten bezi almaya harcadıklarını varsaymıştık. Keten bezi dokumacısı A ile olan güçlüğümüzü böylece gidermiş oluyoruz. Onun tüm ürünü, yani içinde 36 saatlik emeğin gerçekleştiği 12 yarda keten bezinin tümü, ücretler ve kârla –yani A, B ve C üretim alanlarında, değişmeyen sermayeye yeni eklenmiş emek-zamanınm bütünüyle– değişilmiş bulunuyor. Keten bezinde yeralan tüm emek-zamanı, yani hem onu [üreten -ç.] değişmeyen sermayede zaten varolan emek, hem dokuma sürecinde yeni eklenen emek, daha önce üretimin herhangi bir alanında değişmeyen sermaye olarak mevcut bulunmayan, ama değişmeyen sermayeye, A, B ve C alanlarında üretimin son aşamasında eşzamanlı olarak eklenen emek-zamanıyla değiştirilmiş oluyor.
      Dolayısıyla, keten bezinin başlangıçtaki değerinin yalnızda ücretlerle kârdan oluştuğunu söylemek yanlış –çünkü bu değer ücretlerle kârın toplamı olan 12 saatlik dokuma emeğine eşit bir dener ile dokuma sürecinden bağımsız olarak iplikte, dokuma tezgahında, tek sözcükle değişmeyen sermayede zaten varolan 24 saatlik emekten oluşuyor– ama öte yandan 12 yarda keten bezinin dengi olan 36 şilinin –satıldığı fiyatın– yalnızca ücretlerle kârdan oluştuğunu söylemek doğrudur; yani yalnızca dokuma emeğinin değil, ama iplikte ve dokuma tezgahında bulunan [geçmiş -ç.] emeğin de tümünün yerini yeni eklenmiş emek yani A’daki 12, B’deki 12 ve C’deki 12 saatlik emek almıştır.
      Satılan metanın değeri, ||278| yeni eklenmiş emek (ücret ve kâr) ile daha önceden varolan emeğe (değişmeyen sermayenin değerine), yani satıcının (gerçekte metanın) değerine bölünüyor. Öte yandan, satın alma değeri, yani alıcının satıcıya verdiği eşdeğer, tümüyle yeni eklenmiş emektir, yani ücreti ve kârı içerir. Ama satıştan önce her meta, satılık bir metadır ve yalnızca bir biçim değişikliğiyle para haline gelir diye satıştan sonra da her metanın satın alan meta (para) olarak içerdiği parçalardan başka tür değer parçalarını içermesi saçmadır. Dahası, bir toplumda örneğin bir yıl içinde harcanan emeğin –eğer toplam metalar iki eşit parçaya [sayfa 107] bölünürse, yılın bir yarısındaki emeğin öteki yarısındaki emeğe denk düşmesi anlamında– yalnızca kendini karşılamakla kalmaması, ama yıllık ürünün içerdiği toplam emekte cari yıl emeğini oluşturan üçte-bir emeği de karşılaması, üçte-üçünü karşılaması demektir; yani kendinden üç kat daha fazla bir miktara eşit olur. Bu, daha da büyük bir saçmalıktır.
      Yukarıdaki örnekte, güçlüğü, A’dan, B ve C’ye kaydırdık. Ama bu, güçlüğü basitleştirmek yerine karmaşıklaştırdı. Birincisi, A’yı ele aldığımız zaman, çıkış yolumuz şuydu: ipliğe eklenen kadar emek-zamanı içeren 4 yarda [keten bezi -ç.] yani A’daki toplam ücretler ve kâr, keten bezine, yani A’nm kendi emeğinin ürününe harcanmıştı. B ve C’de ise durum böyle değil, çünkü onlar, kattıkları toplam emek-zamanını, yani toplam ücreti ve kârı, A alanının ürününe, keten bezine harcadılar; ve böyle yaparak da B ve C’nin ürünlerine harcamamış oldular. Bu nedenledir ki, şimdi ürünlerinde, yalnızca değişmeyen sermayenin 24 saatlik emeğini temsil eden parçayı değil, ama onun yanısıra değişmeyen sermayeye yeni ekledikleri 12 saatlik emeği temsil eden parçayı da satmak zorundalar. B, 36 saatlik emeği satmak zorunda; A gibi yalnızca 24 saatlik emeği değil. C de B ile aynı durumda. İkincisi, A’nın, değişmeyen sermayeyi elden çıkarıp paraya çevirmesi için, yalnızca B’nin değil, onun yanısıra C’nin de yeni katma-emeğinin tümüne gerek var. Üçüncüsü, B ve C, ürünlerinin hiçbir parçasını A’ya satmazlar; çünkü A’nın, geliri oluşturan tüm parçası, gene A tarafından A’ya [keten bezi alımına .] harcandı. Aynı biçimde, A’nın değişmeyen sermaye parçasını da, kendi ürünlerinin herhangi bir parçasıyla yenileyemezler; çünkü yaptığımız varsayım gereği, onların ürünleri, A’nın üretim öğeleri değildir, bireysel tüketime giden metalardır. Atılan her adım, güçlüğü artırıyor.
      A’nın ürünündeki 36 saatlik emeğin (yani üçte-ikilik ya da değişmeyen sermayedeki 24 saatlik emekle, üçte-birlik ya da 12 saatlik yeni katma-emeğin) tümünün, değişmeyen sermayeye eklenmiş emekle değişilebilmesi için, A’daki ücretlerin ve kârların –A’da eklenen 12 saatlik emek– yani ürünün üçte-birinin bizzat A tarafından harcanması gerekmişti. Toplam ürünün öteki üçte-ikisi = 24 saat, değişmeyen sermayenin içerdiği değeri temsil ediyordu. Bu değer, B ve C’deki ücretler ve kârın toplamı ya da yeni katma-emek karşılığı değişilmişti. Ama B ve C’nin, kendi ürünleri içinde, ücretlerini [ve kârı] oluşturan toplam 24 saatlik emekle keten bezini satın alabilmeleri için, bu 24 saati, kendi ürünleri biçimiyle satmaları gerekiyor — ve buna ek olarak değişmeyen sermayeyi de yenilemek için kendi ürünlerinin [geri kalan -ç.] 48 saatini de [sayfa 108] satmaları gerek. Dolayısıyla B ve C, toplam 72 saatlik ürünlerini, D, E, vb. diğer alanlardaki kârların ve ücretlerin toplamı karşılığında satmak zorundalar; bu da (normal 12 saatlik işgücü hesabıyla) 12 x 6 = (72) saat ya da 6 ayrı üretim alanındaki yeni katma-emeğin, B ve C’nin ürünlerinde gerçekleştirilmesi demektir; ||279| yani, D, E, F, G, H, I’da her birinin kendi değişmeyen sermayesine eklenmiş toplam emek ya da ücretler ve kâr [toplamı .] demektir.
      Bu koşullarda, B + C’nin toplam ürün değeri, yeni katma-emek değeriyle yani D, E, F, G, H, I üretim alanlarındaki ücretlerin ve kârın toplamıyla ödenmiş olur. Ama bu kez de, bu altı alanda toplam ürünün satılması gerekir (çünkü bu ürünlerin hiçbir parçası, kendi üreticileri tarafından tüketilemeyecektir, zira gelirlerinin tümünü B ve C ürünlerine harcamışlardır) ve bu ürünün hiçbir parçası, yani 6 x 36 = 216 emek-zamanı (ki bunun içinde 144 saat değişmeyen sermayeyi ve 72 (6 x 12) yeni katma-emeği temsil eder) ürününün hiçbir parçası, kendi üretim alanı içinde dikkate alınamaz. Şimdi D’nin vb. ürünlerini de benzer biçimde ücrete ve kâra, yani yeni katma-emeğe dönüştürebilmek için de Kl-K18 arasındaki 18 alanda tüm yeni katma-emek yani bu 18 alandaki ücretler ve kârların toplamı tamamıyla D, E, F, G, H, I alanlarının ürünlerine harcanmalıdır. Bu 18 alan Kl-K18, kendi ürünlerinin hiçbirini bizzat, tüketmedikleri ama tüm gelirlerini D-I arası 6 alana zaten harcamış oldukları için, 18 x 36 saatlik ya da 648 saatlik emeği — ki bunun 18 x 12 ya da 216 saati yeni katma-emek ve 432 saati derişmeyen sermayenin içerdiği emektir— tamamen satmak zorundadırlar. Kl-K18’in bu toplam ürününü başka alanlarda yeni katma-emeğe ya da ücretler ve kârlar toplamına dönüştürebilmek için L1-L54 alanlarında [değişmeyen sermayeye -ç.] yeni katma-emeğe gerek vardır; yani 12 x 54 = 648 saatlik emeğe gerek vardır. L1-L54 alanlarının, 1944 saate eşit olan (ki bunun 648 = 12 x 54’ü yeni katma-emektir, 1296 saatlik emek değişmeyen sermayenin içerdiği emektir) toplam ürününü yeni emek karşılığı değişmesi için, M1-M162 alanlarının yeni katma-emeğini emmesi gerektir; çünkü 162 x 12 = 1944’tür; bunların da, sıra kendilerine gelince N1-N486 alanlarının yeni katma-emeğini emmeleri gerekir, vb. vb.
      Eğer tüm ürünler, yeni katma-emeğe, ücretlere ve kâra ayrışırsa — yalnızca metadaki yeni katma-emek değil, ama değişmeyen sermaye de bir başka üretim alanındaki yeni katma-emek tarafından karşılanacaksa, in infinitum [sonsuza kadar] bu güzel diziye ulaşırız.
      A ürününün içerdiği 36 saatlik emek-zamanını (üçte-biri yeni katma-emek, üçte-ikisi değişmeyen sermaye) yeni katma-emeğe [sayfa 109] çevirmek için, yani karşılığını ücretlerle kârın ödemesi için, ilkin, ürünün (değeri ücretlerle kârın toplamına denk olan) üçte-birinin bizzat A’nın üreticileri tarafından tüketildiğini ya da satın alındığını –ikisi aynı şey– varsaymıştık. Süreç şöyleydi.[41]
      Üretim alanı A. Ürün = 36 saatlik emek. 24 saatlik emek değişmeyen sermaye. 12 saatlik yeni katma-emek. Ürünün üçte-biri 12 saatin shareholders’ı [pay sahipleri], ücret ve kâr, yani işçi ve kapitalist tarafından tüketildi. Geriye ürün A’nın, değişmeyen sermayede yeralmış 24 saatlik emeğe denk olan parçası, satılacak üçte-ikisi kaldı.
      Üretim alanları B1-B2. Ürün = 72 saatlik emek; bunun 24 saati katma-emek, 48 saati değişmeyen sermaye. Bununla, A’nın ürününün üçte-ikisini satın alırlar, A’nın değişmeyen sermayesini yenilerler. Ama şimdi kendi ürünlerinin değerini oluşturan 72 saatlik emeği satmak zorundadırlar.
      Üretim alanları C1-C6. Ürün = 216 saatlik emek; bunu 72 saati katma-emek (ücret ve kâr). Bununla, B1-B2’nin tüm ürününü satın alırlar. Ama şimdi, 144’ü değişmeyen sermaye olan 216’yı [emek-zamanını] satmak zorundadırlar.
      ||280| 4. Üretim alanları D1-D18. Ürün = 648 saatlik emek; 216’sı katma-emek, 432’si değişmeyen sermaye. Katma-emekle C1-C6 üretim alanlarının toplam ürünü = 216’yı satın alırlar. Ancak 648’i satmak zorundadırlar.
      Üretim alanları E1-E54. Ürün = 1.944 saatlik emek; 648’i katma-emek, 1.296 değişmeyen sermaye. Katma-emekle D1-D18 üretim alanlarının tüm ürününü satın alırlar. Ama 1.944’ü satmak zorundadırlar.
      Üretim alanları F1-F162. ürün = 5.832; 1.944’ü katma-emek, 3.888’i değişmeyen sermaye. 1.944’le E1-E54’ün ürününü satın alırlar. 5.832’yi satmak zorundadırlar.
      Üretim alanları G1-G486.
      Sorunu sadeleştirmek için, her üretim alanında, başından sonuna, kapitalist ile işçi arasında bölüşülen 12 saatlik bir işgünü varsayılsın. İşgünü sayısını artırmak sorunu çözmez, gereksiz yere karıştırır.
      Öyleyse, bu dizinin yasasını daha açık biçimde ortaya koyabilmek için:
      A ürünü = 36 saat. Değişmeyen sermaye = 24 saat. Ücret ve kâr toplamı ya da yeni katma-emek = 12 saat. Bu ikincisi, sermaye ve emek tarafından, A’nın ürünü biçiminde, tüketildi. A’nın değişmeyen sermaye = 24 saate eşit olan ürünü ise satılacak.
      Bl-B2. A’nın 24 saatini karşılamak için, burada iki günlük [sayfa 110] emeğe yani 2 üretim alanına gerek duyuyoruz.
      Ürün = 2 x 36 ya da 72 saat; bunun 24 saati emek, 48 saati de değişmeyen sermaye.
      B1- B2’nin satılacak ürünü = 72 saat; bunun hiçbir parçası kendi |üretim-ç.] alanında tüketilmedi.
      6. C1-C6. Burada 6 günlük emeğe gerek duyuyoruz; çünkü 72 = 12x6; B1-B2’nin toplam ürününün C1-C6’daki emek tarafından tüketilmesi gerekiyor. Ürün = 6 x 36 = 216 saatlik emek; bunun 72’si yeni katma-emek, 144’ü değişmeyen sermaye.
      18. D1-D18. Burada 18 günlük emeğe gerek duyuyoruz; çünkü 216 = 12 x 18; evet, her günlük emeğe karşılık üçte-iki değişmeyen sermaye olduğu için 18 x 36 toplam üründür = 648 (432’si değişmeyen sermaye).
      Ve böylece gidiyor.
      Her üretim alanında tek bir işgünü olduğunu varsaydığımız için paragraf başlarına konan 1, 2, [vb.] rakamları, farklı üretim alanlarındaki işgünlerini ya da farklı emek türlerini imliyor.
      Bu çerçevede 1. A. Ürünü = 36 saat. Eklenen emek 12 saat. Satılacak ürün (değişmeyen sermaye) = 24 saat.
      Ya da:
      1. A. Satılacak ürün ya da değişmeyen sermaye = 24 saat. Toplam ürün 36 saat. Katma-emek 12 saat. A’nın kendisine harcandı.
      2. B1-B2. Katma-emekle satın aldığı A = 24 saat. Değişmeyen sermaye 48 saat. Toplam ürün 72 saat.
      6. C1-C6. Katma-emekle satın aldığı B1-B2 (= 12 x 6) 72 saat. Değişmeyen sermaye 144 saat, toplam ürün = 216. Vb.
      ||281| Bu çerçevede:
      1. A. Ürün = 3 işgünü (36 saat). 12 saat katma-emek, 24 saat değişmeyen sermaye.
      2 .B1-2. Ürün = 2x3 = 6 işgünü (72 saat). Katma-emek = 12x2 = 24 saat. Değişmeyen sermaye = 48 = 2 x 24 saat.
      6. C1-6. Ürün = 3x6 işgünü = 3 x 72 saat = 216 saat emek. Katma-emek = 6 x 12 saat (= 72). Değişmeyen sermaye = 2 x 72 = 144.
      18. D1-18. Ürün = 3x3x6 işgünü = 3 x 18 işgünü (= 54 işgünü) = 648 iş saati. Katma-emek = 12 x 18 = 216. Değişmeyen sermaye = 432 iş-saati.
      54. E1-54. Ürün = 3 x 54 işgünü = 162 işgünü = 1.944 iş-saati. Katma-emek 54 işgünü = 648 iş-saati; 1.296 değişmeyen sermaye.
      162. F1-162. Ürün = 3 x 162 işgünü (= 486)= 5.832 iş-saati; 162 iş-gününün 1.944 iş-saati katma-emek, 3.888 saati değişmeyen sermaye.
      486. G1-486. Ürün= 3 x 486 işgünü; bu 486 işgününün 5.832 [sayfa 111] saati katma-emek, 11.664 değişmeyen sermaye.
      Vb.
      Burada, hayli ayrışıp çeşitlenmiş bir toplumda, 729 farklı üretim alanında 1+2 + 6+18 + 54+ 162 + 486 farklı işgünlerinin güzel bir toplamını elde ediyoruz.
      (2 işgünü olan değişmeyen sermayeye yalnızca 12 iş-saati = 1 işgününün eklendiği ve ücretlerle kârın kendi ürününü tükettiği) A’nın ürününü, yani yalnızca 24 saatlik değişmeyen sermayeyi satmak için –ve bunu yalnızca yeni katma-emek yani ücretler ve kâr karşılığı olarak satmak için– B1 ve B2’de 2 işgününe gerek duyuyoruz; ne var ki bu alanlar, 4 günlük değişmeyen sermayeye gerek duyuyorlar ve toplam ürün böylece B1-2 = 6 işgününe ulaşıyor. Bunların tümünün satılması gerekiyor; çünkü bu noktadan itibaren, birbirini izleyen [üretim .] alanlarının, kendi ürünlerini tüketmediklerini, kendi ücretleriyle kârlarını yalnızca bir önceki alanların ürünlerine harcadıklarını kabul ediyoruz. B1-2’nin bu 6 işgünü ürünü için, 12 işgünlük değişmeyen sermayeye gerek gösteren 6 işgününe gereksinim var. Bu nedenle C1-6’nın toplam ürünü = 18 işgünüdür. Bunları yenilemek için 18 işgünü D1-18 gereklidir, bunlarsa 36 işgünlük değişmeyen sermayeyi gerektirir, böylece ürün = 54 işgünü olur. Bunları yenilemek için 54 işgününe E1-54 gerek vardır; o da 108 işgünlük değişmeyen sermayeye gerek duyar. Ürün = 162 işgünü olur. Son olarak, bunları yenilemek için 162 işgünü gereklidir; o da 324 işgünlük değişmeyen sermayeyi öngörür; toplam ürün 486 işgünüdür. Bu F1-F162’dir. Ve son olarak F1-162’nin bu ürününü yenilemek için 486 işgününe (G1-486) gerek duyuyoruz; bu da 972 işgünlük bir değişmeyen sermayeyi öngörüyor. Böylece G1-486’nın toplam ürünü 972 + 486 = 1.458 işgünü oluyor.
      Şimdi, G alanıyla, bu dizinin sonuna ulaştığımızı varsayalım; zaten ||282| bu ilerleme, hangi toplumda olursa olsun bizi bir sona götürür. O zaman durum nasıl olur acaba? Elimizde 1.458 işgününü içeren bir ürün var; 486’sı yeni katma-emek, 972’si ise değişmeyen sermayede maddeleşmiş olan emek. 486 işgünü bir önceki Fl-162 alanda harcanabilir, iyi ama değişmeyen sermayenin içerdiği 972 işgünüyle ne satın alınacak? G1-486’nın ötesinde yeni bir üretim alanı yok, dolayısıyla da yeni bir değişim alanı yok. Gerideki alanlarda da, F1-162 hariç, değişime girebilecek hiçbir şey yok. Dahası, G1-486 tüm ücretleriyle kârını, son kuruşuna kadar F1-162’ye harcadı. îşte bu çerçevede, G1-486’daki toplam üründe gerçekleştirilen 972 işgünü —ki içerdiği değişmeyen sermayeye eşittir— satılmadan elde kalır. Bu durumda, A alanındaki 8 yarda keten bezinin ya da değişmeyen sermayenin değerini temsil eden 24 saatlik veya [sayfa 112] iki işgünlük ürünün yarattığı güçlüğü, neredeyse 88 üretim alanına aktara aktara taşımamız, hiçbir şeyi çözmeye yardım etmiş olmuyor.
      Eğer A tüm ücretlerle kârı, keten bezine harcamasaydı da bir parçasını B ve C’nin ürünlerine harcasaydı, acaba hesap başka türlü sonuç verebilir miydi diye düşünmenin hiçbir yararı yok. A, B, C’de yeralan yeni katma-emek zamanları, yani ortaya konanın sınırlılığı, her zaman, ancak kendine denk bir emek-zamanına komuta edebilir. Eğer bir üründen, daha fazla satın alırsa, bir başkasından, daha az satın alabilir. Yalnızca hesaplarımızı karıştırabilir, ama sonunda hiçbir biçimde değiştiremez. Que faire donc [öyleyse ne yapmalı]?
      Yukardaki hesaptan şunu elde ediyoruz:
       
