Viladimir İliç Lenin
Bir Adım İleri, İki Adım Geri[1]


Şubat-Mayıs 1904'de yazıldı

Mayıs 1904'de Cenevre'de kitap olarak basılmıştır.
[Türkçe çevirisi Yurdakul Fincancı tarafından yapılmıştır. Sol Yayınları, Mart 1979, Dördüncü Baskı] (Birinci baskı: Nisan 1969; İkinci Baskı: Eylül 1975; Üçüncü Baskı: Aralık 1976)

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
kurcep@gmx.net

İ ç i n d e k i l e r

ÖNSÖZ

A. Kongre Hazırlıkları
B. Kongredeki Çeşitli Gruplaşmaların Önemi
C. Kongrenin Başlangıcı. Hazırlık Komitesi Olayı
D. Yujni Raboçi Grubunun Dağılışı
E. Dillerin Eşitliği Olayı
F. Tarım Programı
G. Parti Tüzüğü, Yoldaş Martov'un Tasarısı
H. İskracılar Arasındaki Bölünmeden Önce, Merkeziyetçilik Konusundaki Tartışmalar
İ. Tüzüğün Birinci Maddesi
J. Haksız Oportünizm Suçlamalarının Masum Mağdurları
K. Tüzük Üzerindeki Görüşmelerin Devamı. Konseyin Kuruluşu
L. Tüzük Görüşmelerinin Tamamlanması. Merkez Kurullarına Üye Çağırma. Raboçeye Dyelo Temsilcilerinin Çekilişi
M. Seçimler. Kongrenin Sonu
N. Kongredeki Savaşımın Genel Görünümü. Partinin Devrimci ve Oportünist Kanatları
O. Kongre Sonrası. İki Savaşım Yöntemi
P. Büyük Bir Kıvancın Yolunu Ufak Kaygılar Engellenmemelidir
Q. Yeni İskra. Örgütlenme Sorunlarında Oportünizm
R. Diyalektik Üzerine Birkaç Söz. İki Devrim

Ek. Yoldaş Gusev ve Yoldaş Deutsch Olayı

EK - Bir Adım İleri, İki Adım Geri. N. Lenin'in Rosa Luxemburg'a Yanıtı

Açıklayıcı Notlar











N.
KONGREDEKİ SAVAŞIMIN GENEL GÖRÜNÜMÜ
PARTİNİN DEVRİMCİ VE OPORTÜNİST KANATLARI




      Kongre görüşmelerine ve oylamalara ilişkin tahlillerimizi bitirdikten sonra, şimdi kısa bir özetleme yapalım ve böylece, tüm kongre malzemesine dayanarak, şu soruyu yanıtlayabilelim: seçimlerde tanık olduğumuz ve bir süre için partimize temel bölünme haline gelen çoğunluk ve azınlığı oluşturan öğeler, gruplar ve görüşler nelerdir? Böyle bir özetleme, kongre tutanaklarında bol bol görülen teorik ve taktik bütün ilke farklılıklarına ilişkin tüm malzemeyi kapsamalıdır. Genel bir "özet", kongrenin bir bütün olarak genel görünümü, oylama sırasında bütün belli-başlı grupların genel görünümü ortaya konmaksızın, bu malzeme çok kopuk, çok dağınık kalır; bu yüzden de, özellikle kongre tutanaklarını, kendi başına kapsamlı bir biçimde inceleme zahmetine girmeyen bir kişiye (kaç okurun bu zahmete girdiği de ayrı bir konu) ilk bakışta tek tek gruplar bir raslantı gibi görünür.[sayfa 170]
      İngiliz parlamento haberlerinde sık sık, karakteristik bir sözcük olan "bölünme" sözcüğüyle karşılaşırız. Bir konu oylandığı zaman, meclisin, şöyle şöyle azınlığa ve çoğunluğa "bölündüğü" söylenir. Kongrede tartışılan çeşitli konularda bizim sosyal-demokrat meclisimizin "bölünüşü", parti içindeki savaşımı, kesinlik ve tümlükte bir benzeri daha bulunmayan, kendi türünde eşsiz grupları ve fikir cephelerini yansıtır. Dağınık, kopuk ve yalıtılmış gerçekler ve olaylar yığını yerine, gerçek bir görünüm elde etmek, bu görünümü tam bir grafik haline getirmek, ya da oylamalara ilişkin sonu gelmez, anlamsız tartışmalara (kim kime oy verdi, kim kimi destekledi?) dur demek için, kongremizdeki "bölünmeler"in bütün temel tiplerini bir çizge (diagram) halinde göstermeye karar verdim. Belki de birçok kişi bunu yadırgayacaktır. Ama sonuçları, olabildiği ölçüde en doğru ve en tam biçimde özetleyip genelleştirebilecek bir başka yöntemin bulunacağını pek sanmıyorum. Ad okunarak yapılmış oylamalarda belli bir temsilcinin hangi doğrultuda oy kullandığı tam bir doğrulukla saptanabilir; ad okunarak oylama yapılmayan bazı önemli konularda da tutanaklara bakılarak, büyük bir olasılıkla ve gerçeğe yeter ölçüde yaklaşarak doğruyu yakalamak mümkün olabilir. Eğer ad okunarak yapılan bütün oylamaları ve önemi (örneğin görüşmelerin hararetine ve genişliğine bakarak karar verilen önemi) ne olursa olsun öteki konulardaki oylamaları dikkate alırsak, elimiz altındaki malzemenin elverdiği ölçüde, parti-içi savaşımın tam bir görünümünü yakalamış olacağız. Bir fotoğraf vermek, yani her oyun ayrı ayrı görünümünü ortaya koymak yerine, böyle yaparak, ortaya bir resim çıkarmaya, yani işi karıştırmaktan başka bir işe yaramayacak olan önemsiz istisnaları ve ufak-tefek sapmaları bir yana koyarak bütün ana oylama tiplerini vermeye çalışacağız.[sayfa 171] Herhangi bir kişi, bizim ortaya çıkardığımız resmi tutanakların yardımıyla kontrol edebilir, dilediği oylamayı ekleyerek genişletebilir, kısacası, yalnızca tartışarak, kuşku ifade ederek, münferit olaylara atıfta bulunarak değil, ama aynı malzemeye dayanmak suretiyle daha farklı bir resim çizerek eleştirebilir.
      Oylamaya katılan her temsilciyi çizgede gösterirken, kongre tartışmalarının tümünde ayrıntılı olarak izlediğimiz dört ana grubu özel işaretlerle göstereceğiz, yani: 1) çoğunluk İskracıları; 2) azınlık İskracıları; 3) "merkez"; ve 4) İskracılara-karşı olanlar. Bu gruplar arasındaki fikir ayrılıklarını birçok olayda görmüştük. Eğer zigzag sevdalılarına İskra - örgütüyle İskra eğilimini çok fazla anımsatan bu adları sevmeyen olursa, onlara söyleyelim ki, ad önemli değildir. Kongredeki bütün tartışmaları geriye doğru izleyerek ayrı görüşleri saptamış olduğumuza göre, yerleşik ve bilinen parti unvanları (ki bu unvanlar bazı kişilerin kulağını tırmalıyor) yerine gruplar arasındaki görüş ayrılıklarının özünü belirleyen adlar koymak olanaklıdır. Bu değişiklik yapıldığında, dört grup için şu adları elde ederiz: 1) tutarlı devrimci sosyal-demokratlar; 2) küçük oportünistler; 3) orta boy oportünistler; ve 4) büyük oportünistler (bizim Rus ölçüleriyle büyük). Son zamanlarda, İskracı, bir eğilimi değil bir "çevre"yi belirleyen bir addan başka bir şey değildir diye kendilerini ve başkalarını avutanları, bu adların daha az sarsacağını umalım.
      Şimdi bu çizgede "fotoğraflaşan" oy tiplerini ayrıntılarıyla açıklayalım (bkz çizge: Kongredeki Savaşımın Genel Görünümü - s. 173):

KONGREDEKİ SAVAŞIMIN GENEL GÖRÜNÜMÜ

            ...............................................................................................+41    ...............5    .........-5
A    24      9        8         3        2         5   

           .........................................................................+32           ...............................-16
B    24      8        8        8                    

            ...........................................................-25        .............................................................+26
C    18      7        8      2      10      8     

            .....................................................-23        ...................................................................+28  
D    19      3     1       5      9      7        7   

            .....................................................+24        ...................................................-20
E    24        9       10       1               


Artı (+) ve eksi (-) işaretleri, belli bir konuda olumlu ve olumsuz verilen toplam oyları göstermektedir.
Şeritlerin içindeki rakamlar, dört gruptan herbirinin kullandığı oy sayısını göstermektedir.
A'dan E'ye kadar olan her tipin gösterdiği oylama niteliği, metinde anlatılmıştır,
GRUP ADLARI

Çoğunluk iskracıları

Azınlık iskracıları

Merkez

İskracılara-karşı olanlar


      Birinci oylama tipi (A), "merkez"in, İskracılara-karşı olanlara ya da onların bir bölüğüne karşı İskracılarla birleştiği durumları kapsıyor. Bu tip, bir bütün olarak program [sayfa 172] oylamasını (yalnızca yoldaş Akimov çekimser kaldı, bütün öteki temsilciler lehte oy verdi); ilke olarak federasyonu kınayan önerge üzerindeki oylamayı (beş bundcu dışında herkes lehte oy kullandı); Bund tüzüğünün 2'nci' maddesi üzerindeki oylamayı (beş bundcu bize karşı oy kullandı; beş temsilci çekimser kaldı. Bunlar Martinov, Akimov, Bruker ve iki oyuyla Mahov'du; geri kalanlar bizimle birlikte oy kullandı) içeriyor. A tipinde gösterilen oylama bu oylamadır. Bundan başka, İskra'nın partinin merkez yayın [sayfa 173] organı olarak onaylanması sorunundaki üç oylama da bu tipte yer alıyor. yazıkurulu üyeleri (beş oy) çekimser kaldı; üç oylamada da iki oy (Akimov ve Bruker) aleyhteydi ve ayrıca İskra'nın onaylanmasına ilişkin gerekçeler oylandığı zaman, beş bundcuyla yoldaş Martinov çekimser kaldı.[66*]
      Bu oylama türü, kongredeki "merkez"in ne zaman İskracılarla birlikte oy kullandığı şeklindeki çok ilginç ve önemli bir soruya yanıt getiriyor. "Merkez"cilerin İskracılarla birlikte oy kullandığı zamanlar, ya birkaç istisnasıyla İskracılara- karşı olanların da bizimle beraber olduğu (programın kabulü, gerekçeler belirtilmeksizin İskra'nın onaylanması); ya da ortada, kesin bir siyasal tutum yüklenimi altına doğrudan doğruya girilmesini gerektirmeyecek herhangi bir tür açıklama yapılması sorunu bulunduğu zamanlar (İskra'nın örgütleme çalışmalarının kabulü, onun belli gruplara ilişkin örgütlenme siyasetini uygulama yüklenimi altına girilmesini içermiyordu; federasyon ilkesinin reddedilmesi, yoldaş Mahov'da gördüğümüz gibi, belli bir federasyon tasarımı üzerindeki bir oylamada çekimser kalmayı dıştalamıyordu). Kongredeki gruplaşmaların anlam ve öneminden genel olarak söz ederken, İskracılara- karşı olanların da bizimle birlikte oy verdiği olayları sıralayarak, İskracılarla "merkez" arasındaki, tutarlı devrimci sosyal-demokratlarla oportünistler arasındaki farklılığı (yoldaş Martov'un ağzıyla) önemsemezlikten gelen, gizlemeye çalışan resmi İskra'nın, bu sorunu nasıl yanlış biçimde ortaya koyduğunu esasen görmüştük. Alman ve Fransız sosyal-demokrat partilerinde, oportünistlerin en "sağcıları" bile, [sayfa 174] programın tümünün kabulü gibi konularda hiç bir zaman karşıt oy kullanmış değillerdir.
      İkinci tip oylama (B), tutarlısıyla tutarsızlığıyla tüm İskracıların bütün İskracılara-karşı olanlara ve tüm "merkez"e karşı oy kullandığı durumları kapsıyor. Bunlar daha çok, İskra siyasetinin belli ve özel tasarımlarının uygulamaya konmasına, yani işin aslında İskra'nın yalnızca sözde değil, ama gerçekten onaylanmasına ilişkin durumlardı. Hazırlık komitesi olayı;[67*] Bund'un parti içindeki yeri sorununun gündemin ilk maddesi olması; Yujni Raboçi grubunun dağıtılması; tarım programı üzerindeki iki oylama; ve altıncı ve sonuncusu da Yurtdışı Rus Sosyal-Demokratlar Birliğine (Raboçeye Dyelo) karşı oylama, yani Birliğin (League), yurtdışındaki tek parti örgütü olarak kabulü, bunlar arasındadır. Bu oylamalarda, eski, parti-öncesi, çevre anlayışı, oportünist örgütlerin ya da grupların çıkarları, dar marksizm anlayışı, sonuna kadar tutarlı ilkelere bağlı devrimci sosyal-demokrasi siyasetiyle çarpışıyordu; azınlık İskracıları, kendi çevre anlayışları, kendi tutarsızlıkları sözkonusu oluncaya dek birçok olayda, büyük ölçüde önem taşıyan (hazırlık komitesi, Yujni Raboçi ve Raboçeye Dyelo, açısından önemli) birçok oylamada bizim yanımızda yer aldı. Bizim ilkelerimizin pratiğe uygulanmasına ilişkin birçok sorunda, merkezin, İskracılara-karşı olanlara bize olduğundan çok daha fazla yakınlık göstererek, pratikte, [sayfa 175] sosyal-demokrasinin oportünist kanadına, devrimci kanada olduğundan çok daha fazla eğilim duyarak İskracılara- karşı olanlarla güçbirliği yaptığını bu "bölünmeler" bir grafik açıklığıyla ortaya koyuyor. Ad olarak İskracı olan, ama İskracı olmaktan utanç duyanlar, gerçek niteliklerini ortaya koydular; bunu izleyen kaçınılmaz savaşım hiç de hafif geçmedi ve bu savaşım, o savaşım içinde ortaya çıkan ilke farklılıklarının önemi ve anlamını, daha az düşünceli olan, daha çok etkilenebilen kişilerin gözünden sakladı. Ama şimdi, savaş ateşinin bir ölçüde küllendiği, ve tutanakların bir dizi ateşli tartışmanın tarafsız özeti olarak orta yerde durduğu şimdi, Mahov'larla Egorov'ların Akimov'lar ve Lieber'lerle kurduğu ittifakın bir raslantı olmadığını ve olamayacağını, ancak gözlerini gönül rızasıyla kapatanlar görmeyebilir. Martov'la Akselrod'un yapabileceği tek şey, tutanakların kapsamlı ve doğru bir biçimde tahlilinden uzak durmaktır, ya da artık geç bile olsa, kongredeki tutumlarından ötürü esef duyduklarını ifade ederek zararı telafi etmeye çalışmaktır. Eğer esef etmek görüş ve siyaset farklılıklarını ortadan kaldirabilirse! Eğer Martov'la Akselrod'un Akimov, Bruker ve Martinov'la. bugünkü ittifakı, ikinci kongrede ayakları üzerine kalkan partimizin, hemen hemen bütün kongre boyunca İskracıların İskracılara-karşı olanlarla yaptıkları savaşı unutmasını sağlayabilirse!
      Çizgedeki geri kalan üç bölümde (C, D ve E) gösterilen, kongredeki üçüncü tür oylamanın ayırdedici özelliği, İskracıların ufak bir bölüğünün ayrılıp İskracılara-karşı olanların yanına geçmesi ve bunun sonucu olarak İskracılara-karşı olanların (kongrede kaldıkları süre içinde) zafer elde etmiş olmalarıdır. Azınlık İskracılarının İskracılara-karşı olanlarla yaptığı bu şanlı koalisyonun (ki bu koalisyonun yalnızca adını anmak bile Martov'u, kongrede isterik mektuplar yazmaya sürüklemişti) gelişimini tam bir doğrulukla ortaya koyabilmek için, ad okunarak yapılan, bu [sayfa 176] türdeki üç ana oylamayı da alıyoruz. (C), dillerin eşitliğine ilişkin oylamadır (bu sorun üzerinde ad okunarak yapılan üç oylamadan, tam olduğu için, sonuncusu alınmıştır). Bütün iskracılara-karşı olanlarla merkezin tümü bize karşı durmuşlardır; İskracılardan çoğunluk kanadının bir bölüğüyle azınlık kanadının bir bölüğü kopmuştur. Kongrenin oportünist "sağcı kanadı"yla kesin ve ömürlü bir koalisyon kurabilen İskracıların kim olduğu henüz açık değildir. Ondan sonra (D) türü oylama geliyor — tüzüğün l'inci maddesi üzerindeki oylama (bu konudaki iki oylamadan, daha kesinlik göstereni, yani çekimserin bulunmadığı oylamayı alıyoruz). Burada koalisyon daha göze çarpar hale geliyor, daha kesin bir biçim[68*] alıyor: çoğunluk İskracılarından pek azı hariç, tüm azınlık İskracıları, şimdi Akimov'la Lieber'in yanındadır; bunlar, bizim tarafımıza geçen üç "merkez"ciyle bir İskracılara-karşı olanı dengelemektedirler. Çizgeye şöyle bir göz atmak, zaman zaman ve geçici olarak bir yandan öte yana geçenlerin kimler olduğunu, Akimov'larla ömürlü bir koalisyona doğru dayanılmaz bir güçle çekilenlerin kimler olduğunu göstermeye yeter. Çoğunluğa ve azınlığa son bölünüşü gösteren sonuncu oylama (E - merkez yayın organına, Merkez Yönetim Kuruluna ve parti konseyine seçimler), azınlık İskracılarının tüm "merkez"le ve İskracılara-karşı olanların kalıntılarıyla tam bir biçimde kaynaşmışlığını açıkça ortaya koymaktadır. İş bu noktaya geldiğinde sekiz İskracılara-karşı olandan, kongrede yalnızca yoldaş Bruker kalmıştı (yoldaş Akimov, hatasını ona [sayfa 177] esasen açıklamış bulunuyordu, o da martovcuların safındaki uygun yerini almıştı). Oportünistlerin en "sağcı"larından yedisinin çekilmesi, seçimlerin Martov'a karşıt bir sonuç vermesini sağladı.[69*]
      Şimdi, her tipten oylamaya ait nesnel kanıtların yardımıyla kongrenin sonuçlarını özetleyelim.
      Kongremizdeki çoğunluğun bir "raslantı" sonucu olduğuna dair çok söz söylenmiştir. Yoldaş Martov'un Bir Kez Daha Azınlıkta başlıklı broşüründe, tek avunusu, gerçekte buydu. Çizge açıkça gösteriyor ki, çoğunluk, bir anlamda, ama yalnızca bir anlamda raslantısal diye nitelenebilirdi; yani "sağ"ın en oportünist yedi temsilcisinin çekilmesi —ola ki— bir raslantı sonucuydu. Bu çekilişin raslantısal olduğu ölçüde (daha fazla değil), bizim çoğunluğumuz raslantısaldı. Çizgeye şöyle bir göz atmak, bu yedi kişinin kimin tarafında olabileceğini, olmak zorunda bulunduğunu[70*] uzun boylu bir sürü laftan çok daha iyi biçimde ortaya koyacaktır. Ama asıl soru şudur: yedi kişinin çekilişi ne ölçüye kadar raslantısaldı? Bu, çoğunluk un "raslantısal" niteliğinden alabildiğine söz edenlerin kendilerine sormayı pek istemedikleri bir sorudur. Bu, onlar için tatsız bir sorudur. Çekilenlerin, partimiz sol kanadının değil, sağ kanadının en aşırıcı temsilcileri olması bir raslanti mıydı? Çekilenlerin, tutarlı devrimci sosyal-demokratlar değil de oportünistler olması bir raslantı miydi? Bütün kongre boyunca oportünist kanada karşı verilen ve çizgemizde açıkça görünen savaşımla bu "raslantısal" çekilme arasinda hiç bir [sayfa 178] bağlantı yok mudur?
      Çoğunluğun raslantısal bir nitelikte olduğu haklundaki konuşmaların hangi gerçeği gizlemeyi amaçladığını anlamak için, kişinin, azınlık için çok tatsız olan bu soruları sorması yeterlidir. Hiç kuşkuya yer bırakmayan, karşı çıkılamayacak gerçek şudur: bizim partimizde azınlığı oluşturanlar oportünizme en çok eğilim göstermiş olanlardı. Azınlık, partide, teoride en az istikrarlı, ilke sorunlarında en az sebatlı kişilerden oluşmuştu. Azınlık, partinin sağ kanadından çıkmıştı. Çoğunluk ve azınlık diye bölünmemiz, sosyal-demokratların devrimci ve oportünist kanat olarak, Montanyarlar ve Jirondenler[30] olarak bölünmelerinin, doğrudan ve kaçınılmaz bir devamıdır. Bu bölünme ne dün görülmüştür, ne yalnızca Rus işçilerin partisinde görülmüştür, kuşkusuz yarın ortadan kalkacak da değildir.
      Anlaşmazlıklarımızın nedenlerini ve çeşitli aşamalarını aydınlığa kavuşturmakta, bu gerçeğin büyük önemi vardır. Kongredeki savaşımı ve o savaşımın gözler önüne serdiği ilke ayrılıklarını yadsıyarak ya da gizleyerek bu gerçekten sakınmaya çalışanlar, yalnızca kendi siyasal ve aydınca yoksulluklarını tanıtlamış olurlar. Bu gerçeğin doğru olmadığını kanıtlamak için, her şeyden önce, parti kongremizdeki oylamaların ve "bölünmeler"in, benim çizdiğim resimden farklı olduğunun gösterilmesi gerekir; ikinci olarak da kongrenin "bölünmesi"ne neden olan bütün olaylarda, özde yanılgıya düşenlerin en tutarlı devrimci sosyal-demokratlar, Rusya'da İskra[71*] adını benimseyenler [sayfa 179] olduğunun gösterilmesi gerekir. Evet baylar, bunu göstermeye çalışın!
      Bu arada yeri gelmişken belirtelim, azınlığın, partideki en oportünist, en az kararlı, en az tutarlı kişilerden oluşmuş olması, konuyu yarım-yamalak bilen ya da yeterince düşünmemiş olan kişilerin çoğunluğa yönelttikleri sayısız itiraza ve gösterilen kuşkuya en iyi yanıttır. Yoldaş Martov'la yoldaş Akselrod'un ufak bir hatasını ayrılığın nedeni saymak pireyi deve yapmak değil midir, diye soruyorlar. Evet sayın baylar, yoldaş Martov'un hatası ufak bir hataydı (bunu kongrede, tartışmalar gayet hararetliyken de söyledim); ama bu küçük hata büyük zarar verebilirdi (ve verdi), çünkü yoldaş Martov [o hatası nedeniyle birçok hata yapmış olan ve bir dizi sorunda oportünizme ve ilke tutarsızlığına açıkça eğilim gösteren temsilcilerin tarafına sürüklendi. Yoldaş Martov'la yoldaş Akselrod'un istikrarsızlık göstermiş olmaları, bireyler sözkonusu olduğu sürece önemsiz bir şeydi; bütün istikrarsız öğelerden, İskra eğilimini ya tümden yadsımış ve ona açıkça karşı çıkmış, ya da bu eğilime yalnızca sözle bağlılık gösterirken gerçekte tekrar tekrar İskracılara-karşı olanların yanında yer almış tüm kişilerden oluşan bir azınlık ortaya çıkarması, kişisel bir şey değil, bir parti sorunuydu, üstelik hiç de önemsiz bir şey değildi.
      Ayrılığı, eski İskra yazıkurulunun küçük çevresi içinde, darkafalı bir devrimciliğin ve kökleşmiş bir hizip anlayışının eğemen olmasının sonucu saymak saçma değil midir? Hayır, saçma değildir. Çünkü partimizde, bütün kongre boyunca grupçuluğun her türlüsü için savaş veren bütün kişiler, devrimci darkafalılığın üstüne çıkmayı genel olarak başaramayan bütün kişiler, darkafalı, grupçuluk anlayışı denen musibeti haklı gösterebilmek ve koruyabilmek için bu anlayışın "tarihsel" niteliğinden söz eden bütün kişiler, bu belli çevreyi [eski İskra çevresi —ç.1 desteklemek üzere ayaklanmışlardır. [sayfa 180] İskra yazıkurulunun küçük çevresinde, dar grup çıkarlarının parti çıkarlarına ağır basmış olması, belki de bir raslantı olarak görülebilir; ama ünlü Voronej komitesi ile dillere düşen St. Petersburg "İşçileri Örgütü"nün[31] "tarihsel açıdan sürekliliği"ne (daha fazla değilse bile) daha az değer vermemiş olan Akimov'larla Bruker'lerin bu çevreyi var güçleriyle desteklemeleri hiç de raslantı değildi; Raboçeye Dyelo'nun "katledilmesi"ne, eski yazıkurulunun "katledilişi"ne olduğu kadar (eğer daha fazla değilse) yas tutan Egorov'ların, bu yazıkurulu çevresini var güçleriyle desteklemeleri hiç de raslantı değildi; Mahov'lar, vb., vb. de böyle. Atasözünün dediği gibi, bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Bunun gibi, bir insanın siyasal çehresini, onun siyasal müttefiklerine bakarak ona oy vermiş kişilere bakarak ortaya koyabilirsiniz.
      Yoldaş Martov'la yoldaş Akselrod'un ufak hatası, onlarla partimizin tüm oportünist kanadı arasında sürekli bir ittifakın hareket noktası haline gelinceye kadar, bu ittifakın bir sonucu olarak, bu ufak hata, oportünizmin yeniden depreşmesine ve İskra'nın savaştığı kişilerin, şimdilerde devrimci sosyal-demokrasinin yandaşlarına karşı kinlerini dökme firsatını bulmaktan büyük mutluluk duyan kişilerin, intikam alma çabasına yolaçıncaya kadar ufak bir hataydı, öyle de kalabilirdi. Kongreyi izleyen olayların sonucu olarak, yeni İskra'da tanık olduğumuz şey de, oportünizmin depreşmesidir, Akimov'larla Bruker'lerin intikam alışıdır (Voronej komitesinin çıkardığı broşüre bakınız[72*] ), eski yakınılarının herbiri için, nefret edilesi "düşman"a, nefret edilesi İskra'nın sütunlarında sıkı bir tekme atmalarına [sayfa 181] en sonunda (evet en sonunda!) izin verilen Martinov'ların coşkun sevincidir. İskra'nın "sürekliliği"ni sağlamak için, "İskra'nın eski yazıkurulunun ihya edilmesi"nin (bu ifadeyi yoldaş Starover'in 3 Kasım 1903 tarihli ultimatomundan alıyoruz) ne kadar önemli olduğunu, bu son nokta özellikle apaçık gözler önüne seriyor...
      Kongrenin (ve partinin) sol ve sağ olarak, devrimci ve oportünist kanat olarak bölünmesi, tek başına ele alındığı zaman, korkunç, eleştirilesi, hatta anormal değildir. Tam tersine, Rus (ve yalnızca Rus değil) sosyal-demokrat hareketinin tarihinde son on yılın tümü, kaçınılmaz olarak ve amansız bir biçimde böyle bir bölünüşe doğru gitmekteydi. Bölünmenin, sağ kanadın bazı çok ufak hataları yüzünden, (göreceli olarak) çok önemsiz farklılıklardan (sorunları üstünkörü gören gözlemcilere ve darkafalılara şaşırtıcı görünen bir gerçek) ortaya çıkması, partimizin bir bütün olarak ileriye doğru büyük bir adım atmasının başlangıcı oldu. Eskiden, bazı durumlarda bölünmeyi haklı çıkarabilecek, büyük sorunlar üzerinde ayrılık gösterirdik; şimdi bütün büyük ve önemli noktalarda anlaştık, yalnızca nüanslarda, üzerinde tartışabileceğimiz, tartışmamiz gereken, (yoldaş Plehanov'un "Ne Yapmamalı?" başlıklı, daha sonra üzerinde duracağımız, ilginç yazısında haklı olarak belirttiği gibi) ayrılığa neden olması saçma ve çocukça olan nüanslarda birbirimizden uzaklaştık. Şimdi, kongreden bu yana azınlığın anarşist davranışlarının, partiyi neredeyse bölünme noktasına getirdiği, şu sıralarda, kişi sık sık bilgiç, taslaklarının şu tür sözlerine tanık olabilir: hazırlık komitesi olayı gibi, Yujni Raboçi grubunun ya da Raboçeye Dyelo'nun dağıtılması gibi, tüzüğün 1. maddesi gibi, yazıkurulunun dağıtılması, vb. gibi ufak-tefek konularda kongrede savaşım vermeye değer miydi? Böyle söyleyenler[73*] [sayfa 182] işin aslında, partiye grupçuluk anlayışını sokuyorlar: anarşiye ve bölünmeye yolaçmadığı, bütün yoldaşların ve parti üyelerinin ortak rızasıyla onaylanan sınırların içinde tutulduğu sürece, parti içinde görüş farklılıklarının çarpışması, hem kaçınılamaz bir şeydir, hem de gereklidir. Partinin sağ kanadına karşı, Akimov'la Akselrod'a karşı, Martinov'la Martov'a karşı, bizim kongrede verdiğimiz savaşım da bu sınırı hiç bir biçimde aşmış değildir. Bunu yadsınamaz biçimde doğrulayan iki gerçeği anımsamak yeter: 1) Martinov ve Akimov yoldaşlar kongreyi terketmek üzereyken, hepimiz, kendilerine "hakaret edildiği" düşüncesini silmek için her şeyi yapmaya hazırdık; yapılan açıklamaları doyurucu saymaları ve beyanlarını geri almaları çağrısında bulunan, Trotski'nin vermiş olduğu önergeyi hepimiz (32 oy) kabul ettik; 2) Merkez kurullarının seçiminde de kongrenin azınlığa (ya da oportünist kanada), her iki kurulda da bir azınlık yeri vermeye hazırdık: merkez yayın organında Martov, Merkez Yönetim Kurulunda Popov. Daha kongreden önce iki üçlü seçmeye karar vermiş olduğumuz için, parti bakımından, daha başka türlü davranamazdık. Nasıl ki, kongrede ortaya dökülen nüans farklılığı büyük değil idiyse, bu nüans farklılıkları arasındaki savaşımdan çıkardığımız pratik sonuç da büyük değildi: bu sonuç, yalnızca, her iki merkez kurulu üçlüsünde, üyeliklerden üçte-ikisinin parti kongresi çoğunluğuna verilmesi şeklindeydi.
      İlkin, yenilen aydınların "ağlayıp sızlanmaları"na, [sayfa 183] daha sonra sonra da anarşist konuşmalarla anarşist eylemlere yolaçan şey, Parti kongresi azınlığının merkez kurullarında da azınlık olmayı reddetmesiydi.
      Sözümüzü tamamlarken, merkez kurullarının kuruluşu yönünden çizgeye bir kez daha göz atalım. Gayet doğaldır ki, seçimler sırasında temsilciler, nüans farklılıkları sorununa ek olarak şu ya da bu kişinin, uygunluğu, etkinliği, vb. sorunuyla da yüzyüze geldiler. Şimdi azınlık, bu iki sorunu birbirine dolaştırmaya çok eğilimli görünüyor. Oysa bu iki sorunun birbirinden çok farklı olduğu apaçık ortada; örneğin merkez yayın organı için bir başlangıç üçlüsü seçilmesinin, kongreden bile önce, Martov'la Akselrod'un, Martinov ve Akimov'la' bir ittifak kuracağını hiç kimsenin öngörmediği bir sırada tasarlanmış olması basit gerçeği, bunun kanıtıdır. Farklı sorunların farklı biçimde yanıtlanması gerekir: nüans farklılıkları sorununun yanıtı kongre tutanaklarında, açık tartışmalarda ve her bir konudaki oylamalarda aranmalıdır. Kişilerin uygun düşüp düşmediğine gelince, kongredeki herkes, bu sorunun gizli oyla çözümlenmesi gerektiğine karar vermişti. Tüm kongre neden oybirliğiyle bu karara varmıştı? Bu öylesine basit ki, bu konu üzerinde durmak garip olabilir. Ne var ki azınlık (oy sandığında uğradığı yenilgiden bu yana) basit şeyleri bile unutmaya başladı. Bizler, eski yazıkurulunu savunmada, neredeyse sorumsuzluk noktasına kadar varacak ölçüde hararetli, ateşli, hiddetli konuşmalar sağanağına tanık olduk, ancak kongrede altı ya da üç kişilik bir kurula ilişkin savaşımda kendini gösteren, nüans farklılıkları konusunda kesinlikle hiç bir şey işitmedik. Merkez Yönetim Kuruluna seçilen kişilerin bir işe yaramaz oluşuna, uygunsuzluğuna, melunca tasarımlarına, vb. dair her yanda konuşmalar, dedikodular duyuyoruz, ama kongrede, Merkez Yönetim Kurulunda egemenliği ele geçirmek için çalışan nüans farklilıklarına ilişkin hiç bir şey işitmiş değiliz. Bana göre, bireylerin nitelikleri ve girişimleri hakkında kongre dışında konuşmak, dedikodu yapmak dürüst ve itibar getirici bir şey değildir (çünkü yüz olaydan doksan-dokuzunda bu girişimler örgütsel sırdır, ancak partinin yüksek organına açıklanabilir). [sayfa 184] Kongre dışında, böyle dedikodu yoluyla savaşmak, benim görüşüme göre, skandal ticaretidir. Bu tür konuşmalara açıktan verebileceğim tek yanıt, kongredeki savaşıma işaret etmektir: sizler, Merkez Yönetim Kurulunun, dar bir çoğunlukla seçildiğini söylüyorsunuz. Bu doğru. Ama bu dar çoğunluk, İskra planlarının gerçekleştirilmesi için yalnızca sözle değil, gerçekten tutarlı biçimde savaşan kişilerin tümünden oluşmuştur. Bu nedenle, bu çoğunluğun manevi itibarının, İskra eğiliminin sürekliliğini belli bir İskra çevresinin sürekliliğinden daha değerli görenlerin gözünde —onun eski itibarına bakışla— karşılaştırma kabul etmeyecek ölçüde daha yüksek olması gerekir. Belli kişilerin İskra siyasetini yürütmekte uygun olup olmadığını daha iyi yargılama yeteneğinde olan kimdi — bu siyaset için kongrede savaşım verenler mi, yoksa birçok durumda bu siyasetle savaşan, her türlü geriye gidişi, her türlü saçmayı ve her türlü çevreciliği savunanlar mı? [sayfa 185]



