Aynı bildiride THKP-C/HDÖ Genel Komitesi'nin açıklaması, ”Emperyalizm ve oligarşiye karşı Öncü Savaşını kendi stratejik rotasın uygun olarak sürdüren THKP-C/HDÖ, halkın sırtından geçinen bu asalakları teşhir etmek ve yolsuzlukların hasır altı edilmesi çabalarına kamuoyunun dikkatini çekmek için 'EylülHarekâtı' düzenlemiştir.” denilerek sona eriyordu.
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi/Halkın Devrimci Öncüleri'nin 22-23 Eylül 1992 günü gerçekleştirdiği ”Eylül Harekâtı”nda aynı anda 33 silahlı eylem gerçekleştirilmiş ve bu eylemlerin temel hedeflerinden birisi de Emlak Bankası'ndaki yolsuzluklar olmuştur. Harekât'tan dört ay sonra gazeteler THKP-C/HDÖ'nin hedefleri arasında Emlak Bankası' nın iki Genel Müdürü Engin Civan ile Bülent şemiler olduğunu açıklarken, bu kişilerin özel polis korumasına alındığını duyuruyorlardı.
İşte Emlak Bankası'nın yolsuzlukları ile ünlü Genel Müdürlerinden Engin Civan geçtiğimiz günlerde gazetelerin baş sayfalarında yeniden boy gösterdi.
Engin Civan'ın ESKA şirketinin sahibi Selim Edes'ten aldığı 5 Milyon dolar (200 Milyar TL.) rüşveti geri vermediği ve bunun üzerine Selim Edes'in ”mafya babası” Alaattin Çakıcı'yla anlaşarak bu parayı ”tahsil” etmeye çalıştığı; ancak Engin Civan'ın bunu veremeyeceğini söylemesi üzerine Alaattin Çakıcı' nın adamları tarafından kurşunlandığı günlerce yazıldı, çizildi.
Hemen hemen hergün Civan olayının yeni bir bağlantısı gazete ve televizyonlarda yer alırken, sorunun ”sistem” sorunu olduğunu ve bu yüzden KİT'lerin ”özelleştirilmesi” gerektiği propagandası ortalığı kapladı. Ama hiç kimse bu olayların gerçek anlamda bir sistem sorunu olduğunu ve bu sistemin de emperyalizme bağımlı çarpık kapitalizmden kaynaklandığını söylemeye cesaret bile edemedi. Hatta Demirel televizyonlara çıkarak, bu olayların ”sistemden kaynaklanmadığını” söyleyerek, konunun sistem tartışmalarına kaymasını engellemeye çalıştı.
Evet, sorun bir sistem sorunudur ve temelinde ülkemizdeki düzen yatmaktadır. Bu düzenin 12 Eylül askeri darbesi koşullarında ”adam satın alma” politikasını devreye sokmasıyla birlikte, tarihinde görülmemiş bir yolsuzluk zinciri ortaya çıkmıştır. Mevcut düzenin bir bütün olarak çürümüşlüğünün bir ifadesi olan bu gelişme, aynı zamanda ülkemizdeki oligarşinin devlete bir bütün olarak egemen olmaya çalışmasının bir sonucudur.
12 Eylül sonrasında oligarşi devlete tümüyle egemen olabilmek için gerekli düzenlemeleri faşist generaller aracılığıyla yapmaya yönelmiştir. Bu alandaki temel amacı, düzen sınırları içinde hangi siyasal parti hükümet olursa olsun oligarşinin belirlediği politikaları uygulamayı sürdürmesini sağlamaktır. İşte 1982 Anayasası ile kendisini somutlayan bu amaç, devlet bürokrasisinde ”teknokratlar”a ağırlık verilmesini ve ekonomide oligarşinin politikalarının izlenmesi olarak belirginleşmiştir. Bu uygulamanın en temel unsuru ise, değişik toplumsal kesimlerden kendisine kadrolar devşirmektir ve bunun aracı ise ”adam satın alma”, yani ”rüşvet”tir. Engin Civan olayı bu yöndeki faaliyetin en belirgin uygulamasıdır.
Özal döneminin en belirgin özelliği olan adam satın alma politikası, oligarşi adına T. Özal'ın yürüttüğü bir politika olmuştur. Bu politikanın 1987'ye kadarki uygulamasında, yoğun bir ideolojik propaganda ile ilerici ve sol görünümlü aydınların oligarşiye yedeklenmesi öndeyken, 1987 sonrasında devlet kuruluşlarının ”teknokratlar” yönetimine geçirilmesi öne geçmiştir. ABD'den getirtilen Bülent şemiler ve Engin Civan ”Özal'ın prensleri” olarak bu uygulamanın simgeleri olmuştur.
