DİYALEKTİK SORUNU ÜZERİNE [1*]
Tek bir bütünün parçalanması ve onun çelişkili parçalarının kavranması (bkz: Lassalle'ın
[2*] Heraklitos üzerine yazdığı kitabın "Kavrama Üzerine" Ill. kesimin başlangıcında, Heraklitos konusunda Philo'dan,alıntı), diyalektiğin
ö z ü d ü r ("temellerinden" biri, başta gelen değilse, başta gelen özelliklerinden ya da niteliklerinden biridir). Hegel de sorunu tıpkı böyle koymuştur. (Aristoteles,
[3*] Metafizik'inde sürekli olarak bununla
u ğ r a ş ı r ve Heraklitos'la ve heraklitosçu düşüncelerle savaşır).
Diyalektiğin içeriğinin bu yönünün doğruluğu,
[sayfa 412] bilim tarihi ile sınanmalıdır. Diyalektiğin bu yönü (örneğin Plehanov'da) çoğu zaman yeterince ilgi görmez: karşıtların özdeşliği
ö r n e k l e r i n toplamı olarak alınır ["örneğin bir tohum", "örneğin ilkel komünizm". Aynı şey Engels için de doğrudur.
[4*] Ama bu, "konunun basitleştirilmesi uğruna ..." yapılır], bir
k a v r a m a y a s a s ı olarak (
v e nesnel dünyanın bir yasası olarak) değil.
    Matematikte : + ve -. Diferansiyel ve integral.
   Mekanikte : etki ve tepki.
   Fizikte : artı ve eksi elektrik.
   Kimyada : atomlarin bileşimi ve çözülmesi.
   Toplumbilimde : sınıf mücadelesi.
Karşıtların özdeşliği (onların "birliği" demek belki de daha doğru olurdu — bununla birlikte özdeşlik ve birlik terimleri arasındaki farklılık, burada pek önem taşımaz;
[5*] belli bir anlamda her ikisi de doğrudur) doğanın (zihin ve toplum da
dahil)
t ü m görüngülerindeki ve süreçIerindeki çelişen,
birbirlerini karşılıklı dıştalayan, karşıt eğilimlerin tanınması (keşfedilmesi) dir. Dünyanın tüm süreçlerinin
"kendi hareketleri" içinde, kendiliğinden gelişmeleri içinde, gerçek yaşamları içinde bilinmeleri koşulu, onların bir karşıtların birliği olarak bilinmesidir. Gelişme karşıtların "mücadelesi"dir. Gelişmenin (evrimin) iki temel (ya da iki olası? ya da tarihsel olarak gözlemlenebilen iki?) kavramı şunlardır: azalış ve artış olarak, yineleniş olarak gelişme
ve karşıtların birliği olarak gelişme (bir birliğin karşılıklı olarak birbirlerini dıştalayan karşıtlara bölünmesi
[sayfa 413] ve onların karşılıklı ilişkileri).
Hareketin ilk kavranışında,
k e n d i k e n d i n e-hareket, onun
i t i c i gücü, onun kaynağı, onun nedeni, karanlıkta kalır (ya da bu kaynak
dışşal hale getirilir. Tanrı, özne, vb.). Hareketin ikinci kavranışında başlıca dikkat, kesenkes
"k e n d i k e n d i n e"-hareketin
kaynağının bilgisine yöneltilir.
Birinci kavrayış, cansız, soluk ve kurudur. İkincisi canlıdır.
Y a l n ı z ikincisi, var olan her şeyin "kendikendine-hareketinin" anahtarını verir; yalnız o, "sıçramaların", "sürekliliğin kesintiye uğramasının", "karşıtlara dönüşmenin", eskinin yıkılmasının ve yeninin doğuşunun anahtarını verir. Karşıtların birliği (çakışması, özdeşliği, eşit hareketi) koşullara bağlı, geçici, süreksiz, görelidir. Birbirlerini dıştalayan karşıtların mücadelesi, tipki gelişme ve hareketin mutlak oluşu gibi mutlaktır.
