Viladimir İliç Lenin
Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları


[Türkçesi: Lenin: Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yayınları, Ekim 1993, İkinci Baskı]

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta:
Kurtuluş-Cephesi Dergisi








KADETLER VE "ULUSLARIN KENDİ
KADERLERİNİ TAYİN HAKKI"


      RUSYA'DAKİ baş liberal gazete Reç, Lvov'da yapılan Tüm-Ukrayna Öğrenci kurultayı hakkında geçen yaz, Mihail Mogilyanski'nin yazdığı bir yazıyı yayınlamıştı. O sıralarda, Raboçaya Pravda, bay Mogilyanski'nin (bir demokrat ya da kendine demokrat süsü veren bir kişi için) en çok kınanması gereken bir tutumla, bay Dontsov'un ve başkalarının savunduğu Ukrayna ayrılıkçılığına sövgüler yağdırdığını belirtti. O zaman derhal sorunun, kendisine Ukraynalı birçok marksistin karşı olduğu bay Dontsov'la görüş birliğinde olma ya da olmama sorunu olmadığını ifade ettik; "ayrılıkçılığa", "çılgınlık" ve serüvencilik türünden sövgüler yağdırılmasına izin verilemeyeceğini söyledik. Bunun şovenist bir yaklaşım olduğunu, herhangi bir ayrılık planım eleştirirken [sayfa 100] Büyük-Rusyalı bir demokratın ayrılma özgürlüğü, ayrılma hakkı için propaganda yapması gerektiğini belirttik.
      Okurların göreceği gibi bu bir ilke sorunudur, bir program sorunudur ve genel olarak demokratlara düşen ödevlerle ilgilidir.
      Şimdi altı ay sonra bay Mihail Mogilyanski bu konuyu Reç'te (n° 331) yeniden ortaya atıyor, ancak bizi yanıtlamıyor; Lvov gazetesi Shlyakhide[45] Reç'te sert bir dille saldıran ve bu arada "Reç'in şovenist hamlesinin yalnızca Rus sosyal-demokrat basınında hakettiği biçimde damgalandığını" gösteren bay Dontsov'u yanıtlıyor.
      Bay Dontsov'u yanıtlarken, bay Mogilyanski, tam üç kez, "bay Dontsov'un reçetesini eleştirmenin, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını reddetme anlamına gelmediğini" söylüyor.
      Liberal Reç'e yazı yazan bir kişinin bu ifadesi çok büyük bir önem taşımaktadır. Okurlarımızı, bu noktaya özellikle dikkat etmeye çağırıyoruz. Liberal beyefendiler, muhalefet kimliğiyle alelade siyasal skandal ticareti yerine, demokrasiye ilişkin temel ve maddi gerçekleri ortaya koymaya ve tahlil etmeye ne kadar seyrek yanaşırlarsa, böyle yaptıkları her zaman biz, ciddi bir değerlendirmeyi daha inatla istemeliyiz.
      Bizim Anayasacı "Demokratik" Partimiz, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanıyor mu, tanımıyor mu? Bay Mogilyanski'nin elinde olmaksızın ortaya attığı ilginç soru budur.
      Bay Mogilyanski, üç kez üstüste görüşünü saklı tuttuğunu söylüyor, ama bu soruya açık bir yanıt vermiyor. Bu soruya Anayasacı Demokratik Partinin ne programının ne gündelik siyasal vaazlarının (propaganda ve uyandırma çalışmaları) dümdüz, kesin ve açık bir yanıt vermediğini o da çok iyi biliyor.
      "Söylemek gerek ki" diye yazıyor bay Mogilyanski, "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, hiçbir zaman eleştiril-memesi gereken bir tapkı (fetish) değildir: Bir ulusun sağlıksız yaşam koşulları, ulusal kaderi tayin konusunda sağlıksız eğilimler yaratabilir; bu eğilimleri ortaya koymak, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını reddetme anlamına gelmez."
      Bu liberal kaçamağa güzel bir örnek. Aynı kaçamağı, tasfiyecilerin gazetesinin sütunlarında Semkovski'ler başka [sayfa 101] bir biçimde yineliyorlar. Ah, hayır bay Mogilyanski, hiçbir demokratik hak bir "tapkı" değildir ve örneğin, bu hakların hiçbirinin sınıf içeriği unutulmamalıdır. Bütün genel demokratik istekler, burjuva-demokratik isteklerdir; ancak bundan, istekleri olabildiği ölçüde tutarlı bir davranışla desteklemenin proletaryaya düşmediği sonucunu yalnızca anarşistlerle oportünistler çıkarabilir.
      Kendi kaderini tayin hakkı başka şeydir, kaderini tayin hakkının yani belli bir ulusun, belli koşullar altında ayrılmasının uygun düşüp düşmediği başka şey. Bu işin abecesi. Acaba bay Mogilyanski, Rus liberaller, Anayasacı-Demokratik Parti, yığınlara —özellikle Büyük-Rusya halk yığınlarına— bu hakkın ivediliği ve büyük önemi hakında konuşmanın bir demokratın ödevi olduğunu kabul ediyorlar mı?
      Hayır, hayır, bir kez daha hayır. Bay Mogilyanski'nin kaçındığı ve gizlediği şey bu. Kadetlerin —yalnızca Struve'nin, Izgoyev'in ve önde gelen öteki kadetlerin değil, ama Kadet Partisinin Milyukov gibi diplomatlarının ve o partinin darkafalılarının— ulusalcılığının ve şovenizminin köklerinden biri de bu... Ancak onların adı önemli değil!
      Rusya'nın sınıf bilincine sahip işçileri, bu ülkede bizim ulusal gericilerimizin yanısıra, ulusal liberallerimiz de olduğunu ve ulusal demokrasinin kavruk sürgünlerinin çıkmakta olduğunu unutmayacaklardır (bay Peşehonov'un, 1906'da, Russkoye Bogatstvo n° 8'de Büyük-Rusya mujiklerinin ulusalcı önyargıları hakkında "ihtiyat"lı davranılması isteğini anımsayın).
      Ulusalcılık çıbanının bütün biçimleriyle savaşta kendi kaderini tayin hakkının savunulması çok önem taşıyor. [sayfa 102]
     
       
Proletarskaya Pravda, n°4, Collected Works,
11 Aralık 1913
İmza: İ
vol. 19, s. 525-527.

     
       
       

RUS OKULLARINDAKİ ÖĞRENCİLERİN
BAĞLI OLDUKLARI ULUSLAR


      ÖZÜ, okulları ulusal-topluluklara göre ayırmak olan "kültürde ulusal özerklik" planı konusunda daha kesin bir görüşe varmak için, Rus okullarındaki çocukların bağlı oldukları ulusları gösteren somut bilgilere başvurmakta yarar var. St. Petersburg eğitim bölgesi için okullarda 18 Ocak 1911'de yapılan sayıma ilişkin istatistik çizelgeleriyle bu konuda bilgi elde edilmiştir.
      Aşağıdaki rakamlar, Kamu Eğitim bakanlığına bağlı ilk okullara giden öğrencilerin ana dillerine göre dağılımını göstermektedir. Rakamlar, St. Petersburg bölgesinin tümünü kapsamaktadır. Biz, ayraç içinde, St. Petersburg kenti rakamlarını da veriyoruz. Resmî görevliler "Rus dili" terimiyle Büyük-Rusya, Byelorusya ve Ukrayna'yı resmî deyişle [sayfa 103] "Küçük-Rusya" her seferinde birlikte saymışlardır. Toplam öğrenci sayısı — 265.660 (48.076).
      Rus—232.618 (44.223); Polonyalı—1.737 (780); Çek—3 (2); Litvanyalı—84 (35); Letonyalı— 1.371 (113); Zhmud—1 (0); Fransız—14 (13); İtalyan— 4 (4); Romen—2 (2) Alman— 2.048 (845); İsveçli—228 (217); Norveçli—31 (0); Danimarkalı—l (1); Hollandalı—1 (0); İngiliz—8 (7); Ermeni—3 (3); Çingene—4 (0); Yahudi—1.196 (396); Gürcü—2 (1); Ossetli —1 (0); Fin—10.750 (874); Kareli—3.998 (2); Chudlu—247 (0); Estonyalı— 4.723 (536); Laponyalı—9 (0); Ziryan 6.008 (0); Samoyed—5 (0); Tatar—63 (13); İranlı—1 (1); Çinli—1 (1); saptanamayan—138 (7).
      Bunlar, göreli olarak doğru rakamlar. Her ne kadar, bu rakamlar, aslında Rusya'nın Büyük-Rusya bölgesine ilişkinse de, ulusal oluşum açısından nüfusun hayli karışık olduğunu gösteriyor. Geniş St. Petersburg kenti nüfusunun aşırı ölçüde karışık olduğu ilk bakışta görünüyor. Bu bir raslantı değildir, dünyanın her yerinde, bütün ülkelerde işleyen bir kapitalist yasanın ürünüdür. Büyük kentlerin, fabrika, metalürji, demiryolu, ticaret ve sanayi merkezlerinin nüfusu kesinlikle çok karışıktır; bütün öteki merkezlerden daha hızlı büyüyen ve geri kırsal bölgelerde oturanları sürekli olarak gittikçe büyüyen ölçülerde kendine çeken, bu merkezlerdir.
      Şimdi gerçek yaşamın bu canlı bilgilerini, ulusalcı darkafalıların, "kültürde ulusal özerklik" denen cansız ütopyasına ya da (bundcuların diliyle) ulusal kültür sorunlarını, yani işin aslında eğitim işlerini "devletin yetki alanı dışına çıkarma"ya uygulayın.
      Eğitim işleri "devletin yetki alanı dışına çıkarılacak" ve herbiri "kendi ulusal kültürünü" geliştiren 23 (St. Petersburg'da) "ulusal derneğe" aktarılacaktır!
      Bu tür bir "ulusal program"ın saçmalığım ve gerici yapısını göstermek için nefes tüketmek gülünç olur.
      Gün gibi açık ki, böyle bir planı savunmak, işin aslında, burjuva ulusalcılığı ve şovenizm düşüncelerini ve kırtasiyeciliği desteklemek, o düşünceleri gütmek demektir. Genel olarak demokrasinin ve özel olarak işçi sınıfının isterleri, bunun tam tersini gerektirir. Her bölgede birörnek okullarda tüm ulusal-topluluklardan gelme çocukların birbirine karışmasını güvence altına almaya çalışmalıyız; Vladimir işçilerinin [sayfa 104] temsilcisi Samoylov'un devlet Dumasında Rus sosyal-demokrat işçileri adına çok yetenekli bir biçimde anlattığı gibi,[
46] tüm ulusal-topluluklar işçileri, elele vererek proletaryanın eğitim siyasetini gütmeliler. Okulların, hangi biçim altında olursa olsun, ulusal-topluluklara göre ayrılmasına, en sert biçimde karşı koymalıyız.
      Her ne ise, ulusları eğitim işlerinde bölmek bize düşmez. Tam tersine, ulusal-toplulukların, eşit haklar temelinde, barış içinde birarada yaşamalarını sağlayacak temel demokratik koşulları yaratmaya çalışmamız gerekir. "Ulusal kültür "ün şampiyonluğunu yapmamalıyız; dünya emekçi sınıfı hareketinin enternasyonal kültürü adına, bu "ulusal kültür" sloganının kırtasiyeci ve burjuva niteliğini ortaya koymalıyız.
      Ama St. Petersburg'da 48.076 çocuk içinde bir Gürcü çocuğun haklarını, eşit haklar temeli üzerinde güven altına almanın olası olup olmadığı bize sorulabilir. Bu soruya, Gürcü "ulusal kültürü" temeli üzerinde St. Petersburg'da özel bir Gürcü okulu kurmanın olanaksız olduğu ve böyle bir planı savunmanın, halk yığınları arasında zararlı tohumlar atmak demek olduğu yanıtını vermeliyiz.
      Eğer bu bir Gürcü çocuğu için hükümete ait yapılarda Gürcü dili, Gürcü tarihi vb., konularında verilecek konferanslar için ücret ödemeksizin bir yer sağlanmasını, bu çocuğa merkez kitaplığından Gürcü dilinde yazılmış kitaplar bulunmasını, Gürcü öğretmenin ücretini karşılamaya devletin katkıda bulunmasını, vb. vb. istersek, o zaman zararlı herhangi bir şeyi savunmuş, olanakdışı bir şey için çabalamış olmayacağız. Gerçek bir demokrasi çerçevesinde, bürokrasi ve "peredonovism"[47] okullardan tamamen sökülüp atıldığı zaman, halk bunu kolayca başarabilir. Ne var ki, bu gerçek demokrasi, ancak, tüm ulusal-toplulukla işçileri birleştiği zaman elde edilebilir.
      Her "ulusal kültür" için özel ulusal okullar kurulmasından yana olmak gericiliktir. Oysa gerçek bir demokraside, okulları ulusal-topluluklara göre bölmeksizin, öğrencinin kendi dili, kendi tarihi hakkında dersler düzenlenmesini güven altına almak olanak içindedir. Halka herhangi bir şeyin zorlanmasını, örneğin Kem uyezdindeki 713 Kareli çocuğa 'orada yalnızca 514 Rus çocuk var) ya da Peçora uyezdindeki [sayfa 105] 681 Ziryanlı çocuğa (153 Rus) ya da Novgorod uyezdindeki 267 Letonyalı çocuğa (orada 7.000'den fazla Rus var), vb. vb., herhangi bir şeyin zorlanmasını tam bir yerel özyönetim olanaksız hale getirecektir.
      Uygulanırlığı olmayan kültürde ulusal özerkliği savunmak saçmalıktır. Bu düşünce şimdiden, işçileri ideolojik olarak birbirinden ayırıyor. Tüm ulusal-topluluklar işçilerin birleşmesini savunmak ise, proletaryanın sınıf dayanışmasının başarısını kolaylaştırmak demektir. Tüm ulusal-topluluklar için eşit haklar ve barış içinde birarada yaşamak olanağını güven altına alacak olan şey de bu dayanışmadır. [sayfa 106]
     