Kurtuluş Cephesi'nin çeşitli sayılarında ele aldığımız bu olgular, salt ülkemize özgü olmayıp, kapitalizmin genel bir uygulaması olduğunu belirttik. Bu konuda Lenin'in şu belirlemeleri, hemen hemen tüm olayları açıklamak için yeterlidir:
Engin Civan olayındaki son gelişmeler, olayın yalın bir rüşvet olayı olmadığını, sürekli ifade ettiğimiz gibi, oligarşinin ”adam satın alma” politikasının olguları olduğu en açık biçimde ortaya çıkmıştır. Ve son olarak Dündar Kılıç'ın açıklamalarıyla, olayın içinde tüm Özal ailesinin olduğu tartışılmaz bir biçimde görülmüştür. Özellikle Semra Özal ile Efe Özal' ın ”borsa aracılığıyla” nasıl ”para kazandıkları” açıkça yazılıp çizilmektedir. Bu gerçeği Kurtuluş Cephesi'nin 10. sayısında şöyle ortaya koymuştuk:
Ancak 1987 sonrasında yoğunlaşan uygulamada Özal'ın oligarşi için yeni kadrolar devşirme politikası, giderek yeni bir rantiye tabakanın ortaya çıkartılmasına dönüşmesiyle birlikte, oligarşi içinde çelişkilerin keskinleşmesine neden olmuştur. Bu politikanın yeni versiyonunun en ateşli savunucusu olan Sabancı Holding, bir süre çelişkide etkin unsur olarak yer almışsa da, 1989 Yerel Seçimleri'nden itibaren oligarşinin diğer kesimlerinin istemleriyle uzlaşmak zorunda kalmıştır. Böylece Özal dönemi kendi içinde sona erdirilirken, Özal'ın Cumhurbaşkanlığına getirilmesiyle, politikanın daha farklı bir uygulamasına yönelinmek istenmiştir. Özellikle ANAP'ın başına getirilen Mesut Yılmaz, oligarşi içindeki uzlaşmaların bir ürünü olarak ve Özal döneminin ”aşırılıklarını” düzenlemek amacıyla devreye sokulmak istenmiştir. Ancak evdeki hesaplar çarşıya uymamış, Mesut Yılmaz ”kendisinden bekleneni” verememiştir.
İşte bu ortamda ortaya çıkan tüm yolsuzluklar ve rüşvet olayları, doğrudan doğruya oligarşinin politikalarının bir ürünüdür. Ama T. Özal'ın 1989 Yerel Seçimlerinden sonraki sözüyle ”kantarın topuzu biraz fazla kaçmıştır” ve bunun düzeltilmesi gerekli olmuştur. Bu durumda oligarşinin tercihi M. Yılmaz olmakla birlikte, olası bir DYP hükümeti de kendisi için özel bir sorun olmak durumunda değildir. Ve böylece 1991 Genel Seçimlerine gidilmiş ve sonucunda DYP-SHP koalisyon hükümeti kurulmuştur.
”Yolsuzlukların hesabını soracağız” diyerek hükümet olan DYP-SHP koalisyonunun hiçbirşey yapamayacağı daha baştan belliydi. Bu durumu Kurtuluş Cephesi'nin 9. sayısında şöyle ortaya koymuştuk:
Yolsuzlukların arkasında oligarşinin ”adam satın alma” politikasının on yılı aşkın bir uygulaması bulunduğundan, düzenin hangi partisi hükümet olursa olsun hiçbirşey yapamayacağı ortadadır. DYP-SHP koalisyon hükümetinin yolsuzluklar karşısında hiçbirşey yapamaması bir yana, bizzat kendileri oligarşinin ”adam satın alma” politikasının uygulayacıları ve uygulananları olmuştur. İSKİ, İlksan olayları bunun küçük bir bölümüdür.
Bugün Engin Civan olayını KİT'lerin özelliştirilmesi için kamuoyu oluşturmak için kullanmakta tereddüt etmeyen oligarşi, daha dün Özal aracılığıyla her türlü yasal çerçeveyi bir yana bırakarak talan etmeye yöneldiği KİT'leri, bu talan olayında kullandığı kişileri kullanarak, ama yasal çerçevede sürdürmeye yönelmiştir.
Olayın salt basında yer alan bölümleri bile, mevcut düzenin ne denli çürümüş olduğunu gözler önüne sermeye yetmektedir. Oligarşinin son on yıldaki has adamı Turgut Özal'dan başlayan zincirin, 12 Eylül faşist generallerinden, oligarşinin faşist milislerine; oradan KİT' lere ve MİT'e kadar uzanan uzun bir halka oluşturduğu ortaya çıkmıştır.
Basında spekülasyon türü haberler içersinde A. Çakıcı ve Ferhat Tüysüz'ün ”devlete yaptıkları değerli katkılar” ve bu katkıların MİT'le bağlantıları yer almıştır. Bu spekülasyon haberler içersinde bu faşist katillerin ASALA'ya yönelik yasa-dışı operasyonlarda yer aldıkları ve Avrupa'da açıklanmayan bazı işleri MİT adına yerine getirdiklerinden söz edilmiştir. Haberlerde geçen olayların gerçekliği fazlaca önemli değildir. Söz konusu olan faşist katillerin oligarşi tarafından çeşitli yasadışı işlerde ”taşaron” olarak kullanılmasıdır. Bu faşist katillerin, 1980 öncesinde oligarşinin faşist milis güçleri olarak yerine getirdikleri misyonu, günümüzde bir başka düzeyde sürdürmeleri hiç de şaşırtıcı değildir. (Bu konuda, MHP bağlantısı içersinde nelerin yapıldığını ve nelerin planlandığını, Kurtuluş Cephesi'nin 14. sayısında yayınlanan ”MHP, Ülkücüler, Bozkurtlar... RP, şeriatçılar, Tarikatçılar... Nereye Gidiyor?” yazısında bir bütün olarak inceledik.)
Sözün özü, sorun oligarşik yönetimdir ve çözümü de oligarşik yönetimin yıkılmasından geçmektedir.
Dipnot
[1*] Lenin: Emperyalist Ekonomizm, s: 54 [2*] Kurtuluş Cephesi: Yolsuzluk Dosyaları Açılıyor mu ?, S: 10, s: 14, Ekim 1992 [3*] Kurtuluş Cephesi: Yolsuzluk Dosyaları Ne Oldu ?, S: 9, s: 14, Ekim 1992