NB: Öznelcilik (kuşkuculuk, bilgiçlik vb.) ve diyalektik arasındaki ayırım, yeri gelmişken diyelim ki, (nesnel) diyalektikte, mutlak ile göreli arasındaki farklılığın bizzat göreli olmasıdır. Nesnel diyalektik için, göreli
içinde bir mutlak
vardır. Öznelcilik ve bilgiçlik için, göreli, yalnızca görelidir ve mutlakı dıştalar.
Marks,
Kapital'inde, önce, burjuva (meta) toplumunun en basit, en sıradan ve en temel, en yaygın ve günlük
ilişkisini, milyonlarca kez karşılaşılan bir ilişkiyi, yani metaların değişimini tahlil eder. Bu çok basit görüngüde (burjuva taplumunun bu "hücre"sinde), tahlil, modern toplumun
[sayfa 414] t ü m çelişkilerini (ya da
tüm çelişkilerin tohumlarını) açığa çıkarır. Bundan sonraki sergileme, bize, bu çelişkilerin (
hem büyümesini,
hem de hareketini) ve bu toplumun başlangıçtan sonuna dek, onun ayrı ayrı parçalarının
S'ında (toplamında -ç.) gelişmesini bize gösterir.
Genel olarak diyalektiğin sergilenmesi (ya da incelenmesi) yöntemi de böyle olmalıdır (çünkü Marks'ta burjuva toplumunun diyalektiği, dlyalektiğin yalnızca özel bir durumudur). En basit, en sıradan, en yaygın vb., h e r h a n g i b i r
önerme ile başlayalım: ağacın yaprakları yeşildir; Ahmet bir adamdır; fino bir köpektir, vb.. Burada daha şimdiden
diyalektik (Hegel'in dehasının da kabul ettiği gibi) ile karşıkarşıyayız:
b i r e y e v r e n s e l d i r (bkz: Aristoteles,
Metaphysik, SchvegIer'in çevirisi, c. II, s. 40, 3. Kitap, 4. Bölüm, 8-9:
"denn natürlich kann man nicht der Meinung sein, dass es ein Haus (genel olarak bir ev) gebe ausser den sictbaren Häusern." [*] [6*] "
ou gar an neihmen eiuai tina oician para taz tinaz oiciaz".) Bunun sonucu olarak, karşıtlar (bireysel evrenselin karşıtıdır) özdeştir: bireysel, yalnızca evrensele yolaçan bağıntı içinde vardır. Evrensel, yalnızca bireysel içinde ve bireyselden geçerek vardır. Her bireysel (şu ya da bu yolda) bir evrenseldir. Her evrensel, bir bireyseldir (bir parçası ya da bir yönü, ya da onun özüdür). Her evrensel, bütün bireysel nesneleri ancak yaklaşık olarak kucaklar. Her bireysel, evrenselin içine eksik olarak girer, vb., vb.. Her bireysel, öteki t ü r d e n
[sayfa 415]bireysellerle (şeyler, görüngüler, süreçIer) binlerce geçişle bağlanmıştır, vb.. Biz
b u r a d a zorunluluğun, doğadaki nesnel ilişkinin öğelerine, tohumlarına, kavramlarına vb.
daha şimdiden sahibiz. Daha şimdiden, biz, burada, olabilirliğe ve zorunluluğa, görüngüye ve öze sahibiz; çünkü, biz, Ahmet bir adamdır, fino bir köpektir, bu bir ağaç yaprağıdır, vb. dediğimizde, biz,
olabilirlik olarak bir sürü sıfata
aldırış etmiyoruz; biz, özü görünüşten ayırıyor ve birini ötekinin karşısına koyuyoruz.
Böylece
herhangi bir önermede, diyalektiğin bütün öğelerinin tohumlarını bir "çekirdek" ("hücre") içinde ortaya koyabiliriz (ve koymalıyız), ve böylece diyalektiğin, genel olarak bütün insan bilgisinin bir özelliği olduğunu gösterebiliriz. Ve doğa bilimi, bize, aynı nitelikleriyle, bireyselin evrensele, olabilirliğin zorunluluğa dönüşümüyle, geçişler, değişiklikler, ve karşıtların karşılıklı bağıntısı ile nesnel doğayı gösterir (ve burada, gene
herhangi bir basit örnekte bu gösterilmelidir). Diyalektik (Hegel'in ve) marksizmin bilgi teorisi
d i r. Öteki marksistler bir yana, Plehanov, sorunun işte bu "yönüne" (bu, sorunun "bir yönü" değil, sorunun özüdür), hiç dikkat etrnemiştir.