İşgünü Katma-emek Değişmeyen
sermaye
 
A ürünü = 3 1 2 (A’nın ürününün üçtte-biri bizzat A tarafından tüketildi)

Eğer sonuncu işgünü ([F’nin] değişmeyen sermayesi) bu hesapta, çiftçinin bizzat yenilediği kendi değişmeyen sermayesini karşılayan miktara denk olursa, bu miktarı kendi ürününden ayırır ve toprağa geri döndürürse, –ve böylece yeni bir emeğin karşılığı olmaktan çıkarırsa– o zaman hesap denk gelir. Ne var ki, sorun ancak, değişmıeyen sermayenin bir kısmının kendini karşılamasıyla çözülmüş olur.
B “ = 6 2 4
C “ =

18

6

12

D “ =

54

18

36

E “ =

162

54

108

F “ =

486

162

324

 

Toplam

 

729

 

243

 

486


       
      Gerçekte, yeni katma-emeğe tekabül eden 243 işgününü harcamış oluyoruz. Son ürünün değeri, yani 486 işgünü, A-F’nin içerdiği toplam değişmeyen sermayenin değerine eşittir; o da 486 işgünüdür. Bunu karşılayabilmek için G’de 486 işgünü karşılığı yeni emek [ürünü üretildiğini -ç.] varsayarız. Ama bundan sağladığımız tek şey, 486 günlük değişmeyen sermayeye karşılık bulmak yerine, G’nin 1.458 işgününe (972 değişmeyen sermaye + 486 [yeni katma .] emek) eşit olan ürünleri içinde 972 işgünlük değişmeyen sermayeye karşılık bulmaktır. Eğer şimdi bu güçlükten sıyrılmak için, G’nin değişmeyen sermayesi olmadan çalıştığım, bu nedenle de yeni ürünün yalnızca, 486 günlük yeni katma-emeğe eşit [sayfa 113] olduğunu varsayarsak, hesap elbette denkleşmiş olur; ama bu durumda, değişmeyen sermayenin sıfıra eşit olduğu ve böylece ürün değerinin herhangi bir parçasını yaratmadığı bir durumu varsayarak, değişmeyen sermayeyi oluşturan ürünün içerdiği değer parçasını kimin karşıladığı sorununu çözmüş oluruz.
      A’nın toplam ürününü yeni katma-emek karşılığında satmak için, yani bu ürünü ücretlerle kâra indirgemek için, A, B ve C’deki tüm yeni katma-emeğin A ürününde somutlaşan emeğe harcanması gerekir.[42] Gene aynı biçimde B + C’nin tüm ürününü satmak için D1-18’de yeni katma-emeğin tümüne gereksinim vardır.[43] Bunun gibi, D1-18’deki toplam ürünü satın almak için, E1-54’te tüm yeni katma-emek [gereklidir -ç.]. E1-54’ün tüm ürününü satın almak için F1-162’de tüm yeni katma-emek. Ve son olarak, F1-162’nin tüm ürününü satın almak] için G1-486’da tüm yeni katma-emek-zamanı. Sonunda, G1-486’yla gösterilen bu 486 üretim alanındaki toplam yeni katma-emek zamanı, F’deki 162 alanın toplam ürününe eşittir; ve karşılığı emekle ödenen bu toplam ürün A, B1-2, C1-6, D1-18, E1-54 ve F1-162 alanlarındaki değişmeyen sermaye ölçüsündedir. Ama, A-F1-162’de kullanılan değişmeyen sermayenin iki katı olan G alanındaki değişmeyen sermaye yenilenmiş sermaye değildir ve yenilenemez.
      Gerçekte, görüldüğü gibi, tüm üretim alanlarında yeni katma-emeğin, önceden varolan emeğe oranının 1: 2 olduğunu; önceki alanların ürününü satın almak için, her zaman [tüm öncekiler birarada düşünülerek:[44] yeni üretim alanlarının iki kat [daha] fazla üretim alanının, tüm yeni katma-emeğini kullanması gerektiğini varsaymıştık –A’nın toplam ürününü satın almak için– A ve B1-2’deki eklenmiş tüm emek; C1-6’daki ürünü satın almak için 18 D’deki ya da D1-18’deki (2 x 9) [yeni -ç.] katma-emek vb., vb.. Kısacası, her zaman, ürünün kendisinin içerdiğinden iki kat fazla yeni katma-emeğe gereksinim vardır; böylece toplam ürünü satın almak için, son üretim alanı B’de iki kat yeni katma-emek olmaktadır; bu gerçekten de vardır. Tek sözcükle, başlangıçtaki A noktasında zaten varolanı, G’nin sonucunda da buluruz; yani yeni katma-emek, kendisinin ulaştığı miktardan daha fazla miktarda ürünü ve kendi değişmeyen sermayesinde önceden varolan emeği satın alamaz.
      Bu nedenle, gelirin değerinin, toplam ürünün değerini karşılaması olanaksızdır. Gelirin ötesinde, (bireysel) tüketicilere üreticilerin sattığı bu ürünün karşılığını ödeyecek herhangi bir fon olmadığı için, gelir çıkartıldıktan sonra geri kalan toplam ürünün değerinin karşılanması, (bireysel olarak) tüketilmesi ya da satılması olanaksızdır. Öte yandan, her ürünün satılması ve fiyatının (burada [sayfa 114] fiyatın değere eşit olduğunu varsayıyoruz) karşılığının verilmesi sorunludur.
      Öyleyse, farklı ürünler ya da farklı üretim alanlarının ürünleri arasında, değişim, alım-satım işlemlerine girişilmesinin bizi bir adım ileri taşımayacağı daha işin en başından öngörülmüş olmak gerekirdi. A’da ilk metada, keten bezinde, üçte-bir ya da ||283a| 12 saatlik yeni katma-emek ve değişmeyen sermaye olarak da 2 x 12 ya da 24 saatlik önceden varolan emek bulunuyordu. Ücretler ve kâr, ancak ürünün ya da meta A’nın –ve doğasıyla, meta A’nın herhangi başka bir üründe eşdeğeri olan miktarın– yalnızca 12 saatlik emeğe eşit kısmını satın alabilirdi. 24 saatlik kendi değişmeyen sermayelerini geri satın alamazlardı; bu değişmeyen sermayenin, başka herhangi bir metada eşdeğeri olan değişmeyen sermayeyi de satın alamazlardı.
      Eklenen emekle değişmeyen sermaye arasındaki ilişkinin meta B’de farklı olması olasıdır. Ne var ki, farklı üretim alanlarında değişmeyen sermayemin yeni katma-emeğe oranı ne ölçüde değişik olabilirse olsun, ortalama oranı hesaplayabiliriz ve böylece tüm toplumun ya da tüm kapitalist sınıfın ürününde sermayenin toplam ürününde yeni katma-emek a’ya, değişmeyen sermaye olarak önceden varolan emek b’ye eşittir diyebiliriz. Başka deyişle, A’da, keten bezinde varsıaydığımız 1 : 2 oranı, a : b’nin yalnızca simgesel bir ifadesidir; bu ilci öğe arasında –cari yıl içinde ya da belirlenen herhangi bir dönemde [yeni -ç.] canlı katma-emekle, değişmeyen sermaye olarak mevcut bulunan geçmiş emek arasında– belli ve belirlenebilir şu ya da bu tür bir ilişkinin varlığından ötede bir şey ifade etmeyi amaçlamamaktadır. Eğer ipliğe eklenen 12 saat, yalnızca keten bezi satın almaz da, örneğin 4 saat miktarında keten bezi satın alırsa, o zaman 8 saat miktarında bir başka ürün daha satın alabilir, ama topluca 12 saatten fazlasını satın alamaz; ve eğer 8 saat değerinde bir başka ürün daha satın alırlarsa, A tarafından toplam 32 saatlik keten bezi satılması gerekir. Dolayısıyla, A örneği, tüm toplumun toplam sermayesi için de geçerlidir ve, farklı metaların değişimi sözkonusu edilerek sorun karmaşık hale getirilebilirse de, değişmeden aynı kalır.
      Varsayalım ki A, toplumun toplam ürünüdür: Elu durumda, bu toplam ürünün üçte-birini üreticiler kendi tüketimleri için satın alabilirler; toplam yeni katma-emeğe eşit olan ücretlerinin ve kârlarının toplamıyla, toplam gelirleriyle satın alabilir ve karşılığını ödeyebilirler. Öteki üçte-ikiyi almak ve tüketmek üzere [kullanabilecekleri -ç.] hiçbir fonları yoktur. Nasıl ki yeni katma-emek, yani ücretlerden ve kârdan ibaret olan üçte-bir kendi ürünüyle [sayfa 115] karşılanıyorsa ya da toplam emeğin üçte-birini, yani yeni katma-emeği ya da eşdeğerini içeren ürün parçasının değerini geri alabiliyorsa, önceden varolan üçte-iki emek de kendi ürünü tarafından karşılanmalıdır. Başka deyişle, değişmeyen sermaye kendine eşit olarak kalır ve toplam üründe değişmeyen sermayeyi temsil eden değer parçasını yeniler. Çeşitli metalar arasındaki değişim, farklı üretim alanları arasındaki satın alma ve satma işlemleri, ancak biçimde farklılık gösterir; şu anlamda ki, farklı üretim alanlarındaki değişmeyen sermayeler birbirlerini, içinde yeraldıkları alanların başlangıçtaki oranları çerçevesinde, karşılıklı olarak yenilerler. Şimdi, bunu daha yakından inceleyelim. |283a||

[(b) Toplumun Değişmeyen Sermaye Bütününü,
Tüketim Maddesi Üreticileriyle
Üretim Araçları Üreticileri Arasındaki Değişim
Yoluyla Yenilemenin Olanaksızlığı]