Proletarskaya Pravda, n° 7, Collected Works
14 Aralık 1913 vol. 19, s. 531-533.

     
       

RSİDP’NİN ULUSAL PROGRAMI


      MERKEZ yönetim kurulu, "Bildirimler"de yayınlanmış olan ve ulusal program sorununu, kurultay gündemine alan ulusal soruna ilişkin bir kararı[
2*] onayladı.
      Şimdilerde ulusal sorunun —karşı-devrimin tüm siyasetinde, burjuvazinin sınıfsal bilincinde ve Rusya'nın proleter Sosyal-Demokrat Partisinde— niçin ve nasıl ön plana çıktığı bu kararda ayrıntılarıyla gösteriliyor. Durum apaçık olduğu için bu nokta üzerinde durmanın hiç gereği yok. Bu yakınlarda marksist teorik yazında, gerek bu durum üzerinde, gerek sosyal-demokrasinin ulusal programın dayanakları üzerinde durulmuştur (burada, başta Stalin'in yazısını belirtmek gerekir)[48]. O nedenle, bu yazıda sorunu, salt parti [sayfa 107] açısından ortaya koymak ve Stolipin-Maklakov[49] baskısı altında ezilen bugünkü yasal basında yazılamayacak noktalara açıklık getirmekle yetinmeyi, amacımıza uygun buluyoruz.
      Rusya'da sosyal-demokrasi, özellikle, daha eski ülkelerin, yani Avrupa'nın deneyimine ve o deneyimin teorik ifadesi olan marksizme dayanarak biçimleniyor. Ülkemize ve ülkemizde sosyal-demokrasinin tarihsel kuruluş dönemine özgü özellikler şunlar: Birincisi, Avrupa'dan farklı olarak, bizim ülkemizde sosyal-demokrasi, burjuva devriminden önce biçimlenmeye başladı ve o devrim sırasında oluşumunu sürdürdü. İkincisi, bizim ülkemizde, proletarya demokrasisini, genel burjuva ve küçük-burjuva demokrasisinden ayırmaya dönük zorunlu savaşım —ki bu, özünde her ülkenin başından geçen savaşımın aynıdır— Batıda ve bizim ülkemizde, marksizmin teorik yönden tam zafer kazandığı koşullarda yürütülüyor. Bu nedenle, "hemen hemen marksist" sözlerin arkasına gizlenen küçük-burjuva teorileri için ya da o teorilere karşı verilen bir savaşım niteliğinde olduğu için, bu savaşımın aldığı biçim, marksizm uğruna savaşım biçimine pek benzememektedir.
      Ekonomizm (1895-1901)[50] ve "yasal-marksizm"den (1895-1901, 1902)[51] bu yana, bu hep böyle olmuştur. Bu eğilimlerle menşevizm (1903-1907)[52] ve tasfiyecilik (1908-1913)[53] arasındaki yakın ilişki ve içsel bağlantıyı, ancak tarihsel gerçeklerden ürkenler unutabilir.
      Rus işçi sınıfı hareketinin teori ve pratiğinde marksizmin ilk ve ana temelleri atmasının yanısıra 1901-1903 yılları arasında RSDÎP için tam bir program hazırlayan eski İskra, öteki sorunlarda olduğu gibi ulusal sorunda da küçük-burjuva oportünizmiyle savaşmak zorunda kalmıştı. Bu oportünizm, en başta, Bundun ulusalcı eğilimlerinde ve sağa-sola yalpalayışında ifadesini bulmuştu. Eski İskra, Bundun ulusalcılığına karşı çetin bir savaş verdi. Bunu unutmak, bir kez daha, belleğini yitirmişlikle ve kendini Rusya'daki tüm sosyal-demokrat işçi hareketinin tarihsel ve ideolojik köklerinden koparmakla birdir.
      Öte yandan, Ağustos 1903'te RSDİP programı, ikinci kurultayda kesin olarak kabul edildiği sırada, hemen hemen bütün kurultay delegelerinin ziyaret ettiği program komisyonunda geçtiği için kurultay tutanaklarına girmeyen bir [sayfa 108] savaşım daha olmuştu. Bu savaşım, Polonyalı bazı sosyal-demokratların, "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı"na kuşku çekmeyi amaçlayan çabalarına, yani oldukça değişik bir açıdan oportünizme ve ulusalcılığa sapma çabalarına karşıydı.
      Bugün bile, aradan on yıl geçtiği halde, savaşım bu iki temel çizgi boyunca sürüyor. Bu da, bu savaşımla Rusya'daki ulusal sorunu etkileyen nesnel koşullar arasında çok sıkı bir bağlantı bulunduğunu gösterir.
      Avusturya'da (1899) Brünn kurultayında, (Kristan, Ellenbogen ve başkaları tarafından savunulan ve Güneyli Slavların tasarısında da ifade edilen) "kültürde ulusal özerklik" reddedilmişti. Kurultayda toprağa bağlı (territorial) ulusal özerklik kabul edilmişti. Sosyal-demokrat propagandanın, bütün ulusal bölgelerin zorunlu birliği doğrultusunda olması kararı, "kültürde ulusal özerklik" düşüncesiyle yalnızca bir uzlaşmaydı. Bu zavallı düşüncenin bellibaşlı teoricileri, Yahudilere bu görüşün uygulanamayacağını özellikle belirttiler.
      Rusya'da ufak oportünist bir yanlışı geliştirip oportünist bir siyasal şistten haline dönüştürmeyi üstüne görev bilen kişiler —her zamanki gibi— bulundu. Almanya'da Bernstein'ın varlığı, Rusya'da sağ anayasacı-demokratları —Struve, Buîgakov, Tugan ve hempası— ortaya çıkarmıştı. Otto Bauer'in (aşırı ölçüde ihtiyatlı davranan Kautsky'nin deyişiyle) "enternasyonalizmi unutması" ise, Rusya'da, bütün Yahudi burjuva partilerinin ve çok sayıda küçük-burjuva eğilimin (Bundun ve 1907'de sosyalist-devrimci ulusal partiler konferansının) "kültürde ulusal özerklik" düşüncesini tam olarak kabul etmesi sonucunu verdi. Geri Rusya, Batı Avrupa oportünizmi mikroplarının bizim yaban toprağımızda nasıl salgınlar yarattığını göstermeye yarıyor, denebilir.
      Rusya'da, Bernstein'ın Avrupa'da "hoşgörüyle karşılandığını söylemeyi pek severler, ama bernştayncılığın, "kutsal" Rusya anamız dışında dünyanın hiçbir yerinde struveciliğe[54] yolaçmadığını, ya da "bauerciliğin", Yahudi burjuvazinin incelmiş ulusalcılığının sosyal-demokratlar tarafından haklı gösterilmesine vardırılmadığını eklemeyi unuturlar.
      "Kültürde ulusal özerklik" en incelmiş, bu nedenle de en tehlikeli ulusalcılık demektir; ulusal kültür sloganıyla ve [sayfa 109] okulların çok tehlikeli, hatta anti-demokratik bir biçimde ulusal-topluluklara göre bölünmesi propagandasıyla işçilerin yozlaştırılması demektir. Kısacası bu program, hiç kuşku yok, proletarya enternasyonalizmiyle çelişir; yalnızca ulusalcı küçük-burjuvazinin ülkülerine uygundur.
      Ancak bir durum vardır ki, marksistler, eğer demokrasiye ve proletaryaya ihanet etmek istemiyorlarsa, ulusal sorunda özel bir isteği savunmak zorundadırlar; bu ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı (RSDİP programının 9. maddesi), yani siyasal ayrılma hakkıdır. Konferans kararında bu istek öylesine ayrıntılı olarak tanımlanıp ortaya konmuştur ki, herhangi bir yanlış anlamaya yer bırakılmamıştır.
      Bu nedenle, programın bu bölümüne karşı öne sürülen, şaşırtıcı ölçüde bilisiz ve oportünistçe itirazları yalnızca kısaca tanıtmakla yetineceğiz. Yeri gelmişken belirtelim ki, programımız on yıldan beri yürürlülüktedir. Bu süre içinde, RSDİP'nin tek bir birimi, tek bir ulusal örgüt, tek bir bölge konferansı, tek bir yerel yönetim kurulu, herhangi bir kurultaya ya da konferansa katılmış tek bir temsilci, 9. maddenin değiştirilmesi ya da kaldırılması isteğini ortaya atmış değildir.
      Bunu akıldan çıkarmamak gerekir. Bu bize, ortaya atılan itirazlarda bir parçacık ciddiyet ya da bir parçacık parti özü olup olmadığını ilk bakışta gösterir.
      Tasfiyecilerin gazetesinden bay Semkovski'yi alalım. Partiyi tasfiye etmiş bir kişinin vurdumduymazlığıyla şöyle diyor: "Belli bazı nedenlerle, Rosa Luxemburg'un, 9. maddeyi programdan tüm olarak çıkarma düşüncesini paylaşmıyoruz." (Novaya Raboçaya Gazeta, n° 71.)
      Demek ki, nedenler gizli! Ama, programımızın geçmişi hakkında bunca bilisiz kalınırsa gizlilikten nasıl sakınılabilir ki? Ya da aynı bay Semkovski eşi görülmedik bir vurdumduymazlıkla (partiymiş, programmış ne umurunda) Finlandiya'yı dıştalarsa, nedenlerin gizliliğinden nasıl kaçınılabilir ki?
      "Polonya proletaryası, bir devletin çatısı altında tüm Rus proletaryasıyla birlikte, ortak bir savaşımı sürdürmek isterse ve buna karşılık, Polonya toplumunun gerici sınıfları Polonya'yı bir halk oylamasıyla (referandum) Rusya'dan [sayfa 110] ayırmak isterler ve ayrılıktan yana bir oy çoğunluğu elde ederlerse ... ne yapacağız? Biz Rus sosyal-demokratları, bir merkez parlamentoda Polonyalı yoldaşlarımızla birlikte ayrılmaya karşı mı oy vereceğiz, yoksa ‘kendi kaderini tayin hakkı'nı çiğnememek için ayrılmadan yana mı oy kullanacağız?"
      Gerçekten de, bönce ve tam bir kafa karışıklığını yansıtan böyle sorular sorulduğu zaman ne yapacağız?
      Ah benim aziz bay Tasfiyecim, kendi kaderini tayin hakkı, sorunun bir merkezî parlamento tarafından değil, ama ayrılan azınlığın parlamentosu, diyeti ya da referandumuyla çözümlenmesini içerir. Norveç (1905'te) İsveç'ten ayrıldığı zaman, kararı (İsveç'in yarı büyüklüğünde olan) Norveç tek başına vermişti.
      Bay Semkovski'nin onmaz bir kafa karışıklığı içinde olduğunu çocuklar bile görebilir.
      "Kendi kaderini tayin hakkı", içinde yalnızca genel anlamıyla demokrasinin varolduğu bir sistemi değil, özellikle, ayrılma sorununa demokratik olmayan bir çözümün olanaksız olduğu bir demokratik sistemi ifade eder. Genel olarak düşünülürse, demokrasi, savaşkan ve zalim ulusalcılıkla bağdaşabilir. Proletarya, bir devletin sınırları içindeki uluslardan herhangi birinin zorla alıkonmasına olanak vermeyen bir demokrasiden yanadır, böyle bir demokrasi istiyor. Bu nedenle, "kendi kaderini tayin hakkını yozlaştırmamak için", düzenbaz bay Semkovski'nin düşündüğü gibi "ayrılmadan yana" değil, ama ayrılan bölgenin, soruna kendisinin karar verme hakkından yana oy kullanmayı görev bilmemiz gerekir.
      "Boşanma hakkının, boşanma için ille de birinin oy vermesini gerektirmediğini bilmek, bay Semkovski'nin kafa yetenekleriyle bile zor olmasa gerek. Ne var ki, mantığın abecesini unutmak, 9. maddeyi eleştirenlerin yazgısı anlaşılan.
      Norveç'in İsveç'ten ayrılışı sırasında, eğer ulusalcı küçük-burjuvaziyi izlemek istemiyor idiyse, İsveç proletaryasına düşen görev, İsveçli papazlar takımıyla toprak sahiplerinin Norveç'i zor kullanarak İsveç'e katma arzularına karşı propaganda yapmak ve oy vermekti. Bu çok açık, anlaması da pek güç değil. Kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin, ezen, egemen ulusların proletaryasından istediği bu tür bir propagandadan İsveçli ulusal demokratlar geri durabilirlerdi. [sayfa 111]
      "Eğer gericiler çoğunluktaysa ne yapacağız?" diye soruyor bay Semkovski. Bu, ilkokul üçüncü sınıf öğrencisi bir çocuğun soracağı türden bir soru. Eğer demokratik bir oylamada gericiler çoğunluğu sağlarsa, Rus anayasası ne olacak? Bay Semkovski, konuyla ilgili olmayan yavan, kof sorular soruyor. Bunlar yetmiş akıllının yanıtlayabileceğinden daha çoğunu, yedi aptalın sorabileceği türden, budalaca sorular.
      Demokratik bir oylamada çoğunluğu gericiler sağlarsa, genellikle iki şeyden biri olur: Ya gericilerin karan uygulanır ve o kararın zararlı sonuçları yığınları hızla ya da yavaş yavaş gericilere karşı demokrasinin yanına iter; ya da demokrasiyle gericilik arasındaki çatışma bir iç savaş veya başka bir savaş yoluyla çözümlenir, ki bu, (kuşkusuz Semkovski'lerin bile işitmiş olabilecekleri gibi) demokrasi düzeninde bile olabilir.
      Bay Semkovski, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımak, "en özgün burjuva ulusalcılığının oyununa düşmektir" diye direniyor. Bu çocukça bir saçmadır. Çünkü bu hakkın tanınması, ayrılmaya karşı propaganda yapılmasını ya da burjuva ulusalcılığının gözler önüne serilmesini dıştalamıyor. Tam tersine, ayrılma hakkının yadsınması, tartışma götürmez bir gerçektir ki, en özgün gerici Büyük-Rus ulusalcılığının oyununa gelmektir.
      Rosa Luxemburg'un, uzun zaman önce, (Ağustos 1903'te) Alman ve Rus sosyal-demokratlarınca alaya alınmasına neden olan gülünç yanılgısının özü de budur. Ezilen ulusun burjuva ulusalcılığının çıkarına hizmet etmekten korkan kişiler, ezen ulusun yalnızca burjuva ulusalcılığının değil, onun yanısıra gerici ulusalcılığının da çıkarına hizmet ederler.
      Eğer bay Semkovski, partinin geçmişi ve programı konusunda bir bakire kadar saf olmasaydı, [her şeyden önce -ç.] bundan onbir yıl önce, Zarya'da[55] RSDİP'nin program taslağını (ki 1903'te program haline gelmiştir) savunurken ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasına özel olarak değinen ve bu konuda aşağıdaki satırları (s. 38) yazan Plehanov'u kanıtlarla çürütmesinin gerekli olduğunu bilir, anlardı. Plehanov şöyle yazmıştı:
      "Burjuva-demokratlar için teoride bile zorunlu olmayan bu istek, biz sosyal-demokratlar için zorunludur. Eğer bunu [sayfa 112] unutursak ya da Büyük-Rus olan yurttaşlarımızın ulusalcı önyargılarını incitiriz korkusuyla öne sürmekten çekinirsek, dünya sosyal-demokrasisinin savaş narası, 'bütün ülkelerin işçileri birlesiniz!' narası, dudaklarımızda utanç verici bir yalan olur."
      Daha Zarya günlerinde Plehanov, konferans kararında ayrıntılarıyla geliştirilen temel kanıtı ortaya koymuştu. Semkovski'ler onbir yıl boyunca bu kanıtın üstüne yürümeyi denemediler. Rusya'da nüfusun yüzde 43'ü Büyük-Rustur, ama Büyük-Rus ulusalcılığı, nüfusun yüzde 57'sine egemendir, bütün ulusal-toplulukları ezer. Ulusalcı liberaller (Struve ve hempası, ilerlemeciler, vb.) ulusalcı gericilerle işbirliği yapar yapmaz, ulusalcı demokrasinin "ilk habercileri" görünmüştür (Peşehonov'un, Ağustos 1906'da, mujiğin ulusalcı önyargılarına karşı davranışımızda ihtiyatlı olmamız gerektiğine ilişkin çağrısını anımsayınız).
      Rusya'da burjuva-demokratik devriminin tamamlandığını düşünenler yalnızca tasfiyecilerdir. Bütün dünyada ulusal hareketler, her zaman böyle bir devrimin doğal sonucu olmuştur, olmaktadır. Özellikle Rusya'da, sınır bölgelerinin çoğunda, ezilen uluslar var. Bu uluslar, komşu devletlerde daha geniş özgürlüklere sahip bulunuyorlar. Çarlık, komşu ülkelerden daha gericidir, özgür iktisadi gelişmenin önüne dikilmiş en büyük engeldir, Büyük-Rus ulusalcılığını besleyip geliştirmek için elinden geleni yapıyor. Bütün öteki koşullar aynı olmak koşuluyla, bir marksist, kuşku yok ki, büyük devleti küçük devletlere yeğ tutar. Ne var ki, çarlık monarşisindeki koşulların, herhangi bir Avrupa ülkesindeki ya da pek azı dışında Asya ülkelerindeki koşullarla aynı olduğunu düşünmek dahi gülünç ve gerici olur.
      Bundan ötürü, bugünkü Rusya'da ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının yadsınması, hiç kuşkusuz oportünizmdir; bugün bile çok güçlü olan gerici Büyük-Rus ulusalcılığına karşı savaşmaya yanaşmamaktadır. [sayfa 113]
   
