Der: William J. Pomeroy
Marksizm ve Gerilla Savaşı
            VI. LATİN-AMERİKA
            V. ABD





[Türkçesi: William J. Pomeroy, Marksizm ve Gerilla Savaşı, Belge Yayınları, Eylül 1992, Birinci Baskı]

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
kurcep@gmx.net
Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında: Marksim ve Gerilla Savaşı (778 KB)

1.

Che Guevara, Küba Devriminden Alınacak Dersler

2.

Che Guevara, Gerilla Nedir?

3.

OLAS,

Genel Bildiri

4.

Fidel Castro,

OLAS Kongresi Söylevi

5.

Regis Debray,

Devrimde Devrim mi?

6.

Juan Rodriguez,

Venezüella: Barışçı Olmayan Yol

7.

Kolombiya:

Gerilla Hareketi Üzerine Tezler

8.

Alberto Gomez,

Kolombiya'daki Devrimci Silahlı Mücadele Ayracı

9.

Jose Manuel Fortuny,

Guatemala'da Devrimci Taktikler

10.

Jose Cuello ve Asdrubal Donimquez

Latin-Amerika Devrimine Dominiklilerin Bakışı
11.

Luis Corvalan,

Latin-Amerika'da Anti-Emperyalist İttifak
 

Henry Winston,

Amerikalıların Özgürlüğü İçin Devrimci Mücadele













      VI. LATİN-AMERİKA
     

      Latin Amerika için gerilla savaşı, Asya'da olduğu gibi yeni bir mücadele biçimi değildi. 1920'lerde ve 1930'larda Nikaragua'da Sandino ve Brezilya'da "Prestes Kolu"nun başındaki Luis Carlos Prestes gerilla önderleri olarak efsanevi bir büyüklüğe sahiptiler. Meksika devrimi süresince daha önceki ünlülerden Pancho Villa ve Zapata'nın, 1915'de Haiti'de Amerikan denizcileri adaya çıktıklarında Charlemagne Peraulte'nin yolunu izlediler. Yüz yıl kadar önce Haiti'de Fransızlara karşı Toussaint L'Ouverture'ün yönettiği gerilla mücadelesi epik stildeydi.
      Latin Amerika gerilla hareketleri 1959'da Küba Devriminin zaferiyle dikkatleri çekmiştir. Fakat bu olayın etkisinden çok önce, birçok Latin Amerika ülkesinde komünistler gerilla savaşlarını ve birçok silahlı halk mücadelesi biçimlerini örgütlemiş ve desteklemişlerdir: Kolombiya'da 1946'dan sonra (La Violencia diye bilinen dönem. Hareketi bastırmak için gericiler 200.000 insanı öldürmüşlerdi.) Paraguay'da 1947'de iç savaş boyunca ve 1958-60 arasındaki geniş gerilla savaşında, Venezüella'da 1928 ve 1958'de, Bolivya'da 1950'lerde kalay madencilerinin tekrarlanan silahlı savunma eylemleri boyunca, Guatemala'da 1954'deki emperyalist karşı-devrime karşı direnişte bunun örneklerine rastlamak mümkündür.
      Şu halde Latin Amerika'daki gerilla taktiklerini Küba'daki 26 Temmuz hareketi başlatmış değildir. Bu hareket, Küba koşullarına uygun olduğu kanıtlanmış bir gerilla savaşı biçimini teşkil eder. Bununla birlikte, bu hareketin, işçi ve köylülerle ittifak halindeki köklenmiş küçük burjuva öğeleri tarafından yönetilmesi olgusu, Latin Amerika'da yeni bir devrimci birikimin varlığını (sayfa 348) ortaya koymuştur. Bu, azimli bir devrimci mücadeleyle neler başarılabileceğinin bir örneğini teşkil etti ve anti-emperyalist mücadelenin strateji ve taktikleri üzerindeki ihtilafları, kıta ölçüsünde hızlandırdı.
      Latin Amerika'daki bu ihtilaf, silahlı mücadeleyi savunanlarla barışçı mücadeleyi savunanlar arasındaki tartışmalardan biri değildir. Che Guevara ve Fidel Castro tarafından yönetilen ve sonra ayrıntılı bir teori halinde işlenen türdeki mücadelenin hararetli hayranları bunu, bazen böyle yorumlamışlardır. Yine bazen, Latin Amerika'da harekete getirilen yeni anti-emperyalist güçlerin niteliği, Latin Amerika Komünist Partilerindeki eski Marksist-Leninistlerin bu anlamdaki eleştirilerine yol açmıştır. Bununla birlikte. aslında, Latin Amerika Komünist Partilerinin hiçbiri, gerilla türündeki ya da başka türdeki silahlı mücadeleyi yadsımazlar ve pek çoğu bunu yürütmeyi, ya da örgütsel hazırlığını yapmayı üzerlerine almışlardır. Gerçekte. devrimci teori ve pratiğin incelenmesini zorunlu kılan bu tartışma, silahlı mücadelenin ne zaman kullanılması gerektiği ve zamanı geldiğinde nasıl kullanılacağı üzerindeydi. Aşağıdaki yazılar, bu tartışmada yer alan türlü tutumları belirtmek amacıyla seçilmiştir. Genellikle seçmeler, aktif olarak Latin Amerika'daki gerilla ya da diğer tür silahlı mücadeleleri ele a1an makalelerle sınırlıdır; fakat silahlı mücadeleyi aktif olarak üstlenmeyen partili komünistler de, buraya alınmış olan OLAS bildirisinin formüllendirilmesine yardımcı olunuşlardır.
      Son yıllarda Latin Amerika'daki en önemli sorun, gerilla mücadelesinin devrimci ortamla bağıntısı sorunu olmuştur. 1959'dan (yani Küba zaferinden) beri kıtada gerilla savaşlarının yapıldığı ülkelerden hiçbirinde gerçekten devrimci bir ortamın bulunmadığı söylenebilir .Gerilla mücadelesinin devrimci bir ortam yaratabileceği, (sayfa 349) Che Guevara'nın inancıydı. Öte yandan başkaları da, gerilla eyleminin, devrimci sürecin elde edilmesinin, ancak bir cephesi olduğuna inanıyorlardı. Bu; 1964-66'da Andamanca bölgesi köylüleri arasında Komünist olmayan sol devrimci hareket tarafından yönetilen bir gerilla eylemi geliştiği sırada, Peru'da hakim olan inançtı. Bu hareket sırasında Peru Komünist Partisi, bir yandan gerilla mücadelesini desteklerken, bir yandan da onun sınırlamalarına işaret etmekte, bu mücadeleyi, "köylülerin toprak için yaptıkları bitmez tükenmez mücadelenin yeni bir biçimi" olarak tanımlamaktaydı. Fakat şunu da belirtiyordu ki, "Köylülerin toprak için yaptıkları mücadele, halkın, ülkenin demokratik ve milliyetçi bir değişimi için yaptığı mücadelenin bir parçası olmadıkça, başarıya ulaşamaz... Gerilla hareketinin, gelişebilmek için, şehirsel kitle hareketlerinin yalnız sempatisine değil, aynı zamanda desteğine ve dayanışmasının da ihtiyacı vardır."
      "Gerilla hareketinin kendi başına devrimci bir ortam oluşturamayacağını" kabul ettikten sonra Peru Komünistleri, "Bugün belirli nesnel etmenler gerilla hareketini kolaylaştırmakta ise de, önderler en başta şu noktaların önemini zihinlerine yerleştirselerdi, bu hareket çok daha başarılı bir şekilde gelişebilirdi:
      (a) Harekete girişmek için en uygun siyasal ortamın seçilmesi,
      (b) Aynı amaca yönelen bütün devrimci güçlerle, tam zamanında, azami bir eylem bir1iği sağlanması."
      Peru Komünist Partisinin bu önergesi, 1965 Ekiminde kabul edildi, 1966'da Peru'daki gerilla hareketi Birleşik Devletlerin yönettiği askeri eylemle bastırıldı.
      Che Guevara'nın gerilla teorisinin Bolivya'daki ilk (sayfa 350) önemli denemesi, gerillaların yenilgisi ve 1967 Ekiminde Guevara'nın trajik ölümü ile sonuçlandı. Guevara'nın, gerillaların, Küba koşulları içerisinde olduğu üzere, Bolivya köylülerinin desteğini kazanamadığını teslim etmiş olduğu bildirilmiştir. Bolivya Komünist Partisi yöneticilerinin görüşüne göre, "gerillalar eylemlerine, gelişmeleri için vazgeçilmez olan siyasal ve toplumsal etmenlerin, tam bir değerlendirmesini yapmadan başladılar ve henüz olgunlaşmadan bir varlık göstermeye kalkıştılar." Bununla birlikte Bolivya'daki aksilik, Bolivya Komünistlerinin belirttikleri gibi, gerilla mücadelesi kavramının kendisini hükümsüz kılmamıştır. Peru'daki buna benzer terslik için de aynı şey söylenebilir. Gerçekten, koşulların mücadeleyi gerektirdiği ülkelerde bütün Latin Amerika Komünist Partileri, silahlı mücadele hazırlıklarına daha büyük bir önem vermişlerdir.
      Havana'daki 1967 OLAS Kongresindeki tartışmaların gösterdiği gibi, bu durum, barışçı mücadele biçimlerinin makul bir şekilde, ciddi ekonomik, sosyal ve siyasal değişiklikler yapabilecek anti-emperyalist halk hükümetlerinin teşkil edilmesini sağladığı belirli ülkelerdeki komünistlerin tutumu ile dengelenmiştir. Şili askeri "goril" öğelerinin emperyalist müdahalesi tehlikesi bilinmekle birlikte, Şili bu ülkelerden biri olarak kabul edilmiştir. OLAS Kongresi Latin Amerika'daki devrimci güçler arasında ortak yaklaşımlar ve anlayışlar sağlanması için gösterilen ilk çabalardan ancak bir tanesi idi.
      Bu kitaba, Latin Amerika'daki radikal küçük burjuva görüşünü yansıtan ve Che Guevara'nın örgütlemiş (sayfa 351) olduğu talihsiz gerilla grubuyla ilişki kurduğu için Bolivya'da hapse atılan Fransız yazarı Regis Debray'in bir eserinden seçme alınmıştır. Debray Latin Amerika hareketinin lehinde konuşmadığı halde yazıları genel ihtilaf içinde bir tarafı desteklemek üzere kıtada ve başka yerlerde revaç bulmuştur. Debray'in oldukça dogmatik formüllendirmelerinin, çoğu kez kendi adlarına konuştuğunu sandığı Kübalı önderlerin beyanlarından ayırdedilmesi gerekir. Örneğin Che Guevara, "Mücadele halindeki dünyamızda" diyordu, "sınırlı amaçların elde edilmesi için yapılacak eylemin taktik ve yöntemleri ile ilgili bütün ihtilaflar, başkalarının kanaatlerine, hakkettikleri saygıyı göstererek incelenmelidir. Büyük stratejik amacımızı gözönüne alarak, emperyalizmin silahlı mücadele yoluyla tamamen yok edilmesinden vazgeçmemeliyiz."[1] Dabray'in eleştirilerine göre, Guevara'nın mücadeledeki taktikler konusundaki fikirleri, özellikle Latin Amerika ülkelerindeki özel koşulların farklılığını dikkate almaksızın, 26 Temmuz Küba hareketinden sonra örneklenen Latin Amerika gerilla savaşı modelinin bütün kıtada benimsenmesi gerektiğini ileri süren teorisi Marksist-Leninist tutumla çelişkiliydi. Debray'in tezindeki böyle bir modelin başlıca özellikleri arasında: çekirdeğinde Part'yi bulunduran gerilla gücünün (ya da foco'nun), öncü rolünü oynayarak, kurulmuş siyasal partilerin yerine başka birşeyi geçirmesi ya da kendi geçmesiyle (aslında bu Latin Amerikan Komünist Partilerine yöneltilen bir düşmanlıktı) askeriyeye, siyasete nazaran öncelik tanıması; halkla bağıntı kurmaktan çekinmek ve onlara güvenmemek üzere, gerillaların "güvenliği" adına, sadece gerilla gücünün önemini hesaba katarak düşünme eğilimi taşıması; şehirdeki (sayfa 352) işçi sınıfı hareketlerini küçümseyerek, bütün önemi kırsal alanlardaki gerilla savaşına vermesi; mücadeleye katılan yaşlıların yadsınması nedeni olmak üzere, eski devrimcilerin silahlı mücadele dışındaki mücadele biçimlerine fazla alışık olmaları gerekçesiyle, gençlik ve gerilla hayatına fiziksel uygunluk gibi biyolojik bir etmen üzerinde önemle durması bulunmaktadır.
      Debray'i ve taraftarlarını yadsımış olan Latin Amerikan komünistlerinden, silahlı mücadeleyi 20 yıl boyunca yönetmiş olan Kolombiya Komünist Partisinin fikirleri kayda değer: "Latin Amerika'nın tarihsel ve devrimci birliği yadsınamaz. Bu birlik bizden, herşeyden önce ülkelerimizdeki hareketlerin işbirliğini ve dayanışmasını ister. Fakat bu, her ülkenin tek ve aynı stratejiyi izlemesini gerektirmez. Kıta ölçüsündeki devrimin gerçek ilkesi, mücadeledeki ve görüşlerdeki ortak etmenler dizisi olarak anlaşılmalıdır. Fakat bu mücadele, İspanya'nın bağımsızlık savaşıyla bir tutulmamalıdır. Çünkü o zamandan beri geçen bir buçuk yüzyıllık bir ekonomik ve siyasal gelişme içerisinde Latin Amerika ulusları şekillenmiş ve kendine özgü karakteristiklere sahip olmuştur."[2]
      Gerilla gücünün devrimin siyasal görevlerini tamamlaması gerektiği iddiasına gelince, bu konuda Kolombiya Komünist Partisi şunları söylemiştir: "Bu anlayışla Komünist anlayış arasında açıkça bir uçurum bulunmaktadır. Gerçekte bu anlayış, devrimci harekette işçi sınıfının rolünü yadsıma eğilimi gibi, ideolojik ve siyasal görüşleri proletaryanınkine taban tabana zıt olan devrimci elemanların görüş açısını ifade etmektedir... Ülkemizde Komünist Partisi, devrim ve devrimin gelişimi (sayfa 353) konusunda, proleter, Marksist-Leninist görüşü temsil etmektedir. Bu fikirleri tamamen veya kısmen paylaşan ve bunlar için çarpışan devrimci, ilerici, demokratik diğer güçler de vardır. Devrimci mücadelenin, komünistlerle diğer proleter olmayan güçler arasındaki ittifak, anlayış ve herşeyden önce eylem birliği ile yürütülmesi gereğinin nedeni budur. Biz buna 'Yurtsever Cephe' diyoruz. Hatta sonunda bu güçlerle birleşme imkanını bile engellememeliyiz. Devrimci hareketin zafere ulaşması ve Komünist Partinin de, diğer partilerin de, birleşmeksizin yer alacağı yeni bir toplum kurması şıkkı da mevcuttur. Bunu, her bir gücün, şu veya bu bağıntıdaki durumuyla, mücadelenin kendisi belirleyecektir."[3]
      1967 Ağustosunda, Havana'daki OLAS Kongresinde tutumunu ortaya koyan San Salvador Komünist Partisi, belirli ortak özellikler dolayısıyla (ortak bir emperyalist düşman, ortak bir kapitalist gelişim eğilimi, kitlelerin devrimci eyleminde nispeten zamandaş bir med-cezir gibi) bütün Latin Amerika'yı kapsayacak stratejik bir devrimci anlayış için çalışmalar yapılmasının pekala mümkün olduğunu kabul etmiş, fakat bu durumun fazla basitleştirilmesi tehlikesini de belirtmişti: "Birleşik Devletler emperyalizmi ile Latin Amerika halkları arasındaki çelişkinin kesinliğine rağmen, kıtamızdaki devrim, önce ve en başta, sınıf mücadelesinin gelişiminden doğan bir 'iç' süreçtir. Bunu hesaba katmaktaki başarısızlık, Latin Amerika devriminin 'içteki' sınıf mücadelesinden doğmayıp, sadece halkın emperyalizmle çatışmasının sonucu olan -ki, bu çatışmanın objektif ön koşulları daima mevcuttur, oysa sübjektif koşulları, bir grup devrimci tarafından başlatılan silahlı mücadelenin yaratması gereklidir- tamamen tek düze bir süreç olduğu zannını uyandırmıştır. Bu (sayfa 354) stratejik anlayış zorunlu olarak askeri ve siyasal nitelikte yanlışlara yol açar."
      San Salvador Komünist partisi böyle bir anlayışa karşı çıkarken, aynı zamanda emperyalizmle mücadele edenlerin hepsini birleşmeye sevketmiştir. Görev, teorik çalışmalarımız için, diğer devrimci güçlerin ve öncelikle sosyalist, hatta Marksist.Leninist olduklarını iddia edenlerin ortak çabaya katılmalarını sağlayacak uygulama biçimleri bulmaktır. Bu kişilerin Marksizm-Leninizm sadakatlerini ilan etmekteki dürüstlüklerini araştıracak yerde, sadece ortak eyleme değil, aynı zamanda ortak teorik çalışmaya da katılmalarını sağlamalıyız."[4] (sayfa 355)