O.
KONGRE SONRASI
İKİ SAVAŞIM YÖNTEMİ




      Kongredeki görüşme ve oylamaların, burada tamamladığımız tahlili, gerçekte, kongreden bu yana olup biten her şeyi öz olarak açıklamaktadır. Bu nedenle partimizdeki bunalımın daha sonraki aşamalarını anahatlarıyla belirlerken sözü kısa tutabiliriz.
      Martov'la Popov'un seçimlere girmeyi reddetmeleri, cepheler arasındaki parti savaşımını hemen bir kavga havasına sokmuştur. Kongrenin hemen ertesi günü, yoldaş Glebov, seçilmemiş yazıkurulu üyelerinin Akimov'la Martinov'a doğru yanaşmaya ciddi olarak karar verebileceklerinin inanılır bir şey olmadığını düşünerek ve her şeyi sinirliliğe bağlayarak, Plehanov'la bana, [sayfa 186] sorunun tatlıya bağlanmasını, yazıkurulunun Konseyde gereği gibi temsil edilmesinin güvence altına alınması koşuluyla (yani iki temsilciden birinin, kesinlikle parti çoğunluğundan alınması koşuluyla) her dördünün de "üyeliğe çağrılması"nı salık verdi. Bu koşul, Plehanov'la bana sağlam görünüyordu. Çünkü bu koşulun kabul edilmesi, kongredeki hatanın, açıkça ifade edilmeksizin kabulü demekti, savaş yerine barış isteği demekti, Akimov'la Martinov'a, Egorov'la Mahov'a yakın olmaktansa Plehanov'la bana yakın olma isteği demekti. "Üyeliğe çağırma" ödününe gelince, bu kişisel bir ödün halini alıyordu. Öfkeyi ortadan kaldıracak, barışı kuracak kişisel bir ödün vermeyi reddetmek değecek bir şey değildi. Bu nedenle Plehanov ve ben rıza gösterdik. Ancak yazıkurulu çoğunluğu, koşulu reddetti. Glebov gitti. Ondan sonra ne olacağını beklemeye başladık; beklediğimiz şey, Martov'un kongrede (merkezin temsilcisi yoldaş Popov'a karşı) takındığı sadık tutuma bağlı kalıp kalmayacağı, ya da Martov'un izinden gittiği, bölünme eğilimi gösteren istikrarsız kişilerin üstün gelip, gelmeyeceğiydi.
      İki sorunla karşı karşıyaydık: yoldaş Martov, kongredeki "koalisyonu"nu soyutlanmış siyasal bir olay olarak görme yolunu mu seçecekti (si licet parva componere magnis,[
74*] tıpkı 1895'te Bebel'in Vollmar'la koalisyonunun soyutlanmış bir olay olması gibi), yoksa bu koalisyonu pekiştirmek, kongrede hatalı olanların Plehanov'la ben olduğumuzu kanıtlama çabalarını yoğunlaştırmak ve partimizin oportünist kanadının gerçek önderi haline gelmek yolunu seçmek mi isteyecekti? Bu sorun şöyle de ortaya konabilirdi: kavga mı yoksa siyasal bir parti savaşımı mı? Kongrenin hemen ertesi günü, merkez kurullarının el altındaki üç üyesi olan bizler arasından Glebov yoldaş, daha çok birinci yanıttan yana eğilim göstermekteydi, bu nedenle de [sayfa 187] bozuşmuş olan çocukları uzlaştırmak için çok çaba gösterdi. Yoldaş Plehanov- daha çok ikinci yanıttan yana eğilim gösteriyordu ve atasözünün dediği gibi, ne tutmaktan, ne bırakmaktan yanaydı. Bu olayda ben, "merkez"in ya da "Bataklığın" rolünü - oynadım, inandırma yolunu kullanmaya çalıştım. Şimdi, sözlü inandırma çabalarını anımsatmaya çalışmak, işi arapsaçına döndürmek olur. Yoldaş Martov'la yoldaş Plehanov'un verdiği kötü örneği izleyecek değilim. Ama, İskra'nın "azınlık" kanadındakilerden birine gönderdiğim, yazılı bir inandırma çabası olan bir mektuptan belli bazı bölümleri buraya almayı gerekli görüyorum:       Bu mektubumu burada anımsatmayı gerekli gördüm, çünkü, olası (ve ateşli bir savaşımda kaçınılmaz) kişisel yakınmalar ve yaralayıcı ve "çılgınca" saldırıların yarattığı öfkelenmelerle belli bir siyasal hata, belli bir siyasal tutum (sağ kanatla koalisyon) arasında, çoğunluğun derhal bir çizgi çekmek istediğini, bu mektup tam olarak gösteriyor.
      Bu mektup, azlnlığın pasif direncinin, kongreden hemen sonra başladığını ve ayrıca bunun partiyi bölme doğrultusunda atılmış bir adım olduğu yolunda derhal bir uyarıda bulunmamızı, kongredeki bağlılık beyanlarına karşı bir adım olduğu uyarısında bulunmamızı gerektirdiğini gösteriyor; hiç kimse herhangi bir parti üyesini çalışmaktan alakoymayı düşünmediğine göre, bölünmenin yalnızca, merkez kurullarının dışında tutulmuş olması gerçeğinden (yani o kurullara seçilmemekten) doğduğunu gösteriyor; siyasal farklılığımızın [sayfa 190] (kongrede bizim çizgimizin Martov'un çizgisinin mi hatalı olduğu açıklığa kavuşmadığı ve çözümlenmediği ölçüde kaçınılmaz olan farklılığımızın), her geçen gün hakaretin, kuşkuların vb., vb.'nin eşliğinde giderek kavgaya saptırıldığını gösteriyor.
      Ama uyarılar boşunaydı. Azınlığın davranışı, aralarından, partiye en az değer veren, en istikrarsız kişilerin üstün gelmekte olduğunu gösterdi. Bu durum, Plehanov'la beni, Glebov'un önerisi için verdiğimiz muvafakati geri çekmek zorunda bıraktı. Çünkü, azınlık, yalnızca ilkelere ilişkin olarak değil, onun yanı sıra en basit anlamda partiye bağlılıkta da bizzat kendi hareketleriyle siyasal bir istikrarsızlık gösterdiğine göre, şu ünlü "süreklilik" konusundaki sözlerine ne değer verilebilirdi? Artan, yeni görüş ayrılıklarını özdenlikle ilân eden kişilerin oluşturduğu bir çoğunluğun parti yazıkuruluna "üye olarak çağırılması"nı istemek gibi tümden saçma olan bir dilekle, hiç kimse Plehanov'dan daha zekice alay etmiş değildir. Partinin gözleri önünde yeni ayrılıkların basında ortaya dökülmesinden önce, merkez kurullarındaki bir parti çoğunluğunun, kendini, kendi isteğiyle azınlığa dönüştürdüğü dünyanın neresinde görülmüştür? Önceki farklılıklar ortaya konsun; parti, bu ayrılıkların ne kadar derin ve önemli olduğu hakkında bir yargıya varsın; parti, ikinci kongrede yaptığı yanlışlığı —eğer yanlışlık yaptığı gösterilirse— kendi düzeltsin! Hala bilinmeyen farklılıklar bahanesiyle böyle bir istekte bulunulması, bu istekte bulunanların tüm istikrarsızlığını, yaygaraya saparak siyasal ayrılıkların tamamen sualtında tutulmasını ve bu insanların gerek bir bütün olarak partiye, gerek kendi inançlarına karşı saygısızlığını göstermiştir. Kendi görüşlerine inandırmak istedikleri kurulda (özel olarak) çoğunluk sağlamadan önce, karşısındakileri ikna etmeyi reddeden hiç bir inançlı ilke sahibi kişi görülmemiştir, görülmeyecektir. [sayfa 191]
      Son olarak, 4 Ekimde yoldaş Plehanov, bu saçma durumu ortadan kaldırmak için son bir girişimde daha bulunacağını açıkladı. Eski yazıkurulunun altı üyesinin hepsi, Merkez Yönetim Kurulunun yeni bir üyesinin[77*] de katıldığı bir toplantıya çağrıldı. Yoldaş Plehanov, tam üç saat boyunca, "çoğunluk"tan iki kişiye karşılık "azınlık"tan dört kişinin "üyeliğe çağrılması"nın ne kadar mantık dışı olduğunu kanıtladı. Yoldaş Plehanov, bir yandan, bizim herhangi bir kişiye karşı "zorbalık etmek", onu ezmek, çembere almak, kafasını koparmak ya da mezara koymak istediğimiz yolundaki tüm endişeleri dağıtmak, bir yandan da parti "çoğunluğu"nun durumunu ve haklarını güven altına almak için, o dört kişiden ikisinin üyeliğe çağırılmasını önerdi. İki kişinin üyeliğe çağrılması da reddedildi.
      6 Ekimde Plehanov ve ben, İskra'nın eski yazıkurulu üyelerine ve gazetenin yazarlarından yoldaş Trotski'ye şu resmi mektubu yazdık:       Okurun göreceği gibi, "azınlığın" hareketine, esas olarak kişisel kızgınlığın mı, yoksa yayın organını (ve partiyi) yeni bir yola sokma isteğinin mi egemen olduğunu ve böyle bir yol varsa onun ne olduğunu hala tam bilmiyorduk. Sanırım şimdi bile, bu sorunu aydınlatmak üzere yetmiş akıllı adamı çağırsak, ellerine dilediğiniz yayınları ve tanıklık belgelerini versek bile, bu arapsaçına onlar da çare bulamazdı. Bir kavganın arapsaçı dolaşıklıklarının açılabileceğinden kuşku duyarım: Ya kesip atmanız, ya bir kenara koymanız gerekir.[79*]
      Akselrod, Zasuliç, Starover, Trotski ve Koltsov, 6 Ekim tarihli bu mektuba, İskra'nın yeni yazıkurulunun eline geçişinden ötürü gazeteye herhangi bir katkıda bulunmayacaklarını belirten birkaç satırlık mektupla karşılık verdiler. Martov yoldaş ise daha yazışkandı ve şu yanıtla bizi onurlandırdı:       Daha önceki belgelerle birlikte, bu mektup, yoldaş Martov'un Sıkıyönetim'inde (ünlem işaretlerinin ve nokta nokta dizilerinin yardımıyla) büyük bir özenle kaçındığı boykot, çözülme, anarşi ve bir bölünme için hazırlanıldığı sorununu -yani dürüst ve haince iki savaşım yöntemi sorununu- hiç bir tartışmaya yer bırakmayacak bir açıklıkla gözler önüne seriyor.
      Yoldaş Martov ve ötekiler, farklılıklarını ortaya koymaya çağırılıyorlar, derdin ne olduğunu ve niyetlerini bize açıkça söylemeleri isteniyor, somurtmayı bırakmaları ve birinci madde üzerinde yapılan hatayı (ki bu hata sağa kayışlarıyla içsel bir bağla bağlıdır) sükünetle tahlil etmeleri salık veriliyor — ama Martov ve hempası konuşmayı reddediyor ve yaygarayı basıyor: "Çembere alındık! Bize zorbalık ediliyor!" "Dehşet verici sözler" korosu, bu gülünç çığlıkların hızını azaltamamıştır.
      Sizinle birlikte çalışmayı reddeden birini çembere almak nasıl mümkün olabilir? Martov yoldaşa bunu sorduk. Azınlık olmayı reddeden bir azınlığa nasıl kötü davranılır, nasıl "zorbalık edilir", nasıl baskı yapılır? Azınlıkta olmanın zorunlu ve kaçınılmaz olarak getirdiği bazı mahzurlar vardır. Bu mahzurlar şunlardır: Ya belli sorunlarda sizin oyunuzu aşan, azınlıkta kaldığınız bir kurula katılırsınız, ya da dışında kalıp ona saldırır ve dolayısıyla, iyi doldurulmuş [sayfa 194] bataryaların ateşi altında kalırsınız.
      Yoldaş Martov'un "sıkıyönetim" hakkındaki feryatları, azınlıktakilerle haksız ve haince savaşıldığı anlamına mı geliyor? Ancak böyle bir iddia (Martov'un gözünde) bir parçacık anlam taşıyabilir, çünkü, yineliyorum, azınlıkta olmanın zorunlu ve kaçınılmaz bazı mahzurları vardır. Ama işin asıl gülünç yanı, konuşmayı reddettiği sürece yoldaş Martov'la hiç bir biçimde savaşılamayacağıdır! Azınlık azınlık olmayı reddettiği sürece, hiç bir biçimde yönetilemez!
      Martov yoldaş, merkez yayın organı yazıkurulunun, Plehanov'la ben o kuruldayken, yetkilerini aştığına, gücünü kötüye kullandığına dair tek bir olay gösteremez. Azınlığın örgüt içindeki görevlileri de Merkez Yönetim Kuruluyla ilgili olarak böyle bir tek olay ya da benzeri bir olay gösteremezler. Yoldaş Martov Sıkıyönetim'inde şimdi ne kadar işi çevirmeye çalışırsa çalışsın, sıkıyönetim feryatlarının "aciz sızlanmalar"dan başka bir şey olmadığı kesinlikle ortadadır.
      Yoldaş Martov'la hempasının, kongre tarafından atanan yazıkuruluna karşı çıkışlarında makul kanıtlardan ne kadar yoksun oldukları en iyi biçimde, şu sözlerinde görülüyor: "Biz köle değiliz! " (Sıkıyönetim, s. 34). Kendini, yığın örgütünün üstünde ve yığın disiplininin dışında, "seçkin beyinler" arasında gören burjuva aydının zihniyeti, burada dikkate değer bir açıklıkla dile getiriliyor. Partide çalışmayı reddedişlerini "köle olmadıkları"nı söyleyerek açıklamak, kendini bütün bütün ele vermektir, herhangi bir savdan yoksun olduğunu itiraf etmektir, doyumsuzluğun (dissatisfaction) nedenlerini, makul nedenlerini hiç bir biçimde gösterememektir. Plehanov ve ben, çalışmayı reddedişlerini gösterecek hiç bir şey yapmadığımızı ilân ediyoruz; farklılıklarını ortaya koymalarını rica ediyoruz; verdikleri tek yanıt, (üyeliğe çağırılma konusunda henüz herhangi bir pazarlığın tamamlanmamış olduğunu ekleyerek) "biz köle [sayfa 195] değiliz" demek oluyor.
      Birinci madde üzerindeki tartışmalarda, oportünist savlara ve anarşist laf cambazlığına duyduğu eğilimi ortaya koyarak kendini belli eden aydın bireyciliği için, tüm proleter örgütü ve disiplini köleliktir. Okurlar yakında göreceklerdir ki, bu "parti üyeleri"nin ve parti "yetkilileri"nin gözünde, yeni bir parti kongresi bile, "seçkin beyinler" için korkunç ve iğrenç bir kölelik durumudur. ... Bu "kurum" parti unvanından yararlanmaya karşı olmayan ama kendilerine verdikleri partili unvanının partinin çıkarlarıyla ve arzusuyla bağdaşmadığını pek iyi bilen kişiler için gerçekten korkunçtur.
      Benim, yeni İskra yöneticilerine yazdığım ve yoldaş Martov'un Sıkıyönetim'inde yayınladığı mektubumda sıraladığım komisyon kararları, azınlığın davranışının, kongre kararlarına düpedüz itaatsizliğe ve olumlu pratik çalışmayı başıbozukluğa kadar vardırdığını, gerçekleri ortaya koyarak göstermektedir. Oportünistlerden ve İskra'yı sevmeyenlerden oluşan azınlık, kongredeki yenilginin öcünü almak için yanıp tutuşarak ve ikinci kongrede kendilerine yöneltilen oportünistlik ve aydın istikrarsızlığı suçlamalarını onurlu ve dürüst yollardan (davalarını basında ya da bir kongrede açıklayarak) çürütmeyi asla başaramayacaklarını kavrayarak, partiyi parçalamaya çabaladı, parti çalışmalarına zarar verdi, o çalışmaları başıboşluğa sürükledi. Partiyi ikna edemeyeceklerini anladıkları için, partiyi başıboşluğa sürükleyerek, parti çalışmalarını köstekleyerek amaçlarına varmaya çalıştılar. (Kongredeki hatalarıyla) çanağı çatlatmaya neden olmakla suçlandılar; bu suçlamaya, çanağı tümden parçalamak için ellerinden gelen her çabayı göstererek yanıt verdiler.
      Düşünceleri öylesine çarpıklaştı ki, boykot ve çalışmayı reddetmek, savaşımın "dürüst[81*] yöntemleri" ilân edildi. [sayfa 196] Şimdi Martov yoldaş bu nazik nokta çevresinde kıvır kıvır kıvranıyor. Yoldaş Martov öylesi bir "ilke adamı"dır ki, azınlık tarafından uygulanıldığı zaman boykotu savunur, ama kendi tarafı çoğunluk haline gelip de boykot onu tehdit ettiği zaman, ondan yakınır.
      Sosyal-demokrat bir işçi partisinde dürüst savaşım yöntemlerinin ne olduğu konusunda olduğu gibi, bunun da bir yaygaracılık mı yoksa bir "ilke farklılığı" mı olduğuna, daha derinlemesine girmek gerektiğini sanmıyorum.



      "Üyeliğe çağrılma" kavgasını başlatan yoldaşlardan bir açıklama alabilmek için (4 ve 6 Ekim tarihlerinde) yaptığımız başarısız girişimlerden sonra, merkez kurulları için, o yoldaşların, savaşımın dürüst yöntemlerine bağlı kalacakları şeklindeki sözlü güvencelerinin nasıl bir sonuç vereceğini bekleyip görmekten başka yapılacak bir şey kalmamıştı. 10 Ekimde Merkez Yönetim Kurulu, Birliğe (bkz: Birlik tutanakları, s. 3-5) bir genelge yolladı ve Birlik için bir tüzük hazırlamaya giriştiğini bildirerek, Birlik üyelerinden, yardım etmelerini istedi. O tarihte Birlik yöneticileri (bir oya karşılık iki oyla; ibid., s. 20) Birlik kongresi yapılmamasına karar vermişlerdi. Bu genelgeye azınlık yandaşlarının verdiği yanıtlar, kongre kararlarına bağlı kalınacağı ve boyun eğileceği yolundaki ünlü sözün, laftan öteye geçmediğini, ayrıca gerçekte merkez kurullarından gelen işbirliği çağrısına, safsata ve anarşist laf cambazlığıyla dolup taşan kaçamaklı özürlerle karşılık vermek suretiyle, azınlığın parti merkez kurullarına itaat etmemeye kesinlikle karar vermiş olduğunu derhal gösterdi. Birlik yöneticilerinden Deutsch'un ünlü açık mektubuna verdiğimiz yanıtta (Birlik tutanakları, s. 10) Plehanov, ben ve çoğunluğun öteki yandaşları, "Birliğin resmi bir yetkilisinin, bir parti kurulunun örgütlenme çalışmalarını kösteklemek ve öteki [sayfa 197] yoldaşları da aynı biçimde, disiplini bozmaya, tüzüğe karşı durmaya çağırmak suretiyle parti disiplinini aşırı ölçüde ihlal etmesini" şiddetle protesto ettik. "'Merkez Yönetim Kurulunun çağrısına uyarak böyle bir çalışmaya katılmakta kendimi serbest hissetmiyorum' ya da 'yoldaşlar, onların [Merkez Yönetim Kurulu] Birlik için yeni bir tüzük hazırlamasına izin vermemeliyiz', vb. türünden sözler", dedik, "parti, örgüt ve parti disiplini gibi sözlerin anlamını birazcık olsun kavrayan herkeste yalnızca nefret uyandıran türde kışkırtma yöntemleridir. Bu yöntemler, yeni kurulmuş bir parti kurumuna karşı kullanıldığı için daha da utanç vericidir ve bu yüzden de, kuşku yok ki, partili yoldaşlar arasında o kuruma karşı güveni kundaklama çabasıdır. Üstelik bu yöntemler, Birlik yönetiminin bir üyesinin mührüyle ve Merkez Yönetim Kurulunun arkasında uygulanmaktadır." (Birlik tutanakları, s. 17.)
      Bu koşullar altında Birlik kongresi, dalaşmadan başka bir şey vaadetmiyordu.
      Ta başından bu yana yoldaş Martov, "kişilerle uğraşma" şeklindeki kongre taktiklerini sürdürdü; bu kez özel konuşmaları çarpıtarak yoldaş Plehanov'la uğraşıyordu. Yoldaş Plehanov protesto etti, yoldaş Martov da sorumsuzluğun ya da öfkenin ürünü olan suçlamalarını geri almak zorunda kaldı (Birlik tutanakları, s. 39 ve 134).
      Raporun sunulması zamanı geldi. Ben, parti kongresinde Birliğin temsilcisiydim. Raporumun özetine şöyle bir değinivermek (s. 43 ve sonrası)[82*] daha ayrıntılı olarak bu broşürün içeriğini oluşturan kongre oylamalarının ana çizgileriyle bir tahlilini yaptığımı okurlara gösterecektir. Raporumun ana özelliği, Martov ve hempasının, kendi hatalarından ötürü partinin oportünist kanadında yer aldıklarını kanıtlayışıydı. Gerçi bu rapor, çoğunluğu amansız karşıtlarımızdan [sayfa 198] oluşan bir topluluğa sunulmuştu ama, o kişiler, bu raporda, parti içindeki savaşımın ve tartışmanın dürüst yöntemlerinden ayrılan hiç bir şey bulamadılar.
      Bunun tersine Martov'un raporu, benim olaylara bakışımın belli bazı noktalarındaki ufak-tefek "düzeltmeler" dışında (bu düzeltmelerin yanlışlığını yukarda göstermiştik) bozuk sinirlerin ürünü olmaktan başka bir şey değildi.
      Çoğunluğun, bu ortam içinde savaşı sürdürmeyi reddetmesinde şaşılacak bir şey olmasa gerek. Yoldaş Plehanov "sahne"yi protesto etti (tutanaklar, s. 68) —bu, gerçekte olağan bir "sahne"ydi!— ve raporun özü hakkında daha önceden hazırlamış olduğu itirazları ortaya koymaksızın kongreden çekildi. Çoğunluğun hemen hemen bütün öteki yandaşları da yoldaş Martov'un "bayağı davranışı"na karşı yazılı bir protestoda bulunduktan sonra (Birlik tutanakları, s. 75) kongreden çekildiler.
      Azınlığın kullandığı savaşım yöntemlerini herkes iyice anlamıştı. Biz azınlığı kongrede siyasal bir hata işlemekle, oportünizme kaymakla, bundcular, Akimov'lar Bruker'ler, Egorov'lar ve Mahov'larla bir koalisyon kurmuş olmakla suçlamıştık. Azınlık kongrede yenik düşmüştü. Şimdi azınlık sayısız türden çıkışların, atılımların, saldırıların, vb. tümünü kucaklayan iki savaşım yöntemi "geliştirmişlerdi".
      Birinci yöntem — partinin bütün eylemlerini bozmak, çalışmalara zarar vermek, "herhangi bir gerekçe göstermeksizin" her şeyi kösteklemek.
      İkinci yöntem — "hır" çıkarmak, vb.. vb..[83*] [sayfa 199]
      Bu "ikinci savaşım yöntemi", görüşülmesine "çoğunluğun" doğal ki katılmadığı, Birliğin ünlü "ilke" kararlarında da açıkça görülmektedir. Yoldaş Martov'un Sıkıyönetim'inde yeniden yayınladığı bu kararları inceleyelim.
      Trotski, Fomin, Deutsch yoldaşlarla daha başkalarının imzaladığı birinci karar, parti kongresinin "çoğunluğu"na yöneltilmiş iki tezi içeriyor: 1) "Kongrede, esas itibariyle İskra'nın daha önceki siyasetiyle çatışan eğilimlerin açığa vurulmasından ötürü, Merkez Yönetim Kurulunun otoritesini ve bağımsızlığını güven altına alacak esaslara parti tüzüğünde yer vermeye yeterince dikkat gösterilmemiş olmasını, Birlik, derin bir esefle karşıladığını belirtir." (Birlik tutanakları, s. 83.)
      Daha önce de gördüğümüz gibi, bu "ilke" tezleri Akimov lafazanlığından başka bir şey değildir; bu lafazanlığın oportünist niteliğini parti kongresinde yoldaş Popov bile ortaya koymuştur. Gerçekte, Merkez Yönetim Kurulunun otoritesini ve bağımsızlığını "çoğunluğun" güven altına almayı amaçlamadığı savı dedikodudan başka bir şey değildir. Plehanov'la benim yazıkurulunda bulunduğumuz sıralarda, konseyde, merkez yayın organının Merkez Yönetim Kurulu üzerinde herhangi bir egemenliği olmadığını, ama martovcular yazıkuruluna katıldıktan sonra, merkez yayın organının, konseyde, Merkez Yönetim Kuruluna karşı egemenliği güven altına aldığını anmak yeter de artar. Biz yazıkurulundayken, konseyde, yurtdışında oturan yazarlar üzerinde, Rusya'daki partililer egemendi; yönetimi martovcular ele aldıktan sonra durum tersine döndü. Biz yazıkurulundayken konsey, bir kez olsun, pratik sorunlara müdahale girişiminde bulunmadı; okurların yakın bir gelecekte öğreneceği üzere oybirliğiyle üye çağırma işleminden bu yana bu tür müdahaleler başladı.
      İncelemekte olduğumuz kararın ikinci tezi şudur: "...Partinin resmi merkez organlarını kurarken, kongre, gerçekte [sayfa 200] var olan merkez organlarının sürekliliğini sağlama gereğini görmezlikten gelmiştir..."
      Bu tezin özü, merkez organlarının kimlerden oluşacağı sorununda gelip dayanıyor. "Azınlık", kongrede, eski merkez organlarının göreve uygun düşmediklerini gösterdikleri ve birçok hata işledikleri gerçeğinden kaçınmayı yeğ tutmuştur. Ama en gülünç olanı, hazırlık komitesiyle ilgili olarak "sürekliliğe" atıfta bulunulmasıdır. Daha önce gördüğümüz gibi, hazırlık komitesinin tüm üyelerinin onaylanmasını kongrede hiç kimse ima bile etmemiştir. Martov, kongrede, hazırlık komitesinden üç kişiyi kapsayan bir listenin kendisini aşağılatmak demek olduğunu çılgınlar gibi dövünerek öne sürmüştür. Kongrede "azınlığın" önerdiği kesin liste hazırlık komitesinden bir kişiyi (Popov, Glebov ya da Fomin ve Trotski), buna karşılık "çoğunluğun" listesi hazırlık komitesinden iki kişiyi (Travinski, Vasilyev ve Glebov) içermekteydi. Soruyoruz, "sürekliliğe" yapılan bu atıf, gerçekten bir "ilke ayrılığı" sayılabilir mi?
      Eski yazıkurulunun, yoldaş Akselrod'un önderliğindeki dört üyesi tarafından imzalanan bir başka karara geçelim. "Çoğunluğa" yöneltilen, sonradan da basında birçok kez yinelenen belli-başlı suçlamaları bu kararda görüyoruz. Bu suçlamalar en iyi şekilde, yazıkurulu çevresinin üyeleri tarafından ifade edildiği biçimde incelenebilir. Suçlamalar, "partinin otokratik ve bürokratik yönetimi sistemi"ne, "gerçekten sosyal-demokratik bir merkeziyetçilik"ten farklı olarak, "bürokratik merkeziyetçiliğe" yöneltilmiştir. Karar, bürokratik merkeziyetçiliği şöyle tanımlamaktadır: bürokratik merkeziyetçilik "ön plana, iç birliği değil, salt mekanik yollardan, bireysel girişimin ve toplumsal eylemin sistemli olarak bastırılmasıyla sağlanan ve sürdürülen dışsal birliği, biçimsel birliği koyar"; bu nedenle de "toplumun bütünleyici parçalarını organik olarak biraraya getirme gücünde değildir" [sayfa 201]
      Yoldaş Akselrod ve hempasının burada hangi "toplum"dan söz ettiğini, yalnızca tanrı bilir. Anlaşılan, yoldaş Akselrod, arzulanan hükümet reformları konusunda bir Zemstvo söylevi mi yazıyordu, yoksa "azınlığın" yakınılarını mı sayıp döküyordu, burasını kendisi de pek bilememektedir. Tatmin olmamış "yazıkurulu üyelerinin" yaygarasını ettikleri, parti içindeki "otokrasi"nin burada ne yeri var? Otokrasi, bir bireyin en yüksek, denetimsiz, seçimsiz, sorumluluktan uzak yönetimi demektir. "Azınlığın" yazılarından çok iyi bildiğimiz üzere, otokrat sözcüğüyle kastettikleri benim, başkası değil. Sözkonusu karar hazırlandığı ve kabul edildiği zaman, ben Plehanov'la birlikte merkez yayın organındaydım. Demek ki, yoldaş Akselrod ve hempası, Plehanov'un ve Merkez Yönetim Kurulundaki öteki üyelerin, partiyi, işin gerekleri hakkındaki düşünceleri doğrultusunda değil, otokrat Lenin'in arzusu doğrultusunda "yönettikleri" inancında olduklarını ifade ediyorlardı. Bu otokratik yönetim suçlaması, zorunlu olarak ve ister-istemez, yönetici organın, otokrat dışındaki bütün üyelerinin, bir kişinin elinde basit bir alet olduklarını, bir başkasının arzularının basit piyonları ve aracı olduklarını söylemek demektir. Bir kez daha soruyoruz, pek saygı değer yoldaş Akselrod için "ilke ayrılığı" bu mudur?
      Dahası var, kararların kesin olarak geçerli saydıkları parti kongresinden henüz dönen "parti üyeleri"miz, burada hangi dış, biçimsel birlikten, söz ediyorlar? Dayanıklı bir temel üzerinde örgütlenmiş bir partide, birlik sağlamanın, parti kongresinden başka bir yöntemini biliyorlar mı? Eğer biliyorlarsa, ikinci kongreyi artık geçerli saymadıklarını açıkça ilân etme yürekliliğini neden göstermiyorlar? Güya örgütlenmiş bir partide birlik sağlama konusundaki yeni fikirlerini ve yeni yöntemlerini bize söylemeyi neden denemiyorlar?
      Dahası var, partinin merkez yayın organı, görüş ayrılıklarını [sayfa 202] ortaya koymalarını salık verdiği halde, bunu yapmak yerine, "üyeliğe çağırılma" pazarlığıyla uğraşan bizim bireyci aydınlarımız hangi "bireysel girişime baskı"dan söz ediyorlar? Genel olarak, Plehanov ve ben ya da Merkez Yönetim Kurulu, bizimle birlikte herhangi bir "eylem"e girmeyi reddeden kişilerin bağımsız eylemlerini ya da girişimlerini nasıl olur da bastırabiliriz? Bir insan, katılmayı reddettiği bir kurulda, nasıl olur da "baskı altında tutulabilir"? Seçilmemiş yazıkurulu üyeleri, "yönetilmeyi" reddettikleri halde, nasıl olur da bir "yönetim sistemi"nden yakınabilirler? Biz, yoldaşlarımızı yönetmekte herhangi bir hata işlemiş olamayız, çünkü onlar hiç bir zaman bizim yönetimimiz altında çalışmış değildirler.
      Ünlü bürokrasi hakkındaki bu feryatların, merkez organlarına seçilen kişiler hakkında duyulan tatminsizlik duygusunun yalnızca bir perdesi olduğu kongrede olanca ağırbaşlılıkla verilen sözden dönüşü örtmek için kullanılan bir incir yaprağı olduğu, sanırım apaçık ortadadır. Siz bir bürokratsınız, çünkü kongre tarafından benim arzuma uygun olarak değil, o arzuma karşın görevlendirildiniz; siz bir resmiyetçisiniz, çünkü kongrenin resmi kararlarına göre davranıyorsunuz, benim arzuma göre değil; siz büyük ölçüde mekanik bir hareket içindesiniz, çünkü benim üye çağırılma arzuma hiç dikkat etmiyor, yalnızca parti kongresindeki "mekanik" çoğunluktan söz ediyorsunuz; siz bir otokratsınız, çünkü, çevrecilik anlayışlarının kongre tarafından açıkça kabul edilmeyişinden hoşlanmadıkları için kendi çevrelerinin "sürekliliği"nde daha çok direnen eski uyuşuk bir takıma iktidarı teslim etmeyi reddediyorsunuz.
      Bürokrasi hakkındaki bu feryatlar, belirttiğim nokta dışında, hiç bir gerçek anlam taşımamaktadır.[84*] Bu savaş [sayfa 203] yöntemi, yalnızca, azınlığın aydın istikrarsızlığını bir kez daha kanıtlamaktadır. Merkez kurulları seçiminin başarısız bir seçim olduğuna partiyi inandırmak istiyorlardı. Bu işi nasıl ele aldılar? Plehanov ve benim tarafımdan yönetiliş biçimine karşı çıkarak İskra'yı eleştirmekle mi? Hayır, bunu yapabilecek durumda değillerdi. Kullandıkları yöntem, partinin bir bölüğünün, nefret edilen merkez organlarının yönetimi altında çalışmayı reddetmesiydi. Ama dünyada hiç bir partinin hiç bir merkez organı, onun yönetimini kabul etmeyen kişileri yönetme yeteneğinde olduğunu gösteremez. Merkez organlarının yönetimini kabul etmemek partide kalmayı reddetmekle birdir; bu bir yıkma yöntemidir, inandırma yöntemi değil. Ve inandırma yerine yıkma çabası göstermeleri, onların tutarlı ilkelerden kendi fikirlerine inanç duymaktan yoksun olduklarını ortaya koymaktadır.
      Bürokrasiden söz ediyorlar. Bürokrasi sözcüğü Rusçaya, yerde ve mevkide pekişme (concentration) olarak çevrilebilir. Bürokrasi, işin gereklerini, birinin kendi mesleğinin (career) çıkarlarına tabi kılması demektir; işin kendini ihmal ederek, dikkatini belli yerlerde toplamak demektir; fikirler için savaşmak yerine üyeliğe çağrılmak için kavga etmek demektir. Bu tür bir bürokrasinin parti için zararlılığı ve istenmezliği kuşkusuz doğrudur ve ben, şimdi partimizde çekişen iki taraftan hangisinin, böyle bir bürokrasiden suçlu olduğuna karar vermeyi, güven içinde, okurlara bırakabilirim... Onlar, birliğe ulaşma yöntemlerinin aşırı ölçüde mekanik olduğundan söz ediyorlar. Kuşku yok ki, aşırı ölçüde mekanik yöntemler zararlıdır; ama, parti, bazı kişilerin yeni görüşlerinin doğruluğuna inandırılmadan, hatta bu görüşler henüz partiye açıklanmadan önce o kişilerin parti organlarına yerleştirilmesinden daha mekanik bir savaşım yöntemi —yeni bir eğilimin eski eğilime karşı kullandığı savaşım yöntemi— düşünülüp düşünülemeyeceğini, [sayfa 204] burada da bir kez daha okurun yargısına bırakıyorum.
      Ama azınlığın durup dinlenmeksizin kullandığı sloganlar, bugünkü olayda görülen "dönüş"ü başlattığına kuşku bulunmayan küçük ve özel davayla ilgili olmaksızın, belki de ilke açısından bir şeyler ifade ediyordur, belki de özel bazı fikir gruplarını ifade ediyordur. Belki de "üyelike çağırılma" kavgasını bir yana bırakabilseydik, bu sloganlar, farklı bir görüş sisteminin ifadesi haline gelebilirdi.
      Sorunu bir de bu açıdan inceleyelim. Ancak her şeyden önce, böyle bir incelemeyi Birlik'te ilk kez yapmayı deneyenin, azınlığın anarşizme ve oportünizme kayışına değinen Plehanov olduğunu ve (tutumunun ilkelerle ilişkili olduğunu herkes itirafa hazır olmadığı için şimdi gücenen[85*] ) yoldaş Martov'un da, Sıkıyönetim'inde bu olayı tümden bilmezlikten geldiğini kayıtlara geçirelim.
      Birlik kongresinde, Birliğin ya da herhangi bir yönetim kurulunun, kendisi için hazırlayacağı tüzüğün, Merkez Yönetim Kurulunun onayı olmaksızın ve hatta Merkez Yönetim Kurulu onaylamadığı zaman bile geçerli olup olmadığı genel sorusu ortaya atılmıştı. Düşünülürse, şundan daha açık bir şey olamaz: tüzük, örgütlenmenin resmi ifadesidir; bizim parti tüzüğümüzün 6'nci maddesine göre de, yönetim [sayfa 205] kurullarını kurma hakkı açıkça Merkez Yönetim Kuruluna bırakılmıştır; tüzük, bir yönetim kurulunun özerklik sınırlarını çizer ve sınırların çizilmesinde son söz, partinin yerel organına değil, merkez organına aittir. Bu, işin abecesi kadar basittir; ve çok bilmiş bir edayla, "örgütleme"nin, her zaman "tüzüğü onaylama"yı içermediğini öne sürmek çocukçadır (sanki Birliğin kendisi, resmi tüzük temelinde örgütlenmeyi, kendi arzusuyla ifade etmemiş gibi). Ama yoldaş Martov, sosyal-demokrasinin abecesini bile (umalim ki geçici olarak) unutmuştur. Onun fikrince, tüzüğün onaylanmasını istemek, yalnızca, "daha önceki devrimci İskra merkeziyetçiliğinin yerini bürokratik merkeziyetçiliğin aldığını" göstermektedir (Birlik tutanakları, s. 95) ve onun fikrince —yoldaş Martov bunu aynı konuşmasında söylemiştir— tartışılan konunun "ilke"ye ilişkin yani bu noktada yatmaktadır (Birlik tutanakları, s. 96). Bu, Martov'un, Sıkıyönetim'inde unutmayı yeğ tuttuğu bir ilkedir!
      Plehanov yoldaş, Martov'u hemen yanıtlamış ve "kongrenin itibarını azaltıcı" nitelikteki bürokrasi ve hacıyatmaz, vb. gibi sözlerin kullanılmamasını rica etmiştir (Birlik tutanakları, s. 96). Bunun üzerine, bu tür ifadeleri, "ilke açısından, belli bir eğilimi niteleyen ifadeler" olarak gören Martov'la Plehanov arasında karşılıklı bir tartışma başlamıştır. O sıralarda çoğunluğu destekleyen öteki kişiler gibi Plehanov da ilkelerle değil, "üyelike çağırılmakla" ilgili olduklarını düşünerek bu tür ifadeleri gerçek değerleriyle almaktaydı. Ama yine de Martov'larla Deutsch'ların ısrarına uyarak (Birlik tutanakları, s. 96-97), Plehanov yoldaş, onların ilke saydıkları şeyleri, ilke açısından incelemeye koyuldu. "Eğer böyle olsaydı" dedi Plehanov (yani eğer yönetim kurulları, kendi örgütlerini biçimlendirmekte, kendi tüzüklerini yapmakta özerk olsalardı), "o zaman partiye karşı, bütüne karşı da özerk olurlardı. Bu bundcu bir görüş bile değildir, tepeden tırnağa anarşist bir görüştür. [sayfa 206] Anarşistler de böyle der: bireylerin hakları sınırsızdır derler; bu haklar birbiriyle çatışabilir derler; her birey, kendi haklarının sınırını kendisi saptar derler. Özerkliğin sınırlarını, grubun kendisi değil, onun bir parçasını oluşturduğu bütün belirlemelidir. Bund, bu ilkenin göze çarpıcı bir ihlaliydi. O yüzdendir ki, özerkliğin sınırlarını, kongre ya da kongrenin görevlendirdiği yüksek bir organ belirler. Merkez organının otoritesi, törel (ahlaki) ve aydınca bir saygınlığa dayanmalıdır. Kuşkusuz bu noktaya katılırım. Örgütün her temsilcisi, o örgüte ait kurumun törel saygınlığıyla ilgilenmek zorundadır. Ama bundan, saygınlık gerekliyse de otorite gerekli değildir sonucu çıkmaz. ... Otoritenin gücünü fikirlerin gücünün karşısına koymak, anarşistçe konuşmaktır, burada yeri olmamak gerekir." (Birlik tutanakları, s. 98.) Bu önermeler, büyük ölçüde işin abecesi türündendir, temeldir, gerçekte oya konmuş olması bile tuhaf olan (tutanaklar, s. 102) ve yalnızca "kavramlar birbirine karıştırıldığı" için sorun haline gelen (tutanaklar, anılan yer) belitlerdir (axioms). Ama azınlığın aydın bireyciliği, onları kaçınılmaz olarak, kongreyi baltalama isteğine ve çoğunluğa boyuneğmeyi reddetmeye sürüklemiştir; bu istek anarşistçe konuşmalardan başka hiç bir şeyle haklı gösterilemezdi. Azınlığın Plehanov'a verebileceği hiç bir yanıt bulunmayışını, yalnızca onun kullandığı oportünizm, anarşizm, vb. sözlerin aşırı ölçüde sert sözler olduğunu söyleyerek yakınmalarını belirtmek de hayli eğlendiricidir. Plehanov, "lése-majesté[86*] ve hacıyatmaz sözcükleri yerinde görülürken, jorecilik ve anarşizm sözcüklerine neden yer [sayfa 207] olmadığı"nı sorarak, bu yakınmalarla bir güzel alay etti. Buna hiç, bir yanıt verilmedi. Esasen bu garip quid pro quo,[87*] Martov, Akselrod ve hempasının başına sık sık gelmiştir: yeni sloganları, açıkça sınırlılığın damgasını taşımaktadır; gerçekleri belirtmek onları gücendirir —bildiğiniz gibi ilke adamıdırlar; ama kendilerine, parçanın bütüne boyuneğmesi gereğini ilke olarak yadsırsanız siz bir anarşistsiniz denmiş ve yine gücenmişlerdir—, ifade pek kuvvetliymiş çünkü! Başka deyişle, Plehanov'a karşı bir savaş vermek isterler, ama onun ciddi bir tepki göstermemesi koşuluyla!
      Yoldaş Martov ve birçok başka "menşevik"[88*] beni kaç kez, pek çocukça bir tutumla şu "çelişki "ye düşmekle suçlamışlardır: Ne Yapmalı?'dan ya da Bir Yoldaşa Mektup'tan, ideolojik etki, etkinlik savaşımı, vb.'den sözeden bir bölüm alırlar ve bu bölümü, tüzüğü kullanarak etkinlik sağlama "bürokratik" yöntemiyle, otoriteye dayanma "otokratik" eğilimiyle, vb. karşıtlarlar, bunlar arasında bir karşıtlık bulmaya çalışırlar. Ne kadar da saflar! Önceleri bizim partimizin resmen örgütlenmiş bir bütün olmadığını, yalnızca ayrı gruplar toplamı olduğunu, bu nedenle de bu gruplar arasında, ideolojik etki ilişkisi dışında herhangi bir ilişkinin olanaklı olmadığını çoktan unutmuşlardır. Şimdiyse örgütlenmiş bir parti haline geldik. Bu, otoritenin kurulmasını, fikir gücünün otorite gücü haline dönüştürülmesini, daha alt düzeydeki parti kurullarının daha üst düzeydeki kurullara bağlanmasını içerir. Böyle basit, temel şeyleri salt eski ahbapların kulağına küpe olsun diye ağza sakız yapmanın insanı rahatsız etmesinin nedeni, bunun temelindeki şeyin, seçimlerde azınlığın çoğunluğa rıza göstermeyi reddediğinin yattığını bilmekten ötürüdür. Ama ilke açısından bakıldığında, benim çelişkiye düştüğümü böyle sonu gelmez [sayfa 208] biçimde öne sürmek, gelip anarşist lafazanlıka dayanır, başka bir şeye değil. Yeni İskra bir parti kurumunun unvanını ve haklarını kullanmaya, onlardan yararlanmaya karşı değildir, ama partinin çoğunluğuna boyuneğmek de istemez.
      Eğer bürokrasi konusundaki sözler herhangi bir ilkeyi içeriyorsa, eğer parçanın bütüne boyuneğme görevinin anarsistçe yadsınması değilse, o zaman karşı karşıya olduğumuz şey, bireysel aydınların proletarya partisine karşı sorumluluğunu azaltmaya çalışan, merkez kurullarının etkinliğini zayıflatmak isteyen, partideki en az sebatli öğelerin özerkliğini genişletmek isteyen, örgütsel ilişkileri salt platonik bir düzeye indirgemek ve yalnızca sözle kabul etmek isteyen bir oportünizm ilkesidir. Bunu parti kongresinde gördük; şimdi Birlik Kongresinde Martov ve hempasının dudaklarından dökülen "canavarca" merkeziyetçiliğe ilişkin sözlerin tam aynısını orada da Akimov'larla Lieber'ler söylemişlerdi. Martov'la Akselrod'un örgütlenme konusundaki "görüşleri"ne, bir raslantı olarak değil, yalnızca Rusya'da değil ama tüm dünyada, bizzat o görüşlerin yapısı nedeniyle oportünizmin kılavuzluk ettiğini, yoldaş Akselrod'un yeni İskra'daki yazısını incelerken, daha sonra göreceğiz. [sayfa 209]