      ||283b| Bu görüşü –ülkenin yıllık geliri, ücretler ve kârlara (kârlar, rantları ve faizleri, vb. de içerir) bölünür, görüşünü– Adam Smith, paranın dolaşımını ve banka sistemini (bu konuda, daha sonra Tooke ile karşılaştıracağız) incelerken kitap II, bölüm II’de ifade etmiştir; orada Adam Smith şöyle der:       “Her ülkede dolaşımın iki farklı kola ayrıldığı düşünülebilir; işadamlarının kendi arasındaki dolaşan ve işadamlarıyla tüketiciler arasındaki dolaşım.” (Garnier, işadamları derken Adam Smith’in, “bütün tüccarı, imalatçıları, zanaatkarları vb., tek sözcükle bir ülkede sanayi ve ticaretle uğraşanları” kastettiğini söyler.) “Gerçi aynı para, kağıt para olsun, madeni para olsun, bazan bu dolaşımda, bazan şu dolaşımda kullanılıyor olabilir; ama gene de her ikisi sürekli olarak aynı anda olup bittiği için, işlerin yürümesi bakımından, her birinden belli bir miktarda para fonuna gerek vardır. Değişik işadamları arasında dolaşımda olan malların değeri, işadamlarıyla tüketiciler arasında dolaşımda olanların değerini hiçbir zaman aşamaz; işadamları tarafından satın alınan her şey, en sonunda tüketicilere satılmak üzere düşünülmüştür.” ([Wealth of Nations, OUP baskısı, c. I, s. 358-359], [Garnier], c. II, kitap II, bölüm II, s. . 292-293.)[45]       Tooke’a olduğu gibi, buna da daha sonra geri dönmek zorundayız. [46]
      Şimdi kendi örneğimize geri gidelim. A’nın keten bezi dokuyan fabrikanın günlük ürünü 12 yardaya = 36 şiline = 36 saatlik emeğe eşitti; bunun 12 saati, ücretlerle kâra bölünen yeni katma-emektir, 24 saati ya da 2 günü ise değişmeyen sermayenin değerine eşittir; ne var ki, şimdi artık, eski iplik ve dokuma tezgahı biçiminin yerine, keten bezi biçimini, 24 saatlik = 24 şilinlik miktarda keten bezi [sayfa 116] biçimini almıştır, Bu keten bezi biçiminin içinde de, yerini aldığı iplik ve dokuma tezgahındaki kadar, yani aynı miktarda emek vardır; bu nedenle, bununla yeniden, aynı miktarda iplik ve dokuma tezgahı (iplik ve dokuma tezgahı değerinin aynı kaldığı, bu sanayi dallarında emek üretkenliğinin değişmediği varsayımıyla) satın alınabilir. İplikçi ve dokuma tezgahı yapımcısı yıllık ya da günlük (bizim buradaki amacımız bakımından aynı şey) ürünlerinin tamamını dokumacıya satmak zorundadırlar; çünkü, onların ürününün, kullanım-değerine sahip olduğu tek kişi dokumacıdır. O, bunların tek müşterisidir.
      Ama dokumacının değişmeyen sermayesi 2 işgününe eşitse (onun günlük olarak tükettiği değişmeyen sermayesi), o zaman dokumacının bir işgününe karşılık iplikçiyle makine yapımcısının 2 işgünü vardır — yeni katma-emekle değişmeyen sermayeye çok farklı oranlarda bölünebilir olan 2 işgünü vardır. Ancak iplikçinin ve makine yapımcısının (makine yapımcısının yalnızca dokuma tezgahı yaptığı varsayımıyla) toplam gündelik ürünü –yani değişmeyen sermaye ve katma-emek birarada– 2 günlük emekten daha fazla olamaz: buna karşılık dokumacının ürünü, onun yeni eklediği 12 saatlik katma-emek dolayısıyla, 3 işgününe ulaşır. İplikçiyle makine yapımcısı, dokumacı kadar canlı emek-zamanı tüketiyor olabilirler. O zaman, onların değişmeyen sermayesinde yeralan emek-zamanınm, daha az olması gerekir. Ama bu nasıl olursa olsun, onlar, hiçbir durumda dokumacının kullandığı (summa summarum [en yüksek toplam]) miktarda maddeleşmiş ve canlı emek kullanmazlar. Dokumacının da oransal olarak, iplikçiden daha az canlı emek-zamanı kullanması olasıdır (Örneğin iplikçi, keten üreticisine göre kesinlikle daha az [canlı emek -ç.] kullanır); bu durumda onun [dokumacının -ç.] değişmeyen sermayesinin değişen sermaye parçasını aşan kısmı o ölçüde fazla olmak gerekir.
      ||284| Böylece dokumacının değişmeyen sermayesi, iplikçinin ve dokuma tezgahı yapımcısının toplam sermayesini yeniler; yalnızca onların değişmeyen sermayelerini değil, ama eğirme sürecinde ve makinelerin yapımında eklenen yeni katma-emeği de karşılar. Bu çerçevede, yeni değişmeyen sermaye, burada, öteki değişmeyen sermayeleri tamamıyla yeniler ve bunun yanısıra, o değişmeyen sermayelere yeni eklenen emeğin toplam miktarını da karşılar. Metalarını dokumacıya satarak, iplikçi ve dokuma tezgahı yapımcısı, yalnızca değişmeyen sermayelerini yenilemekle kalmazlar, ama yeni eklenen katma-emeklerine karşılık kendilerine ödeme yapılmış olur. Onun [dokumacının -ç.] değişmeyen sermayesi, onların kendi değişmeyen sermayelerini yeniler ve gelirlerini [sayfa 117] (ücret ve kârı birlikte) sağlar. Dokumacının değişmeyen sermayesi, onların [iplikçi ve makine yapımcısının -ç.] iplik ve dokuma tezgahı olarak kendisine verdikleri değişmeyen sermayelerini yenilediği ölçüde, bir biçimdeki değişmeyen sermaye yalnızca bir başka biçimdeki değişmeyen sermayeyle değişilmiş olur. Değişmeyen sermaye değerinde, gerçekte herhangi bir değişiklik olmaz.
      Şimdi daha da geriye gidelim. İplikçinin ürünü iki parçaya bölünür: keten, iğ, kömür, vb., tek sözcükle değişmeyen sermayesi ve yeni katma-emek; makine yapımcısının toplam ürünü de benzer biçimde [iki parçaya bölünür -ç.]. İplikçi kendi değişmeyen sermayesini yenilediği zaman, yalnızca iğ imalatçısının vb. değil, ama keten üreticisinin toplam sermayesini de öder. Onun [iplikçinin -ç.] değişmeyen sermayesi, onların [iğ imalatçısıyla keten üreticisinin -ç.] değişmeyen sermayelerinin bir kısmını ve bunun yanısıra kat-ma-emeği öder. Sonra, keten üreticisine gelince, onun değişmeyen sermayesi –tarım aletleri vb. düşüldükten sonra– tohumdan, gübreden vb. oluşur. Buradaki varsayımımız –ki tarımda durum plus ou moins [az ya da çok] doğrudan böyle olur– çiftçinin değişmeyen sermayesinin bu parçasının [tohum, gübre vb. .] kendi ürününden yıl yıl ayrılan bir parça olduğudur; çiftçi bu parçayı, her yıl, kendi ürününden alır, toprağa — yani kendi üretimine geri verir. Burada değişmeyen sermayenin, kendini yenileyen ve hiçbir zaman satılmayan, bu nedenle de hiçbir zaman karşılığı ödenmeyen ve asla tüketilmeyen, bireysel tüketime hiçbir zaman girmeyen bir parçasını görüyoruz. Tohum vb., belli bir miktar emek-zamanma eşittir. Tohumun vb. değeri, toplam ürünün değeri içinde yeralır; ama aynı değer, (emek üretkenliğinin aynı kaldığı varsayımıyla) aynı miktarda ürün olduğu için, toplam üründen tekrar düşülür ve dolaşıma girmeden üretime geri döner.
      Burada, değişmeyen sermayenin –tarımın hammaddesi sayılabilecek– kendini yenileyen, en azından bir parçasını görüyoruz. Dolayı-sıyla, burada gördüğümüz, yıllık üretimin önemli bir [dalı] — içerdiği sermaye miktarı ve büyüklük olarak en önemli dalıdır; yıllık üretimin içindeki değişmeyen sermayenin önemli bir parçası, (yapay gübreden vb. ayrı olarak) hammaddeyi içeren bir parçası, kendini yeniler ve dolaşıma girmez; bu nedenle de yerini, herhangi bir biçim almış olan bir gelire bırakmaz. Bundan ötürüdür ki, iplikçi, değişmeyen sermayenin bu parçasını (keten üreticisinin bizzat karşıladığı ve yenilediği değişmeyen sermaye parçasını) keten üreticisine geri ödemek zorunda kalmaz; dokumacı iplikçiye, ya da müşteri dokumacıya bu parça için ödeme yapmak zorunda kalmaz. 12 yarda keten bezinin (= 36 şilin = 3 işgünü ya da 36 saatlik [sayfa 118] emeğin) üretimine doğrudan ya da dolaylı olarak katılan herkese keten beziyle ödeme yapıldığını varsayalım. Her şeyden önce açıktır ki, keten bezi öğelerinin, yani keten bezindeki değişmeyen sermayenin üreticileri kendi ürünlerini tüketemezler; çünkü bu ürünler, hemen ilk ağızda ||285| tüketime girmek için değil, üretim için üretilmiştir. Bu nedenle onlar [keten bezi öğelerinin üreticileri -ç.] ücretleriyle kârlarını keten bezine — ensonu, bireysel tüketime giren ürüne harcamaktadırlar. Keten bezi olarak tüketmediklerini, keten bezi karşılığı değiştikleri başka tür tüketim maddesi olarak tüketmelidirler. Dolayısıyla onlar, keten bezi yerine başka tüketim maddeleri tükettikleri ölçüde, başkaları da o kadar (değer olarak) keten bezi tüketirler. Bu kendilerinin keten bezi tüketmiş olması gibidir, çünkü onların tükettiği başka ürün miktarında ürünü başka ürün üreticileri keten bezi olarak tüketir. Bu nedenle tüm sorun, değişime herhangi bir biçimde değinmeksizin, 12 yarda keten bezinin, onun üretimine ya da öğelerinin üretimine katılanların tümü arasında nasıl paylaşılacağı düşünülerek aydınlatılmalıdır.
      İplikçi, ve iğ de yaptığını varsaydığımız dokuma tezgahı yapımcısı, iplik dokuma tezgahının üçte-ikisini tutan değişmeyen sermayelerine üçte-bir emek katarlar. Kendi toplam ürünlerini yenileyen 8 yarda keten bezinin (ya da 24 saatin) ya da 24 şilinin sonuç olarak 8/3 yardasını, yani 22/3 [yardasını] ya da 8 saatlik emeği ya da 6 şilini tüketebilirler. Bu yüzden geriye, hâlâ dikkate alınması gereken 51/3 yarda ya da 16 saatlik emek kalır.
      51/3 yarda ya da 16 saatlik emek, iplikçi ile dokuma tezgahı yapımcısının değişmeyen sermayesini temsil eder. İplikçinin değişmeyen sermayesinden, üçte-ikilik kısmın hammadde olduğunu ve ketene harcandığını varsayalım; o zaman keten üreticisi bu üçte-ikiyi tümüyle keten bezine harcayabilir, çünkü onun değişmeyen sermayesi (ama burada onun çalışma aletlerinin aşınma payını sıfıra eşit kabul ediyoruz) hiçbir biçimde dolaşıma girmemiştir; onu [üründen .] esasen düşmüş ve yeniden-üretim için ayırmıştır. Bu nedenle o [keten üreticisi .] 51/3 yarda keten bezinin[47] ya da 16 saatlik emeğin üçte-ikisini satın alabilir, bu da 35/9 yardaya ya da 102/3 saatlik emeğe eşittir. Bu durumda geriye, hâlâ dikkate alınması gereken, yalnızca 51/3 - 35/9 yarda ya da 16 - 102/3 saatlik emek, yani 17/9 yarda ya da 51/3 saatlik emek kalır. Bu l7/9 yarda ya da 51/3 saatlik emek dokuma tezgahı yapımcısının değişmeyen sermayesiyle, onunla aynı kişi olduğunu varsaydığımız iğ yapımcısının toplam ürününe ayrışır.
      ||286| Bu nedenle bir kez daha: [sayfa 119]
     
Dokumacı

{

Toplam ürün Değişmeyen
sermaye
Dokumacı
katma-emeği
Tüketim
12 yarda keten bezi
(36 şilin)
(36 saatlik emek)
8 yarda
(24 saat)
(24 şilin)
12 saat


12 saat=
12 şilin=4 yarda

Dokumacının değişmeyen sermayesinden ¾ = iplik, ¼ = tezgah olsun (genel olarak üretim araçları). Bu durumda dokumacı, iplikçiye 6 yarda ya da 18 saat, makine yapımcısına da 2 yarda ya da 6 saat öder, vb.

İplikçi Makine Yapımcısı
Toplam
ürün
Değişmeyen sermaye İplik
katma-
emeği
Tüketim Toplam
ürün
Değişmeyen sermaye Katma-
emek
Tüketim
6 yarda
18 şilin
18 saat
4 yarda
12 şilin
12 saat
2 yarda
6 şilin
6 saat
2 yarda
2 şilin

2 yarda
6 şilin
6 saat
4/3 yarda


2/3 yarda


2/3 yarda



      [sayfa 120]
      Bu durumda, dokumacının değişmeyen sermayesini yenileyen 8 yardanın 2 yardasını (= 6 şilin = 6 saat) iplikçi ve 2/3 yardasını (2= şilin = 2 saatlik emek) dokuma tezgahı yapımcısı tüketir vb..
      Böylece geriye, dikkate almamız gereken 8 - 22/3 yarda = 51/3 yarda (= 16 şilin = 16 saatlik emek) kalır. Geri kalan bu 51/3 yarda (= 16 şilin = 16 saatlik emek) aşağıdaki gibi ayrışır: Varsayımımıza göre iplikçinin değişmeyen sermayesini temsil eden 4 yarda da yani onun ipliğinin öğeleri içinde 3/4 keten, 1/4 de iğ makinesi karşılığı yeralıyor. Eğirme makinesinin öğeleri ||287| ayrıca, dokuma makinesi yapımcısının değişmeyen sermayesinde de dikkate alınacaktır. İkisinin aynı kişi olduğunu varsayıyoruz.
      İplikçinin değişmeyen sermayesini yenileyen 4 yardanın 3/4’ü = 3 yardası bu çerçevede ketene ayrılır. Ancak ketendeki değişmeyen sermayenin büyükçe bir parçası, yenilenmeyecektir; çünkü keten üreticisi bunu zaten tohum, gübre, hayvan yemi, öküz vb. biçiminde toprağa geri döndürmüştür. Bu nedenledir ki, keten üreticisinin sattığı ürün parçası içinde değişmeyen sermaye olarak yalnızca iş araçlarının vb. aşınma payı yeralacaktır. Burada, yeni katma-
emeği en azından üçte-iki ve yenilenecek değişmeyen sermayeyi de en çok üçte-bir oranında saymalıyız.
      Böylece:
 
  Toplam
Ürün
Değişmeyen
Sermaye
Tarım
Emeği

Tüketilebilen

Keten 3 yarda
9 şilin
9 saatlik emek
1 yarda
3 şilin
3 saatlik emek
2 yarda
6 şilin
6 saatlik emek
2 yarda
6 şilin
6 saatlik emek

      Öyleyse hâlâ hesabını yapmamız gereken:
      Keten üreticisinin değişmeyen sermayesine denk 1 yarda (3 şilin, 3 saatlik emek);
      Tezgah [yapımcısının -ç.] değişmeyen sermayesine denk 11/3 yarda (4 şilin, 4 saatlik emek);
      Ve son olarak, eğirme makinesinde yeralan toplam ürün için 1 yarda (3 şilin, 3 saatlik emek).
      Önce, makine yapımcısının, eğirme makinesi için tüketebileceğinin düşülmesi gerekir. [sayfa 121]
 
  Toplam
Ürün
Değişmeyen
Sermaye
Tarım
Emeği<
Tüketilebilen
Eğirme
makinesi
1 yarda
3 şilin
3 saatlik emek
2/3 yarda
2 şilin
2 saatlik emek
1/3 yarda
1 şilin
1 saatlik emek
1/3 yarda
1 şilin
1 saatlik eme

      Bundan başka, keten üreticisinin değişmeyen sermayesi olan tarım makineleri tüketilebilir parçaya ve diğer parçalara ayrılmalıdır:
 
  Toplam
Ürün
Değişmeyen
Sermaye
Tarım
Emeği
Tüketilebilen
Tarım
makinesi
1 yarda
3 şilin
3 saatlik emek
2/3 yarda
2 şilin
2 saatlik emek
1/3 yarda
1 şilin
1 saatlik emek
1/3 yarda
1 şilin<
1 saatlik emek