      1.
      KÜBA DEVRİMİNDEN ALINACAK DERSLER
     
      Ernesto Che Guevara
     
      Küba halkının Batista diktatörlüğüne karşı kazandığı silahlı zafer, dünya gazetelerinin naklettikleri gibi, sadece bir kahramanlığın zaferi değildi. Aynı zamanda, Latin Amerika halk kitlelerinin yönetimine ilişkin eski dogmalarda bir değişikliği zorunlu kılmış ve halkın gerilla savaşı yoluyla, kendilerini ezen bir hükümetten kurtulma yeteneğini açıkça göstermişti.
      Küba Devriminin Amerika'daki devrimci hareketlerin yönetimine şu üç temel dersi eklediği kanısındayız:
      1. Halk güçleri orduya karşı bir savaşı kazanabilir.
      2. Devrim yapmak için bütün koşulların hazır olmasını beklemek zorunlu değildir, ayaklanma bu koşulları yaratabilir,
      3. Az gelişmiş Amerika'da kırsal bölgeler silahlı çarpışma için temel alanlardır.
      Bu üç önermeden ilk ikisi, eylemsiz kalan ve profesyonel bir orduya karşı hiçbir şey yapılamayacağı bahanesine sığınan, onları harekete geçirmeye çalışmaksızın oturup, bütün zorunlu objektif ve sübjektif koşulların herhangi bir şekilde kendiliğinden ortaya çıkmasını bekleyen devrimcilerin ya da sahte devrimcilerin bozguncu tutumlarını nakzeder. Başlangıçta bu sorunlar (sayfa 356) Küba'da tartışma konusuyken, olaylar durumu ortaya koyuncaya kadar, muhtemelen bütün Amerika'da da pek çok tartışılmışlardır.
      Tabii devrim için gereken bütün koşulların gerilla eylemiyle verilecek bir itme ile yaratılacağı düşünülmemelidir. Zorunlu bir minimum olmaksızın, ilk merkezin kurulması ve sağlamlaştırılmasının uygulanamayacağı daima hatırda tutulmalıdır. Halk bir iç çatışma içerisindeyken, toplumsal hedefler için çarpışmayı sürdürmenin faydasızlığını açıkça görmelidir. Baskı güçleri yürürlükteki kanunlara karşı iktidarlarını sürdürmeye kalkıştıklarında, barış zaten yıkılmış demektir. Bu koşullar altında halkın memnuniyetsizliği kendini daha aktif biçimlerle ortaya koyar. Bir direnme tutumu, sonunda, başlangıçta yetkililerin tahrik ettiği bir çarpışmanın patlak vermesiyle billurlaşır. Hükümetin iktidarı -hileli olsun, olmasın- halk oyuyla elde ettiği ve hiç olmazsa anayasaya uygunluk görünüşünü koruduğu yerlerde, barışçı mücadele olanakları henüz tüketilmediğinden, gerilla güçleri harekete geçirilemez.
      Üçüncü önerme stratejinin temelidir. Bu, köy halkının Amerikanın bütün az gelişmiş bölgelerindeki hayata büyük katkısını tamamen unutarak, dogmatik bir şekilde, kitlelerin mücadelesinin şehir hareketlerinde merkezlenmesini savunanlar tarafından kaydedilmelidir. Şüphesiz şehirdeki örgütlü işçi kitlelerinin mücadeleleri küçümsenmemelidir. Fakat bunların silahlı mücadeleyi benimseme konusundaki gerçek olanakları, bizim kuruluşlarımızda bulunması adet hale gelmiş garantiler havada kaldığı veya bilmezlikten gelindiğinde, dikkatle incelenmelidir. Bu koşullar altında, yasadışı işçi hareketleri çok büyük tehlikelerle karşılaşır. Bunlar silahsız ve gizli olarak iş görmelidirler. Açık bir kırlıkta durum çok zor değildir. (sayfa 357)
      Bastırıcı güçlerin erişemeyeceği bu yerlerde ahali de, silahlı gerillalar tarafından desteklenebilir. (sayfa 358)
     
      [Ernesto Che Guevara, Guerilla Warfare, Monthly Review Press, New-York, 1961, s. 1-2.]





      2.
      GERİLLA NEDİR?
     
      Ernesto Che Guevara
     
      Gerilla en üstün derecede bir kurtuluş savaşçısıdır. Halkın kurtuluş mücadelesinde öncü savaşçılar olmak üzere halktan seçilir. Gerilla savaşı, çoğu kez sanıldığı gibi, küçük çapta bir savaş ya da güçlü bir orduya karşı gruplaşan bir azınlığın yönettiği bir savaş değildir. Hayır; gerilla savaşı hüküm süren baskıya karşı bütün halkın savaşıdır. Gerilla hareketi onların silahlı öncüsüdür, gerilla ordusu bir bölgenin veya ülkenin bütün halkını içine alır. Kuvvetinin ve iktidar bastırmak için ne yaparsa yapsın, sonunda zafere ulaşmasının nedeni budur, yani gerillanın temelinin ve dayanağının halk olmasıdır. Küçük silahlı grupların, araziye ne kadar alışkın ve ne kadar hareketli olurlarsa olsunlar, tam donatımlı bir orduyu örgütlü bir şekilde sıkıştırmayı, böyle güçlü bir yardım olmaksızın sürdürebilecekleri düşünülemez. Deneyler göstermiştir ki, bütün haydutlar, bütün eşkıya çeteleri, sonunda merkezi iktidara yenik düşerler ve hatırda tutulmalıdır ki, bu haydutların eylemi bölge halkına çoğu zaman gerçek gerilla eyleminden daha önemli gibi görünür. Yani, tam anlamıyla onun bir karikatürü olsa da bir kurtuluş mücadelesi izlenimini uyandırır.
      Gerilla ordusunun, ya da en üstün haliyle halk ordusunun her üyesi, dünyanın en iyi askerinin niteliklerine sahip olmalıdır. Ordu sıkı bir disiplin uygulamalıdır. (sayfa 359) Köhnemiş askeri hayatın formalitelerinin, gerilla hareketine tekabül etmemesi, topuk vurarak ya da hararetle selamlamanın, secdeye gelerek üstlere tekmil vermenin bulunmayışı, bir hayal gücü genişliğiyle disiplinsizlik olarak yorumlanır. Gerilla disiplini bireyin kendi içindedir, derin inancından ve sadece, bir üyesi olduğu silahlı grubun etkililiğini muhafaza etmek için değil, aynı zamanda kendi hayatını korumak için üstlerine itaat etme gereksinmesinden doğmuştur. Ordudaki bir askerin herhangi küçük bir dikkatsizliği en yakındaki arkadaşı tarafından kontrol edilir. Her askerin başlı başına bir birim teşkil ettiği gerilla savaşında ise bir hata öldürücü olabilir. Hiç kimse dikkatsiz olamaz. Hiç kimse hem kendinin, hem arkadaşlarının hayatı tehlikede olduğu için, en ufak bir yanlışlık bile yapamaz. Bu gayri resmi disiplin çoğunlukla göze çarpmaz. Bu konuda bilgisi olmayan bir kimseye, üst dereceli subaylara gayet etraflı saygı gösterme sistemi dolayısıyla, nizami bir asker, bir gerilladan çok daha disiplinli görünür. Herhangi bir gerilla, önderinin talimatını basit ve canlı bir saygıyla yerine getirir. Bundan başka, kurtuluş ordusu, insanın en küçük bir zaafına bile yer vermeyen kusursuz bir ordudur. Baskı unsurlarına, bireylerin bir kışkırtmaya kurban olmalarını önleyecek istihbarat servisine sahip değildir. Etkili güç, kendi kendini kontroldür, sıkı bir görev ve disiplin bilincidir.
      Disiplinli bir asker olmanın yanı sıra, gerilla fiziksel ve zihinsel olarak çok çeviktir. Durgun bir gerilla savaşı düşünülemez. Gece, bu savaş için biçilmiş kaftandır. Arazi hakkındaki bilgisine dayanarak, gerilla geceleri harekete geçer, mevzilenir, düşmana hücum eder ve çekilir. Bu, eylem alanından çok uzağa çekilmesi demek değildir, sadece çekilme çok süratli olmalıdır. Düşman bütün bastırıcı güçlerini derhal hücum edilen noktada yoğunlaştıracak, hava bombardımanına başlayacak, alanı (sayfa 360) kuşatmak için tedbirli birlikler ve aldatıcı mevziler tutmak için askerler gönderecektir. Gerillalar ise sadece, düşman için bir cephe teşkil etmekle yetinirler. Kısa bir mesafe geri çekilip düşmanı bekleyerek, hücum edip yeniden geri çekilerek özel görevlerini yerine getirmiş olurlar. Böylece bir kaç saat, nihayet birkaç gün içinde ordunun gücü tüketilebilir.
      Halk askerleri, elverişli bir anda pusudan hücum ederler. Gerilla taktiklerinde başka temel aksiyomlar da vardır. Arazinin bilinmesi bir zorunluluktur. Gerillanın hücum alanına alışkın olması ve aynı zamanda bütün bağlantıların, geri çekilme yollarını, çıkmazları, dost veya düşman olanların evlerini, yaralı bir arkadaşın gizlenebileceği ya da geçici bir kamp kurulabilecek en emin yerleri bilmesi gerekir. Başka bir deyimle, eylemin sahnesini avucunun içi gibi bilmelidir ve bu mümkündür de. Çünkü halk, gerilla ordusunun büyük çekirdeği, her eylemin arkasındadır. Alanın sakinleri, taşıyıcılar, haberciler, hemşireler, yeni takviye kaynaklarıdır. Kısacası silahlı öncülerine çok önemli yardımcılar sağlarlar.
      Fakat bütün bunlar karşısında, gerillanın milyonlarca ihtiyacı karşısında, "Niçin savaşıyorsunuz?" diye soranlar olabilir. Bu sorunun yankılanan cevabı şudur: "Gerilla, bir sosyal reformcudur. Gerilla halkın kendini ezenlere karşı öfkeli bir protestosu olarak silaha sarılır. Gerilla, silahsız kardeşlerini boyun eğmeye ve yoksulluğa mahkum eden sosyal sistemi değiştirmek için savaştır. İdarenin belirli bir andaki özel koşullarına karşı çıkar ve durumun izin verdiği nispette, bütün gücüyle idarenin kalıplarını parçalamaya azimlidir. (sayfa 361)
     