 
Sotsial-Demokrat, n° 32, Collected Works,
15 (28) Aralık 1913 vol.19, s.539-545.

     
     
       

ULUSAL LİBERALİZM VE ULUSLARIN
KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI


      İŞLERİ eline yüzüne bulaştıran bay Mogilyanski'nin yardımına koşan liberal Reç gazetesinin yönetmenleri, bu yakınlarda (n° 340'ta), önemli bir konuda, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı konusunda imzasız, yani gazetenin görüşünü açıklayan bir başyazı yayınladılar.
      Bay Mogilyanski, açık dosdoğru bir yanıt vermekten kaçınmış, kendi görüşleriyle, "ulusların kaderlerini tayin hakkının yadsınması arasında hiçbir ortak yan bulunmadığı"nı öne sürmüştü. Şimdi Reç, Anayasacı-Demokratik Parti programındaki 11. maddenin, "ulusların kendi kültürel kaderlerini tayin hakkı sorununda dolaysız, açık ve kesin bir yanıt getirdiğini" resmen ilan ediyor.
      İtalik harflerle dizilen sözcük özellikle önem taşıyor. [sayfa 114] Çünkü bay Mogilyanski'nin ilk yazısında, o yazıya bay Dontsov'un verdiği yanıtta ya da bay Mogilyanski'nin bay Dontsov'la giriştiği polemikte tartışılan şey, ulusların "kültürel" kaderlerini tayin hakkı değildi. Tartışılan şey, ulusların siyasal kaderlerini tayin hakkı, yani ulusların ayrılma hakkıydı. Oysa "kültürel kaderi tayin" ile (demokrasinin tüm tarihiyle çelişen anlamsız, tantanalı bir söz) gerçekte liberallerin kastettiği şey, yalnızca dillerin özgürlüğüdür.
      Reç, Proletarskaya Pravda
'nın, kendi kaderini tayin etmeyi, onmaz bir biçimde, "ayrılıkçılık"la, bir ulusun ayrılmasıyla karıştırdığını ilan ediyor.
      Acaba onmaz (ya da bile bile) bir karışıklık içinde olan kim?
      Bizim aydın "anayasacı-demokratlar"ımız, uluslararası demokrasinin başından beri, özellikle 19. yüzyılın ortalarından bu yana, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının, kesinlikle siyasal kaderi, yani ayrılma hakkını, bağımsız ulusal bir devlet kurma hakkını ifade ettiğini yadsıyabilirler mi?
      Bizim aydın "anayasacı demokratlar "imiz, 1896'da, Londra'da yapılan Uluslararası Sosyalist Kurultayın, yerleşik demokratik ilkeleri bir kez daha doğrularken (kuşku yok ki, kurultay, salt bununla yetinmiş değildi) bir tür "kültürel" kaderi tayin hakkını değil, siyasal kaderi tayin hakkını kastettiğini yadsıyabilirler mi?
      Bizim "anayasacı-demokratlar"ımız, daha 1902'de, kendi kaderini tayin hakkı üzerinde dururken, örneğin Plehanov'un bu kavramdan, siyasal kaderi tayin hakkını anladığını yadsıyabilirler mi?
      Beyefendiler, lütfen biraz daha açık olun; "aydın" kafanızın ürünlerini "ayak takımı"ndan saklamayın!
      Asıl konuda Reç şöyle diyor:
      "Gerçekte kadetler hiçbir zaman kendilerini, 'ulusların Rus devletinden ayrılma' hakkını savunma yüklenimi altına sokmamışlardır."
      Çok güzel! Bu kadar içten olduğunuz, ilkelerinizi böyle açıkça belirttiğiniz için size teşekkür ederiz. Kadetlerin yarı-resmi yayın organındaki bu "en vefalı" ifadeye Rossiya, Noveye, Vremya, Zemşçina[
56] ve öteki gazetelerin dikkatini çekeriz. [sayfa 115]
      Kadet partisinin beyefendileri, eğer salt bu nedenle sizlere ulusal liberaller diye ad takılırsa öfkenize sahip olun. Sizin şovenizminizin, Purişkeviç'lerle kurduğunuz ideolojik ve siyasal blokun (onlara ideolojik ve siyasal bağımlılığınızın) temel nedenlerinden biri burada yatıyor. Purişkeviçfler ve bağlı oldukları sınıf, "onları pençesine alıp kıskıvrak tut-ma"nın[57] "hak" olduğu "kesin" inancını, bilisiz yığınların kafasına aşılıyor. Kadetler tarih okumuşlardır; "genel Yahudi kırımı türünden" girişimlerin, bu "eski hakkın" kullanılmasının —ılımlı bir dille söyleyelim— çoğu kez nelere yolaçtığını çok iyi bilirler. Bir demokrat, ulusların "kültürel" anlamda değil, siyasal anlamda "kendi kaderlerini tayin" hakkını, Büyük-Rus yığınları arasında ve Rus dilinde düzenli olarak savunmuyorsa, ona (proleter demokratlık şöyle dursun) demokrat denemez.
      Ulusal-liberalizmin, her zaman ve her yerde, karakteristik özelliği, Purişkeviç sınıf tarafından belirlenen ve (çoğu kez, iktisadi gelişmenin ve "kültür"ün zararına) Purişkeviç yöntemlerle korunan ilişkiler temelinde (ve sınırlar çerçevesinde) yer almasıdır. Gerçekte bu, kişinin kendini feodal kafalı toprak sahiplerinin çıkarlarına ve sürekli olarak savaşacak yerde, egemen ulusun en kötüsünden ulusalcı önyargılarına uydurmasından başka bir şey değildir. [sayfa 116]
     