Bilgi hem Hegel tarafından (
Logik'ine bakınız)
[7*] ve hem de doğa biliminin modern "bilgibilimcisi", hegelciliğin düşmanı (ki hegelciliği anlamamiştir!), seçmeci Paul Volkmann tarafından (bkz:
Erkenntnistheoretische Grundzüge,
[*] S.) bir daireler dizisi biçiminde gösterilmektedir.
[sayfa 416]
Felsefede "daireler": [kişilerin bir kronolojisi
gerekli mi? Hayır!]
Çok eski : Demokritos'tan Platon'a ve
Heraklitos'un diyalektigine.
Rönesans : Gassendi (Spinoza?)'ye
karşı Descartes.
Modern: Holbach-Hegel (Berkeley yoluyla
Hume, Kant). Hegel—Feuerbach
—Marks.
|
Gerçekliğe her yaklaşımın ve yaklaşıklığın sayısız eğilimleriyle (her eğilimden bir bütüne doğru büyüyen bir felsefi sistem ile)
yaşayan, (sürekli olarak artan yanlarıyla) çok yanlı bilgi olarak diyalektik — burada, temel
bahtsızlığı, diyalektiği,
Bildertheorie'ye,
[*] bilginin sürecine ve gelişimine uygulama yeteneksizliği olan "metafizik" materyalizmle kıyaslandığında, son derece zengin bir içerik ile karşıkarşıyayız.
Kaba, basit, metafizik materyalizm açısından felsefi idealizm, yalnızca saçmadır. Öte yandan diyalektik materyalizm açısıindan, felsefi idealizm, bilginin özelliklerinden, yönlerinden, yanlarından birinin, maddeden, doğadan ayrı tutulmuş, ilâhlaştırılmış bir mutlak haline, tek yanlı, abartılmış,
überschwengliches (Dietzgen) bir biçimde geliştirilmesi (şişirilmesi, gevşetilmesi)dir. İdealizm, papazca bilmesinlerciliktir. Doğru. Ama felsefi idealizm, (
"d a h a d o ğ r u s u" ve "a y r ı c a") insanın sınırsız olarak karmaşık (diyalektik)
[sayfa 417] b i l g i s i n i n e ğ i l i m l e r i n d e n b i r i aracılığıyla papazca bilmesinlerciliğe giden bir
yoldur.
İnsan bilgisi doğru bir çizgi değildir (ya da izlemez), sonsuzcasına bir dizi çembere, bir sarmala yaklaşan bir eğridir. Bu eğrinin herhangi bir parçası, bölüntüsü, kesimi, bağımsız, tam bir doğru çizgiye dönüştürülebilir, (tek yanlı olarak dönüştürülür), ki bu durumda (eğer bir kimse ağaç yüzünden ormanı görmüyorsa) bataklığa, (egemen sınıfların sınıf çıkarları tarafından
b a ğ l a n ı p k a l d ı ğ ı) papazca bilmesinlerciliğe varır. Tek-yönlülük ve tekyanlılık, cansızlık ve donukluk, öznelcilik ve öznelci körlük — işte idealizmin bilgibilimsel kökleri. Ve kuşkusuz, papazca bilmesinlerciliğin (=felsefi idealizmin)
bilgibilimsel kökleri vardır, temelsiz değildir;
kısır bir çiçektir kuşkusuz, ama canlı, verimli, gerçek, güçlü, kudretli, nesnel, mutlak insan bilgisinin yaşayan ağacında büyüyen kısır bir çiçek.
[sayfa 418]
Dipnotlar
[1*] "Diyalektik Sorunu Üzerine", Cahiers Philosophiques'in bir bölümüdür. Büyük bir olasılıkla 1912-1914 yılları arasında yazılmıştır. İlk kez, 1925'te, Marksizmin Bayrağı Altında (Almanca baskı, 1. yıl, 1925, defter 2) adlı dergide yayınlanmıştır.