      Granma'da basıldığı gibi (İngilizce basımı), Havana, 3 Aralık 1967.





      3.
      OLAS:
      GENEL BİLDİRİ
     
      Bu kongre, kıtadaki mevcut koşulların derin ve etraflı bir analizinden ve devrimci hareketlerin ana sorunlarını ideolojik olarak açıklığa kavuşturduktan sonra şu sonuçlara varmıştır:
      Latin Amerika, toprak sahipleriyle ayrılmaz bir işbirliği halindeki ve ülkelerimizde denetleyici bir oligarşi teşkil eden zayıf burjuvazinin varlığı ile nitelenen sarsıntı koşulları altında bulunmaktadır. Artan boyun eğme ve bu oligarşinin emperyalizme hemen hemen mutlaka bağımlılığı; kıtadaki güçlerin bir yanda oligarşik emperyalist ittifak, öbür yanda halklar olmak üzere kesin bir şekilde kutuplaşmasına sebep olmuştur. Halklar gelişebilmek ya da savaşı başlatmak için sadece doğru bir yöneticiliğin, devrimci öncülerin yol göstermesini bekleyen büyük bir güce sahiptirler.
      Bu güç, şehirlerdeki ve kırsal bölgelerdeki proleter kitlelerin, yoksul ve fazlasıyla sömürülen köylülerin, genç aydınların, büyük bir mücadele geleneğine sahip öğrencilerin, orta tabakanın gücüdür. Hepsi maruz kaldıkları sömürünün yarattığı ortak duygu ile birleşmişlerdir.
      Bütün kıtadaki ekonomik, sosyal ve siyasal sistemin tüm yapısının içinde bulunduğu bunalım ve halkın isyankarlığı karşısında emperyalizm, tarihin akışını durdurmayı boşuna amaçlayan kıta ölçüsünde bir baskı stratejisi planlamış ve geliştirmiştir. Amerikan emperyalizminin hedefi sömürgeci ve yeni-sömürgeci sömürü ve egemenlik sistemlerini devam ettirmektir. (sayfa 362)
      Bu durum, gerici şiddete karşılık olarak devrimci şiddetin ipini koparmasını ve gelişmesini tayin ve emreder. Halk mücadelesinin en yüksek ifadesi olan devrimci şiddet yolu, tek yol değildir. Fakat emperyalizmin yenilmesi için en somut ve en dolaysız imkandır. Devrimciler kadar halk da, bu gerçeği tasdik etmiş ve bunun sonucu olarak da oligarşilerin bürokratik-askeri mekanizmasını ve emperyalizmin iktidarını yok etmek için silahlı mücadeleyi başlatıp, geliştirmek ve doruğuna vardırmak gereğini kavramıştır.
      Bir çok ülkelerde şehirlerdeki halkı ezmek için profesyonel orduların bulunmasına ve teknik yöntemlerin özel bir biçimde uyarlanmasına (ki üstelik. bunlar olağan olmayan bir savaşa uygun düşmemektedir) ilaveten kırsal alanlarda egemen olan özel koşullara, elverişli topografya ve toplumsal temelin devrimci potansiyeli gerilla savaşının, silahlı mücadelenin temel biçimini teşkil ettiğini, devrimciler için en iyi bir okul ve onların tartışılmaz öncüsü olduğunu gösterir.
      Bazı ülkelerde yapılmakta olan, diğer bazılarında kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelen, geri kalanlarında geleceğin bir umudu olarak beklenen devrim; anti-oligarşik hedefleri içerisinde, iyi tanımlanmış anti-emperyalist bir karaktere sahiptir.
      Kıtadaki halk devriminin başlıca amacı, bürokratik-askeri devlet mekanizmasını yok etmek ve bunun yerine mevcut ekonomik ve sosyal rejimi değiştirmek üzere silahlı halkın geçmişini sağlamak yoluyla, iktidarın ele geçirilmesidir. Bu amaca sadece silahlı mücadele yoluyla ulaşılabilir. Mücadelenin gelişimi ve örgütlenmesi, hareketin yürütüleceği doğru yerin ve en uygun örgütleme yöntemlerinin seçilmesine bağlıdır.
      Küba Devriminin verdiği ders, son yıllarda bütün dünyadaki devrimci hareketlerden edinilen deneyler ve (sayfa 363) Bolivya'da, Venezüella'da, Kolombiya'da ve Guatemala'da gittikçe büyüyen bir silahlı devrimci hareketin yürütülmekte olması şunu gösterir ki, halkın silahlı mücadelesinin gerçek bir ifadesi olan gerilla savaşı, ülkelerimizin pek çoğunda, yani kıta ölçüsünde devrimci savaşı yürütmenin ve geliştirmenin en etkili yöntemi ve en uygun biçimidir.
      Bu özel durumda, halkın birlik halinde olması, hedeflerinin aynı olması, aralarında görüş birliği bulunması ve mücadeleyi yürütmek için birleşme eğilimi taşımaları, emperyalizmin kıta ölçüsünde geliştirdiği stratejiye karşı çıkarılması gereken ortak stratejiyi karakterlendiren öğelerdir. Bu strateji kesin ve açık bir dayanışma gerektirir. Bu dayanışmanın en önemli karakteristiği, kıtaya yayılan ve öncü birliklerini gerillaların ve kurtuluş ordularının teşkil ettiği devrimci mücadelenin kendisidir.
      Biz, kıtada egemen olan koşulların bilincinde ve Amerikan emperyalizmi tarafından yönetilen genel bir karşı-devrimci mücadelenin varlığının farkında olan Latin Amerika halklarının temsilcileri,
     
      BEYAN EDERİZ Kİ:
     
      1. Devrim yapmak, Latin Amerika halklarının hakkı ve görevidir.
      2. Latin Amerika'daki devrimin en derin tarihsel kökleri 19. yüzyılın Avrupa sömürgeciliğine ve bu yüzyılın emperyalizmine karşı girişilen kurtuluş hareketlerinde bulunmaktır. Amerika halklarının destansı mücadelesi ve halkımızın önceki on yıllarda emperyalizme karşı yürüttüğü sınıf savaşları, Latin Amerika devrimci hareketinin ilham kaynağını teşkil eder.
      3. Latin Amerika'daki devrimin özü, emperyalizmle burjuva ve toprak sahibi oligarşilere karşı çıkmasıdır. (sayfa 364) Dolayısıyla, Devrim ulusal bağımsızlık, oligarşilerden kurtulmak ve ekonomik ve sosyal gelişmeyi tamamlamak üzere sosyalist bir yola girmek için yapılan bir mücadele niteliğindedir.
      4. Latin Amerika devrimci hareketini, Marksizm- Leninizm ilkeleri yönetir.
      5. Latin Amerika Devriminin temel yolunu, silahlı devrimci mücade1e teşkil eder.
      6. Bütün diğer mücadele biçimleri, bu temel yolu geliştirmek ve geciktirmemek koşuluyla kullanılmalıdır.
      7. Kıtadaki ülkelerin çoğu için silahlı mücadelenin örgütlenmesi, başlatılması, geliştirilmesi ve tamamlanması sorunları, devrimci hareketin ivedilikli ve temel görevini teşkil eder.
      8. Bu görevin yakın planlamaya alınmadığı ülkeler, bunu yine de kaçınılmazlıkla devrimci mücadelelerinin gelişiminde, ilerdeki bir imkan olarak gözönüne alınmalıdırlar.
      9. Her ülkede yürütülen devrimin tarihsel sorumluluğu, o ülkenin halkına ve devrimci öncülerine aittir.
      10. Ülkelerimizin çoğunda gerillalar, kurtuluş ordularının nüvesidirler ve devrimci mücadeleyi başlatıp sürdürmenin en etkin yolunu teşkil ederler.
      11. Devrimin yöneticiliği bir örgütleme ilkesi olarak, başarıyı garantilemek üzere, birleşik bir siyasal ve askeri kumandanın varlığını gerektirir.
      12. Devrimci hareketlerin birbirlerine sunabilecekleri en etkili dayanışma tipi kesinlikle, herbirinin kendi ülkelerindeki mücadelelerinin gelişmesinde ve doruğuna ulaşmasında kendini gösterir.
      13. Küba'yla dayanışma ve silahlı devrimci hareketle işbirliği, uluslararası nitelikte bir görevdir, bu kıtanın bütün anti-emperyalist örgütlerinin görevidir.
      14. Küba Devrimi, silahlı devrimci hareketin (sayfa 365) zaferinin bir sembolü olarak Latin Amerika'daki anti-emperyalist hareketin öncüsüdür. Silahlı mücadele yürüten haklar da, bu yolda ilerledikçe, bu öncülükte yerlerini alacaklardır.
      15. Doğrudan doğruya Avrupa iktidarları tarafından sömürgeleştirilmiş -ya da Birleşik Devletlerin sömürge egemenliğine boyun eğmiş- olan ve şimdi kurtuluş yolunda bulunan halklar en önemli ve temel amaç olarak, bağımsızlık mücadelelerini ve kıtadaki genel mücadeleyle sıkı ilişkilerini korumalıdırlar. Çünkü bu, Birleşik Devletlerin yeni-sömürge sisteminin içine girilmesini önlemenin tek yoludur.
      16. Geçen 150 yıllık Latin Amerika tarihinin büyük ve şerefli devrimci geleneğinin bir özeti olan İkinci Havana Bildirisi Latin Amerika devrimi için yol gösterici bir belge durumundadır ve son beş yıl boyunca bu kıtanın halkları tarafından benimsenmiş, genişletilmiş, zenginleştirilmiş ve daha da köklü bir hale getirilmiştir.
      17. Latin Amerika hakları, dünya halklarının hiçbirine karşı düşmanlık beslemez. Birleşik Devletler halkına dahi, onları emperyalist tekelin ezici tutumuna karşı savaşmaya teşvik etmek üzere dostluk elini uzatır.
      18. Latin Amerika'daki mücadele, Asya, Afrika ve sosyalist ülkeler halklarıyla, özellikle sınıf olarak sömürülmenin, yoksulluğun, işsizliğin, kökten ayrımın ve en temelli insan haklarının reddedilmesinin acısını çeken ve devrimci mücadele içerisinde önemli bir güç teşkil eden Birleşik Devletler zenci halkıyla dayanışma bağlarını kuvvetlendirmektedir.
      19. Vietnam halkının kahramanca mücadelesi, emperyalizmle savaşan bütün devrimci halklara paha biçilmez derecede yardım etmekte ve Latin Amerika halklarına ilham veren bir örnek olmaktadır.
      20. Latin Amerika halklarının gerçek temsilcisi olan, (sayfa 366) Latin Amerika Dayanışma Örgütü adına, merkezi Havana'da bulunacak devamlı bir komite teşkil ettik ve nizamları onayladık.
     