P.
BÜYÜK BİR KIVANCIN YOLUNU
UFAK KAYGILAR ENGELLEMEMELİDİR




      Birlik tüzüğünün, Merkez Yönetim Kurulu tarafından onaylanmasını öngören önergenin Birlik tarafından reddi (Birlik tutanakları, s. 105), parti kongresi çoğunluğunun derhal oybirliğiyle belirttiği gibi, "parti tüzüğünün açıktan açığa ihlali"ydi. İlke sahibi kişilerin hareketi olarak görülen bu ihlal girişimi tam bir anarşizmdi; kongre sonrası savaşımının havası içinde, bu ihlal girişimi, bir yandan, parti azınlığının, parti çoğunluğuyla "hesaplaşma"ya çabaladığı (Birlik tutanakları, s. 112) izlenimini yaratırken, bir yandan da azınlığın partiye itaat etmeyi ya da partide kalmayı arzu etmediğini gösteriyordu. Merkez Yönetim Kurulunun, Birlik tüzüğünde bazı değişiklikler yapılması çağrısına ilişkin [sayfa 210] bir önergeyi (Birlik tutanakları, s. 124-125) kabul etmeyi Birlik reddedince de, bir parti örgütünün kongresi olarak görülmeyi isteyen, ama aynı zamanda partinin merkez kuruluna itaat etmek istemeyen bu kongrenin gayrımeşrü ilân edilmesi kaçınılmaz bir zorunluluk olarak belirdi. Bu zorunluluğa uyarak, parti çoğunluğundan yana olanlar, bu yakışık almaz orta oyununda herhangi bir payları bulunmasın diye, derhal bu sözümona parti toplantısından çekildiler.
      Tüzüğün l'inci maddesi üzerindeki sebatsızlığıyla kendini ortaya koyan, örgütsel ilişkileri ancak platonik olarak kabul etmış bu aydın bireyciliği, böylece, benim daha Eylül ayında, yani parti örgütünü parçalama noktasına varmadan bir-buçuk ay önce tahmin ettiğim mantıklı sonucuna ulaşmış oluyordu. Birlik Kongresinin sona erdiği akşam Plehanov, partinin her iki merkez organındaki arkadaşlarına, "yoldaşlarına ateş açma"ya tahammül edemeyeceğini, "bölünmektense insanın beynine bir kurşun sıkmasının daha iyi olduğu"nu, işin daha da kötüye gitmesini önlemek için, üzerinde, işin aslında 1'inci maddenin yanlış konumunda görülebilecek ilkeler üzerinde olduğundan daha fazla yıkıcı bir savaşıma girilen kişisel ödünlerin azami ölçüde verilmesinin zorunlu olduğunu söyledi. Yoldaş Plehanov'un, parti açısından önem taşıyan bu geri dönüşünü daha doğru biçimde değerlendirebilmek için, özel konuşmalara, (aşırı durumlarda son kaynak olarak değinilecek) özel mektuplara dayanılmamasını, ama bunların yerine Plehanov'un tüm partiye yaptığı kendi açıklamasına, yani Birlik Kongresinin hemen ardından, ben merkez yaym organından istifa ettikten (1 Kasim 1903) sonra ve martovcuların üyeliğe çağırılmasından (26 Kasım 1903) önce yazılan ve İskra'nın 52'nci sayısında yayınlanan "Ne Yapmamalı?" başlıklı yazısına dayanılmasını salık veririm.
      "Ne Yapmamalı?"nın temel fikri, siyasette, kişinin çok inatçı, çok haşin ve boyuneğmez olmamasının gerektiğidir; [sayfa 211] bir bölünmeden kaçınmak için (bize yaklaşmakta olanlar ya da tutarsızlar arasındaki) revizyonistlere ve anarşist bireycilere bile boyuneğmek bazan gereklidir. Bu soyut genellemelerin İskra okurları arasında geniş ölçüde karışıklık yaratması doğaldı. Yoldaş Plehanov'un (daha sonraki yazılarında) yer alan, fikirlerinin yeniliği ve halkın diyalektik bilgilerinin eksikliği nedeniyle anlaşılamadığından sözeden kendini beğenmiş, hükümdarca ifadelerini okuyunca, insan gülmeden edemiyor. Gerçekte "Ne Yapmamalı?"yı, o yazının yazıldığı sırada, Cenevre'nin, adları aynı harfle başlayan iki dış mahallesinde[
34] oturan birkaç düzine insan anlayabilirdi. Plehanov yoldaşın talihsizliği, kongre sonrasında azınlığa karşı verilen savaşımın bütün aşamalarına katılmış bu birkaç düzine insanı amaçlayan bir yığın ima ve serzenişi, matematik simgeleri ve bilmeceleri, onbin kadar okur arasında dolaşıma sokmasındaydı. Yoldaş Plehanov, diyalektiğin temel bir ilkesini, yani son derece talihsizce atıfta bulunduğu, soyut gerçek yoktur, gerçek her zaman somuttur ilkesini çiğnediği için, bu başına geldi. Bu ilke gereğince, Birlik Kongresinden sonra, martovculara boyuneğme fikrine, tümden somut olan bu fikre, soyut bir görünüm vermek yersizdi.
      Yoldaş Plehanov'un, yeni bir savaş narası olarak savunduğu boyuneğme iki halde meşru ve önemlidir: boyuneğen, kendisine boyuneğdirmeye çalışanların haklı olduğuna inandığı zaman (ki bu durumlarda dürüst siyasal önderler, yanıldıklarını açıkça ve içtenlikle itiraf ederler) ya da daha büyük bir beladan sakınmak için akıl-dışı ve zarar verici bir isteğe boyuneğildiği zaman. Sözkonusu yazıdan açıkça anlaşıldığına göre, yazarın düşündüğü hal, ikincisidir. Yazar, açıkça, revizyonistlere ve anarşist bireycilere (yani, şimdi her parti üyesinin Birlik tutanaklarından bildiği üzere martovculara) boyuneğilmesinden söz etmekte ve bir bölünmeyi önlemek üzere bunun zorunlu olduğunu söylemektedir. [sayfa 212] Gördüğümüz gibi, yoldaş Plehanov'un sözde yeni düşüncesi, büyük bir kıvancın yolunu ufak-tefek kaygıların kesmesine izin verilmemesi, ufak bir budalalığın ve önemsiz bir anarşistçe konuşmanın partideki büyük bir parçalanmadan yeğ olduğu şeklindeki basmakalıp ve hiç de yeni olmayan bir bilgeliğe gelip dayanmaktadır. Yoldaş Plehanov bu yazıyı yazdığı zaman, azınlığın, partimizde oportünist kanadı temsil ettiğini ve o azınlığın anarşistçe silahlarla çarpıştıklarını çok iyi biliyordu. Yoldaş Plehanov, tıpkı (bir kez daha si licet parva componere magnis) Alman sosyal-demokratlarının Bernstein'la savaşması gibi, bu azınlıkla, kişisel -ödünler verilerek savaşılması tasarımıyla ortaya çıktı. Bebel kendi partisinin kongrelerinde, çevrenin etkisine yoldaş Bernstein (bir zamanlar yoldaş Plehanov'un kullanmayı pek sevdiği bir şekilde Bay Bernstein değil, yoldaş Bernstein) kadar açık olan bir başka kişi tanımadığını söylemişti: Onu, demişti, kendi çevremize alalım, Reichtag'ın üyesi yapalım, revizyonizmle revizyoniste karşı gereksiz bir sertlikle (Sobakeviç-Parvus'vari[35] ) değil, ama "onu şefkate boğarak" savaşalım — tıpkı, anımsadığına göre, yoldaş M. Beer'in, İngiliz sosyal-demokratların bir toplantısında, İngiliz Sobakeviç-Hyndman'ın saldırısına karşı Almanların uzlaşmacılığını, barışçıllığını, uysallığını, esnekliğini ve ihtiyatkarlığını savunurken söylediği gibi. Yoldaş Plehanov da tam aynı biçimde, Akselrod ve Martov yoldaşların önemsiz anarşizmini, küçük oportünizmini "şefkate boğmak" istemekteydi. Gerçi yoldaş Plehanov "anarşist bireyciler"i oldukça açıklıkla ima ederken revizyonistler hakkında kasıtlı olarak bulanık bir dil kullanmıştı; bunu, oportünizmden sahih bir inanca (orthodoxy) kaymakta olan Raboçeye Dyelo'cuları kastettiği, ama sahih bir inançtan revizyonizme doğru kaymaya başlayan Akselrod'la Martov'u kastetmediği izlenimini yaratacak bir biçimde yapmıştı. Ama bu masum bir savaş hilesiydi,[89*] parti yayınlarının topçu ateşine dayanma gücünde [sayfa 213] olmayan çelimsiz bir siperdi.
      Olayların, açıkladığımız siyasal dönemdeki gerçek görünümünü bilenler, yoldaş Plehanov'un ruh haline nüfuz edebilenler, benim bu olayda bundan daha başka türlü davranamayacak olduğumu anlayacaklardır. Bunu, beni yazıkurulunu teslim etmekle suçlayan çoğunluk yandaşları için söylüyorum. Yoldaş Plehanov Birlik Kongresinden sonra ağız değiştirdiği ve çoğunluğu desteklemek yerine her ne pahasına olursa olsun uzlaşmayı desteklemeye başladığı zaman, bunu en iyi biçimde yorumlamak zorundayım. Belki de yoldaş Plehanov, yazısında, dostça ve dürüst bir barış programı öne sürmek istiyordu? Böyle herhangi bir program, her iki tarafın, hatalarını içtenlikle itiraf etmesine gelir dayanır. Plehanov yoldaşın, çoğunluğa yüklediği hata neydi? Revizyonistlere karşı, yersiz, Sobakeviç-vari bir sertlik. Yoldaş Plehanov'un, bunu söylerken, kafasından neyin geçtiğini bilmiyoruz: katırlar hakkındaki şakası mı yoksa —Akselrod'un huzurunda— anarşizm ve oportünizme aşırı ölçüde ihtiyatsız değinişi mi? Yoldaş Plehanov, kendisini soyut biçimde", üstelik bir başka arkadaşı ima ederek, ifade etmeyi yeğlemişti. Kuşkusuz bu bir zevk meselesidir. Ama her şey bir yana, ben kendi sertliğimi, hem İskracıya [sayfa 214] mektubumda, hem Birlik Kongresinde açıkça itiraf ettim. Öyleyse, çoğunluğun böyle bir "hata"dan suçlu olduğunu itiraf etmeyi nasıl reddetmiş olabilirdim? Azınlığa gelince, Plehanov yoldaş, onların hatasının, bizi bir parçalanmanın eşiğine getiren revizyonizm (onun oportünizm hakkında parti kongresinde söyledikleriyle ve jorecilik hakkında Birlik Kongresinde söyledikleriyle karşılaştırınız) ve anarşizm olduğunu belirtti. Bu hataların kabul edilmesini saklamaya ve o hataların verdiği zararı kişisel ödünlerle ve genel olarak şefkatli" bir davranışla gidermeye dönük bir çabayı ben engelleyebilir miydim? Plehanov yoldaş, "Ne Yapmamalı?" başlıklı yazısında, bize, "yalnızca belli bir tutarsızlık yüzünden" revizyonist olan revizyonistler arasındaki "muhaliflerimizi bağışlamamız" çağrısında bulunduğu zaman, ben böyle bir girişimi engelleyebilir miydim? Ve eğer, bu girişime inanmasaydım, merkez yayın organıyla ilgili olarak kişisel bir ödün vermekten ve çoğunluğun mevkiini savunmak üzere Merkez Yönetim Kuruluna geçmekten başka bir şey yapabilir miydim?[90*] Yalnızca 6 Ekim tarihli mektubumda, kavgayı "kişisel sinirliliğe" bağlama eğilimini taşımış olmam gibi bir nedenle bile olsa, bu tür girişimlerin başarıya ulaşması olasılığını kesin olarak yadsıyamaz ve [sayfa 215] başımızın üstünde sallanan bölünme tehdidinin tüm yükünü kendi omuzuma alamazdım. Ama çoğunluğun mevkiini savunmayı siyasal görevim saydım, ve hala da öyle sayıyorum. Bu konuda yoldaş Plehanov'a güvenmek güçtü ve riskliydi, çünkü her şey gösteriyordu ki, Plehanov, "proletaryanın önderi, yetkisini, siyasal sağduyuya karşıt düşen savaşçı eğilimlerin dizginlerini salıverme hakkına sahip değildir" şeklindeki sözü, kendi yetkisini diyalektik bir yolda şöyle yorumlamaya hazırdı: eğer ateş açmak zorundaysanız, o zaman (Kasım ayında Cenevre'deki havanın halini düşünerek), daha iyi olanı, çoğunluğa ateş açmaktır... Çoğunluğun mevkiini savunmak esastı, çünkü bir devrimcinin özgür (?) iradesi sorunu üzerinde dururken, yoldaş Plehanov —somut ve kapsamlı bir incelemeyi gereksinen diyalektiği hiçe sayarak— bir devrimciye güven sorununu, partinin belli bir kanadına önderlik eden "proletaryanın önderi"ne güven sorununu sessizee geçiştirivermişti. Plehanov yoldaş, anarşist bireycilikten sözeder ve bize, disiplinin çiğnenmesine "zaman zaman" gözlerimizi yummamızı ve "devrimci fikre bağlılıkla hiç bir ilgisi olmayan bir duyguda kök salmış" olan aydınca düzen tanımazlığa "bazan" başeğmemizi salık verirken, anlaşılan, bizim parti çoğunluğunun özgür iradesini de dikkate almamız gerektiğini ve anarşist bireycilere verilecek ödünlerin genişliğine karar verme işinin pratik çalışmadaki görevlilere bırakılması gerektiğini unutuyordu. Çocukça anarşist saçmalarla yazın alanında savaşmak ne kadar kolaysa, aynı örgüt içinde anarşist bireycilerle pratik çalışmayı yürütmek o kadar güçtür. Pratikte anarşizme verilebilecek ödünlerin genişliğini belirleme işini kendi görevi sayarak yüklenen bir yazar, yalnızca aşırı ve gerçekten doktriner yazınsal kendini beğenmişliğini ortaya koyar. Yoldaş Plehanov, (Bazarov'un[37] söyleyegeldiği üzere salt önemli görünsün diye) haşmetli bir ifadeyle, eğer yeni bir bölünme ortaya çıkarsa işçilerin bizi anlayamaz hale [sayfa 216] geleceğini söylemişti; ama aynı zamanda da yeni İskra'da gerçek ve somut anlamını yalnızca işçilerin değil, tüm dünyanın anlayamayacağı bir yazı selini başlatmıştı. "Ne Yapmamalı?"nın provalarını okuyan bir Merkez Yönetim Kurulu üyesinin, Plehanov'un, belli bir yayının (parti kongresiyle Birlik Kongresi tutanaklarının) çapını daraltma planını bizzat o yazının boşa çıkaracağı uyarısında bulunmasında, çünkü o yazının merakları kamçılayacağını, sokaktaki adama,[91*] yargıya varması için yardımcı olmak üzere, bir yandan çekici ama bir yandan da kavranamaz bir şeyler vereceğini ve ister-istemez, insanların, şaşkınlık içinde "Ne oluyoruz?" diye sormalarına neden olacağını söylememesinde, şaşılacak bir şey yoktur. Savlarının soyutluğu ve imalarının muğlaklığı nedeniyle, yoldaş Plehanov'un bu yazısının, sosyal-demokrasi düşmanlarının saflarında zafer şenliğine, Revolutsionnaya Rossiya'nın[39] sütunlarında kankan dansına ve Osvobojdeniye'deki kararlı revizyonistlerin çılgın övgülerine neden olmasında şaşılacak bir şey yoktur. Yoldaş Plehanov'un daha sonraları kendini çok gülünç ve çok üzüntü verici bir biçimde sıyırmaya çalıştığı bu gülünç ve üzüntü verici bütün yanlış anlamaların kaynağı diyalektiğin temel ilkesinin çiğnenmesinde yatmaktadır; bu ilke, somut sorunların, tüm somutlukları içinde ele alınması ilkesidir. Bay Struve'nin duyduğu haz, özellikle doğaldı: O, yoldaş Plehanov'un ardından gittiği (ama başaramadığı) "iyi" amaçlarla (şefkate boğma) hiç mi hiç ilgilenmiyordu; [sayfa 217] Bay Struve'nin ellerini ovuşturarak karşıladığı ve ellerini ovuşturarak karşılamaktan başka türlü karşılayamayacağı şey, partimizin oportünist kanadına doğru kaymaydı. Bu kayma, şimdi herkesin açıkça görebileceği gibi, yeni İskra'da başladı. Herhangi bir sosyal-demokrat partide, en hafifinden ve çok geçici bile olsa, oportünizme yönelik her türlü kaymayı hoşnutlukla karşılayanlar, yalnızca Rus burjuva demokratları değildir. Akıllı bir düşmanın hesabı, pek nadir olarak basit bir yanlış anlamaya dayanır: bir insanın hatasını, onu öven kişilere bakarak söyleyebilirsiniz. Yoldaş Plehanov'un, okurun dikkatsizlik göstereceğini umması ve çoğunluğun, partinin sol kanadından sağ kanadına kaçışlara değil de üyeliğe çağırılmaya hiç bir koşul kabul etmeksizin itiraz ettiğini kanıtlamaya çalışması boşunadır. Sorun, bir bölünmeyi önlemek için yoldaş Plehanov'un kişisel ödün vermesi değildir (bu övülesi bir şey olurdu). Sorun, konuyu tutarsız revizyonistler ve anarşist bireycilerle bağlama gereğini tam olarak kavramasına karşın, Plehanov'un böyle yapmaması ve onun yerine konuyu, anarşizme verilecek pratik olası ödünlerin genişliği üzerinde kendileriyle anlaşmazlığa düşerek uzaklaştığı çoğunlukla bağlamasıdır. Sorun, yazıkurulunun hangi kişilerden kurulacağı konusunda yoldaş Plehanov'un bir değişiklik yapması değildir; revizyonizme ve anarşizme karşı durma şeklindeki tutumuna ihanet etmesi ve bu tutumu partinin merkez yayın organında savunmaktan vazgeçmesidir.
      O tarihlerde, çoğunluğun, kurulu (organised) tek temsilcisi olan Merkez Yönetim Kuruluna gelince, yoldaş Plehanov, o kuruldan, özellikle, anarşizme verilecek pratik ödünlerin olası ölçüsünün genişliği konusunda anlaşamayarak kopmuştur. 1 kasımdan bu yana, yani benim istifamın, şefkate boğma siyasetine alanı boş bırakmasından bu yana neredeyse bir ay geçmiştir. Yoldaş Plehanov her türlü teması yaparak, bu siyasetin uygun olup olmadığını denemek [sayfa 218] için her türlü fırsata sahipti. Bu süre içinde yoldaş Plehanov, "Ne Yapmamalı?" başlıklı yazısını yayınlamıştır. Deyim yerindeyse, bu yazı, martovcuların yazıkuruluna girmeleri için verilmiş tek biletti ve şimdi de öyledir. Revizyonizm (çarpışmamız, ama hasımlarımızı bağışlamamız gereken revizyonizm) ve anarşist bireycilik (kendisine kur yapılması ve şefkate boğulması gereken anarşist bireycilik) gibi sözcükler bu bilete koyu italik harflerle yazılmıştır. Lütfen içeriye buyurun beyefendiler, ben sizi şefkate boğacağım — işte yoldaş Plehanov'un yazıkurulundaki yeni meslektaşlarına bu çağrıyla söyledikleri budur. Doğal olarak, Merkez Yönetim Kuruluna kalan tek şey, anarşist bireyciliğe verilebilecek pratik ödünlerin genişliği konusundaki son sözünü (ultimatomun anlamı budur — olası bir barış için son söz) söylemekti. Ya barış istiyorsunuzdur — ki bu durumda, size şefkatimizi, barışçıllığımızı, ödün vermeye, vb. hazır olduğumuzu göstermek üzere işte şu kadar sandalye (partide barış sağlanacaksa, çatışmanın yokluğu anlamında bir barış değil, partinin anarşist bireycilik tarafından tahrib edilmeyeceği anlamında bir barış sağlanacaksa, yapabileceğimiz şey budur, daha fazlası değil); bu sandalyeleri alın ve Akimov'la Plehanov'dan adım adım uzaklaşıp geri dönün. Ya da kendi görüşlerinizi korumak ve sürdürmek istiyorsunuzdur, (eğer yalnızca örgütlenme konusunda olsa bile) tümden Akimov'a kaymak istiyorsunuzdur, Plehanov'un değil sizin haklı olduğunuza partiyi inandırmak istiyorsunuzdur — ki bu durumda, kendi yazarlar grubunuzu kurun, gelecek kongrede temsil edilmeyi sağlayın, dürüst bir savaşımla, açık bir tartışmayla çoğunluğu kazanmaya girişin. Martovculara verilen 25 Kasim 1903[40] tarihli Merkez Yönetim Kurulu yazısında (Bkz: Sıkıyönetim ve Birlik Tutanaklarının Yorumu[92*] ) açıkça belirtilen bu seçenek, Plehanov'la [sayfa 219] benim, 6 Ekim 1903 tarihinde eski yazıkurulu üyelerine gönderdiğimiz mektupla tam bir uyuşum içindeydi. Plehanov'la ben o mektubumuzda, bunun ya bir kişisel öfkeden ileri geldiğini (ki bu durumda, en kötü olasılıkla, onları "üyeliğe bile çağırabileceğimizi") ya da bunun bir ilke ayrılığı sorunu olduğunu (ki bu durumda da sizin her şeyden önce partiyi inandırmanız, merkez organlarının kimlerden kurulacağı konusunda değişiklik yapılması hakkında, ondan sonra konuşmaya başlamanız gerektiğini) belirtmiştik. Tam o sıralarda, yoldaş Martov, profession de foi'sı[93*] içinde (Bir Kez Daha Azınlıkta başlıklı yazısında) aşağıdaki satırları yazdığına göre, Merkez Yönetim Kurulu, bu nazik seçimi yapma işini seve seve martovculara bırakabilirdi. Martov şunları yazmaktaydı:       Ne mağrur, ne görkemli sözler! Ama bunların yalnızca sözde kaldığını olayların bize öğretmesi de ne acı! ... Umarım beni bağışlayacaksınız yoldaş Martov, sizin halk etmediğiniz bu "onuru" şimdi çoğunluk adına ben iddia ediyorum. Bu onur gerçekten büyük bir onur olacaktır, uğrunda döğüşmeye değer bir onur olacaktır, çünkü gruplar, bize, bölünmeye karşı aşırı ölçüde yavaştan davranma geleneğini ve "ya ceketini çıkar dövüşelim ya ver elini barışalım" düsturunun aşırı bir istekle uygulanmasını bırakmıştır.



      Büyük kıvancın (birleşik bir partiye sahip olmanın), ufak-tefek kaygılara (üyeliğe çağrılma konusundaki kavgalara) ağır basması gerekiyordu ve ağır da bastı. Ben merkez yayın organından, (benimle Plehanov'un merkez yayın organı adına konseye temsilci olarak gönderdiğimiz) yoldaş Y de konseyden çekildik. Merkez Yönetim Kurulunun barış konusundaki ultimatomunu, martovcular bir savaş ilânından farksız olan bir mektupla (bkz: anılan yayınlar) yanıtladılar. Bunun üzerine ve ancak bunun üzerine, yazıkuruluna, aleniyet konusundaki mektubumu yazdım (İskra, n° 53).[94*] Eğer revizyonizm konuşulacaksa, tutarsızlık, anarşist bireycilik ve bazı önderlerin yenilgisi tartışılacaksa beyefendiler, o zaman hiç bir şeyi geri tutmaksızın, her şeyi, [sayfa 221] bütün olup bitenleri ortaya koyalım — aleniyet konusundaki mektubumun özü buydu. Yazıkurulu öfkeli bir sövgü ve tanrısal bir öğütle yanıt verdi: "çevre yaşamının kavgacılığını ve zavallılığı"nı karıştırmaya kalkışmayın (İskra, n° 53). Kendi kendime düşündüm: "Çevre yaşamının kavgacılığı ve zavallılığı", öyle mi?.. Pekala, es ist mir recht[95*] beyefendiler, sizinle aynı görüşteyim. Baksanıza, bu demektir ki, siz, "üyeliğe çağırılma" konusundaki bütün, bu yaygarayı, çevreci kavgası olarak sınıflıyorsunuz. Bu doğrudur. Ama şu uyuşmazlığa ne buyrulur? — bu aynı sayının, 53'üncü sayının başyazısında, aynı yazıkurulu (öyle saymak zorundayız), bürokrasi, biçimcilik, vb. hakkında konuşuyor.[96*] Siz, merkez yayın organına üye olarak çağırılmak için verilen savaşı ortaya atmaya kalkışmayınız, çünkü bu kavgacılık olur. Ama biz Merkez Yönetim Kuruluna üye olarak çağırılmak sorununu ortaya atacağız ve onun adına kavgacılık demeyeceğiz, "biçimcilik" konusunda ilke ayrılığı diyeceğiz. Hayır, sevgili yoldaşlar, dedim kendi kendime, sizin böyle yapmanıza izin vermememe müsaade edin. Siz benim kaleme ateş açacaksınız, üstelik benim topçumu teslim etmemi isteyeceksiniz. Çok şakacısınız! Ve böylece Yazıkuruluna Mektup'umu ("Iskra" Yazıkurulundan Çekilişimin Nedeni)[97*] yazdım ve İskra dışında yayınladım. Bu mektubumda, gerçekte neler olup-bittiğini kısaca anlatıyor ve merkez yayın organını siz, Merkez Yönetim Kurulunu biz alalım temeli üzerinde bir barışın olası olup olmadığını bir kez daha soruyordum. O zaman hiç bir taraf, partide kendini "yabancı" hissetmeyecekti, sonra, oportünizme doğru [sayfa 222] kayışı, ilkin basında, ardından da, ola ki üçüncü parti kongresinde tartışacaktık.
      Bu barış önerisine yanıt olarak, düşman, konsey de dahil, bütün topçu bataryalarıyla ateş açtı. Top mermileri başıma yağıyordu. Otokrat, Schweitzer, bürokrat, biçimci, süper-merkez, tek yanlı, boyuneğmez, inatçı, dar kafalı, vesveseli, kavgacı. Çok ala dostlarım! Bitirdiniz mi? Dağarcığınızda daha başka bir şey kaldı mı? Bütün bu cephanelerin çok zavallıca olduğunu söylemeliyim...
      Şimdi sıra bende. Yeni İskra'nın örgütlenme konusundaki yeni görüşlerinin içeriğini ve bu görüşlerin, partimizin "azınlık" ve "çoğunluk" olarak ikiye bölünmesiyle ilişkisini, gerçek niteliğini, ikinci kongredeki tartışmaları ve oylamaları tahlil ederek daha önce esasen ortaya koymuş olduğumuz bölünmeyle ilişkisini inceleyelim. [sayfa 223]



