KURTULUŞ CEPHESİ - Eylül-Ekim 1998
Gerilla Savaşında
Ateş-kes
(Beş Yıl Önce) [1*]
"Oligarşinin silahlı güçleri var olduğu sürece, yapılacak anlaşmaların kalıcı olamayacağı, burjuvazinin tarihi kadar eskiye dayanan bir gerçektir. Halkın silahlarını burjuvaziye teslim ettikten sonra nasıl katliamlara uğratıldıklarını, tarih binlerce kez tanıtlamıştır. Aynı şekilde, uluslararası konjonktüre bakarak stratejik planlar yapılmasının da ne denli yanlış olduğu bu olaylarla ortaya çıkmıştır. 'Barış' adına, 'reformlar' uğruna, halk güçlerinin silahsızlandırılmasına yönelik bir 'ateş-kes' kesin olarak Halk Savaşının terk edilmesinden başka bir sonuç vermeyecektir."
(CEPHE, THKC/HDÖ Merkez Bülteni, 1990/1)
Mart ayına girerken en güncel konulardan birisinin bu yılki Nevroz kutlamaları olacağı düşünülüyordu. Ama daha Mart'ın ilk günlerinde PKK yönetiminin Talabani aracılığıyla ilettiği mesajlar kamuoyuna yansıdı.
Talabani aracılığıyla iletilen mesajın can alıcı noktası PKK yönetiminin oligarşik yönetimle "uzlaşmaya" hazır olduğuydu. Ve Talabani aracılığıyla oligarşik yönetim "PKK'nin samimiyetini pratik adımlarla kanıtlamasını" istediği kamuoyuna yansıdı. 17 Mart günü PKK yönetiminin yapacağı basın toplantısı, birden ülkenin gündeminde ilk sırayı aldı. [2*]
17 Mart günü A. Öcalan'ın yaptığı basın toplantısı PKK'nin oligarşik yönetimle "uzlaşma" için ilk istemlerini ortaya koyarken, "tek taraflı ateş-kes" ilan edilmesiyle kendi "samimiyetini" ortaya koyuyordu.
İki yılı aşkın bir süreden beri PKK ile Özal-C. Çandar-Talabani üçgeninde sürdürülen görüşmeler böylece ilk ürününü vermiş oluyordu.
Olayların gelişimi üzerine çok şeyler yazılıp söylendiği için, burada bunları yinelemek gereksiz olacaktır. Zaten sürecin nerede ve hangi gizli görüşmelerle ve de kimler aracılığıyla başlatıldığı o denli önemli de değildir. Önemli olan bir silahlı gücün, radikal bir çizgide bulunduğunu söyleyen bir silahlı gücün devletle girdiği "uzlaşma" ilişkisi ve silahlı gücün uzlaşmada bir koz olarak kullanılmasıdır. Kürt reformistlerinin son yıllarda PKK'ye olan desteklerini açıkça ifade ederken kullandıkları "koz", bu kez bizzat savaşan güç tarafından masaya konulmuş olmaktadır.
Ama olay aynı olsa bile, rivayetler muhteliftir. Kimilerine göre, PKK'nin "tek taraflı ateş-kes" ilan etmesi T.C.'yi "zor durumda bırakacak" ve böylece PKK, uluslararası planda daha etkin bir "kamuoyu desteği" alacaktır. Kimilerine göre ise, bu "tek taraflı ateş-kes" T.C.'nin saldırgan yüzünü açıkça gösterecek ve böylece savaş daha da sertleştirilebilinecektir. Bir başkalarına göre ise, bu "tek taraflı ateş-kes", Kürt sorununun reformlarla çözümlenebilmesi için uygun bir zemin oluşturacak ve belki de "II. Cumhuriyet" ilan edilirken "özerklik" elde edilebilinecektir.
PKK'nin "tek taraflı ateş-kes" ilan gerekçeleri ise, "karşı tarafı siyasal bir çözüme zorlamak" temelinde ortaya çıkmıştır. Ancak PKK' nin gerekçeleri daha sonraki günlerde biraz daha geliştirilerek, artık "PKK tüm Kürdistan halkının en yüksek düzeyde temsilcisi olma sorumluluğu altındadır", dolayısıyla "sorumluluk alanı ulusal nitelikte ve muhtevada"dır. Bu yüzden "ulusal" mutevada bulunan her türden girişimi yapabilecektir. (Bu bağlamda şeriat devleti kurma amacını açıkça ortaya koyan, "Kürdistan'ın MHP'si" Hizbullah'la da ittifak kurma "doğal" hale gelmektedir.)