      Biz, bizim Amerikamızın, Rio Bravo'nun güneyinde kalan Amerika'nın devrimcileri, ilk bağımsızlığımızı kazanan kişilerin izindeyiz, mücadele ve bilimsel devrimci yönelim için önüne geçilmez bir irade taşmaktayız. Zincirlerimizden başka kaybedecek şeyimiz yoktur.
     
      İDDİA EDERİZ Kİ :
     
      Mücadelemiz, insanlığın kölelikten ve sömürüden kurtulmak için yaptığı tarihsel mücadeleye önemli bir katkıdır.
      Her devrimcinin görevi devrim yapmaktır! (sayfa 367)
     
      Belgeler, Latin Amerika Dayanışma Örgütü'nün (OLAS) ilk Kongresinden Havana, Temmuz - Ağustos 1967.





      4.
      OLAS KONGRESİ SÖYLEVİ
     
      Fidel Castro
     
      Gerillanın önemi, gerillanın öncü rolü, gerilla hakkında çok şey söylenebilir. Fakat böyle bir toplantıda bu mümkün değildir. Bu kıtadaki gerilla deneyleri bize pek çok şeyler öğretmiştir. Bunlar arasında şu müthiş yanlış, gerilla hareketinin şehirlerden yönetilebileceği hakkındaki saçma anlayış da bulunmaktadır. Siyasal ve askeri kumandanın birleştirilmesi gerekliliğini ileri süren tezin de nedeni budur. Gerillaları şehirden yönetmek istemenin sadece bir budalalıktan ibaret kalmayıp, aynı zamanda bir cinayet olduğuna inanışımız bundandır ve bu saçmalığın sonuçlarını değerlendirme fırsatını birçok kereler elde ettik. Bu fikirlerin bertaraf edilmesi zorunludur. Bu kongrenin kararlarına büyük önem vermemizin nedeni de budur. Gerilla, devrimci hareketin çekirdeği olmak durumundadır. Bu demek değildir ki, gerilla hareketi, herhangi bir ön çalışma olmaksızın doğabilir ya da siyasal yönelimi olmaksızın varolabilen birşeydir. Hayır. Yönetici örgütlerin rolünü yadsımıyoruz. Siyasal örgütlerin rolünü yadsımıyoruz. Gerilla siyasal bir örgüt, siyasal bir hareket tarafından örgütlenir. Gerilla mücadelesi hakkındaki doğru bir anlayışla bağdaşamayacağına inandığımız şey, gerillaların şehirlerden yönetilmesi fikridir ve ülkemizin koşulları altında gerillanın rolünü bastırmak çok güç olacaktır ... (sayfa 368)
      Bu, diğer mücadele biçimlerinin yadsınmasını gerektirmez. Birisi gazetede bir bildiri yayınladığı, bir gösteriye katıldığı, taraftar topladığı veya bir fikri yaydığı zaman şu ünlü yasal denilen yolları kullanıyor olabilir. Yasal ve yasadışı yolları ayrımını ortadan kaldırmalıyız. Yöntemler devrimci ve devrimci olmayan diye sınıflandırılmalıdır.
      Devrimci, ülküsüne ve devrimci amacına ulaşmak için türlü yöntemler kullanır. Sorunun özü, kitlelerin bunun devrimci bir hareket olduğuna, sosyalizmin mücadelesiz olarak barışçı yollarla iktidara gelebileceğine inandırılıp inandırılamayacağındadır. Bu bir yalandır ve Latin Amerika'da kim barışçı yollarla iktidara geleceğini iddia ediyorsa, kitleleri aldatmaktadır.
      Latin Amerikanın koşullarından söz ediyoruz. Diğer ülkelerdeki, örneğin Avrupa'daki devrimci örgüt sorunlarına, çok geniş oldukları için, eğilmek istemiyoruz. Latin Amerika'ya hitap ediyoruz... Sonunda şuna tamamen inanmış bulunuyoruz ki, kararda da ifade edildiği üzere, Latin Amerika için tek çözüm yolu vardır: Gerilla savaşı.
      Eğer bir askeri birlik, içerisinde devrimciler bulunduğundan ötürü ayaklanmaya kalkışırsa, biz bu ayaklanmayı, gerilla mücadelesi değildir diye desteklemeyecek miyiz? Hayır, böyle düşünmek bile, bir örgütün, devrimin ancak askeri birliklerin ayaklanmasıyla yapılabileceğini iddia etmesi kadar budalaca olur. Bir askeri birlikte isyan çıkartıp, sonra bunun daha etkili güçler tarafından bastırılmasına göz yummak da daha az budalalık değildir. Yeni durumlar doğuyor, yeni durumlar doğabilir. Biz bunu yadsımıyoruz. Örneğin, Santo Domingo'da tipik bir durum ortaya çıkmış, askeri bir ayaklanma devrimci bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Fakat şüphesiz bu, devrimci hareketin, neler olacağını, ne gibi durumların ortaya çıkacağını beklemesini gerektirmez. Hiçkimse devrimci (sayfa 369) hareketin, özellikle emperyalist müdahalenin sonucu olan devrimci hareketin, hangi karakterde olacağını, ne şekil alacağını önceden kestiremez ve hesaplayamaz. Başka deyimle uygun koşulların bulunduğu bütün bu ülkelerde, başlıca görev olarak, gerilla savaşının rolünün önemi üzerinde dururken, diğer silahlı devrimci mücadele biçimlerini küçümsüyor değiliz.
      Devrimci hareket, devrimcilerin durumunu kuvvetlendirebilecek ve geliştirebilecek nitelikte olan, doğabilecek her türlü mücadeleyi desteklemeye ve bu fırsattan yararlanmaya hazır olmalıdır. Benim inanmadığım, devrimci olduğunu iddia eden bir kimsenin, devrimi yürütebilmek için bir askeri birliğin ayaklanmasını bekleyebilmesi, askeri birliklerin ayaklanmasıyla devrim yapmayı hayal edebilmesidir. Askeri birliklerin ayaklanması bir etmen -şu önceden kestirilemeyen, ortaya çıkması mümkün etmenlerden biri- olabilir. Fakat gerçekten ciddi bir devrimci hareket, böyle ihtimallere dayanmaz. Gerilla savaşı mücadelenin ana şeklidir. Fakat ortaya çıkabilecek diğer silahlı mücadele türlerini de dışarı da bırakamaz. (sayfa 370)
     