Q.
YENİ İSKRA
ÖRGÜTLENME SORUNLARINDA
OPORTÜNİZM




      Yeni İskra'nın ilkelerini tahlil için temel olarak Akselrod yoldaşın iki yazısını[
98*] alacağız. Onun hoşlandığı bazı sloganların somut anlamı üzerinde zaten enine-boyuna durulmuştu. Şimdi bu sloganların somut anlamını bir yana koymaya ve "azınlığın" (şu ya da bu küçük ve önemsiz sorunlarla bağlantılı olarak), başka sloganlara değil de bu sloganlara ulaşmasına neden olan düşünce çizgisini araştırmaya çalışalım; bu sloganların kaynağına ve "üyeliğe çağırılma" sorununa bakmaksızın, o sloganların gerisindeki ilkeleri [sayfa 224] inceleyelim. Bugünlerin tüm modası ödün vermek olduğuna göre, biz de Akselrod yoldaşa bir ödün verelim ve onun "teori"sini "ciddiye" alalım.
      Akselrod yoldaşın temel tezi (İskra, n° 57) şudur: "Başından beri hareketimiz, içinde iki karşıt eğilimi barındırmıştır. Bu iki eğilimin uzlaşmaz karşıtlığı gelişmemezlik edemezdi ve o gelişmeyle aynı doğrultuda hareketi etkilemek zorundaydı." Açıkça belirtmek gerekirse, "ilkede, [Rusya'daki] hareketin proleter amacı, batıdaki sosyal-demokrasinin amacıyla aynıdır." Ama bizim ülkemizde, işçi yığınları, "kendilerine yabancı bir toplumsal öğe tarafından", yani radikal aydın tabakası tarafından etkilenmektedir. Ve yoldaş Akselrod böylece, partimizdeki proleter eğilimle radikal aydın eğilimi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın varlığını ortaya koymaktadır.
      Akselrod yoldaş, bunda kuşkusuz haklıdır. Böyle bir karşıtlığın varlığı (üstelik yalnızca Rus Sosyal-Demokrat Partisinde değil) söz götürmez. Dahası var, bugünkü sosyal-demokrasinin devrimci (ortodoks diye de biliniyor) ve oportünist (revizyonist, bakanlıkçı, reformcu) sosyal-demokrasi diye ikiye bölünmesinin de daha çok bu uzlaşmaz karşıtlıktan ileri geldiğini herkes biliyor. Bu bölünme, hareketimizin son on yıllık geçmişinde Rusya'da da çok açık hale gelmiştir. Yine herkes biliyor ki, hareketin içindeki proleter eğilimi ortodoks sosyal-demokrasi, demokratik aydın tabakasının eğilimini ise oportünist sosyal-demokrasi temsil etmektedir.
      Ne var ki, yoldaş Akselrod, herkesin bilgisi içinde olan bu gerçeğe çok yaklaştıktan sonra, gayet ürkek adımlarla o gerçekten gerilemeye başlıyor. Yazdığı şey kongreye ait olduğu halde, Akselrod yoldaş, bu bölünmenin, genel olarak Rus sosyal-demokrasi hareketi içinde ve özel olarak da partimizin kongresinde kendini nasıl ortaya koyduğunu tahlil için en ufak bir çaba göstermemektedir. Yeni İskra'nın bütün [sayfa 225] öteki yöneticileri gibi, yoldaş Akselrod da kongre tutanaklarına karşı ölümcül bir korku duymaktadır. Yukardan beri söylenegelenlerden ötürü, bu tutumun bizi şaşırtmaması gerekir, ama hareketimiz içindeki farklı eğilimleri araştırdığını savlayan bir "teorisyen"de, bu, garip bir gerçek korkusudur. Hareketimiz içindeki eğilimlere ilişkin en son ve en doğru malzemeden, bu hastalıktan ötürü geri durarak, yoldaş Akselrod, kurtuluşu, tatlı bir düş aleminde aramaktadır. Şöyle yazıyor Akselrod: "Yasal marksizm, ya da yarı-marksizm, bizim liberallerimize bir yazın önderi (literary leader) sağlamamış mıdır? Cilvelerle dolu bir tarih, devrimci burjuva demokrasisine, neden, ortodoks, devrimci marksizm okulundan gelme bir önder sağlamasın?" Yoldaş Akselrod'un pek tatlı bulduğu bu düş hakkında söyleyebileceğimiz tek şey şudur: Tarih zaman zaman cilve yapsa bile" bu, tarihi tahlil etmeye girişen kişilerin düşünce cilveleri için mazeret olamaz. Liberal, yarı-marksizmin önderinin eteği altından başını çıkardığı zaman, o önderin "eğilimi"ni kaynağına doğru izlemeyi arzu edenler (ve bunu yapabilenler) tarihin olası cilvelerinden söz etmediler, ama o önderin anlayışının ve mantığının onlarca, yüzlerce örneğini, onun, burjuva yazınına yansıyan marksizmini ele veren yazınsal makyajının tüm özelliklerini gösterdiler.[42] "Hareketimiz içindeki genel devrimci ve proleter eğilimi" tahlil etmekten yola çıkan yoldaş Akselrod, partinin, hiç hoşlanmadığı ortodoks kanadının , belli-başlı önderlerinin böyle bir eğilim gösterdiğini kanıtlayacak hiç bir şey kesinlikle hiç bir şey ortaya koyamadıysa, böylelikle yalnızca resmen kendi yoksulluğunu belgelemiştir. Yapabildiği tek şey, tarihin olası cilvelerinden söz etmek olduğuna göre, yoldaş Akselrod'un davası gerçekten zayıf olmalıdır!
      Yoldaş Akselrod'un sözünü ettiği öteki şey —"jakobenler"den söz etmesi— de daha başka şeyleri gözönüne seriyor. Yoldaş Akselrod herhalde biliyordur, bugünkü sosyal-demokrasinin [sayfa 226] devrimci ve oportünist kanatlara bölünüşü —üstelik yalnızca Rusya'da bölünüşü değil— uzun bir süreden beri, "büyük Fransız devrimi çağıyla tarihsel bir parallel kurulması"na yolaçmıştır. Yoldaş Akselrod herhalde biliyordur, bugünkü sosyal-demokrasinin jirondenleri, kendi karşıtlarını tanımlamak için, her yerde ve her zaman, "jakobencilik", "blankicilik" gibi terimlere ve benzeri terimlere başvururlar. Şu halde, yoldaş Akselrod'un doğruya karşı duyduğu korkuyu taklit etmeyelim, kongre tutanaklarına başvuralım ve gözden geçirmekte olduğumuz eğilimler ve tartışmakta olduğumuz paraleli tahlil etmek ve incelemek üzere, bu tutanakların herhangi bir malzemeyi içerip içermediğine bakalim.
      Birinci örnek: parti kongresinin program görüşmeleri. Yoldaş Akimov (Martinov yoldaşla "tam görüş birliği içinde") şöyle diyor: "Bütün öteki sosyal-demokrat partilerin programlarıyla karşılaştırıldığı zaman, siyasal iktidarın ele geçirilmesine [proletarya diktatörlüğü] ilişkin madde öyle bir biçimde yazılmıştır ki, bu madde, önder örgütün rolünün, o örgütün önderlik ettiği sınıfı gerilere itmesine ve örgütü, sınıftan ayırmasına yolaçacak bir biçimde yorumlanabilir ve gerçekte, Plehanov tarafından bu yolda yorumlanmıştır. Bu durumda, bizim siyasal amaçlarımızın böylesine belirlenişi, Narodnaya Volya'dan herhangi bir fark göstermemektedir, onun tam aynısıdır." (Tutanaklar, s. 124.) Yoldaş Plehanov ve öteki İskracılar, Akimov yoldaşa karşı çıkmışlar, onu oportünizmle suçlamışlardır. Akselrod yoldaş, bu tartışmanın (tarihin düşsel cilvelerinde değil, gerçekte) bize, sosyal-demokrasinin bugünkü jakobenleriyle bugünkü jirondenleri arasındaki karşıtlığı gösterdiği kanısında değil midir? Ve yoldaş Akselrod'un jakobenlerden söz etmeye başlaması (işlediği hatalar sonucu) kendisini, sosyal-demokrasinin jirondenleriyle dostluk içinde bulmasından ötürü değil midir? [sayfa 227]
      İkinci örnek : yoldaş Posadovski, "demokratik ilkelerin mutlak değeri"ne ilişkin "temel sorun" üzerinde "ciddi bir fikir ayrılığı" olduğunu ilân eder. (Tutanaklar, s. 169.) Plehanov'la birlikte, yoldaş Posadovski, demokratik ilkelerin mutlak değerini yadsır. "Merkez"in, Bataklığın (Egorov) ve İskracılara-karşı olanların (Goldblatt) önderleri bu görüşe şiddetle karşı koyarlar ve Plehanov'u "burjuva taktiklerini taklit etmek"le suçlarlar (tutanaklar, s. 170). Ortodoks ve burjuva eğilimleri arasındaki bağlantı konusunda yoldaş Akselrod'un fikri de bunun aynısıdır; tek farklılık şudur: Akselrod'un savınca, bu bağ bulanık ve geneldir, oysa Goldblatt, bu bağlantıyı belli bazı olaylarla ilişkilendirmiştir. Bir kez daha soruyoruz: Yoldaş Akselrod, bu tartışmanın da, parti kongremizde, bugünkü sosyal-demokrasinin jakobenleriyle jirondenleri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı, elle tutulur biçimde gösterdiği kanısında değil midir? Yoldaş Akselrod'un jakobenlere karşı feryat etmesi, kendisini jirondenlerle arkadaşlık içinde buluşundan ötürü değil midir?
      Üçüncü örnek: tüzüğün birinci maddesi üzerindeki tartışma. "Bizim hareketimiz içinde proleter eğilimi" savunan kimdir? İşçinin örgütten korkmadığında, proletaryanın anarşiye yakınlık beslemediğinde, işçinin örgütlenmeyi değerli bulduğunda ısrar eden kimdir? Bizi, oportünizmin ciğerine kadar işlediği burjuva aydınlarına karşı uyaran kimdir? Sosyal-demokrasinin jakobenleri. Peki, radikal aydınları partiye sızdırmaya çalışan kimdir? Profesörler, yüksek okul öğrencileri, serbest meslek sahipleriyle, radikal gençlikle ilgilenen, onlar için endişelerini dile getiren kimdir? Jironden Lieber'le birlikte jironden Akselrod.
      Parti kongremizde açıkça Emeğin Kurtuluşu Grubu çoğunluğuna yöneltilen "haksız oportünizm suçlaması"na karşı yoldaş Akselrod kendisini nasıl da beceriksizce savunuyor. Jakobencilik, blankicilik, vb. dile düşmüş, harcıalem [sayfa 228] bernstayncı nakarata sarılarak, yoldaş Akselrod kendisini öyle bir biçimde savunuyor ki, yalnızca suçlamaları doğruluyor. Parti kongresinde yaptığı, bu aydınları kendine tasa edinen konuşmalarını bastırmak için, şimdi radikal aydınların tehlikeleri hakkında avaz avaz haykırıyor.
      Bu "berbat sözler" —jakobencilik ve öteki sözler— yalnızca oportünizmin kanıtıdır, başka hiç bir şeyin değil. Kendisini proletaryanın —kendi sınıf çıkarlarının bilincinde olan proletaryanın— örgütüyle tam olarak özdeşleştiren bir jakoben, devrimci bir sosyal-demokrattır. Profesörlerle yüksek okul öğrencilerinin ardından iç geçiren, proletarya diktatörlüğünden korkan ve demokratik istemlerin mutlak değerine sevgi besleyen bir jironden, oportünisttir. Siyasal savaşımı fesada, suikastçiliğe özgü bırakma düşüncesinin basında binlerce kez çürütüldüğü ve yaşamın gerçekleri tarafından çok uzun zamandan bu yana çürütülüp bir kenara atıldığı günümüzde, yığınsal siyasal uyarma çalışmalarının taşıdığı önemin, bıkkınlık verecek kadar çok açıklandığı ve tekrar tekrar, belirtildiği günümüzde, bugün hala fesatçı örgütlerde tehlike keşfedenler yalnızca oportünistlerdir. Fesatçılığa, blankiciliğe karşı duyulan bu korkunun gerçek temeli, pratik hareketin (Bernstein ve hempasının uzun bir süre, boş yere bulmaya çalıştıkları) herhangi bir özelliğinde değil, kafa yapısını bugünün sosyal-demokratları arasında sık sık ortaya koyuveren burjuva aydının jironden ürkekliğindedir. 1840'larla 1860'lardaki fesatçı Fransız devrimcilerinin taktiklerine karşı, yeni İskra'nın yeni bir uyarıda bulunmak gibi işgüzar çabalar göstermesinden daha gülünç hiç bir şey olamaz (İskra, n° 62, başyazı).[43] Bugünkü sosyal-demokrasinin jirondenlerl, İskra'nın gelecek sayısında, emekçi yığınları arasında siyasal uyandırma çalışmalarının önemini, partinin sınıfı etkilemek için ana araç olarak kullanacağı emekçi basının önemini, temel ve en basit gerçek olarak çok uzun zaman önce öğrenmiş ve özümlemiş bir grup Fransız fesatçısını, [sayfa 229] 1840'ların Fransız fesatçıları grubunu, hiç kuşku yok ki, bize göstereceklerdir.
      Ne var ki, yeni bir şeyler söylüyormuş gibi bir görünüm içine girerken, yeni İskra'nın temel, basit gerçekleri yenileme ve işin abecesine dönme eğilimi göstermesi bir raslantı değildir; Akselrod'la Martov'un, partimizin oportünist kanadında yer almalarıyla ortaya çıkan durumun kaçınılmaz sonucudur. İskra'nın yapabileceği başka şey yoktur. Oportünist sözleri yinelemek zorundalar; kongredeki savaşım açısından ve o kongrede bugünkü biçimini alan görüş ayrılıkları ve bölünmeler açısından savunulamaz olan tutumlarını şu ya da bu yolda haklı gösterebilecek bir şeyleri uzak geçmişte bulmaya çalışmak için geriye gitmek zorundalar. Jakobencilik ve blankicilik konusunda Akimov-vari derin düşüncelere, yoldaş Akselrod şimdi, yalnızca "ekonomistler"in değil, "siyaset adamları"nın da "tek yanlı" oldukları, aşırı ölçüde "karasevdalı" oldukları şeklindeki Akimov-vari feryat ve figanları eklemektedir. Bütün bu tek yanlılıkların ve karasevdalılığın üstünde olduğunu kendini beğenmiş bir edayla savlıyan yeni İskra'da bu konuda seller gibi akan bu söylevleri okuduğu zaman kişi şaşkınlık içinde şöyle soracaktır: Çizdikleri kimin portresi, böyle konuşmaları nerede işitmişlerdir? Rus sosyal-demokratlarının ekonomistler ve politikacılar diye bölünmesinin uzun süreden beri modası geçmiş, eski bir şey olduğunu bilmeyen mi var? Parti kongresinden bir ya da iki yıl önceki İskra dosyalarını karıştırın, göreceksiniz ki, "ekonomizm"e karşı savaş yatışmış ve daha 1902'de sona ermiştir; örneğin göreceksiniz ki, Temmuz 1903'te (İskra, n° 43) "ekonomizm çağı"nın "kesinlikle geçtiği"nden söz edilmektedir, ekonomizmin "öldüğü ve gömüldüğü" düşünülmektedir, politikacıların her türlü karasevdasına açık bir atacılık (atavism) gözüyle bakılmaktadır. Öyleyse İskra'nın yeni yönetmenleri neden bu ölmüş ve gömülmüş bölünmeye geri dönmekteler? İki yıl önce Raboçeye Dyelo'da [sayfa 230] yaptıkları hatalardan ötürü kongrede Akimov'larla savaştık mı? Eğer savaşsaydık, tepeden tırnağa budalalık etmiş olurduk. Herkes biliyor ki böyle yapmadık; kongrede Akimov'larla savaşmamızın nedeni, onların Raboçeye Dyelo'da yaptıkları eski, ölmüş ve gömülmüş hataları değil, ama kongredeki tartışmalarında ve oylamalarda yaptıkları yeni hatalardı. Hangi hataların geçmişin malı olduğunu, hangi hataların henüz yaşadığını ve karşı çıkmayı gerektirdiğini yargılarken kullandığımız ölçü, onların Raboçeye Dyelo'daki tutumları değil, kongredeki tutumlarıydı. Kongre tarihinde eski, ekonomist-politikacı bölünmesi artık mevcut değildi, ama çeşitli oportünist eğilimler var olmaya devam ediyordu. Bu eğilimler, birçok konu üzerinde yapılan görüşme, ve oylamalarda kendilerini ortaya koydular ve sonunda partide "çoğunluk" ve "azınlık" olarak yeni bir bölünmeye yolaçtılar. Bütün şey şu ki, İskra'nın yeni yöneticileri, bilinen nedenlerden ötürü, bu yeni bölünmeyle partimizde görülen çağdaş oportünizm arasındaki ilişkiyi örtmeye çalışıyorlar ve bunun sonucu olarak da bu yeni bölünmeden eski bölünmeye doğru geri gitmek zorunda kalıyorlar. Yeni bölünmenin siyasal kaynağını açıklamaktaki yetersizlikleri (ya da ne kadar lütufkar olduklarını göstermek amacıyla, o bölünmenin kaynağını peçeleme[99*] arzuları), onları, uzun zaman önce modası geçmiş bir bölünme üzerinde durmaya zorlamaktadır. Herkes biliyor ki, yeni bölünme, [sayfa 231] örgütlenme (tüzüğünn 1. maddesi) ilkeleri üzerindeki tartışmayla başlayan ve anarşistlere yaraşır bir "pratik"le sona eren, örgütlenme sorunlarına ilişkin farklılıktan ileri gelmiştir. Ekonomistler ve politikacılar şeklindeki eski bölünme ise, daha çok taktik sorunlar üzerindeki farklılıktan doğmuştu.
      Yeni İskra, parti yaşamının daha karmaşık ve gerçekten güncel ve hararetli sorunlarından, çok önceleri çözüme bağlanmış olan ve şimdi yapay olarak hortlatılan sorunlarına gerileyişini haklı gösterme çabası içinde, adına kuyrukçuluktan başka bir şey denemeyecek olan eğlendirici, derin düşünceler öne sürüyor. Akselrod yoldaşın başı çekmesinden beri, yeni İskra'nın yazılarında bir sürü derin "fikir", kırmızı bir iplik gibi uzayıp gidiyor: içerik, biçimden daha önemlidir; program ve taktikler, örgütten daha önemlidir; "bir örgütün canlılığı, harekete verdiği içeriğin hacmi ve değeriyle doğru orantılıdır"; merkeziyetçilik "kendi başına bir amaç" değildir, "her şeyi koruyan bir tılsım" değildir, vb., vb... Büyük ve derin gerçekler! Program gerçekten de taktiklerden ve taktikler de örgütten daha önemlidir. Abece etimolojiden, etimoloji sentakstan daha önemlidir — ama sentaks sınavında kaldıktan sonra, bir aşağı sınıfta bir yıl daha bekletilmelerinden böbürlenen ve gururlanan kişilere ne demeli? Yoldaş Akselrod, örgütlenme ilkeleri üzerinde (1. madde) bir oportünist gibi konuştu, örgüt içinde de bir anarşist gibi davrandı (Birlik kongresi) — şimdiyse sosyal-demokrasiyi daha da derinleştirmeye çalışıyor. Kedi ulaşamadığı ciğere pis der! Tam anlamında, örgüt nedir? Baksanıza, örgüt yalnızca bir biçimdir. Merkeziyetçilik nedir? Her ne olursa olsun, bir tılsım değildir. Sentaks nedir? Baksanıza, etimolojiden daha az önemlidir; etimolojinin öğelerini biraraya getiren bir şeyden başka nedir ki... İskra'nın yeni yönetmenleri muzaffer bir edayla soruyorlar: "Kongre parti programını hazırlayarak, parti [sayfa 232] çalışmalarının merkezileştirilmesinde, her ne kadar yetkin görünürse görünsün tüzüğü onaylayarak başardığından çok daha fazlasını başarmıştır dediğimiz zaman, yoldaş Aleksandrov bizimle aynı görüşü paylaşmıyor mu?" (İskra, n°, 56, Ek.) Bu klasik sözlerin, Kriçevski yoldaşın, sosyal-demokrasi, tıpkı insanlık gibi, kendisine yalnızca başarabileceği hedefleri seçer şeklindeki ünlü sözünden daha az geniş ve daha az ömürlü olmayan bir tarihsel ün kazanacağı umulur. Çünkü yeni İskra'nın fikir derinliği aynı damgayı taşıyor. Yoldaş Kriçevski'nın sözü neden alay konusu oldu? Çünkü yoldaş Kriçevski, bir bölük sosyal-demokratın taktik sorunlarında yaptığı hatay —doğru siyasal amaçlar saptama yetersizliklerini— felsefe diye sokuşturmaya çalıştığı beylik bir lafla haklı göstermeye çalışıyordu. Şimdi yeni İskra, tam aynı biçimde, bir grup sosyal-demokratın örgütlenme sorunlarındaki hatasını —bazı yoldaşların, onları anarşist laf ebeliği noktasına sürükleyen, aydınca istikrarsızlıklarını— beylik laflarla, programın tüzükten daha önemli olduğu, program sorunlarının örgütlenme sorunlarından daha önemli olduğu şeklindeki beylik laflarla haklı göstermeye çalışıyor! Bu kuyrukçuluk değilse nedir? Kişinin bir yıl daha aşağı sınıfta bırakılmış olmakla övünüp böbürlenmesi değilse nedir?
      Bir programın kabulü, çalışmaların merkezileştirilmesine, tüzüğün kabulünden daha çok katkıda bulunurmuş. Felsefe diye sokuşturulan bu beylik söz, nasıl da buram buram, radikal aydın kafası, sosyal-demokrasiden çok burjuvva çöküşüyle ortak yanları bulunan radikal aydın kafası kokuyor! Baksanıza, bu ünlü sözde, merkezileştirme sözcüğü, simgesel (symbolical) bir anlamdan başka bir anlamda kullanılmıyor. Bu sözü yazanlar, düşünemiyorlarsa ya da düşünme eğiliminde değillerse bile, en azından, programın bundcularla birlikte kabul edilmesinin, çalışmaları merkezileştirmek söyle dursun, bizi bölünmeden bile kurtaramadığını [sayfa 233] anımsayabilirlerdi. Program ve taktik sorunlarında birlik, önemli bir koşuldur, ama parti birliği için, parti çalışmalarının merkezileştirilmesi için, hiç bir şekilde yeterli değildir (hey ulu Tanrı, bütün kavramların birbirine karıştırıldığı günümüzde, insan nasıl en basit gerçekleri tekrar tekrar anlatmak zorunda kalıyor!). Parti çalışmalarının merkezileştirilmesi, ayrıca, örgüt birliğini gerektirir. Bir aile çevresinin ötesine taşınmış bir partide, resmi bir tüzük olmaksızın, azınlık çoğunluğa boyuneğmeksizin, parça bütüne boyuneğmeksizin örgüt birliği düşünülemez. Temel program ve taktik sorunlarında, aramızda birlik bulunmadığı sürece, dağınıklık ve ayrı çevreler dönemini yaşamakta olduğumuzu açıkça itiraf ettik, birleşmeden önce sınır çizgilerinin belirtilmesi gerektiğini açıkça ilân ettik; ortak bir örgütün hangi biçimlerde kurulabileceğinden dahi söz etmedik, yalnızca program ve taktiklerde oportünizmle savaşın yeni (o sırada gerçekten yeni) sorunlarını tartıştık. Şimdilerdeyse, hepimizin kabul ettiği gibi, bu savaş, parti programında ve taktiklere ilişkin parti kararlarında ifadesini bulduğu üzere, yeterli ölçüde birlik sağladı; ondan sonra ikinci adımı atmamız gerekiyordu, bütün grupları birbirine bağlayacak olan birleşik bir örgütün biçimlerini ortaya koyarak, ortak rızayla, bu adımı attık. Ama şimdi bu biçimler yarı-yarıya yıkılmış bulunuyor; gerilere sürüklendik, anarşist davranışlara, anarşist sözlere, parti yazıkurulu yerine çevreci bir yazı kurulunun hortlayışına sürüklendik. Ve geriye doğru atılan bu adım, bilgili bir konuşma için, abecenin sentaks bilgisinden çok daha yardım edici olduğu bahanesiyle haklı gösteriliyor!
      Üç yıl önce taktik sorunlarında çiçeklenen kuyrukçuluk felsefesi, bugün örgütlenme sorunlarıyla ilgili olarak hortlatılıyor. Yeni İskra yönetmenlerinin şu savını ele alalım: "Partideki militan sosyal-demokrat eğilim" diyor yoldaş Aleksandrov, "yalnızca ideolojik savaşımla değil, belli örgüt [sayfa 234] biçimleriyle de sürdürülmelidir." Bunun üzerine İskra yönetmenleri öğretici bir edayla şöyle diyorlar: "İdeolojik savaşımla örgüt biçimlerinin böyle yanyana konuşu hiç de fena değil. İdeolojik savaşım bir süreçtir, buna karşılık örgüt biçimleri, yalnızca, akıcı ve gelişen bir içeriğe, partinin gelişen pratik çalışmalarına giydirilmek üzere düşünülmüş kalıplardır" (ister inanın, ister inanmayın, söyledikleri bu — İskra, n° 56, Ek, s. 4, sütun 1'in sonu!). Bu, güllenin gülle, bombanın bomba oluşu türünden bir şakadır! İdeolojik savaşım bir süreçtir, buna karşılık örgüt biçimleri, yalnızca içeriği örgütleyen biçimlerdir! Oysa tartışma konusu olan şey, şudur: ideolojik savaşımımız, kendisini sarmalayacak daha gelişkin giysilere, herkesi bağlayan bir parti örgütü biçimlerine mi sahip olacak, yoksa eski dağınıklık ve eski çevrelerin biçimlerine mi sahip olacak. Biz, daha gelişkin biçimlerden, daha ilkel biçimlere doğru, geriye sürükleniyoruz ve bu, ideolojik savaşımın bir süreç olduğu, buna karşılık biçimin biçim olduğu bahanesiyle haklı gösteriliyor. Bu, Kriçevski yoldaşın, geçmiş günlerde, bizi, bir plan olarak taktiklerden, bir süreç olarak taktiklere geri sürüklemeye çalışmasına benziyor.
      Yeni İskra'nın, biçim yüzünden içeriği yitirme tehlikesi içinde oldukları varsayılanlara yöneltilmiş, "proletaryanın kendi kendini yetiştirmesi" hakkındaki, kendini beğenmiş sözlerini (İskra, n° 58, başyazı) ele alalım. Bu 2 nolu akimovculuk değil midir? 1 nolu akimovculuk, bir bölük sosyal-demokrat aydının taktik amaçları belirlemedeki geriliğini, "proletarya savaşımı"nın ve proletaryanın kendi kendini yetiştirmesinin daha "derin" bir içeriğe kavuşturulmasından söz ederek haklı gösterirdi. 2 nolu akimovculuk, bir bölük sosyal-demokrat aydının, örgütlenmenin teori ve pratiğindeki geriliğini, örgütün yalnızca bir biçim olduğuna ve asıl, proletaryanın kendi kendini yetiştirmesinin önem taşıdığına dair aynı ölçüde derin sözlerle haklı gösteriyor. Genç [sayfa 235] kardeşleri hakkında çok fazla kaygılanan beyefendiler, izninizle söyleyeyim, proletarya, örgütten ve disiplinden korkmaz! Proletarya, salt bir örgütün denetimi altında çalıştıkları için parti üyesi kabul edilen, ama bir örgüte katılmak istemeyen değerli profesörler ve yüksek okul öğrencileri için parmağını dahi kıpırdatmayacaktır. Proletaryanın tüm yaşamı, onu, biçimci ve tutucu bir sürü ukala aydından çok daha fazla ve çok daha köklü olarak, örgütlenme doğrultusunda eğitmiştir. Programımız ve taktiklerimiz hakkında bazı bilgilere sahip olan proletarya, biçimin içerikten daha az önemli olduğunu öne sürerek, örgütlenmedeki geriliği haklı göstermeye girişmeyecektir. Partimizde, örgütlenme ve disiplin ruhu bakımından, anarşist konuşmaları tiksinti ve düşmanlıkla karşılama anlayışı bakımından kendi kendini yetiştirmede eksiği olanlar, belli bazı aydınlardır, proletarya değil. Nasıl ki, 1 nolu Akimov'lar, siyasal savaşım için hazır olmadığını söyledikleri zaman proletaryaya hakaret etmişlerse, 2 nolu Akimov'lar da örgütlenme için yeter olgunluğa erişmediğini söyledikleri zaman, proletaryaya aynı biçimde hakaret ediyorlar. Bilinçli bir sosyal-demokrat haline gelen ve kendini partinin üyesi kabul eden proleter, taktik sorunlarındaki kuyrukguluğu nasıl tiksintiyle'reddetmişse, örgütlenme sorunlarındaki kuyrukçuluğu da aynı tiksintiyle reddedecektir.
      Son olarak, yeni İskra'nın "Pratik İşçi"sinin o derin bilgeliğini gözden geçirelim. Şöyle diyor yazar: "Doğru dürüst anlaşıldığı takdirde, devrimcilerin eylemlerini [italikler, daha derin bir görünüş vermek için] birleştiren ve bir merkezde toplayan 'militan' merkezi bir örgüt fikri, doğal olarak ancak böyle eylemler var olursa bir gerçeklik kazanabilir [hem yeni, hem akıllıca!]; örgütün kendisi, bir biçim [buna dikkat edin!] olarak, ancak, o örgütün içeriği demek olan devrimci çalışmanın gelişmesiyle birlikte aynı zamanda [bu alıntıdaki italikler, başından sonuna yazarındır] [sayfa 236] gelişebilir." (İskra, n° 57.) Bu size, bir halk masalındaki karakteri, cenazeyi gördüğü zaman "Allah tekrarına erdirsin" diye bağıran karakteri anımsatmıyor mu? Partimizde, uzunca bir süreden beri ve umutsuzca, içeriğinin gerisinde kalan şeyin, bizim eylemlerimizin biçimi (yani örgütümüz) olduğunu ve geride kalanlara "hizada dur; öne çıkma!" diye bağıracakların ancak partimizdeki bön kişiler olduğunu anlamayan pratik işçi (terimin gerçek anlamında) bulunmadığına inanıyorum. Partimizi, örneğin Bund'la karşılaştırın. Partimiz çalışmalarının içeriğinin[100*] Bund'a göre, ölçülemeyecek ölçüde daha zengin, daha çeşitli, daha geniş, daha derin olduğundan kuşku yoktur. Teorik görüşlerimizin çapı daha geniştir, programımız daha gelişkindir, (yalnızca örgütlü zanaatkarlar arasında değil) işçi yığınları arasındaki etkimiz daha geniş ve daha derindir, propaganda ve uyarma çalışmalarımız daha çeşitlidir; gerek önderlerin, gerek alt kademelerdeki kadroların siyasal çalışmalarının nabzı daha canlıdır, gösteriler ve genel grevler sırasında görülen popüler hareketler daha etkileyicidir, proleter olmayan tabakalar arasındaki çalışmalarımız daha enerjiktir. Ama ya "biçim"? Bund'unkiyle karşılaştırıldığı zaman bizim çalışmalarımızın "biçim"i [örgüt —ç.] bağışlanamayacak ölçüde gerilerde kalmıştır, o kadar gerilerde kalmıştır ki, partisinin işlerini düşünürken, yalnızca "konuyla ilgili olmayan şeyleri bir yana bırakmayan" kişinin yüzünü kızartacak ölçüdedir, çirkin bir şeydir. Çalışmalarımızın örgütlenişinin, o çalışmaların içeriğinin gerisinde kalmış olması bizim zayıf yanımızdır; kongreden çok uzun süre önce, [sayfa 237] hazırlık komitesi kurulmadan çok önce de zayıf yanımızdı. Biçimin aksayan, gelişmemiş karakteri, içeriğin daha ileri götürülmesi yönünde herhangi bir ciddi adım atılmasını olanaksızlaştırır; bu durum utanılası bir durgunluğa neden olur, enerji israfına, sözle eylem arasında farklılığa yolaçar. Hepimiz bu farklılığın acısını sefilce çekiyoruz, ama yine de Akselrod'lar ve yeni İskra'nın "pratik işçileri" derin düşüncelerle ortaya çıkıyorlar: biçim, ancak içerikle aynı zamanda, doğal olarak gelişmelidir!
      Eğer saçmalığa derinlik kazandırmaya ve oportünist konuşmalara felsefi mazeretler uydurmaya çalışırsanız, örgütlenme konusundaki ufak bir hatanın (birinci madde) sizi götüreceği yer, işte burasıdır. Ürkek zigzaglarla yavaş yürüyüş[44] — bu nakaratı, taktik sorunlarıyla ilgili olarak çok dinlemiştik; şimdi de örgütlenme sorunlarıyla ilgili olarak işitiyoruz. Anarşist bireyci, (başlangıçta bir raslantı olabilen) anarşist sapmalarını bir görüş sistemine, özel bir ilke ayrılığına terfi ettirmeye başladığı zaman, örgütlenme sorunlarında kuyrukçuluk, onun anlayışının doğal ve kaçınılmaz bir ürünü olur. Birlik kongresinde, bu anarşizmin başlamakta olduğuna tanıklık etmiştik; yeni İskra'da bunun bir görüş sistemi haline getirilmesi çabalarına tanık oluyoruz. Bu çabalar, kendisini sosyal-demokrat harekete bağlayan burjuva aydınla kendi sınıf çıkarlarının bilincine varmış proleterlerin görüşleri arasındaki fark hakkında parti kongresinde söylenenleri, göze çarpacak biçimde doğrulamaktadır. Örneğin, yeni İskra'nın artık görüşlerinin derinliğini yakından bildiğimiz bu aynı "pratik işçi"si, partiyi, Merkez Yönetim Kurulu yapısında bir yönetmenin önderliğindeki "geniş bir fabrika" olarak düşündüğüm için beni suçluyor (İskra, n° 57, Ek). "Pratik işçi", bu sözünün, proletarya örgütünün pratiğinden ve teorisinden habersiz burjuva aydının anlayışını derhal ortaya koyduğunu hiç bir zaman tahmin edemez. Çünkü bazı kişilere bir gulyabani gibi [sayfa 238] gelen fabrika, proleteryayı birleştiren ve disiplinli hale getiren, ona örgütlenmeyi öğreten ve onu emekçi ve sömürülen nüfusun bütün öteki kesimlerinin önüne geçiren kapitalist elbirliğinin (co-operation) en yüksek biçimini temsil eder. Kapitalizmin kürsüsünde eğitim gören proletarya ideolojisi, marksizm, istikrarsız aydınlara, sömürü aracı olarak fabrikayla (açlık korkusuna dayalı disiplinle) örgütlenme aracı olarak fabrika (teknik bakımdan üst düzeyde gelişmiş üretim biçiminin koşulları çerçevesinde birleştirilmiş ortak çalışmaya dayalı disiplin) arasında ayrım yapmalarını öğretmiştir ve öğretmektedir. Burjuva aydına çok güç gelen disiplin ve örgütü, proletarya, bu fabrika "okulunda okumuş olması" nedeniyle, çok kolay kazanır. Bu okula karşı duyulan ölümcül korku ve bu okulun örgütleyici bir etmen olarak önemini kavramada gösterilen müthiş başarısızlık, küçük-burjuva yaşam biçimini yansıtan ve Alman sosyal-demokratlarının Edelanarchismus dedikleri anarşizm türlerini, yani "soylu" beyefendilerin anarşizmini ya da benim verdiğim bir adla aristokratik anarşizmi ortaya çıkaran düşünce çizgisinin karakteristik özellikleridir. Bu aristokratik anarşizm, özellikle Rus nihilistin karakteristiğidir. O, parti örgütünü canavar bir "fabrika" olarak düşünür; parçanın bütüne, azınlığın çoğunluğa boyun eğmesini "kölelik" olarak görür (bkz: Akselrod'un yazıları); bir merkezin yöneltisi altında gerçekleştirilen işbölümü, insanların "çark dişlileri" haline dönüştürüldüğüne dair traji-komik feryadlar atmasına yolaçar (yazıkurulu üyelerinin yazıyla katkıda bulunan kişiler haline getirilmesi, bu tür bir dönüştürmenin özellikle çirkin bir örneği olarak görülmüştür); partinin örgütlenme tüzüğünden söz etmek, insanı tüzükten bile vazgeçirebilecek, ("biçimçiler"i amaçlamış) horgörücü bir surat buruşturma ve tepeden bakan bir ifadeye yolaçar.
      İnanılmaz gibi görünebilir ama, yoldaş Martov'un, yazısına daha da bir ağırlık vermek üzere, benim Bir Yoldaşa [sayfa 239] Mektup başlıklı yazımdan da sözler alarak, İskra, n° 58'de bana yönelttiği öğretici sözler, işte tam bu türdendi. Güzel ama, parti düzenine geçildiği bir dönemde, çevrecilik anlayışının ve anarşinin sürdürülmesini ve göklere çıkarılmasını haklı göstermek için, dağınıklık döneminden, çevrecilik anlayışının eğemen olduğu dönemden örnekler getirmek "aristokratik anarşizm" ve kuyrukçuluk değilse nedir ?
      Tüzüğe neden daha önce gereksinme duymadık? Çünkü parti, aralarında herhangi bir örgütsel bağ bulunmayan ayrı gruplardan oluşuyordu. Herhangi bir birey, bu gruplardan birinden ötekine kendi "tatlı canı" nasıl isterse, öyle geçebilirdi; çünkü bütün'ün iradesinin kalıba dökülmüş ifadesiyle karşı karşıya değildi. Gruplar içindeki anlaşmazlıklar tüzüğe göre değil, Bir Yoldaşa Mektup'ta,[101*] genel olarak bir dizi grubun sağladığı deneyimi ve özel olarak bizim altı kişilik kendi yazıkurulu çevremizin kazandırdığı deneyimi özetlerken belirttiğim gibi, "savaşım ve istifa tehditleriyle" çözümleniyordu. Gruplar döneminde bu doğaldı ve kaçınılamaz bir şeydi, ama hiç kimsenin aklından bu durumu övmek, ideal bir durum gibi görmek geçmemiştir; herkes dağınıklıktan yakınıyordu, herkes bu dağınıklıktan huzursuzdu, birbirinden soyutlanmış grupların resmen kurulmuş bir parti örgütü içinde kaynaştırılmasını görmek için sabırsızlanıyordu. Şimdi bu kaynaşma sağlandıktan sonra, geriye sürükleniyoruz ve daha ileri örgütlenme görüşleri kılığı altında öne sürülen anarşist laf kalabalığıyla yüzyüze getiriliyoruz. Oblomov'un[45] rahat sabahlıklı, pufla terlikli evcimen yaşamına alışmış olan kişiler için, resmi bir tüzük dardır, sınırlayıcıdır, sıkıcıdır, değersizdir, bürokratiktir, kölelik bağıdır, özgür ideolojik savaşım "süreci"ne vurulmuş bir zincirdir. Aristokratik anarşizm, dar çevre bağlarının geniş parti bağıyla yer değiştirmesi için resmi tüzüğe gerek [sayfa 240] olduğunu anlayamaz. Bir grubun iç bağlarına ya da gruplar arasındaki bağlara resmi bir biçim vermek hem gereksiz, hem olanaksızdır; çünkü bu bağlar ya kişisel dostluklara ya da herhangi bir nedene bağlanmayan içgüdüsel bir "güven"e dayanıyordu. Parti bağınısa bunlardan hiç birine dayanmaması gerekir; parti bağı bunlara dayanamaz; bu bağ, biçimsel "bürokratik" bir dille (disiplinsiz aydın açısından bürokratik) yazılmış bir tüzük üzerine oturmalıdır. Bizi, gruplara özgü kaprislerden ve inatçılıktan, özgür ideolojik savaşım "süreci" adıyla anılan grup kavgalarından ancak ve ancak bu tüzüğe tam olarak bağlı kalmak koruyabilir.
      Yeni İskra'nın yönetmenleri, "güvenin nazik bir şey olduğu, insanların kafasına ve kalbine çekiçle çakılamayacağı" şeklindeki öğretici ifadeyle Aleksandrov'a karşı koz kağıdı oynamaya çalışıyorlar (İskra, n° 56, Ek). İskra'nın yönetmenleri farkında değiller ki, güven hakkındaki, çıplak güven hakkındaki bu sözleriyle, bir kez daha kendi aristokratik anarşizmlerini ve örgütsel yönden kuyrukçuluklarını ortaya koyuyorlar. Ben, yalnızca bir grubun üyesiyken —bu altı kişilik yazı kurulu grubu olsun, İskra örgütü olsun farketmez— herhangi bir gerekçe ya da neden göstermeksizin, salt güven duymadığımı söyleyerek, örneğin bay X ile çalışmayı reddetmeye hakkım vardı, bunu haklı gösterebilirdim. Ama şimdi bir partinin üyesi haline geldiğime göre, artık genel olarak güvensizlik öne sürmeye hiç bir hakkım yoktur, çünkü bu eski grupların bütün kaprislerine ve saçma arzularına kapıyı ardına kadar açmak demek olur; "güven"imin, ya da "güvensizliğimin" resmi gerekçelerini göstermek, yani programımızın, taktiklerimizin ya da tüzüğümüzün resmen ortaya konmuş bir ilkesini anmak zorundayım; herhangi bir gerekçe göstermeksizin "güven"imi ya da "güvensizliğimi" ifade etmemem gerekir; her türlü kararımın —ve genel olarak partinin her bölümünün bütün [sayfa 241] kararları için de böyle— hesabını tüm partiye vermem gerektiğini kabul etmeliyim; duyduğum "güvensizliği" ifade ederken, ya da bu güvensizlikten doğan düşünce ve isteklerin kabul edilmesini sağlamaya çalışırken, resmen belirlenmiş usule sıkı sıkıya bağlı kalmalıyım. "Güven"in hesabının verilmediği grupçu görüşten, kendi güvenimizi ifade etme, hesabını verme ve sınavdan geçirme işlerinde resmen belirlenmiş bir usule sıkı sıkıya sarılma gerektiren parti anlayışına yükseldik; ama İskra yönetmenleri bizi geri sürüklemeye çalışıyorlar ve kendi kuyrukçuluklarına, örgütlenme konusunda yeni görüş1er diyorlar!
      Bizim sözümona parti yazıkurulu üyelerimizin, yazıkurulunda temsil hakkı isteyebilecek olan yazar grupları hakkında nasıl konuştuklarını dinleyin. Her yerde ve her zaman disiplin denen şeyi hor gören bu aristokratik anarşistler bize, "biz öfkeye kapılmayacağız ve disiplin konusunda bağırıp çağırmaya başlamayacağız" diye öğüt veriyorlar. Biz eğer makulse, bu grupla "işi yoluna koyacağız" (aynen böyle!) ya da isteklerine gülüp geçeceğiz.
      Yarabbim, adi "fabrika" biçimciliğine karşı nasıl da yüce ve soylu bir şamar bu! Ama gerçekte, bu, bir parça parlatılmış ve kendisinin bir parti kurumu değil, eski bir çevreden geriye ayakta kalmış bir şey olduğunu düşünen bir yazıkurulu tarafından partiye sunulan eski bir grup lafazanlığıdır. Bu tutumun aslında var olan sakatlık, ister-istemez, ikiyüzlü bir biçimde artık geçmişte kaldığını öne sürdükleri dağınıklığı, sosyal-demokrat örgütün bir ilkesi haline yüceltmek gibi anarşist bir düşünceye yolaçmaktadır. Üst ve alt parti organları ve makamları arasında herhangi bir hiyerarşiye gerek yoktur — aristokratik anarşizm böyle bir hiyerarşiyi, bakanlıkların, dairelerin, vb. bürokratik icadı olarak girür (bkz: Akselrod'un yazısı); parçanın bütüne boyuneğmesine gerek yoktur; "işleri bir düzene koymak" için ya da farklılıkların sınırlarını belirtmek için "resmi bürokratik" [sayfa 242] parti yöntemlerine gerek yoktur. Bırakalım, eski grup çekişmeleri, örgütlenmenin "gerçekten sosyal-demokratik yöntemleri"ne ilişkin kendini beğenmiş konuşmalarla takdis edilsin.
      "Fabrika okulundan geçmiş olan proleterin, anarşist bireyciliğe ders verebileceği ve ders vermesi gereken nokta da budur. Sınıf bilincine ulaşmış işçi, bu tür aydına karşı çekingen davrandığı, çocukluk dönemini çoktan geride bırakmıştır. Sınıf bilincine ulaşmış işçi, sosyal-demokrat aydınlar arasında bulduğu daha zengin bilgi dağarcığını ve daha geniş bir siyasal dünya görüşünü takdirle karşılar. Ama gerçek bir parti kurma yolunda yürüdüğümüze göre, sınıf bilincine ulaşmış işçi, proletarya ordusu askerinin anlayışını, anarşist sözlere geçit töreni yaptıran burjuva aydının anlayışından ayırdetmeyi öğrenmelidir; bir parti üyesine düşen görevleri, yalnızca sıradan üyelerin değil, ama aynı zamanda "tepedeki kişiler"in de yerine getirmesinde ısrar etmeyi öğrenmelidir; geçmiş günlerde nasıl taktik sorunlarındaki kuyrukçuluğu tiksintiyle karşılamışsa, örgüt sorunlarındaki kuyrukçuluğu da aynı tiksintiyle karşılamayı öğrenmelidir!
      Yeni İskra'nın örgütlenme sorunlarındaki tutumu, yani, merkeziyetçiliğe karşı özerkliği savunması, jirondenlikle ve aristokratik anarşizmle ayrılmaz biçimde bağlı olan son karakteristik özelliğidir. İskra'nın, bürokrasiye ve otokrasiye karşı feryadının, "İskracılara-karşı olanlara [kongrede özerkliği savunanlar] gösterilen, hiç de haketmedikleri saygısızlığı" esefle karşılamasının, "sorgusuz-sualsiz boyuneğme" isteğine karşı gülünç sızlanmalarının, "hacıyatmaz yönetimi"nden acı acı yakınmalarının, vb., vb. esas itibariyle anlamı (eğer böyle bir anlamı[102*] varsa) işte budur. Herhangi bir partinin oportünist kanadı programda olsun, taktiklerde [sayfa 243] olsun, örgütlenmede olsun, her zaman her türlü geriliği savunur ve onu haklı bulur. Yeni İskra'nın örgütlenmede geriliği savunması (kuyrukçuluğu) özerkliğin savunusuyla yakından ilişkilidir. Gerçi, eski İskra'nın üç yıllık propaganda çalışması, genel olarak özerkliği öylesine itibardan düşürmüştür ki, yeni İskra henüz özerkliği açıktan savunmaya utanmaktadır; İskra şimdilik bize, merkeziyetçiliğe yakınlık duyduğu güvencesini vermektedir, ama bu yakınlığı, merkeziyetçilik sözcüğünü italik harflerle, basarak göstermektedir. Gerçekte, her adımda özerklik yanlısı görüşü ortaya çıkarmak için, yeni İskra'nın "gerçekten sosyal-demokrat" (anarşist değil mi?) yarı-merkeziyetçilik "ilkeleri"ni en hafif bir eleştiriden geçirmek yeter de artar bile. Örgütlenme sorununda Akselrod'la Martov'un, Akimov'un yanında yer aldıkları herkes tarafından artık açıkça bilinmiyor mu? "İskracılara-karşı olanlara gösterilen, hiç de haketmedikleri saygısızlık" şeklindeki dikkate değer sözleriyle, bunu, kendileri itiraf etmiş değiller mi? Parti kongremizde Akimov'la arkadaşlarının savunduğu şey, özerklik değilse neydi?
      Birlik Kongresinde, eğlendirici bir coşkuyla, parçanın bütüne boyuneğmesine gerek olmadığını, parçanın bütünle olan ilişkisini belirlemekte özerk olduğunu, bu ilişkiyi kalıba döken Birlik tüzüğünün, parti çoğunluğunun iradesini hiçe sayarak, parti merkezinin iradesini hiçe sayarak geçerli olduğunu kanıtlamaya çalıştıkları zaman, Martov'la Akselrod'un savunduğu şey, (eğer anarşizm değilse) özerklikti. Ve şimdi, Merkez Yönetim Kurulunun, yerel yönetim kurullarına üye atama hakkı üzerinde, yeni İskra'nın sütunlarında (n° 60) yoldaş Martov'un açıkça savunduğu şey de özerkliktir. Yoldaş Martov'un Birlik Kongresinde özerkliği savunmak için başvurduğu ve şimdi de yeni İskra'da[103*] başvurmakta [sayfa 244] olduğu çocukça safsatalar üzerinde duracak değilim — burada önemli olan, örgütlenme konularında oportünizmin temel karakteristiği olan şeye, yani apaçık ortada bulunan, merkeziyetçiliğe karşı özerkliği savunma eğilimine işaret etmektir.
      Belki de bürokrasi kavramını tahlile dönük tek girişim, yeni İskra'da (n 53) "biçimsel demokratik ilke" ile (italikler yazarın) "biçimsel bürokratik ilke" arasında yapılan ayrımdır. Bu ayrım (ne yazık ki, İskracılara-karşı olanlardan söz ederken yapılan bu ayrım daha fazla geliştirilmemiş ve açıklanmamıştır) bir damla da olsa gerçeğin izini taşımaktadır. Bürokrasiye karşı demokrasi, gerçekte merkeziyetçiliğe karşı özerklik demektir; devrimci sosyal-demokrasinin örgütlenme ilkesine karşı, oportünist sosyal-demokrasinin örgütlenme ilkesidir. İkincisi, tabandan yukarı doğru yürür, bu nedenle de nerede ve ne ölçüde, (aşırı gayretkeşler tarafından) anarşizm noktasına vardırılan bir özerkliği ve "demokrasi"yi yüce tutar. Birincisi tepeden aşağı doğru ilerlemeye çalışır ve parçalarla ilişkisinde merkezin haklarını ve iktidarını genişletmeyi öne alır. Dağınıklık ve ayrı gruplar döneminde, devrimci sosyal-demokrasinin, örgütlenme açısından yola çıkmaya çalıştığı bu tepe, ister-istemez, o gruplardan biriydi, eylemleri ve devrimci tutarlılığı nedeniyle en etkin olanıydı (bizim örneğimizde İskra örgütüydü). Gerçek parti birliğinin sağlanması ve bu birlik içinde, modası geçmiş çevrelerin eritilmesi döneminde, bu tepe, partinin en yüksek organı olarak, ister-istemez parti kongresidir; kongre, olabildiği ölçüde, bütün faal örgütlerin temsilcilerinden oluşur ve merkez organlarını (genellikle, partinin geri öğelerinden çok ileri öğelerini tatmin eden üyelerle ve oportünist kanattan çok devrimci [sayfa 245] kanadın isteğine uygun biçimde atayarak, gelecek kongreye kadar onları tepe haline getirir. Avrupalı sosyal-demokratlar arasında durum budur ve anarşistler yönünden, ilkede tiksinti verici bir şey de olsa, bu gelenek yavaş yavaş —kolay değil, çatışmasız ve kavgasız değil— Asyalı sosyal-demokratlar arasında da yayılmaktadır.
      Oportünizmin, örgütlenme sorunlarındaki bu temel karakteristiklerinin (özerklik, aristokratik ya da aydınca anarşizm, kuyrukçuluk ve jirondenlik) mutatis mutandis (gereken değişikliklerle), nerede devrimci ve oportünist kanatlara bölünülmüşse (nerede bölünmedi ki?) orada, dünyadaki bütün sosyal-demokrat partilerde görüldüğünü belirtmek ilgi çekici olsa gerek. Daha kısa bir süre önce, Saksonya'nın 20'nci seçim çevresinde yapılan seçimlerde Alman Sosyal-Demokrat Partisinin ugradığı yenilgi (Göhre olayı diye bilinen yenilgi[104*] ) parti örgütü ilkeleri sorununu ön plana çıkardığı zaman, bu durum o partide çok göze çarpıcı biçimde ortaya çıktı. Bu olayın bir ilke sorunu haline gelmesi, büyük ölçüde, Alman oportünistlerinin gayretkeşliğinin sonucuydu. Göhre (eski bir papaz, oldukça iyi bilinen Drei Monate Fabrikarbeiter[105*] adlı kitabın yazarı ve Dresden kongresinin "kahramanları"ndan biri) aşırı bir oportünisttir; tutarlı Alman oportünistlerin yayın organı olan Sozialistische Monatshefte ("Sosyalist Aylık")[47] Göhre'yi "şiddetle savunmuştur".
      Programda oportünizm, taktiklerde oportünizmle, örgütlenmede oportünizmle doğal olarak bağlantılıdır. "Yeni" görüşün ortaya konmasını yoldaş Wolfgang Heine yüklenmiştir. [sayfa 246] Sosyal-demokrat harekete katıldığı zaman, oportünist düşünce alışkanlıklarını da birlikte getiren bu tipik aydının siyasal çehresi hakkında okura bir fikir verebilmek için, yoldaş Wolfgang Heine, Alman yoldaş Akimov'dan daha az, Alman yoldaş Egorov'dan daha fazla bir şeydir demek yeter sanırım.
      Yoldaş Wolfgang Heine, Sozialistische Monatshefte'de, yoldaş Akselrod'un yeni İskra'daki azametinden hiç de az olmayan bir azametle savaş alanına atıldı. Yazısının başlığı bile paha biçilmez bir değerde: "Göhre Olayı Üzerine Demokratik Gözlemler" (Sozialistische Moizatshefte, n° 4, Nisan). Yazının içeriği de daha az gürleyici değil. Yoldaş W. Heine "seçim çevresinin özerkliğine yönelen saldırılara" karşı silaha sarılmakta, "demokrasi ilkesi"nin şampiyonluğunu yapmakta ve "atanmış bir otorite"nin (yani Parti Merkez Yürütme Kurulunun), halkın serbest seçimlerle milletvekillerini seçmesine müdahalesini protesto etmektedir. Sözkonusu olan şey, diye açıklıyor yoldaş W. Heine, rasgele ortaya çıkmış bir olay değil, "partide bürokrasiye ve merkeziyetçiliğe yönelik" genel bir "eğilim"dir; daha önce de görülen, ama şimdi özellikle tehlikeli hale gelen bir eğilim, diyor. "Partinin yerel kuruluşlarının, parti yaşamının taşıyıcıları oldukları, bir ilke olarak kabul" edilmelidir, diyor (yoldaş Martov'un Bir Kez Daha Azınlıkta broşüründen çalınma bir söz). "Bütün önemli siyasal kararların bir merkezden gelmesine kendimizi alıştırmamamız" gerekir; "yaşamla temasını yitiren doktriner bir siyasete" partiyi uyarmalıyız (yoldaş Martov'un parti kongresinde yaptığı "yaşam kendini bize zorlayacaktır" yollu konuşmadan ödünç alınmış sözler). Savına biraz daha derinlik vererek yoldaş W. Heine şöyle diyor: "... Eğer işin köklerine iner ve her yerde olduğu gibi burada da rolü hiç de az olmayan kişisel çatışmaları bir yana bırakırsak, revizyonistlere [italikler yazara ait; anlaşılan, revizyonizme karşı savaşta, revizyonistlere karşı savaş [sayfa 247] arasında bir farklılık "olduğunu ima ediyor] karşı gösterilen bu şiddetin, esas itibariyle, parti görevlilerinin 'yabancılar'a ('outsiders') karşı duydukları güvensizliği [anlaşılan W. Heine henüz sıkıyönetimle savaşa ilişkin broşürü, okumamıştır, bu nedenle İngiliz dilindeki bir deyime başvuruyor — Outsidertum], geleneğin alışılmamışa duyduğu güvensizliği, kişisel olmayan bir kurumun kişisel olan her şeye güvensizliğini [Akselrod'un, bireysel girişim yetisinin bastırılmasıyla ilgili olarak Birlik Kongresinde verdiği önergeye bakınız] ifade ettiği görülecektir — kısacası, yukarda partide bürokrasiye ve merkeziyetçiliğe yönelik eğilim diye tanımladığımız eğilimin duyduğu güvensizliği ifade ettiği görülecektir."
      "Disiplin" fikri, yoldaş W. Heine'de, yoldaş Akselrod'da yarattığı soylu tiksintiden daha azını uyandırmış değil. "Revizyonistler" diyor W. Heine, "partinin denetimi altında olmadığı için, sosyal-demokrat niteliği bile yadsınan bir yayın organında, Sozialistische Monatshefte'de yazdıkları için disiplinsizlikle suçlanmışlardır. 'Sosyal-demokratik' kavramını daraltmaya dönük bu çaba, mutlak özgürlüğün egemen olması gereken ideolojik çalışma alanında disiplin için bu direniş [anımsayın: ideolojik savaşım bir süreçtir, oysa örgüt biçimleri yalnızca biçimdir], bürokrasi ve bireyciliği baskı altına alma doğrultusundaki eğilimi gösterir." Ve W. Heine, "her şeyi kapsayan, olabildiği ölçüde merkezileştirilmiş bir büyük örgüt, bir taktikler dizisi, bir teori" yaratma tatsız eğilimine karşı, "kesin itaat", "körükörüne bağlılık" isteğine karşı, "aşırı ölçüde basite indirgenmiş merkeziyetçiliğe" karşı, vb., vb., ateş püskürüyor. Sözcüğü sözcüğüne Akselrod-vari.
      W. Heine'nin başlattığı tartışma yayıldı; Alman partisi içinde, sorunu gölgeleyecek bir üyeliğe çağırılma kavgası olmadığı ve Alman Akimov'lar kimliklerini yalnızca kongrelerde değil, ama kendi yayın organlarında her an ortaya koydukları için, tartışma kısa süre içinde, örgütlenme sorununda [sayfa 248] ortodoks ve revizyonist eğilimlerin tahliline gelip dayandı. Karl Kautsky, (aynen bizim partimizde olduğu gibi, "diktatörlük"le, "engizisyon" eğilimi taşımakla ve öteki korkunç şeylerle suçlanan) devrimci eğilimin sözcülerinden biri olarak, öne çıktı (Neue Zeit, 1904, n° 28, "Wahlkreis und Partei" - "Seçim Çevresi ve Parti" başlıklı yazı). W. Heine'nin yazısı, diyor Kautsky, "tüm revizyonist eğilimin düşünce çizgisini ifade etmektedir". Yalnızca Almanya'da değil, Fransa'yla İtalya'da da oportünistlerin hepsi özerkliğin, Parti disiplininin gevşetilmesinin ve sıfıra indirilmesinin sadık destekleyicileridirler; onların eğilimi her yerde çözülmeye, "demokrasi ilkesi"ni anarşiye saptırmaya yolaçar. Karl Kautsky, örgütlenme sorununda oportünistlere, "demokrasi, otorite yokluğu demek değildir" diye sesleniyor, "demokrasi, anarşi demek değildir; demokrasi, halkın hizmetkarı olduğu varsayılan kişilerin, gerçekte onun efendisi oldukları öteki egemenlik biçimlerinden farklı olarak, yığınların, temsilcileri üzerinde egemenliğe sahip olması demektir". Kautsky, oportünist özerkliğin çeşitli ülkelerde oynadığı köstekleyici rolü geriye doğru ayrıntılı olarak izliyor; oportünizmi, özerkliği ve "disiplini bozma" eğilimini güçlendiren şeyin, sosyal-demokratik harekete "çok sayıda burjuva öğenin"[106*] akması olduğunu gösteriyor; ve bir kez daha "proletaryayı kurtaracak silahın örgüt olduğunu", "örgütün, sınıf savaşımında proletaryanın karakteristik silahı olduğunu" anımsatıyor.
      Fransa'yla İtalya'dakine bakışla oportünizmin daha zayıf olduğu Almanya'da "özerkçilik eğilimleri şimdiye kadar yalnızca, diktatörlere ve büyük engizisyonculara karşı, afaroz etmeye[107*] ve cadı-avına karşı azçok hararetli söylevlere [sayfa 249] ve eğer karşı tarafca yanıtlansaydı sonu gelmez bir çekişmeye yolaçacak olan itiraz ve yaygalar yığınına yolaçmıştır."
      Partideki oportünizmin Almanya'dakinden de zayıf olduğu Rusya'da, özerkçilik eğilimlerinin, daha az fikir, ama daha çok "ateşli söyleve" ve yaygaraya yolaçması hiç de şaşırtıcı değildir.
      Kautsky'nin şu sonuca varmasında hiç de yadırganacak bir şey yoktur: "Bütün ülkelerdeki revizyonizm, biçim ve ton bakımından çeşitlilik göstermekle birlikte, örgütlenme sorununda birbirinin tıpkısıdır; belki de başka hiç bir sorunda bu benzeyişi göstermemektedir." Kautsky de bu alandaki temel ortodoks ve revizyonist eğilimleri, "tiksinti verici" sözün yardımıyla tanımlıyor: bürokrasiye karşı demokrasi. Bize, diyor Kautsky, (parlamento için) seçim çevrelerinin adayları seçmesini etkileme hakkını parti önderliğine vermenin, "bütün siyasal faaliyetlerin tepeden aşağıya doğru bürokratik biçimde değil, aşağıdan yukarıya doğru, yığınların bağımsız eylemleriyle yürütülmesini gerektiren demokrasi ilkesine utanmazca bir saldırı olduğu söyleniyor. ... Ama eğer herhangi bir demokratik ilke varsa, o da azınlık üzerinde çoğunluğun egemen olmasıdır, tersi değil..." Herhangi bir seçim çevresinin parlamentoya bir üye seçmesi, bir bütün olarak parti için önemli bir sorundur. Parti, yalnızca temsilcileri (Vertrauensmänner) eliyle olsa bile, adayların saptanmasını etkilemelidir. "Bunu çok bürokratik ve merkeziyetçi bulan varsa, bırakalım, adayların, bütün parti üyelerinin [sämtliche Parteigenossen] doğrudan doğruya verecekleri oylarla saptanmasını önersin. Eğer bunun uygulanabilir olmadığını düşünüyorsa, bir bütün olarak partiyi ilgilendiren birçok öteki konuda olduğu gibi bu konuda da bu işlevin bir ya da birkaç parti organı tarafından yerine getirilişine bakarak, demokrasi yokluğundan, yakınmasın." Adayların saptanması konusunda seçim çevrelerinin parti yönetimiyle "dostça bir anlayışa ulaşmaları" esası, uzunca bir [sayfa 250] süreden beri Alman partisinde "gelenek"tir. "Ne var ki parti, bu geleneğin artık yeterli olamayacağı ölçüde büyümüştür. Gelenekler, işin olağan gereği olmaktan çıktığı, o geleneğin koşulları, hatta kendisi tartışma konusu haline geldiği zaman gelenek olmaktan çıkarlar. O zaman kuralı özel olarak düzenlemek, yasalaştırmak, daha kesin hukuksal tanımlamalara[108*] [statutarische Festlegung] ve bunun sonucu olarak daha sıkı [grössere Straffheit] bir örgüt düzenine geçmek gerekli hale gelir."
      Görüldüğü gibi, daha değişik bir ortamda, örgüt sorununda partinin oportünist ve devrimci kanatları arasında aynı savaşımla, özerklikle merkeziyetçilik arasında, demokrasiyle "bürokrasi" arasında, örgütü ve disiplini gevşetme eğilimiyle sıkılaştırma eğilimi arasında, istikrarsız aydınla sadık proleterin anlayışı arasında, aydın bireyciliğiyle proleter dayanışması arasında aynı çekişmeyle karşı karşıyasınız. Akla şu soru geliyor: bu çekişme karşısında burjuva demokrasisinin —tarihin cilvesinin günün birinde yoldaş Akselrod'a göstermeyi özel olarak vaadettiği burjuva demokrasisi değil, ama gerçek burjuva demokrasisinin, sözcüleri, bizim Osvobojdeniye centilmenlerimizden daha az dikkatli ve akıllı olmayan Almanya'daki burjuva demokrasisinin— tutumu neydi? Alman burjuva demokrasisi bu yeni çatışmaya derhal eğildi ve —Rus burjuva demokrasisi gibi, her yerdeki burjuva demokrasisi gibi— Sosyal-Demokrat Partinin oportünist kanadından yana çıktı. Alman hisse senetleri borsasının önde gelen organı Frankfurter Zeitung,[48] Akselrod'un yazılarının utanmazca çalınmasının Alman basınında gerçek bir hastalık haline gelmekte olduğunu gösteren, gök gürültüsünü [sayfa 251] andırır bir başyazı yayınladı (Frankfurter Zeitung, 7 Nisan 1904, n° 97, akşam baskısı). Frankfurt hisse senetleri borsasının haşin demokratları Sosyal-Demokrat Partideki "mutlakiyetçiliğe", "parti diktatörlüğü"ne, "parti otoritelerinin otokratik yönetimi"ne, "revizyonizmi bir bütün olarak cezalandırmayı" amaçlayan "yasaklar"a ("haksız oportünizm suçlaması"nı anımsayın), "körükörüne bağlılık", "öldürücü disiplin" ve "kölece boyuneğme"de ısrar edilmesine ve parti üyelerini "siyasal cesetler" haline dönüştürmeye (bu, çark dişlileri ifadesinden oldukça kuvvetli) şiddetle saldırdılar. Hisse senetleri borsasının şövalyeleri, sosyal-demokratlar arasındaki demokratik olmayan rejime karşı öfkeyle şöyle haykırıyorlardı: "Bütün kişisel özellikler, bütün bireysel nitelikler utanılası bir şey sayılacaktır, çünkü" Saksonya sosyal-demokratlarının parti kongresinde, "konu üzerinde bir rapor sunan Sindermann'ın uzun uzadıya ifade ettiği gibi, bu özellik ve niteliklerin, Fransız anlayışına, joreciliğe ve millerandcılığa yolaçmasından korkulmaktadır."



