Bir bütün olarak gençlik konusunun önemli bir parçasını oluşturan öğrenci gençlik, özellikle de üniversite öğrencileri, ülkemiz solunda, sürekli gündemde olmuştur.
Öğrenci gençliğin örgütlenmesi ve mücadelesi, sol örgütlenmelerin, belki de, en temel kadro alanı olarak var olagelmiştir. Ancak her dönemde öğrenci hareketinin, hızla politize olma özelliği ve devrimci mücadeleye kadrosal düzeyde katılım dışında pek az şey yapılabilinmiştir. Ülkemiz solundaki kısır çekişmeler ve revizyonistlerin pasifist tutumları, öğrenci hareketinin kendi içinde taşıdığı olumlu yan (devrimci) ile olumsuz yan (düzene bağlı olma hali) arasındaki çelişki, bu hareketin tutarlı ve sürekli bir örgütlü mücadeleye sahip olmasını engellemiştir.
Eğitim gören kesim olarak, ekonomiden felsefeye, sosyolojiden siyasete, fenden edebiyata kadar her alanda bilgiye ulaşmak durumunda olan bir gençlik kitlesi söz konusudur. Ancak bu kesimin elde ettikleri bilgiyi, nerede ve nasıl kullanacakları sorusu, sadece oligarşik yönetim açısından olumlu olarak yanıtlanabilmektedir. İşte bu durum, kaçınılmaz olarak, hareketin kendi amaçlarının silikleşmesini ya da önemsizleşmesini getirmektedir.
Öğrenci hareketi, özel olarak da üniversite öğrencilerinin hareketi, hızla politize olma koşulları içinde, kendi meşruiyet sınırlarını (yasalar çerçevesindeki hareketini) kısa sürede terk edebilmektedir. Ancak bu terk ediş, sadece nesnel koşulların bir dayatmasının, yani oligarşik yönetimin zor uygulamalarıyla değil, aynı zamanda, bu hareket içindeki unsurların sınıf bileşimlerinin durumuna bağlı olarak, bilinçli demesek bile, içgüdüsel davranışlarıyla ortaya çıkmaktadır.
Öğrenci hareketinin en temel sorunu da burada somutlaşmaktadır. Pratik olarak ifade edersek, bu sorun, kendisini üniversite düzeyinde "demokratik ve özerk bir üniversite" yaratılması ile böyle bir üniversitede eğitim görenlerin, mezun olduklarında, oligarşinin "eğitilmiş personeli" olmaktan başka bir seçeneklerinin olmaması durumu arasındaki çelişkide ortaya çıkar.
Yine de, bugün amaç, ÖZERK VE DEMOKRATİK BİR ÜNİVERSİTE YARATMAKTIR.
Yukarıda ortaya koyduğumuz çelişki, "özerk ve demokratik üniversite" isteminin demokratik bir mücadele sonucu, düzen sınırları içinde ve devrime bağlı olmaksızın elde edilebilir olmasıyla, öğrenci hareketinin demokratik örgütlenmesinin kendi amaçları açısından sınırlılığını belirlemektedir.
Ülkemizde, bir bütün olarak siyasal özgürlüklerin elde edilmesi, yani demokrasi sorunu bulunmaktadır. Bu, demokratik devrim sorunu olarak bütünsel bir örgütlenme ve mücadele sorunu durumundadır. "Özerk ve demokratik üniversite", bu sorunun bir parçası olmakla birlikte, doğrudan devrime bağlı olmaksızın elde edilebilirdir. Ancak elde edilenlerin genişletilmesi, sürekli ve kalıcı kılınması, ancak demokratik halk devrimi ile olanaklıdır.
İşte bu durum, pratikte, oligarşik yönetim altında "özerk ve demokratik üniversite" isteminin belli oranda gerçekleşebilir olması ile demokratik halk devriminin uzun bir savaşla gerçekleşmesi arasında, zamana bağlı bir farklılık ortaya çıkarmıştır. Devrimimizin olası uzun bir zamanı kapsayan mücadelesi ile "özerk ve demokratik üniversite" mücadelesinin görece kısa bir zaman kesitini kapsaması, ikincinin mücadelesinin, oligarşik yönetimin gereksinme duyduğu "eğitilmiş personel" sağlamaya katkıda bulunulmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bu da, düzenin korunmasının, demokratik mücadele ile desteklenmesi gibi garip bir zihniyetin doğmasına neden olmaktadır.