       
Proletarskaya Pravda, n° 12, Collected Works,
20 Aralık 1913 vol. 20, s. 56-58.

     
     
       

NOVOYE VREMYA, REÇ VE
ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ
TAYİN HAKKI


      ULUSLARIN kendi kaderlerini tayin hakkı konusunda sosyal-demokratlar ile kadetler arasında patlak veren çatışma, beklendiği gibi Noveye Vremya’nın ilgisini çekti. Büyük-Rus ulusalcılığının sözcüsü olan bu gazete, n° 13.563'te şöyle yazıyor:
      "Sosyal-demokratların gözünde siyasal basiretin beliti (axiom) olan şey [yani ulusların kendi kaderlerini tayin etme, ayrılma hakkı], bugün kadetler arasında bile görüş ayrılığına yolaçmaya başlıyor."
      Novoye Vremya,
liberalleri kara-yüzlere özgü biçimde böylece iğnelediği halde ("bile" sözcüğü), gene de Reç'in, "kadetler, hiçbir zaman kendilerini, ulusların Rus devletinden ayrılma hakkını savunma yüklenimi altına sokmamışlardır" şeklindeki sözlerini alma zorunluğunu duyuyor. [sayfa 117]
      Bu sözler o kadar açık ki, Novoye Vremya kaçamak yapmak zorunda kalıyor. Şunları yazmakta:
      "Gerçeklere bakarak bir yargıya varacaksak, kadetlcrin görüşüne göre, kültürel kaderi tayin hakkı denen muğlak kavram, ayrılıkçılığın savunulmasından yalnızca işleyiş biçiminde ayrılır."
      Ne var ki, Novoye Vremya, saçma "kültürel" kaderi tayin hakkı ile gerçek, yani siyasal kaderi tayin hakkı arasındaki farklılığı pek güzel anlıyor. Çünkü biraz aşağıda şu satırları okuyoruz:
      "Gerçekten de kadetler, kendi yayın organları için Rus-olmayanlarla Yahudilerden sınırsız biçimde incelmiş yöntemlerle para kabul etmenin dışında ... ulusların Rus devletinden ayrılma hakkını savunma yüklenimi altına hiçbir zaman girmemişlerdir."
      Bu, Yahudilerden yardım aldıkları için liberalleri, kara-yüzlere özgü, eski, kaba, gülünç biçimde iğnelemenin ta kendisidir! Ama bu budalaca küçük oyunların asıl noktayı gölgelemesine izin vermemeliyiz. Asıl nokta şudur: Novoye Vremya, kadetlerin ayrılma hakkını savunma yüklenimi altına hiçbir zaman girmediklerini itiraf ederek, sosyal-demokratlar ile kadetler arasındaki farklılığı açıkça idrak ettiğini ortaya koyuyor.
      Anayasacı-demokratlar ile sosyal-demokratlar arasındaki fark, ulusal liberaller ile tutarlı demokratlar arasındaki farktır. [sayfa 118]
     
Proletarskaya Pravda, n° 16, Collected Works,
25 Aralık 1913 vol. 20, s. 65-66.

 
 
 
 

ULUSAL SORUN ÜZERİNE BİR KONFERANS İÇÎN TEZLER[58]


     
       
     
       

AVUSTURYA VE RUSYA'DA
ULUSAL PROGRAMIN
TARİHÎNE KATKI


      AVUSTURYA'DA, Sosyal-Demokrat Partinin ulusal programı 1899'da Brünn kurultayında görüşülmüş, kabul edilmişti. "Kültürde ulusal özerklik" denen şeyi bu kurultayın kabul ettiğine ilişkin yaygın, ama yanlış bir inanç var. Bunun tersi doğrudur: "Kültürde ulusal özerklik" orada oybirliğiyle reddedilmiştir.
      Güney Slav sosyal-demokratları, Brünn kurultayına kültürde ulusal özerklik konusunda aşağıdaki biçimde yazılmış bir program sundular (bkz: resmi kurultay tutanakları, Almanca metin, s, XV):       (§ 2) "Avusturya'da yaşayan her ulus, kendisinden olan insanların oturdukları toprak neresi olursa olsun, ulusal (dil ve kültür) işlerini tamamen bağımsız olarak yönetmek üzere özerk bir grup olacaktır."       İtalikle dizilen sözcükler "kültürde ulusal özerkliğin" (ya da başka deyişle ülke-dışılığın) özünü açıkça ortaya koyuyor. Devlet, eğitim işlerinde ve benzeri işlerde ulusların sınırlarını sürekli hale getirecek ve her yurttaş, dilediği ulusa [sayfa 131] katılmak hakkına sahip olacak.
      Kurultayda hem Kristan, hem de gayet etkili olan Ellenbogen bu programı savundular. Ne varki, program, daha sonra geri alındı. Program için tek oy dahi verilmedi. Partinin önderi Victor Adler, "... Bugünkü durumda herhangi bir kişinin bu programı uygulanabilir bulduğundan kuşkum var" (Tutanaklar, s. 82) dedi.
      Programa karşı ilke olarak yöneltilen kanıtlardan birini Preussler öne sürmüştü. Preussler şöyle demişti: "Kristan ve Ellenbogen tarafından sunulan önergeler, her ufacık topluluğa, her ufak gruba aşılanan ve sürekli hale getirilen şovenizme yolaçabilir." (îbid., s. 92.)
      Brünn kurultayı programının bu konuya ilişkin 3. maddesi şöyledir:       "Belli bir ulusun kendi özyönetimine sahip bölgeleri, kendi ulusal işlerini tam bir özerklik içinde kararlaştıracak olan tek bir ulusal birlik olacaktır."       Bu, örneğin Yahudilerin kültürde ulusal özerkliğini doğrudan doğruya dıştalayan, toprağı esas almış bir programdır. "Kültürde ulusal özerkliğin" başlıca teorisyeni olan Otto Bauer, kitabının (1907) özel bir bölümünü, Yahudiler için "kültürde ulusal özerklik" istenemeyeceğini kanıtlamaya ayırmıştır.
      Bu noktada belirtmek isteriz ki, marksistler, her türlü ulusal bölgenin (uyezdler, volostlar, köyler vb.) birliği dahil tam bir birleşme özgürlüğünden yanadırlar; ne var ki, sosyal-demokratlar, devlet içinde tek ulusal birliklerin yasa zoruyla tanınmasını kabul edemezler.
      Rusya'da, görüldüğü gibi, tüm Yahudi burjuva partileri (ve onların izinden yürüyen Bund), Avusturyalı bütün teorisyenler ve Avusturya Sosyal-Demokrat Partisi kurultayınca reddedilen "ülke-dışı (kültürde ulusal) özerkliği" benimsemişlerdir.
      Apaçık nedenlerle bundcuların sık sık yadsımaya çalıştıkları bu gerçek, pek iyi bilinen Ulusal Hareket Biçimleri (St. Petersburg-1910) adlı kitapta kolayca bulunabilir. Ayrıca Prosveşçeniye'nın 1913 yılında çıkan 3. sayısına bakınız.
      Bu gerçek, Rusya'da daha geri ve daha küçük-burjuva nitelikte olan toplumsal yapının, bazı marksistlerin burjuva ulusalcılığı hastalığına daha fazla tutulmaları sonucunu [sayfa 132] verdiğini açıkça gösteriyor.
      Bundun ulusalcı yalpalamaları, çok Önceleri (1903'te) ikinci kurultay tarafından açıkça ve resmen kınanmıştır. Kurultay, bundcu Goldblattin sunduğu, "ulusal toplulukların gelişme özgürlüğünü güvence altına alacak kurumların yaratılması"na ilişkin değiştirme önergesini ("kültürde ulusal özerkliğin" takma adı) açıkça reddetmiştir.
      Tasfiyecilerin Ağustos 1912'de yaptıkları konferansta, o zamana kadar yıllar ve yıllar boyunca bundculara karşı amansızca savaşmış olan Kafkasyalı menşevikler, karşıdevrimin genel ulusalcı havasına kapılarak ulusalcılığa kaydıkları zaman, onları kınayanlar yalnızca bolşevikler değildi. Kafkasya menşeviklerini Plehanov da sert biçimde kınamış, kararlarını "sosyalizmi ulusalcılığa uyarlama" diye nitelemişti.
      "Siyasal özerklik yerine kültürel özerklikten sözetmeye başlayan Kafkasyalı yoldaşlar" diye yazmıştı Plehanov, "Bundun hegemonyasına akılsızca teslim olduklarını belgelemekten başka bir şey yapmış değiller."
      Yahudi burjuva partilerinin, Bundun ve tasfiyecilerin dışında, "kültürde ulusal özerkliği" kabul edenler, yalnızca sol-narodnik küçük-burjuva ulusalcı partilerdir. Ama onlar arasında bile dört parti (Yahudi Sosyalist işçi Partisi, Belarusya Hromada, Daşnaktsutyun, bir de Gürcü Sosyalist-Federalistleri)[
63] bu programı benimsemişler, buna karşılık en büyük iki parti, Rus sol-narodnikleriyle Polonya "Fracy" (PSP) oylamadan geri durmuşlardır.
      Rus sol-narodnikleri, Bundun ünlü planıyla öne sürülen, ulusal toplulukların zorunlu, yasal devlet birliklerine özellikle karşı durmuşlardır.
      Marksistlerin 1913 Şubatıyla yaz aylarında yaptıkları iki toplantının her ikisinde de ulusalcı, küçük-burjuva düşüncesi olan "kültürde ulusal özerklik" düşüncesinin neden şiddetle kınandığını bu kısa tarihsel gözlem açıkça gösteriyor.[3*] [sayfa 133]
     
       
Put Pravdi, n° 13, Collected Works,
5 Şubat 1914
İmza: M
vol. 20, s. 99-101.

