Kürt ulusal hareketinin gelişmesine bağlı olarak, son yıllarda en çok konuşulan konuların başında ”resmi ideoloji” gelmektedir. Özellikle İsmail Beşikçi'nin çeşitli yazılarının temelini, hemen her zaman ”resmi ideoloji” oluşturmuş ve kapsamını, ”resmi ideoloji”nin somut-tarihsel gerçeklikle olan farklılıklarının, yalanlarının ve çarpıtmalarının sergilenmesi oluşturmuştur.
Kendi içinde ”Kemalizm” olarak tanımlanan, ancak açılımlarında farklılaşan ”resmi ideoloji” kavramı, giderek kendisini genişletmiş ve neredeyse her şeyi kapsar hale getirilmiştir. Öyle ki, herhangi bir ulus ya da ülke ayrımı yapılmaksızın, en küçük bir toplumsal örgütlenme için bile ”resmi ideoloji” kavramı kullanılmaya başlanılmıştır.
Örneğin, herhangi bir siyasal örgütlenmenin temel ilkelerini, dünya görüşünü vb. ”resmi ideoloji” olarak tanımlamak bir çeşit moda haline gelmiştir. Kendisini herhangi bir siyasal örgütlenmenin merkezi yönetiminden farklılaştıran her kişinin rahatça kullanabildiği bu kavram, giderek küçük-burjuva aydınlarının proletarya partilerine ya da politik örgütlenmelere karşı bir tavrı haline gelmiştir. [1*] Marksizmin bile ”resmi ideoloji” olarak nitelenebilindiği böyle bir ortamda, kendilerine ”entellektüel” adını veren küçük-burjuva aydınlarının bu tutumları, genellikle Kürt ulusal hareketinin gelişmesiyle beslenmiş ve temelinde yatan küçük-burjuva aydın anarşizmi gözlerden uzak tutulmuştur. Bu küçük-burjuva aydınlarının oligarşik yönetimin çeşitli cezai yaptırımlara maruz kalmaları da bu gelişmeyi gizleyen bir başka örtü olmuştur. Bu konudaki gelişmenin ne denli anti-Marksist, anti-Leninist olduğunu gösteren en son örnek Fikret Başkaya'nın ”Paradigmanın İflası“ kitabıdır.
Bilindiği gibi, F. Başkaya, ”Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş” alt başlıklı bu kitabından dolayı oligarşi tarafından yargılanmış ve hapis cezasına çarptırılmıştır. Kitabının biçimsel görünümü ”resmi ideoloji”nin eleştirisi olduğundan, en küçük bir toplumsal muhalefete bile tahammülü olmayan oligarşi için cezalandırılması gereken bir fiil olarak nitelendirilmiştir. Böylece yazdığı bir kitaptan dolayı, yani düşüncelerinden dolayı hapse atılmış bir profesör ülke gündeminde yer almıştır. Tutuklu olmanın getirdiği manevi ortam ve Kürt ulusunun inkarının bir ifadesi olan ”resmi ideoloji”ye karşı yönelttiği eleştirinin getirdiği ”ilerici” yan, böylece kitabın içeriğinin bir yana bırakılmasını getirmiştir.