      Eğer toplam ürünün, makineleri temsil eden bölümünü biraraya getirirsek, 2 yarda dokuma tezgahı için, 1 yarda eğirme makinesi için, 1 yarda da tarım makineleri için olmak üzere toplam 4 yarda (12 şilin, 12 saatlik emek, ya da toplam 12 yardalık ürünün 1/3’ü) eder. Bu 4 yardanın içinden makine yapımcısı, dokuma tezgahı için 2/3 yarda, eğirme makinesi için 1/3 yarda, tarım makineleri için de aynı biçimde 1/3 yarda olmak üzere toplam 11/3 yarda tüketir. Geriye 22/3 yarda kalır, yani dokuma tezgahı için 4/3 değişmeyen sermaye, eğirme makinesi için 2/3, ve tarım makineleri için de 2/3 = 8/3 = 22/3 yarda (= 8 şilin = 8 saatlik emek) kalır. Demek ki bu, makine yapımcısının, yenilenecek değişmeyen sermayesini oluşturur. Şimdi, bu değişmeyen sermayenin içerdiği nedir? Bir yandan hammaddeleri olarak demir, kereste, kayış kolanlar vb., öte yandan, (kendisinin imal etmiş olabileceği) makinesinin, makinelerinin yapımında kullandığı ve aşman kısmı. Varsayalım ki, hammadde, sermayenin üçte-ikisine ulaşmıştır, o zaman makine yapan makine de üçte-birine varır. Bu üçte-bir daha sonra yeniden ele alınacaktır. Üçte-ikilik kereste ve demir ||288|, 22/3 yardanın üçte-ikisidir (ya da 22/3 yarda = 8/3 yarda = 24/9 yardadır); bunun 1/3’ü = 8/9 eder; dolayısıyla 2/3 = 16/9 yardadır.
      Şu halde, varsayalım ki, burada [kereste ve demir üretiminde] makineler üçte-bir, yeni katma-emek de üçte-ikidir (çünkü [sayfa 122] hammadde için herhangi bir şey sözkonusu değil); o zaman 16/9 yardanın üçte ikisi katma-emegi karşılar, üçte-biri de makineleri. Bu durumda bir kez daha, makineler için geriye kalan 16/27 yarda oluyor. Demir ve kereste üreticilerinin, yani kısacası yarı mamul ürünler sanayisi üreticilerinin değişmeyen sermayesi, yalnızca –burada genel olarak makine-tezgahı diye andığımız– üretim araçlarından ibarettir, hammadde içermez.
      Bu durumda makinelerin yapımında kullanılan makine için 8/9 yarda, demir ve kereste üreticilerinin kullandığı makine-tezgahı için de 16/27 yarda. Böylece 24/27 + 16/27 = 40/27 = 113/27 yarda. Demek ki bu, makine yapımcısının hesabına girecektir.
      Makine-tezgahı. Bir yardanın 24/27’si makinelerin yapımında kullanılan makinenin yenilenmesine ayrılır. Ama bu da kendi içinde, hammaddeye (demir, kereste, vb.), makine yapımında kullanılan makinelerin aşınan kısmının yenilenmesine ve katma-emeğe bölünür. Şimdi bu öğelerin her biri toplamın üçte-biri ise, bir yardanın 8/27’si katma-emeğe gider, bir yardanın 16/27’si makine yapımında kullanılan makinenin yenilenmesine gidecek değişmeyen sermaye için yani bir yardanın 8/27’si hammadde için, bir yardanın 8/27’si de bu hammaddenin işlenmesinde kullanılan makine-tezgahının aşınan değerini temsil eden parçanın yenilenmesine (toplam bir yardanın 16/27’si) ayrılır.
      Öte yandan, bir yardanın demir ve kereste üretimi sanayisinin makinelerini yenileyen 16/27’si de, aynı biçimde, hammadde, makine ve yeni katma-emekten oluşur. Bu sonuncu üçte-bire eşittir, yani bir yardanın üçte-birine eşittir: 16 : 27x3= 16/81 yardadır; makinelerin bu parçası içindeki değişmeyen sermaye bir yardanın 32/ 81’idir ki bunun da 16/81’i hammadde içindir, 16/81’i makinelerin aşınma payını karşılar.
      Böylece, makine yapımcısının elinde makinelerin aşınma payını karşılamak üzere, değişmeyen sermaye olarak bir yardanın 8/27’si kalır; yapımcı, bununla makine yapan makinenin aşınan kısmını yeniler; bir yardanın 16/81’i de demir ve kereste üreticilerinin makine-tezgahının yenilenmesi gereken kısmının aşınma payıdır.
      Bundan ayrı olarak, değişmeyen sermayesini yenilemek üzere, elinde, (makine yapımında kullanılan makinenin içerdiği) hammadde için bir yardanın 8/27’si ve demir ve kereste üreticilerinin kullandığı makinelerin içerdiği hammadde için de bir yardanın 16/81’i vardır. Ancak bunun da üçte-ikisi yeni katma-emekten, üçte-biri ise kullanılan makinelerden oluşur. Şu halde 24/81 + 16/81 = 40/81’in üçte-ikisi yani 262/3 : 81’i emeği karşılar. Bunun ||289| 131/3 : 81’i de bir kez daha makine-tezgahının yenilenmesi için [sayfa 123] ayrılır. Bu yüzdendir ki, bir yardanın bu 131/3 : 81’lik parçası makine üreticisine geri döner.
      Şimdi demek ki makine üreticisinin elinde şunlar olacaktır: Makine yapımında kullanılan makinenin aşınmasına karşılık olarak bir yardanın 8/27’si, demir vb. üreticilerinin makine-tezgahının aşınmasına karşılık onları yenilemek üzere 16/81 ve makine-tezgahının demir, kereste vb. hammaddelerini yerine geri koymak için de 131/3 : 81.
      Ve bu hesabı, giderek küçülen parçalar halinde sonsuza kadar sürdürebiliriz, ama 12 yarda keten bezini, geride hiçbir şey kalmayacak biçimde asla bölüştürenleyiz.
      Bu noktaya kadar yaptığımız incelemeyi kısaca toparlayalım.
      Farklı üretim alanlarında, yeni katma-emekle (ki bu kısmen ücretlere ayrılan değişen sermayeyi karşılıyor, kısmen de ödenmemiş artı-emeği, kârı oluşturuyor), emeğin üstüne eklendiği değişmeyen sermayenin farklı oranlarda oluştuğunu, başta söylemiştik. Ancak, ortalama bir oranı kabul edebilir ve örneğin a ile katma-emeği, b ile değişmeyen sermayeyi gösterebiliriz, ya da değişmeyen sermayenin katma-emeğe oranının 2:1 = 2/3: 1/3 olduğunu varsayabiliriz. Eğer bu, sermayenin her üretim alanı için geçerliyse, demiştik, o zaman belli bir üretim alanında eklenen yeni katma-emek (ücretler ve kâr birlikte), ancak kendi ürününün üçte-birini satın alabilir; çünkü ücret ve kâr, üründe somutlaşan toplam emek-zamanının yalnızca üçte-birini oluşturur. Ancak, değişmeyen sermayenin yerini alan öteki üçte-iki kapitaliste aittir. Eğer üretimi sürdürmek isterse, değişmeyen sermayesini yenilemek zorundadır; yani ürününün üçte-ikisini yeniden değişmeyen sermayeye dönüştürür. Bunu yapabilmek için üçte-ikiyi satmak zorundadır.
      Ama kime? Ürünün kârın ve ücretin toplamıyla satın alınabilecek üçte-birini daha önce düşmüştük. Eğer bu toplam 1 günlük emeği ya da 12 saati temsil ediyorsa, o zaman ürünün, değişmeyen sermayeye eşit olan kısmının değeri, 2 günlük emeği ya da 24 saati temsil edecektir. Demek ki, ürünün [ikinci] üçte-birlik kısmının, bir başka üretim alanındaki ücret ve kârla ve sonuncu üçte-birlik kısmının da üçüncü bir üretim alanındaki ücret ve kârla satın alındığını varsaydık. Ama o zaman, ürün I’in değişmeyen sermayesini, tamamen ücret ve kârla, yani yeni katma-emekle değişmiş oluyoruz; ürün II’ye ve III’e eklenen tüm emeği ürün I biçimiyle tüketmiş oluyoruz. Ürün II ve III’ün, eklenmiş yeni katma-emek ve önceden varolan emek biçimiyle içerdiği altı işgününden hiçbiri, ne ürün I’deki ne ürün II ve III’teki emekle satın alınmış ya da yenilenmiş olmuyor. O yüzden bu kez de, başka ürün üreticilerine, kendi [sayfa 124] alanlarında eklenmiş tüm katma-emeği, ürün II ve III için harcatıyoruz vb.. Sonunda ürün X’te durmak zorunda kaldık; o üründeki katma-emek, önceki ürünlerin tümünün değişmeyen sermayesi kadardı; ama [bundan -ç.\ üçte-iki oranında daha büyük olan kendi değişmeyen sermayesini kimseye satma olanağı yoktu. Sorunun çözümünde bir adım bile ilerlememiştik. Ürün I’de olduğu gibi ürün X’te de sorun ortada duruyordu: Değişmeyen sermayeyi yenileyecek olan ürün parçası kime satılacak? Yoksa üçte-birlik yeni katma-emek, yeni üçte-bir emeği ve onun yanısıra, ürünün içerdiği, üçte-ikilik zaten önceden varolan emeği mi karşılayacaktı? Üçte-bir, üçte-üçe mi eşit olacaktı?
      Böylece, güçlüğü ürün I’den, ürün II’ye vb. kaydırmanın, yani tek sözcükle, sorunu, metaların değişimine taşımanın hiçbir yararı olmadığı açıktı.
      ||290| Bu durumda, sorunu farklı biçimde koymak gerekiyordu.
      12 yarda keten bezinin (= 36 şilin = 36 saatlik emek), dokumacının 12 saatlik emeğini ya da 1 işgününü (gerekli-emek ve artı-emek, yani kârın ve ücretin toplamı birlikte) içeren bir ürün olduğunu, üçte-ikinin de, keten bezinde içerilen değişmeyen sermayenin, yani ipliğin ve makine tezgahının vb., değerini temsil ettiğini varsaydık. Dahası, önemsiz ufak-tefek noktalara ve ara yerdeki işlemlere takılmamak için, keten bezinin, yalnızca bireysel tüketime yönelik olduğunu, dolayısıyla yeni herhangi bir ürün için hammadde olarak hizmet edemeyeceğini de varsaydık. Böylelikle, ücret ve kârla ödenmesi, gelir karşılığı değişilmesi gereken bir ürün saydık. Ve son olarak, daha da basitleştirmek için, kârın hiçbir parçasının yeniden sermayeye dönüştürülmediğini, tüm kârın gelir olarak harcandığını varsaydık.
      İlk 4 yardayı, ürünün ilk üçte-birlik kısmını, dokumacının 12 saatlik katma-emeğine eşit olan kısmını ilk ağızda çözdük. Bu kısım ücrete ve kâra ayrıştı; değeri, dokumacının kârının ve ücretinin toplamının değerine eşit. Demek ki, kendisi ve işçileri tarafından tüketildi. Dört yarda için bu çözüm, koşulsuz geçerli. Gerçekte, eğer ücret ve kâr, keten bezine değil de başka bir ürüne harcanarak tüketildiyse, bu ancak başka ürün üreticilerinin, kendi ürünlerinin tüketilebilir bir kısmını kendi ürünlerine değil de keten bezine harcamalarıyla olanaklıdır. 4 yarda keten bezinden, örneğin yalnızca 1 yardasını keten bezi üreticisi tüketti ve 3 yardasını et, ekmek ve giysiye harcadıysa, daha önce olduğu gibi, 4 yarda keten bezinin değeri, keten üreticileri tarafından harcanarak tüketilmiş olur; yalnızca bu değerin 3/4’ünü başka ürünler şeklinde tüketmişlerdir; buna karşılık bu başka ürünlerin üreticileri, ücret ve kâr [sayfa 125] olarak tüketebilecekleri, et, ekmek ve giysiyi, keten bezi şekliyle tüketmişlerdir. (Bütün bu inceleme boyunca olduğu gibi, kuşkusuz burada da her zaman metanın satıldığı ve kendi değerine satıldığı varsayılmıştır.)
      Asıl güçlükse şimdi başlıyor. Dokumacının 8 yarda keten bezi (= 24 saatlik emek = 24 şilin) biçimini alan değişmeyen sermayesi ortada duruyor; eğer üretimi sürdürmek istiyorsa, bu 8 yarda keten bezini paraya, 24 şiline dönüştürmesi ve bu 24 şilinle, pazarda bulabileceği, kendi değişmeyen sermayesini oluşturacak yeni üretilmiş metaları satın alması gerekiyor. Sorunu basitleştirmek için, makinelerini birkaç yıllık dönemler içinde değil, ama ürününün gündelik gelirinden, her gün aşman makine değerine eşit değerdeki parçasını gene kendi türünden maddi parça olarak yenilediğini varsayıyoruz. Ürününün, içerdiği değişmeyen sermaye değerine eşit olan parçasını, değişmeyen sermayesinin öğeleriyle ya da çalışması için gerekli olan maddi üretim gereçleriyle değişerek, yenilemesi gerekiyor. Öte yandan onun kendi ürünü olan keten bezi başka herhangi bir üretim alanına bir maddi üretim olarak girmiyor, kişisel tüketime gidiyor. Dolayısıyla o, ürününün, değişmeyen sermayesini temsil eden parçasını, ancak gelir ile ya da başka üreticilerin ürününün ücret ve kârdan, hinc [bundan dolayı] yeni katma-emekten, oluşan değerinin parçası ile değişerek yenileyebilir. Sorun doğru biçimde böylece ortaya konmuş oluyor. Soru yalnızca şu: sorun hangi koşullarda çözülebilir?
      Sorunu ilk sunuşumuzda ortaya çıkan güçlük böylece bir ölçüde çözülmüş oluyor. Gerçi –yaptığımız varsayım gereği– her üretim alanında yeni katma-emek üçte-bir ve değişmeyen sermaye de üçte-iki ise de bu üçte-birlik katma-emek –ya da gelirin (ya da ücretlerle kârın) toplam değeri (daha önce belirtildiği gibi, yeniden sermayeye dönüştürülen kâr parçası burada dikkate alınmıyor)– yalnızca doğrudan bireysel tüketim için çalışan sanayi dallarının ürünleri için tüketilebiliyor. Öteki tüm sanayi dallarının ürünleri, yalnızca sermaye olarak tüketilebiliyor, yalnızca sınai tüketime gidebiliyor.
      ||291| 8 yardanın (= 24 saat = 24 şilin) temsil ettiği değişmeyen sermaye iplik (hammadde) ve makine-tezgahı içerir. Diyelim 3/4’ü hammadde, 1/4’ü makine olsun. (Hammadde başlığı altında, petrol, kömür, vb. tüm ikincil maddeleri de toplayabiliriz. Yalnız yalınlaştırmak için bunları bir yana koymamız daha iyidir.) İplik 18 şilin ya da 18 saatlik emeğe mal olur, o da = 6 yarda eder; makineler 6 şilin = 6 saatlik emek = 2 yardadır.
      Şimdi bu çerçevede, eğer dokumacı 8 yarda keten bezini, 6 yar-dasıyla iplik, 2 yardasıyla da makine almak için kullanırsa, [sayfa 126] 8 yardalık değinmeyen sermayesiyle yalnızca iplikçinin ve dokuma tezgahı yapımcısının dağişmeyen sermayesini karşılamakla kalmaz, onların yeni katma-emeğini de karşılamış olur. Bu nedenle, dokumacının değişmeyen sermayesi olarak görünen şeyin bir parçası, aslında, iplikçinin ve makine yapımcısının yeni katma-emeğini temsil eder; dolayısıyla onlar açısından sermaye değil, gelirdir.
      6 yarda keten bezinin üçte-birini = 2 yardasını (yeni katma-emeğe yani kâr ve ücretlere eşit kısmını) iplikçi bizzat tüketebilir. Ancak 4 yarda, onun ketenini ve makinesini yeniler. Diyelim, keten için 3 yarda, makine için 1 yarda olsun. Bunlar için ödeme yapmak zorundadır. 2 yardadan makine yapımcısının bizzat kendisi bir yardanın üçte-ikisini tüketebilir; ancak 4/3 yarda onun kömür ve kerestesini, yani tek sözcükle hammaddesini ve makine yapımında kullanılan makine-tezgahını karşılar. Diyelim, 4/3 yardadan 1 yardası hammadde, 1/3 yardası da makine olsun.
      12 yarda keten bezinden, bu noktaya kadar önce 4 [yarda -ç.] dokumacı için, ikincisi 2 [yarda -ç.] iplikçi için, ve üçüncüsü 2/3 [yarda -ç.] makine yapımcısı için olmak üzere toplam 62/3 tükettik. Böylece hesaba katılması gereken 51/3 [yarda -ç.] daha kaldı. Bu 51/3 de şöyle dağıtıldı:
      İplikçi 4 yardanın değerinden 3 yardayı ketenle, 1 [yardayı -ç.] makineyle değişti.
      Makine yapımcısı, 4/3 yardanın değerinden 1 yardayı demir vb. ile, 1/3 [yardayı -ç.] makineyle (makine yaparken kullandığı ve tükettiği kısmı için) değişti.
      Keten için 3 yardayı, öyleyse iplikçi keten üreticisine ödedi. Ancak keten üreticisinin durumunda bir özellik var: Onun değişmeyen sermayesinin bir parçası (açıkça sayarsak, tohum, gübre, vb., kısacası onun toprağa geri döndürdüğü toprak ürünleri) dolaşımına hiçbir biçimde girmez ve dolayısıyla, sattığı üründen düşülmeyi gerektirmez; tam tersine, bu ürün yalnızca katma-emeği ifade eder ve sonuç olarak (makine-tezgahmı, yapay gübreyi vb. karşılayan kısmı dışında) yalnızca ücret ve kârı oluşturur. Öyleyse, daha önceki gibi, ürünün üçte-birinin katma-emek olduğunu varsayarsak, o zaman 3 yardadan 1’i bu gruba girer. Gene önceki gibi, öteki 2 yardadan dörtte-birini makine için alırsak, bu 2/4 yarda eder. Öte yandan diğer 6/4 de katma-emek karşılığı olabilir, çünkü keten üreticisinin ürününün bir parçasında, daha önce düşüldüğü için değişmeyen sermaye yoktur. Bu durumda 22/4 yarda, keten üreticisine ücret ve kâr için gider. Geriye, makine-tezgahınm yenilenmesi için 2/4 yarda kalır. (Demek ki, tüketmemiz gereken 51/3 yardadan 12/4’ü gitmiş oluyor (54/12 - 26/12 = 210/12 = 25/6 yarda).) Bu son 2/4 yarda, [sayfa 128] keten üreticisi tarafından makine-tezgahı alımı için kullanılabilir.
      Makine yapımcısının hesabı da bu durumda şöyledir: dokuma tezgahına harcadığı değişmeyen sermaye için 1 yardayı demire, vb. 1/3 yardayı tezgah üretiminde kullanılan malların aşınma payına ayırır.
      Bunlara ek olarak, makine yapımcısından, iplikçi 1 yardalık eğirme makinesi ve keten üreticisi de 2/4 yardalık tarımsal aletler satın alır. Bu 6/4 yardadan makine yapımcısı katma-emek için 1/3 [yarda -ç.] tüketebilir, 2/3 [yardayı -ç.] eğirme makinesine ve tarımsal aletlere harcadığı değişmeyen sermayesi için kullanacaktır. 6/4 = 18/12 demektir. Şu halde makine yapımcısı bir yardanın 6/12’sini ||292| yeniden tüketime harcayabilir, 12/12’sini yani 1 yardayı değişmeyen sermayeye dönüştürür. (Henüz tüketilmeyen 25/6 yardadan demek ki 1/2 daha gittiğine göre, 14/6 yarda ya da 22/6 ya da 21/3 yarda kalmaktadır.)
      Bu miktardan makine yapımcısı, 3/4 yardayı hammaddeye, demire, keresteye vb. harcamak zorundadır, 1/4’ünü ise makine yapımında kullandığı makinenin yenilenmesi için kendine ayırır.
      Bu durumda toplam hesap şöyledir:
 