Daha ilk yıllarından itibaren, T. Özal'ın ve daha sonraki yıllarda Demirel'in YÖK'e ve YÖK Başkanı İ. Doğramacı'ya "karşı" beyanları anımsanacak olursa, bu zihniyetin kimlerin işine yarayacağı açıkça görülecektir.
Oligarşi bu durumu saptamış ve bütün politikasını buna dayandırmıştır. Onun istediği, toplumsal sorunlarla ilgilenmeyen, politikanın dışında kalan, "çağdaş bilgilere sahip, girişken teknotrat" yetiştirmektir. Bu amaçla, YÖK devreye sokulmuştur. Ancak oligarşi bu durumu uzun sürdüremeyeceğini bildiğinden yeni önlemler almıştır. Bu önlemlerin en önemlisi, kendisi için gerekli personeli kendi "üniversiteleri"nde yetiştirmektir. Boğaziçi Üniversitesi'yle başlayan, Bilkent'le biçimlendirilmiş ve günümüzde Koç ve Sabancı'nın kendi üniversitelerini kurmaya yönelmeleriyle somutlaşmıştır. Bu gelişmeler YÖK düzeninden sapma gibi görünse de, temelinde oligarşinin çıkarlarına uygun personel yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu hedef, kesinkes demokratik değerlere sahip bir gençlik oluşturmakla ilgili değildir. Bu nedenle, özerk ve demokratik bir üniversite ortamında yetişen bir gençlikle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Yaratılmak istenen zihniyet, sadece demagoji malzemesidir.
Somut olarak bu durum, "özerk ve demokratik üniversite" için yürütülen mücadeleye katılanların, birey olarak ya da kitle olarak, başarıya ulaşıldığı koşullarda "ne yapacakları" sorusunu doğurmaktadır. Mücadelenin akademik, demokratik niteliğinin, böyle bir başarı durumunda, mücadele edenlerin okullarına dönmelerini, "uslu öğrenciler" olarak derslere girmelerini öngördüğü de bir gerçektir. Tıpkı, ücret artışları için grev yapan işçilerin haklarını aldıklarında üretime yeniden başlamaları gibi.
Ancak böyle bir görünüm, ülkemizin demokratik devrim sorununu kavramış ve bu devrim olmaksızın, mücadele ile kazanılmış olsa bile, elde edilen hakların kalıcı olamayacağının bilincine ulaşmış öğrenciler için, daha başlangıçta siyasal mücadeleye geçmekten başka bir seçenek bırakmamaktadır. Bu seçenek ise, evrimci-reformist bir siyasal mücadele anlayışı ile devrimci silahlı-siyasal mücadele anlayışı arasındaki yol ayrımının ortaya çıktığı düzeydir ve daha başlangıç evresinden itibaren varlığını hissettirmektedir.
Revizyonistler ve oportünistler, "barışçıl" ya da "reformist" bir siyasal mücadele anlayışlarıyla, öğrenci gençliğin en ileri unsurlarının karşılaştığı bu sorunda belli bir çıkış noktası olarak yaygınlığa sahiptir. Kısa dönemde düzenle her türlü bağlarını keserek devrimci siyasal mücadeleye katılmak yerine, uzun dönemde, düzenle bağlarını koruyarak ve bu arada eğitimini de tamamlayarak, reformist bir siyasal mücadeleye katılma olanağı, böylece, genel bir eğilim haline gelmektedir. Bu eğilim, bizzat revizyonist örgütlerin sürekli ve sistemli çalışmaları ile güçlendirilmektedir. Bu da öğrenci hareketinin kendi akademik-demokratik mücadele hedeflerine ulaşamadan önce "tıkanması"nın nedenidir. 1989 sonlarında üniversite çevrelerinde ortaya çıkan gırgır edebiyatına dayalı protesto afişlerinin kökeni de burada bulunmaktadır. Bu durum, giderek toplumda yayılan lümpen-arabesk kültürle bütünleşmiştir. "Markacı gençlik" türünden tanımlamalar üniversite gençliğinin durumunu tanımlamak için kullanılırken, lümpen-arabesk kültürün yayılmasında üniversitelirin etkisi gözden uzak tutulamaz.
Bu eğilim varlığını sürdürdükçe ve revizyonistler tarafından özel olarak desteklendikçe, öğrenci hareketi ve örgütlenmesi "belli bir düzey"in ötesine geçemez. Çünkü, böyle bir eğilim ve anlayış, "özerk ve demokratik üniversite" mücadelesi için güçlerin, zaman ve mekan içinde yoğunlaştırılmasını engeller, daha fazla enerji ile sürdürülmesini frenler. Çünkü, bu eğilim ve anlayış, kendi içinde "uzun dönemli" bir mücadele verilmesi gerektiği düşüncesini yaygınlaştırır ve dolayısıyla eğitimin tamamlanmasını öngörür. "Merkezi öğrenci örgütlenmesi" ya da "federasyon" istemlerinin etkili olamamasının nedeni de budur.
