Holding Generalleri
Bir zamanlar,
"şanlı" ve kanlı Türk Ordusu'nda,
"şanlı" görevler yaptığını düşünen,
devrimlere ve devrimcilere düşmanlıklarıyla övünen
generaller varmış.
Etraflarına emir yağdıran,
emirlerine uymayanları "vatana ihanet"le suçlayan
bu "şanlı" generaller,
şimdi, kimin yanında,
kimden emir almaktadır?
IMF tarafından T.C.'nin hazırladığı "Niyet Mektubu"nun onaylandığı gün, yani 23 Aralık 1999 günü, hükümetin ilk icraatı, "Niyet Mektubu"nun bankalar konusundaki 57. maddesinin "IMF İcra Kurulu'nun Stand-by talebini görüşmesi için ön koşul olacaktır" hükmü gereğince beş bankayı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu' na devretmek olmuştur.
Elkonulan Egebank, Sümerbank, Yurtbank, Esbank ve Yaşarbank'ın toplam aktifleri (bilanço büyüklüğü) 1998 yılı sonu itibariyle 1 katrilyon 866 trilyon 312 milyar T.L'dir. 1998 dolar kuru itibariyle 5.7 milyar dolar olan bu bilanço büyüklüğü, 1999 sonu itibariyle 7.5 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır.
Bu elkonulan bankalar içinde Sümerbank, Aladdin Çakıcı çetesi tarafından öldürtülen Nesim Malki, Erol Evcil ve Hayyam Garipoğlu tarafından 1995 yılında "özelleştirme" kapsamında satın alınmıştır. 17.5 trilyon sermayeli ve 1998 itibariyle aktif büyüklüğü (bilanço) 312 trilyon olan bankanın Genel Müdürü Cengiz Biçer ve Yönetim Kurulu üyesi Muhittin Fisunoğlu'dur.
Muhittin Fisunoğlu, 1990-93 yılları arasında "anlı ve şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri"nin Kara Kuvvetleri Komutanlığını yapmış ve Genelkurmay başkanlığı sırasını beklerken Doğan Güreş'in görev süresinin uzatılmasıyla emekliye ayrılmış "şerefli" bir generaldir.
Mahir Çayan yoldaşın belirlemesiyle söylersek, "oligarşi, tasfiyeler ve yeniden düzenlemelerle orduyu iç savaş ordusu haline getirerek doğrudan vurucu gücü haline getirmiş" olmasının bir sonucu olarak ülkemizde açık biçimde bir "holding generalleri" soyu ortaya çıkmıştır. 23 Aralık 1999 günü gerçekleştirilen "bankalar operasyonu", bir kez daha, bu gerçekleri ortaya çıkarmıştır.
İşte bu olay, THKC/DÖ Merkez Bülteni CEPHE'nin 1991/1 tarihli sayısında yer alan yukardaki başlıklı yazıyı bizlere anımsattı. Bu yazıda yer alan "holding generalleri"nin bir kısmı şunlardır:
Org. Turgut Sunalp (Netaş ve Garanti Bankası Yön. Kur. Üyesi)
Org. Semih Sancar (Akbank Yönetim Kurulu Üyesi)
Org. Adnan Ersöz (İşbankası Yönetim Kurulu Üyesi)
Org. Faik Türün (Umumi Mağazalar Yönetim Kur. Üyesi)
Org. Süreyya Yüksel (Yaşar Holding Danışmanı)
Org. İbrahim Şenocak (Etibank Yönetim Kurulu Başkanı)
Org. İsmail Hakkı Akansel (PETKİM Danışma Kurulu Üyesi)
Org. Vecihi Akın (AKSİGORTA Yönetim Kurulu Üyesi)
Org. Doğan Özgöçmen (Yapı Kredi Bankası Yönetim Kur. Üyesi)
Org. Suat Aktulga (LASSA)
Org. Şeref Akıncı (Doğuş Holding Yönetim Kurulu Üyesi)
Org. Kemalettin Eken (Şekerbank Turizm Yönetim Kur. Üyesi)
Org. Sabri Deliç (Profilo Holding Başkan Yardımcısı)
Oramiral Bülent Ulusu (AKSA Yönetim Kurulu Üyesi)
Org. Nazif Oka (Hema Holding Yönetim Kur. Üyesi)
Org. Halil Sözer (Borusan Yönetim Kur. Üyesi)
Korg. Fevzi Aysun (Derborsa Yönetim Kur. Üyesi)
Korg. Hikmet Kesim (Türk/ABD Havacılık San. (TAİ) Yön.K.Ü.)