Makine
yapımcısının
değişmeyen sermayesi

{

Dokuma tezgahı için: 1 yarda hammaddeye, 1/2 yarda kendi makine-tezgahının aşınma payına.

Eğirme makinesi ve tarımsal aletler için: 3/4 yarda hammaddeye, 1/4 yarda kendi makine-tezgahının aşınma payına

Böylece 13/4 yardaya eşit miktar hammaddeye, 1/3 + 1/4 kendi makine-tezgahının aşınma payına.

     
      13/4 yarda ya da 7/4 yarda, öyleyse, demir ve kereste imalatçılarından, bu değerde demir ve kereste satın alır. 7/4 = 21/12’dir. Ama burada yeni bir sorun çıkıyor. Keten üreticisinin konumunda, değişmeyen sermayenin bir parçası olan hammadde onun sattığı ürüne dahil değildir; çünkü daha önceden [üründen .] düşülmüştür. Burada, tersine, toplam ürünü katma-emeğe ve makine-tezgahma ayırmak zorundayız. Burada katma-emeğin, ürünün üçte-ikisine, makine-tezgahının üçte-birine eşit olduğunu varsaysak bile, tüketilebilen miktar 14/12’dir; 7/12 de makineler için değişmeyen sermaye olarak kalır. Bu 7/12 makine yapımcısına geri döner.
      Şimdi, 12 yardadan geriye, bu durumda makine yapımcısının kendi makine-tezgahının aşınma payı olarak ayırdığı 1/3 + 1/4; ve demir ve kereste üreticilerinin makine karşılığı ona geri döndürdükleri 7/12 kalır. Şu halde 1/3 + 1/4 = 4/12 + 3/12 = 7/12. Buna ek [sayfa 128] olarak demir ve keresi.r üreticilerinin geri döndürdüğü 7/12. (Toplam 14/12 = 12/12 = 11/6.)
      Demir ve kereste üreticileri makine-tezgahını ve iş aletlerini, dokuma, dokumacının, iplikçinin ve keten üreticisinin yaptığı gibi, makine yapımcısından alacaklardır. Şu halde, 7/12 yardadan, diyelim ki (İçta-biri, yani 2/12’ye eşit miktarı katma-emek olsun; şu halde bu 2/12 yarda da tüketilebilir. Geri kalan 5/12 (gerçekte 4/12 ve 2/3 : 12 ama bu kadar kesin olmanın gereği yok) ağaç kesenlerin baltasını ve demir üreticilerinin makinelerini, 3/4 dökme demiri, keresteyi, vb. ve 1/4’ü de kullanılıp aşman makine-tezgahını temsil eder. (14/ 12 yardadan 12/12’si ya da 1 yarda = 3 saatlik emek = 3 şilin kalıyor.) Dolayısıyla 1 yardadan 1/4 yardası makine yapımında kullanılan makinelerin yenilenmesi için, 3/4 yardası da kereste, demir vb. için.
      Öyleyse, makine yapımında kullanılan makinelerin aşınma payı 7/12 yarda + 1/4 yarda = 7/12 + 3/12 = 10/12 yarda. Öte yandan, kereste ve demir için olan 3/4 yardayı yeniden parçalarına ayırmanın ve bir bölüğünü tekrar kereste ve ||293| demir üreticilerine döndürmenin hiçbir anlamı yoktur. Bir kalan ve bir progressus in infinitum [sonsuza doğru ilerleme] her zaman vardır.

[(c) Üretim Araçları Üreticileri Arasında Sermayenin Sermaye ile Değişimi.
Emeğin Yıllık Üretimi ve Yıllık Yeni Katma-Emek Ürünü]


      Sorunu, şimdi bu haliyle ele alalım.
      Makine yapımcısı, aşınan makinesini, bir yardanın 10/12’si ya da 5/6’sı değerinde yenilemek zorunda. Bir yardanın 3/4’ü ya da 9/12’si de kerestenin ve demirin değerini temsil ediyor. Makine yapımcısı, hammaddesini yenilemek üzere bu miktarı demir ve kereste üreticilerine vermişti. Bu durumda elde 19/12 ya da 17/12 yarda kalıyor.
      Makine yapımcısının, aşınma payını karşılamak üzere tuttuğu 5/6 yarda = 15/6 şilin = 15/6 saatlik emektir, yani 23/6 ya da 21/2 şilin ya da 21/2 saatlik emektir. Makine yapımcısı bu değer karşılığında keten bezi kabul edemez; çünkü, makinesini yenilemek, kısacası makine yapımında kullanılan başka makineler yapmak üzere 21/2 şilin elde etmek için o keten bezini yeniden satması gerekecektir. Ama kime satacak? (Demir ve kömür dışında) öteki ürünlerin üreticilerine mi? Ama bu üreticiler, keten bezi olarak tüketebileceklerinin tamamını keten bezi olarak tükettiler. Dokumacının ücret ve kârını oluşturan 4 yarda, yalnızca bu 4 yarda, başka ürünlerle (bu sermayeyi oluşturan emeğin ya da değişmeyen sermayenin [sayfa 129] oluşturduklarından ayrı olarak) değişilebilir. Bu 4 yardayı da zaten hesaba katmıştık. Yoksa [makine yapımcısı .] işçilerine keten bezi mi ödeyecek? Ama onun ürünlerine eklenen katma-emeği de zaten düşmüştük ve tümünün keten bezine harcanarak tüketildiğini kabul etmiştik.
      Sorunu bir başka biçimde koyarsak:
     
Makine-tezgahını yenilemesi
için dokumacı . . . . . . . . . . . . . . . .

2 yarda

= 6 şilin

= 6 saatlik emek
Keten üreticisi . . . . . . . . . . . . . . . . 1 yarda = 3 şilin = 3 saatlik emek
Demir ve kereste üreticisi . . . . . . 2/4 yarda = 11/2 şilin = 11/2 saatlik emek
Makine-tezgahına harcanan toplam
yarda ya da keten bezinin makine-
tezgahını içeren değer parçası . . . .