Bu eğilim ve anlayış, aynı zamanda, öğrenci hareketi içinde hızlı bir kadrolaşma durumu da yaratmaktadır. Kitlenin bir bütün olarak siyasal kadrolar haline getirilemeyeceği gerçeği, kaçınılmaz bir biçimde en ileri unsurların siyasal örgüt üyeleri olarak kadrolaşmasını getirmekte ve dolayısıyla kitlenin çoğunluğu kendi başlarına kalmaktadır.
Bu nedenledir ki, öğrenci hareketi belirli bir çerçeve içinde sıkışmakta ya da geçmişin basit bir yinelenmesi durumu ile karşı karşıya bırakılmaktadır. 12 Eylül sonrasında, açık devlet terörüne maruz kalmış olan üniversiteler, böyle bir ortamda geniş bir "sessizler kitlesi" üretmektedir. Bu nedenle görev, "özerk ve demokratik üniversite" mücadelesi içinde, bu sessizliği bozmaktır.
Bu görevin yerine getirilmesi, her şeyden önce, "özerk ve demokratik üniversite"nin belirli bir programının oluşturulmasını öngörür. Bunun günümüzdeki somutluğu ise YÖK'e karşı somut alternatif yönetim sisteminin oluşturulmasıdır. Ancak 12 Eylül sonrasında üniversitelerde uygulanan "kışla yönetimi" kendisini YÖK ve bunun başındaki İ. Doğramacı ile somutlaştırdığından, aynı zamanda kolayca gümdenden çıkarılabilinmiştir. DYP-SHP koalisyon hükümetinin kurulması ve İ. Doğramacı'nın YÖK'ten ayrılmasıyla, YÖK unutturulmak istenmiştir. Oysa gerek Anayasal olarak, gerek yasal olarak YÖK varlığını sürdürmektedir. Üstelik DOğramacı gibi tepkinin yoğunlaştırıldığı bir kişinin ayrılmasıyla, tepkilerden de uzak kalmıştır. Ama Doğramacısız YÖK'ün son iki yılda aldığı kararlara bakılacak olursa, uygulamada değişiklik bulunmamaktadır. Üstelik bu yıl içinde alınan kararlar, üniversitelerde milliyetçiliğin geliştirilmesine yöneliktir ve MHP'nin yeni politikalarının bir uzantısı durumundadır. Bu ise, eskiden farklı bir durumun olmadığını gösteren açık kanıtlardır.
Demokratik hak ve özgürlüklerin, kitlelerin uzun ve zorlu mücadelesi ile elde edilmesi söz konusudur. Bu nedenle, "özerk ve demokratik üniversite" mücadelesi, bir yandan kendi somut programını üretirken, öte yandan buna uygun örgütlenmeleri kurmak zorundadır. Doğrudan öğrenci kitlesine dayanarak ve onların örgütlenmesi olarak kurulacak kurumlar (öğrenci temsilcileri kurumu çerçevesinde), mücadele içinde kendilerini önce fiilen, sonra resmen (yasal) kabul ettirebilirler. Bu amaçla, program, -alternatif yönetim sistemi- en geniş kitleyle, üniversite alanlarında tartışmaya açılmalı, nihai haline getirilmesi için demokratik bir platform oluşturulmalı ve bu platformun yönetimi demokratik tarzda oluşturulmalıdır.
Bu somut alternatif yönetim sistemi, bir bütün olarak mücadelenin temel amacı olarak ilan edilirken, bu sistemin her üniversitede oluşturacağı yapılar ve ilişkiler fiilen kurulmalıdır. Bu fiili kuruluş, öğrencilerin kitlesel katılımını içeren konulardan başlayarak geliştirilmelidir. Örneğin, her üniversitede, fiilen ÖTK'ler kurulabilir. Bunların tüm öğrenci kitlesinin katılımıyla oluşturulması ve üyelerinin seçimi, en geniş demokratik ilişkiler içinde gerçekleşebilir. Buna bağlı olarak, bu temsilcilerin üniversite ya da fakülte yönetimlerince tanınması talebi ileri sürülebilir ve buna paralel olarak, çalışmalar için yönetimden gerekli yer, araç vb. talebinde bulunulur.