Biz burada oligarşinin baskısına uğramış bir küçük-burjuva aydınının saygınlığı üzerinde durmayacağız. Ancak ”resmi ideoloji eleştirisi” adı altında anti-Marksist görüşler karşısında da salt ”resmi ideoloji” eleştiriliyor diye sessiz de kalınamaz. Aşağıda da görüleceği gibi, F. Başkaya, ”resmi ideoloji” kavramını alabildiğine genişleterek, bunun içine Marksizm-Leninizmi de almış bir yazardır. Yargıları hiç bir bilimsel temele oturtulmamış ve Marksist-Leninist belirlemelerle ilintilendirilmeden, bir çeşit uluorta ifade edilmiştir. Böyle bir ”eleştiri” yönteminin bırakın bilimsel olmasını, kendine verdiği sıfatla ”entellektüel”likle de ilgisi yoktur. Bir başka deyişle, F. Başkaya, kitabındaki ”resmi ideoloji” eleştirisi içinde Marksizm-Leninizme yönelttiği ağır suçlama ve yargılarla aydın anarşizminin bir ifadesi olmuştur. Bu kısa yazının amacı da bu aydın anarşizmininin Marksizm-Leninizme saldırısını sergilemekle sınırlıdır. [2*] F. Başkaya, kitabının daha ilk sayfalarında aydın-entellektüel ayrımı yaparak, kendisini yani entellektüelleri şöyle tanımlamaktadır: ”Entelllektüelinayırdediciniteliği,onunsiyasaliktidardanvesiyasaliktidarıngerisindekiegemensınıflardanbağımsızlığı,siyasaliktidarkarşısındaeleştirelbirtavıriçindeolmasıdır.Buniteliklerindenötürüentellektüel, siyasaliktidarladaiyigeçinemeyenbiridir.”[3*]
Görüldüğü gibi, yazar, hiçbir ayrım yapmaksızın tüm ”siyasal iktidar”ı ve ”egemen sınıflar”ı aynı kefeye koymaktadır. Bu, tarihte ortaya çıkmış olan çeşitli mülk sahibi sınıf iktidarları ve egemenleri için ifade edilmiş olsa, belli anlamda doğru olabilecektir. Ancak yazar, ezilen ve sömürülen sınıflar ile ezen ve sömüren sınıfları bir ve aynı kefeye koyarak, ezilen ve sömürülen sınıfların iktidarlarını ve bu sınıfların egemen sınıf konumuna gelmelerini neredeyse olumsuz bir öğe olarak ortaya koymaktadır. Herkes kadar yazarın da açık biçimde bildiği gibi, tarihte proletarya iktidarları ortaya çıkmış ve geçici bir süre için de olsa proletarya egemen sınıf olarak politik iktidarı elinde tutmuştur. Daha sonra göreceğimiz gibi, yazarın bakış açısından Sovyetler Birliği hiçbir dönem bir proletarya iktidarı olmamıştır, ama tarihte tek proletarya iktidarı Sovyetler Birliği de değildir. Bir Paris Komünü de proletarya iktidarıdır, dikkate alınsa da, alınmasa da egemen sınıf olarak proletaryanın örgütlenmesini ifade eder. Böyle bir iktidar koşullarında ”entellektüel”i ”siyasaliktidarladaiyigeçinemeyenbiri” olarak koymak, proleter aydınları birer ”resmi ideoloji” savunucusu gibi ilan etmekten başka bir anlamı yoktur. şüphesiz proleter aydın Marksist-Leninist olmak durumundadır ve her koşulda Marksist-Leninist gibi davranmak, Marksizm-Leninizmi geliştirmek durumundadır. Marksizm-Leninizmi ”resmi ideoloji” kavramının çağrıştırdığı olumsuz anlamıyla aynı kefeye koyabilen bir yazarın, öncelikle anti-Marksist olduğunu belirlemek için fazla kafa yormak gerekmemektedir.
Ancak yazarın anti-Marksist niteliği bununla sınırlı değildir. Onun bakış açısından, hangi sınıf olursa olsun, egemen sınıf olduğu sürece ve politik iktidarı ele geçirdiği koşullarda, her zaman ve her yerde bir ”resmi ideoloji” yaratır ve ”entellektüel” de her zaman ve her yerde buna karşı durur! Zaten tarihte görünen de odur !