      Ve görüldüğü gibi, yeni İskra'nın örgütlenme sorununa ilişkin yeni sloganları, herhangi bir ilkeyi içeriyorsa, bunlar, hiç kuşku yok ki, oportünist ilkelerdir. Devrimci ve oportünist kanatlara bölünen parti kongremizin tahlilinin yanı sıra, örgütlenme sorunundaki oportünizmin aynı eğilimlerde, aynı suçlamalarda ve çoğu zaman aynı sloganlarda ifadesini bulduğu tüm Avrupa sosyal-demokrat partilerinin ortaya koyduğu örnek, bu vargıyı doğrulamaktadır. Doğaldır ki, çeşitli partilerin ulusal özellikleri ve farklı ülkelerdeki farklı siyasal koşullar kendi izlerini bırakmakta ve Alman oportünizmini Fransız oportünizminden, Fransız oportünizmini İtalyan oportünizminden ve İtalyan oportünizmini Rus oportünizminden ayırmaktadır. Ama bütün bu koşul ayrılıkları ne olursa olsun, bütün bu partilerin temel olarak devrimci ve oportünist [sayfa 252] kanatlara bölünüşündeki benzerlik, örgütlenme sorunlarında oportünizmin izlediği düşünce çizgisi ve eğilimindeki benzerlik açıkça ortadadır.[109*] Marksistlerimizin ve sosyal-demokratlarımızın saflarında çok sayıda radikal aydın yer aldıkça, onların anlayışının ürünü olan oportünizm, çok çeşitli alanlarda ve çok çeşitli biçimlerde var olmaya devam etmiştir, etmektedir. Biz dünya görüşümüzün temel sorunlarında, programımıza ilişkin sorunlar üzerinde oportünizmle savaştık; amaçların tümden farklılığı, sosyal-demokratlarla, bizim yasal marksizmimizi baştan çıkaran liberaller arasında, kaçınılmaz olarak dönüşü olmayan bir parçalanmaya yolaçtı. Taktik sorunlarda oportünizmle savaştık; daha önemsiz olan bu konularda Kriçevski ve Akimov yoldaşlarla aramızdaki farklılık, doğal ki geçiciydi, ayrı partiler kurulmasına yolaçmadı. Şimdi Martov'la Akselrod'un, program bir yana, taktik sorunlardan bile daha az temelli olan ama parti yaşamımızda şimdi ön plana çıkmış bulunan oportünizmini altetmeliyiz.
      Oportünizmle savaştan söz ederken, bugünkü oportünizmin her alanda gösterdiği karakteristik bir özelliğini, yani bulanıklığını, şekilsizliğini (amorphousness), kaypaklığını hiç akıldan çıkarmamalıyız. Oportünist kişi, yapısı gereği, her zaman açık ve kararlı bir tutum takınmaktan kaçınacaktır; her zaman orta yolu arayacaktır; her zaman birbirine [sayfa 253] karşıt görüşler arasında bir yılan gibi kıvır-kıvır gidip gelecek, her ikisiyle "görüş birliği" içinde olmaya ve fikir ayrılıklarını küçük değişikliklere, kuşkulara, masum ve dindarca öğütlere, vb., indirgemeye çalışacaktır. Program sorunlarında bir oportünist olan yoldaş Eduard Bernstein, partisinin devrimci programıyla "aynı görüştedir" ve hiç kuşku yok ki, o programın "esaslı biçimde gözden geçirilmesi"ni isterse de bunun şimdilik zamansız, uygun düşmez ve "eleştiri"nin "genel ilkeleri"ni (ki bunlar burjuva demokrasisinden hiç bir eleştirel gözle bakmaksızın ödünç alınmış ilkeler ve sloganlardır) açıklamak kadar önemli olmadığını düşünür. Taktik sorunlarında oportünist olan yoldaş von Vollmar da sosyal-demokrasinin eski taktikleriyle görüş birliğindedir; herhangi bir belli "bakanlıkçılık"[49] taktiği açıkça savunmaktan çok, parlak söylevlerle, ufak-tefek değişikliklerle ve alaylı dudak büküşleriyle yetinir. Örgüt sorunlarında oportünist olan Martov ve Akselrod yoldaşlar, her ne kadar öyle yapma görünümü içinde ortaya atılmışlarsa da şimdiye dek "kural halinde belirlenebilecek" herhangi bir ilke ortaya koyamamışlardır; onlar da hiç kuşku yok ki, örgütümüzün tüzüğünün "esaslı biçimde gözden geçirilmesi"ni isterler (İskra, n° 58, s. 2, sütun 3), ancak kendilerini her şeyden önce, "örgütlenmenin genel sorunları"na hasretmeyi yeğ tutarlar (çünkü, birinci maddeye karşın merkeziyetçi bir tüzük olan tüzüğümüzün esaslı biçimde gözden geçirilmesi, eğer yeni İskra'nın anlayışı doğrultusunda yürütülürse, ister-istemez özerkliğe yolaçar; ve kuşku yok ki, yoldaş Martov ilke olarak özerklikten yana eğilim gösterdiğini kendisine bile itiraf etmek istemez). Bu nedenledir ki, onların "örgütlenme" ilkeleri, gökkuşağının bütün renklerini taşır. Ağır basan şey, otokrasiyle bürokrasiye, körükörüne itaate, insanların çark dişlileri haline getirilmesine karşı masum ve ateşli konuşmalardır — bu konuşmalar öylesine masumdur ki, bu konuşmalarda neyin gerçekten ilke endişelerine [sayfa 254] dayandığını, neyin üye seçilme endişesinden kaynaklandığını saptamak çok zordur. Ama söylev sürdükçe, işler kötüye gider: bu nefret edilesi "bürokrasi"yi tahlil etme ve kesinlikle tanımlama çabaları ister-istemez özerkliğe varır; kendi tutumlarına "derinlik kazandırma" ve o tutumu haklı çıkarma çabaları ister-istemez geriliği, kuyrukçuluğu, jironden'vari lafebeliğini haklı görmeye varır. Sonunda gerçekten tek kesin ilke olarak anarşizm ilkesi belirir; bu ilke, bu nedenle pratikte başlı başına bir kurtuluş çaresi olarak göze çarpar (pratik her zaman teorinin önünde gelir). Disipline dudak bükme —özellikle— anarşizm, işte bizim oportünizmimizin örgüt sorunlarında basamakları arasında kayarak ve herhangi bir belli ilkeyi ifade etmekten büyük bir hünerle kaçınarak, gâh tırmandığı, gâh indiği merdiven.[110*] Oportünizm, program ve taktik sorunlarında da tamıtamına aynı aşamalardan geçmiştir: "ortodoksluğa", dar görüşlülüğe ve hareketsizliğe dudak bükme —revizyonist "eleştiri" [sayfa 255] ve bakanlık sevdası — burjuva demokrasisi.
      Disipline duyulan bu nefretle, bugün genel olarak oportünistlerin ve özellikle bizim azınlığımızın bütün yazılarında göze çarpan, incinmişliğe hiç bir zaman kusur bulmama arasında yakın, psikolojik bir bağlantı vardır. Onlar gadre uğramış, tedirgin edilmiş, fırlatılıp atılmış, çembere alınmış, kendilerine zorbalık edilmiştir. Bu çarpıcı sözlerde, belki de, zorbalarla zorbalığa uğrayanlar[50] hakkındaki tatlı, zekice güldürü yazısını yazan kişinin görebildiğinden çok daha fazla psikolojik ve siyasal gerçek vardır. Çünkü, azınlığı meydana getirenlerin, bir tür incinmişlik duygusu taşıyanlar, şu ya da bu zamanda, şu ya da bu nedenle devrimci sosyal-demokratlar tarafından gücendirilenler olduğunu görmek için parti kongresi tutanaklarına bakıvermek yeter. Kendilerini çok kötü "gücendirdiğimiz" için kongreden çekilen bundcular ve Raboçeye Dyelo'cular vardır; genel olarak örgütlerin ve özellikle kendi örgütlerinin boğazlanmış imasından ötürü ölümcül ölçüde gücendirilen Yujni Raboçi yandaşları vardır; kürsüye her çıkışında (çünkü her seferinde kendini hep budala yerine düşürmüştür) saldırılara dayanmak zorunda kalan yoldaş Mahov vardır; ve son olarak, tüzüğün 1. maddesiyle ilgili olarak "haksız oportünizm suçlaması"na uğrayarak ve, ayrıca seçimlerde yenilgiye uğratılarak gücendirilen yoldaş Martov ve yoldaş Akselrod vardır. Bütün bu ölümcül saldırılar, bugün birçok darkafalının düşündüğü biçimde, hoşgörüyle karşılanamayacak şakaların, kaba davranışların, çılgınca tartışmaların, kapıları çarpmanın, yumruk- sallamanın raslansal sonucu değil, İskra'nın üç yıllık ideolojik çalışmalarının kaçınılmaz siyasal sonucuydu. Eğer bu üç yıllık süre içinde, salt çene çalmakla yetinmediysek ve eyleme dönüştürülecek inançları ortaya koyduysak, bunun doğal sonucu kongrede İskracılara-karşı olanlarla ve "Bataklık"la savaşmaktan başka bir şey olamazdı. Ve açık alınla ön safta çarpışan yoldaş Martov'la [sayfa 256] birlikte, böyle çok insan yığınını gücendirdiğimiz zaman, bardağın taşması için yoldaş Akselrod'la yoldaş Martov'a ufak bir saldırıda bulunmamız yetti. Nicelik niteliğe dönüştü. Yadsıma yadsındı. Gücendirilenler, kendi aralarındaki karşılıklı hesapları unuttular, birbirlerinin omzuna yaslanarak ağlaşmaya başladılar ve "leninizme karşı isyan bayrağı"nı[111*] açtılar.
      İleri olanlar gericilere karşı isyan ettiği zaman, isyan şahane birşeydir. Devrimci kanat oportünist kanada karşı, isyan ettiği zaman, isyan güzeldir. Oportünist kanat devrimci kanada karşı isyan ettiği zaman ise, o isyan kötüdür.
      Yoldaş Plehanov, deyim yerindeyse, bu kötü işe, bir savaş tutsağı olarak katılmak zorunda kaldı. Plehanov, "çoğunluk" yararına bazı önerilerin yazarından, konudan soyutlanmış bazı sözler alarak "öfkesini dökmeye" çalışıyor ve haykırıyor: "Yoksul yoldaş Lenin! Ortodoks destekçileri harika bir takım! " (İskra, n° 63, Ek.)
      Pek güzel yoldaş Plehanov, söyleyebileceğim tek şey şu: eğer ben yoksulsam, yeni İskra'nın yönetmenleri yoksulun da yoksuludurlar. Ben ne kadar yoksul olursam olayım, henüz parti kongresine gözlerimi kapatacak ve zekamı göstermek için komisyon üyelerinin önergeleri arasında malzeme avcılığına çıkacak kadar umutsuz bir yoksulluğa düşmedim. Ben ne kadar yoksul olursam olayım, yandaşları dikkatsizce münasebetsiz bir söz sarfetmeyen ama her konuda —örgüt olsun, taktikler ya da program olsun— devrimci sosyal-demokrasi ilkelerine taban tabana ters düşen ilkelere inatla ve ısrarla sarılanlardan bin kez daha zenginim. Ne kadar yoksul olursam olayım, bu tür yandaşların bana karşı düzdükleri övgüleri kamuoyunun gözünden saklama [sayfa 257] aşamasına düşmedim. Yeni İskra yönetmenlerininse yapmak zorunda oldukları şey bu.
      Okurlar, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Voronej Komitesi neyi temsil ediyor, biliyor musunuz? Eğer bilmiyorsanız, parti kongresi tutanaklarını okuyun. Tutanaklardan öğreneceksiniz ki, bu kurulun düşünce çizgisi, kongrede sonuna kadar partinin devrimci kanadıyla savaşan, birçok kez herkesin, yoldaş Plehanov'dan yoldaş Popov'a kadar herkesin oportünist olarak nitelediği yoldaş Akimov'la yoldaş Bruker tarafından ifade edilmiştir. Evet, işte bu Voronej Komitesi Ocak ayındaki broşüründe (n° 12, Ocak 1904) şu açıklamayı yapıyor:       İskra, n° 61'de bu broşürden aktarma yaparken, yeni İskra'nın yazıkurulu, bu tiradın, burada daha büyük puntolarla dizilen son bölümünü almışlar, daha küçük puntolarla dizilen ilk bölümünü ise atlamayı yeğ tutmuşlardır.
      Utanç içindeydiler. [sayfa 260]