      10 Ağustos 1967.
      Kongrenin kapanış günündeki söylevden.





      5.
      DEVRİMDE DEVRİM Mİ?
      Regis Debray
     
      Küba Devriminin etkisi tarihin kataloglayıp kutsayarak tahta oturttuğu yöntemler ve kalıplar içerisinde düşünülmüş ve incelenmiştir. Meydana getirdiği bütün sarsıntıya rağmen şokun zamanla yumuşaması bundandır. Bugün artık heyecan yatlşmıştır. Küba'nın bugüne kadar ihmal edilen gerçek önemi ve verdiği derslerin kapsamı yeni yeni keşfedilmekte, gerilla savaşı konusunda yeni bir anlayış gün ışığma çıkmaktadır.
      Küba, diğer şeyler yanında, başlangıçtan beri, sosyalist devrimin, burjuva devletinin silahlı kuvvetlerine karşı silahlı bir mücadelenin sonucu olduğu gerçeğiyle hatırlanmıştır. İsterseniz stratejik nitelikte diyebileceğiniz, bu eski tarihsel yasaya önceleri, bilinen bir taktik içerik verilmiştir. Gerilla mücadeleleri, ] 917'deki prototipi bu şekli aldığı ve Lenin'daha sonra da Stalin, buna dayanan birçok teorik formüller geliştirdikleri için, ayaklanmayla bir tutulur olmuştu. Oysa bu formüllerin, halihazır durumla bir ilişkileri olmadığı gibi, ayaklanmanın patlak vermesi koşullarını, merkezi iktidara karşı hemen taarruza geçmek ile bağdaştıranları da zaman zaman boş yere tartışılagelmiştir. Fakat bu tutarsızlık kısa sürede açığa çıkmıştır. Akabinde her ikisi de şehirlerin kırsal alanlardan kuşatılması yoluyla yapılan "olağanüstü" savaşlar olmaları bakımından Amerika'daki gerilla (sayfa 371) savaşlarıyla Asya'dakiler özdeşleşmiştir. Bu ilkinden daha tehlikeli bir karıştırmadır.
      Silahlı devrimci mücadele her kıtada, her ülkede özel koşullarla karşılaşır. Fakat bu koşullar ne "doğal"dır, ne de apaçıktır. Bu o kadar doğrudur ki söz konusu koşulların keşfedilmesi ve kavranması için her zaman, yıllar süren fedakarlıklar zorunlu olmuştur. Rus Ssyal Demokratları içgüdüsel olarak; Paris Komünü Petrograd'da, Çin Komünistleri; Ekim Devrimi Kanton'da tekrarlanıyormuş gibi düşündüler. Vietnamlı yoldaşlar, partilerinin kuruluşundan bir yıl sonra, ülkelerinin kuzey kısmındaki köylü sovyetlerinin ayaklanmasını örgütlemeye kalktılar. Bugün bizim için sovyet tipi ayaklanmaların savaş öncesi sömürge Asyasında başarıya ulaşamayacağı açıktır ama, birçok gerçek komünist eylemin zafere ulaşmak üzere, çıraklıklarına, burada başlamaları gerekmektedir.
      Fidel'in Oriente kıyılarına çıkmadan önce Mao Tse-tung'un askeri yazılarını okumamış olması, pekala bir tahlih eseri sayılabilir. Böylece yerinde, ve kendi deneyleriyle araziye en uygun düşen askeri doktrin ilkelerini bulması mümkün olmuştu. İsyancılar Mao'nun yazılarını ancak savaşın sonlarında, taktikleri adamakıllı belirledikten sonra keşfettiler. Ne var ki, bugün Latin-Amerika'daki militanlar Fidel'in konuşmaları ile Che Guevara'nın yazılarını, Mao'nun Japonya'ya karşı savaş hakkında yazdıklarını, Giap'ı ve Lenin'in bazı metinlerini zaten okumuş bir gözle okuyorlar ve Fidel ile Che'de, Mao'yu, Giap'ı ve Lenin'i aynen bulduklarını sanıyorlar. Bu, klasik bir denk düşme olayı olmakla birlikte, Latin-Amerika devrimci savaşının ancak özel deneylerle keşfedilibilecek, çok özel ve farklı gelişme koşullarına sahip olduğu düşünülürse, gayet tehlikelidir. Bu anlamda halk savaşı üzerindeki bütün teorik eserlerin faydası kadar zararı da olmaktadır. Bunlara, savaşın gramer kitapları demektedir. (sayfa 372) Fakat bir yabancı dil, o dilin konuşulduğu ülkede, evde el kitaplarından çılaşılarak öğrenildiğinden çok daha çabuk öğrenilir. Savaş sırasında, hele silahsız ve tecrübesiz gerilla birliklerinin pür silah ve bilgili düşmanlarla karşılaştığı ilk devrelerde, sürat sorunu hayati bir önem taşır...
      Bütün devrimci süreçler, sözünü ettiğimiz nedenden ötürü, yanlış adımlarla başlamak zorunda kalmış ve başlamışlardır. Çünkü her zaman çıkış noktaları, bir önceki tarih döneminden kalmadır ve bunlar, bilinçsiz olarak kullanılmıştır. Bütün bu yanlış başlangıçlar arasında, yine Latin-Amerika'daki en zararsızı olmuştur. Her durumda, hareketin yönü değiştirilmeksizin hızı ayarlanmış, doğru strateji ve ilkeler bir yana itilmeksizin taktiklerde düzeltmeler yapılmıştır. Böyle zamanlarda iki kamp arasındaki derin farklar su yüzüne çıkar...
      Bugün Latin-Amerika'da, tutarlılığı bakımından kesin ve sabit bir askeri doğrultuda ifadesini bulamayan bir siyasal tutum, devrimci sayılamaz. Devrimcilik iddiasında olan her tutum, şu soruya somut bir cevap vermek zorundadır: Kapitalist devlet iktidarı nasıl yıkılır? Buşka deyişle, Kuzey Amerika askeri yardım heyetleriyle sürekli olarak takviye edilen ordu, yani kapitalist iktidarın belkemiği nasıl kırılır? Küba Devrimi, kardeş Latin-Amerika ülkelerine, tarihsel ayrıntıları içerisinde incelenmesi gereken bir cevap getirmektedir: Uygun olarak seçilmiş kırsal alanlarda yavaş veya hızlı bir hazırlıktan sonra gerilla savaşları, halk ordusunun ve gelecekteki sosyalist devletin çekirdeği olarak seyyar bir stratejik kuvvet geliştirmek...
      Devrimci gerilla gücü gizlidir. Gizlice doğar ve gelişir. Savaşçılar takma adlar kullanırlar. Başlangıçta gözden uzak dururlar, ancak şeflerinin seçtiği yerde ve zamanda ortaya çıkmalarına izin verilir. Gerilla güçleri, askeri (sayfa 273) örgüt bakımından olduğu kadar, eylemde de sivil halktan bağımsızdır. Bundan ötürü, köylü halkın doğrudan doğruya savunmasını üstlenmelerine gerek yoktur. Halkın korunması, düşmanın askeri potansiyelinin yok edilmesi sürecine bağlıdır. Bu ise herşeyden önce güçler dengesi ile orantılıdır. Karşı güçler tamamen yenildiğinde, halk da tamamen güvenlik içersinde olacaktır. Devrimci, gerilla gücünün ana amacı düşmanın askeri potansiyelini yok etmek ise, insiyatifi ele almaksızın, onun gelip hücum etmesini bekleyemez. Her durumda bu amaç, gerilla foco'nun, eylem alanında oturan ailelerden bağımsız olmasını erektirir.
      Herşeyden önce halkın, zapedici ordulardan korunması gelir. Ele geçmez guerillero'larla başa çıkamayan ordu hıncını, onlarla ilgisi olduğundan şüphelendiği köylülerden alır. Onlar arasına bilgi sahibi olup da, saklayan birini bulduğunda öldürür, karargaha verdiği raporda bunun bir guerillero olduğunu bildirir ve bununla kahramanlık gösterisi yapar. Gerilla güçlerinin sivil halka göre daha kolay hareket edebilme avantajları, onlara, gece-gündüz sonu gelmez bir baskı altında bulunan ve kendilerinin yerine kurban veren köylüler yönünden, özel bir sorumlululk yükler. Böylece gerilla güçlerinin gizli olması iki nedenden ötürüdür: Birincisi, kendi savaşçılarının olduğu kadar köylülerin de güvenliğiyle ilgilidir ve birinin güvenliği, ötekinin de güvenliği demektir... İkincisi, gerilla güçlerinin kendi güvenliğini sağlamaktır: "Daima uyanıklık, daima güvensizlik, daima hareketlilik!". İşte üç altın kural! Bunlardan üçü de güvenlikle ilgilidir. Türlü sağduyu mülahazalar, sivil halka karşı ihtiyatlı olmayı ve belirli bir mesafeyi korumayı zorunlu kılar. Durumlarından ötürü siviller, düşmanın devamlı baskısı altında bulundukları gibi, düşman onları satın almaya, baştan çıkarmaya veya elde edemediklerini şiddet yoluyla koparmaya (sayfa 374) da teşebbüs edecektir. Gerilla savaşçıları gibi, bir seçime, ya da teknik eğitime tabi tutulmadıkları için, belirli bir eylem bölgesindeki siviller düşmanınsızmasına veya baştan çıkartma teşebbüslerine daha açıktır. Bu yüzden genellikle, gerillalar ile işbirliği yapan köylülerin bile kamp yerlerine girmesini için verilmediği gibi, onlara silah depolarının yeri, ya da geçişlerini görebilecekleri gerilla devriyelerinin gidecekleri yer ve gerçek amaçları söylenmez...
      İnsan bugün Latin-Amerika'da siyasal önderliğin nasıl olup da, savaşın teknik sorunlarından uzak kalabildiğini anlayamıyor. Aynı şekilde burada, askeri olmayan, sadece siyasal bir kadronun bulunabilmesi de akla sığmaz. Bunu bizat hali hazır ve gelecekteki durum gerektirmektedir: Silahlı kitle mücadelesinin "kadroları", bu mücadeleye katılan ve bu alanda önderlik yeteneklerini kanıtlayanlardan oluşmuştur. Fakat kaç siyasal önder sayabiliriz ki, gün geçtikçe, dünya sendikacılığı ile ilgilenmek ya da binbir "uluslararası demokratik örgüt"ten birine girmek gibi kendi çıkarlarına uygun düşen bir iş yerine, kendini, halkının savaşına ilişkin askeri sorunların ciddi ve somut bir incelemesine adamayı tercih etmiş olsun!... Sonra şurası da kanıtlanmıştır ki, devrimci kadrıların eğitiminde halk savaşı, gerilla deneyinden yoksun siyasal eylemden çok daha etkili olmaktadır. Bugün Latin-Amerika'da geleneğin önderleri gençlerdir ve gerillalara katılmadan önce, uzun bir siyasal deneyleri olmamıştır. "Siyasal kadrolar"ı "askeri kadroların", "siyasal önderliği" "askeri önderliğin" karşısında görmekte devam etmek gülünçtür. Salt "politikacılar" -hele salt politikacı kalmak isteyenler- halkın silahlı mücadelesini yönetemezler. Oysa "salt askeri" kişiler bu işi yapabilirler ve bir gerilla grubunu yönetirken edindikleri deneyle aynı zamanda "politikacı" da olurlar. Küba deneyi ve daha yakın (sayfa 375) zamanlarda Venezüella, Guetamala ve diğer ülkelerin deneyleri göstermiştir ki, halk -hatta küçük burjuvalar ve köylüler- birçok şeyi, gerilla savaşı deneyiyle, kadroların eğitimi için açılan okullarda aynı zamanı harcayarak öğrenilenden daha hızlı ve daha eksiksiz olarak öğrenmektedir. Bu, gerilla savaşının esas olarak ve tümüyle siyasal niteliğiyle ilgilenmenin bir sonucudur. Bu yolla eğitim, Parti içinde, sendika meselesinde ya da ulusal veya uluslararası kadro eğitim okullarındaki "geleneksel" siyasal eğitime göre, iki misli avantaj sağlamaktadır. Böyle bir siyasal "curcus honorum"da kimsenin, ayrıntılar dışında, askeri eğitim göremeyeceği tabidir ve görülen siyasal eğitimin de, en iyisi olduğu pek kesin değildir.
      Bugün, şurada burada tuhaf tersliklere tanık oluyoruz. Che Guevara gerilla hareketinin, bizzat amaç olmadığı gibi, muhteşem bir macera da olmadığını yazmaktadır. Ona göre gerilla savaşı sadece, siyasal iktidarın ele geçirilmesi amacı için bir araçtır. Fakat gelin görün ki, gerilla güçleri birçak başka amaca da hizmet etmektedir: Burjuva hükümetleri üzerinde bir baskı biçimi, siyasal at cambazlığında bir etmen, ihtiyaç halinde oynanacak bir koz... İşte bazı önderliklerin, askeri araçlarını yüklemeye kalktıkları amaçlar! Böylece devrimci yönetim reformcu olmayan amaçlar için kullanılmaktadır. Bur yerinde sayma döneminden sonra gerillalar, dışardan empoze edilen bu hedeflerden yüz çevirdiler ve siyasal önderliklerini kendi ellerine aldılar. Gerilla gücü, kendisiyle tutarlı kalabilmek için, kendi siyasal önderliğini kurdu. Bu, çelişkileri çözümlemek ve askeriyeyi geliştirmek için tek yoldu. Şurası da belirtilmelidir ki, hiçbir gerilla hareketi yeni bir parti örgütlemeye kalkışmadı, aksine kendi savaşçıları arasındaki doktrin ya da parti bölünmelerini ortadan kaldırmaya çalıştı. Birleştirici etmenler savaş ve savaşın doğrudan doğruya siyasal amaçlarıydı. Gerilla hareketi, (sayfa 376) artık siyasal görevler haline gelmiş bulunan en acil askeri görevler etrafında, kendi içerisinde bir birlik yaratmaya başlar. Guerillero'lar arasında temsil olunan, partili ya da partısız bütün öğeler, bu birliğin içersindedir. Gerilla gücünün en kesin siyasal seçimi, silahlı kurtuluş kuvvetlerinin üyesi olmak yönündedir. Böylece, bu küçük ordu büyüdükçe ve ilk zaferlerini kazandıkça, bütün parti üyeleri arasında birlik yaratır. Sonunda, geleceğin Halk Ordusu, teorik olarak kendisinin bir aleti durumunda bulunacağı partiyi doğuracaktır: Bu parti, ordudur...
      Küba Devrimi de aynı paradoksla karşışmadı mı? Her zaman için iktidarı ele geçirmenin bir aracı olan partinin, iktidarın kazanılmasından sonra geliştiği bir iç burukluğu ile söylenmiştir. Fakat hayır, parti zaten Asi Ordu biçiminde, çekirdek halinde bulunmaktaydı. Bu ordunun baş komutanı Fidel, 1959 başlarından beri, resmen parti başkanı idi. Küba'daki yabancı bir gazeteci bir gün bir çok komünist önderi savaş elbiseleri ile görünce şaşırmış, savaş elbiselerinin ve tabancanın devrimin forkloruna ait olduğunu ve bunların gerçekten, bir türlü savaş taklitçiliği olduğunu sanmıştır. Zavallı adam! Bu bir taklit değildi. Gözleri önünde cereyan eden şey, bizzat devrimin tarihi ve büyük olasılıkla Amerika'nın gelecekteki tarihi idi. Tıpkı sosyalizmin adının, devrime bir yıllık bir sosyalist uygulamadan sonra resmen verildiği gibi, partinin adı da, proleter partisinin resmi varlığının başlamasından üç yıl sonra kullanılmaya başlandı. Küba'da halk ordusunun yönetici çekirdeği, Giap'a göre Vietnam'da olduğu gibi, parti değildi. Asi ordu partinin yönetici çekirdeği, onu yaratan çekirdekti. İlk parti önderleri 26 Temmuz 1953'de Moncada'da ortaya çıkmıştı. (sayfa 377) Parti devrimle yaşıttı. 26 Temmuz 1967'de 14'üne basmıştı. Moncada Asi Ordunun, sonradan da partinin çekirdeği olmuştu. Bu çekirdek etrafında, ve sırf bu çekirdek kendi siyasal-askeri önderliğini elinde bulundurduğu için, diğer siyasal güçlerin bugünkü Küba Komünist Partisini oluşturmak üzere bir araya gelmeleri mümkün olmuştur. Bu partinin gerek tabanını, gerekse üst kademelerini, gerilla ordusundan gelme silah arkadaşları oluşturmaktaydı.
      Latin-Amerika devrimi ve bunun öncesü olan Küba Devrimi böylece, uluslararası devrim deneylerine ve Marksizm-Leninizme önemli bir katkıda bulunmuştur.
      Belli koşullar altında, siyasal ve askeri yön aynı olmayıp, çekirdeğin gerilla ordusunun teşkil ettiği halk ordusundan ibaret tek bir organik bütün teşkil ederler. Öncü parti bizzat gerilla foco'su biçiminde bulunabilir. Gerilla gücü çekirdek halinde bulunan partidir. Bu Küba Devriminin getirdiği sarsıcı bir yeniliktir...
      Böylece Marksist teori ile devrimci pratik arasında birkaç on yıldır süregelen ayrılık sona ermiştir. Bu uzlaşma, ne kadar deneme niteliğinde ve yüzeysel görünürse görünsün, kendi siyasal önderliğinin sahibi olan gerilla hareketi tarafından temsil edilmektedir... Bu gerilla gücü eğer gerçekten topyekün bir siyasal savaş peyinde ise, işlevler ve güçler arasındaki herhangi bir temel ikiliği uzun süre hoş göremez.
      Che Guevara birlik fikrini o kadar ileri götürmektedir ki, Amerika'da ayaklanma mücadelesini yöneten siyasal ve askeri önderlerin (mümkünse bir kişinin şapsında birleşmesini) teklif etmektedir. Önderlik, Fidel'de olduğu gibi tek kişide de olsa, kolektif de olsa, asıl önemli husus, önderliğin, aynı zamanda siyasal ve askeri bakımdan homojen olmasıdır. (sayfa 378)
     
      Regis Debray, Revolution in Revolition?, Montly Review Press, 1967, s. 19-24; 41-44; 89-90; 105-106; 115-116.