F. Başkaya'ya göre, ”SovyetlerBirliği,Çin,DoğuAvrupa,Küba,Vietnamvb.” gibi ülkelerde ”bürokratikbaskırejimleri” egemendir ve buralarda ”entellektüellerinortayaçıkmasıveyaşamakoşullarısonderecesınırlanmıştır”. [4*] Çünkü buralarda ”resmi ideoloji” egemendir. Yazar açısından bu ülkeler ile ”bizimgibidışabağımlıazgelişmişülkeler”de de aynı özellikler söz konusudur. [5*] Aynı değerlendirmesini, bir parargaf aşağıda şöyle yinelemektedir: ”Bizimgibiülkelerdevebürokratikbaskırejimleriningeçerliolduğuülkelerde(Çin,SSCB, -sondönemöncesi-DoğuAvrupa,Kübavb.)bilimselbilginin(sosyalbilim)görelibağımsızlığıdaortadankalkmakta,bağımlılıkmutlakbirnitelikkazanmaktadır.Böylebirgöreliözerklikyokluğu,toplumdairrasyonel,bilimdışı,içtutarlılığıolmayanbirtoplumvetarihversiyonununortayaçıkmasınanedenolmakta,hemdebilimselentellektüelgelişmeyiengellemektedir.”[6*]
Küçük-burjuva aydınının (ya da entellektüelinin) kendisini böylesine yüceltmesi sık görülen bir durumdur. Ama bunun ”resmi ideoloji”nin eleştirisi adı altında bir aydın anarşizmi ile birleştirilmiş bir versiyonunun ”ilericilik” adına el üstünde tutulması, sanırız ülkemizin bir orijinalitesi olsa gerek.
”Kemalistrejiminniteliği:OrijinalbirBonapartizm” başlıklı bölümde sunduğu ”bilgiler”, sonal olarak ”resmi ideoloji”nin olduğu her yerde ”Bonapartizm” olduğu, dolayısıyla Kemalizm de, ”Stalinizm” de ”Bonapartizm” dir şeklinde bir vargıya ulaşmaktadır. Ancak bu vargının pek de bilimsel olmayacağını görmüş olacak ki, ”Bonapartizm”i bir ”analoji” [7*] olarak kullandığını belirtmek zorunluluğu duymuştur. Fakat bu zorunluluk yazarın kendi ”bilimselliği” ile değil, Troçki'nin Stalin dönemine ilişkin değerlendirmelerinde kullandığı ”Bonapartizm” analojisi için düştüğü rezervden alınmıştır. Ama iki parargaf sonra Troçki' nin ”SovyetBonapartizmiveBurjuvaBonapartizmi” yazısından alıntı yaparak ”analoji” nin ötesine de kolayca geçebilmiştir. [8*] F. Başkaya, küçük-burjuva aydın anarşizmini sergilemekle kalmaz. Kitabının diğer sayfalarında, herhangi bir bilimsellikle örtüşmeyen, sadece kulaktan duyma bilgilerle (ki onlar bu bilgilere ”entellektüeller arası bilgi alış-verişi” derler) Sovyetler Birliği'ni eleştirmeyi sürdürür: ”SovyetlerBirliği'ndeproletaryakültürü'nünyüceltilmesi,burjuvakültürününtoptanmahkumedilmesiStalinistterörrejimikoşullarındatambirkültürel,entellektüelveartistikgerilemeyevekısırlığanedenoldu.StalinistveizleyendönemlerdeSovyetlerBirliği'ndedünyaölçeğindedüşüncevesanatadamlarınınyetişmemesi,buinkarcılığınvebağnazbirbilimvekültüranlayışınınsonucuydu.”[9*]
Yazar, hemen hemen hiçbir tarihsel bilgiye bakmaksızın Sovyetler Birliği'nde ”proletarya kültürünün yüceltilmesi”nden söz edebilmiştir. Oysa ünlü ”proleterkült” tartışmalarının 1924' lere kadar sürdürüldüğü ve bundan sonraki dönemde hemen hemen tümüyle sona erdiğini söylemek, entellektüel dürüstlük açısından gerekmese de, bilim adamı olmak açısından gereklidir.