R.
DİYALEKTİK ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
İKİ DEVRİM




      Partimizdeki bunalımın gelişimine genel bir bakış, birbirine karşı savaşım veren tarafların bileşiminin, ufak-tefek istisnalar dışında, başından beri esas itibariyle aynı kaldığını hemen gösterecektir. Bu, partimizin devrimci kanadıyla oportünist kanadı arasında geçen bir savaşımdı. Ne var ki bu savaşım, çok çeşitli aşamalardan geçti. Daha şimdiden koskoca bir yığın haline gelen yazılar, bölük-pörçük kanıtlar, özünden koparılmış alıntılar, suçlamalar, vb., vb. arasında yolunu bulmak isteyen herhangi bir kişi, bu aşamalardan herbirinin özelliklerini adamakıllı tanımalıdır.
      Birbirinden açık-seçik ayrılabilen belli-başlı aşamaları sıralayalım: 1° Tüzüğün 1. maddesi üzerindeki tartışmalar. [sayfa 261] Örgütlenmenin temel ilkeleri üzerinde tamamen ideolojik bir savaşım. Plehanov'la ben azınlıktayız. Martov'la Akselrod oportünist bir metin önerirler ve kendilerini, oportünistlerin kolları arasında bulurlar. 2° Merkez Yönetim Kurulu aday listeleri üzerinde, İskra örgütü içinde bölünme: beş kişilik bir kurulda Fomin ya da Vasilyev, üç kişilik bir Kurulda Trotski ya da Travinski. Belki de 1. madde konusunda azınlıkta olduğumuz için, bu kez Plehanov'la ben çoğunluğu elde ederiz (yediye karşı dokuz). Martov'un oportünistlerle koalisyonu, hazırlık komitesi olayı hakkında duyduğum en kötü korkuları doğrulamıştır. 3° Çekişmenin, tüzüğün ayrıntıları üzerinde sürmesi. Martov'u oportünistler bir kez daha kurtarmıştır. Yeniden azınlıktayızdır ve azınlığın merkez organlarındaki hakları için savaşırız. 4° Yedi aşırı oportünist kongreden çekilir. Biz çoğunluk haline geliriz ve seçimlerde koalisyonu (İskra'nın azınlık kanadı, "Bataklık" ve İskracılara-karşı olanlar) yenilgiye uğratırız. Martov'la Popov, üçlülere girmeyi reddederler. 5° Üyeliğe çağırılma konusunda kongre sonrası kavgalar. Anarsist davranışlar ve anarşist lafazanlık çümbüşü. "Azınlık" arasında, en az istikrarlı ve en az sadık olanlar üstün gelir. 6° Bir parçalanmayı önlemek üzere Plehanov "şefkate boğma" siyasetini benimser. "Azınlık", merkez yayın organının yazıkurulunu ve konseyi işgal eder ve bütün gücüyle Merkez Yönetim Kuruluna saldırıya geçer. Kavga, her şeye egemen olmaya devam eder. 7° Merkez Yönetim Kuruluna ilk saldırı geri püskürtülür. Kavga, bir ölçüde yatışmış gibi görünür. Partiyi derinden karıştıran tamamen ideolojik iki sorunu, göreceli olarak daha sakin bir ortamda tartışma olanağı belirir: a) Partimizde, ikinci kongrede kesin şeklini alan ve daha önceki bütün bölünmeleri bastıran "azınlık"—"çoğunluk" bölünmesinin siyasal önemi nedir, bu bölünme nasıl açıklanabilir? b) Yeni İskra'nın, örgütlenme sorunundaki yeni tutumunun ilke olarak önemi nedir? [sayfa 262]
      Bu aşamaların herbirinde, savaşımın içinde geçtiği koşullarla saldırının ilk ağızdaki hedefi, öz olarak ayrıdır; her aşama, kendi içinde, genel bir askeri kampanyanın ayrı ayrı çarpışmalarıdır. Her çarpışmanın içinde geçtiği koşulları incelemeksizin, bizim verdiğimiz savaşımı hiç bir şekilde anlama olanağı yoktur. Ama bu bir kez yapılınca, gelişmenin, çelişkiler yoluyla, gerçekten diyalektik bir yürüyüş yolu izlediğini açıkça görürüz: azınlık çoğunluk haline gelir, çoğunluk azınlığa dönüşür; her iki taraf da savunmadan saldırıya ve saldırıdan savunmaya geçer; ideolojik savaşımın başlangıç noktası (1. madde) "yadsınır" ve yerini, her şeye egemen olan kavgaya[
112*] bırakır; ama bunun ardından "yadsımanın yadsınması" başlar ve Tanrı vergisi eşimizle, merkez organlarında tam "geçinmenin" yolunu bulduğumuz bir sırada, başlangıç noktasına, salt ideolojik savaşıma döneriz; ama artık bu "tez", "anti-tez"in ortaya koyduğu bütün sonuçlarla zenginleşmiş, üst düzeyde bir sentez haline gelmiştir; bu sentez içinde, 1. maddeye ilişkin münferit ve raslantı türünden hata, bir yarı-sistem haline, örgüt sorunlarındaki oportünist görüşlerin yarı-sistemi haline dönüşmüştür; bu gerçekle, partimizin devrimci ve oportünist kanatlara bölünmüş olması arasındaki bağlantı, giderek daha açıkça görülmeye başlanmıştır. Kısacası, nasıl ki yulaflar, Hegel'e göre büyürse, Rus sosyal-demokratları da kendi aralarında, Hegel'e göre, savaşırlar.
      Ne var ki, marksizmin, düzelterek kendi malı haline getirdiği büyük hegelci felsefe, tek bir sürecin değişik aşamalarına ait belli bazı açıklamalarla belli bazı gelişme etmenlerini birbirine eklemek gibi bayağı bir alışkanlıkla, partinin devrimci kanadından oportünist kanadına geçen politikacıların [sayfa 263] zikzaklarını haklı göstermeye dönük adi oyunlarla hiç bir zaman karıştırılmamalıdır. Gerçek diyalektik, bireylerin hatalarını haklı göstermez, ama dönüşleri inceler; gelişme sürecini, bütün somutluğu içinde ayrıntılarıyla inceleyerek, kaçınılmazlığını kanıtlar. Diyalektiğin temel ilkelerinden biri, soyut gerçek diye bir şey olmadığı, gerçeğin her zaman somut olduğudur... Bir nokta daha... Büyük hegelci diyalektik, şu İtalyan sözünde çok iyi ifade edilen bayağı eyyamcı bilgelikle hiç karıştırılmamalıdır: Mettere la coda dove non va il capo (kafanın geçemeyeceği yere kuyruğunu sıkıştırmak).
      Bizim parti içindeki savaşımımızın gösterdiği diyalektik gelişmenin sonucu iki devrimdi. Yoldaş Martov'un, Bir Kez Daha Azınlıkta'sında gayet yerli yerinde belirttiği gibi parti kongresi gerçek bir devrimdi. Azınlık, "dünya devrimlerle ilerliyor; biz de bir devrim yaptık" derken, yine doğru söylemektedir. Kongreden sonra gerçekten bir devrim yapmışlardır; dünyanın gerçekten devrimlerle ilerlediği de genel olarak doğrudur. Ama bu genel söz, her somut devrimin somut önemini tanımlamaz; bazı devrimler vardır ki, unutulmaz yoldaş Mahov'un unutulmaz sözünü, bir başka türlü ifade edersek, gericilik gibi bir şeydir; belli somut bir devrimin "dünya"yı (partimizi) ileri mi yoksa geri mi götürdüğüne karar vermeden önce, devrimi yapan asıl gücün, partinin devrimci kanadı mı, yoksa oportünist kanadı mı olduğunu bilmeliyiz, savaşçıların esinlendiği şeyin devrimci ilkeler mi, yoksa oportünist ilkeler mi olduğunu bilmeliyiz.
      Parti kongremiz, Rus devrim hareketinin tüm tarihi içinde eşsiz, benzeri olmayan bir kongreydi. Çünkü, gizli devrimci bir parti, ilk kez, yeraltı yaşamının karanlıklarından gün ışığına çıkmayı başarmışti; parti içi savaşımımızın tüm niteliğini ve sonuçlarını, partimizin tüm niteliğini ve program, taktik ve örgütlenme sorunlarında partinin, azçok belirgin [sayfa 264] parçalarının, niteliğini herkese göstermişti. Çünkü ilk kez, çoğu kendi aralarında amansızca savaşan ve yalnızca bir fikrin gücüyle birbirine bağlanan ve şimdi (ilke olarak) grup gevşekliğini ve bağımsızlığını, ilk kez yaratmakta olduğumuz bütün için, yani parti için feda etmeye hazırlanan birbirinden çok farklı düzinelerle grubu biraraya getirerek, grup gevşekliği ve devrimci darkafalılık geleneğini kaldırıp atmayı başarmıştık. Ancak siyasette özveriler karşılıksız elde edilmez, savaşla kazanılması gerekir. Örgütlerin boğazlanması savaşı, zorunlu olarak korkunç şiddetli geçti. Açık ve serbest savaşımın meltemi, bir kasırgaya dönüştü. Kasırga, bütün grupçu çıkarların, duyguların ve geleneklerin tüm kalıntılarını, istisnasız silip süpürdü —çok da iyi etti— ve ilk kez gerçek parti kurumlarını yarattı.
      Ama insanın kendine, bir şeyim demesi başka, öyle olması daha başkadır. İlke olarak grupçuluk sistemini, parti uğruna feda etmek başkadır, kendi grubundan feragat etmesi başkadır. Taze hava, küflü darkafalılığa alışmış kişilere fazla taze geldi. Yoldaş Martov'un Bir Kez Daha Azınlıkta'sında (elinde olmaksızın) doğru bir biçimde belirttiği gibi, "parti ilk kongresinin gerginliğine dayanamadı". Örgütlerin boğazlanmasından duyulan güceniklik çok güçlüydü. Öfkeli kasırga, parti akıntısının dibindeki bütün çamur birikintilerini havaya kaldırdı ve çamur öcünü aldı. Eski dargörüşlü grupçuluk ruhu, henüz genç olan parti gücünü tepeledi. Partinin oportünist kanadı, bozguna uğramış olsa da, Akimov'un raslansal kazancıyla pekişmiş olarak, devrimci kanada —kuşkusuz geçici bir süre için— üstün geldi.
      Sonuç, yönetmenlerinin, parti kongresinde işledikleri hatayı geliştirmek ve derinleştirmek durumunda kalan yeni İskra'dır' Eski İskra devrimci savaşımın gerçeklerini belletirdi. Yeni İskra, boyuneğme ve herkesle iyi geçinme şeklindeki eyyamcılığı öğretiyor. Eski İskra militan ortodoks anlayışın organıydı. Yeni İskra bize, özellikle örgütlenme konusunda [sayfa 265] başgösteren bir oportünizm sunuyor. Eski İskra, hem Rus, hem Batı Avrupalı oportünistlerin nefretini kazanma onuruna erişmişti. Yeni İskra "akıllanmış"tır, yakında aşırı oportünistlerin kendisine yağdırdığı övgülerden utanmaz hale gelecektir. Eski İskra, amacına doğru asla sapmaksızın yürümüştü, sözüyle eylemi arasında hiç bir tutarsızlık yoktu. Yeni İskra'nın tutumunda doğal olarak saklı bulunan yanlışlık ise —hatta herhangi bir kişinin istek ve niyetinden bağımsız olarak— ister-istemez siyasal ikiyüzlülüğe yolaçmaktadır. Yeni İskra, grupçuluk anlayışının parti anlayışı üzerindeki zaferini gizlemek için, grupçuluk anlayışına çatmaktadır. Şu ya da bu ölçüde örgütlenmiş bir partide azınlığın çoğunluğa tabi olmasının dışında, parçalanmaktan kaçınmak için sanki başka bir yol düşünülebilirmiş gibi, yeni İskra, ikiyüzlü bir tutumla parçalanmayı kınıyor. Yeni İskra, devrimci kamuoyuna dikkat gösterilmesi gerektiğini söylüyor, ama bir yandan Akimov'ların övgülerini gizlerken, bir yandan da partinin devrimci kanadına bağlı yönetim kurulları hakkında zavallı bir skandal ticaretine girişiyor.[113*] Ne utanmazca bir şey! Bizim eski İskra'mızı nasıl da itibarsız hale getirdiler!
      Bir adım ileri, iki adım geri... Bireylerin yaşamında, ulusların tarihinde ve partilerin gelişmesinde böyle şeyler olur. Ama devrimci sosyal-demokrasi ilkelerinin, proletarya örgütünün ve parti disiplininin eninde-sonunda tam zafer kazanacağından kuşku duymak, alçaklığın en canicesi olur. Daha şimdiden çok şey kazanmış bulunuyoruz; tersliklerden umutsuzluğa kapılmaksızın savaşı sürdürmeliyiz; sebatla, kendi çevresinin kavgasını yapanların darkafalı yöntemlerini horgörerek; bütün Rus sosyal-demokratlarını birbirine bağlayan, güçlükle elde edilmiş tek parti [sayfa 266] bağını korumak için elimizden gelen her şeyi yaparak; parti üyesine düşen görevlerin ne demek olduğunu, ikinci parti kongresindeki savaşımı, ayrılığımızın bütün nedenlerini ve geçirdiği tüm aşamaları ve ayrıca örgütlenme alanında olduğu kadar program ve taktikler konusunda da çaresizlik içinde burjuva psikolojisine teslim olan, burjuva demokrasisinin görüşünü olduğu gibi benimseyen ve proletaryanın sınıf savaşımı silahını körelten oportünizmin kesinlikle yıkım getireceğini bütün parti üyelerine ve özellikle işçilere dinmek bilmez, sistemli bir çalışmayla aşılamaya çalışarak savaşmalıyız.
      İktidar savaşımında, proletaryanın, örgütten başka bir silahı yoktur. Burjuva dünyasındaki anarşik rekabetin egemenliğinden ötürü birbirinden ayrı düşmüş; sermaye köleliğiyle yerine bağlanmış; azami yoksulluğun, vahşetin ve bozulmuşluğun "derin çukurları"na sürekli olarak itilmiş olan proletarya, ancak, marksizmin ilkeleri üzerinde ideolojik olarak birleşerek ve bunu, milyonlarca emekçiyi bir işçi sınıfı ordusu halinde kaynaştıran maddi örgüt birliğiyle pekiştirerek, yenilmez bir güç haline gelebilir ve gelecektir. Ne Rus otokrasisinin bunak yönetimi ne de uluslararası sermayenin ömrünü doldurmuş egemenliği bu orduya dayanabilecektir. Bütün zikzaklara ve geriye doğru atılan adımlara, bugünkü sosyal-demokrasinin jirondenlerinin oportünist lafazanlığına, gerileyen grupçuluk ruhunun kendi yüksekliğine kendini inandırmasına ve aydın anarşizminin gösteriş ve gürültüsüne karşın, proletarya ordusu, gittikçe sağlam biçimde saflarını sıklaştıracaktır.[sayfa 267]






E K
YOLDAŞ GUSEV VE YOLDAŞ DEUTSCH
OLAYI




      Bu olay, Martov ve Starover yoldaşların, (J) bölümüne aldığımız mektuplarında anılan sözümona "sahte" (yoldaş Martov'un ifadesi) listeyle sıkı sıkıya ilişkilidir. Olayın esası şu: Gusev yoldaş, Stein, Egorov, Popov, Trotski ve Fomin yoldaşları kapsayan bu listenin kendisine yoldaş Deutsch tarafından bildirildiğini yoldaş Pavloviç'e söylemiştir (Yoldaş Pavloviç'in Mektup'u, s. l2). Yoldaş Deutsch, bu ifadeden ötürü yoldaş Gusev'i, "kasıtlı iftira"da bulunmakla suçlamıştır; bir yoldaşlar hakem kurulu da yoldaş Gusev'in "ifadesinin "doğru olmadığı"nı ilân etmiştir (bkz: hakem kurulunun kararı, İskra, n° 62). İskra yazıkurulu, hakem kurulunun kararını yayınladıktan sonra, yoldaş Martov [sayfa 268] (bu kez yazıkurulu değil), Yoldaşlar Hakem Kurulunun Kararı başlıklı özel bir broşür çıkarmıştır. Yoldaş Martov, bu broşüründe yalnızca hakem kurulunun kararını değil, kurul görüşmelerine ilişkin raporun tümünü, kendi notuyla birlikte tam metin olarak yayınlamıştı. Bu notta yoldaş Martov, başka şeylerin yanı sıra, "bir hizip savaşımı uğruna girişilen hayasız bir liste sahtekarlığı"ndan da söz etmiştir. İkinci kongre üyesi olan Liyadov ve Gorin yoldaşlar, bu broşüre, Hakem Kurulunda Bir Seyirci başlıklı kendi broşürleriyle karşılık vermişlerdir. Bu broşürde, bu iki yoldaş, hakem kurulu, kasıtlı bir iftira görmez ve yoldaş Gusev'in ifadesini yalnızca yanlış bulurken, "Martov yoldaşın hakem kurulu kararının ötesine taşarak, yoldaş Gusev'e şeytanca saikler gütme ithamında bulunmasını şiddetle protesto" etmişlerdir. Gorin ve Liyadov yoldaşlar, Gusev yoldaşın ifadesinin oldukça doğal bir yanılgıdan ileri gelmiş olabileceğini uzun uzadıya anlatmışlar, yoldaş Gusev'e keyfi olarak şeytanca niyetler atfetmek suretiyle bizzat kendisi birçok hatalı ifadeler kullanan (bunları broşüründe de yaptı) Martov yoldaşın tutumunu "değer taşımaz" bir tutum diye nitelemişlerdir. Burada hiç bir şeytanca niyet olamazdı, demişlerdir. Eğer yanılmıyorsam, aydınlatmayı görev saydığım bu soruna ilişkin bütün "yazılar" bunlardır.
      Her şeyden önce, bu listenin (Merkez Yönetim Kurulu adayları listesinin) ortaya çıkış zamanı ve koşulları hakkında, okurun açık bir fikir sahibi olması önemlidir. Bu broşürde daha önce esasen belirttiğim gibi, İskra, örgütü, kongreye ortaklaşa sunabileceği bir Merkez Yönetim Kurulu adayları listesi hazırlamak üzere, kongre sırasında toplantılar yaptı. Görüşmeler anlaşmazlıkla sonuçlandı: İskra örgütünün çoğunluk kanadı, Travinski, Glebov, Vasilyev, Popov ve Trotski'yi kapsayan bir listeyi benimsedi; ama azınlık bu listeyi reddetti ve Travinski, Glebov, Fomin, Popov ve Trotski'yi kapsayan bir listede direndi. İskra örgütünün iki kesimi, bu [sayfa 269] iki liste ortaya atılıp oylandıktan sonra bir daha biraraya gelip toplanmadılar. Her iki kesim, aralarındaki sorunun bir bütün olarak kongre tarafından oylama yoluyla bir çözüme bağlanması isteğiyle ve herbiri, olabildiği ölçüde çok sayıda temsilciyi kendi tarafına kazanma çabasıyla, kongrede serbest bir kulis çalışması arenasına girdiler. Kongredeki bu serbest kulis çalışması, bu broşürde bunca ayrıntıyla tahlil ettiğim siyasal bir gerçeği, bize karşı zafer sağlayabilmek için, (Martov'un önderliğindeki) İskracı azınlığın, "merkez"le (Bataklık) İskracılara-karşı olanların desteğine sahip olmasının önemli bir zorunluk olduğu gerçeğini bir anda gözler önüne serdi. Bu desteği kazanmak önemliydi, çünkü İskra'nın program, taktik ve örgütlenme planlarını, İskracılara-karşı olanlarla "merkez"in saldırılarına karşı gayet tutarlı bir biçimde destekleyen geniş temsilci çoğunluğu, süratle ve kesinlikle bizim yanımızda yer almıştı. İskracılara-karşı olanlara ya da "merkez"e bağlı olmayan 33 temsilciden (daha doğrusu oydan) 24'ünü biz çabucak kazandık ve onlarla "sağlam bir çoğunluk" meydana getirerek "doğrudan bir anlaşmaya" ulaştık. Buna karşılık yoldaş Martov'a yalnızca 9 oy kaldı; zafer sağlayabilmesi için İskracılara-karşı olanlarla "'merkez"in tüm oylarına gerek duyuyordu —bu gruplarla (tüzüğün 1. maddesi üzerinde olduğu gibi) güçbirliği yapabilir, bir "koalisyon" kurabilir, yani onların desteğini kazanabilir, ama doğrudan bir anlaşma yapamazdı—, yapamazdı, çünkü bütün kongre boyunca, bu gruplarla, bizden daha az sert olmamak üzere savaşmıştı. İşte yoldaş Martov'un tutumunun traji-komik yanı buradadır! Yoldaş Martov, Sıkıyönetim'inde beni şu öldürücü zehir taşıyan soruyla yoketmeye çalışıyor: "Yoldaş Lenin'in şu soruyu açıkça yanıtlamasını saygıyla dileriz — kongrede Yujni Raboçi grubu kime yabancıydı?" (s. 23, dipnot.) Saygıyla ve açıkça yanıtlıyorum: Yoldaş Martov'a yabancıydı. Bunun kanıtı şudur: Ben İskracılarla süratle doğrudan bir anlaşma yaptığım [sayfa 270] halde, yoldaş Martov, Yujni Raboçi grubuyla, yoldaş Mahov'la, ya da yoldaş Bruker'le doğrudan bir anlaşma yapmamıştır, yapamamıştır.
      Bu cansıkıcı ünlü "sahte" liste sorununun "özü"nü, ancak bu siyasal durum hakkında açık bir fikre sahip olduğumuz zaman kavrayabiliriz. Olayların gerçek durumunu gözünüzün önüne getirin: İskra örgütü bölünmüş, kongrede kendi listelerimizi savunarak, serbestçe kampanya yapıyoruz. Listeleri savunurken, bir sürü özel konuşmada, listeler yüz ayrı şekle giriyor: beş kişi yerine üç kişilik bir kurul öneriliyor; bir adayın yerine bir başka adayın konması için her türden tavsiyede bulunuluyor. Örneğin ben, çoğunluk arasında özel görüşmelerde, Rusov, Osipov, Pavloviç ve Dedov yoldaşların adaylıklarının tavsiye edildiğini ve sonra, tartışmalar ardından, bu önerilerin geri alındığını anımsıyorum. Benim bilgimin dışında, daha bazı adaylar da öne sürülmüş olabilir. Bu özel konuşmalar sırasında kongredeki her temsilci görüşünü söyledi, değişiklikler önerdi, tartıştı, falan. Bunun yalnızca çoğunluk arasında böyle olmuş olması, çok az olasıdır. Hiç kuşku yok ki, gerçekte, aynı şey azınlık arasında da olmuştur; çünkü onların ilk beşlisi (Popov, Trotski, Fomin, Glebov ve Travinski), Martov ve Starover yoldaşların mektubunda gördüğümüz gibi, daha sonra bir üçlüyle —Glebov, Trotski ve Popov üçlüsüyle— yer değiştirmiştir; üstelik Glebov da onların isteğine uygun değildi ve bu nedenle, onun yerine Fomin'i koymaya çok fazla hazırlardı (bkz: Liyadov ve Gorin yoldaşların broşürü). Unutulmamalıdır ki, benim, kongre temsilcilerini elinizde tuttuğunuz bu broşürde gruplara ayırışım, post factum[
114*] bir tahlile dayanmaktadır; gerçekte, seçim kampanyası sırasında bu gruplar, henüz belirmeye başlıyordu, temsilciler arasındaki fikir alış-verişi hayli serbestti; bizi herhangi bir "duvar" [sayfa 271] ayırmamaktaydı, herkes, sorunları özel olarak tartışmak istediği herhangi bir temsilciyle konuşabilirdi. Bu koşullar altında, birçok çeşitlemenin ve listenin arasında, İskra örgütünün azınlık kanadına ait listenin (Popov, Trotski, Fomin, Glebov ve Travinski) yanı sıra, ondan çok da farklı olmayan Popov, Trotski, Fomin, Stein, Egorov listesinin ortaya çıkmasında hiç de şaşılacak bir şey yoktur. Böyle aday çeşitlemelerinin ortaya çıkması çok doğaldı, çünkü bizim adaylarımız, Glebov ve Travinski'yi, İskra örgütünü, azınlık kanadının pek sevmediği açıktı (onların J bölümünde aktardığımız mektuplarına bakınız, Travinski'yi üçlüden çıkarmışlar, Glebov'u ise salt uzlaşma-olsun diye bıraktıklarını açıkça belirtmişlerdi). Bu nedenle Glebov'la Travinski'nin yerine, hazırlık komitesi üyeleri Stein'le Egorov'un konması çok doğaldı; partinin azınlık kanadına mensup temsilcilerden hiç biri bunu düşünmeseydi, asıl o zaman garip olurdu.
      Şimdi de şu iki soruyu ele alalım: 1) Egorov, Stein, Popov, Trotski ve Fomin listesini kim hazırlamıştı?; 2) Böyle bir listenin kendisine atfedilmesi, Martov'u neden bu kadar öfkelendirdi? Birinci soruya tam bir yanıt verebilmek için, bütün kongre temsilcilerinin sorguya çekilmesi gerekir. Bu, artık olanaksızdır. İskra örgütünde bölünmeye yolaçan listeyi, kongrede, partinin azınlık kanadına mensup temsilcilerden (İskra örgütünün azınlık kanadıyla karıştırılmamalıdır) hangisinin duyduğunu doğru saptamak gerekir; İskra örgütünün azınlık ve çoğunluk kanatlarının listeleri hakkında temsilcilerin ne düşündüğünü doğru anlamak gerekir; İskra örgütünün azınlık kanadına ait listede, temsilcilerin değişiklik önerisinde bulunup bulunmadıklarını, ya da başkalarının değişiklik önerdiğini duyup duymadıklarını saptamak gerekir. Ne yazık ki, bu sorular, anlaşılıyor ki, hakem kurulunda bile ortaya atılmamıştır; kurul (karar metnine bakılırsa) İskra örgütünü bölen beşli listelerinin ne olduğunu [sayfa 272] bile öğrenmemiştir. Örneğin (benim "merkez"ci olarak sınıfladığım) yoldaş Belov, "kendisine, kongre çalışmaları hakkındaki izlenimlerini söyleyegelen Deutsch'la yoldaşça ilişkiler içinde olduğuna ve eğer Deutsch, herhangi bir liste için kampanya yapıyor olsaydı, kendisine bilgi verecek olduğuna dair tanıklık etmiştir". Yoldaş Deutsch'un, kongrede, İskra örgütünün listeleri hakkında, yoldaş Belov'a izlenimlerini söyleyip söylemediğinin ve eğer söylediyse, yoldaş Belov'un, İskra örgütü azınlığının listesine karşı tepkisinin ne olduğunun ve yoldaş Belov'un o listede herhangi bir değişiklik tavsiye edip etmediğinin ya da başkalarının tavsiye ettiğini işitip işitmediğinin ortaya çıkarılmamış olması esef edilesi bir şeydir. Yoldaş Belov'la yoldaş Deutsch'un ifadeleri arasındaki çelişki, bu nokta aydınlığa kavuşturulmadığı içindir. Gorin ve Liyadov yoldaşların esasen değindiği bu çelişki şudur: Yoldaş Deutsch, her ne kadar tersini söylüyorsa da, İskra örgütü tarafından önerilen "belli bazı adaylar için pekala kampanya yapmıştır". Yoldaş Belov ayrıca, "kongre sona ermeden iki gün önce, kongredeki özel konuşmalar sırasında, Egorov ve Popov yoldaşlarla ve Harkov Yönetim Kurulundan gelen temsilcilerle görüştüğü zaman, kongrede elden ele dolaştırılan liste hakkında bazı şeyler işittiğini söylemiştir. Egorov, kendi görüşüne göre, azınlıktan olsun çoğunluktan olsun kongre temsilcileri arasında kendi adaylığının sempatiyle karşılanmayacağını, bu nedenle adının listelerden birinde yer almasını hayretle karşıladığını belirtmiştir." Burada kastedilen "İskra" örgütü azınlığı olması büyük ölçüde dikkati çekicidir, günkü kongrede geriye kalan parti azınlığı arasında, hazırlık komitesi üyesi olan ve "merkez"in önde gelen konuşmacıları arasında bulunan Egorov'un adaylığı, sempatiyle karşılanabilirdi değil, her durumda sempatiyle karşılanırdı. Ne yazık ki, yoldaş Belov'dan, İskra örgütüne bağlı olmayan parti azınlığının sempatisi ya da antipatisi hakkında herhangi bir şey öğrenebilmiş [sayfa 273] değiliz. Oysa önemli olan şey de budur, çünkü, yoldaş Deutsch, İskra örgütüne bağlı olmayan azınlık tarafından yapılmış olabileceği halde, bu listenin, İskra örgütü azınlığına atfedilmesinden ötürü büyük öfke duymuştur.
      Kuşkusuz, şu anda, listenin bu biçimde yapılmasını ilk kez kimin salık verdiğini ve bu listeyi kimin kimden öğrendiğini anımsamak çok güçtür. Örneğin ben, Rusov'un, Dedov'un ve andığım öteki kişilerin adaylığını ilk kez çoğunluktan kimin önerdiğini bile anımsıyorum diyemem. Aday listeleri şöyle mi olsun böyle mi şeklindeki bir sürü konuşma, bir sürü öneri, bir sürü söylenti arasından belleğimde kalan tek şey, İskra örgütünde ya da çoğunluğun özel toplantılarında doğrudan doğruya oya konan "listeler"dir. Bu "listeler" daha çok sözlü olarak dolaştırılmıştır ("İskra" Yazıkuruluna Mektup, s. 4, sondan 5'inci satır, "liste" dediğim şey, toplantıda sözlü olarak önerdiğim beş adaydır); ama aynı zamanda, sık sık, adaylar kağıtlara yazılmış, kongre oturumları sırasında elden ele dolaşmış, genellikle bu kağıtlar oturumlardan sonra yırtılıp atılmıştır.
      Bu ünlü listenin kaynağı konuunda kesin bir bilgiye sahip olmadığımıza göre, ya o listedeki adayların, İskra örgütü azınlık kanadının bilgisi dışında parti azınlığına mensup bir temsilci tarafından önerildiğini ve ondan sonra kongrede sözlü ve yazılı olarak dolaştırıldığını ya da listeyi, daha sonra kendisinin önerdiğini unutan, İskra azınlık kanadına mensup birinin ortaya attığını düşünmek zorundayız. İkinci varsayım, aşağıdaki nedenlerle, bana daha olası görünüyor : Daha kongrede, İskra örgütünün azınlık kanadı, hiç kuşku yok ki, yoldaş Stein'in adaylığını sempatiyle karşılıyordu (bkz: elinizdeki broşür); yoldaş Egorov'un adaylığına gelince azınlık bu fikre kongreden sonra vardı, buna hiç kuşku yok (çünkü, hem Birlik Kongresinde, hem Sıkıyönetim'de, hazırlık komitesinin, Merkez Yönetim Kurulu olarak onaylanmayışından esef duyulduğu ifade edildi — yoldaş [sayfa 274] Egorov hazırlık komitesi üyesiydi). Bu durumda, hazırlık komitesi üyelerinin, Merkez Yönetim Kurulu üyeleri haline dönüştürülmesini öngören ve anlaşıldığı gibi zaten ortalarda dolaşan bu fikrin, parti kongresinde de azınlığa mensup bir üye tarafından özel konuşmalarda öne sürülmüş olmasını varsaymak doğal değil midir?
      Ama doğal bir açıklama yerine, yoldaş Martov ve yoldaş Deutsch burada, kirli bir şey —bir tertip, bir şerefsizlik örneği, "iftira amacıyla kasıtlı olarak çıkarılmış yanlış dedikoduların" yayılması, "grup kavgaları uğruna yapılan sahtekarlık", vb. gibi bir şey— görmekte kararlıydılar. Bu hastalıklı eğilimler, göçmen yaşamının sağlıklı olmayan koşullarıyla ya da anormal bir sinirlilikle açıklanabilir; eğer iş, bir yoldaşın şerefine karşı aşağılık bir saldırı noktasına kadar vardırılmasaydı, ben konuyu ele bile almazdım. Düşünün: Deutsch ve Martov yoldaşlar, doğru olmayan bir ifadede, doğru olmayan bir söylentide, kirli ve şeytanca niyetler keşfetmekte, neye dayanmış olabilirlerdi? Onların hastalıklı imgelerinin uydurduğu resim, görünüşe göre şuydu: çoğunluk, azınlığın siyasal hatasını (tüzüğün 1. maddesi ve oportünistlerle koalisyon) göstererek değil, azınlığa "kasıtlı olarak yanlış" ya da "sahte" listeler atfetmek suretiyle "iftira ediyordu". Azınlık, konuyu, kendi hatasına değil, çoğunluğun kirli, şerefsiz ve rezilce işlerine bağlamayı yeğ tutuyordu. Koşulları belirterek yukarda esasen gösterdiğimiz gibi, "doğru olmayan bir ifade"de şeytanca niyetler aramak çok akıl-dışıydı. Bu durumu yoldaşlar hakem kurulu da açıkça teslim etmiş, herhangi bir iftira, herhangi bir şeytanca niyet ya da rezilce herhangi bir şey görmemişti. Son olarak, parti kongresinde, seçimlerden önce, İskra örgütü azınlık kanadının, bu yanlış söylentiyle ilgili olarak çoğunlukla görüşmeye girişmiş olması ve yoldaş Martov'un, çoğunluğu oluşturan 24 temsilcinin yaptığı bir toplantıda okunan mektubunda kendi görüşünü ifade etmiş olması gerçeği, bu durumu, [sayfa 275] en açık bir biçimde kanıtlamaktadır. Böyle bir listenin kongrede dolaştırılmakta olduğunu, İskra örgütünün azınlık kanadından gizlemek, çoğunluğun aklından hiç bir zaman geçmiş değildir: yoldaş Lenski bunu yoldaş Deutsch'a söylemiştir (hakem kurulu kararına bakınız); yoldaş Plehanov bu liste hakkında yoldaş Zasuliç'le konuşmuştur (yoldaş Plehanov bana, "Zasuliç'le konuşulmuyor, anlaşılan beni Trepov'cu[51] sanıyor" demişti, daha sonra birçok kez yinelenen bu şaka, azınlığın içinde bulunduğu anormal heyecanı gösteren belirtilerden bir başkasıdır); ayrıca ben, yoldaş Martov'a, verdiği güvencenin (yani listenin kendisine ait olmadığı - güvencesinin) benim için yeterli olduğunu (Birlik tutanakları, s. 64) söyledim. Bunun üzerine yoldaş Martov (eğer doğru anımsıyorsam yoldaş Starover'le birlikte) bize, Büro'ya, aşağı-yukarı şu şekilde bir not gönderdi: "İskra yazıkurulunun çoğunluğu, kendileri hakkında sağda-solda dolaştırılan alçaltıcı dedi-koduları çürütmek üzere, çoğunluğun özel toplantısına katılmalarına izin verilmesini rica ederler." Plehanov'la ben, aynı kağıda yazdığımız şu yanıtla karşılık verdık: "Biz aşağılatıcı herhangi bir dedi-kodu işitmiş değiliz. Eğer yazıkurulunun bir toplantı yapması gerekli görülüyorsa, bu ayrıca düzenlenmelidir. Lenin, Plehanov." Çoğunluğun o akşam yaptığı toplantıda, bunu 24 temsilciye anlattık. Olası bütün yanlış anlamaları ortadan kaldırabilmek için, aramızdan temsilciler seçilmesine ve bu temsilcilerin, konuyu Martov ve Starover yoldaşlarla görüşmesine karar verildi. Seçilen temsilciler, Sorokin ve Sablina yoldaşlar, gittiler ve özellikle, Martov ve Starover yoldaşların açıklamasından sonra hiç kimsenin listeyi onlara atfetmediğini, ayrıca bu listeyi İskra örgütü azınlık kanadının ya da bu örgüte bağlı olmayan kongre azınlığının hazırlamış olmasının kesinlikle hiç bir önem taşımadığını bildirdiler. Her şey bir yana, kongrede bir soruşturma açamaz ve bu liste hakkında tüm temsilcileri sorguya çekemezdik! Ama [sayfa 276] Martov ve Starover yoldaşlar, bununla tatmin olmadılar, bize, resmi yalanlamayı içeren bir mektup gönderdiler (bkz: Bölüm J). 24 kişilik çoğunluğun toplantısında bu mektubu, temsilcilerimiz Sorokin'le Sablina okudular. Görünüşe göre, olay kapanmış sayılabilirdi — listenin kaynağının doğru saptanmış olduğu (eğer bunu dert edinen biri varsa) anlamında değil, "azınlığı hırpalama" ya da herhangi bir kişiye "iftira etme" ya da "grupçu kavgalar uğruna sahtecilik yapma" gibi bir niyetin sözkonusu olmadığının tamamen anlaşıldığı anlamında, olay kapanmış sayılabilirdi. Ama yine de Birlik Kongre'sinde (tutanaklar, s. 63-64) yoldaş Martov, hastalıklı bir imgenin yarattığı bu kirli işler öyküsünü bir kez daha ortaya attı ve üstelik doğru olmayan bazı ifadeler kullandı (anlaşılan içinde bulunduğu gerginlikten ötürü). Martov, listede bir bundcunun bulunduğunu söyledi. Bu doğru değildi. Hakem kurulunda konuşan, Stein ve Belov yoldaşlar dahil bütün tanıklar, listede yoldaş Egorov'un bulunduğunu söylemişlerdi. Yoldaş Martov, listenin, doğrudan anlaşma anlamında bir koalisyon demek olduğunu söyledi. Daha önce belirttiğim gibi, bu da doğru değildi. Yoldaş Martov, İskra örgütü azınlık kanadından çıkma (ve kongre çoğunluğunu bu azınlıktan uzaklaştırması olası) başka herhangi bir liste, "hatta tahrif edilmiş bir liste" dahi bulunmadığını söyledi. Bu da doğru değildi, çünkü parti kongresindeki tüm çoğunluk, yoldaş Martov'la hempasından çıkma en az üç listeden haberdardı; ve bu listeler çoğunluğun onayını almamıştı (Bkz: Liyadov'la Gorin'in broşürü).
      Genel olarak yoldaş Martov bu listeye karşı neden bu kadar öfke duymaktaydı? Çünkü liste, partinin sağ kanadına doğru bir kaymanın varlığını gösteriyordu. O sıralarda yoldaş Martov, "haksız oportünizm suçlaması" feryadını basmaktaydı, "kendi siyasal tutumunun yanlış gösterilmesi"nden duyduğu öfkeyi dile getiriyordu; ama şimdi herkes görüyor ki, bu listenin yoldaş Martov'a ve yoldaş Deutsch'a [sayfa 277] ait olup olmaması hiç bir siyasal önem taşıyamazdı; bu ya da başka bir listeden tamamen ayrı olarak, onun tamamen dışında, suçlama haksız değil doğruydu, onun siyasal tutumunun nitelenişi tamamen yerindeydi.
      Ünlü sahte liste hakkındaki bu üzücü ve yapay olayın sonucu şudur:
      1) Yoldaş Martov'un, "grup kavgaları uğruna liste tahrifçiliği yapmak gibi utanç verici girişimler" hakkında feryat ederek yoldaş Gusev'in şerefine leke sürmeye kalkışmasını, Gorin ve Liyadov yoldaşların adi diye nitelemelerine katılmamak elden gelmiyor.
      2) Daha sağlıklı bir hava yaratmak ve parti üyelerini hastalıklı taşkınlıkları ciddiye alma zorunluğundan kurtarmak için, üçüncü kongrede tüzüğe, Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin tüzüğünde bulunan bir maddenin konması salık verilebilir. O tüzüğün 2'nci maddesi şöyledir: "Parti programının ilkelerini ciddi ölçüde ihlalden ya da onur kırıcı hareketten suçlu olan herhangi bir kişi parti üyesi olamaz. Üyeliğin devam edip etmemesi, Parti Merkez Yürütme Kurulunca toplantıya çağırılan bir hakem kurulunca kararlaştırılır. Hakemlerin yarısı ihracı isteyen kişi tarafından, ikinci yarısı da ihracı istenen kişi tarafından gösterilir, başkan, parti Merkez Yürütme Kurulunca atanır. Hakem kurulunun kararına karşı, denetim komisyonuna ya da parti kongresine başvurulabilir." Böyle bir kural, uluorta onursuzca davranış suçlamalarına girişenlere (ya da söylentiler yayanlara) karşı, iyi bir silah olabilir. Eğer böyle bir kural olsaydı, bütün bu tür suçlamalar, o suçlamanın sahibi, suçlayıcı rolüyle partinin önüne çıkıp yetkili parti kurumundan bir karar istemedikçe, yakışıksız iftiralar olarak kalırdı.