 
 
 

"ULUSALCILIK" ÜZERİNE
BİRKAÇ SÖZ DAHA


      YENİ bir Beylis olayının sahneye konması için çaba harcanan "günümüzde" ulusalcılık güdenlerin yaptığı propagandanın daha yakından, daha dikkatle incelenmesi gerekiyor. "Tüm-Rusya Ulusal Derneği" temsilcilerinin, bu yakınlarda yapılan ikinci kurultayında, bu propagandanın niteliği, çarpıcı bir açıklıkla gözler önüne serilmiştir.
      Mademki, bütün Rusya'dan gelmiş yalnızca 21 delege tarafından temsil edilen bu "Tüm-Rusya Ulusal Derneği" önemsemeye değmez, uydurmadır, bir gölgeden başka bir şey değildir, öyleyse bu derneğin yaptığı propagandayı da önemsemeye gerek yoktur diye düşünmek büyük bir yanılgı olur. Doğru "Tüm-Rusya Ulusal Derneği" önemsizdir, bir gölgeden başka bir şey değildir, ama onun yaptığı propaganda [sayfa 134] sağdaki bütün partiler ve resmi bütün kurumlarca destekleniyor; propagandası her köy okulunda, her asker barakasında, her kilisede yürütülüyor.
      Aşağıdaki alıntı bir gazete haberidir; 2 Şubat günü yapılan kurultaylarında okunmuştur:
      "Duma üyesi Savenko, ulusalcıların dilinde 'mazeppizm'[64] denen Ukrayna hareketi hakkında bir yazı okudu. Savenko, Byeloruslar ile Ukraynalılar arasındaki ayrılıkçılık eğilimlerinin [yani devletten ayrılma] özellikle tehlikeli olduğu görüşünü ifade etti. Ukrayna hareketi, Rusya'nın bütünlüğüne, özellikle büyük ve gerçek bir tehdit oluşturuyor, dedi. Ukraynalıların ilk ağızdaki programlarının federalizm ve Ukrayna'nın özerkliği olduğunu söyledi.
      "Ukraynalılar özerklik umutlarını, Rusya'nın ileride Avusturya-Macaristan ve Almanya'yla yapacağı bir savaşta yenilmesine bağlıyorlar. Büyük Rusya'nın yıkıntıları üzerinde, Habsburg'ların egemenliği altında ve Avusturya-Macaristan'ın sınırları içinde özerk bir Polonya ve özerk bir Ukrayna kurulabilir.
      "Eğer Ukraynalılar, kendi 30.000.000'luk nüfuslarını Rus halkından çekip koparmayı gerçekten başarırlarsa, bu Büyük-Rus İmparatorluğunun sonu demek olur. (Alkışlar)"
      Şu "federalizm", Amerika Birleşik Devletleri'nin ya da İsviçre'nin bütünlüğüne neden engel olmuyor? "Özerklik" nasıl oluyor da Avusturya-Macaristan'ın bütünlüğüne engel çıkarmıyor? "Özerklik" nasıl oldu da Britanya ile sömürgeleri arasındaki bağları daha önümüzdeki uzunca bir süre için beton gibi sağlamlaştırdı?
      Bay Savenko, "ulusalcılığı" savunusunu öyle gülünç bir biçimde ortaya koydu ki, görüşlerinin reddedilmesini çok kolaylaştırdı. Genel oy ve çeşitli bölgelerinin özerkliği Avusturya-Macaristan'ın bütünlüğünü perçinliyor, ama buna karşılık Ukrayna'nın özerkliği, eğer dilerseniz, Rusya'nın bütünlüğünü "tehdit ediyor". Çok garip değil mi? Bu "ulusalcı" propagandayı okuyan ya da dinleyenler, Ukrayna'ya özerklik verilirse, Rusya'nın bütünlüğünü perçinlemek neden olanaksızdır diye sormazlar mı?
      Toprak sahipleri ve burjuva ulusalcılar, "bağımlı, uyruk halkları" ezerek, işçi sınıfını daha da iyi uyuşturabilmek için bölmeye ve yozlaştırmaya çalışıyorlar. Sınıf bilinci taşıyan işçilerse, pratikte, tüm ulusal-topluluklar işçileri için tam bir [sayfa 135] eşitlik ve birlik isteğiyle karşılık veriyorlar.
      Bu ulusalcı aydın orta tabaka denen sürü, Byeloruslar ile Ukraynalıları bağımlı, uyruk halklar diye ilan ederken (Rusya'da "yabancı" olmayan tek ulus) Büyük-Rusların, nüfusun yalnızca yüzde 43'ünü oluşturduğunu eklemeyi unutuyorlar. Görülüyor ki, "bağımlı, uyruk halklar" çoğunluktadır. Bu durumda eğer azınlık çoğunluğa hiçbir yarar göstermezse siyasal özgürlüğün, ulusal eşitliğin, yerel ve bölgesel özerkliğin yararlarını göstermezse çoğunluğu nasıl tutabilir?
      Ukraynalılara ve başkalarına "ayrılıkçılık" güdüyorlar, bölünmeye çalışıyorlar diye zulmeden ulusalcılar, Büyük-Rus toprak sahipleriyle Büyük-Rus burjuvazisinin "kendi" devletlerine sahip olma ayrıcalığını desteklemiş oluyorlar. İşçi sınıfı ayrıcalığın her türlüsüne karşıdır; ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını desteklemesi bundan ileri geliyor.
      Sınıf bilinci taşıyan işçiler ayrılmayı savunmazlar. Onlar, büyük devletin ve büyük işçi yığınlarının birleşmesinin üstünlüklerini bilirler. Ama büyük devletler,- ulusal-topluluklar arasında tam eşitlik varsa demokratik olabilir; bu eşitlik, ayrılma hakkını da içerir.
      Ulusal-topluluklara zulmedilmesine ve ulusal ayrıcalıklara karşı savaşım, bu hakkın savunulmasıyla da ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. [sayfa 136]
   
 
Put Pravdi, n° 17, Collected Works,
20 Şubat 1914 vol. 20, s. 109-110.

 
 
 
 

KIDEMLİ YOLDAŞIN "ULUSAL SORUN
VE LETONYA PROLETARYASI" BAŞLIKLI
YAZISI ÜZERİNE BAŞYAZI


      KIDEMLİ yoldaşın,[
65] genel olarak Letonyalılar arasında, özel olarak da Letonya Sosyal-Demokrat Partisi içinde ulusal sorunun geçmişini anaçizgileriyle ortaya koyan yazısını yayınlamaktan hoşnutluk duymaktayız. (1913) yaz konferansının kararları hakkında Letonyalı marksistlerin öne sürecekleri değişiklik önergeleri ya da eklenti istekleri de hoşnutlukla karşılanacaktır. Letonyalı sosyal-demokratlar uzunca bir süreden beri Bunda yakınlık beslemekteydiler; ancak her şeyden önce marksistlerin teorik eleştirileri, ikinci olarak da bundcuların pratikteki ayrılıkçılıkları, özellikle 1906'dan sonraki ayrılıkçılıkları, bu yakınlığı sarsmıştır. Letonyah sosyal-demokratlar arasında ulusal sorun üzerindeki tartışmaların sürmesini ve bu tartışmaların kesin kararlara [sayfa 137] götürmesini umuyoruz.
      Kıdemli yoldaşın belirttiği noktalara gelince, yalnızca şu yorumla yetineceğiz. Kıdemli yoldaş, bizim, İsviçre'yi[4*] örnek vermemizin inandırıcı olmadığı kanısında; çünkü o ülkedeki her üç ulusun tarihsel olarak varolduğunu ve ta başlangıçtan bu yana eşit bulunduğunu düşünüyor. Ne var ki, "tarihi olmayan uluslar", bir tarihi olan ülkeler dıştalanırsa (ütopyalar bir yana), kendilerine hiçbir yerde model ya da örnek bulamazlar. Ulusların eşitliğine gelince, "kültürde ulusal özerklik"ten yana olanlar bile, bunu mutlak birşey gibi kabul ediyorlar. Sonuç olarak, uygar insanlığın deneyimi, bize, ulusal-toplulukların gerçekten eşit ve A'dan Z'ye bir demokrasinin varolduğu yerlerde, "kültürde ulusal özerkliğin" gereksinilmediğini gösteriyor; bunların varolmadığı yerlerde ise "kültürde ulusal özerklik" ütopyadır, böyle bir özerklik için propaganda yapmak, incelmiş bir ulusalcılık için propaganda yapmaktan başka bir şey değildir. [sayfa 138]
     
       
Prosveşçeniye, n° 2 Collected Works,
Şubat 1914 vol. 20, s. 125.

 
 
 
 

ULUSAL EŞİTLİK TASARISI[66]


       
      YOLDAŞLAR:
      Dumadaki Rus Sosyal-Demokrat İşçi grubu, Yahudilerin ve Rus-olmayan öteki ulusların iktidar yoksunluğunu ortadan kaldırmak üzere dördüncü Dumaya bir tasarı sunmaya karar verdi.
      Tasarı, tüm uluslara, Yahudilere, Polonyalılara vb. karşı uygulanan bütün ulusal sınırlamaların kaldırılmasını amaçlıyor. Ancak tasan, Yahudilere yönelik sınırlamalara özellikle değinmekte. Bunun nedeni açık: Rusya'da hiçbir ulusa, Yahudilere olduğu kadar zulmedilmemiştir. Mülk sahibi sınıf arasında Yahudi aleyhtarlığı giderek daha da kökleşiyor. Yahudi işçiler, hem işçi, hem Yahudi oldukları için iki boyunduruğun birden acısını çekiyorlar. Son birkaç yıl içinde Yahudilere yapılan zulüm inanılmaz boyutlara ulaştı. Yahudi aleyhtarı genel kırımları ve Beylis olayını anımsamak yeter de artar bile. [sayfa 139]
      Bu koşullar altında örgütlü marksistler, Yahudi sorununa gereken dikkati göstermek zorundadırlar.
      Söylemeye bile gerek yok, Yahudi sorununun kökünden çözümlenmesi, ancak, bugün Rusya'nın yüzyüze bulunduğu temel sorunların çözümüyle olanaklı olabilir. Yahudilere ve Rus-olmayan öteki ulusal-topluluklara karşı uygulanan sınırlamaların kaldırılması, kuşkusuz, ulusalcı-Purişkeviç dördüncü Dumadan bekliyor değiliz. Ne var ki, işçi sınıfının sesini duyurması, görevidir. Ulusal-topluluklara yapılan baskıya karşı, Rus işçilerinin sesi, özellikle yüksek çıkmalıdır.
      Kendi tasarımızın metnim yayınlayarak, Yahudi işçilerin, Polonyalı işçilerin ve ezilen öteki ulusal-topluluklar işçilerinin tasan hakkında görüşlerini açıklayacaklarını ve gerekli görürlerse değişiklik önerilerini ortaya atacaklarını umuyoruz.
      Aynı zamanda Rus işçilerin, yayınlayacakları bildiriler, ve benzeri yollarla tasarımızı kuvvetle destekleyeceklerini umuyoruz.
      4. maddede belirtildiği biçimde, tasarıya, kaldırılacak yasa ve düzenlemelerin özel bir listesini ekleyeceğiz. Bu liste yalnızca Yahudiler için çıkarılmış yüz kadar yasayı da içerecektir.
     