Ve Sovyetler Birliği'nde ”dünyaölçeğindedüşüncevesanatadamlarınınyetişmediğini” ileri sürebilmek için, kişinin sadece küçük-burjuva aydın anarşisti olması bile yetmez. şiirde bir Mayakovsky, sinemada Ayzenştayn, Pudovkin, müzikte Soştokoviç belki birşey ifade etmeyebilir yazar için. Ama bilim alanında ortaya çıkmış bir çok gelişmenin Sovyetler Birliği ile olan bağlantılarını emperyalist burjuvazi bile inkar edememektedir. Bundan öte, sorun sadece Sovyetler Birliği de değildir. Sorun, Marksizm-Leninizmin ”resmi ideoloji” kavramının kötü, olumsuz anlamıyla yargılanmasıdır. Ama bu açıdan da, yani yazarın genelleştirdiği kavram çerçevesinde, bakılması gereken yer dünya çapında Marksist-Leninist hareketin ortaya çıkardığı gelişmeler olmak zorundadır. Bu konuda da F. Başkaya bile gerçekleri teslim etmek zorundadır. En azından kendisinin entelllektüel gelişmesi bile Marksizmle bağlantılıdır. Özellikle kitabında sık sık ”bilimsel bilgi” diyerek özdeşleştirdiği ”sosyal bilim” Marksizmle birlikte gelişmiş ve bugünkü durumuna gelmiştir. [10*] Yazar, yukardaki alıntıda ifade ettiği gibi, Marksizmi ”burjuvakültürününtoptanmahkumedilmesi” ile ilintilendirmek istemektedir. Her ne kadar bunu Sovyetler Birliği özgülünde koyuyormuş gibi görünse de, Marksizmle az çok tanışıklığı olanlar ”burjuva kültürü” konusunun Marksizm-Leninizmin belirlemelerinde yer aldığını bilirler. Burjuva kültürünün, burjuvazinin egemenliğinin bir ifadesi olduğunu, egemen sınıfın kültürünün her zaman egemen kültür olduğunu, burjuva kültürünün burjuvazinin ulusal kültürü olarak ifade edildiğini ve bunun da ulusal kültür olarak gerici ögeler ile ilerici ögeleri bünyesinde barındırdığını vb. yazarın bilmezlikten gelmesi belki bağışlanabilir, ama burjuva kültürünün sınıfsal niteliğini sergileyerek bu kültürün proletaryanın tarihsel hareketi karşısında geri bir kültür olduğunun söylenmesini, yani ”mahkum edilmesi”ni, burjuva kültürünün topyekün ”inkârı” anlamında kullanmasını açıklamak olanaksızdır.
Evet, bir küçük-burjuva entellektüelinin Ekim Devrimi'nden sonraki yıllarda kendisini sola fırlatmasını, Marksizme yaklaşmasını, tarihsel olarak nasıl kavrayabiliyorsak, aynı şekilde, 1990'ların dünyasında Marksizmden kopuşlarını da aynı biçimde kavrayabiliriz. F. Başkaya da, 1990'ların dünyasında emperyalizmin yoğun ideolojik propagandası ortamında Marksizmden uzaklaşmanın bir ifadesidir. Onu Marksist saflarda tutmak elbette olanaksızdır. Bu onun ”entellektüel” niteliğine helak getirir! Ancak bilip bilmeden anti-Stalinist kesilmenin de bir açıklaması olması gerekir. ”Stalinizm”den söz ettiği her yerde kullandığı sözcüklerin aşırı kaba olması, belki de Stalin'e düşmanlığın bir ifadesidir. ”Stalinizminipliğipazaraçıktığı”ndan, ”Stalinistkesilmeler”den söz eden bir ”bilimsel bilgi adamı” ne derece bilimseldir diye düşünmek gerekmektedir.
F. Başkaya'nın, en hafif deyimle, Stalin karşıtlığı öylesine yoğundur ki, kitabında Osmanlı İmparatorluğu'nun ”emperyalist zincirin en zayıf halkası”nı oluşturduğunu belirtirken, emperyalist zincirin en zayıf halkadan kırılması gerekliliğini Troçki'den alıntı yaparak kanıtlamaya çalışmıştır. Yazarın Troçki sempatisi hemen hemen tüm kitapta yaptığı alıntılarda kendini göstermektedir.