Bu gerekçe, PKK'nin işçi partisi olma iddiasından ve devrimden vazgeçmediğinin yanıtı olarak ortaya konulmuştur. Çünkü PKK, "Kürdistan'ın tarihi ve toplumsal özellikleri, Kürdistan ulusal kurtuluş ve birlik sorununun ancak bir dizi devrimle çözülebileceğini" yıllarca savunagelmiştir. PKK, "bir takım reformlarla, otonomi ve özerklik gibi, halka fazla birşey kazandırmayacak olan bazı hakların elde edilmesiyle" sorunun çözülmeyeceğini son birkaç yıla kadar sürekli ifade etmiştir.
Bu konular daha uzun bir süre konuşulabilinecek konulardır. Ama sorun gerilla savaşında ateş-kes olduğunda bir dizi soru yanıtlanmak durumundadır.İlkin gerilla savaşında ateş-kes yapılıp, yapılamayacağı ve "diplomasi"nin halk savaşındaki yeri belirlenmelidir.1990 başlarında THKC/HDÖ Merkez Bülteni CEPHE'de şu belirleme yapılmıştır:
"Halk silahlı güçlerinin stratejik savunma aşamasından, stratejik denge aşamasına ulaşmalarıyla birlikte, genel kural olarak, emperyalizm, uluslararası ilişkilere ağırlık verir. Adına 'diplomasi' denilen bu trafikte meydana gelen artışlar, son tahlilde, emperyalizm ve oligarşinin, halk savaşının zaferini engelleyemeyecek duruma geldikleri ve bunu bizzat kendilerince görülmesi demektir." [3*]
PKK bugün son "tek taraflı ateş-kes" ilanı için şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
"Ateş-kes, savaşan tarafların belli bir güç dengesine ulaşmaları sonucu sorunu askeri yöntemlerle çözme yerine, zaman zaman siyasal çözümü ileri çıkarmalarıdır." [4*]
Görüldüğü gibi PKK ateş-kes konusunda "güçler dengesinin" hesaba katılmasını ileri sürmektedir. CEPHE'den yaptığımız alıntı dikkatle okunacak olursa, benzerliğin sadece biçimde olduğu görülecektir.
Genel olarak emperyalizm ve oligarşinin diplomasiye (PKK dilinde "siyasal çözüme") ağırlık vermesi kendi güçsüzlüğünün ifadesidir. Bu yolu benimsemek, savaşın belli bir süre durdurulmasını gerektirebilir ve ateş-kes bu bağlamda görüşmenin kabulü anlamına gelir. Ama bu türden bir ilişkiyi kabul etmek de devrim güçleri için başka ön koşullar gerektirir.
"Halk savaşı koşullarında 'barış görüşmeleri'nin, ancak, savaşın askeri bir imha eylemi ile zafere ulaşmasının önlenmesinden başka bir anlamı yoktur. Ancak emperyalistler için, bu görüşmeler, böyle bir imhayı engellemek için değil, işbirlikçilerinin yenilgisini engellemek için zaman kazanma isteğinden başka bir anlama gelmez. Halk güçleri için, düşmanın imha savaşıyla kesin yenilgiye uğratılmasına gerek olmaksızın, savaşın sona erdirilmesinin bir aracı durumundadır. Böyle bir görüşme sonucunda yapılacak anlaşma ile imha savaşının bedeli ödenmeyeceği için, halk güçleri için kabul edilebilir olmaktadır. Ancak 'barış görüşmeleri' emperyalizm tarafından dayatılmış koşullarda yapılamaz ve halk silahlı güçlerinin, zaman içinde dağıtılması amacının bir aracı olarak kullanılmasına asla izin verilemez. 'Barış', gerçek barış, ancak ve ancak, emperyalizmin ve oligarşinin tüm silahlı güçleri, kayıtsız-şartsız tasfiye edilmeleri ve ülkeden çekilmeleri koşuluyla, uluslararası görüşmelerin konusu olabilir." [5*]
THKC/HDÖ'nün aynı konudaki görüşleri şöyle ifade edilmiştir:
"Bizler, sadece, halk için barış yapmak durumundayız. Ama hiçbir biçimde halkın oligarşinin eline ve insafına terk edilmesi anlamına gelecek önerileri, 'barış' adına kabul etmemiz olanaksızdır. Bu nedenle halk savaşında 'barış görüşmeleri', halkın silahlı örgütlenmesinin, ülkenin tek silahlı gücü olarak kabul edilmesi koşulları altında başarılı olabilir. Ve ancak bu temel üzerinde, ülkede, çoğulcu ve gerçek bir demokrasinin kurulması için, pratik görüşmelerde bulunabilinir." [6*]
Bu belirlemelerden sonra PKK'nin ilan ettiği "tek taraflı ateş-kes"in zamanlaması ele alınabilir.