YAHUDİLERE HİÇBİR YETKİ TANINMAYIŞINI
VE KÖKEN VE BİR ULUSA BAĞLILIK TEMELİNE
DAYALI SINIRLAMALARI KALDIRMAYI
ÖNGÖREN TASARI


      1. Rusya'da oturan, her türlü ulusal-topluluğun yurttaşları, yasalar önünde eşittir.
      2. Rusya'da yaşayan hiçbir yurttaş, cinsi ve dini ne olursa olsun, kökeni ya da bir ulustan oluşuna bakılarak, siyasal ya da herhangi bir hakkından yoksun edilemez.
      3. Toplumsal ve siyasal yaşamın herhangi bir noktasında Yahudilere karşı sınırlamalar koymuş olan yasaların tümü, geçici düzenlemeler, yasalara eklenmiş hükümler yürürlükten kaldırılmıştır. IX. cildin, "Yahudiler, kendilerini ilgilendiren özel yasaların çıkarılmadığı hallerde genel hükümlere tabidir" hükmünü kapsayan 767. maddesi kaldırılmıştır. [sayfa 140] Yahudi erin bir yerde oturma, dilediği yere gitme eğitim, devlet dairelerinde kamu görevi alma, seçme, askerlik hizmetine girme, kentlerde ve köylerde taşınmaz mal satın alma ya da kiralama, serbest bir meslek seçme vb hakkına ilişkin her türlü sınırlama kaldırılmıştır.
      4. Yahudilerin haklarını sınırlayan ve yürürlükten kaldırılmaya konu olan yasaları, buyrultuları, geçici düzenlemeleri, vb. içeren bir liste bu yasaya eklenmiştir. [sayfa 141]
     
       
Put Pravdi, n° 48, Collected Works,
28 Mart 1914 vol. 20, s. 172-173.

 
 
 
 

ULUSAL SİYASET SORUNU
      ÜZERİNE[
67]