Yazarın açık Stalin karşıtlığı elbette anlaşılabilir birşeydir. En azından Stalin'in küçük-burjuva aydınlarına karşı ne denli uzlaşmaz olduğunu herkes bilmektedir. Ama yazarın diğer bir sorunu vardır: Kürt ulusal hareketi karşısında Komintern ve SSCB'nin tutumu.
Şüphesiz gerek Kürt ulusal hareketi karşısında, gerekse Anadolu'daki kurtuluş mücadelesi karşısında Komintern'in tavrı konusunda söylenecek çok söz vardır. Bunlar ayrı bir yazı konusu olarak irdelenecek kadar geniş kapsamlı olduğundan burada girmeyeceğiz. (Ayrıntılı bilgi için Bkz. THKP-C/HDÖ:UlusalSorunÜzerine) Ancak yazarın bu konudaki yazdıklarında spekülatif bilgilerle yetindiği hemen görülebilmektedir. Örneğin, yazara göre ”Komintern'in1920yılındakiikincikongresinekadar,sömürgeveyarı-sömürgeülkelerdekidevrimsorunusosyalistharekettarafındanhemenhiçsözkonusuedilmemişti.”[11*] Aynı şekilde, Komintern'in Anadolu'daki ”MilliMücadele'yedestekvermesi””hareketinanti-emperyalistliğindençok,SovyetlerBirliği'ningüvenliğiileilgilibirsorundur” diyebilmektedir. Oysa konuyla az çok ilgili herkesin bildiği gibi, dönemin en temel sorunu, Sovyet iktidarının emperyalist kuşatma koşulları altında nasıl ayakta kalabileceği sorunudur. Bu sorun, proletarya iktidarının emperyalist kuşatma koşullarında korunması sorunudur ve hiç kimse bunu yalın bir ”devletin” kendi ”güvenliği” sorunu olarak ifade edemez. Bundan öte, emperyalist sistemde çatlaklar meydana getiren her hareketin anti-emperyalist bir nitelik taşıması bir konudur, emperyalist sistemdeki çatlaklardan yararlanmak başka bir konudur. ”Bilimsel bilgi” sahibi bir ”entellektüel”in, sıradan bir emperyalist devletin ”güvenlik” kavrayışını, çağımızın ilk proleter iktidarının kendisini koruması zorunluluğuna monte etmeye hiçbir bilimsel bilgisi yeterli olamaz.
Kitabında yedi sayfa ayırdığı Komintern ”değerlendirmesi”nde, dünya tarihini alt-üst eden bir dönemi yargılamakta sakınca görmeyen F. Başkaya, bu yargılamasına kaynak olarak gösterdiği yayınlar içinde gerçek bir kaynak bulmak neredeyse olanaksızdır. Temel kaynak olarak kullandığı yayın F. Clandin'in”LaCriseduMouvementCommumiste:duKominternauKominform” adlı kitaptır. Yani ”Komünist Hareketin Krizi”ni anlatan bir yayında geçen konuşmalar temel kaynak görevi görmüştür. Ve yazarın yargısı artık kesinleşmiştir: ”Avrupa-merkezligörüştenDoğu'yakayışvesömürgedevrimineverilen'önem'ekarşılık,III.Enternasyonal'insömürgeveyarı-sömürgeülkelereilişkinhiçdetutarlıbiryaklaşımısözkonusuolmadı.II.Enternasyonaldönemindenkalmayaklaşımlaregemenolmayadevametti.II.Kongre'debenimsenenstratejiyekarşın,Avrupa-merkezligörüşağırlığınıkorudu.Sömürgeülkelerleilgilidevrimstratejileribelirlenirken,oülkelerinsomutkoşullarınınçözümlenmesindençok,SovyetlerBirliği'ningüvenliğiaçısındanyaklaşıldı.Gerekteorikplanda,gereksedepratikpolitikadahatırısayılırbirçabaharcanmadı.”[12*]