      6.
      VENEZÜELLA: BARIŞÇI OLMAYAN YOL
     
      Juan Rodriguez
     
      1962 yılındta yurdumuzda devrimci bir durumun olgunlaştığını gördük. Carupano ve Puerto Cabello'daki silahlı eylemlere rağmen, bu durum, bir türlü başarılı bir devrim haline dönüştürülemedi. Dönüştürülemedi, çünkü parti henüz ayaklanma sanatında ustalaşmamıştı. Aynı yıl dört grubun birden katıldığı bir gerilla savaşı patlak verdi. Bu gruplarda siviller de askerler de vardı.
      Ancak 1963 yılından itibaren mücadelenin ekonomik ve siyasal çizgisinde bir değişiklik oldu. Ekonomi yavaş yavaş kendi ayakları üzerinde doğrulmaya başlamıştı. Devrimci kuvvetlerin silahlı saldırılarına rağmen, egemen sınıflar 1963 Aralığında yen iseçimlere gittiler. Bu seçimlerin sonucunda Betancourt cumhurbaşkanlığını, yardımcısı Leonu'ye devretti. Devrimci kuvvetler açıkta kaldılar.
      Merkez Komitesinin bir toplantısında (1967), partinin "seçim kampanyasının azami derecede kullamadığı" ve "bir süre için silahlı mücadeleyi bırakarak, demokratik muhalefeti yeniden toparlayacak geniş bir cephe kurmak üzere seçimlere katılması gerekirdi" yargılarına varılmıştır. Bu Betancourt'culuğun seçimle yenilmesi ve en azından geniş bir sol kitle hareketinin kurulması sonuçlarını doğuracaktı...
      "1963 seçimlerinden sonra, kuvvetlerin elbirliği (sayfa 379) etmesi gereği daha iyi anlaşıldı. Bu arada, yukarda saydığımız hatalar nedeniyle, ayaklanma için gerekli şartlar tersine bir gelişme gösterdi ve böylece bugünkü duruma ulaşmış olduk".
      Bu durumu eleştiren Merkez Komitesi, özellikle silahlı mücadele konusu üzerinde duruyordu. "Betancourt'un gorilleri şiddete başvuruyorlar. Bunlara karşı şiddete başvurmak, 23 Ocakta kazanılanları korumak, bunun için her türlü mücadeleden, gerekirse silahlı mücadeleden kaçınmak, Betancuort'u devirmeğe çalışmak en doğru yoldur" kararı veriliyordu. Mücadelenin ön saflarında döğüşen parti ve komünist gençlik, gerçekten, devrimci örgütler olduklarını gösterdiler.
      Fakat harekette bir çok hata yapıldı. Merkez Komitesinin toplantısında, aşağıdaki hataların yapıldığı belirtiliyordu:
      1- Henuz "ulusal kurtuluş için devrimci savaş" adını veremiyeceğimiz bir harekete bu adı taktık. Hareket daha bu niteliği kazanmamıştır. Başlıca yönelişi, hükümeti devirmeğe çalışmaktı.
      2- Parti, şartlar elverişli olduğu halde, bütün gücünü kullanarak, silahlı bir ayaklanma için gerekli eylemlere girişmedi.
      3- Çeşitli mücadele biçimlerini uygulamakta sübjektiöizmle sapıldı; serüvenciliğe girişildi, sekterlik belirtileri ortaya çıktı.
      4- Kitleyi uyandırma çalışmaları genel çizgimize uygun biçimde yapılmadı; çeşitli halk kesimlerinin bu konudaki rolünü küçümsedik; özellikle sendikalarla gerekli çalışmaları yapmadık.
      5- Yukarda belirtilen nedenlerle, çeşitli mücadele biçimleri arasında uyum ve birlik sağlanamadı. Mücadele, (sayfa 380) tutarsız ve dağınık bir hale geldi. O günlerde, siyasal zorunluklar ve ulusal gerçeğin temel gereklerine uygun bir doğru ve özlü askeri çizgiden bile yoksun bulunuyorduk.
      Gerilla savaşının özel bir silahlı mücadele biçimi olduğunu reddetmiyor, yurdumuzda bunun modası geçmiş bir savaş çeşidi olduğu görüşüne kapılmıyor ("Parti, devrimmizinin özel nitelikleriyle uyumlu bir biçimde yürütüldüğü takdirde gerilla savaşının önemli bir rol oynayacağını kabul eder".), bununla birlikte, Parti Merkez Komitesinin görüşüne kalırsa, köylük bölgelerde gerilla savaşının başlıca mücadele biçimi olacağını savunmakla, diğer ülkelerde başarılı olan fakat yurdumuzun ulusal gerçekleriyle bağdaşmayan bir deneyi mekanik olarak benimseme durumuna düşmüş oluyorduk.
      Nüfusumuzun dörte üçünün şehirlerde oturduğu, ilerici kitlelerin ve devrimin temel itici güçlerinin şehirlerde yoğunlaştığı olgularına dayanıyorduk. Gerek yabancı tekeller -ki ülkemizde egemen durumdaydılar-, gerekse yerli sermaye başlıca sanayi merkezlerini şehirlere ve şehir dolaylarına kurmuştu. Ayrıca Venezüella tarihi, yirminci yüzyılın başından bu yana, başlıca siyasal çatışmaların şehirlerde patlak verip çözüme ulaştığını gösteriyordu. Devrimci silahlı eylemlerin çoğu, vatansever askerlerin ve sivillerin katıldığı şehir ayaklanmaları şeklinde ortaya çıkmıştı. Özellikle 1958 Ocağından sonraki durum buydu.
      Başka bir deyimle MK, Venezüella ve Venezüella için gerilla savaşının yardımcı bir mücadele biçiminden öte bir anlam taşımayacağı görüşündeydi. Payatımızın somut şartları ve olayların gelişimi, gerilla birliğinin "gerçek bir Komünist partisi tohumu" olduğu görüşünü tamamen yadsımaktaydı. Bugünkü Komünist Partisi de bu görüşün karşısındadır, gerilla hareketinin her (sayfa 381) ulusal-devrimci mücadelenin can alıcı noktasını teşkil ettiği fikrine katılmamaktadır.
      Bu sorunun eleştirilmesi, parti stratejisi konusunda, ortak bir karara varılmasına yol açtı. Eski hatalarda ayak direyen hizipçilerin tutumuna kesin biçimde karşı çıkılmış oldu. MK toplantısı sonunda belirtildiği gibi, "gerilla hareketinin önemini ve imkanlarını abartan aşırılar görüldüğü gibi, hareketi yenilgiye götürüyorlar". Ayrıca "şehirlerdeki görevi küçümseyen bu aşırılar, genel devrimci elemi de zayıflatmaktadır."
      Buraya kadar belirttiklerimizle, altı yıl önce çizilen genel çizgi arasında büyük ya da küçük bir çelişme yoktur. Merkez Komitesi, Üçüncü Kurultayın, Venezüellada ulusal kurtuluş ve sosyalizme giden yolun barışçı bir yol olmayacağı hakkındaki görüşünü paylaşır. Partiye ve gençlere yaptığı çağrıda, MK "her konuda hazırlıkların tamamlanmasını... bu biçimleri uyumlu ve esnek bir bütünlüğe kavuşturmayı ve devrimci görevi yerine getirip emekçi halka iktidarı kazandırma içinde karışımıza çıkacak her türlü güçlüğe göğüs germek için çalışmasını" öngörmekteydi.
      Bizim görüşümüze kalırsa, bütün bu noktalar, sadece stratejik çizgimizin sağlamlığını doğrulama yönünden değil, bugün Venezüella devriminin amaçları konusundaki bütün önemli sorunları olanca canlılığıyla göz önüne sermesi yönünden de büyük önem taşımaktadır.
      Geriye dönüp de Venezüella'daki devrimci savaşın son on yılın muhasebesini yaptığımız zaman aklımıza Lenin'in ilk Rus Devriminden sonra söyledikleri geliyor: "Devrimci Sosyal-Demokrat taktiklerinin doğruluğu, 1905-1907 kitle mücadelesinin sağladığı deneyle doğrulanmaktadır. Devrimin yenilgiye uğraması, görevlerin yanlış yapılmasından değil, amaçların ütopyacı olmasından, (sayfa 382) yöntemlerin ve araçların yanlışlığından değil, kuvvetlerin yeteri derecede hazırlanmamış olmasından ve devrime yol açabilecek bunalımın yeter derecede derin ve geniş olmamasından ileri gelmektedir."[
7]
      Dolayısıyle, devrimin son amacına ulaşmak için mücadele devam etmeli, Lenin'in şu sözlerini hiç akıldan çıkarmamalıdır: "Tarihteki büyük savaşlar devrimlerin büyük sorunları, sadece ve sadece, ileri sınıfların boyuna saldırmasıyla, durmadan saldırmasıyla ve yenilgilerinin verdiği derslerin öğrenilmesinden sonra zafere ulaşma yoluyla çözülmektedir. Yeni biçimlerde ve yeni yollarla, bazan istediğimizden çok daha yavaş bir biçimde olsa bile, devrime yol açacak olan bunalım yaklaşmakta, yeniden öne çıkmaktadır. Geniş kitleleri bu bunalıma hazırlamak için uzun sürecek görevimize devam edelim; daha yüce ve daha somut görevlerin yanında bu hazırlık görevimizi de daha büyük bir ciddiyetle ele almalıyız; bu görevimizi başarmakta ne kadar başarılı olursak, yeni mücadelemizde zafere ulaşmamız da o kadar kesindir".[8] İşte Merkez Komitesinin son toplantısının verdiği kararlardaki öz ve anlam, bu sözlerde özetlenmiş gibidir. (sayfa 383)
     
      "The New in the Politicak Line of the Communist Pary of Venezuela", World Maxist Review, Eylül 1967, s. 42-43. Venezüella'da önde gelen komünistlerinden biri tarafından kaleme alınan bu yazı Venezüella Komünist Partisi Merkez Komitesinin ulaştığı sonuçları özetlemektedir.





      7.
      KOLOMBİYA:
      GERİLLA HAREKETİ ÜSTÜNE TEZLER
      Yurdun dört bucağından gelen parti önder ve görevlilerinin, gerilla ve öz-savunma hareketine katılan üyelerin dahil olduğu ve gizlice toplanan Komünist Partisi Onuncu Kongresinde okunan ana raporun bir kesimini aşağıya aldık. Köylülerin başlattığı ve yürüttüğü gerilla savaş sistemini değiştiren bu tezler, uzun yıllar süren mücadelenin deneyini özetledikleri gibi, devrimci kitle mücadelesinin diğer şekillerine paralel olmak şartıyla, gerilla savaşının gelecekte nasıl bir gelişme göstermesi gerektiğini de belirtmektedir
.
     