[2*] Sözkonusu parça (Ferdinand Lassalle gesammelten Reden und Schriften), s. 400'dedir. Şöyle: "Çünkü bir, iki karşıttan birleşmiştir, öyle ki, eğer ikiye kesilirse, karşıtlar belirirler."
[3*] Aristoteles'e göre, Heraklitos'un: "Varlık ve yokluk aynı şeydir" ilkesi, çelişmezlik ilkesine ters düşer. Bir başka yerde, Aristoteles, Heraklitos'un felsefesinde, Her şey vardır ilkesinden çok, Hiç bir şey yoktur ilkesinin kabul edileceğini söyler. Sonunda, Heraklitos'u şöyle eleştirir: "Varlık ve yokluk aynı şeydir diyenler, her şeyin hareket halinde olmaktan çok hareketsizlik halinde olduğunu söylemiş olurlar, çünkü her şey, "her şeye eşit düştüğü" anda, şeyin dönüşebileceği durum tamamen eksik kalır."
[4*] Tarihin Birci Anlayışının Değişmesi Konusunda adlı yapıtında, Plehanov, Engels'in Anti-Dühring'inden iki parçayı yorumlar. Biri şöyle der:
"Bir arpa tanesi alalım. Böyle milyarlarca arpa tanesi öğütülür, pişirilir, sonra da tüketilir. Ama eğer böyle bir arpa tanesi kendisi için normal koşullar bulursa, eğer elverişli bir toprağa düşerse, ısı ve yaşlığın etkisi altında onda özgül bir dönüşüm olur, çimlenir: tane, tane olarak yok olur, yadsınır, onun yerine ondan doğan bitki geçer, tanenin yadsınması. Ama bu bitkinin normal ömrü nedir? Büyür, gelişir, döllenir ve sonunda yeni arpa taneleri verir, ve bu taneler olgunlaşır olgunlaşmaz, sap solar, yadsınır. Bu yadsımanın yadsınmasının sonucu olarak, elimizde gene başlangıçtaki arpa tanesi, ama tek başına değil, sayısı on, yirmi, otuz kez artmış bir biçimde, bulunur." (Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 212, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı.)
Öbür parçada, Engels, Rousseau'nun düşüncelerini diyalektik düşünce biçimine örnek gösterir ve toplumsal evrimin, Rousseau'ya göre, çelişik bir biçimde oluştuğunu tanıtlar:
"Doğal ve yabanıl durumunda, insanlar eşitti; ve Rousseau heniz doğal durumun bir bozulması olarak aldığı için, ayni türden hayvanlar arasındaki bu türün bütün genişliği içinde geçerli eşitliği, Haeckel tarafindan son zamanlarda varsayımsal bir biçimde alales, dilden yoksun olarak sınıflandırılmış bulunan o insan-hayvanlara uygulamakta yerden göge değin haklıdır. Ama bu eşit insan-hayvanlar, kendilerini öbür hayvanlardan üstün kılan bir özgülüğe sahipti: yetkinleşme anıklığı (la perfectibilité), zamanla gelişme olanağı; ve bu, eşitsizliğin nedeni oldu. Demek ki, Rousseau, eşitsizliğin doğuşunda bir ilerleme görür. Ama bu ilerleme, karşıt (antagoniste) bir ilerlemeydi, aynı zamanda bir gerilemeydi de. ... Uygarlıkla doğmuş toplumun kurduğu bütün kurumlar, ilk ereklerinin tersine dönerler.
"Halkların başkanlarını kendilerini köleleştirmek için değil, özgürlüklerini savunmak için seçtikleri söz götürmez bir şey, ve tüm siyasal hukukun temel kuralıdır." Ama gene de, bu başkanlar, zorunlu olarak halkların baskıcıları haline gelir, ve bu baskıyı, doruğuna çıkartılmış eşitsizliğin, yeniden kendi karşıtı haline dönüştüğü, eşitlik nedeni haline geldiği (despot karşısında herkes eşittir, yani sıfıra eşittir) noktaya kadar götürürler. ... Ve böylelikle, eşitsizlik bir kez daha eşitliğe dönüşür, ama dilden yoksun ilkel insanın o eski doğal eşitliğine değil, toplum sözleşmesinin yüksek eşitliğine." (Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 216-217.)