Böylece ”bilimsel bilgi” sahibi olarak ”entellektüel” F. Başkaya, bir de Marksistlere devrim stratejilerini nasıl belirlemeleri gerektiğini öğretmeye yönelmiştir. Bununla da yetinmemiş, kendisinin içinde yer almadığı bir tarihsel dönemi, sanki içinde yer almışcasına anlatmaktan da geri kalmamıştır. Genellikle Batı-Avrupa'nın ”entellektüel” yazarlarının kullandığı bu yöntemler, bir küçük-burjuvanın kendisini sınıflar üstü görme hastalığından başka birşey değildir. Onların dilinde ”bilim”, ”bilimsellik”, hep temsil ettikleri sınıfın kendisini proletaryanın üstünde görme hastalığının ifadeleridir. Burada küçük-burjuvazinin sınıflar karşısındaki tutumunu ve zihniyetini ele almayacağız. Ancak F. Başkaya, tüm kitabı boyunca bu tutumu ve zihniyeti, belli bir ”bilim adamlığı” çerçevesinde sürekli koruduğunu okuyucunun dikkatini çekmek isteriz. Bunlara alışılmıştır, ama bir yandan Marksizmi ”resmi ideoloji” kategorisine koyarak, buna karşı ”muhalefet” örgütleyeceksiniz; diğer yandan da Marksist-Leninistlerle devrim stratejisi tartışması yapacaksınız. İşte bu olmaz !
F. Başkaya, kitabının geri kalan bölümünde dünyada ve ülkemizde uygulanan ekonomi-politikalar üzerine değerlendirmeler yapmaktadır. Genel olarak, ülkemizin, emperyalizme bağımlı bir ülke olduğunu, 1940'lardan sonra yeni-sömürgeciliğin alanı haline geldiğini belirtmektedir. Ancak bu bölümde de, genel bir değerlendirmeden öte pek birşey söylememektedir. Bir başka deyişle, F. Başkaya, iktisat ve iktisat politikaları üzerine bir dizi söz söylemekte, ama neyin, nasıl olduğunu ifade etmekten özenle kaçınmaktadır. Bir yandan ülkede ithal ikameci politikalar izlendiğinden söz etmekte, diğer yandan bu politikanın hiç uygulanmadığını söylemektedir. Aynı şekilde, oligarşinin 1980'lerde yeni bir ”sermaye birikimi modeli” gündeme getirdiğini söylemekte, ama bunun nasıl birşey olduğunu belirtmemektedir. Oysa kendi deyişiyle 1980'lerde ”resmi ideoloji”nin yeniden biçimlenmesi söz konusudur ve bu bağlamda bu birikim modelinin savunucuları tırnak içinde bilim adamıdırlar. Ama kendisinin de çok iyi bildiği gibi, bu ”bilim adamları”, Çağlar Keyder, İlhan Tekeli, Asaf Savaş Akat, Taner Berksoy gibi ”popüler iktisatçılar”dır. Bunlara karşı genel sözlerin dışında birşey söylemezken, ”işbirlikçiyerlioligarşilerinemperyalizminbiruzantısıhalinegeldiği” koşullardan bahsetmektedir. Oysa 1980 sonrasında ”neo-liberalizm” diyerek geniş bir propaganda ile kitlelere sunulan ideolojik söylemin yerleştirilmesinde bu ”bilim adamları”nın katkıları tartışma götürmez bir gerçektir. Bunların T. Özal'la olan yakınlıkları günlük basında bile sık sık yer almıştır. Bunlara ve bunların yaymaya yöneldikleri ”kalkınma stratejileri”ne somut bir eleştiri getirmemenin ”entellektüel”likle ne denli uyumlu olduğu da tartışmaya açıktır.
