"Haber", "sanat çevreleri"ne "bomba gibi" düştü. "Türk çağdaş resmi"nin "yaşayan" ressamı Burhan Doğançay’ın "Mavi Senfoni" adını verdiği "tablo"su, 2,2 milyon TL’ye satıldı.
Satışı duyuran bir gazete, "Türk sanatı rüştünü ispatladı" manşetini atarken, bir başkası bu satışın "Türk modern çağdaş resminin ciddi bir şekilde yükselişte olduğunun göstergesidir" diye duyuruyordu.
Her ne denilirse denilsin, "Mavi Senfoni"nin 2,2 milyon TL’ye satılması, Doğançay’ın "eseri"nin "yüksek fiyatla alıcı bulması", kendisini "yaşayan en pahalı sanatçı" yapması pek çok kişinin ellerini ovuşturmasına "vesile" olurken, aynı zamanda tabloyu kimin aldığı da "büyük merak" konusu oldu.
İlk bakışta "kazanan" Doğançay görünmekle birlikte, haberlerin devamında, tablonun 1990 yılında 50 bin dolara (75 bin TL.) satıldığı, dolayısıyla "mülkiyet"inin Doğançay’a değil, satın alan "sanatsever"e ait olduğu ve onun kazandığı açıktı.
Ama "kim?" satın almıştı?
Müzayedeye kadar Doğançay tablolarıyla değişik sergiler düzenlemiş olan Eczacıbaşı grubu "alıcı" olarak "kulisler"de söylenmişse de, Eczacıbaşı’ndan yapılan açıklamayla bu spekülasyonlar sona erdi. Bir başka "sanatsever" almıştı!
Böyle bir durumda tüm "araştırmacı gazeteciler"in, böylesine yüksek fiyatla "Türk modern çağdaş resmi"ni kimin satın aldığını öğrenmek için koşuşturmaya başlamaları doğal olacaktı. Ancak tablonun kimin tarafından satın alındığına ilişkin ilk gerçek ve "teyit edilmiş" haber, Hürriyet’te ekonomi yazıları yazan Vahap Munyar’dan geldi. Ekonomi yazarına göre, tabloyu, Ülker "group"un en büyük "holding"i olan Yıldız Holding adına Murat Ülker satın almıştı. Ve böylece, "islami sermaye"nin en eski ve en etkili "group"u Ülker, Godiva’dan sonra ikinci "modern çağdaş" atılımını yapmış, "gerici" olmadığını dosta-düşmana göstermişti.
Her ne kadar "Taraf"ın "liberaller"i, "yeni yetme, özentili, görgüsüz Adanalı pamuk ağası"nın davranışına benzeyen bu "satın alma"yla fazlaca ilgilenmedilerse de, Murat Ülker gibi "islami sermaye"nin simgesi olan birisinin satın alması "haber değeri" taşıyordu.
Ve satışın ertesi günü "satın alan"a ilişkin bilgiler "medya"da yer almaya başladı.
İlk bilgi Doğançay’ın "Mavi Senfoni" tablosunu 1990 yılında satın alan kişiye aitti. Bu kişinin, Duran Doğan Basım ve Ambalaj Sanayi A.Ş’nin eski sahibi ve yeni küçük ortağı Oktay Duran olduğu açıklandı.
Oktay Duran, şirketini Ülker "group"un Yıldız Holding’ine satmıştı. İMKB verilerine göre, Duran Doğan ambalaj şirketinin hisselerinin %23,68’i Farmanak ambalaj şirketine aitti ve şirket yine Ülker’lere ait Yıldız Holding’in yavru şirketlerinden birisiydi. Şirketin küçük ortaklarından Oktay Duran’ın payı %8,3, Acemyan’ların (Dikran Mihran, Fotini, Dikran, Alexandre Acemyan’lar) payı ise %18 olarak görünüyordu.
Bir köşe yazarının sözüyle "satanla alan ortak çıktı"!
Açık anlatımıyla, Doğançay’ın "Mavi Senfoni" tablosu, "iki ortak" arasında "al gülüm-ver gülüm" ilişkisiyle spekülasyona konu edilmiştir.
Zamanının çoğunu Amerika’da geçiren Murat Ülker’in (dolayısıyla Ülkerlerin) böylesine "Türk modern çağdaş resme" gösterdikleri "ilgi", ilk bakışta "lahmacunla viski içen" eski tip Adanalı pamuk tüccarlarını çağrıştırmaktadır. Ancak müzayede sonrasında yürütülen "PİAR" çalışmaları, bunun basit bir "sonradan görmüşlük" olmadığını, arka planında "farklı" ilişkilerin ve çıkarların yattığını göstermektedir.