Şubat-Mayıs 1904'de yazıldı.
Mayıs 1904'de Cenevre'de kitap
halinde yayınlandı.
[sayfa 278]




EKLER
BİR ADIM İLERİ İKİ ADIM GERİ
N. LENİN'İN ROSA LUXEMBURG'A YANITI[
52]



      Yoldaş Rosa Luxemburg'un, Neue Zeit'in 42 ve 43'üncü sayılarında yayınlanan yazısı, benim partimizdeki bunalıma ilişkin Rusça kitabımın eleştirisidir. Alman yoldaşlarımızın, bizim parti yazınımızda gösterdikleri dikkate ve Alman sosyal-demokratlarına o yazını tanıtma çabalarına ancak teşekkür edilir, ama hemen belirtmeliyim ki, Rosa Luxemburg'un Neue Zeit'daki yazısı okura benim kitabımı değil, başka bir şeyi tanıtlıyor. Aşağıdaki noktalardan bu görülüyor. Örneğin yoldaş Luxemburg, benim kitabımın, "uzlaşmaz bir merkeziyetçilik" görüşünün açık ve ayrıntılı ifadesi olduğunu söylüyor. Yoldaş Luxemburg, böylece, benim, bir örgütlenme sistemini, bir başka sisteme karşı savunduğumu kabul ediyor. [sayfa 281] Gerçekteyse böyle değil. Kitabimın ilk sayfasından son sayfasına kadar, ben, makul herhangi bir parti örgütü sisteminin basit (elementary) ilkelerini savunuyorum. Benim kitabım, bir örgütlenme sistemiyle başka bir örgütlenme sistemi arasındaki farkla değil, herhangi bir örgütlenme sisteminin parti fikriyle tutarlı bir biçimde nasıl korunacağına, eleştirileceğine ve düzeltileceğine ilişkindir. Rosa Luxemburg ayrıca "onun [Lenin'in] anlayışına göre, Merkez Yönetim Kurulu, bütün yerel parti yönetim kurullarını örgütleme hakkına sahiptir" diyor. Gerçekteyse böyle değil. Benim bu konudaki görüşlerimin ne olduğu, önerdiğim parti örgütlenme tüzüğü taslağıyla, belgesel olarak ortaya konabilir. O taslakta yerel yönetim kurullarını örgütleme hakkına dair herhangi bir şey yoktur. Bu hak parti tüzüğüne, o tüzüğü hazırlamak üzere parti kongresince seçilen komisyon tarafından konmuş ve kongre komisyonun metnini benimsemiştir. Komisyonda, benim ve çoğunluk yanlısı bir başka üyenin yanısıra, kongre azınlığından üç üye daha vardı; görüldüğü gibi, Merkez Yönetim Kuruluna yerel yönetim kurullarını örgütleme hakkını veren komisyonda üstün olanlar, benim muhaliflerimdi. Yoldaş Luxemburg, iki ayrı şeyi birbirine karıştırmıştır. Birincisi, benim örgütlenmeye ilişkin taslağımı, komisyonun değiştirdiği taslakla ve kongrenin kabul ettiği örgütlenme tüzüğüyle karıştırmıştır; ikincisi, tüzüğün belli bir maddesine ilişkin belli bir noktanın savunmasını (o savunmada, ben hiç bir şekilde uzlaşmaz değildim, çünkü genel kurulda komisyonun yaptığı değişikliğe itiraz etmedim), kongrece kabul edilen tüzüğe, daha sonraki kongre tarafından değiştirilinceye kadar bağlı kalınması tezinin (gerçekten "aşırı-merkeziyetçi" bir tez değil mi?) savunmasıyla karıştırmıştır. Kitabımda bu tezi (okurun hemen görebileceği gibi "katışıksız blankici" bir tez), gerçekten oldukça "uzlaşmaz biçimde" savundum. Yoldaş Luxemburg, benim görüşüme, göre, "Merkez Yönetim Kurulunun, [sayfa 282] partinin tek faal özü" olduğunu söylüyor. Gerçekteyse böyle değil. Böyle bir görüşü hiç bir zaman savunmadım. Tam tersine muhaliflerim (ikinci parti kongresi azınlığı) yazılarında, beni, Merkez Yönetim Kurulunun bağımsızlığını yeterince korumamış olmakla, o kurulu, yurtdışında bulunan merkez yayın organının yazıkuruluyla parti konseyine bağımlı hale getirmekle suçladılar. Bu suçlamalara kitabımda verdiğim yanıtta, parti çoğunluğunun, parti konseyinde üstün olduğu sıralarda, konseyin, Merkez Yönetim Kurulunun bağımsızlığına müdahale etme çabasını hiç bir zaman göstermediğini, ancak parti konseyi azınlığın silahı haline geldiği zaman, derhal böyle bir müdahalede bulunduğunu söyledim. Yoldaş Rosa Luxemburg, Rus sosyal-demokratları arasında, birleşik bir parti gereği konusunda iki ayrı fikir bulunmadığını, tüm tartışmanın, merkeziyetçiliğin derecesi üzerinde olduğunu söylüyor. Gerçekteyse böyle değil. Eğer yoldaş Luxemburg, çoğunluğu oluşturan birçok yerel parti yönetim kurulunun önerilerini öğrenme zahmetine girseydi, bizim anlaşmazlığımızın genel olarak, Merkez Yönetim Kuruluyla merkez yayın organının, parti kongresi çoğunluğunun eğilimini temsil edip etmemesi noktasi üzerinde toplandığını (ki bu benim kitabımda da açıkça görülebilir) hemencecik görürdü. Bu "aşırı merkeziyetçi" ve "katışıksız blankici" istem hakkında, değerli yoldaş tek söz dahi söylemiyor; parçanın tüme mekanik boyuneğmesine, kölece bağlılığa, körükörüne itaate ve buna benzer öteki umacılara karşı şiddetle yakınmayı yeğ tutuyor. Kölece bağlılığın parti için çok zararlı olduğu şeklindeki derin fikri anlattığı için yoldaş Luxemburg'a şükran borçluyum, ama şunu bilmek isterim: Acaba yoldaş, partinin merkez kurulları olduğu varsayılan kurullara, parti kongresi azınlığının egemen olmasını olağan mı sayıyor? —Böyle bir şey düşünebilir mi? — Herhangi bir partide böyle bir şeyi hiç görmüş müdür? Yoldaş Luxemburg, benim, Rusya'da var [sayfa 283] olan koşulların geniş ve aşırı ölçüde merkezileştirilmiş bir işçi partisi kurulmasına elverişli olduğu görüşünün babası olduğumu söylüyor. Bir kez daha yanlış. Kitabımın hiç bir yerinde, savunmak söyle dursun, böyle bir fikri dile dahi getirmedim. Öne sürdüğüm tez, daha başka bir şeyi ifade etmiştir ve ediyor: Ben, var olan tüm koşulların, parti kongresi kararlarına uyulmasını beklemeye elverişli olduğunu, bir parti kurumunun, özel bir çevre tarafından bastırılabileceği günlerin geride kaldığını söyledim, bunda ısrar ettim. Partimizdeki bazı akademisyenlerin tutarsızlık ve kararsızlıklarını bizzat gösterdiklerini, bunların kendi disiplin eksikliklerinin suçunu Rus proletaryasının üzerine atmaya hakları olmadığını, kanıtlarıyla ortaya koydum. Rus işçiler, parti kongresi kararlarına uyulmasını, birçok vesileyle, tekrar tekrar dile getirmişlerdir. Yoldaş Luxemburg'un, benim tezimin gerçeklik temeli hakkında tek söz söylemeksizin, bu görüşün "iyimser" olduğunu ("karamsar" diye düşünülmemesi gerekmez mi?) ilân etmesine ancak gülünür. Yoldaş Luxemburg, fabrikanın eğitsel etkisini göklere çıkardığımı ilân ediyor. Böyle değil. Benim, partiyi bir fabrika olarak düşündüğümü söyleyen ben değildim, benim muhalifimdi. Onu hak ettiği şekilde alaya aldım ve bizzat onun sözlerini kullanarak, fabrika disiplininin iki değişik yönünü birbirine karıştırdığını ortaya koydum. Ne yazık ki, aynı karıştırma yoldaş Luxemburg için de sözkonusudur.[115*]
      Yoldaş Luxemburg, devrimci bir sosyal-demokratı; kendini sınıf bilinci taşıyan işçilerin örgütüyle özdeşleştirmiş bir jakoben diye tanımladığım zaman, tutumumu, belki de muhaliflerimden herhangi birinin yapabileceğinden daha keskin bir biçimde nitelemiş olduğumu söylüyor. Bir yanlış daha. Jakobencilik hakkında ilk kez konuşmaya başlayan ben değildim, P. Akselrod'du. Bizim partimizdeki eğilimleri büyük [sayfa 284] Fransız Devrimi günlerinin eğilimlerine ilk benzeten oydu. Ben, yalnızca, benzetmeye, bugünkü sosyal-demokrasinin devrimci ve oportünist kanatlara bölünmesinin bir noktaya kadar, montanyarlar ve jirondenler bölünmesine uygun düştüğü anlamında izin verilebileceğini söyledim. Parti kongresinin onayladığı eski İskra, sık sık bu benzetmeyi yapmıştır. Eski İskra, bu bölünmeyi gördüğü için, partimizdeki oportünist kanada karşı, Raboçeye Dyelo eğilimine karşı savaşmıştır. Rosa Luxemburg, burada, 18. ve 20. yüzyıldaki devrimci iki eğilimin birbiriyle karşılaştırılmasını, bu eğilimlerin birbirıyle özdeşleştirilmesiyle karıştırıyor. Örneğin, eğer Jungfrau'nun Kücük Scheidegg karşısındaki yeri, dört katlı bir evin iki katlı bir ev karşısındaki yeri gibidir dersem, bu dört katlı bir evi Jungfrau ile bir tuttuğum anlamına gelmez. Yoldaş Luxemburg, partimizdeki farklı eğilimlerin, gerçeklere dayalı tahlilini bütün bütün unutuyor. Oysa benim kitabımın yarıdan fazlası, parti kongremizin tutanaklarına dayalı olan böyle bir tahlile ayrılmıştır; önsözde de bu gerçeğe özellikle dikkati çektim. Rosa Luxemburg, gerçekte bizim partimizin temelini atmış olan kongremizi tümüyle görmezlikten geliyor, partimizde bugünkü durum hakkında konuşuyor. Düşüncesiz bir girişim, demek gerek! Hele hele kitabımda, belki yüzlerce kez, muhaliflerimin parti kongresini görmezlikten geldiklerini ve böyle yaptıkları için de bütün savlarının gerçeklik temelinden yoksun kaldığını özellikle belirttiğime göre...
      Yoldaş Luxemburg da aynı temel yanılgıya düşüyor. Somut anlamlarını yakalama zahmetine katlanmaksızın, Rosa Luxemburg, çıplak sözcükleri yineliyor. Tartışmadaki gerçek sorunu öğrenmeksizin, ortaya bazı umacılar atıyor. Bana basma kalıp sözleri, genel ilkelerle kavramları, mutlak doğruları yakıştırıyor, benim üzerinde durduğum pek kesin gerçeklere ilişkin göreceli doğruları geçiştirmeye çalışıyor. Sonra da reçete türünden kalıplara karşı saldırıya geçiyor ve [sayfa 285] Marx'ın diyalektiğinden, yardım umuyor! Oysa daha önceden imal edilmiş kalıplardan başka bir şeyi içermeyen ve diyalektiğin abecesine karşı çıkan yazı, değerli yoldaşın kendi yazısıdır. Bu abece, bize, soyut gerçek diye bir şey olmadığını, gerçeğin her zaman somut olduğunu söyler. Yoldaş Rosa Luxemburg, bizim partimizdeki savaşımın somut gerçeklerini, pek yukardan bir bakışla görmezlikten geliyor ve ciddi olarak tartışılması olanaksız sorunlar hakkında tumturaklı söylevlere sapıyor. Yoldaş Luxemburg'un ikinci yazısından bir örnek daha almama izin verin. Yoldaş Luxemburg, örgütlenme tüzüğünün yazılış şekli, o tüzüğü oportünizme karşı azçok keskin bir silah haline getirir yollu sözümü alıyor, ama benim kitabımda hangi maddelerden sözettiğime, kongrede hepimizin hangi maddelerden sözettiğimize, tek sözcükle değinmiyor; parti kongresindeki anlaşmazlığın ne olduğuna, benim tezimi kime karşı ortaya attığıma hiç mi hiç değinmiyor; onun yerine, bana parlamentolu ülkelerdeki oportünizm hakkında uzun bir söylev veriyor!! Ama Rusya'daki oportünizmin özel, özgün türleri, orada oportünizmin aldığı farklı görünümler (ki kitabım buna ilişkindir) hakkında Luxemburg'un yazısında tek söz dahi göremiyoruz. Bütün bu çok parlak savların sonucu şudur: "Parti Tüzüğü kendi içinde [bunu anlayabilen beri gelsin!] oportünizme karşı bir silah olma kastını taşımaz; partinin gerçekte varolan devrimci proleter çoğunluğunun, egemen etkisini kullanmasının, dışa dönük aracıdır." Evet böyle. Ama bizim gerçekte varolan parti çoğunluğumuzun nasıl oluşturulduğunu Rosa Luxemburg söylemiyor; benimse kitabımda sözünü ettiğim şey bunun ta kendisi. Rosa Luxemburg, benim ve Plehanov'un, bu dışa dönük aracın yardımıyla savunduğumuz etkinin ne olduğunu da söylemiyor. Yalnızca şunu eklemek isterim: ben hiç bir zaman, hiç bir yerde Parti Tüzüğünün "kendi içinde" bir silah olduğunu söylemek gibi bir saçmalık yapmadım. [sayfa 286]
      Benim görüşlerimin böyle sunulmasına karşı en iyi yanıt, partimizdeki savaşımın somut gerçeklerini ortaya koymaktır. O zaman herkes, yoldaş Luxemburg'un soyut beylik laflarının ve kalıplarının somut gerçekleri nasıl yanlış biçimde sıraladığını, değerlendirdiğini kolaylıkla görebilecektir.
      Bizim partimiz 1898 ilkyazında, birçok Rus örgütünün temsilcilerinin katıldığı bir kongrede kurulmuştur. Partiye Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi adı verilmiş, Raboçaya Gazeta[53] merkez yayın organı yapılmış, Rus Sosyal-Demokratları. Yurtdışı Birliği (Union) Partinin dış temsilcisi haline gelmişti. Kongreden çok kısa süre sonra Parti Merkez Yönetim Kurulu [üyeleri —ç.] tutuklandı. Raboçaya Gazeta, ikinci sayısından sonra yayınına son vermek zorunda kaldı. Tüm Parti, (yönetim kurulları diye bilinen) yerel parti örgütlerinin şekilsiz, dağınık bir yığını haline geldi. Bu yerel yönetim kurulları arasındaki tek bağ, ideolojik ve yalnızca manevi bir bağdı. Dağınıklık, yalpalama ve bölünmeler dönemi, bir kez daha ister istemez başımıza çöktü. Batı Avrupa partilerine bakışla, bizim partimizde daha büyük bir parçayı oluşturan aydınlar, marksizmi yeni bir moda olarak gördüler. Bu moda, kısa süre içinde, bir yandan, marksizmin burjuva gözüyle eleştirisine kölecesine kapılanmaya, bir yandan da salt sendikacı bir işçi hareketine (grevcilik-ekonomizm) karasevdalı hale gelmeye yolaçtı. Aydın oportünizmi ve proleter-devrimci eğilimler arasındaki ayrılık, Yurtdışı Birliğinde (Union) bölünmeye yolaçtı. Yurtdışında yayınlanan Raboçaya Mysıl gazetesi ve Raboçeye Dyelo dergisi (ikincisi daha hafif olmak üzere) ekonomizmin görüşlerini ifade eder oldular; siyasal savaşımın önemini azımsadılar, ve Rusya'da burjuva-demokratik bir öğenin varlığını yadsıdılar. Marx'ın "yasal" eleştiricileri —Struve, Tugan-Baranovski, Bulgakov, Berdyaev ve geri kalanlar— bütün bütün sağa kaydılar. Avrupa'da hiç bir yerde bernştayncılığın [sayfa 287] mantıksal sonucuna —liberal bir grup kurulması sonucuna Rusya'da görüldüğü üzere, böylesine ivecenlikle ulaştığını görmüş değiliz. Rusya'da Bay Struve, bernştayncılık adına "eleştiri"yle başladı, Avrupa anlayışıyla liberal Osvobojdeniye dergisini kurmaya vardı. Yurtdışı Birliğinden (Union) kopan Plehanov ve arkadaşları İskra ve Zarya'nın kurucularından destek gördüler. Bu iki yayın organı (yoldaş Luxemburg bile duymuştur) partinin oportünist kanadına karşı "üç yıl süren gayet parlak bir kampanya", sosyaldemokrat "dağ"ın, sosyal-demokrat "jirond"a (ifade eski İskra'ya aittir) karşı açtığı bir kampanya, Raboçeye Dyelo'ya (Kriçevski, Akimov, Martinov ve ötekilere) karşı bir kampanya, Yahudi bunduna, Rusya'da bu eğilimi şevkle destekleyen örgütlere (özellikle St. Petersburg'daki sözümona İşçi Örgütü ve Voronej Yönetim Kuruluna) karşı bir kampanya yürüttüler.
      Gittikçe daha açıkça görüldü ki, yönetim kurulları arasındaki salt ideolojik bağ yeterli değildi. Gerçekten birleşmiş bir parti yaratma gereği, yani 1898'de kendini ortaya koymuş olan şeyi gerçekleştirmek, giderek daha ısrarla belirginleşti. Sonunda, 1902'nin bitiminde, ikinci parti kongresini toplamak üzere bir Hazırlık Komitesi kuruldu. Daha çok Rusya'daki İskra örgütü tarafından kurulan bu Hazırlık Komitesinde Yahudi bundun bir temsilcisi de vardı. 1903 güzünde, ikinci kongre, ensonu toplandı; kongre bir yandan partinin resmen birliğe kavuşmasıyla, bir yandan da "çoğunluk" ve "azınlık" olarak, ikiye bölünmesiyle sonuçlandı. Kongreden önce böyle bir bölünme yoktu. Bu bölünmeyi, ancak, kongredeki savaşımın ayrıntılı bir tahlili açıklayabilir. Ne yazık ki, azınlığı destekleyenler (yoldaş Luxemburg dahil) böyle bir tahlilden, vebadan kaçar gibi kaçıyorlar.
      Yoldaş Luxemburg'un, Alman okura, pek garip biçimde tanıttığı kitabımda, ben, (400 sayfalık bir cilt tutan) kongre tutanaklarının ayrıntılı tahliline 100 sayfadan daha fazla [sayfa 288] bir yer ayırdım. Bu tahlil, temsilcileri, daha doğrusu oyları (bazı temsilcilerin bir, bazı temsilcilerin iki oyu vardı) dört ana gruba ayırmamı gerektirdi: 1) İskracı çoğunluk İskra eğiliminden yana olanlar) — 24 oy; 2) İskracı azınlık — 9 oy; 3) "merkez" ("bataklık" diye de anılır) — 10 oy; ve son olarak 4) İskra-karşıtları — 8 oy. Toplam 51 oy. Kongredeki bütün oylamalarda bu grupların oynadığı rolü tahlil ediyorum ve bütün sorunlarda (program, taktikler ve örgütlenme sorunlarında) kongrenin, İskracılarla İskra-karşıtları arasındaki savaşımın arenası olduğunu, "bataklık"ın da çeşitli zigzaglar yaptığını kanıtlıyorum. Partimizin tarihini şöyle üstünkörü olsa dahi bilen herhangi bir kişi, bunun başka türlü olamayacak olduğunu bilir. Ama azınlığın tüm destekçileri (Rosa Luxemburg dahil) bu savaşıma, çok mütevazi bir tutumla, gözlerini yumuyorlar. Niçin? Çünkü bu savaşım, azınlığın şimdiki siyasal tutumunun bütün bütün yanlış olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Parti kongresindeki çekişmenin başından sonuna kadar, düzinelerle sorunda, düzinelerle oylamada, İskracılar, İskra-karşıtlarıyla ve tartışma konusu, daha somut hale geldikçe, sosyal-demokrat eylemin temel ilkelerini daha müsbet biçimde etkiledikçe, eski İskra'nın durmuş-oturmuş planlarının uygulamaya konmasına daha elle tutulur biçimde değindikçe İskra-karşıtlarının yanında yer alan "bataklık"la savaştılar. İskra-karşıtları (özellikle yoldaş Akimov ve St. Petersburg İşçileri Örgütünün, Akimov'la her zaman görüş birliğinde olan temsilcisi yoldaş Bruker, hemen hemen her seferinde yoldaş Martinov ve Yahudi bundun beş temsilcisi) eski İskra eğilimini tanımaya karşıydılar. Bunlar, eski, ayrı örgütleri savundular, o örgütlerin partiye tabi hale gelmesine, parti içinde kaynaştırılıp eritilmesine (Hazırlık Komitesi olayı, Yujni Raboçi grubunun —"bataklığın" önde gelen grubu— dağıtılması, ve benzeri) karşı oy kullandılar. Bunlar, merkeziyetçi örgütlenme tüzüğüne (kongrenin 14'üncü oturumu) [sayfa 289] karşı savaştılar, bütün İskracıları, o zaman, "örgütlü güvenmezliğe" yolaçmakla, "olağanüstü durum yasası" getirmekle ve benzeri dehşet verici şeylerle suçladılar. Bütün İskracılar istisnasız, bu suçlamalara güldü; yoldaş Luxemburg'un, şimdi bu umacıları ciddiye alması hayli dikkate değer. Sorunların çoğunda İskracılar kazandı; yukardaki rakamlardan açıkça görüldüğü üzere, kongreye egemen oldular. Ancak kongrenin ikinci yarısında, daha az önem taşıyan konular üzerinde karara varıldığı sıralarda, İskra-karşıtları üstün geldi — İskracılardan bazıları onlarla birlikte oy kullandı. Örneğin programımızda bütün dillerin eşitliğinin ilân edilmesiyle ilgili olarak durum buydu; bu noktada, İskra-karşıtları Program Komisyonunu neredeyse yenik düşürmeyi ve kendi maddelerini kongreden geçirmeyi başardılar. Tüzüğün l'inci maddesi üzerinde, İskra-karşıtlarıyla "bataklık", Martov'un maddesini sonuca götürdükleri zaman da durum buydu. Martov'un maddesine göre, parti üyeleri yalnızca parti örgütlerine mensup olanlar (Plehanov'la benim savunduğumuz buydu) değil, ama parti örgütlerinin denetimi altında çalışan herkesti.[116*]
      Merkez Yönetim Kurulu ve merkez yayın organının yazıkurulu seçimlerinde de aynı şey oldu. Sağlam çoğunluk 24 İskracıdan oluşuyordu; bu çoğunluk, yazıkurulunun yeniden kurulmasına ilişkin, çok önceden hazırlanmış planı gerçekleştirdi; altı eski yazıkurulu üyesinden üçü seçildi. Azınlık 9 İskracıdan, "merkez"in 10 üyesinden ve 1 İskra-karşıtından oluşuyordu (Yahudi bundu ve Raboçeye Dyelo'yu temsil eden yedi öteki İskra-karşıtı, o tarihlerde kongreden [sayfa 290] çekilmişti). Bu azınlık, seçimlerden hiç hoşnut kalmadığı için, seçimlerin öteki kısmına katılmamaya karar verdı. Yoldaş Kautsky, daha sonraki çekişmenin ana nedeni, yazıkurulunun yeniden kurulmasıdır, derken çok haklıdır. Ama yoldaş Kautsky'nin, üç yoldaşı yazıkurulundan benim (aynen böyle!) "ihracettiğim" şeklindeki görüşü, ancak, kongremiz hakkında kendisinin hiç bilgi sahibi olmadığı gerçeğiyle açıklanabilir. Her şeyden önce seçilmemek, ihraçtan çok farklı bir şeydir ve benim, kongrede, herhangi bir kişiyi ihraç etme gücüm yoktu. İkincisı, yoldaş Kautsky, İskra-karşıtlarıyla "merkez" ve İskra yandaşlarından ufak bir bölük arasındaki koalisyonun siyasal bazı yanları da içerdiği ve bunun seçimlerin sonucunu ister istemez etkilediği gerçeğinin kokusunu da almıyor. Bizim kongremizde olup bitenlere kendi arzusuyla gözünü yummayan herhangi bir kişi, görecektir ki, aramızda azınlık ve çoğunluk olarak yeni bölünme, partimizin proleter-devrimci ve aydın oportünist kanat şeklindeki eski bölünmesinin bir türünden başka bir şey değildir. Gerçek budur ve hiç bir açıklama ve gülüp geçme, bu gerçeği ortadan kaldıramaz.
      Ne yazık ki, kongreden sonra, üyeliğe çağırılma konusu üzerindeki kavga, ve bölünmeyi yaratan ilkeleri gölgelemiştir: eski üç yazıkurulu üyesi yeniden üyeliğe çağırılmadıkça, azınlık merkez kurumlarının denetimi altında çalışamayacağını bildirmiştir. Bu kavga iki ay sürmüştür. Kullanılan silahlar, boykot ve partinin engellenmesiydi. Oniki yönetim kurulu (konu üzerinde görüşünü söyleyen ondört yönetim kurulundan onikisi) bu savaşım yöntemlerini sert biçimde kınadılar. Azınlık, kendi görüşlerini İskra'da ortaya koymaları yolunda Plehanov'un ve benim yaptığım teklifleri dahi kabul etmedi. Yurtdışı Birliğinin (League) kongresinde, iş, merkez kurullarının üyelerini kişisel hakaretler ve küfür (müstebitler, bürokratlar, jandarmalar, yalancılar, vb., vb.) yağmuruna tutmaya kadar vardırıldı. Merkez kurullarının [sayfa 291] üyeleri bireysel girişimi bastırmakla, kölece boyuneğmeyi, körükörüne itaati, vb. gerçekleştirmeye çalışmakla suçlandılar. Plehanov'un, azınlığın bu savaşım yöntemlerini anarşist yöntemler olarak niteleme çabaları yarar sağlamadı. Bu kongreden sonra Plehanov, yeni bir çığır açan "Ne Yapmamalı" başlıklı yazısıyla (İskra'nın 52'nci sayısında) bana karşı çıktı. Bu yazısında Plehanov, revizyonizmle savaşın, mutlaka revizyonistlerle savaş demek olmadığını söyledi; herkes açıkça görmüştü ki, Plehanov bizim azınlığımızı kastediyordu. Plehanov, ayrıca Rus devrimcisinin içinde çok fazla kökleşmiş olan anarşist bireycilikle her zaman çarpışmanın gerekli olmadığını, zaman zaman bazı ödünler vermenin, o bireyciliği yumuşatmak ve bölünmeden kaçınmak için daha iyi bir yol olduğunu söyledi. Bu görüşü paylaşamayacağım için yazıkurulundan çekildim ve azınlık yazıkurulu mensupları üyeliğe çağırıldılar. Bunu, Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine çağırılma savaşı izledi. Azınlığın merkez yayın organını, çoğunluğunsa Merkez Yönetim Kurulunu elde tutması esasında dayalı barış yapma önerim reddedildi. Savaş devam etti; onlar "ilke olarak" bürokrasiye, aşırı merkeziyetçiliğe, biçimciliğe, jakobenizme, Şveitzerizme (bana Rus Schweitzer'i adını takmışlardı) ve benzeri umacılara karşı savaşıyorlardı. Kitabımda bütün bu suçlamaları alaya aldım, yapılanların ya üyeliğe çağrılma kavgası olduğunu ya da (koşullu olarak "ilkelere" ilişkin bir şey sayılacaksa) söylenenlerin oportünist, jirondist sözlerden başka bir şey olmadığını gösterdim. Şimdiki azınlık, yoldaş Akimov'un ve bilinen öteki oportünistlerin kongremizde, eski İskra'nın tüm yandaşlarının merkeziyetçiliğine karşı söylemiş olduğu şeyleri yinelemekten başka bir şey yapmıyor.
      Rusya'daki yönetim kurulları, merkez yayın organının özel bir grubun organı haline dönüştürülmesini, üyelik üzerine verilen kavgaların ve partideki skandalın organı haline [sayfa 292] dönüştürülmesini tiksintiyle karşılamışlardır; kınamanın en sertini dile getiren birçok önerge kabul edilmiştir. Yalnızca daha önce adı anılan sözümona St. Petersburg İşçileri Örgütü ve Voronej Yönetim Kurulu (her ikisi de yoldaş Akimov'un eğilimini desteklemektedir), yeni İskra'nın eğilimini ilkede doyurucu bulduklarını ilân etmişlerdir. Üçüncü kongrenin toplantıya çağırılması istekleri daha da artmıştır.
      Partimizdeki savaşımı ilk elden inceleme zahmetine katlanacak okur kolayca görecektir ki, somut ve pratik olarak, yoldaş Rosa Luxemburg'un "aşırı merkeziyetçilik"ten, merkezileştirmenin derece derece gerçekleştirilmesi gereğinden, ve benzeri şeylerden sözetmesi kongremizle alay etmektir, soyut ve teorik olarak ise (eğer kişi burada teoriden sözedebilirse) sözleri, marksizmi bayağılaştırmaktan, marksist diyalektiği bozmaktan, vb. başka bir şey değildir.
      Partimizdeki savaşımda en son aşamayı belirleyen şey, çoğunluk mensuplarının kısmen Merkez Yönetim Kurulundan atılmaları, kısmen işe yaramaz bir hiç haline getirilmeleridir. (Bu, Merkez Yönetim Kurulunun kuruluşunun değiştirilmesinin,[55] vb. sonucudur.) Parti Konseyi (ki eski yazıkurulu üyelerinin yeniden üyeliğe çağırılmalarından sonra aynı biçimde azınlığın eline geçmiştir) ve şimdiki Merkez Yönetim Kurulu, üçüncü kongrenin toplantıya çağırılması girişimlerinin tümünü mahküm etmiştir ve azınlığın bazı üyeleriyle kişisel pazarlık ve görüşme yolunu seçmektedirler. Bir kongre toplanması için harekete geçme suçunu işlemeye cesaret eden örgütler —örneğin Merkez Yönetim Kurulunun bir temsilci organı— dağıtılmıştır.[56] Parti Konseyi ve yeni Merkez Yönetim Kurulu, üçüncü kongrenin toplanmasına karşı kampanya açmıştır. çoğunluk "Bonapartçılık Kahrolsun" sloganıyla karşılık vermiştir (bu, çoğunluk adına konuşan yoldaş Galyorka'nın[57] broşürünün başlığıdır). Gittikçe, kongre toplanmasına karşı savaşan Parti kurumlarının partiye karşıt, bonapartçı kurumlar olduğunu ilân eden önergelerin [sayfa 293] sayısı artmaktadır. Azınlığın aşırı merkeziyetçiliğe karşı ve özerklikten yana tüm sözlerinin ne kadar ikiyüzlüce olduğu şuradan apaçık bellidir ki, benim ve öteki yoldaşların kurduğumuz, çoğunluğa ait yeni yayınevi (ki yoldaş Galyorka'nın yukarda adını andığım broşürünü ve daha başka broşürleri basmıştır) partinin dışında bir kuruluş olarak ilan edilmiştir.[58] Bu yeni yayınevi, çoğunluğun, kendi görüşlerini yayabileceği tek olanaktır, çünkü İskra'nın sütunları onlara tümden kapanmıştır. Ama durum bu olduğu halde —ya da salt bundan ötürü— Parti Konseyi, resmi olarak, bizim yayınevimize herhangi bir parti örgütü tarafından yetki verilmediği gerekçesiyle yukarda anılan kararı almıştır.
      İkinci kongrenin aldığı bütün kararların, yaptığı bütün seçimlerin yok sayılmasının ve partiye karşı sorumlu olan parti kurumlarının, üçüncü kongreyi toplama çabasına karşı açtıkları bu savaşın, olumlu çalışmaları ne kadar büyük ölçüde savsaklattığını, sosyal-demokrasinin itibarına ne büyük zarar verdiğini, tüm partinin maneviyatını ne kadar bozduğunu söylemeye bile gerek yoktur.


1904 Eylülünün ikinci yarısında yazıldı.
İlk kez 1930'da Lenin Miscellany XV'de yayınlandı.
Rusça metin Almancadan çevrildi.
Collected Works, Vol. 7, s.472-483.
[sayfa 294]