F. Başkaya'nın bu konulara açık ve somut olarak değinmemesi bir ”Giriş” kitabı için belki hoş görülebilir, ancak söz konusu olan olaylar içinde burjuva ideolojisini görmezlikten gelmesinin mantıklı bir açıklaması da yoktur. Çünkü kendisinin sözünü ettiği hemen hemen tüm genel ideolojik söylemler burjuva ideolojisinin ifadelerinden başka birşey değildir. Şüphesiz bunu belirleyebilmek için de, yazarın, en azından proletarya ideolojisi konusunda ön yargılı olmaması gerekirdi. Yazarda egemen olan anti-Leninizm, kaçınılmaz olarak, burjuva ideolojisi karşısında çaresiz kalmasına ve son tahlilde, bu ideolojiye boyun eğmesine neden olmuştur.
Kısaca ele aldığımız ”Paradigmanın İflası” kitabında F. Başkaya, açık bir Marksizm karşıtlığı sergilemiştir. Kitabının ülkemiz koşullarında sözcüğün gerçek anlamında Kemalist söylemin kimi çarpık ve yalancı yönlerine yönelik yanıyla belli bir değeri olacağı elbette tartışma götürmez bir gerçektir. Ancak ”resmi ideoloji” söyleminin Kürt ulusal hareketinden devriklenmiş haliyle yapılan genelleştirmelerin, yazarı nerelere savurduğunu da görmemezlikten gelmek olanaksızdır. 12 Eylül sonrasında, gerek ülkemizde, gerekse dünyada meydana gelen gelişmelerin en temel unsurlarından birisi, şüphesiz ”Marksizmin öldüğü” propagandası olmuştur. Bu propagandanın en temel sloganı ise ”ideolojiler öldü” şeklinde yapılan genellemedir. Bu emperyalist propaganda, tüm basın ve yayın kurumları aracılığıyla sürekli işlenmektedir. F. Başkaya'nın, böyle bir dönemde, oligarşinin yalanlaştırılmış tarih söylemine karşı çıkışındaki doğruluğu, ne yazık ki, emperyalist propagandaya yardımcı olmaktan öteye geçmemektedir. Böyle bir yönelimin Kürt ulusal hareketine katkısı olamayacağı gibi, ”sosyal bilim”e de katkısı olmayacaktır.
Dipnot
[1*] ”Resmi ideoloji” söyleminin ne denli genişletildiğine bir örnek olarak S. Çürükkaya olayı verilebilir. Bilindiği gibi, S. Çürükkaya, PKK saflarındayken Avrupa'da ”Kürt millevekili” seçilmiş ve bu seçimler sonrasındaki grubun ”Meclis Başkanı” olmuştur. Bu dönemdeki faaliyetlerinde kendi görüşlerinin propagandasını yaptığı, ”önderliğe” karşı propagandayı sürdürdüğü, bu propagandasına karşı çıkanlara ”resmi ideolojinin ağzıyla konuşmamaları”nı söylediği ve kendisinin ”resmi ideolojiye karşı olduğunu” bizzat PKK açıklamıştır. (Burada S. Çürükkaya'nın sözünü ettiği ”resmi ideoloji” A. Öcalan'ın görüşleridir.) [2*] Bugünlerde İ.Beşikçi yeni bir tartışma başlatmış görünmektedir. Bu tartışmanın başlangıcını bir profesörün, ”hapsegirenbirinsanhakkındayazmakşerefsizliktir” sözleri oluşturmaktadır. İ.Beşikçi bu sözler üzerine yazdığı bir yazıda şöyle demektedir : ”Cezaevindeolankişilerveyaonlarınkitaplarıhakkındayazılmamasısübjektifbirtutumdur,bazıahlakikaygılardanilerigelmektedir.Halbukibilimyöntemininçokdahaobjektifkriterlerivardır.” Bu sözleriyle İ.Beşikçi, bir yazarın cezaevinde olmasının bir bilimsel eleştiri için