Bu farklı ilişki ve çıkarların bir bölümünü ressam Burhan Doğançay, "Mavi Senfoni"ye ilişkin bilgi verirken açıklar: "Bu tarihi bir resim. 1987 tarihli bir eser. O yıl Türkiye’de bienaller başlamıştı. İlk İstanbul bienalinde yer aldı bu resim. En büyük ebattaki tuvalim ‘Mavi Senfoni’ aslında Sultanahmet Camii’nin içini gösteriyor. Sultanahmet’i nasıl yaparım diye yıllarca düşündüm ve aklıma içindeki mavi İznik çinileri geldi. Bunları tuvale yansıttım. Osmanlı dönemini yansıtan en önemli eserim bu eser üzerinde iki-üç yıl düşündüm, iki-üç ayda bitirdim. Bu resmi 1987’de bir koleksiyonere sattım." Böylece "işin içinde", sadece "sanatseverlik" olmadığı, "islami sermaye"nin en gözde ismi ve AKP’nin baş finansatörü Ülkerlerin "manevi değerlere" verdikleri "önem" görünür olmaktadır. Ancak böylesi "manevi değerler", hiç de tefeci-tüccar sermayesinin yükselişine uymamaktadır. Paranın "dini, imanı olmaz" diyen, paranın "dini"nden söz edenleri "ırkçılık" yapmakla suçlayan Tayyip Erdoğan’ın, açıktır ki, Ülkerlerin "ambalaj sanayi"ndeki tekelleşmeleri içinde Acemyanlarla kurulmuş olan "para" ilişkisinden haberi vardır.
Diğer yandan, bisküvi ile işe başlayan, "domuz yağı içermeyen" bisküvileriyle "islam ülkeleri pazarı"na giren Ülker, İngiltere’nin eski ambalaj makineleriyle giderek "tekel" olmuştur. Bugün ambalaj sektörünün en büyüğü Yıldız Holding, yani Ülkerlerdir.
Öte yandan Burhan Doğançay’ın tabloları izlendiğinde, bunların büyük ölçüde "duvar kağıdı" ya da "ambalaj kağıdı" olarak kullanılabilir nitelikte olduğu hemen görülecektir.
Son olarak, bu türden "müzayedeler", hemen her durumda, vergi kaçırmanın ve "taraflar" arasındaki "haram para ilişkileri"nin örtüsü olmuştur.
Sonuçta B. Doğançay "yaşayan en pahalı sanatçı" unvanını alırken, kendisine bu unvanı bahşedenlerin "islami sermaye" ve onun ambalaj kesimi olduğunun da farkındadır. Bu farkındalıkla, son dönemde "islami" motiflere uygun ambalaj kağıtları "tablosu" üretmeye başlamıştır.
Şüphesiz, "islami sermaye"nin Godiva’yla başlayan "dışa" ve "seküler" açılımı ne ölçüde özü yansıtmıyorsa da, o ölçüde "paranın dini ve imanı olmadığı" gerçeğini de dışa vurur.
Bu müzayedeye ilişkin söylenebilecek son sözü, "eski klasik Türk ressamları" sergileriyle ünlü ve Murat Aksoy’un "dostu" Galeri Nev’in sahibi söylemiştir: "Bugünlerde özellikle spekülatörlerin üzerinde oynadığı isimlerin hiçbiri 10 yıl sonra olmayacak. Mesela Burhan Doğançay. Ama yanılıyor da olabilirim. Bu müzayedelerin çok başarılı geçmeyeceğini düşünüyordum, yanıldım. Bir moda var. Varlıklı kesim, parasını nereye harcayacağını bilmiyor, her sene değiştiriyor, bu yıl resme yatırım yapıyorlar. Ama neyi, niçin aldığını bilmeden. Bilinçli koleksiyonerler azaldı. Borsa gibi oynuyorlar. Sanat dediğimiz şey borsa değil ki! Sanatçı bir eserini niçin yaptığını unutur, para için yaparsa iş şirazesinden çıkar." Dünün tekelleşememiş burjuvazinin önde gelenleri, bugün, AKP iktidarıyla birlikte hızlı bir tekelleşmeye yöneldikleri bir ortamda, bu türden spekülasyonlar ve "olaylar" sıkça yaşanacaktır. Tıpkı bir aralar "Adanalı Sakıp Ağa"nın tablo koleksiyonculuğuna başlaması gibi!