Bu mücadelenin belirli bir gelişkinlik düzeyine ulaştığı evrede, ülke çapında temel amacın, bütün olarak gerçekleştirilmesi için birleşik bir kampanya düzenlenebilinecektir. Bu amaçla, ülke çapında, öğrenci hareketinin en temel silahı olan boykot ve işgal eylemleri gündeme getirilebilir. Yapılmaya çalışılan çeşitli boykotların genelleşememesi ve giderek sınırlı hale gelmesi, faaliyetteki eksikliklerin bir ifadesidir.
Böyle bir programın pratiğe geçirilebilinmesinin en önemli engellerinden birisi de, mevcut öğrenci derneklerinin bir bölümünde egemen olan pasifist ve reformist zihniyet olduğu kesindir. Ancak bu olgu, hiçbir biçimde, bu yönetimlerin değiştirilmesini mücadelenin önüne geçen bir amaç olarak ele alınmamalıdır. Bu yönetimler, mücadelenin bir sonucu olarak kendiliğinden diyebileceğimiz bir tarzda dağılacaktır. Bugün bu derneklerin hemen hemen hiç bir etkinliği kalmaması da bu gelişmeyi tanıtlamaktadır.
Bu noktaya ulaşırken, öğrenci gençliğin, devrimci siyasal mücadeleye, kitlesel ya da kadrosal katılımı sorunu, açık bir biçimde ortaya konulması gerekmektedir. Oligarşik yönetimin her türlü propaganda ve demagojiyle, öğrenci kitlesini devrimci örgütlerden uzak tutmaya ve böylece öğrenci hareketinin zayıflatılmasına çalıştığı bir gerçektir. Aynı şekilde revizyonistler de, devrimci siyasal örgütlerden öğrenci kitlesinin uzak kalması için elinden gelen her şeyi yapmaktadırlar. Bu koşullar altında devrimci bir örgütün öğrenci hareketine ve onun amaçlarına bakış açısını, net biçimde ortaya koyması zorunlu olmaktadır.
Bu zorunluluğun yerine getirilmesinde devrimci siyasal mücadelenin amaçlarının açık bir biçimde anlatılması yanında, öğrenci örgütlenmesinin sürekli ve kalıcılığı ile demokratik işleyişinin kesin güvenceye kavuşturulması şarttır. Bu güvence, devrimci örgüt kadrolarının, pratikte tutarlı bir demokratik davranışlar sergilemeleri ile bağlantılıysa da, başka açık belirlemelerle de desteklenmelidir. Bu amaç, gerekli hallerde, öğrenci dernekleri üyelerinin belirli oranda yönetimde yer almaları karara bağlanabilir. Aynı şekilde, kadın öğrencilerin yönetimde belirli oranda temsil edilmelerini sağlayacak düzenlemelerin yapılması söz konusu olabilir.
"Özerk ve demokratik üniversite"de eğitim görmüş bireylerin, mevcut düzen içinde çalışma olanaklarının sadece oligarşinin elinde olduğu gerçeği, bir an için bile unutulmamalıdır. Ama böyle bir üniversitede eğitim görmüş ve hatta böyle bir üniversitenin oluşturulması için mücadeleye katılmış bireylerin varlığının, demokratik bir ülke yaratma mücadelesinde önemli bir kazanım olduğu da asla unutulmamalıdır. Onlar ülkemizde demokratik bilincin yaygınlaştırılmasında büyük bir yere sahip olacaklardır. "Özerk ve demokratik üniversite" mücadelesinin başarısından, bu açıdan, en çok yararlanacak olan demokratik halk devrimi olacaktır.
Dünya ve ülke gerçeklerinin bilincine ulaşarak, devrimci siyasal mücadeleye etkin bir biçimde katılmak isteyenler elbette olacaktır. Ve elbette, bu gibi ileri unsurlar örgütlenmek durumundadır ve sayılarının artırılması için çalışmak da bizlerin görevidir. Ama hiçbir biçimde, bu görev, öğrenci hareketine katılımın amacı haline getirilemez ve böyle bir amaç haline gelmesine de olanak tanınamaz.
Şüphesiz bunlar yapılırken, her yerde, "özerk ve demokratik üniversite" istemini ileri sürerek, bu istemin sürekli ve kalıcı bir hak durumuna gelmesinin tek yolunun demokratik halk devriminin zaferi olduğunu kitlelere açık biçimde anlatmak zorundayız.
Bu bağlamda, temel amacımız: "BAĞIMSIZ VE DEMOKRATİK BİR ÜLKE İÇİN ÖZERK VE DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE" yaratmaktır.