      HÜKÜMETİMİZİN ulusal sorun konusundaki siyaseti üzerinde durmak istiyorum. İçişleri bakanlığımızın yetkileri çerçevesine giren en önemli sorunlardan biri budur. Dumanın bu bakanlık bütçesine ait son görüşmelerinden bu yana, bizim egemen sınıflarımız, Rusya'daki ulusal sorunu ön plana çıkarmaya ve daha da sivrileştirmeye koyuldular.
      Beylis olayı, tüm uygar dünyanın dikkatini Rusya'ya çevirdi ve bu ülkedeki utanılası durumu gözler önüne serdi. Rusya'da yasatanırlığın y'si kalmamıştır. Yönetim ve polis, Yahudilere, diledikleri gibi utanmazcasına zulmetmekte alabildiğine başıboş bırakılmıştır; bu başıboşluk, onların suçlarını örtmeye, o suçlara gözyummaya kadar vardırılmıştır. Beylis olayının sonucu işte budur. ... Arasındaki en içsel ve [sayfa 142] yakın bağlantıyı ortaya koyan bu olay ...[5*]
      Rusya'da genel kırım havasının estiğini söylerken abartmadığımı göstermek için, "bakan-atayıcı", en "güvenilir", en tutucu yazar prens Meşçerski'nin kanıtını buraya aktarabilirim. Prens Meşçerski'nin gazetesi Grajdanin'de[68] yayınlanan "Kievli bir Rus"un görüşü şöyle:
      "Boğucu bir hava içinde yaşıyoruz; nereye giderseniz gidin, kulaktan kulağa fısıltı, entrika var; her yerde kana susamışlık, her yerde muhbirin o leş kokusu, her yerde nefret, her yerde homurdanma, her yerde ah vah. ...[5*]
      ... Rusya'nın alıp-verdiği hava. Böyle bir hava içinde yasadan, yasatanırlıktan, anayasadan, benzeri bön liberal kavramlardan sözetmek, yalnızca gülünçtür, ya da durum bunca ciddi olmasaydı gülünç olurdu!
      Zeki ve gözlemci olmayanlar bile bu havayı her gün kokluyorlar, duyuyorlar. Ne var ki bu genel kırım havasının anlam ve önemini ortaya dökecek cesaret herkeste yok. Ülkemizde neden böyle bir hava egemen? Böyle bir hava nasıl egemen olabiliyor? Çünkü ülke gerçekte, güç-bela gizlenebilmiş bir iç savaş durumundadır. Bazı kişiler bu durumu itiraf etmeyi tatsız buluyorlar; bu durumun üstüne bir örtü çekmişlerdir. Liberallerimiz, yani hem terakkiciler,[69] hem kadetler, böyle bir örtüyü, aşağı-yukarı "anayasal" sayılabilecek teori parçacıklarını biraraya getirerek dikip ortaya çıkarmayı özellikle severler. Ne var ki, halkı temsil eden kişilerin Duma kürsüsünden örnek olacak aldatmacalar yaymalarından daha zararlı daha caniyane bir şey olduğunu sanmıyorum.
      Eğer gerçekle yüzyüze gelmek bizi korkutmazsa ve ülkenin, güçlükle gizlenmiş bir iç savaş durumunda bulunduğu gerçeğini itiraf edersek hükümetin —"hükümet" dediğim için beni bağışlayın— Yahudilere ve tüm "bağımlı halklara" yönelik tüm siyaseti bir anda apaçık ortaya çıkacak, bu siyasetin doğal ve kaçınılmaz olduğu hemen anlaşılacaktır. Hükümet yönetmiyor, savaş veriyor.
      Hükümet, bu savaşta, "gerçekten Ruslara özgü" olan genel kırım yöntemlerini seçmektedir, çünkü elinin altında başka yöntem yoktur. Herkes, gücünün yettiğince kendini savunur. Purişkeviç'ler ve arkadaşlarıysa, kendilerini, bir [sayfa 143] "genel kırım" siyaseti izlemekten başka türlü savunamazlar, çünkü onların elinde başka araç yok. İç çekip ah-vah etmek hiçbir işe yaramaz. Bir anayasadan ya da yasalardan veya yönetim sisteminden sözetmekle yetinmek zırvadır. Çünkü burada sözkonusu olan, Purişkeviç ve şürekasının sınıf çıkarlarıdır, bu sınıfın içinde bulunduğu güç durumdur.
      Ya bu sınıfla, sözde kalmayacak bir biçimde, kesin kararlılıkla hesaplaşılmalıdır ya da Rusya'nın tüm siyasetinde "genel kının" havasının kaçınılmaz, kendisinden kurtulanamaz bir şey olduğu kabul edilmelidir. Ya bu siyasete teslim olun, ya da halkın, yığınların ve hepsinin önünde de proletaryanın bu siyasete karşı yürüttüğü hareketi destekleyin. Ortada yalnızca bu iki yol var. Orta yol yok.
      Rusya'da "hükümetin planlarına" uysun diye çarpıtılmış, resmî, yani apaçık biçimde abartılmış istatistiklere göre bile, Büyük-Ruslar, tüm ülke nüfusunun yüzde 43'ünden fazlasını oluşturuyor değil. Rusya'da Büyük-Ruslar nüfusun yandan azını meydana getiriyor. Resmen, Stolipin'in "bizzat kendisi"ne göre, Küçük-Ruslarla Ukraynalılar bile "bağımlı halk" sayılmaktadır. Bu durumda, Rusya'da, "bağımlı halklar" nüfusun yüzde 57'sini oluştururlar, yani nüfusun çoğunluğudurlar, neredeyse nüfusun beşte-üçüdürler. Gerçekteyse beşte-üçten fazladırlar. Dumada, ben, Ekaterinoslav guberniyasını (İl.-ç) temsil ediyorum. Ora halkının büyük çoğunluğu Ukraynalıdır. Şevçenko[70] onuruna düzenlenen anma törenlerinin yasaklanması, hükümet aleyhtarı propaganda açısından, şahane, istisnai denecek ölçüde hoşnutluk verici, müthiş bir girişim olmuştur. O kadar ki, hiçbir şey, hükümet aleyhinde bu kadar etkin bir propaganda sağlayamazdı. Sanırım, bizim en iyi propaganda yapan sosyal-demokratlarımızdan hiçbiri, bu kadar kısa bir süre içinde, hükümete muhalefet yaratmakta bu girişimin sağladığı müthiş başarıyı sağlayamazdı. Bu yasak kararından sonra milyonlarca ve milyonlarca alelade insan, kamusal bilinç taşıyan yurttaşlar haline dönüşmeye başladı ve "Rusya, bir uluslar hapisanesidir" sözündeki gerçeği görür oldu.
      Şimdi sağdaki partilerimizle ulusalcılarımız, "mazeppistler"e karşı şiddetle feryat ediyorlar. Ünlü Bobrinski'miz de, Ukraynalıları Avusturya hükümetinin zulmüne karşı öylesine [sayfa 144] görkemli bir demokratik aşkla savunuyor ki, görenler, onun Avusturya Sosyal-Demokrat Partisine katılmak istediğini sanır. Ama "mazeppizm"le kastedilen şey, Avusturya'ya doğru yanaşmak, Avusturya'nın siyasal sistemine öncelik vermekse, Avusturya'da Ukraynalılara zulmedildiğinden yakman, o zulme atıp tutan Bobrinski, "mazeppist”lerin hiç de en az önde gelenlerinden biri olmayacak. Düşünün, örneğin benim temsil ettiğim Ekaterinoslav guberniyasında oturan bir Rus Ukraynalı için, bunları duymak ya da okumak ne müthiş bir şeydir! Eğer Bobrinski'nin "bizzat kendisi", eğer ulusalcı Bobrinski, eğer kont Bobrinski, eğer eşraf Bobrinski, eğer fabrika sahibi Bobrinski, eğer en yüksek soylu tabakayla (hemen hemen tüm "çevre”yle) ilişkisi olan Bobrinski, çevresi çitle çevrilmiş Yahudi bölgeleri türünden, despot valilerin arzusuyla Yahudilerin utanç verici biçimde sürülmesi türünden, ya da okullarda ana dilin yasaklanması türünden şeylerin bulunmadığı Avusturya'da ulusal azınlıkların haksızlık ve zulümle yüzyüze bulundukları kanısındaysa, o zaman Rusya'daki Ukraynalılar için ne buyurulur? Rusya'daki öteki "bağımlı uluslar" için ne buyurulur?
      Sağcılar kadar, Bobrinski ve öteki ulusalcılar, Rusya'daki "bağımlı halklar"a, yani Rusya nüfusunun beşte-üçüne, Avrupa ülkeleri içinde en geri olan Avusturya'yla karşılaştırıldığı zaman bile Rusya'nın geri olduğu gerçeğini göstermiş olmuyorlar mı?
      Asıl nokta şu: Purişkeviç'ler tarafından yönetilen ya da Purişkeviç'lerin ayakları altında inleyen Rusya'da durum o ki, ulusalcı Bobrinski'nin sözleri, sosyal-demokrat propagandayı hayran olunası bir biçimde açıklıyor ve besliyor.
      Soylu fabrika ve toprak sahibi Bobrinski, bu yolda devam et; Avusturyalı ve Rus Ukraynalıları uyandırmamıza, aydınlatmamıza, harekete geçirmemize, kuşku yok, yardım ediyorsun! Ekaterinoslav'da, Ukraynalıların Rusya'dan ayrılmalarından yana başarılı bir propaganda yaptığı için birçok Ukraynalının kont Bobrinski'ye bir teşekkür mektubu göndermek istediklerini işittim. Hiç şaşırmadım. Bir yüzünde, Şevçenko'yu anma törenlerini yasaklayan ferman, öteki yüzünde Bobrinski'nin Ukraynalılardan yana sözlerinden alıntılar olan propaganda broşürleri gördüm. Bu broşürleri, Bobrinski'ye, Purişkeviç'e ve öteki bakanlara göndermelerini [sayfa 145] salık verdim.
      Purişkeviç'le Bobrinski, Rusya'yı demokratik bir cumhuriyete dönüştürmekte eşsiz birer kışkırtıcı. Kadetler dahil liberallerimiz ise, ulusal siyasetin belli temel sorunları üzerinde Purişkeviç'lerle anlaşma içinde olduklarını halktan gizlemeye çalışıyorlar. Herkesin bildiği gibi, ulusal bir siyaset güden içişleri bakanlığının bütçesi üzerinde konuşurken, Anayasacı Demokrat Partinin, içişleri bakanlığı yetkilileriyle böyle bir anlaşma içinde olduğunu belirtmeseydim, görevimi tam yapmış olmazdım.
      Gerçekten de —ılımlı bir dille söylersek— içişleri bakanlığına "muhalefet etmek" isteyenlerin, aynı zamanda, bu bakanlığın, Kadet kampındaki ideolojik dostlarını bilmesi gerekmez mi?
      Reç'in bir haberine göre, Anayasacı Demokrat Parti ya da "halkın özgürlüğü partisi" bu yıl 23-25 Mart tarihleri arasında olağan kurultayını St. Petersburg'da yaptı.
      "Ulusal sorunlar" diyor Reç (n° 83) "çok canlı ... bir biçimde tartışıldı. N. V. Nekrasov'la A. M. Kolyubakin'in desteklediği Kiev milletvekilleri, ulusal sorunun şimdiye kadar olduğundan daha azimle karşılanması gereken ve gelişmekte olan temel bir öğe olduğunu söylediler. Ancak F. F. Kokoşkin, gerek programın, gerek geçmiş siyasal deneyimin, "ulusal-topluluklar" için siyasal kaderi tayin hakkına ilişkin "esnek formüller"in dikkatle ele alınmasını gerektirdiğini söyledi.
      Konu üzerinde Reç'in açıklaması böyle. Gerçi bu açıklama, olabildiği kadar çok sayıda okuru karanlıkta tutmak üzere gayet dikkatli bir dille yazılmış, ama düşünen ve gözlem yeteneği olan herkes için, işin özü apaçık ortada. Kadetlere yakınlık gösteren ve onların görüşlerini dile getiren Kievskaya Mıysl,[71] Kokoşkirı'in konuşmasını şu yorumu ekleyerek haber veriyor: "Çünkü bu, devletin parçalanmasına yolaçabilir."
      Kuşku yok ki, Kokoşkin'in konuşmasının özü buydu. Kadetler arasında, Kokoşkin'in görüşleri, Nekrasov'larla Kolyubakin'lerin aşırı ölçüde çekingen demokrasi anlayışına bile egemen olmuştu. Kokoşkin'in görüşü, (Rusya'da azınlıkta oldukları halde) Büyük-Rusların ayrıcalıklarım, üstelik içişleri bakanlığıyla elele savunan ulusalcı Büyük-Rus liberal [sayfa 146] burjuvasının görüşüdür. Kokoşkin, içişleri bakanlığının görüşünü "teorik" olarak savunmuştur — işin özü, canalıcı noktası budur.
      Ulusal-toplulukların "siyasal kaderlerini tayin hakkını daha dikkatle ele almak"... "Devletin dağılmasına yol" açmamasına dikkat etmek — işte Kokoşkin'in ulusal siyasetinin özü budur. Bu siyaset, içişleri bakanlığının güttüğü siyasetin ana doğrultusuna tamı tamına uyuyor. Ancak, Kokoşkin'le öteki kadet önderler bebek değiller. "Kutsal dinlenme günü (Sabbath) insanlar içindir, insanlar kutsal dinlenme günü için değildir" sözünü pek iyi bilirler. Devlet halk içindir, halk devlet için değil. Kokoşkin'le öteki kadet önderler bebek değiller. Ülkemizde, devletin (aslında) Purişkeviç sınıf olduğunu bilirler. Devletin bütünlüğü, Purişkeviç sınıfın bütünlüğü demektir. İnsan onların siyasetinin özüne, diplomatik süslerini bir yana koyarak bakacak olursa, Kokoşkin'lerin kaygılarının ne olduğunu çok iyi görür.
      Sorunu gözler önünde canlandırabilmek için aşağıdaki basit örneği vereceğim. Bildiğiniz gibi Norveç, 1905 yılında, Norveç'e savaş tehdidinde bulunan İsveçli toprak sahiplerinin şiddetli itirazları arasında İsveç'ten ayrıldı. İyi bir talih eseri, İsveçli feodaller, Rusya'daki kadar güçlü değiller. Bu nedenle savaş olmadı. Azınlık nüfusuyla Norveç, feodallerle militarist partinin istediği biçimde değil, ama barışçıl, demokratik, uygar bir biçimde ayrıldı. Ne oldu? Bu halkın zararına mı oldu? Uygarlık, demokrasi, ya da emekçi sınıfın çıkarları, bu ayrılıştan zarar mı gördü?
      Asla! Gerek İsveç, gerek Norveç, Rusya'dan çok daha uygardırlar. Ulusal-toplulukların "siyasal kaderlerini tayin etmeleri" formülünü demokratik bir biçimde uygulamayı başardıkları için uygardırlar. Zorlayıcı bağların koparılıp atılması, hem dil açısından, hem başka bakımlardan birbirlerine çok yakın olan bu iki ulus arasında gönüllü iktisadi bağları, kültürel dostluğu ve karşılıklı saygıyı güçlendirmiştir. İsveç ve Norveç halklarının ortak çıkarları ve birbirlerine olan yakınlıkları, gerçekte, bu ayrılıktan kazançlı çıkmıştır, çünkü ayrılık zorlayıcı bağların koparılıp atılması demek olmuştur.
      Kokoşkin'le Anayasacı Demokrat Partinin, bizi "devletin dağılması" olasılığıyla korkutmaya çalışırken ve tüm [sayfa 147] uluslararası demokrasinin hiçbir kuşku göstermeksizin kabul ettiği apaçık bu formülü, ulusların "siyasal kaderlerini tayin etmeleri" formülünü "dikkatle idare etmemiz"de ısrar ederken, kesinlikle içişleri bakanlığının yanında yeraldıklarını, umarım bu Norveç örneği açıkça gözler önüne sermiştir. Biz sosyal-demokratlar, ulusalcılığın her türlüsüne karşıyız, demokratik merkeziyetçiliği savunuruz. Partikülarizme[6*] karşıyız. Bütün öteki koşullar eşit olduğu takdirde, iktisadi ilerlemenin ve proletarya ile burjuvazi arasındaki savaşımın sorunlarını, büyük devletlerin, küçük devletlerden daha etkin biçimde çözümleyebileceğine inanırız. Ama biz, ancak gönüllü bağlara değer veririz, zorlayıcı bağlara değil. Her nerede, uluslar arasında zorlayıcı bağlara tanık olursak, gerçi her ulus ayrılmak zorundadır diye bir görüşte direnmeyiz, ama her ulusun siyasal kaderi tayin hakkında, yani ayrılma hakkında kesinlikle ve kuvvetle direniriz.
      Bu hakkı tanımak, savunmak ve bu hak üzerinde direnmek demek, ulusların eşitliğinde direnmek demektir, zorlayıcı bağları tanımayı reddetmek demektir, hangi ulus olursa olsun herhangi bir ulusun devlette ayrıcalıkları olmasına karşı durmak demektir, değişik ulusların proletaryası arasında tam bir sınıf dayanışması ruhu yaratmak demektir.
      Zorlayıcı, feodal ve militarist bağların yerine gönüllü bağları koymak, değişik ulusların proletaryası arasındaki sınıf dayanışmasını güçlendirir.
      Her şeyin üstünde, halka yönelik özgürlüklerde ulusların eşitliğine değer veririz ve sosyalizm için...[7*]
      Ve Büyük-Rusların ayrıcalıkları konusunda direniriz. Hiçbir ulusa herhangi bir ayrıcalık yok, uluslar tam olarak eşit olmalıdır. Tüm ulusların işçileri birleşmeli kaynaşmalı-dır, deriz.
      Bundan onsekiz yıl önce, 1896'da, Londra'da yapılan İşçi ve Sosyalist Örgütler Enternasyonal kongresi, ulusal sorun konusunda, hem "halka yönelik özgürlükler", hem sosyalizm için izlenecek tek doğru yolu gösteren bir karar kabul etmiştir. O karar şöyle der: [sayfa 148]
      "Bu kongre, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin hakkından yana olduğunu ilan eder ve askerî ve ulusalcı bir boyunduruğun ya da başka türlü bir mutlakiyet boyunduruğunun altında bulunan ülkeler işçilerine duyduğu yakınlığı (sympathy) dile getirir. Bu kongre, bütün bu ülkeler işçilerini, uluslararası kapitalizmin yenilgisi ve uluslararası sosyal-demokrasinin amaçlarının başarısı için birlikte savaşmak üzere, sınıf bilinci taşıyan dünya işçilerinin safına katılmaya çağırır."
      Biz de Rusya ulusları işçilerini, saflarını birleştirmeye çağırıyoruz. Çünkü ulusların eşitliğini ve halka yönelik özgürlükleri ancak böyle bir birlik güvence altına alabilir ve sosyalizmin çıkarlarını ancak böyle bir birlik sağlama bağlayabilir.
      1905 yılı, Rusya'da bütün ulusların işçilerini birleştirmiştir. Gericiler ulusal düşmanlığı kışkırtmaya çalışıyorlar. Bütün ulusal-toplulukların liberal burjuvazisi, hepsinin önünde de Büyük-Rus burjuvazisi, kendi ulusunun ayrıcalıkları için savaşıyor (örneğin Polonya kolosu[72] Polonya'daki Yahudilerin eşit haklara sahip olmasına karşı çıkıyor), ulusal ayrım için, kendi ulusunun tek olması için savaşıyor, böylece de bizim içişleri bakanlığımızın güttüğü siyasetin yürümesine yardım ediyor.
      Buna karşılık, işçi sınıfının önderliğindeki gerçek demokrasi, ulusların tam eşitliği ve sınıf savaşımlarında bütün uluslar işçilerinin birliği bayrağını yüce tutar. Bu açıdan biz, "kültürde ulusal özerklik" denen şeyi, yani belli bir devlet içinde eğitim işlerinin ulusal-topluluklara göre bölünmesini ya da eğitimin devletin elinden alınması ve ayrı ayrı örgütlenmiş ulusal-topluluklara verilmesi önerisini reddederiz. Demokratik bir devlet, çeşitli bölgelerine, özellikle karma nüfuslu bölgelerine özerklik vermelidir. Bu tür bir özerklik, demokratik merkeziyetçilikle hiçbir biçimde çelişmez; tam tersine, karma bir nüfusu olan geniş bir devlette gerçek demokratik merkeziyetçilik, ancak bölgesel özerklikle mümkün olabilir. Demokratik bir devlet, yerli dillere tam bir özgürlük tanımak ve herhangi bir dilin bütün ayrıcalıklarını ortadan kaldırmak zorundadır. Demokratik bir devlet, bir ulusun başka bir ulusu, belli bir bölgede ya da kamu işlerinin herhangi bir dalında ezmesine ya da baskı altına [sayfa 149] almasına izin vermeyecektir.
      Eğitimin devlet elinden alınması ve ayrı ayrı örgütlenmiş ulusal-topluluklar arasında uluslara göre bölünmesiyse demokrasi açısından zararlıdır, proletarya açısındansa bir kat daha zararlıdır. Bu uluslar arasında ayrımcılık güdülmesini beslemekten başka bir şeye yaramaz. Oysa biz, ulusları birleştirmeye çalışmalıyız. Ayrımcılık, şovenizmin artmasına yolaçar. Oysa biz bütün ulusların işçilerini olabildiği ölçüde yakın bir birliğe getirmeye çalışmalıyız; her türlü şovenizme karşı, kendi ulusunu ayrı tutmaya dönük her türlü anlayışa karşı, ulusalcılığın her türlüsüne karşı ortak bir savaşım vermek üzere birleştirmeye çalışmalıyız. Bütün ulusların işçileri için tek bir eğitim siyaseti vardır: Yerli dilin özgürlüğü ve demokratik ve laik eğitim.
      Rusya'daki tüm siyasal sisteme karşı etkili bir propaganda yaptıkları ve Rusya'nın demokratik bir devlete dönüşmesinin kaçınılmazlığını ortaya koyan bir ibret dersi verdikleri için, sözümü, Purişkeviç'e, Markov Il'ye ve Bobrinski'ye şükranlarımı belirterek bitiriyorum. [sayfa 150]
   
 
6 (19) Nisan 1914'ten sonra Collected Works,
yazıldı.
İlk kez 1924'te
Proletarskaya Revolutsia,
n° 3 (26)'te
yayınlandı.
vol. 20, s. 217-225.