Dipnotlar



[66*] Bund tüzüğünün 2'nci maddesi üzerindeki oylama, çizgede neden yer almıştır? çünkü program ve federasyon sorunu üzerindeki oylamalar, daha az kesin ve daha az belirgin nitelikteki siyasal kararları yansıttığı için, İskra'nın onaylanmasına ilişkin oylamalar tam görünümü vermemekteydi. Genel olarak düşünülürse, aynı türden şu ya da bu miktarda oylamayı alma doğrultusunda bir seçim, görünümün ana özelliklerini hiç bir biçimde etkilemez; dileyen, uygun düşen değişiklikleri yaparak bunu kolayca görebilir.
[67*] (B) tipinde gösterilen oylama budur; iskracılar 32 oy, Bund'un önergesi 16 oy sağladı. Bu tipteki oylardan bir tekinin bile ad okunarak yapılmış oylamalardan olmadığının belirtilmesi gerekiyor. Tek tek temsilcilerin hangi yolda oy kullandıkları —ancak büyük bir olasılık derecesiyle— iki dizi tanıtla ortaya konabilir: 1) görüşmelerde İskracıların her iki kanadından konuşmacılar lehte konuştular, İskracılara-karşı olanlarla merkezin konuşmacıları aleyhte konuştular; 2) lehte kullanılan oyların sayısı otuzüçe çok yakındı. Ayrıca unutulmaması gerek ki, kongre görüşmelerini tahlil ederken, oylamadan ayrı olarak, bize karşı "merkez"in İskracılara-karşı olanlarla (oportünistlerle) birleştiği birçok olaya işaret etmiştik. Bunların bazısı: demokratik istemlerin mutlak değeri, muhalif öğeleri destekleyip desteklemememiz, merkeziyetçiliğin sınırlanması, vb..
[68*] Bütün belirtilerin gösterdiği gibi, tüzük üzerindeki dört diğer oylama da aynı türdendi: s. 278 — bizim 21 oyumuza karşılık Fomin'den yana 27 oy; s. 279 — bizim 24 oyumuza karşılık Martov'dan yana 26 oy; s. 280 — 27 oy benden yana, 22 karşı; ve aynı sayfada bizim 23 oyumuza karşılık Martov'dan yana 24 oy. Bunlar, daha önce üzerinde durduğum, merkez kurullarına üye çağırma sorunu üzerindeki oylamalardır. Ad okunarak oylama yapılmamıştır: (Bu tür yalnızca bir oylama yapılmıştı, ama kayıtlar kayboldu). Martovu bundcular (tümü ya da bir bölüğü) kurtardı. Martov'un (Birlik'te) bu oylamalara ilişkin yanlış ifadeleri, yukarda düzeltildi.
[69*] İkinci kongreden çekilen yedi oportünistten beşi bundcu (ikinci kongre federasyon ilkesini reddettikten sonra Bund partiden çekildi) ve iki Raboçeye Dyelo'cu, yoldaş Martinov ve yoldaş Akimov'du. Bu son ikisi, İskracı Birlik (League) yurtdışındaki tek parti örgütü olarak kabul edildikten yani Raboçeye Dyelo'cu Yurtdışı Rus Sosyal-Demokratlar Birliği dağıtıldıktan sonra kongreyi terkettiler. [Yazarın, 1907 baskısına notu. —Ed.]
[70*] Daha sonra göreceğimiz gibi, yoldaş Akimov'la çok yakın bir hısımlık ilişkisi içinde bulunan Voronej Komisyonu da, yoldaş Akimov da, kongreden sonra "azınlığa" duydukları yakınlığı açıkça ortaya koymuşlardır.
[71*] Yoldaş Martov için not. İskracı teriminin, bir çevre mensubunu değil de bir eğilimi izleyen kişiyi ifade ettiğini unuttuysa, yoldaş Martov'a, kongrede bu nokta üzerinde yoldaş Trotski'nin yoldaş Akimov'a yaptığı açıklamayı kongre tutanaklarından , okumasını salık veririz. Kongrede (partiye ilişkin) üç İskracı çevre vardı: Emeğin Kurtuluşu Grubu, İskra yazıkurulu ve İskra örgütü. Bu üç çevreden ikisi kendilerini dağıtma düşüncesindeydiler; üçüncüsü, bu yolda yeterince partili olma anlayışında değildi ve kongre tarafından dağıtıldı. İskracı çevrelerin en genişi, İskra örgütü (ki, yazıkuruluyla Emeğin Kurtuluşu Grubunu içeriyordu) kongrede onaltı temsilciye sahipti. Bunlardan yalnızca 11'inin oy hakkı vardı. Buna karşılık, herhangi bir İskracı "çevre"nin üyesi olarak değil, eğilim olarak İskracı olanlar ise, benim hesabıma göre, otuzüç oya sahip yirmiyedi kişiydi. Görüldüğü gibi, kongrede İskracıların yarısından azı İskra çevrelerine mensuptu.
[72*] Bu kitabın 258-260. sayfalarına bakınız. —Ed.
[73*] Bununla ilgili olarak, "merkez" temsilcilerinden biriyle, kongrede, aramızda geçmiş bir konuşmayı anımsamamak elden gelmiyor. "Kongremizdeki hava ne kadar da bunaltıcı" diye yakınıyordu o yoldaş. "Bu kırıcı savaş, bu herkesin birbirine karşı giriştiği kışkırtma, bu birbirini ısıran tartışma, bu yoldaşça olmayan davranış!.." Ben bu sözlere "kongremiz çok görkemli" karşılığını verdim. "Özgür ve açık bir savaşım. Fikirler ifade edildi. Görüş farklılıkları ortaya kondu. Gruplar biçimlendi. Eller kaldırıldı. Bir karar alındı. Bir aşama geçildi. İleri! Benim için aslolan budur! Bu, yaşam demektir! Bu, sizin, sorun çözümlendiği için değil, ancak yoruldukları için susan aydınlarırıızın sonu gelmez, usandırıcı laf gevelemelerine benzemez..."
      "Merkez"ci yoldaş bana şaşkınlık içinde baktı ve omuzlarını silkti. İki ayrı dil konuşuyorduk.
[74*] Eğer küçük şeyler büyük şeylerle karşılaştırılabilirse. -Ed.
[75*] En aşırı. -ç.
[76*] Bu mektup, [13] Eylül [1903]'te [yeni tarihle] yazıldı. [Bkz: Lenin, Collected Works, Vol. 34, s. 164-166. -Ed.]. Mektubun, yalnızca bana, önümüzdeki konuyla ilişkili görünmeyen bölümlerini atladım. Eğer mektubun kendisine yazıldığı kişi, benim atladığım bölümleri önemli görürse, bu atlamaları derhal onarabilir. Bu fırsattan yararlanarak, yeri gelmişken söyleyeyim, benim karşıtlarımdan isteyen, eğer yararlı bir amaca hizmet edeceğini düşünürse, benim kendilerine yazdığım özel mektupları yayınlayabilir.
[77*] Bu kurul üyesi[32] ayrıca, azınlıkla bir dizi özel ve toplu konuşmalar yaptı, çıkarılan akılalmaz masalları yalanladı ve o kişilerin parti görevi anlayışına seslendi.
[78*] Yoldaş Martov'a gönderilen mektup ayrıca bir broşüre atıfta bulunuyor ve şu tümceyi de içeriyordu: "Son olarak, çalışmaların selameti bakımından bir kez daha belirtiriz ki, size, partinin en yüksek organında kendi görüşlerinizi resmen ifade etmek ve savunmak için her türlü fırsatı vermek üzere, sizi merkez yayın organının yazıkuruluna üye olarak çağırmaya hala hazırız."
[79*] Yoldaş Plehanov buna belki şunu da eklerdi: "ya da kavgayı başlatanların herbir isteğini tatmin etmeniz gerekir." Bunun neden olanaksız olduğunu göreceğiz.
[80*] Martov'un o zaman yeniden basılmakta olan broşürüne ilişkin sözlerini buraya almıyorum.
[81*] Maden bölgesinin kararı (Sıkıyönetim, s. 38).
[82*] Bkz: Lenin, Collected Works, Vol. 7, s. 73-83. -Ed.
[83*] Daha önce de belirttiğim gibi, sürgün ve göçmen topluluklarının havası içinde çok alışılmış bir şey olan yaygaracılığın en çirkin görünümlerini bile aşağılık amaçlara yormak akıllıca değildi. Bu, olağan olmayan yaşam koşullarının, bozuk sinirlerin, vb. ortaya çıkardığı bir tür salgın hastalıktır. Bu savaşım sisteminin tam bir görüntüsünü burada vermek zorunda kalışımın nedeni, yoldaş Martov'un, "Sıkıyönetimi"inde, aynı savaşım sistemine yeniden başvurmuş olmasıdır.
[84*] Yoldaş Plehanov'un, cankurtaran üye çağırma işlemlerinin yapılmasını bitirir bitirmez, azınlığın gözünde "bürokratik merkeziyetçiliğin" yandaşı olmaktan çıktığını belirtmek yeter.
[85*] Hiç bir şey, Lenin'in herhangi bir ilke ayrılığı görmeyi reddettiği ya da yadsıdığı yolunda, yeni İskra tarafından öne sürülen yakınmadan daha gülünç değildir. Eğer sizin davranışınız ilkeler üzerine biraz daha fazla kurulmuş olsaydı, oportünizme doğru kaydığınıza dair tekrar tekrar öne sürdüğüm ifadeleri, daha önceden ele alır, incelerdiniz. Eğer tutumunuz ükelere biraz daha fazla dayanmış olsaydı, ideolojik bir savaşımı, yer için verilen bir kavgaya indirgemezdiniz. Suçlanacak biri varsa o sizsiniz, çünkü sizlere bir ilke insanı gözüyle bakılmasını olanaksız hale getirecek her şeyi siz kendi kendinize yaptınız. Örneğin yoldaş Martov'u alalım: Yoldaş Martov, Sıkıyönetim'inde Birlik Kongresinden söz ederken, anarşizm konusunda Plehanov'la çıkan tartışma için hiç bir şey söylemiyor, onun yerine, Lenin'in süper-merkez olduğunu, merkezin buyrultu çıkarması için Lenin'in yalnızca gözünü kırpmasının yettiğini, Merkez Yönetim Kurulunun, Birliğin haklarını çiğnediğini, vb. söylüyor. Hiç kuşkum yok ki, Martov yoldaş, konusunu böyle seçerek, ilkelerinin ve fikirlerinin ne ölçüde derin olduğunu göstermiştir.
[86*] Fransızca léser eylemi, zarar vermek anlamındadır, majesté sözcüğüyle birlikte kullanıldığı zaman krala zarar vermek anlamına gelir. Lése majesté deyimi, eskiden kralın koyduğu düzene ve yasalara aykırı davranışı anlatan bir deyimdi. Daha sonraları bu deyimin anlamı daralmış, krala hakaret, yasağı çiğneme, tabuya dokunma anlamlarına gelir olmuştur. Burada kastedilen şey, Martov yandaşlarının, Lenin'i hedef almalarının krala hakaret niteliğinde görüldüğünü ileri sürmeleridir. —ç.
[87*] Karşılık, bedel, bir şeyin yerini tutan şey. —ç.
[88*] Bolşevik sözcüğünün Rusça bolşinstvo (çoğunluk) sözcüğünden gelmesi gibi, menşevik sözcüğü de menşinstvo (azınlık) sözcüğünden gelmektedir. —ç.
[89*] Parti kongresinden sonra Martinov, Akimov ve Bruker yoldaşlara herhangi bir ödün verilmesi hiç bir zaman sözkonusu olmamıştı. Onların da "üyeliğe çağırılma" isteğinde bulunduklarından benim haberim yok. Yoldaş Starover'le yoldaş Martov'un, "Partinin yarısı" adına bize mektup ve "nota" yollarken yoldaş Bruker'e danıştıklarından da kuşkum var... Birlik Kongresinde yoldaş Martov, "Riyazanov ya da Martinov'la bir birlik" fikrini, onlarla bir "pazarlık" olasılığını ya da ortak bir "parti hizmeti" (bir yazıkurulu üyesi olarak; Birlik tutanakları, s. 53) fikrini, eğilip-bükülmeyen bir siyasal yiğlitlikle ve derin bir hiddetle reddetti. Birlik Kongresinde yoldaş Martov, "Martinov eğilimleri"ni sert bir dille kınadı (Birlik tutanakları, s. 88) ve yoldaş Ortodoks[36] , gayet kurnazca, kuşkusuz Akselrod'la Martov'un, "Akimov, Martinov yoldaşlarla öteki yoldaşların da biraraya gelmeye, kendileri için tüzük yapmaya ve uygun gördükleri biçimde o tüzük doğrultusunda davranmaya hakları olduğunu düşündükleri"ni ima ettiği zaman, Peter'in İsa'yı yalanlaması gibi, martovcular da bunu yalanladılar (Birlik tutanakları, s. 100: "Akimov'lar, Martinov'lar, vb.'yle ilgili olarak yoldaş Ortodoks'un duyduğu korku, hiç bir temele dayanmamaktadır").
[90*] Yoldaş Martov benim Merkez Yönetim Kuruluna avec armes et bagages [silah ve teçhizat elde —ç.] geçtiğimi söylediği zaman çok doğru bir ifade kullanmıştı. Yoldaş Martov askeri benzetmeleri çok sever: Birliğe karşı kampanya, çarpışma, onulmaz yaralar, vb. vb... Doğruyu söylemek gerekirse, ben de askeri benzetmelerde çok zayıfımdır, özellikle insanın, Büyük Okyanustan gelen haberleri büyük bir ilgiyle izlediği şu günlerde... Ama yoldaş Martov, eğer askeri bir dil kullanacaksak, hikaye şöyle sürer: biz parti kongresinde iki hisarı ele geçiririz. Siz Birlik Kongresinde onlara saldırıya geçersiniz. İlk, kısa ateş teatisinden sonra, benim silah arkadaşım, hisarlardan birinin komutanı, kale kapılarını düşmana açar. Doğal olarak ben, sahip olduğum topçuyu biraraya toplarım ve düşmanın çok ağır basan kuvvetlerine karşı "çembere dayanabilmek" için, gerçekte tahkim edilmemiş olan öteki hisara geçerim. Hatta bir barış önerisinde bile bulunurum, çünkü iki kuvvete karşı dayanma gücüm ne kadardır ki? Ama benim önerime yanıt olarak yeni müttefikler benim son hisarımı top ateşi altına alırlar. Ateşle karşılık veririm. Bunun üzerine, benim eski silah arkadaşım —komutan— müthiş bir öfkeyle haykırır: "Ey iyi insanlar, şu Chamberlain'e bakın, nasıl da kavgacı!"
[91*] Gayet hararetli ve heyecanlı özel bir tartışmanın içindeyiz. Aniden, aramızdan biri ayağa fırlıyor, atılıp pencereyi açıyor, Sobakeviç'lere, anarşist bireycilere, revizyonistlere karşı bağırıp-çağırmağa başlıyor. Doğal olarak, sokakta bir meraklı aylaklar kalabalığı toplanıyor ve düşmanlarımız sevinç içinde ellerini ovuşturmaya başlıyorlar. Öteki tartışmacılar da pencerenin önüne gidiyor ve hiç kimsenin hakkında hiç bir şey bilmediği noktalar üzerinde imada bulunmaksızın tutarlı bir açıklama yapmak istiyorlar. Bunun üzerine, kavgayı tartışmaya değmeyeceği mazeretiyle (İskra, n° 53, s. 8, sütun 2, satır 24 ve sonrası) pencere gürültüyle kapatılıyor. Aslında "kavgalar"ı İskra'da tartışmaya başlamaya değmezdi yoldaş Plehanov[38] — bu, gerçeğe daha yakın olurdu!
[92*] Kuşkusuz, Martov yoldaşın, Merkez Yönetim Kurulunun bu ultimatomu üzerine, kendi Sıkıyönetim'inde özel konuşmalara vb. yer vererek yarattığı karışıklığa girecek değilim. Bu, önceki bölümde anlattığım ve ancak bir uzmanın sinirlerini harabederek çözmeyi umabileceği "ikinci tür savaşım yöntemi"dir. Çok azimli çabalara karşın bugüne değin bir anlaşmaya bağlanamayan görüşmeleri yayınlamama konusunda Merkez Yönetim Kuruluyla bir anlaşmaya varıldığında Martov yoldaşın direndiğini söylemek yeter sanırım. Merkez Yönetim Kurulu adına görüşmeleri yönetmiş olan yoldaş Travinski, bana yazılı olarak verdiği bilgide, beni, yazıkuruluna mektubumu, İskra dışında yayınlamakta haklı bulduğunu bildirmişti.
      Ama yoldaş Martov'un, özellikle sevdiğim bir sözü var. Bu, "En kötüsünden bonapartçılık" sözü. Yoldaş Martov bu sözü yazarak çok iyi bir iş yaptı. Bu kavramın ne anlama geldiğini serinkanlılıkla inceleyelim. Benim görüşümce, bu söz, iktidarı biçimsel olarak meşru yollardan, ama gerçekte halkın (ya da partinin) iradesine kulak asmaksızın ele geçirmeyi ifade eder. Böyle değil mi yoldaş Martov? Eğer böyleyse, ben, "En kötüsünden bonapartçılık" etmekten kimin suçlu olduğuna karar vermeyi kamuoyuna güvenle bırakabilirim: martovcuların kurula alınmaması konusunda resmi haklarını kullanabilecek olan, ama yine de, bu haklarını kullandıklarında ikinci kongrenin iradesiyle desteklenebilecekleri halde, o haklarını kullanmayan Lenin ve yoldaş Y mi,[41] , yoksa resmen meşru yollarla ("oybirliğiyle üyeliğe çağırılma") yazıkurulunu işgal eden, ama gerçekte bunun, ikinci kongrenin iradesine uymadığını bilen ve bunun üçüncü kongrede bir denemeden geçeceğinden korkanlar mı?
[93*] İman mesleği. —ç.
[94*] Bkz: Lenin, Collected Works, Vol. 7, s. 115-118. —Ed.
[95*] Bence de doğru. —ç.
[96*] Daha sonra ortaya çıktığı gibi, "uyuşmazlık" çok basit bir biçimde açıklandı. Bu, merkez yayın organının yazıkurulu üyeleri arasındaki bir uyuşmazlıktı. "Kavgacılık" konusundaki yazıyı yazan Plehanov'du (onun n° 57'deki "Üzücü Bir Yanlış Anlama" başlıklı yazısındaki itirafı), buna karşılık "Kongremiz" başlıklı başyazıyı Martov yazmıştı (Sıkıyönetim, s. 84). Herkes ayrı yöne çekiyordu.
[97*] Bkz: Lenin, Collected Works, Vol. 7, s. 119-125. —Ed.
[98*] Bu yazılar, İki Yılı Aşkın Bir Süredenberi "İskra" derlemesinde, Bölüm II, s. 122 ve sonrasında (St. Petersburg, 1906) yer alıyor. [Yazarın 1907 baskısına notu. —Ed.].
[99*] Plehanov'un, İskra, n° 53'te yayınlanan "Ekonomizm" yazısına bakınız. Yazının ikinci başlığında, gürünüşe göre, ufak bir dizgi yanlışı var. Bu başlık, "İkinci Parti Kongresi Üzerine Düşünceler" yerine, "Birlik Kongresi Üzerine Düşünceler" ya da hatta "Üyeliğe Çağırma Üzerine Düşünceler" olmak gerekirdi. Belli koşullar altında kişisel iddialara verilecek ödünlerin uygunluğu bir yana, partiyi birbirine düşüren sorunları birbirine karıştırmak ve ortodoks görüşten oportünizme kaymaya başlayan Martov'la Akselrod'un yeni hatalarının yerine, program ve taktik konularında birçok sorunda oportönizmden ortodoks görüşe doğru geri dönmeye hazırlanmakta olan Martinov'larla Akimov'ların (İskra dışında bugün hiç kimsenin anımsatmadığı) eski hatalarını koymak (darkafalı çevre görüşü anlayışından değil, ama parti açısından) hoşgörüyle karşılanamaz.
[100*] Parti çalışmalarımızın içeriğinin, kongrede (programda, vb.) devrimci sosyal demokrasi ruhu içinde verilen bir savaşım pahasına, İskra karşıtlarıyla, temsilcileri "azınlık" içinde sayıca fazla olan Bataklığa karşı verilen bir savaşım pahasına belirlenip ortaya konduğu gerçeğini bir yana bırakıyorum. Bu "içerik" sorununda, örneğin eski İskra'nın altı sayısıyla (n° 46-51) yeni İskra'nın oniki sayısını (n° 52-63) karşılaştırmak da ilginç olur. Ama böyle bir karşılaştırma, bir süre için beklemek zorundadır.
[101*] Bkz: Lenin, Collected Works, Vol. 6, s. 231-252. —Ed.
[102*] Genel olarak bu bölümde olduğu gibi, burada da bu feryadın "üyeliğe çağrılma" sorununa ilişkin yönünü, bir yana bırakıyorum.
[103*] Tüzüğün birçok maddesini sıralarken yoldaş Martov, bütünün parçayla ilişkilerini düzenleyen bir maddeyi atladı: Merkez Yönetim Kurulu "parti kuvvetlerinin dağılımını düzenler" (Madde 6). İnsan, kişileri bir yönetim kurulundan ötekine aktarmaksızın kuvvetlerin dağılımını düzenleyebilir mi? Böyle basit şeyler üzerinde durmak zorunda kalmak gerçekten yakışıksız.
[104*] Göhre, 16 Haziran 1903'te Saksonya'nın 15'inci seçim çevresinden Reichtag'a seçilmişti, ancak Dresden kongresinden[46] sonra, milletvekilliğinden istifa etti. Rosenow'un ölümü üzerine 20'nci seçim çevresi boşalınca, o çevre seçmenleri Göhre'yi aday göstermek istediler. Parti Merkez Yürütme Kuruluyla Saksonya Parti Bölge Yönetim Kurulu buna karşı çıktı; gerçi Göhre'nin adaylığını önlemeye resmen hakları yoktu ama, onun adaylıktan çekilmesini sağladılar. Seçimlerde sosyal demokratlar yenilgiye uğradı.
[105*] "Bir Fabrika İşçisi Olarak Üç Ay". —Ed.
[106*] Kautsky, örnek olarak Jaurés'yi gösteriyor. Bu kişiler oportünizme daha çok saptıkça, "parti disiplinini, kendi özgür kişilikleri üzerinde hoşgörüyle karşılanamayacak bir sınırlama saymaya" daha çok yanaşacaklardır.
[107*] Bannstrahl: afaroz etme. Bu, bizde "sıkıyönetim" ve "olağanüstü durum yasaları" dedikleri şeyin Almanlardaki karşılığıdır; Alman oportünistlerinin "iğrenilesi sözcüğü"dür.
[108*] Kautsky'nin, sözsüz bir uyuşuma dayanarak kabul edilmiş bir geleneğin yerine resmen saptanan hukuksal bir kural konmasına ilişkin bu sözlerini, genel olarak, partimizin, özel olarak da yazıkurulunun parti kongresinden bu yana geçirmekte olduğu "değişiklik"le karşılaştırmak hayli öğreticidir. Bu değişimin tam önemini kavramamış görünen V.İ. Zasuliç'in konuşmasıyla (Birlik Kongresi, tutanaklar, s. 66 ve devamı) karşılaştırınız.
[109*] Her ne kadar bir yanda Martinov ve Akimov yoldaşlar, öte yanda von Vollmar ve von Elm ya da Jaurés ve Millerand arasındaki farklılık çok büyükse de, hiç kimsenin kuşkusu yoktur ki, Rus sosyal-demokratlarının ekonomistlerle politikacılar olarak geçmişte taktik sorunlarında ikiye bölünmeleri, tüm uluslararası sosyal-demokrasi hareketinin oportünistler ve devrimciler olarak ikiye bölünmesine benziyordu. Siyasal bakımdan özgür olan ülkelerle siyasal özgürlüğe sahip bulunmayan ülkeler arasındaki çok büyük farklılığa karşın, örgütlenme sorunundaki bölünmelerde de benzerlik olduğundan hiç bir kuşku duyulamaz. Yeni İskra'nın ilke sahibi yönetmenlerinin, Kautsky'yle Heine arasındaki tartışmaya kısaca değinirken (İskra, n° 64) örgütlenme sorunlarında, oportünizm ve ortodoksluğun genel olarak ifade ettiği ilke eğilimlerini tartışmaktan ürkek bir tutumla geri durmuş olmaları haylikarakteristiktir.
[110*] 1. madde üzerindeki görüşmeleri anımsayanlar, açıkça göreceklerdir ki, yoldaş Martov'la Yoldaş Akselrod'un bu 1. madde üzerinde yaptığı hatalar, geliştirildiği ve derinleştirildiği zaman, örgütlenme sorunlarında ister-istemez oportünizme yolaçacaktı. Yoldaş Martov'un temel görüşü —her isteyenin kendini parti üyesi sayması görüşü- partiyi aşağıdan yukarıya doğru kurma şeklindeki yanlış "demokrasi" anlayışının aynısıydı. Buna karşılık benim görüşüm, partinin tepeden tabana doğru, parti kongresinden bireysel parti örgütlerine doğru kurulması anlamında "bürokratik"ti. 1. madde üzerindeki görüşmeler sırasında, burjuva aydın anlayışı, anarşist lafebeliği, oportünist kuyrukçu derin düşünce, hepsi ortaya kondu. Yoldaş Martov, Sıkıyönetim'inde (s. 20), yeni İskra'mn "yeni fikirleri oluşturmaya başladığı"nı söylüyor. Bu şu anlamda doğrudur: O ve yoldaş Akselrod, birinci maddeden başlayarak, fikirleri yeni bir yöne itmekteler. Ne var ki, dava, bu yönün oportünist bir yön olduğudur. Onlar bu yönde daha çok "çalıştıkça" ve bu çalışma, üyeliğe çağrılma konusundaki kavgalardan daha çok arındıkça, batağa daha çok gömüleceklerdir. Yoldaş Plehanov bunu daha parti kongresinde açıkça görmüş ve "Ne Yapmamalı?" başlıklı yazısında onları bir kez daha uyarmıştı: Yalnızca oportünizme ve anarşizme götürebilecek olan bu yolda yürümeyin, sizi üyeliğe çağırmaya bile hazırım, diyecek noktaya kadar varmıştı. Martov'la Akselrod bu iyi öğüdü tutmadılar : Neyi? Bu yolda devam etmemeyi mi? Üyeliğe çağırılma yaygarasının bir kavgadan başka bir şey olmadığı noktasında Lenin'le aynı görüşü paylaşmayı mı? Asla! Ona, bizim birer ilke adamı olduğumuzu göstereceğiz! —Ve gösterdiler. Herkese açıkça gösterdiler ki, eğer herhangi bir yeni ilkeye sahipseler, o ilke oportünist bir ilkedir.
[111*] Bu hayret verici ifade yoldaş Martov'undur (Sıkıyönetim, s. 68). Yoldaş Martov, yalnızca bana karşı "isyan bayrağını" açmadan önce bire karşı beş oluncaya dek bekledi. Yoldaş Martov çok beceriksizce tartışıyor: muhalifini, ona en yüksek komplimanda bulunarak yıkmak istiyor.
[112*] Kavgayla ilke ayrılığı arasında ayrım yapma güçlüğü, şimdi kendiliğinden çözülmüştür; üyeliğe çağırılmaya ilişkin her şey kavgadır: kongredeki savaşımın tahliline, 1. madde üzerindeki çekişmelere ve anarşizmle oportünizme ilişkin her şey ilke ayrılığıdır.
[113*] Bu sevimli eğlence için hatta kalıp halinde bir biçim bile geliştirilmiştir: Özel muhabirimiz X, çoğunluğa bağlı Y yönetim kurulunun, azınlık mensubu yoldaş Z'ye çok kötü davrandığını bildirmektedir.
[114*] Olaylar sonrası. —ç.
[115*] Yanlış Anlamalarımız başlıklı broşürü, "Rosa Luxemburg Karl Marx'a Karşı" yazısıyla karşılaştırınız.
[116*] Yoldaş Kautsky, Martov'un maddesinden yana; öne sürdüğü sav da, bunun daha politik olduğuydu. Her şeyden önce, bu konu, bizim parti kongremizde politik davranma açısından değil, ilke açısından tartışılmıştır. Akselrod, sorunu böyle koymuştu. İkincisi, eğer yoldaş Kautsky, Rus polis rejimi altında, bir parti örgütüne üye olmakla, yalnızca o örgütün denetimi altında çalışmak arasında böylesi büyük bir fark olduğunu düşünüyorsa yanılıyor. Üçüncüsü, Rusya'da bugünkü durumu, Sosyalizmle Savaş Yasası[54] günlerinin Almanya'sındaki durumla karşılaştırmak, özellikle yanıltıcıdır.


Açıklayıcı Notlar



[1] V. İ. Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri (Partimizdeki Bunalım)'ı yazmak için aylarca çalışmış, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin (RSDİP'nin) İkinci Kongre tutanaklarını ve kararlarını, her temsilcinin yaptığı konuşmaları, kongrede ortaya çıkan siyasal grupları, Merkez Yönetim Kurulu ve Parti Konseyi belgelerini baştan sona, özenle incelemiştir. Örgütlenme sorunlarını ele aldığı bu çalışmada Lenin, menşevik oportünizme ezici bir darbe indirdi. Kitabın tarihsel önemi, Lenin'in bu kitapta parti üzerine marksist öğretiyi geliştirmesinde, proleter devrimci partinin örgütlenme ilkelerini ayrıntılı bir biçimde incelemesinde ve marksizm tarihinde ilk kez işçi sınıfı hareketi için örgütün önemini küçümsemenin ne denli tehlikeli olacağını göstererek, örgütlenme konusundaki oportünizmin ayrıntılı bir eleştirisini yapmasındadır.
      Kitap, menşeviklerin şiddetli saldırısına yolaçtı. Plehanov, Merkez [sayfa 295] Yönetim Kurulunun, kitapla hiç bir ilişkisi olmadığını açıklamasını istedi. Merkez Yönetim Kurulundaki arabulucular, kitabın yayınlanmasını ve dağıtılmasını önlemeye çalıştılar.
      Oportünistlerin çabalarına karşın Bir Adım İleri, İki Adım Geri, Rusya'daki ileri işçiler arasında geniş ölçüde yayıldı. Polis kayıtlarına göre, Moskova, Petersburg, Kiev, Riga, Saratov, Tula, Orel, Ufa, Perm, Kostroma, Sçigri, Şavli (Kovno Guberniyası) ve başka yerlerdeki tutuklamalar ve evlerin aranması sırasında kitabın nüshaları bulundu.
      Bir Adım İleri İki Adım Geri, Lenin tarafından 1907'de (kitabın başlık sayfasında 1908 yazılıydı) Oniki Yıl derlemesinde yeniden yayınlandı. Bu baskı, 1904 orijinal baskısının Lenin'in el yazısıyla karşılaştırılan tam metnini ve yazarın 1907'de yaptığı bütün ekleri içermektedir. — 3.
[30] Montanyar ve Jirond — 18. yüzyılın sonunda, Fransız burjuva devrimi sırasında, burjuvazinin iki siyasal grubu. Montanyarlar ya da Jakobenler, o zamanın devrimci sınıfı olan burjuvazinin, mutlakiyetle feodal sistemin kaldırılmasından yana olan daha kararlı temsilcilerine verilen addı. Öte yandan, Jirondenler, devrimle karşı-devrim arasında yalpalıyorlardı. Politikaları, monarşiyle uzlaşma politikasıydı.
      Lenin "sosyalist Jirond" deyimini, sosyal-demokrat hareket içindeki oportünist eğilim için, "Montanyar" ya da proleter Jakoben terimini ise devrimci sosyal-demokratlar için kullanıyordu. — 179.
[31] Voronej komitesi ve St. Petersburg "İşçileri Örgütü", ekonomistlerin elindeydi. Bunlar, Lenin'in İskra'sına ve marksist bir parti kurulmasına karşıydılar. — 181.
[32]. Merkez Yönetim Kurulunun bu yeni üyesi, 1903 Eylülünde Rusya'dan Cenevre'ye gelen F. V. Lengnik'di. — 192.
[33] Zarya ("Şafak") — İskra yazıkurulu üyelerinin 1901-1902'de Stuttgart'ta yayınladıkları marksist bilimsel ve siyasal dergi. Zarya, enternasyonal revizyonizmi ve Rus revizyonizmini eleştirmiş ve marksizmin teorik önermelerini savunmuştur. Gazete, Lenin'in şu yazılarını yayınlamıştır: "Zemstvo Zalimleri ve Liberalizmin Aniballeri", "Tarım Sorunu ve Bay Eleştirmenler" (Tarım Sorunu ve Marx'ın Eleştirileri'nin ilk dört bölümü), "Rus Sosyal-Demokrasisinin Tarım Programı". Gazete ayrıca Plehanov'un şu yazılarını yayınlamıştır: "Eleştirmenlerimizi Eleştiri. Bölüm: I. Bay P. Struve, Toplumsal Gelişme Marksist Teorisini Eleştirici Rolünde", "Kant, Kant'a Karşı ya da Bay Bernstein'in Vasiyeti". — 192.
[34] Muhtemelen Cenevre'nin iki dış semti: Carouge ve Cluse. Çoğunluğun ve azınlığın destekçilerinin oturduğu yerler. — 213.
[35] Sobakeviç — Gogol'ün Ölü Canlar'ından bir karakter. — 213.
[36] Ortodoks — Menşevik Liyabov Akselrod'un kullandığı takma ad. — 214.
[37] Bazarov — Turgenyev'in Babalar ve Oğullar'ının baş kahramanı. — 216.
[38] İskra, n° 53'te, Lenin'in "İskra'ya Mektup"uyla (Collected Works, Vol. 7, s. 115-118) birlikte, Plehanov'un yazdığı, yanıt niteliğinde bir de başyazı yayınladı. Lenin, sözkonusu mektubunda, bolşeviklerle menşevikler arasındaki ilke ayrılıklarının gazetede enine-boyuna tartışılmasını önermişti. Plehanov, bu ayrılıkları [sayfa 304] "teorik siyasete özgü basit kavgalar" diye niteleyerek bu tartışmayı kabul etmedi. — 217.
[39] Revolutsionnaya Rossiya ("Devrimci Rusya") — İlkin Rusya'da Sosyalist-Devrimciler Birliği tarafından 1900'ün sonunda yayınlanan yasa-dışı sosyalist-devrimci bir gazeteydi. Ocak 1902'den Aralık 1905'e kadar yurtdışında (Cenevre'de) Sosyalist-Devrimci Partinin resmi organı olarak çıkarıldı. — 217.
[40] Menşeviklere Merkez Yönetim Kurulunun Ultimatomu 12 (25) Kasım 1903'te açıklandı. Lenin, 22 Ekim (4 Kasım) 1903'te Merkez Yönetim Kuruluna bir mektup göndererek menşeviklere şu önerilerde bulunulmasını istemişti 1) Merkez yayın organının yazıkurulundaki eski yönetmenlerden üçünün üyeliğe çağırılması; 2) Yurtdışı Birliğinde (Leauge) statükoya dönülmesi; 3) parti konseyinde menşeviklere bir üyelik verilmesi. Bu koşullar, Merkez Yönetim Kurulunun uzlaştırmacı üyelerince desteklenmedi. Sözkonusu mektupta Lenin, mektubunda ana hatlarını çizdiği ve onaylanmasını önerdiği ultimatomun (yani Merkez Yönetim Kurulunun onlara verebileceği pratik ödünleri gösteren belgenin) koşullarını belirtmiş, ancak bu koşulların karşı tarafa bildirilmesinin geciktirilmesini istemişti: 1) Yazıkuruluna, eski yazıkurulunun dört üyesinin alınması; 2) Merkez Yönetim Kuruluna, bizzat kurulun seçeceği, muhalefete mensup iki üyenin alınması; 3) Yurtdışı Birliğinde statükoya dönülmesi; 4) Parti Konseyinde menşeviklere bir üyelik verilmesi. "Eğer ultimatom kabul edilmezse" diye yazıyordu Lenin, "bu sonuna kadar savaş demek olacaktır. Ek bir koşul: 5) ikinci parti kongresindeki ve kongreden sonraki çekişmelere ilişkin her türlü dedi-kodunun, kavganın ve konuşmanın sona erdirilmesi." (Collected Works, Vol. 34, s. 187.) Lenin'in bu önerileri (ek koşul hariç), Merkez Yönetim Kurulunun uzlaşmacı üyeleri tarafından bir ölçüde yumuşatıldı.
      Ultimatomun ertesi günü, menşevikler, Plehanov'dan da gördükleri büyük yardımla, İskra'nın eski yöneticilerini, merkez yayın organının yazıkuruluna üye olarak çağırdılar, Merkez Yönetim Kurulunun ultimatomunu reddettiler ve parti çoğunluğuna karşı açık bir savaşa giriştiler. — 219.
[41] Y — Parti konseyinde, merkez yayın organının temsilcisi olan, daha sonra Merkez Yönetim Kuruluna üye olarak çağırılan L. İ. Galperin'in takma adı. Bu üye uzlaşmacı bir tutum takınmıştır. — 220.
[42] Burada, "yasal marksizm"in başlıca temsilcilerinden olan Piyotr Struve'ye ve onun Rusya'nın İktisadi Gelişmesi Konusu Üzerine [sayfa 305] Eleştirici Sözler (1894) adlı kitabına değiniliyor. Bu ilk kitabında Struve'nin, burjuvaziyi savunan düşünceleri açıkça farkediliyordu. Lenin, 1894'de, St. Petersburg'daki bir marksist gruba okunan "Burjuva Yazınında Marksizmin Yansıması" başlıklı yazısında, Struve'nin ve öteki "yasal marksistler"in görüşIerine saldırdı. Lenin bu yazısını 1894'ün sonunda, 1895 başında "Narodizmin İktisadi İçeriği ve Bay Struve'nin Kitabındaki Eleştirisi" (Collected Works, Vol. I, s. 333-507) adı altında genişletti. — 226.
[43] Lenin, Martov'un İskra'da yayınlanan "Hazırlanmanın Yolu Bu mu?" başlıklı yazısına değiniyor. Martov, o yazısında, bütün Rusya'yı içine alan silahlı bir kalkışma hazırlıklarına karşı durmuş, bu hazırlıkların ütopik fesatçı bir girişimden başka bir şey olmadığını söylüyordu. — 229.
[44] Zarya n° 1'de yayınlanan (Nisan 1901) ve ekonomistlerin, kendi taktiklerini kendiliğinden gelişen bir harekete göre ayarlama çabalarıyla alay eden "Çağdaş Rus Sosyalistinin İlahisi" başlıklı taşlamadan bir dize. Martov'un yazdığı bu "ilahi", Narcis Tuporilov imzasıyla yayınlanmıştı. — 238.
[45] Oblomov — Bir toprak sahibi, Goncarov'un aynı adı taşıyan romanının kahramanı, tembel ve pasif bir bitkiselleşmenin somut örneği. — 240.
[46] Alman Sosyal-Demokrat Partisinin Dresden Kongresi, 13-20 Eylül 1903 tarihleri arasında toplanmıştı. Kongrede tartışılan başlıca konu, parti taktikleri ve revizyonizmle savaş sorunlarıydı. Kongre E. Bernstein'in, P. Göhre'nin, E. David'in, W. Heine'nin ve öteki Alman sosyal-demokratlarının revizyonist, görüşlerini eleştirdi. Ancak revizyonizme karşı savaşımında kongre yeterince tutarlı değildi: revizyonistler partiden çıkarılmadılar ve kongreden sonra da oportürüst görüşlerini yaymayı sürdürdüler. — 246.
[47] Sozialistische Monatshefte ("Sosyalist Aylık") — Alman Sosyal-Demokrat Partisindeki oportünistlerin ve uluslararası oportünizmin başlıca yayın organı. 1897-1933 yılları arasında Berlin'de yayınlandı. — 246.
[48] Frankfurter Zeitung ("Frankfurt Gazetesi") — Almanya'daki hisse senetleri borsasının büyük para babalarının yayın organı olan gündelik gazete. 1856-1943 yılları arasında Frankfurt-on-Main'da yayınlandı. Gazete 1949'dan itibaren Frankfurter Allgemeine Zeitung adı altında yeniden yayınlanmaya başlandı. Şimdi Batı Alman tekellerinin sözcüsüdür. — 251.
[49] "Bakanlık" taktikleri, "bakanlıkçılık", ya da "bakanlık sosyalizmi" (ya da millerandcılık) — Sosyalistlerin, gerici burjuva [sayfa 306] hükümetlerine katılmalarını amaçlayan oportünist taktikler. Bu terim, Fransız sosyalisti Millerand'ın, Waldeck-Rousseau'nun burjuva hükümetine katılması üzerine ortaya çıkmıştır. — 254.
[50] Lenin burada, Martov'un yazdığı ve İskra'da yayınlanan (n° 58, 25 Ocak 1904) "Sıra Kimde?" başlıklı yazısına eklediği RSDİP için Kısa Bir Anayasa taşlamasına değiniyor. Martov bu anayasasında bo1şevizmin örgütlenme ilkeleriyle eğleniyor ve menşeviklere karşı takınılan sözde haksız tutumdan yakınıyordu. Martov burada, "zorbalar" ve "zorbalığa uğrayan" sözleriyle bolşevikleri ve menşevikleri kastetmekteydi. — 256.
[51] Trepov, F. F. — St. Petersburg valisi. 1878'de Vera Zasuliç, siyasal tutuklu Bogolyubov'a kötü davranılmış olmasını protesto için, Trepov'a ateş etmişti. — 276.
[52] Rosa Luxemburg'un "Rus Sosyal-Demokrat Hareketi İçinde Örgüt Sorunları" başlıklı yazısını yanıtlamak üzere yazılan bu yazı, Alman sosyal-demokratlarının yayın organı Neue Zeit'da yayınlanmak üzere Kautsky'ye gönderildi. Ancak Kautsky yazıyı yayınlamadı. — 281.
[53] Raboçaya Gazeta ("İşçilerin Gazetesi") — 1897'de Kievli sosyal-demokratlar tarafından yayınlanan yasa-dışı bir gazeteydi. İki sayı çıkarılabildi: 1'inci sayı Ağustosta, 2'nci sayı (Kasım tarihiyle) Aralıkta. RSDİP birinci kongresi Raboçaya Gazeta'yı partinin resmi organı olarak kabul etti, ancak gazetenin basımevine polisin yaptığı baskın ve Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin tutuklanması nedeniyle, gazete yayına son vermek zorunda kaldı. — 287.
[54] Sosyalizmle Savaş Yasası — Almanya'da 1878'de yürürlüğe kondu. Yasa Sosyal-Demokrat Partinin bütün örgütlerini, işçi sınıfının yığın örgütlerini ve işçi basınını ezdi, sosyalist yayınlara el kondu, birçok sosyal-demokrat ülkeden çıkarıldı. İşçi sınıfının kitlesel hareketlerinden gelen baskı sonucu, yasa 1890'da yürürlükten kaldırıldı. — 290.
[55] İkinci parti kongresinde Merkez Yönetim Kuruluna seçilen üyeler Lengnik, Krijijanovski ve Noskov'du. Ekim 1903'te (yeni tarih) Zemliyaçka, Krasin, Essen ve Gusarov; Kasımda da Lenin ve Galperin de üyeliğe çağırıldılar. Merkez Yönetim Kurulunun kuruluşunda Temmuz-Eylül 1904'te yeni bazı değişiklikler oldu: Lenin'i destekleyen Lengnik ve Essen tutuklandılar; uzlaştırmacı Krijijanovski ve Gusarov istifa ettiler; uzlaştırmacılardan Krasin, Noskov ve Galperin, Lenin'in protestoları arasında, çoğunluk mensubu Zemliyaçka'yı hukuk-dışı bir tutumla üyelikten çıkardılar ve [sayfa 307] başka üç uzlaşmacıyı Liyubimov, Karpov ve Dubrovinski'yi üyeliğe çağırdılar. Bu değişiklikler sonucu, Merkez Yönetim Kurulunun çoğunluğu uzlaşmacılardan oluştu. — 293.
[56] Lenin, Merkez Yönetim Kurulunun, üçüncü kongrenin toplanması için harekete geçen Güney Bürosunun dağıtılışını kastediyor. — 293.
[57] Galyorka — Bolşevik M. S. Olminski'nin (Aleksandrov) takma adı. — 293.
[58] Burada, İskra'nın menşevik yazıkurulu üyelerinin, gazetenin sütunlarını bolşeviklere kapatmaları ve ikinci kongresinin kararlarını kabul eden ve üçüncü kongrenin toplanmasını isteyen parti örgütlerinin açıklamalarını yayınlamayı reddetmeleri ardından, bolşeviklerin kurduğu Bonch-Bruyeviç ve Lenin Sosyal-Demokrat Parti Yazını Yayımevi kastediliyor. Yayımevi menşeviklerle uzlaşmacılara karşı bazı broşürler çıkardı: Lenin'in Zemtsvo Kampanyası ve "İskra"nın Planı; Galyorka'nın Bonapartçılık Kahrolsun; Orlovski'nin Konsey Partiye Karşı başlıklı broşürü ve daha başka broşürler. — 294.



BİRİNCİ KISIM




Sayfa başına gidiş