[5*] Karşıtların "birlik"i, onların özdeşliği olarak anlaşılabilir. Lenin burada, bu durumun ne zaman ortaya çıktığını gösteriyor. Bu özdeşliği, başlangıçta bir ve karşıtlardan yoksun olan olaylarda, bu karşıtlıkların, sonra, "sentez" içinde yeni baştan yok olmak üzere, giderek ortaya çıkmaları biçiminde yorumlamak yanlıştir. Lenin, bu anlayışa karşı, Heraklitos'un, her olayın kendinde karşıtların birliğini sakladığı, ama bu karşıtların ancak, olay (Heraklitos'un dedigi gibi) "ikiye kesildiği" zaman, yani karşıtlar, bu diyalektik birliği bozmakla tehdit ettikleri zaman görülebilecekleri yolundaki düşüncesini üste çıkarır. İşte ancak o zamandir ki, böyle demekle karşıtların yokluğu anlaşılmadığı ölçüde, "belirli bir anlamda" karşıtların özdeşliğinden sözedilebilir.
Burada, Lenin'in, diyalektiği, doğaya ve doğanın bilinmesine de yaydığını özellikle belirtelim, — oysa idealist yönelimli bazı "marksist"ler bunu yadsırlar.
[6*] Hegel, Encyklopädie der Philosophicshen Wissenschaften, 2. baskı, s. 162.
"Çoğu kez bir yargı sözkonusu olduğu zaman, önce uçların, özne ve yüklem'in özerkliği, ve özellikle öznenin kendinde bir şey ya da bir belirlenim, ve yüklemin de aynı biçimde bu özne dışında bir başka genel belirlenim olduğu, ve benirn, bu özne ile ancak sonradan birleştirerek bir yargı oluşturduğum düşünülür. ... O zaman soyut yargı bir önermedir: tekil, evrenseldir.
Özne ile yüklemin kendi aralarındaki ilişkileri ilkin saptayan şey, belirlenimlerdir. Bunun için, kavramın dolayımsız belirlenimleri ya da ilkel soyutlamaları içindeki çeşitli uğraklarını alınız. ... Mantık kitaplarında, her yargıda şu önerinin örtülü olduğunun gösterilmemiş bulunması, gerçekten şaşırtıcı bir gözlem eksikliği sayılmalıdır: Tekil, evrenseldir, ya da daha somut olarak Özne, yüklemdir (örneğin, Tanrı, mutlak ruhtur). "Teklik" ve "evrensellik", "özne" ve "yüklem" belirlenimleri, kendi aralarında elbette ayrılırlar. Ama gene de her yargının onları özdeş olarak dile getirdiği, kesinlikle genel bir olgu olmaktan geri kalmaz."
[7*] Hegel, Logik, II. bölüm, s. 503:
"Böylece gelecek belirlenimdeki her ilerleme, belirsiz başlangıçtan uzaklaşarak, geri dönüşlü, geri giden bir yaklaşma ile, gene ona kavuşur; öyle ki, ilkin birbirinden ayrı gibi görünen şeyler: çıkış noktasının geri giden yoldan doğrulanması ve gelecekteki ilerleyen belirlenim, gerçeklikte düşümdeş ve özdeştirler. Yöntem böylece bir daire oluşturur. ...
"Yöntemin belirtilen özlüğü yüzünden, bilim, çıkış noktasının, yani basit ilkesinin varış noktasını koşullandırdığı, kendi üzerine kapanan bir daire olarak ortaya çıkar. Ama aynı zamanda, bu daire, bir daireler dairesi oluşturur; çünkü yöntemin ruhu olan ilmiklerden herbiri kendi kendinde yansır ve, kendi çıkış noktasına dönerek, yeni bir ilmiğin çıkış noktasını oluşturur."
[8*] "Çünkü, kuşkusuz, bir kimse, görülebilir evlerden ayrı (genel olarak) bir evin olabileceği düşüncesini kabul edemez." -ç.
[9*] P. Volkmann, Erkenntnistheoretische Grundzüge der Naturwissenchaften, Leipzig-Berlin, 1910, s. 35. -Ed.
[10*] Yansıma teorisi. -ç.