 
 
 
 

ULUSAL EŞİTLİK


      PUT PRAVDİ
, n° 48 (28 Mart) Dumadaki Rus sosyal-demokrat işçi grubu, ulusal eşitlik yasa tasarısının ya da resmî adıyla "Yahudilere Hiçbir Yetki Tanınmayışını ve Köken ve Bir Ulusa Bağlılık Temeline Dayalı Sınırlamaları Kaldırmayı Öngören Tasarı"nın metnini yayınladı.
      Rus işçiler, salt var olma ve geçimlerini sağlama savaşımının yarattığı dehşet ve karışıklık ortamında, Rusya'da yaşayan onmilyonlarca "bağımlı halk"ı inim-inim inleten ulusal baskı boyunduruğunu unutamazlar, unutmamalıdırlar. Egemen ulus —Büyük-Ruslar—toplam imparatorluk nüfusunun yüzde 45 kadarını oluşturuyor. Her 100 kişiden 50'yi aşkını "bağımlı halk"tır.
      Bu geniş nüfusun yaşam koşulları Ruslarınkinden daha kötüdür. [sayfa 151]
      Ulusal-topluluklara zulüm siyaseti, ulusları bölme siyasetidir. Aynı zamanda halkın kafasını düzenli olarak yozlaştırma siyasetidir bu. Kara-yüzlerin planı, çeşitli uluslar arasında karşıtlığı kışkırtmak, bilisiz, horlanmış yığınların kafasını zehirlemektir. Herhangi bir kara-yüzler gazetesini alın elinize, göreceksiniz ki, Rus-olmayan ulusların ezilmesi, bir yanda Rus köylüsü, Rus küçük-burjuvazisi ve Rus zanaatçısı, öte yanda Yahudi, Finli, Polonyalı, Gürcü ve Ukraynalı köylü, küçük-burjuva ve zanaatçı arasında karşılıklı güvensizlik tohumlarını ekmek, tüm kara-yüzler çetesi için ekmek ve su kadar önemlidir.
      Ancak işçi sınıfının gereksindiği şey, bölünme değil, birliktir. İşçi sınıfının en büyük düşmanı, onun düşmanlarının bilisiz yığınlar arasında ektikleri vahşice önyargılar ve boşinanlardır. "Bağımlı halklar"a zulüm, iki ağzı da kesen bir silahtır, hem "bağımlı halklar"ı, hem Rus halkını keser.
      İşte işçi sınıfı, hangi biçim altında olursa olsun ulusal-topluluklara zulmedilmesine, bu nedenle sert bir biçimde karşı çıkmalıdır.
      İşçi sının, dikkatini Rus-olmayanların üzerine saldırmaya çekmek isteyen kara-yüzlerden gelme kışkırtmaları, tam eşitlik gereğine, herhangi bir ulusun sahip olduğu her türlü ayrıcalığın tam ve kesin biçimde reddi gereğine duyduğu inancı dile getirerek karşılamalıdır.
      Kara-yüzler, Yahudilere karşı özellikle zehirli bir nefret kampanyası yürütüyorlar. Purişkeviç'ler bütün günahlarını Yahudilerin sırtına yüklemeye çalışıyorlar.
      Dumadaki RSDİ grubu, tasarısında, Yahudilere yetki tanınmayışı olayına ağırlık vererek, bu bakımdan çok yerinde bir iş yapmıştır.
      Okullar, basın, parlamento kürsüsü — her şey, her şey, Yahudilere karşı bilisiz, vahşice, kısır bir nefret yaratmak için kullanılmaktadır.
      Bu kirli ve alçakça işi, yalnızca kara-yüzler denen ayaktakımı değil, ama onların yanısıra gerici profesörler, araştırmacılar, gazeteciler ve Duma üyeleri de yapıyor. Halkın zihnini bulandırmak için milyonlarca, milyarlarca ruble harcanıyor.
      Rus
işçilerin, ulusal-topluluklara baskıya karşı olan bu tasarıyı, onbinlerce proleterin imzasıyla ve bildirileriyle [sayfa 152] desteklemeleri, onlara onur kazandırır... Hangi ulustan olduklarına bakmaksızın tüm Rusya işçilerinin tam birliğini ve kaynaşmasını pekiştirmenin en iyi yolu budur. [sayfa 153]
   
 
Put Pravdi, n° 62, Collected Works,
16 Nisan 1914 vol. 20, s. 237-238

 
 
 
 

ULUSLARIN EŞİTLİĞİ VE ULUSAL
AZINLIKLARIN HAKLARININ
KORUNMASI HAKKINDA TASARI[
73]


      1. Rusya'nın kırsal ve kentsel yönetim birimlerinin (köyler, volostlar, uyezdler, guberniyalar, kasabaların kesim' ve bölümleri, dış mahalleler, vb.) sınırları, bugünkü ekonomik koşullar ve nüfusun ulusal bileşimi hakkındaki kayıtlar temel alınarak gözden geçirilecektir.
      2. Bu kayıtlar, genel, doğrudan, eşit ve gizli oyla ve nispi temsil esası çerçevesinde seçilecek kurullar tarafından tutulacaktır; (nispi temsil esası çerçevesinde) bir kurul üyesi seçemeyecek kadar küçük olan ulusal azınlıklar, istişari görev yapacak olan bir kurul üyesi seçeceklerdir.
      3. Yeni sınırlar, ülkenin merkez parlamentosunca onaylanacaktır.
      4. Hiçbir ayrım yapmaksızın ülkenin her yöresinde, genel, doğrudan, eşit ve gizli oyla ve nispi temsil esası çerçevesinde [sayfa 154] seçilmiş yerel özyönetim kurulacaktır; özel yer konumsal ya da iktisadi koşullar ve yaşam koşulları altında bulunan ya da nüfus bileşimi özellik gösteren bölgeler, özerk bölge olma ve özel bölge diyeti seçme hakkına sahip olacaktır.
      5. Özerk diyetlerin ve yerel özyönetimlerin yetki sınırları, ülkenin merkez parlamentosunca kararlaştırılacaktır.
      6. Devletteki bütün uluslar mutlak olarak eşittir; herhangi bir ulusa ya da sahip olduğu dile her türlü ayrıcalık anayasaya aykırı sayılır ve hiçbir biçimde kabul edilmez.
      7. Belli bir bölgede ya da çevrede, devlet ve kamu işlerinin yürütülmesinde hangi dilin kullanılacağına yerel özyönetim kurumları ve özerk diyetler karar verecektir; ancak bütün ulusal azınlıklar, eşitlik ilkesi temeline dayalı olarak kendi dillerinin mutlak biçimde korunmasını isteme hakkına, örneğin devletten ve kamu kuruluşlarından, onlara hitabedilen dilde karşılık alma hakkına, vb. sahip olacaklardır. Ulusal azınlıkları da kapsayan dillerin eşitliği ilkesini ihlal eden zemstvolar, kentler, vb. tarafından parasal, yönetsel, yasal alanlarda ve öteki alanlarda alınmış kararlar ve önlemler geçerli sayılmayacak ve nerede oturursa otursun, devletin herhangi bir yurttaşınca yapılacak itiraz üzerine iptal edilecektir.
      8. Devletin, kırsal ya da kentsel her özyönetim birimi, nüfusun kültürel ve eğitsel gereksinmeleri için yapılacak harcamaları kent ve zemstvo kurumlarının denetim ve yönetimi altında tümüyle ve özerk olarak gözetmek üzere, genel, doğrudan, eşit ve gizli oyla ve nispi temsil esası çerçevesinde eğitim kurulları seçecektir.
      9. Karma nüfuslu bölgelerde eğitim kurullarının üye sayısı yirmiden az olmayacaktır. Bu sayı, özyönetim kurullarınca ve özerk diyetlerce artırılabilir. Ulusal azınlığın, nüfusun yüzde 5'ine kadar çıktığı bölgeler karma nüfuslu sayılır.
     
      10. Bir özyönetim biriminde, nispi temsil esası çerçevesinde, eğitim kuruluna bir üye seçemeyecek kadar küçük olan her ulusal azınlık, kurula istişari yetki taşıyan bir üye seçme hakkına sahip olacaktır.
      11. Belli bir bölgede, ulusal azınlıkların kültürel ve eğitsel gereksinimlerine harcanan paranın, genel harcama içindeki payı, ulusal azınlıkların o bölgede tüm nüfus içindeki oranından daha az olmayacaktır. [sayfa 155]
      12. Devletin her yöresinde her on yılda bir, yurttaşların kullandığı yerel dili dikkate alan bir nüfus sayımı yapılacaktır; karma nüfuslu bölge ve çevrelerde nüfus sayımı her beş yılda bir yapılacaktır.
      13. Eğitim kurullarınca alman ve ulusların ya da bölge halkınca kullanılan dillerin tam eşitliğini ya da kültürel ve eğitsel harcamaların ulusal azınlıkların nüfus içindeki oranıyla uyuşumlu olması ilkesini ihlal eden tüm karar ve önlemler geçersiz sayılacak ve her nerede oturursa otursun herhangi bir yurttaşın itirazı üzerine iptal edilecektir. [sayfa 156]
   
 
6 (19) Mayıs 1914'den sonra yazıldı. Collected Works,
İlk kez 1937de Lenin Miscellany XXX’da yayınlandı. vol. 20, s. 281-283.




Dipnotlar


[2*] Collected Works, vol. 18, s. 427-29'a bakınız. -Ed.
[3*] Bkz: Collected Works, vol. 18, s. 461 ve vol. 19, s 427-29. -Ed.
[4*] Bkz: Collected Works, vol. 20, s. 20-21. -Ed.
[5*] Yazının bu noktalardan sonra gelen sayfaları bulunamamıştır. -Ed.
[6*] Bir partiye, bir hizbe, bir ulusa özel bir bağlılık gösterme. Bir imparatorluk ya da federasyon içindeki her devletin kendi hükümetine, kendi yasalarına, kendi haklarına sahip olmakta özgür bırakılması ilkesi. -ç.
[7*] Elyazmasının bundan sonraki iki sayfası bulunamamıştır. -Ed.



Sayfa başına gidiş