Korg. Tevfik Alpaslan (Altay Şirketler Grubu)
Tümg. Cemil Mete (Minex Savunma Sanayi Yön. Kur. Üyesi)
Tümg. Hayri Sözen (Borusan Danışmanı)
Tümg. Servet Bilgi (Bekoteknik Yönetim Kur. Üyesi)
Tuğg. Tanju Erdem (Yaşar Holding Danışmanı)
Tuğg. Fikri Topsever (AKSA Personel Müdürü)
Tuğg. Sezer Bilgili (Pamukbank Denetçisi)
Tuğg. Şahap Ar (Alarko Holding Yönetim Kur. Üyesi)
Tuğg. Sıtkı Sunday (Otomarsan Başkan Vekili)
Tuğg. Orhan Köker (Profilo Holding Müşaviri)
Tuğg. Yılmaz Oral (Hema Holding Yönetim Kur. Üyesi)
Tuğg. Kamuran Gümüşsoy (GİMA Yönetim Kur. Üyesi)
Bu "holding generalleri"nin en sonuncusu olan Kara Kuvvetleri eski Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, bir gazeteciye Sümerbank'a giriş öyküsünü şöyle anlatmıştır:
"Bankacılık alt kadroda teknik bir konu. Yönetim kadrosunda ise teknik bilgi gerektirmiyor. Herkes kendi bilgi birikimiyle faydalı olabilir. 1998 yılında bir arkadaşım tarafından bir banka yönetimine girmek isteyip istemeyeceğim soruldu. Hangi banka olduğunu sordum. Sümerbank olduğunu söyledi. Ben de kabul ettim."
Bu ülkenin Genelkurmay başkanlığına gelmek üzere olan bir "şanlı general"in "kendi bilgi birikimi"nin ne olduğu ise açıktır: Emir-komuta zinciri içinde yönetime elkoymak.
Bugün sayısız cinayetleriyle ülkenin gündeminin ilk sırasını işgal eden Hizbullah olayı, aynı generalin diğer "bilgi birikimi" olarak ortaya çıkmıştır.
Muhittin Fisunoğlu'nun Kara Kuvvetleri Komutanlığı yaptığı dönemde Diyarbakır-Batman bölgesinde örgütlendirilen Hizbullah, kendi deyişleriyle, "PKK'nin baskınlarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar"dan oluşturulmuştur. Değişik şeriatçı örgütlenmelere karşı bir "devlet yanlısı şeriat örgütü" olarak da kullanılan Hizbullah'ın asli görevi, MHP'li faşist milisler gibi, "devletin güvenlik kuvvetlerine yardımcı olmak"tır. Gerçekleştirdikleri sayısız adam kaçırma ve cinayetlerle "devlet"e "yardımcı" olan Hizbullah, "devlet" desteğinde ülkenin hemen her yerinde faaliyet yürütmüştür.
Gazetelere yansıdığı gibi, Hizbullah'ın faaliyetleri, sadece adam kaçırma, sorgulama ve öldürme görevleriyle sınırlı değildir. Batman'da Petrol-İş sendikasında ve İskenderun'da İsdemir'de Hizbullah "sendikacı" kimliğiyle devreye sokulmuştur. MİT'in işçilerin sendika örgütlenmesine karşı yürüttüğü faaliyetinde "yardımcı gücü" olan Hizbullah, "holding generalleri"nin emekli olduktan sonra görev verilen şirketlerde hangi işle uğraştıklarını da göstermektedir.