      Marquetalia köylülerinin önayak oldukları şahane direnme hareketiyle başlayan gerilla savaşı, Kolombiya gerilla savaşı tarihinde yeni bir aşama olarak nitelenebilir. Bu hareketin özellikleri şunlardır:
      1- Ülkemizin çeşitli bölgelerinde saldırıya karşı silahlı direnme, kitlelerin isteklerini dile getiren ve kitlelerden fışkıran gerilla hareketinin, Marksizm-Leninizm ilkeleri ışığında yürütülmesi halinde, düşman ne kadar kuvvetli, ülkenin şartları bu tip mücadelenin temel mücadele biçimi olarak benimsenmesine ne kadar elverişsiz olursa olsun, yenilmez, sırtı yere gelmez bir hareket olduğunu göstermektedir.
      2- Kolombiya'da, silahlı hareket, yurt çapında henüz devrimci bir ortamın gerekli şartları ortaya çıkmadan başladı ve gelişti. Devrimci hareket bu duruma seyirci kalamaz, köylü kuruluşlarını şartlar olgunlaşıncaya kadar yalnız başlarına bırakamazdı. Bırakırsa bu bir (sayfa 384) felaket olurdu. Düşmanın silahlı saldırısına karşı köylerde gerilla direnişine ve silahlı mücadeleye başvurmakla yetinmemeli, şartlar olgunlaşır olgunlaşmaz, şehirlerde ve işçi bölgelerinde de silaha sarılmalıdır.
      3- Kitle mücadelesi ile silahlı gerilla mücadelesi arasında bir çelişme yoktur. Gerilla savaşı kitle mücadelesinin yüksek biçimlerinden biridir sadece. Zaten, ancak kitle içinden çıktığı, kitlenin acil ve tarihi çıkarlarını temsil ettiği yani bir kitle niteliği kazandığı takdirde başarıya ulaşabilir. Köylülere dayanmayan silahlı mücadelelerin sadece düşman ordusuna, polisine ve kiralık haydutlarına kolay zaferler sağladığını, devrimcilerin son yıllardaki deneyleri açıkçı gösteriyor. Devlet otoritesinin ve toprak ağalarının uşaklarına yem olmak istemiyorsak, hayalci, idealist ölçüleri bırakmalı köylüleri de eyleme sokmalıyız.
      4- Partimizin ilân ettiği kitle öz-savunma siyaseti bugün için de geçerliliğini korumaktadır. Bazı bölgelerde başarıyla, tutarlı bir biçimde yürütülen bu hareket, diğer bazı bölgelerde, düşmanın bulduğu yeni baskı yöntemleri ve siyasi ve askeri mücadele biçimleri yüzünden dumura uğramıştır.
      Kitle özsavunmasının bir gerilla hareketi haline dönüşmesi, Kolombiya'nın özel şartları altında, devrimci mücadele yolunda bu mücadelenin mantığına uygun bir basamak teşkil ediyor. Çünkü, düşman köylerde geniş bir saldırıya girişmiştir ve bunu sistemli bir biçimde yürütmektedir. Bütün mücadele yöntemlerine başvurmak ve özellikle şarlara en uygun olanına ağırlık vermek Marksist-Leninist kurama uygun bir davranış olduğu kadar ülkemizdeki toplumsal sürece bu kuramın doğru uygulanmakta olduğunu da göstermektedir.
      5- Amerikan kuvvetlerinin hazırladığı planlara uygun olarak yürütülen saldırılar bazı bölgelerimizde (sayfa 385) gerilla eylemini başlıca mücadele biçimi haline getirdi. Bu bölgelerde diğer mücadele biçimleri yardımcı durumda. Bütün kitle eylemleri ve halk kuruluşlarının savunulması için girişilen eylemler silahlı mücadelenin bir parçası haline geldi. Diğer taraftan, hükümet kuvvetlerinin bazı bölgelerde yığınak yapması, girişim üstünlüğünü bize geçiren elverişli bir ortam yaratıyor.
      6- Kolombiya halkının büyük çoğunluğu gerillanın dışındaki bazı mücadele biçimlerine başvurmakta. Sadece bazı köylük bölgelerde gerilla hareketi pekişmekte ve yayılmakta. Kitlenin başvurduğu eylemler arasında, militan öğrencilerin boykotlarını, sağlam işçilerinin grevlerini, memurların da bu grevleri desteklemelerini ve diğer büyük grev eylemlerini sayabiliriz. Halkımız, hiç de "barışçı" olmayan başka yöntemlere başvurmaktan da kaçınmıyor. Fakat bunlar henüz silahlı hareket haline dönüşemedi. Bunlar arasında, evi olmayan bazı şehirli yurttaşların, polisin ve yöneticilerin bütün baskılarına rağmen, boş arsaları işgal edip buralara gecekondu dikmeğe çalışmalarını da saymamız mümkün. Bu gibi kitle hareketleri temelde ekonomik niteliğe sahip olmakla birlikte, kitlelerin ortaya attığı sloganları ve kullandıkları yöntemleri boyuna geliştiriyor. Bu arada, gerilla savaşını yürüten köylülerin, işçiler, öğrenciler ve diğer şehirlilerle kaynaşmalarında da büyük yardımları dokunuyor.
      7- Köylü gerilla hareketi henüz ülkenin bir numaralı mücadele biçimi haline gelmemekle birlikte, Amerikan emperyalizminin emrinde, onun bir dediğini iki etmeyen bugünkü yönetimin suratına çalınmış en büyük halk şamarı olma niteliğinde bir devrime doğru gelişme göstermektedir. Azınlık yönetiminin (oligarşinin) halka karşı şiddet siyaseti o hadde geldi, o kadar yaygınlaştı ki, köylülerin başladığı gerilla savaşının topyekün bir (sayfa 386) silahlı mücadeleye dönüşmesi artık kaçınılmaz bir olay halinde...
      8- Gerilla hareketinin bugünkü gelişimi, geçmişteki gerilla deneylerimizden daha olgun, daha ileri bir aşamadır. Bunun sebebi de, sadece geçmiş deneylerimizin sağladığı birikim değil, fakat aynı zamanda, bugünkü hareketin anti-emperyalist niteliğinin daha belirgin olması ve halkı iktidara getirme şeklinde özetlenebilecek amacının, çok kesin biçimde ortaya konulmuş bulunmasıdır. Bugünkü gerilla hareketi, ülkemizde "koruyucu" savaş niteliği altında LASO planını yürürlüğe koyan Amerikan emperyalizmine karşı, onun gittikçe artan silahlı müdahalesine karşı, vatanseverce bir cevap niteliğini taşıyor. Amerikan müdahalesi gittikçe genişliyor: silahlı kuvvetler içindeki Amerikan heyetlerinin sayısı artıyor, köylük bölgelerdeki hükümet saldırılarına yaptığı malı yardım durmadan artıyor, Kolombiya'nın emekçi halkına karşı kullanılsın diye, uçaklarla boyuna silah taşınıyor, uçaklar, helikopterler veriliyor. Bu şekilde, Kolombiya'nın eski efendilerinin, gözü doymaz toprak ağalarının yanında, yeni bir efendi, Amerikan emperyalizmi, gün günden daha amansız bir saldırganlıkla yer alıyor. (sayfa 387)
     
      [Colombia, An Embattled Land, Peace and Socialism Publishers, Prag, 1966, 76-78.]





      8.
      KOLOMBİYA'DA DEVRİMCİ
      SİLAHLI MÜCADELE AYRACI
     
      Alberto Gomez
     
      Ülkemizde bugünkü yönetimi devirmek isteyen bütün gurup ve sınıfların devrimci süreçte yerlerini almaları zorunluğu artık gün gibi ortada. Hareket noktamız, programımızda yazılı olan sınıf ilkesidir. Programımız, Kolombiya devriminin işçi-köylü ittifakının yanlarına, öğrencileri, aydınları ve memurları da alarak, kuracakları cepheyle yürütüleceğini belirtiyor. Bütün emekçilerin devrimde katkıları bulunmalıdır. Bu katkıların büyüklüğü mücadele sırasında ortaya çıkacaktır.
      Bir takam soyut kavramlardan değil olaylardan hareket ediyoruz. Rehberimiz, işçi-köylü ittifakının zorunlu olduğunu söyleyen Marksist-Lenininst öğretidir. Bu ittifakın yokluğu, bundan önceki silahlı mücadelelerimizin (1949-1953 ve 1954-1951) gericiler tarafından yenilgiye uğratamasına yol açtı. Geçmişteki eksiklerimizden biri, şehirlerdeki devrimci hareketin zayıflığı idi. Bundan yararlanan egemen sınıflar, 10 Mayıs 1957'de Rojas Pinilla'nın askeri diktatörlüğü yıkıldığı zaman, halk mücadelesinin meyvalarını burjuvaya devretmeyi bilmişler ve bir "ulusal cephe" hükümetini iktidar koltuğuna oturtmuşlardır.
      Fakat bu böyle oldu diye, umutsuzluğa kapılıp, şehirleri aforoz etmek ve düşmanın kucağına itmek (sayfa 388) yoluna sapmamız elbette düşünülemez. Bir kere, nüfusumuzun yüzde 52'sinin şehirlerde yaşadığını (ve nüfusu 100.000'i aşan 17 şehrimiz olduğunu) akıldan çıkarmamak gerek. Sonra, şehirlerde yaşayan kitlelerin birdenbire ve kendiliğinden ayaklandıkları da görülmüştür. Örneğin, 9 Nisan 1948'de Liberal önder Jorge Eliecer Gaitan öldürüldüğü zarnan şehirler birden ayağa kalktı. Bazıları günlerce işçilerin yönetiminde kaldı. 10 Mayıs 1957'de diktatörlüğün devrilmesi olayı da şehirli halk kitlelerinin seferber olmasıyla başarıldı. Son yıllarda, işçi ve öğrenci grevleri, öğretmen ve memur gösterileri aldı yürüdü. Demek ki, şehirlere önem vermemiz gerek. Zaten, çeşitli mücadele biçimlerine başvurmak, siyasetimizin ilkelerinden biri.
      Gerilla hareketi tekbaşına devrimi gerçekleştiremeyeceğinin farkındadır. Gerillacıların tekbaşına hareketin anlamını eski deneylerinden pekala bildiklerini varsayabiliriz. Devrimin başarılı olması için halkın birleşmesi gerekir. Ülkemizde bu birleşmenin gittikçe geliştiğine dair belirtiler var. İşçilerin, öğrencilerin ve öğretmenlerin her eylemi gerilla hareketine yardım ediyor. FARC [Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia (Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri)] karargahının çeşitli vesilelerle tekrarladığı gibi, emekçilerin giriştiği her eylem, gerillacıların mücadelesiyle sıkı sıkıya ilişkilidir.
     
      Gerilla Hareketinde Komünist Partisinin
      Büyük Rolü
     
      Hiç kimse, kolları sıvayıp mücadeleye fiilen atılmadıkça bir hareketin siyasal önderliği iddiasında bulunamaz. Hiç bir gurup, kendini öncü ilan etmekle, hareketin(sayfa 389) gerçek öncüsü olamaz. Biz komünistler, tek devrimci kuvvetin bizde toplanmadığını, bizden başka devrimci gurupların da bulunduğunu her zaman ilan ettik. Emperyalizme karşı, bizim saflarımızın dışında. bizden bağımsız mücadele yürüten her kuvvete kardeşlik elimizi uzattık.
      Bugün Kolombiya'da bir ölüm kalım mücadelesi yapılıyor. Bu mücadelenin merkezinde FARC'ın başında olduğu gerilla hareketi var. FARC'ın askeri-siyasi önderliği Komünist Partisi Merkez örgütlerinin kararlarına uygun bir çizgi izlemektedir. Ülkemizdeki devrimci sürecin gereklerini yerine getirmek için, Partimizin Onuncu Kurultayı (Ocak 1966) silahlı kuvvetlerin karargahını köylük bölgelerde kurdu. FARC'ın karargahındaki önderlik Manuel Marulanda Velez, Ciro Trujillo, Jacobo Arenas ve Isauro Yoca gibi denenmiş komutanların elinde. Bu komutanların hepsi de Partimizin Merkez Komitesinde üye. Savaş eğitimimiz. FARC açılış konferansı kararlarına uygun olarak, ülkemizin hem somut hem de genel durumu dikkate alınarak yürütülmekte. Onuncu Kurultayımızdaki delegelerin, bir kısmı, ta 1950'den beri savaşan köylüler oluşu bir raslantı değil elbet. Ülkemizdeki devrimci silahlı mücadelenin geniş ölçüde komünistlerin eseri olduğunu göğsümüzü gere gere söyleyebiliriz.
      Silahlı mücadelenin göbeğinde başarıdan başarıya koşarak -bu arada kaçınılmaz bazı hatalar da işleyerek- Partimiz, silahlı mücadelenin anayolunu çizmiş oldu. Kitle özsavunma taktikleriyle başlayıp bunları gerilla hareketi haline dönüştürdü. Marquetalia bölgesine karşı girişilen saldırıyı defetmek amacıyla ortaya çıkan ve Güney Gerilla Gücü'nün birikmiş deneyleriyle güçlenen FARC bizim eserimizdir. FARC bir halk ordusu olma yolunda ve halkı iktidara geçirme kararındadır.
      Parti ve gerilla birlikleri kenetlenmiş ve birbirine (sayfa 390) omuz vermiş durumda. Partiyi kuvvetlendirdikçe gerilla hareketini de kuvvetlendiriyoruz. Gerilla birlikleri etkinlik kazanınca parti de kazanıyor. Cordillara'daki bütün parti kuruluşları silahlı birimlerin karşılaştıkları sorunları çözmeğe çalışıyor. Çatışma bölgesindeki her komünist. düşman hatları arkasında çalışan bir gerillacı. Şartların elverişli olduğu bir bölgeye hareket eden gerilla birliği, partinin o bölgede gerilla eylemleri için uygun bir ortam hazırlamakla görevli olduğunu biliyor. Çatışma bölgelerindeki bütün mahalle, belediye ve bölge komiteleri gerilla hareketini kuvvetlendirmeğe çalışıyor. Parti örgütleri, gerillacılar için, soludukları hava kadar gerekli; başarılı eylemlerinin ön şartı. Komünist Partisi ile gerilla birliklerinin bölünmez beraberliğinin "sırrı" partinin ve önerliğinin, mücadelenin tam ortasına atılmış olmasıdır.
      Bir zamanlar, bazı solcular her yerde silahlı mücadeleye girişilmesi konusunda ısrar ediyordu. Fakat silahlı mücadele başlayıp da köylülerin büyük desteğe ve somut yardıma ihtiyaç duydukları anlaşılınca, bu solcular yerle yeksan oldular. Atınca mangalda kül bırakmayan bu geveze akıl hocaları, işe gelince ortalarda görünmediler. Bir kısmı ise, sözünün eri olmadığını, hükümetin bütün ekonomik tedbirlerini ve baskılarını destekleyecek kadar derin bir ihanet çukuruna düşerek, gösterdi. Siyaset masallara değil gerçeklere dayanır. Her siyasi görüşün değeri, devrimci sürece yaptığı somut katkıyla ölçülür.
      Gerilla hareketinin komünistler tarafından yönetildiği için halkın desteğinden yoksun olduğunu savunan kimse kalmadı bugün. Partinin yönetimi altındaki gerilla hareketinin çapını gittikçe genişlettiğini, eskiden Liberal ve Tutucu güçlerin etkisi altındaki bölgelere yayıldığını ve hatta, eskiden ne özsavunma ne de en ufak bir komünist etkisi bulunmayan bölgelere kadar bile uzadığını olaylar gösteriyor. Gerilla hareketi, demokratik (sayfa 391) güçleri birleştiren bir etmen olma yolunda hızla ilerliyor. Silahlı devrimci mücadeleye girişmiş bütün gurupları tek bir cephede toplama çalışmalarında FARC, partimizin ulusal kurtuluş cephesi kurulması çağrısını gerçekleştirme görevini yürütüyor. Devrimci hareketin zafere ulaşması için tek doğru siyaset budur.
      Partimizin Onuncu Kurultayı, Kolombiya için bütün mücadele biçimlerinin yer aldığı özel bir devrimci yolun açılmakta olduğunu belirtiyordu. Bu yolun üstünde en önemli mücadele biçiminin, emperyalizmi yenip zafere ulaşmak için en doğru yolun silahlı mücadele yolu olduğu konusunda da ısrar ediyordu. FARC bir halk ordusu olma yolundadır. Biz komünistler işte bunu gerçekleştirmeğe çalışıyoruz. Bağımsız, egemen, sosyalist bir Kolombiya kurmak için çalışıyoruz. (sayfa 392)
     