Bu bağlamda, günümüzde en temel sorun, dün olduğu gibi, özerk ve demokratik bir üniversite için mücadeleyi yükseltmek ve hedefe ulaştırmak için YÖK uygulamalarını öne çıkarmaktır. Özellikle son dönemde ortaya çıkan eğitimin paralı hale getirilmesine yönelik uygulamalar ile faşist eğitim programları somut hedefler haline getirilmesi gerekmektedir.
Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin varlık koşullarından yola çıkarak ve bu mücadelenin kimi hatalı eylemlerini gerekçe yaparak uygulanmak istenen faşist eğitim programı, toplumsal alandaki lümpen-arabesk kültür ortamıyla uyumlandırılmaya çalışılmaktadır. Futbol maçlarında görülen üniversite ya da fakülte imzalı faşist içerikli pankartlar, bu gelişmenin en tipik görünümleri olmuştur. Ama MHP'nin son kurultayında asılan aynı tür pankartlar gelişmenin yönünü gösterebilmektedir.
12 Eylül anayasası ile üniversitelerde YÖK aracılığıyla uygulanan depolitizasyonun, sadece devrimci ve ilerici politikalar için geçerli olduğunu hemen herkes bilmektedir. Faşist milislerin siyasal örgütlenmesi olan MHP kongrelerinde asılan pankartlar, bu açıdan oligarşinin amacını açıkça ortaya koymaktadır.
Faşist eğitim programı yanında, oligarşinin kendine bağlı ve kendisine ait özel üniversiteler kurmasına karşı da mücadele etilmek zorundadır. Bu üniversitelerin kuruluş amaçlarının kitlelere demagojik söylemle anlatılması, bu mücadelenin hedefini bu demagojinin açğa çıkarılması olarak ortaya koymaktadır. Özellikle bu özel üniversiteye girenlerin "çok kaliteli eğitim görecekleri" ve mezun olduklarında "işlerinin garanti olacağı" demagojisi kesinkes etkisizleştirilmek zorundadır. Bu ise, bir bütün olarak oligarşik yönetimini teşhiri demektir.
Özel üniversitelerin gerçek yüzünün açığa çıkartılması, aynı zamanda öğrenci gençliğin mücadelesini bölme çabalarının bertaraf edilmesi demektir. YÖK'ün son aldığı kararla yabancı dilde eğitimin sınırlandırılmasıyla birlikte, bu kararın özel üniversiteli kapsamayacağının açıklanması, bu mücadelenin ne denli gerekli olduğunu açıkça göstermiştir. Üstelik YÖK'ün bu kararının "kültür emperyalizmine karşı" alındığının ilan edilmesi, aynı zamanda kararın faşist niteliğini göstermektedir. (Bilineceği gibi, "kültür emperyalizmi" MHP'nin temel sloganlarından birisidir.)
Her koşulda, üniversite gençliğinin mücadelesi, bağımsız, demokratik bir ülke yaratılana kadar sürecektir. Demokratik halk devrimi ile yaratılcak böyle bir ülkede yaşamak ve eğitim görmek onurlu insanlar için gerçek olacaktır.
"Halk iktidarında, bireylerin bilimsel bilgi, gerçek ve demokratik kültür sahibi olmaları ve bunu sürekli olarak geliştirmeleri; toplumsal ve siyasal olaylarla ilgili olarak bilgilendirilmeleri; ekonomik, toplumsal ve siyasal oluşum ve gelişimin yasalarını kavramaları amacıyla, emeğin tüm değerlerin yaratıcısı olduğunun bilincinde, yurttaşlık hakkını koruyan ve kullanan, toplu yaşamanın ve üretmenin evrenselliğini bilen özgür bireyler olarak yetişmeleri için, her düzeyde eğitim ve öğretim parasız olacaktır.
Bu amaçla, emperyalizmin dayattığı ve oligarşinin yürüttüğü, tek biçimli ve emirlere kayıtsız şartsız uyan kullar yaratmaya yönelik, ezbere dayalı gerici eğitim sistemi kaldırılacak ve yerine, demokratik, çoğulcu, katılımcı ve üretime yönelik bir eğitim sistemi kurulacaktır (...)
Üniversiteler, gerçek bilimsel ve yönetsel özerkliğe sahip kurumlar haline getirilecektir.
Üniversite öğrencilerinin kendilerine ilişkin konularda söz ve karar sahibi olmalarını sağlamak ve eğitim planlamasına katılımları için, demokratik esaslara bağlı Öğrenci Temsilcileri Konseyleri oluşturulacaktır."
(THKC/HDÖ Demokratik Devrim Programı'ndan)