7/12 yarda


= 13/4 şilin


= 13/4 saatlik emek

     
      Bu 41/12 yardanın (= 121/4 şilin = 121/4 saatlik emek) 2/3’ü hammadde ve emek için, 2/3’ü değişmeyen sermaye için olacaktı. Bu 4/3 ve emek (kâr ve ücret) için 1/36, tüketilen yarda için 11/3 + 1/36 = 139/108’i verir.
      Hesabı yalınlaştırmak için yuvarlak olarak 4 yarda = 12 şilin = 12 saatlik emek. Bunun üçte-biri = 4/3 yardası ya da 11/3 yardası emek (kâr ve ücret) için.
      Değişmeyen sermaye için de 22/3 yarda kalıyor. Bunun 3/4’ü hammadde için, 1/4’ü makine-tezgahının aşınma payı. 22/3 = 8/3 = 32/12. Bunun dörtte-biri = 8/12 eder.
      Bu bir yardanın, makine-tezgahının aşınma payı olan 8/12’si henüz makine yapımcısının sırtında bir yük olarak durmaktadır. Çünkü, onun demir ve kereste üreticilerine hammadde için ödediği 24/12 ya da 2 yardadır.
      ||294| Öyleyse makine-tezgahı için demir ve kereste üreticilerini borçlandırmak doğru değildir; çünkü onların makine-tezgahı yenilemesi için gereken miktar yani 7/12 yarda zaten makine yapımcısının hesabında yeralıyor. Demir ve kereste üretimi için, üreticilerinin gereksindiği tüm makine-tezgahı, makine yapımcısının hesabında zaten yeraldığma göre, ikinci defa hesaba katılması olanaklı [sayfa 130] değildir. Demek ki, demir ve keresle için son iki yarda (geri kalan 28/12’lik kısım) tamamen katma emeği içermektedir; çünkü herhangi bir hammadde kullanılmamıştır; öyleyse bu miktar keten bezi olarak tüketilebilir.
      Böylece, makine yapımcısının kullandığı makine-tezgahın aşınma payı olarak geriye kalan tüm miktar 8/12 ya da 2/3 yardadır.
      Çiftçinin, değişmeyen sermayesinin, kendisi yeni katma-emek ya da makine içermeyen, [o nedenle de .] dolaşıma hiç girmeyen, zaten bir yana ayrılmış bulunan parçası, çiftçinin üretiminde zaten kendi yerini doldurduğu ve dolayısıyla –makine-tezgahmın dışında– çiftçinin dolaşımda olan ürünü ücret ve kârdan oluştuğu ve dolayısıyla keten bezine harcanabildiği için, sorun böylece kısmen çözülmüştü. Bu, çözümün bir parçasıydı.
      İkinci parça ise, bir üretim alanında değişmeyen sermaye olarak görünenin, başka üretim alanlarında, aynı yıl içinde yeni katma-emek olarak ortaya çıkmasıydı. Dokumacının elinde değişmeyen sermaye olarak görünenin önemli bir kısmı, iplikçinin, makine yapımcısının, keten üreticisinin ve demir ve kereste üreticilerinin (kuşkusuz maden ocağının vb. — ama yalmlaştırmak amacıyla bunlar hesaba katılmamıştı) gelirini oluşturmaktadır. (Bu o kadar açıktır ki, örneğin aynı üretici hem iplik eğirir hem dokuma işi yaparsa, değişmeyen sermayesi, dokumacmınkinclen daha küçük, katma-emeği yani ürünün katma-emek parçası olan gelir, yani ücret ve kâr ise daha büyük çıkar. Dokumacının geliri örneğinde, işte bu çerçevede, gelir 4 yardaya = 12 şiline eşitti, değişmeyen sermayesi ise 8 yarda = 24 şilindi. Eğer hem iplik eğirir,) hem dokuma yapar sa, geliri 6 yardaya eşitlenir. Değişmeyen sermayesi de 6 yarda olur; yani 2 yarda dokuma tezgahı için, 3 yarda keten için ve 1 yarda eğirme makinesi için.)
      Ancak, üçüncü olarak, bu noktaya kadar bulunan çözüm şu: Sonunda bireysel tüketime giden ürüne karşılık yalnızca hammadde ya da üretim aracı sağlayan üreticiler, kendi gelirlerini –kâr ve ücretler, yeni katma [-emek]– kendi ürünlerime harcayamazlar; bu ürünün değerinin geliri temsil eden parçasını yalnızca tüketilebilir ürüne harcayabilirler ya da aynı kapıya çıkacak biçimde, başka üreticilerin aynı miktar değer içeren tüketilebilir bir ürünüyle [değişmek zorundadırlar]. Yeni katma-emekleri, tamamlanmış ürüne, değeri oluşturan bir parça olarak girer ama tamamlanmış ürün biçiminde tüketilir; oysa tamamlanmış üründe:!, bir kullanım-değeri olarak hammadde ya da kullanılıp tüketilmiş makine-tezgahı biçiminde yeralmışlardır.
      Bu durumda, sorunun çözüm bekleyen parçası şu noktaya [sayfa 131] indirgenmiş oluyor: [makine yapımında kullanılan makinenin! aşınma payı olan 2/3 yarda ne olacak; –üretimde kullanılan makinelerin aşınma payı değil; çünkü o paylar yeni katma-emeği, yani (kendisinde herhangi bir maliyet taşıyan bir hammadde bulunmayan) hammaddeye yeni makine biçimini veren yeni emeği temsil eder– makine yapımcısının, makine yapımında kullanılan makinesinin 2/3 yardalık aşınma payı [ne olacak]? Ya da bir başka biçimde söylersek: Makine yapımcısı, hangi koşullarda, 2/3 yarda = 2 şilin = 2 saatlik emek [karşılığı olan -ç.] keten bezini tüketebilir ve aynı zamanda makinelerini yenileyebilir? Asıl soru bu. Gerçekte olan da bu. İster istemez olan bu. Demek ki sorun şu: Bu fenomeni nasıl açıklamalı?
      ||295| Burada, kârın yeni sermayeye (hem döner hem sabit, hem değişmeyen hem değişen sermayeye) dönüştürülmesini tamamıyla hesap dışında tutuyoruz. Bunun bizim sorunumuzla herhangi bir bağlantısı yok; çünkü yeni değişen sermaye de o durumda, (artı-emeğin bir parçası olan) yeni emek tarafından yaratılıyor ve yenileniyor.
      Bu case [durum] bir yana konursa, örneğin bir yıl içindeki yeni katma-emeğin toplamı, kârın ve ücretin toplamına eşittir, i. e. [yani] gıda, giyim, ısınma, konut, mobilya vb. bireysel tüketime giden ürünlere harcanan yıllık gelire eşittir.
      Tüketime giden bu ürünlerin toplamı değer olarak, yıllık toplam katma-emeğe (gelirin toplam değerine) eşittir. Bu emek miktarı, bu ürünlerin içerdiği toplam emeğe –hem katma-emek, hem önceden varolan emek– eşit olmak gerekir. Yalnızca bu ürünlerdeki yeni katma-emeğin değil, ama aynı zamanda içerdikleri değişmeyen sermayenin de karşılığı ödenmelidir. Öyleyse onların değeri, kârların ve ücretlerin toplamına eşittir. Örnek olarak keten bezini alırsak, keten bezi bizim için, yıllık olarak bireysel tüketime giden ürünlerin toplamını temsil eder. Bu keten bezi, yalnızca kendi [içerdiği .] değer öğelerinin değerine eşit olmakla kalmamalıdır; ama aynı zamanca tüm kullanım-değeri, ondan paylarını alan çeşitli üreticiler tarafından tüketilebilir. Her ne kadar katma-emekle değişmeyen sşrmayeyi içeriyorsa da [keten bezinin -ç.] tüm değeri ücret ve kâra, yani her yılki yeni katma-emeğe ayrışmalıdır.
      Bu, daha önce söylediğimiz gibi, şu çerçevelerde kısmen açıklanmıştır:
      Birincisi. Değişmeyen sermayenin, keten bezi üretimi için gereken parçalarından biri, o keten bezine, kullanım-değeri ya da değişim-değeri olarak girnaez. Ketenin, tohum vb. [öğelerini .] içeren parçası böyle bir parçadır; tarımsal ürünün değişmeyen sermayesinin, [sayfa 132] dolaşıma girmeyen, doğrudan ya da dolaylı olarak üretime, toprağa döndürülen parçasıdır. Bu parça kendi yerini doldurur, bu yüzden de keten bezinden bunun için bir ödeme yapılmasına gerek kalmaz. (Bir çiftçi, tüm hasadını, diyelim 120 quarteri19 satabilir; ama o zaman bir başka çiftçiden, örneğin 12 quarter tohumluk alması gerekir; o zaman ikinci çiftçi kendi 120 quarterinden 12 quarter yerine 24 quarteri, kendi ürününün 1/10’u yerine 1/5’ini tohumluk olarak kullanmak zorunda kalacaktır. Her iki durumda 240 quarterden 24 quarteri toprağa tohum olarak geri verilecektir. Kuşkusuz bu [durum .] dolaşımda bir değişiklik yapar. Her birinin onda-birlik bir kesinti yaptığı birinci durumda, dolaşıma 216 quarter girer. İkinci durumda, ilk çiftçinin 120 quarteri, sonraki çiftçinin 108 quarteri yani 228 quarter dolaşıma girer. Önceki durumda olduğu gibi gerçek tüketicilere 216 quarter ulaşır. Dolayısıyla, burada, dealers [tüccarlar] ile dealers arasındaki değerlerin toplamının, dealers ile consumers [tüketiciler] arasındaki değerlerin toplamından daha büyük olduğunun bir örneğini görüyoruz)[48] (Dahası, kârın bir parçasının yeni sermayeye dönüştürüldüğü tüm durumlarda da aynı farklılık görülür; üstelik tüccarlar ile tüccarlar arasındaki işlemlerin süresi birçok yıla yayılır, vb.)
      Keten bezi üretimi için, yani tüketilebilir ürünler için [gerekli olan bu hammadde] parçası, dolayısıyla, keten bezi üretimi için gerekli olan değişmeyen sermayenin büyük bir kısmım oluşturma durumunda değildir.
      İkincisi. Keten bezi için, yani yıllık tüketilebilir ürün için gerekli değişmeyen sermayenin büyük bir parçası, bir aşamada değişmeyen sermaye olarak görünür, bir başka aşamada yeni katma-emek olarak görünür; ve bunun sonucu olarak gerçekte biri için kâr ve ücretlerden, gelirden oluşurken, bir başkası için aynı toplam değer, sermaye olarak belirir. Bu yüzdendir ki [dokumacının] değişmeyen sermayesinin bir parçası, iplikçinin, vb. emeğine indirgenebilir.
      ||296| Üçüncüsü. Tüketilebilir ürün üretmek için gerekli olan bütün ara işlemlerde, hammadde ve belirli bazı yardımcı malzeme dışında, ürünlerin büyük bir bölümü, hiçbir zaman kullanım-değeri haline gelmez, yalnızca, tüketilebilir ürüne, değerinin bir parçası olarak katılır — makineler, kömür, akaryakıt, donyağı, kolan kayışları vb.. Gerçekte her zaman, bir sonraki aşama için toplumsal işbölümü sonucu ayrı bir iş kolu biçimi aldıkları ölçüde — yalnızca değişmeyen sermaye üreten bu işlemlerin her birinde, her aşamanın ürünü, (kâr ve ücretten oluşan ve yukarıda değindiğimiz [sayfa 133] koşulla[49] geliri oluşturan) yeni katma-emeği temsil eden bir parçayla, [o aşamada .] tüketilen değişmeyen sermayenin değerini temsil eden bir başka parçaya ayrılır. Öyleyse, açıktır ki, bu üretim alanlarının her birinde, sahipleri, ürünün yalnızca ücretlerle kârı temsil eden parçasını –içerdekileri değişmeyen sermayenin değerine eşit miktarda ürünü çıkardıktan sonra geri kalanı– tüketebilirler. Ama bu üreticilerden hiçbiri, bir önceki aşama ürününün hiçbir parçasını, ya da bir sonraki aşama için değişmeyen sermaye üretmekten başka bir şey üretmeyen bütün aşamaların ürünlerini tüketmezler.
      Bu durumda, tamamlanmış ürün –tüm tüketilebilir ürünleri temsil eden keten bezi– gerçi yeni katma-emeği ve değişmeyen sermayeyi içerir ve bu tüketilebilir ürünün son üreticileri, yalnızca en sonuncu katma-emeği, yani toplam ücretleri ve kârları, kendi gelirlerini tüketebilirler ama — gene de değişmeyen sermayenin tüm üreticileri, kendi yeni katma-emeklerini yalnızca tüketebilir üründe gerçekleştirirler ya da tüketirler. Böylece, gerçi bu [ürün -ç.] katma-emeği ve değişmeyen sermayeyi içermektedir ama, satın alınacağı fiyat –ürünün, son katma-emeğin miktarına eşit olan ürün parçasına ek olarak– onun değişmeyen sermayesinin üretimi sırasındaki tüm katma-emeğin toplam miktarını da içerir. Onlar [üreticiler -ç.] tüm katma-emeği, kendi ürünleri yerine, tüketilebilir [son .] üründe gerçekleştirirler — öyle ki, bu açıdan, tüketilebilir ürün, sanki tümüyle ücret ve kârdan, yeni katma-emekten oluşmuş gibidir.
      Tüketilebilir ürünü, yani keten bezini (tüketilebilir ürünlerin birbiriyle değişilmesi ve metaların önceki [aşamada .] paraya çevrilmiş olması hiç farketmez) kendi üretim alanlarındaki aşamada finished [tamamlanmış] ürün haline getiren üreticiler, kendi gelirlerine eşit olan —onların son katma-emeğine, ücretlerin ve kârların toplamına eşit olan— ürün parçasını tüketilebilir üründen, yani keten bezinden düşerler. Tüketilebilir maddenin öteki parçasıyla, kendilerine değişmeyen sermayelerini sağlamış olan üreticilere borçlu oldukları değer parçasını öderler. Kendi tüketilebilir ürünlerinin bu parçası böylece tümüyle, o değişmeyen sermaye üreticilerinin gelirlerinin ve değişmeyen sermayelerinin değerini en yakın üretim aşamasında karşılamış olur. Ancak değişmeyen sermaye üreticileri, tüketilebilir ürünün, yalnızca kendi gelirlerine eşit olan parçasını tutarlar. Öteki parçayla ise, kendi değişmeyen sermayelerinin üreticilerini öderler; bu parça, gelire ve değişmeyen sermayeye eşittir. Ne var ki, keten bezinin, yani tüketilebilir ürünün son parçasıyla yenilenmesi gereken, değişmeyen sermaye değil [sayfa 134] de gelir ise, yani yeni katma-emek ise hesap ancak o zaman kapatılmış olur. Çünkü yaptığımız varsayıma göre, keten bezi yalnızca tüketime gitmektedir) başka bir üretim aşamasının değişmeyen sermayesini oluşturmamaktadır.
      Bunun ne zaman böyle olduğu, tarım ürününün bir parçası için daha önce gösterilmişti.
      Genelde, yalnızca tamamlanmış ürüne hammadde olarak giren ürünlerin, [o aşamada -ç.] ürün olarak tüketildiğinden sözedilebilir. Öteki ürünler, tüketilebilir ürüne, yalnızca değerin tamamlayıcı parçaları olarak girerler. Tüketilebilir ürün gelir ile, yani ücret ve kâr ile satın alınabilir. Bu nedenle onun toplam değeri, ücret ve kâra, yani [üretimin .] her aşamasındaki katma-emeğe indirgenebilmelidir. Bu durumda ortaya şöyle bir soru çıkar: Toplam ürünün, bizzat üreticileri tarafından üretime geri döndürülen ||297| parçasına –tohum, çift hayvanları, gübre, vb.– ek olarak, değişmeyen sermayenin, tüketilebilir ürüne, değerin tamamlayıcı bir parçası olarak girmeyen, ama üretim sürecinde kendi türünden yenilenen bir başka parçası daha var mıdır?
      Kuşkusuz, bütün biçimleriyle sabit sermaye, burada ancak değerinin üretime girmesi ve tüketilmesi ölçüsünde, dikkate alınabilir.
      Tarımın dışında (hayvan yetiştiriciliği, balık çiftliği (yapay ye-niden-üretimin olduğu durumlar) orman işletmeciliği (yeniden-üretimin olduğu durumlar), vb. dahil) –ve aynı biçimde tüm giysi hammaddeleri, gündelik geçim nesneleri ve yelken, ip, kayış, vb., sanayide sabit sermayeye giren ürünlerin büyük bir bölümü dışında– madenlerde, maden kömürü işletmelerinde değişmeyen sermaye kısmen, in natura [ürün olarak] kendi ürününden karşılanmakta; böylece dolaşıma giren parçanın, bu değişmeyen sermaye bölümünü yenilemesine gerek kalmamaktadır. Örneğin kömür üretiminde, bir miktar kömür, suyu dışarı atan ya da kömürü yukarı çıkaran buhar makinesini çalıştırmakta kullanılır.
      Dolayısıyla yıllık ürünün değeri, kısmen, kömürde varolan ve kömür üretimi sırasında tüketilen geçmiş emek parçasına ve kısmen katma-emek miktarına (makinelerin aşınma payını vb. hesap dışı tutarsak) eşittir. Ancak toplam üründen, kömür olarak bir miktar değişmeyen sermaye parçası doğrudan doğruya ayrılır ve üretime geri döndürülür. Hiç kimsenin bu parçayı karşılaması gerekmez; çünkü bunu, o kendisi yapmaktadır. Eğer emeğin üretkenliği ne artar, ne eksilirse, o zaman, ürünün bu parçasının temsil ettiği değer de aynı kalır ve –kısmen geçmiş emek, kısmen yıl boyu eklenmiş katma-emek olarak– üründe varolan miktarının belli bir [sayfa 135] oranına eşitlenir. Öteki maden sanayilerinde de değişmeyen sermaye kısmen kendi türünde karşılanır.
      Ürün artıkları –örneğin pamuk ürünü vb. artıkları– tarlalara gübre olarak verilir ya da örneğin kağıt [üretiminde kullanılan] keten kırpıntıları gibi, başka sanayi dalları için hammadde olur. Bu gibi durumlarda, önceki durumda olduğu gibi, bir sanayinin değişmeyen sermayesinin bir parçası başka bir sanayinin değişmeyen sermayesiyle doğrudan değerlendirilmiş olur. Örneğin pamuk, gübre olarak kullanılan pamuk artığıyla.
      Ancak, genel olarak, bir yanda makine yapımı ile ilksel üretim [Urproduktion] (hammaddeler: demir, kereste, kömür) ve öte yanda öteki üretim aşamaları arasında temel bir farklılık vardır: öteki üretim aşamaları arasında karşılıklı etkileşim yoktur. Keten bezi, ne iplikçinin değişmeyen sermayesinin bir parçası olabilir, ne de iplik (o haliyle) keten üreticisinin ya da makine yapımcısının değişmeyen sermayesinin parçası olabilir. Ancak, makinelerin hammaddesi –deri, kayış, ip, vb. tarımsal ürünlerin dışında– kereste, demir ve kömürdür, öte yandan makineler de buna karşılık, kereste, demir, kömür vb. üreticilerinin değişmeyen sermayesine üretim aracı olarak girerler. Dolayısıyla, işin aslında her iki taraf birbirini, kendi değişmeyen sermayesinin bir parçasıyla, kendi türünde yeniler. Burada değişmeyen sermayeyle değişmeyen sermayenin değişimi sözkonusudur.
      Burada sorun, basit bir hesap işlemi değildir. Demir üreticisi, demir üretimi sırasında kullandığı makine-tezgahmın aşınma payına karşılık makine üreticisini borçlandırır, makine üreticisi de makine yapımında aşman kendi makine-tezgahı için [demir üreticisini], borçlandırır. Demir ve kömür üreticileri, diyelim ki bir ve aynı kişi olsun. Birinci olarak, daha önce gördüğümüz gibi, kendi kömürünü kendisi yeniler, ikinci olarak, toplam demir ve kömür ürününün değeri, katma-emekle, aşınan makinelerde önceden varolan geçmiş emeğin değerine eşittir. Bu toplam üründen, makinelerin değerini karşılayan demir miktarı çıkarıldıktan sonra, geri kalan demir, katma-emeği temsil eder. Sonuncu parça, makine ve araç-gereç yapımcılarının vb. hammaddesini oluşturur. Makine yapımcısı, demir üreticisine bu parça karşılığında keten bezi öder. İlk parça karşılığında ise, ona [demir üreticisine -ç.] eskilerin yerini almak üzere makine verir.
      Öte yandan, makine yapımcısının, makine yapan makinelerinin, araç-gereçlerinin vb. aşınma payını temsil eden değişmeyen sermaye parçası, gerçekte, makine yapımcısının birkaç makineyi, makine yapan makineler olarak kendisine ayırmasıyla karşılanır; [sayfa 136] ve bu nedenle de hammaddelerin hiçbirini [burada Ikömür ve demir üretiminde] kullanılan makineleri ve kullanılan kömürün yerine konan kömür parçasını bit yana bırakıyoruz) ||298| ve katma-eıneği, yani ücretlerle kârı içermez. Ürününün bu parçası hammaddenin fazladan tüketimiyle elde edilir; bu parça, yeni katma-emeği temsil etmez, çünkü, emeğin toplam ürününde şu miktar makine katma-emeğin değerine, şu kadar makine hammaddenin değerine ve şu kadar makine de makine yapan makinelerin [önceden varolan emek-ç.] içerdiği değer parçasına eşittir. Doğru, bu sonuncu parça, katma-emeği içermez. Ama değer olarak bu parça sıfıra eşittir; çünkü katma-emeği temsil eden makineler grubunda hammaddenin ve kullanılan makine-tezgahm içerdiği emek hesaba katılmamıştır; hammaddeleri yenileyen ikinci grupta da yeni emeği ve makine-tezgahını yenileyen parça hesaba katılmamıştır; sonuç olarak, –değer olarak kabul edilen– üçüncü parçada, ne katma-emek vardır, ne hammadde bulunmaktadır; ancak bu grup makineler yalnızca, makine-tezgahın aşınma payını temsil eder.
      Makine yapımcısının kendi makine-tezgahı satılmaz. Toplam üründen düşülür ve in natura [ürün olarak] yenilenir. Sonuçta, onun sattığı makineler, (eğer hammadde üreticisinin makine-tezgahınm aşınma payı kendisine borç olarak zaten yüklenmişse yalnızca emekten ibaret olan) hammaddeleri ve katma-emeği temsil eder; bu nedenle de hem onun için hem hammadde üreticisi için keten bezine dönüştürülebilir. Makine yapımcısıyla hammadde üreticisi arasındaki ilişkileri özellikle ilgilendiren şey ise, ikincinin, kullanılıp tüketilen makinesi karşılığında, onun değerine eşit miktarda demiri üretimden düşmesidir. O, bunu makine yapımcısıyla değişir ve böylece her biri ötekine kendi türünde ödeme yapmış olur; bu sürecin, onların arasında gelirin bölüşülmesiyle bir ilgisi yoktur.
      Sermayenin dolaşımıyla bağlantılı olarak geri döneceğimiz bu konuda, şimdilik bu kadar yeter.[50]
      Gerçekte, değişmeyen sermaye, sürekli olarak yeniden-üretüdiği ve kısmen kendini yeniden-ürettiği için durmaksızın yenilenir. Ancak değişmeyen sermayenin, tüketilebilir ürüne giren parçasının karşılığı tüketilebilir türden olmayan ürünlere giren canlı-emekle ödenir. Bu tür emek, karşılığını, kendi ürünüyle ödenerek alamadığı için, tüketilebilir tüm ürünü gelire dönüştürür. Değişmeyen sermayenin, yıllık ürünün parçası sayılan bir parçası, aslında yalnızca görünürde öyledir. Bir başka parçası, her ne kadar toplam ürüne giriyorsa da, değerin tamamlayıcı parçası ya da bir kullanım-değeri olarak tüketilebilir üründe yeralmaz, ama [sayfa 137] kendi türünde yenilenir; her zaman üretimin gövdesi içinde kalır.
      Burada, toplam tüketilebilir ürünün, nasıl, değer tamamlayıcı parçalara ve onun içinde yeralan üretim araç ve gereçlerine ayrıştığını ve bölündüğünü inceledik.
      Ama her zaman, tüketilebilir ürün (ki, ücretlerden oluştuğu ölçüde, sermayenin değişen parçasına eşittir), tüketilebilir ürünün üretimi ve bu ürünün üretimi için gereken değişmeyen sermayenin –üretime girsin ya da girmesin– bütün parçalarının üretimi birbiriyle yanyana ve eşzamanlıdır. Aynı biçimde, her sermaye her zaman ve aynı anda, değişmeyen sermayeye ve değişen sermayeye ayrılır; ve her ne kadar değişmeyen sermaye, değişen sermaye gibi, yeni ürünlerle sürekli yenilenirse de aynı tür üretim sürdükçe, varlığını her zaman aynı biçimde sürdürür.
      ||299| Makine yapımcısıyla –demir, kereste vb.– temel madde üreticileri arasındaki ilişki şöyledir: gerçekte (birinin bir kısım değişmeyen sermayesini ötekinin geliri haline dönüştürmekle hiçbir ilişkisi olmayan bir biçimde[51]) kendi bir kısım değişmeyen sermayelerini birbiriyle değişirler; çünkü —–her ne kadar birininki, diğerinin bir önceki evresi ise de– her iki tarafın da ürünleri, diğerinin değişmeyen sermayesine üretim aracı olarak katılır. Demir, kereste, vb. üreticisi, gereksindiği makine-tezgaha karşılık, makine yapımcısına, yenilenen makinenin değerinde demir, kereste, vb. verir. Tohum köylü için ne ise, makine yapımcısının değişmeyen sermayesinin bu parçası da demir, kereste, vb. üreticisi açısından odur; onun [demir, kereste, vb. üreticisinin -ç.] yıllık ürününün, in natura [ürün olarak] yenilediği ve dolayısıyla gelire dönüştürmediği bir parçasıdır. Öte yandan makine yapımcısının, hammadde biçiminde elde ettiği şey, yalnızca demir üreticisinin makinesinin içerdiği bir hammadde olmakla kalmaz; ama aynı zamanda, bu makinenin, katma-emekten ve kendi makinesinin aşınma payından oluşan değerinin bir parçası haline gelir. Bu, yalnızca kendi makinesi-nin aşınma payını karşılamakla kalmaz, ama öteki maki-nelerdeki bir bölüm aşınma payının da karşılığı kabul edilir.
      Doğrudur, demir üreticisine satılan bu [makine], hammaddeye ve katma-emeğe eşit olan değer öğelerini de içerir. Ama öte yandan, öteki makinelerde dikkate alınacak aşınma payı o ölçüde az olur. Değişmeyen sermayelerinin bir parçası –yani yalnızca aşınmayı temsil eden değişmeyen sermaye parçasının değerini yenileyen yıllık emek ürününün parçası– bu çerçevede makine yapımcısının sanayicilere sattığı makinelere girmez. Ama öteki makinelerin aşınma payına gelince, bu, makine yapımcısı için, yukarıda andığımız, 2 saatlik emeğe eşit üçte-iki yarda keten bezi ile yenilenir. [sayfa 138] Bununla, makine yapımcısı aynı değerde dökme demir, kereste, vb. salın alır ve aşınmayı, kendi değişmeyen sermayesinin bir başka biçimiyle –demir biçimiyle– karşılamış olur. Böylece onun hammaddesinin bir parçası, hammaddenin değerine ek olarak, aşınmanın karşılığı olur. Ne var ki bu hammadde, demir vb. üreticisi açısından, tıpkı daha önce belirtildiği üzere çeşitli hammaddeleri (demir, kereste, kömür, vb.) üretenlerin makineleri için olduğu gibi, yalnızca katma-emek zamanından oluşmuştur.
      Böylece keten bezinin tüm öğeleri değişmeyen sermaye olarak [keten bezinde -ç.] yeralan ve yeniden-üretim yoluyla varlığı sürdürülen toplam emeğe eşit değil, ama yeni katma-emeğe eşit olan bir miktar emekte ifadesini bulmuş oluyor.
      Her yıl bireysel tüketime giren ve böylece gelir olarak tüketilen toplam metalardaki kısmen canlı-emekten, kısmen geçmiş emekten oluşan toplam emek miktarı, yıllık katma-emekten fazla olamaz demek, bir totolojiden başka bir şey değildir. Çünkü gelir, ücret ve kârın toplamına eşittir; ücret ve ve kâr toplamı yeni katma-emek toplamına eşittir; ve dolayısıyla aynı miktar emeği içeren metalar toplamına eşittir.
      Demir üreticisi ve makine yapımcısı örneği, örneklerden yalnızca biridir. Her birine ait ürünlerin, öteki üretim alanına üretim aracı olarak girdiği farklı üretim alanları arasında, (her ne kadar bir dizi para alışverişiyle gizli kalıyorsa da) birinin değişmeyen sermayesiyle ötekinin değişmeyen sermayesi arasında kendi türünde bir değişim gerçekleşir. Durum bu olduğu ölçüde tüketime giren tamamlanmış ürünün tüketicileri bu değişmeyen sermayeyi yenilemek durumunda kalmazlar; çünkü o [anılan bu değişimle -ç.] zaten yenilenmiştir. |299||
      ||304| (Örnek: Lokomotif yapımında her gün vagonlar dolusu demir artıkları çıkar. Bunlar toplanır ve lokomotif yapımcısına temel hammaddesini sağlayan demir üreticisine satılır (ya da hesabına geçirilir). Demir üreticisi, bu artıkları yeni katma-emekle tekrar gerekli biçime sokar. Ancak lokomotif yapımcısına geri gönderdiği [yeni -ç.] biçimiyle bu demir artıkları, hammaddeyi yenileyen ürünün değerini temsil ederler. Böylelikle, iki fabrika arasında, aynı demir artıkları değil, ama sürekli olarak belli bir miktar demir artığı [farklı biçimlerde -ç.] gelir gider. Bu parça, sanayinin iki dalından her biri için hammaddeyi oluşturur ve değer olarak düşünüldüğü zaman, yalnızca bir fabrikadan ötekine dolaşır durur. Bu nedenle de sonuç olarak tamamlanmış ürüne girmez; değişmeyen sermayenin kendi türünde yenilenmesidir.
      Gerçekte, makine yapımcısının sağladığı her makine, değer [sayfa 139] açısından, hammaddeye, katma-emeğe ve makinelerin aşınma payına bölünür. Ama, başka alanların üretimine giren toplam, değer olarak yalnızca, değişmeyen sermayenin, makine yapımcısıyla demir üreticileri arasında sürekli gidip gelen parçası çıkarıldıktan sonra geri kalan toplam makine değerine eşittir.
      Bir çiftçinin sattığı 1 quarter buğday, bir başka quarter kadar pahalıdır; ve satılan 1 quarter buğday, tarlaya tohum olarak geri atılan 1 quarterden daha ucuz değildir. Stili [yine de] ürün 6 quartere eşitse, 1 quarter de 3 pound ise –her bir quarter katma-emeği, hammadde ve makinelerin değerini içeriyor– ve çiftçi tohum olarak 1 quarter kullanıyorsa, tüketicilere yalnızca 15 pounda eşit 5 quarter satabilir. Bu nedenle tüketiciler, 1 quarter tohumluğun içerdiği değer parçasını ödememiş olurlar. Sorun da işte burada: Satılan ürünün değeri, içerdiği tüm değer öğelerine –katma-emek ve değişmeyen sermaye– nasıl eşit olabilir ve buna karşın, tüketici ürünü satın alır ama nasıl olur da değişmeyen sermayeyi ödemez?)[52] |304||
      ||300| (Bu söylenenlere ek olarak:
      Aşağıdaki alıntı, bilgelikten yoksun olan Say’nin sorunun ne olduğunu bile nasıl anlayamadığını göstermektedir:       “Bu gelirler konusunu tam anlamak için, bir ürünün tüm değerinin, değişik kişilerin gelirine bölünmesini dikkate almak gerekir; her bir ürünün toplam değeri, onu ortaya çıkarmakta katkısı bulunan toprak sahiplerinin, kapitalistlerin ve zanaatçıların kârından oluşur. Toplumun gelirinin bir Ekonomistler[53] hizbinin düşlediği gibi, toprağın net ürününe değil de, üretilen brüt değere eşit olması bundandır. ... Bir ulus içinde tek gelir, tüketilen değerleri aşan miktar olsaydı, bu, yıl içinde ürettiği değer kadar tüketen bir ulusun hiçbir [...] geliri olmayacağı gibi gerçekten saçma bir sonuca yola-çardı” ([Jean Baptiste Say, Traite economie politigue... 3. baskı] c. II [Paris 1817], s. 63-64.)       Gerçekte, içinden geçtiği yıl içinde bir geliri olurdu da ertesi yıl olmazdı.
      Emeğin yıllık ürününün (ki yıllık emek ürünü onun yalnızca bir parçasıdır) gelirden ibaret olduğu doğru değildir. Öte yandan, bu, her yıl bireysel tüketime giden ürün parçası sözkonusu olunca doğrudur. Yalnızca katma-emeği içeren bu gelir, kısmen katma-emekten ve kısmen de geçmiş-emekten oluşan ürünü karşılar; yani bu ürünlere eklenen katma-emek, yalnızca kendi karşılığını değil, ama geçmiş-emeğin karşılığını da verir; çünkü ürünün bir başka parçası –ki o da katma-emekten ve geçmiş-emekten oluşmuştur– yalnızca geçmiş-emeği, yani yalnızca değişmeyen sermayeyi yeniler. [sayfa 140]