Hizbullah'ın "ölüm tarlaları"nın bir kısmının ortaya çıkarılmasıyla birlikte, Genelkurmay başkanlığı, "PKK'nin baskınlarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar"la bir ilgilerinin olmadığını "kesin bir dille" ortaya koyan açıklamasıyla, Hizbullah olayını "laik, demokratik cumhuriyete karşı bir güç" olarak "kıymetlendirmiş"tir.
Susurluk olayında ortaya çıkan MHP-devlet-mafya ilişkisi, Hizbullah olayında şeriatçılar-devlet-şirket ilişkisi olarak ortaya çıkmıştır. Hizbullah'ın kaçırıp öldürdüğü "işadamları" (ki bunlar "islamcı işadamı" olarak ifade edilmektedir) olayın parasal boyutlarını oluşturmaktadır.
Ancak "holding generalleri", "anlı ve şanlı" olarak görevlerini yapmaya devam edeceklerdir. Onlar, devlettir; devlet aygıtının militarist kesimini oluştururlar. Devlet oldukları için, istedikleri zaman, istedikleri kişileri "kullanırlar" ve bunlarla işleri bittiğinde "gereğinin yapılması" için devlet aygıtının diğer kesimine, yargıya havale ederler. Ve Hizbullah olayının en tehlikeli yanı da burada ortaya çıkmaktadır.
Hizbullah'a yönelik operasyonlar, televizyonlardan "canlı yayın"la duyurularak, "PKK'nin baskınlarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar"ın oluşturduğu Hizbullah'ın "çizmeyi aştığı", "çeteleştiği" ve PKK'nin tasfiye süreciyle birlikte "görevini tamamladığı" kamuoyuna iletilmektedir. Böylece, "devlet"in her türlü yasa-dışı faaliyeti örgütleyebileceği ve "zamanı gelince de" bunları tasfiye edeceği düşüncesi topluma yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Tıpkı, generallerin emekli olduktan sonra holdinglerde "görev yapması"nın "doğal" kabul edilir hale getirilmesi gibi, devletin gayrı-meşru örgütlenmeler oluşturması da "doğal" gösterilmeye çalışılmaktadır.
Kendi Kara Kuvvetleri komutanlığı döneminde Hizbullah örgütlenmesini yürüten kişi, nasıl "doğal" olarak (belki emekli maaşıyla "geçinemediğinden") Alaaddin Çakıcıların ortak oldukları bankanın yönetim kurulu üyesi olabiliyorsa, aynı "doğal"lık içinde bankanın alacaklarının tahsilatında da Hizbullah'ın kullanılması olanaklı olmaktadır.
Tüm bunlar, ülkemizde yaşayan herkesin, hiçbir yasal güvenceye sahip olmadığını, istenildiği zaman bizzat devlet güçleriyle yasa-dışı örgütlenmeler kullanılarak, yasal güvencelerin ortadan kaldırılabileceğini açıkça ortaya koymuştur. Ve hiç kimse, holding generalleri de dahil olmak üzere, unutmamalıdır ki, yasallık, hangi düzeyde olursa olsun, bir gün kendileri için de gerekli olacaktır.
Bir ülkenin devleti, topluma zorla kabul ettirdiği ve uymayanları şiddetle cezalandırdığı yasaları kolayca bir yana bırakabiliyorsa, böyle bir ülkede yasalardan, yasal mücadelelerden sözetmek olanaksızdır. Kendi yasalarını kolayca bir yana koyabilen bir devlet, her türlü yasallığını, meşruiyetini yitirmiş demektir. Ona karşı direnmek, savaşmak, yasal ve meşrudur.