PKK'ye göre, oligarşi 1992 yılında kesin sonuca gitmek istemiş ve bu amaçla büyük operasyonlar gerçekleştirmiştir. Ancak bu operasyonlar etkili olamamıştır. Dolayısıyla PKK "kendi gücünü kanıtlamış" ve "mücadeleyi sonuna kadar yürütebilecek duruma gelmiştir". Bu nedenle ateş-kesle "siyasal çözüme" yönelmek için koşullar çok elverişlidir.
Bu "savaşan bir tarafın" bir değerlendirmesidir. "Diğer taraf" ise, operasyonların PKK' ye önemli bir darbe vurduğunu, dolayısıyla kendisini toparlamasının zor olacağını, "önümüzdeki günlerde PKK'nin siyasal ilişkilere ağırlık vereceğini" E. Bitlis'in ağzından Ocak ayında ifade etmeye başlamıştı.
Şüphesiz oligarşi, PKK'nin ağırlıklı gücünü tuttuğu Kuzey Irak'a yönelik operasyonda imhayı hedeflemiştir. Bu amacına ulaşamamış olmakla birlikte, PKK'nin "mevzi savaş"a girişerek önemli bir hata yaptığı A. Öcalan tarafından da kabul edilmiştir. Oligarşi bu durumu (tıpkı 1992 Nevroz'unda olduğu gibi) psikolojik üstünlük için kullanmıştır. Yine de her durumda kitlelerde genel bir geri çekilme belirtileri olduğu gözlenmiştir.
PKK'nin "tek taraflı ateş-kes" ilanının ilk günlerinde devletin üst perdeden konuşmaları karşısında PKK'nin "güçlü" olduğuna ilişkin beyanları birbirini izlerken, bir süre sonra kitlenin durumu değerlendirilmeye başlanılmıştır.
İ. Beşikçi, "Burada önemli bir zaafiyetin yaşandığı da gözlenmektedir. Köyleri ve kasabaları yıkılan ve şehirlere göçen geniş kitlelerin ataleti bu konuyla ilgilidir" değerlendirmesini yaparken; PKK'nin her tutumunu destekleyen Y. Küçük "çok bunalmaya başladı kitle" şeklinde değerlendirmektedir.
Kitlelerin genel bir hareketsizliğe yönelmesinin görünen bir durum olması, silahlı mücadelenin sürdürülmesi için önemli sorunlar doğurmasa bile, "ordulaşma" hedefini ilan eden bir güç için önemli bir sorun olacağı hesaba katılmak zorundadır.
Ülkemizdeki suni dengenin 12 Eylül ile birlikte yeniden düzenlenmesi her kesimde bire bir sonuç doğurmamıştır. Ancak PKK'nin 1984'de gerilla savaşına başlamasıyla birlikte gelişen süreç suni dengenin yeniden düzenlenmesinde önemli engeller yaratmıştır. Fakat gerek hareketin ulusal sınırlandırılmışlığı, gerekse ülkenin bütününe yönelik olmaması, suni dengenin bir bütün olarak bozulmasını getirmemiştir. Böylece ülkede eşitsiz bir gelişme ortaya çıkmıştır. Bu eşitsiz gelişme, köyünden, mezrasından, kasabasından batıya göç eden Kürt kitlesini de zamanla etkisi altına almıştır. Diğer taraftan savaşın uzatılmışlığının kitlelere ve savaşçılara yeterince anlatılamaması da diğer bir etken olmuştur.
Tüm bunların "tek taraflı ateş-kes" koşullarında ne denli belirleyici olacağı zaman içinde ortaya çıkacaktır. Ancak mevcut ateş-kesin kitlelerin hareketsizliğini artırıcı yönde etkide bulunabileceği de unutulmuş görünmektedir. Bugün olmazsa yarın bir "uzlaşma" olacağını düşünen kitlenin ve hatta savaşçının eskisi kadar kararlı bir savaş yürütmeyeceği de olasılıklar arasındadır.