[11. Ek Noktalar: Defterin Ölçülmesi Sorununda Smith’teki Kargaşa. Smith’teki Çelişkilerin Genel Niteliği]


      (Adanı Smith’in teorisinde, yukarıda tartıştığımız noktaları, değerin belirlenmesine ilişkin yalpalamalarındaki — ücretlerle ilgili apaçık çelişkisine ek olarak,[54] aynı zamanda değerin özünü oluşturan içkin bir ölçü olarak değer ölçüsünü, paranın bir değer ölçüsü olarak adlandırılışı anlamındaki değer ölçüsüyle karıştırdığını da eklemek gerekir. İkincisiyle ilgili olarak, –başka metalara sürekli ölçü hizmetini yapması için değeri değişmeyen bir meta bulmak gibi– çemberi kareye çevirmek gibi bir çabaya girişilmiştir. Değerin para olarak ölçüsüyle, değerin emek-zamanıyla belirlenişinin ilişkisi sorununda, çalışmanın ilk bölümüne bakınız.[55] Bu kargaşa, Ricardo’nun belli bölümlerinde de görülecektir.) |300||

*


      ||299| Adam Smith’in çelişkileri önemlidir; çünkü bu çelişkiler, o çözmese de bazı sorunları kapsamaktadır; kendisiyle çelişkiye düşerek o bu sorunları açığa vurmaktadır. Bununla ilgili olarak onun doğru içgüdülerini en iyi gösteren şey, kendisini izleyenlerin, öğretisinin şu ya da bu yönüne karşıt tutum takınmış olmalarıdır.[56] [sayfa 141]






Dipnotlar

      1 Marx Adam Smith’in Garnier tarafından Fransızcaya çevrilen yapılma gönderme yapıyor, parçayı oradan alıntılıyor. Elyazmasında Marx’ın, Smith in Wealth of Nations’ının Fransızca çevirisinden aktardığı bütün parçalar, bu baskıda, Adam Smith’in An Inguiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Oxfort University Press (OUP) (The Worlds’s Classics), Londra I928 İngilizce ıkı ciltlik baskısından alınmıştır. Marx’ın Garnier çevirisinden yaptığı alıntılara metinde “Garnier” notu konmuştur. –Ed.
      2 Elyazmasında tümce şöyle: “Metaların değişimi ve bölüşüm, birbirinden bağımsız olarak incelenmek gerekir.” -Ed.
      3 Bkz: bu kitapta s. 33-34. -Ed.
      4 Elyazmasında; “bu biçimde”. -Ed.
      5 Elyazmasında: “Man muss immer zwischen den beiden unterschelden” -Ed.
      6 Marx bu bölümleri alıntıladığı Fransızca çeviriye gönderme yapıyor. -Ed.
      7 Hep aynı, ötekilere göre doğru görüşe daha yakın. [Marx’ın kurşun kalemle yaptığı ek] -Ed.
      8 Elyazmasında “ona” -Ed.
      9 Marx tümceyi Almancaya çevirirken kısaltarak şöyle başlatıyor: “Wie vergleichen das Produkt uand” -Ed.
      10 Elyazmasında “bütün” -Ed.
      11 Elyazmasında yalnızca “ürün” -Ed.
      12 Elyazmasmda “kâr” -Ed
      13 Elyazmasında “kâr oranı da iki koşula, hängt die rate of profit ab” -Ed.
      14 Elyazmasında yalnızca “geliri”. -Ed.
      15 Elyazmasında yalnızca “geliri”. -Ed.
      16 Elyazınasında “kapitalist patron”. -Ed.
      17 Elyazmasında “zenginliğin”. -Ed.
      18 Örneğin şimdi, Amerikan iç savaşı nedeniyle, pamuk ipliği ve pamuk üreticileri için olduğu gibi. Ürünlerinin, salt satılıyor olması, onlar için ürünlerinin [üretim öğelerine -ç.] yeniden dönüşeceğinin bir güvencesi değildir; çünkü piyasada pamuk yok.
      19 1 quarter = 12.7 kg. -ç.