önemli olmadığını söylemektedir. Ancak değerlendirmesinin bütününde ”eleştirilemez” şeklinde bir yargı oluşturmaktadır. Gerekçe ise basittir : Eğer eleştirirsen, ”resmi ideolojinin” adamı olursun! Bir başka deyişle, böyle bir eleştiri için, öncelikle ”resmi ideolojinin eleştirmeni” olmak gerektiğini söylemektedir. Bir küçük-burjuva aydınına karşı yaptığı bu değerlendirmenin içerdiği haklı yanlar bulunmakla birlikte, yukarda belirttiğimiz gibi, ”resmi ideoloji” kavramının alabildiğine genişletilmişliğini dikkate almamaktadır. C.Boyner'in bile ”resmi ideoloji” sözcüğünü ağzından düşürmediği bir dönemde, bir bilimsel araştırmacı olarak İ.Beşikçi'nin aynı ”sözcükler” kullanılmasını bir ”olumluluk” olarak ifade edemeyeceği açıktır. Artık ”resmi ideoloji” sözcüğünün arkasına sığınarak yapılan ”resmi ideoloji”yi güçlendirmeye yönelik ideolojik faaliyetlerin ele alınması zamanı gelmiştir. T.Özal'ın ”resmi ideoloji” karşıtı gibi sunulduğu bir dönemde bunun ne denli önemli olduğunu ”ideoloji adamı” olmayan bir ”bilim adamı”nın gözden uzak tutması söz konusu olamaz. Cezaevinde olmak ya da ceza almak emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadelenin kendi gerçekliğidir. Yasal bir zeminde düşüncelerinin açıklanamadığı her koşulda yasadışılık kaçınılmazdır. Sorun, oligarşinin yasallığı çerçevesinde meşruiyet arayıp aramamaktadır. [3*] F. Başkaya: Paradigmanınİflası, s: 14 [4*] F. Başkaya: Paradigmanınİflası, s: 16 [5*] Benzer bir değerlendirme son günlerde İ. Beşikçi tarafından da yapılmıştır: ”Resmiideolojikurumu,resmiideolojiyeihtiyaçduyulması,sadeceTürkiye'yehasbirolaydeğildir.Anti-demokratikdevletlerintamamıbenzerbirkurumaihtiyaçduyarlar.Bukurumundevletyönetimindeçokönemlibirfonksiyonuvardır.” (Özgür Ülke, 28 Eylül 1994) [6*] F. Başkaya: Paradigmanınİflası, s: 16 [7*] ”Analoji”: Benzeştirme, örnekseme. [8*] F. Başkaya, kitabının bütününde olduğu gibi, burada da açık bir Stalin karşıtlığı sergiler. Troçki alıntısı yaptığı kitap için verdiği referansta, kitabın adı ”Stalinizme karşı Bolşevizm”dir. [9*] F. Başkaya: Paradigmanın İflası, s: 20 [10*] F. Başkaya, kendisini entellektüel muhalif konumunda ortaya koyarken ”bilimsel” bir kitap yazarken, kavramsal oyunları daha hızlı öğrendiği görülmektedir. Yukardaki alıntılarda da görüleceği gibi, ”bilimsel bilgi” ile ”sosyal bilim” hemen hemen tüm kitap boyunca eş anlamlı kullanılmıştır. Sanırız, yazar bilimsel sosyalizm sözcüğünden pek hoşlanmamış görünmektedir. Bu sözcük oyunları ile okuyucuda önyargılar oluşturmak istemektedir. Ayrıca Marksizmin en temel kavramlarından olan ”sosyo-ekonomik formasyon”u sıkça kullanırken, ”sosyal bilim” diye birşeyin olmadığını bilmemezlikten gelmektedir. ”Sosyoloji” anlamında ”sosyalbilim” vardır, ama yazarın anladığı anlamda ”sosyal bilim” sadece demagojik bir kavramdır. [11*] F. Başkaya: Paradigmanınİflası, s: 71 [12*] F. Başkaya: Paradigmanınİflası, s: 74