Sorunu T. Özal'ın "yumuşak tutumu"na yada "II. Cumhuriyet" tartışmalarına bağlıymış gibi göstermek ise oldukça tehlikeli bir kavrayış olarak ortaya çıkmaktadır. [7*]
Yine de yapılan hatalar kadar, olası hatalar da PKK'nin gündeminde bulunmaktadır. Bunlardan birisi de "ulusal birlik" adı altında pasifistler ve revizyonistlerle girilen ilişkilerdir. "Birlik" önemli bir güçtür, ama PKK'nin, gerek geçmişte aynı nitelikteki kesimlerle oluşturduğu FKBDC deneyiminden, gerekse dünya devrimci deneyiminden dersler çıkarması gerekir. "El Salvador deneyimi"ni sıradan bir "teslimiyet" gibi ele almak yapılacak hataların izlerini göstermektedir.
"El Salvador'daki halk savaşı pratiğinin ortaya koyduğu ilk ve en önemli ders, silahlı devrimci güçlerin birliğinin, Öncü Savaşının Halk Savaşına dönüştürülmesinde önemli bir etmen olduğudur.
Ancak, aynı pratik, bu birliğin, tümüyle halk örgütlerini kapsamakla birlikte, genel olarak revizyonizme açık bir oluşum meydana getirdiğini de göstermiştir. Revizyonizmin uluslararası desteklerinin geniş ve önemli ölçüde devlet desteğini içermesi, çoğu durumda Halk Savaşının 'barış' görüşmeleriyle sona erdirilmesi açısından önemli olumsuzluklar yaratmaktadır. Bir halk kurtuluş cephesi içinde ve demokratik devrim düzeyinde, marksist-leninist bir ideolojik mücadelenin, halkın birliğine zarar vereceği İspanya İç Savaşı sürecinde açık biçimde görülmüştür.
Öte yandan da, revizyonizmin küçük-burjuva karakteri, geri-bıraktırılmış ülkelerin nüfus içinde çoğunluğu oluşturan küçük-burjuvazinin devrimci savaşın uzaması karşısında gösterdiği tereddütlerle birleşerek devrimci savaşın bölünmesi yönünde etkide bulunabilmektedir.
'Reformizm'ini açıkça ilan etmiş bir parti bile, Halk Savaşının yükseldiği yada halkın mücadelesinin zafere doğru geliştiği koşullarda, istemeye istemeye de olsa, bu silahlı devrimci mücadeleye katılabilmektedir. Bu açıdan onların devrimci mücadeleye katılımları, sadece taktik ittifak düzeyinde ele alınmak zorundadır. Bu açıdan revizyonistlerin örgütsel olarak silahlı devrim cephesine katılımları stratejik düzeyde ele alınmamalı ve cephenin stratejik yönetimi düzeyinde gerçekleştirilmemelidir. Onlar, devrim mücadelesinde, sadece 'geçici yol arkadaşları' durumundadırlar. Aksi nitelikte her ilişki, silahlı devrimci mücadeleye zarar verecektir." [8*]
Dipnotlar
[1*] Bu yazı, Kurtuluş Cephesi'nin Mayıs 1993 tarihli 13. sayısında PKK'nin 17 Mart 1993 tarihinde ilan ettiği ilk "ateş-kes" üzerine kaleme alınmıştır.
[2*] Bu basın toplantısı haberinin ve arkasından basın toplantısının gündemin birinci sırasına yerleşmesi, kimilerince PKK'nin gündemin ilk sırasına yerleşmesi olarak yorumlanmıştır. Oysa PKK hareketi uzun bir süreden beri ülke gündeminde değişik nedenlerle de olsa sürekli ilk sıralarda yer almıştır. Bazı PKK yayınlarında A. Öcalan'ın basın toplantısının gazetelerin ilk sayfasında yer alması "büyük başarı" gibi gösterilmeye çalışılması bu nedenle doğru değildir. Amaç "çok doğru bir taktik uygulandığını" kanıtlamak olunca, kendi tarihlerini bile unutmuş görünmektedirler.
[3*] Cephe, THKC/HDÖ Merkez Bülteni, 1990/1
[4*] Berxwedan Özel Sayı, Nisan 1993
[5*] Cephe, THKC/HDÖ Merkez Bülteni, 1990/1
[6*] Cephe, THKC/HDÖ Merkez Bülteni, 1990/1
[7*] T. Özal'ın "ani vefatı" bunun ne denli yersiz olduğunu açıkça göstermektedir.
[8*] Cephe, THKC/HDÖ Merkez Bülteni, 1990/1