Açıklayıcı Notlar

      [24] Marks, Adam Smith’in rant konusundaki görüşlerinde yer bulan fizyokratça öğeleri elyazmalarının XII. not defterinde, 628-632. sayfalardaki “Adam Smith’in Rant Teorisi” başlıklı bölümde eleştirel bir bakışla çözümler. Karş: Bu cilt, bölüm II “Fizyokratlar”, s. 52-56. -63
      [25] Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı yapıtını kastediyor. -64
      [26] Gönderme, Ricardo’nun On the Principles of Political Economy, and Taxation [Ekonomi Politiğin İlkeleri ve Vergilendirme] başlıklı yapıtının, bölüm I, kesim I’inedir. -64
      [27] XIII ve XIV. not defterlerinde “Malthus” bölümünde (elyazması sayfa 753-781) Marks, Malthus’un değer ve artı-değer konusundaki görüşlerini (elyazması sayfa 753-767) ayrıntılı biçimde eleştiriyor. -66
      [28] Marks, Misère de la Philosophie. Réponse à la Philosophie de la misère de M. Proudhon , Paris ve Brüksel, 1847 adlı yapıtından alıntılıyor [Felsefenin Sefaleti, M. Proudhon’un Sefaletin Felsefesine Yanıt, Sol Yayınları, Ankara 1995, s. 55]. -67
      [29] Marks, okuduğu kitaplardan ve gazetelerden yaptığı alıntıları kaydettiği not defterlerinden birini kastediyor. Alıntıların yedinci kitabının 173. sayfasında Marks (not defterinin bu bölümündeki gazete alıntılarından anlaşıldığına göre 173. sayfa Ocak 1860’ta yazılmıştı) Adam Smith’in Wealth of Nations’ımn bölüm VI, kitap Tinden bazı parçalar almış ve bu parçalarla ilgili eleştirel yorumlar yazmıştı; bu yorumlarında, kârı “girişimcinin riski”nden çıkarma çabasının saçmalığını gösteriyordu. “Kârı mazur gösterici anlatımlar bölümü”ne gelince, Marks bunu, “genel olarak sermaye” hakkındaki incelemesinin kısım IIIü olarak yazma niyetindeydi. 1861-1863 elyazmalarının XIV. not defterinde (s. 777) Marks bu henüz yazılmamış bölümü, yine benzer bir biçimde “Sermaye ile Ücretli-Emek Arasındaki İlişkileri Mazur Gösterici Anlatımlar” diye adlandırmıştı.
      Kârı “risk primi” olarak gösteren burjuva yaklaşım da Marks’ın 1861-1863 elyazmalarının X. not defterinde, Quesnay’nin ekonomik tablosunun çözümlendiği bölümde (Bkz: bu kitapta s. 299-305) eleştiri konusu edilmişti. -72
      [30] Girişimcinin gelirini, kapitalistin “gözetim ve yönetim emeği”nin karşılığı aldığı ücret olarak mazur gösteren yaklaşımı Marks, (XVIII. not defterinde) Ramsay bölümünde ve (XV. not defterinde) “Gelir ve Kaynakları. Sıradan Ekonomi Politik” başlıklı ara-açıklama bölümünde eleştirdi. Ayrıca bkz: Kapital Birinci Cilt, bölüm XIII ve Üçüncü Cilt, bölüm XXIII. -74
      [31] Marks, sermayenin “Nuh-u nebiden kalma biçimleri”ni “Gelirler ve Kaynakları. Sıradan Ekonomi Politik” başlıklı ara-açıklama bölümünde (Not defteri XV, s. 899-901) tartışıyor. Ayrıca bkz: Kapital Üçüncü Cilt, bölüm XXXVI “Kapitalist-öncesi İlişkiler”. -75
      [32] Bkz: 27 nolu açıklayıcı not. -81
      [33] Bkz: açıklayıcı not 12. Artı-Değer Teorileri üzerindeki ilerleyen çalışmaları sırasında Marks, rikardocu kâr anlayışını da eleştirdi. 1861-1863 elyazmalarının XIV. not defterinde “Rikardocu ekolün dağılışı” bölümünde Marks Ricardo’nun havarilerinden James Mill’in, skolastik yöntemlerle, Ricardo’nun kâr teorisindeki çelişkileri çözme gayreti üzerinde özellikle durur ve ayrıca Ricardo’nun kâr oranıyla ücretlerin düzeyi arasında ters orantı olduğu yollu tezini John Stuart Mill’in, doğrudan değer teorisinden çıkarmayı amaçlayan verimsiz çabalarına değinir. -82
      [34] Burada “ortalama fiyat” (“Durchschnittspreis”) terimi Marks tarafından, “üretim fiyatı”nı, yani üretim maliyeti (c + v) artı ortalama kârı ifade etmek için kullanılıyor. Marks, metaların değeri ile metaların “ortalama fiyatı” arasındaki değişkenlik bağlantısını (korelasyonu) Artı-Değer Teorilerinin II. Kısmında Rodbertus’la ilgili bölümde ve “Ricardo ile Adam Smith’in Maliyet Fiyatı Teorisi” bölümünde inceler. “Ortalama Fiyat” teriminin kendisi, Marks’ın, “uzun bir süreyi kapsayan ortalama pazar fiyatını, ya da pazar fiyatının yöneldiği merkez”i kastettiğini gösteriyor; Marks da zaten elyazmalarının 605. sayfasında (“Ricardo’nun Rant Teorisi [Sonuç]” bölümünde) böyle izah ediyor. -88
      [35] “Maliyet fiyatı” (“Kostenpreis” ya da “Kostpreis”) terimini Marks üç farklı anlamda kullanıyor: (1) Üretimin kapitaliste maliyeti (c + v), (2) metanın değeriyle özdeş olan metanın “içkin üretim maliyeti” (c+v+s), ve (3) üretim fiyatı c+v+ ortalama kâr). Bu parçada, terim ikinci anlamda yani “içkin üretim maliyeti” anlamında kullanılıyor. Marks, Artı-Değer Teorilerinin ikinci kısmında “maliyet fiyatı” terimini üçüncü anlamında, üretim fiyatı ya da “ortalama fiyat” anlamında kullanıyor. Orada Marks bu iki terimi özdeş terimler olarak kabul ediyor. Örneğin elyazmalarının 529. sayfasında şöyle yazıyor: “... ortalama fiyatlar ya da –diyelim ki– değerden farklı oları, metaların değeri tarafından doğrudan belirlenmeyen, onların içinde yeralan sermaye, artı ortalama kâr tarafından belirlenen maliyet fiyatları.” Ve 624. sayfada da Marks şunları yazıyor:”... meta arzı için gerekli olan fiyat, hatta her şeyden önce, üretimi için gerekli olan fiyat, pazarda bir meta olarak ortaya çıkması için gerekli olan fiyat, kuşkusuz, o metanın üretim fiyatı ya da maliyet fiyatıdır.”
      Artı-Değer Teorileri kısım III’te Marks “Kostenpreis” terimini bazan üretim fiyatı anlamında (bu durumlarda “maliyet fiyatı” olarak çevrildi) kullanıyor, bazan kapitaliste üretim maliyeti yani c+v anlamında kullanıyor (böyle göründüğü yerlerde de “üretim maliyeti” diye çevrildi).
      “Kostenpreis” teriminin üç değişik biçimde kullanılması, ekonomi politikte “Kosten” (“maliyet”) sözcüğünün, Artı-Değer Teorileri’nde (1861-1863) elyazmalarının 788-790 ve 928. sayfalarında) Marks’ın özellikle vurguladığı üzere, üç kavramı anlatmak için kullanılmış olmasından ileri geliyor: (1) Kapitalistin ortaya koyduğu miktar, (2) ortaya konan sermayenin değeri artı ortalama kâr, ve (3) metanın gerçek –içkin– üretim maliyeti.
      Klasik burjuva ekonomi politik yapıtlarında görülen bu üç anlama ek olarak “üretim maliyeti” terimi dördüncü ve sıradan bir anlam daha taşıyor; bu anlamıyla John Baptist Say tarafından kullanılıyor; Say “üretim maliyeti” terimini, “emeğin, sermayenin ve toprağın üretken hizmetleri için ödenen” miktar diye tanımlıyor (J. B. Say, Traite d’économie politique [Ekonomi Politik incelemesi], 2. Baskı, c. II, Paris 1814, s. 453). Marks, bu sıradan “üretim maliyeti” kavramını şiddetle reddediyor (örneğin bkz: Artı-Değer Teorileri, kısım III, elyazması sayfa 506 ve 693-694). -89
      [36] Ricardo konusunda, Marks’ın elyazmalarının XI, XII ve XIII. not defterlerini dolduran uzun kesimde “Ricardo’nun ve Adam Smith’in Maliyet Fiyatı Teorisi (Yadsıma)” başlıklı bölümde Marks, Smith’vari “doğal fiyat” yaklaşımının çözümlemesine geri geliyor. (XI. not defteri, s. 549-560). -89
      [37] XII. not defteri, s. 620’de “Adam Smith’in Rant Teorisi” bölümünde Smith’in, rant üretim fiyatının oluşumuna, kârdan ve ücretlerden farklı bir biçimde girer şeklindeki savına eleştirel bir çözümleme getiriyor. Marks, Smith’in Wealth of Nations’ından alıntıyı, Ganilh’in Des systemes d’économie politique’te [Ekonomi Politik Sistemleri Üzerine] (Paris 1821, c. II, s. 3) verdiği şekliyle kullanıyor. -90
      [38] Bkz: 12 nolu açıklayıcı not. -97
      [39] Marks burada ortaya konan sorunu, Kapital, Üçüncü Cilt, bölüm XLIX’da şöyle formüle ediyor: “Şu halde, emekçinin ücretiyle, kapitalistin kârıyla, toprak sahibinin rantıyla, her biri bu öğelerin yalnız bir tanesini değil, üçünü de içeren metaları satın alabilmeleri nasıl olanaklı olacaktır? Ücretlerin, kâr ve rantın değerlerinin toplamının, gelirin üç kaynağının, birarada, bu gelirlerin sahiplerinin toplam tüketimlerini oluşturan metaları –değeri oluşturan bu üç öğe dışında bir değer öğesini, yani değişmeyen sermayeyi içeren metaları– satın alabilmeleri nasıl olanaklı olacaktır? Üçlü bir değerle bunlar, dörtlü bir değeri nasıl satın alabileceklerdir? (Kapital, Üçüncü Cilt, Ankara 1997, s. 740).
      Bunun hemen arkasından Marks şöyle yazar: “Biz kendi tahlilimizi İkinci Kitabın Üçüncü Kısmında yapmış bulunuyoruz. Gönderme “Toplam Toplumsal Sermayenin Yeniden-Üretimi ve Dolaşımı”nadır (Kapital, İkinci Cilt, Ankara 1997, s. 314-464). -99
      [40] (Forcade, Proudhon) sözcüklerini Marks kurşunkalemle eklemiş. Kapital, Üçüncü Cilt, bölüm XLIX’daki 53 nolu dipnotunda Marks, Proudhon’un “cahilce formülü”nü eleştirir: “l’ouvrier ne peut pas racheter son propre produit [emekçi kendi ürününü gerisin geriye satın alamaz], çünkü ürün, prix-de-reuient’e [maliyet fiyatına] eklenen faizi içermektedir.” Marks ayrıca sıradan ekonomist Forcade’ın, sorunu “sermayenin büyümesi gibi anlamsız bir ifadeyle” çözme çabasının sığlığını da gösterir. Marks bu çabayı “burjuva mankafalı iyimserliği”nin tipik örneği olarak alaya alır. (Kapital, Üçüncü Cilt, Ankara 1997, s. 740)-104
      [41] Marks, harflerin üzerindeki sayıları olduğu gibi bırakırken, (A dışında) üretim alanlarını ifade eden harfleri değiştirdi. B ve C yerine şimdi B1-B2 (ya da B1-2); D, E, F, G, H, I yerine C1-C6 (ya da C1-6); K1-K18 yerine D1-Dl8 (ya da D1-18); L1-L54 yerine E1-E54 (ya da E1-54); M1-M162 yerine F1-F162 (ya da F1-162); N1-N486 yerine G1-G486 (ya da G1-486). -110
      [42] Burada Marks “B” ve “C”yi sayfa 110’a kadar kullandığı gibi kullanıyor (Bkz: 41 nolu açıklayıcı not). Burada aklında iki üretim alanı var; her birinde yeni katma-emek bir günlük emeğe ulaşıyor. A, B ve C’deki toplam yeni katma-emek, A alanındaki üründe maddeleşen emeğe eşit olan üç günlük emeğe ulaşıyor. -114
      [43] Marks burada, artık, iki üretim alanını imlemek için “B” ve “C” harf lerini kullanmıyor; çünkü iki alanın ürünü yalnızca 6 günlük emeğe ulaşıyor, oysa Marks 18 günlük emekten sözediyor. Öte yandan, Marks harfleri B1-B2 ve C1-C6 bağlamında da kullanmıyor (çünkü B1-B2 Marks tarafından kullanıldığı biçimiyle iki üretim alanlı bir üretim grubunu, C1-C6 ise altı üretim alanından oluşan bir grubu ifade ediyor; toplamı 8 olan bu üretim alanlarının toplam ürünü 24 günlük emek ediyor). Anlaşıldığına göre, burada Marks’ın kafasında, altı üretim alanından oluşan bir grup var –bu grup bu ciltte sayfa 113’teki çizelgede “C”ye denk düşüyor– bu grubun toplam ürünü 18 günlük emeğe ulaşıyor ve bu çerçevede, D1-D18’de 18 günlük emeğe eşit olan yeni katma-emekle değiştirilebiliyor. -114
      [44] Köşeli ayraç içindeki ifadeler, Marks’ın düşünce çizgisini izliyor. Onun hesabında her bir izleyen gruptaki üretim alanlarının sayısı, kendinden önceki grupların toplam üretim alanı sayısını katlıyor. Bu yüzden, 18 üretim alanını kapsayan D1-18 grubunda, kendisinden önceki tüm grupların toplam üretim alanlarından bir kat fazla üretim alam bulunuyor (A = bir alan, B1-2 = iki alan, C1-6 = altı alan, hepsi toplam dokuz alan). Bu yüzdendir ki D1-18’den sonra Marks ayraç içinde 2x9 yazıyor. -114
      [45] Marks burada Smith’i Garnier çevirisinden alıntılıyor. Marks’ın ayraç içinde işaret ettiği “İşadamları” terimiyle ilgili açıklama Gamier’den geliyor. -116
      [46] Smith ile Tooke’un bu hatalı tezi üzerinde daha ilerde 132-133. ve 236-237. sayfalarda Marks, eleştirel yorumlar yapıyor.
      Kapital, İkinci Cilt, bölüm XX’de Marks, Smith’ ve Tooke’un “yıllık gelirin dolaşımı için gereken para, tüm yıllık ürünün dolaşımı için de yeterlidir” biçimindeki görüşünün, Smith’in, toplam toplumsal ürünü gelire indirgeyen dogmatik anlayışıyla da yakından ilintili olduğunu gösteriyor. (Kapital, İkinci Cilt, Ankara 1997, s. 423). Ayrıca Kapital, Üçüncü Cilt, Ankara 1997, bölüm XLDC, s. 739-740). -116
      [47] Daha önceki hesaplamaya göre 51/3 yarda keten bezi, iplikçiyle dokuma tezgahı imalatçısının toplam değişmeyen sermayesini temsil eder. Bu nedenle, keten yetiştiricisinin payını belirlemek için başlangıç noktası alınması gereken miktar 51/3 yarda değil, daha az miktarda keten bezi olmak gerekir. Daha aşağıda Marks bu hatayı düzeltir ve iplikçinin değişmeyen sermayesinin, yalnızca 4 yarda keten bezini temsil ettiğini varsayar. -119
      [48] Burada Marks, Tooke’un benimsediği Smith’vari görüşü, yani “farklı ticaret erbabı arasında dolaşıma giren malların değerinin, tüccarla tüketiciler arasında dolaşıma girenlerin değerini aşamayacağı” görüşünü eleştirir. (Bkz: bu kitapta s. 116.) -133
      [49] Marks, burada, “yeni sermayeye dönüştürülen kâr parçasını” tamamen hesabın dışında tuttuğu şeklindeki açıklamasını (bkz: bu kitapta s. 132.) kastediyor. -134
      [50] Bkz: Kapital, İkinci Cilt, Ankara 1997, bölüm XX, s. 407. -137
      [51] Marks, “biri için sermaye olan şey, bir başkası için gelirdir ve tersi de böyledir” yollu burjuva yaklaşımı eleştiriyor. Kapital, İkinci Cilt. -138
      [52[ Açılı ayraç içindeki bu parça elyazmalarının 304. sayfasında yeralıyor ve dördüncü bölüme ait. Bu parçanın başına Marks’ın koyduğu “Sayfa 300’e” şeklindeki not nedeniyle, üçüncü bölüme aktarıldı. Elyazmalarının 300. sayfasında Say’yle ilgili olan ve “Yukarda söylenenlere ek olarak” diye başlayan bir parça var. Bu iki parçanın karşılaştınlması şunları gösteriyor: 304. sayfadaki parça “satılan ürün değeri nasıl olur da...” diye başlayan bir soruyla bitiyor; Say hakkındaki parçanın son bölümü ise “yalnızca katma-emeği içeren gelir...” diye başlayan tümce de sorunun yanıtını veriyor. 304. sayfadaki parça, bu nedenle üçüncü bölümün 10. kesiminde yeralan Say hakkındaki parçanın önüne eklendi. -140
      [53] Bkz: 17 nolu açıklayıcı not. -140.
      [54] Marks burada ücretlerle ilgili olarak Smith’in “doğal oran” yaklaşı mındaki kısır döngüyü kastediyor; aynı konuya daha önce de değinmişti (Bkz: bu kitapta s. 88.). -141
      [55] Bkz: Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, Ankara 1993, kitap I, kısım I, bölüm II, s. 80 vd. -141
      [56] Bu baskıda, Smith’in yapı tındaki çelişkilerin genel niteliğini belirten bu parça, üçüncü bölümü noktalayan bir parça olarak buraya kondu. Marks’ın elyazmalarında, bu parçanın konumu, burada yer verilmesini haklı gösteriyor; çünkü hemen bu parçanın ardından izleyen bölümün ilk satırları geliyor. -141


Sayfa başına gidiş