      ["The RevoIutionary Armed Forees of Colombia and Their Perspectives", World Marxist Review, Nisan 1967, s. 34-35. ]
      Alberto Gomez, Kolombiya Komünist Partisi Siyasi Bürosu üyelerindendir.





      9.
      GUATEMALA'DA DEVRİMCİ TAKTİKLER
     
      Jose Manuel Fortuny
     
      İşçi Partisi bugünkü durumun son derece elverişli olduğu kanısında. Guatemalayı kasıp kavuran yapısal bunalımın sonucu olarak gittikçe şiddetlenen sınıf çatışması, ordunun, hiç de uzak olmayan bir gelecekte şu iki yoldan birini tutmasını zorunlu kılıyor: ya hükümeti devirecek ya da büsbütün pekiştirecek. İkinci durumda hükümet ordunun sivil bir biçimi haline gelmiş olacak. Buna da «dördüncü karşı devrim hükümeti» adını takabileceğiz. Bu arada, şartlar elverişli olduğu takdirde, silahlı devrimci mücadele de devam edecektir.
      Bazıları, bugünkü şartlar altında, partinin çizgi değişikliği yapmasını ve daha barışçı yollar izlemesini öne sürüyor. Böyle düşünenler, mücadele biçimleri ile devrimin genel sebebini karıştıran ve parti çizgisi sorununu sadece bir taktik sorunu haline indirgeyen kişilerdir.
      Partinin çoktan beri açıkça söyleyip durduğu bir şeyi burada tekrar etmekte fayda var: devrimin genel sebebinin tanımlanması, strateji konusu; mücadele biçimlerinin tanımlanması, taktik sorunudur. Stratejinin değiştirilmesi için ülkenin şartlarında köklü bir takım nicelik değişmelerinin görülmesi gerekir. Bu da ancak ve ancak anti-emperyalist bir halk devriminin gerçekleşmesine bağlı. Partimiz, bu sonucun ancak silahlı mücadeleyle sağlanabileceği kanısındadır. Bu noktayı görmek istemeyenler (sayfa 393) kendilerini bir kısır çemberin içinde buluyorlar. Mücadelenin biçimi sorunu ise başka bir konu. Bu bir taktik sorunu ve bu yüzden mücadele alanına ve somut şartlara, başka bir deyimle, geçici ve niteliksel şartlara bağlı. Guatemaladaki durum bu merkezde. Hükümet değişikliği iktidar koltuğundaki kuvvetleri zerrece değiştirmemiştir.
      Lenin de, Marx da "Ayaklanma ile oynamayın. Fakat bir kere patlak verdi mi de sonuna kadar gidin." görüşündeler. Biz Guatemalalı komünistler, ülkemizdeki şartların bu ilke ışığında gelişecek bir halk devrimi için yeter derecede olgunlaştığı kanısındayız. Marx'ın dediği gibi "ayaklanma da tıpkı savaş gibi bir sanattır." Dolayısıyla sistemli hazırlıkları gerektirir. Çok iyi hazırlanmış bir kuvvetin kullanılması ise sadece bir taktik sorunu değildir...
      Hem Montenegro'nun seçimi, hem de Vaşington'un Peralta Azurdia üzerine yaptığı baskı (birincinin seçilmesi için) aslında devrimcilerin silaha sarılmış olmalarının bir sonucudur. Tuhaf bir durum, fakat gerçek: silahlı mücadele, barışçı yollarla hükümet değiştirme işine de yarıyor. Çünkü Devrimci Parti, seçimlere hile karıştırıldığı ve ülkenin başına yeniden bir asker oturtulduğu takdirde silahlı mücadeleyi arttıracağını ve bunun gerillacıların zaferiyle sonuçlanan bir mücadele olacağını açıkça ortaya koydu.
      Amerikan emperyalizmi demokrasi şampiyonu değildir. Halkm en temel haklarını çiğneyen Peralta Azurdia için de aynı şey söylenebilir. İktidara geçer geçmez yaptığı ilk iş Anayasayı rafa kaldırmak ve ülkeyi tam bir terör havasında yönetmeğe kalkmak olmuştu. Bunu gören Amerika, Azurdia yerine Montenegro'yu oturtmak zorunda kaldı. Çünkü Guatemala'nın, silahlı halk kuvvetlerine (sayfa 394) ve gerilla savaşına dayanarak, ikinci bir Dominik Cumhuriyeti olmasından çekiniyordu.
      İşçi Partisi Merkez Komitesi, 10 Haziran, 1966 tarihli kararında şunları belirtiyordu: "Olaylar gösteriyor ki, yurdumuzun baş düşmanı Kuzey Amerikan emperyalizmi, taktik değiştirmeğe başlamıştır. Eskiden, orduyu kullanarak, ülkeyi aşırı gericilere yönettirirdi. Şimdi, hükümete yeni güçleri ortak etmekte ve orduya hükümeti denetletmektedir." Parti, bu durum karşısında, "günümüzün siyasî şartlarına uygun yeni taktiklerin benimsenmesi gerektiği" sonucuna varıyordu. Partinin, silahlı mücadelenin en uygun mücadele biçimi olduğu konusundaki görüşü ise aynen kalıyordu. Yeni taktiklerin başlıca nitelikleri şöyle özetlenebilir:
     
      1- Montenegro'nun Devrimci Partisi, bugüne kadar çizdiği zikzaklara rağmen, gerici partilerle karıştırılmamalıdır. Sınıf bileşimi, halkı reform sözleriyle kandırmaktan ibarettir. Bu partinin homojen olmayan bir niteliği var. Bir yandan ülkeyi yöneten klik, diğer yandan orta tabaka ve subaylar bu partiye bağlı. Ancak, üç akımın bir sentezine varmış, üç ayrı gurubun birliğini sağlamış bir parti değil: üç ayrı guruptan kurulu bir ortaklık. Karşımızdaki acil görev, bu partinin yüksek tabakasıyla çatışmak, alt tabakasındaki oportünistleri tarafsız hale getirmek ve subayları sol tutumlara doğru çekmek olmalıdır.
      2- Hükümet, ordunun istediğinden farklı bir siyaset izlediği için, bunlara yönelecek komünist taktikleri de farklı olmalı. Komünistler, ordunun baskı yönetiminden yana olduğunu ve hükümeti devirmek için darbe hazırladığını hükümete duyurmalı. Partimizin hedeflerinden biri, hükümete, asıl düşmanın Asi Silahlı Kuvvetler değil, düzenli ordu olduğunu ne yapıp yapıp anlatmak olmalı. Yukarda geçen Merkez Komitesi kararında, ordu (sayfa 395) baskı yapmağa devam ettiği sürece, "Asi Silahlı Kuvvetlerin buna askerî bir saldırıyla cevap verecekleri, gafil avlanmamak için girişimi kendi, ellerine alacakları" hususu da yer alıyordu. Ordu, baskı yapmaktan vazgeçtiği takdirde Asi Silahlı Kuvvetler de, eylemlerinde "misilleme yapmaktan, kitleye karşı girişilen baskıların ve yoldaşlarımıza yapılan işkencenin öcünü almaktan" öte gitmeyecekler.
      3- Devamlı bir darbe tehlikesi var (bazı subayların giriştikleri işler olsun, gerici çetelerin ortalığı kasıp kavurmağa kalkması olsun, bunu gösteriyor), bu konuda kitleleri ve hükümeti uyarmak taktik ve görevlerimizden biri olmalı. Darbe olursa Asi Silahlı Kuvvetler kitleleri de yanlarına alarak darbecilere karşı çıkmalıdır. Darbe başarıya ulaşır da Amerikan emperyalizminin desteğini sağlama imkânına kavuşursa geniş bir cephe kurarak mücadeleye geçmeliyiz.
      4- Hükümet değişikliği, sadece, iktidar koltuğundaki güçleri yeni bir düzene sokmakla kaldı. Gerçek iktidar Amerikan emperyalizminin elinde. Emperyalizm, ordunun baskı yönetimiyle hükümetin önemsiz reform ve tavizlerini yeni bir bileşim içinde ortaya koydu. İşte hükümet değişikliğinin önü sonu bu. Reform ve tavizlerin ülkeyi bir miktar değiştirdiği resmi ağızlardan düşmüyor. Bu da bir dereceye kadar doğru. Partimizin görüşü "bu reform ve tavizlerin, kitle eylemleri için yeni fırsatlar yaratması, yeni örgütlere olanak sağlaması, işçiler, köylüler ve diğer emekçiler için ekonomik, sosyal ve siyasal bir takım hakların alınması için mücadeleye imkân vermesidir. Bu yeni şartlara uygun silahlı bir mücadele yolu benimsenir ve halk kitlelerinin desteği sağlanırsa, yeni durumun gerektirdiği kuvveti de kazanmış olacağız."
     
      Parti, başlıca görevinin, yeni durumdan yararlanarak (sayfa 396) üç düzeyde örgütlenme eylemlerine Jıız vermek olduğu görüşünde. Bu düzeyler: kitleler, Asi Silahlı Kuvvetler ve partidir. Bu yöndeki çabalar olsun, devrime uygun ortamın devamlı gelişmesi olsun (yeni gerilla cepheleri açma olanağının doğması gibi) partinin, diğer sol kuruluşlarla elbirliği etmek ve kitle üstünde etkisi olan bütün kuruluşlarla birlikte ortak bir cephe kurmak görevlerini ikinci plana düşüremez. İşçi Partisi, Devrimci Partinin, sekter hatalarımızı yakalayıp adı geçen bu sol örgütleri bizden koparmak isteğini ve Asi Kuvvetler içinde komünistleri tek başlarına bırakma taktiğini akıldan çıkarmıyor. Merkez Komitemizin belirttiği gibi "Düşman taktiklerine verilecek en iyi cevap, siyasî, askerî, ekonomik ve sosyal mücadeleyi birarada yürütmektir. Bunun için de devrimci kuvvetlerin daima halkın isteklerini ve umutlarını dikkate alarak eyleme girişmeleri gerekir. Çünkü komünistler, Marksizm-Leninizmi daima yaratıcı bir biçimde ele almalı ve çizdiği yoldan ayrılmamalıdır." (sayfa 397)
     
     
      ["Guatemala: Political Situation and Revolutionary Tactics," World Marxist Review, Şubat, 1967, s. 32-33]; Jose Manuel Fortuny, Guatemala İşçi Partisinin Genel Sekreteridir.





      10.
      LATİN AMERİKA DEVRİMİNE DOMİNİKLİLERİN BAKIŞI
     
      Jose Cuello ve Asdrubal Dominguez
     
      Ekim Devrimi, yüzyılımızın hemen bütün sosyo-politik süreçlerini etkilemiştir. Sömürüye ve baskıya karşı çıkan bütün devrimler günümüzün sosyalist özünden etkilenen unsurları da kapsamakla birlikte, devrimlerin sınıf bileşimi, programlan, aşamaları, mücadele biçimleri ve kurdukları devlet yapısı mutlaka sosyalist bir nitelik taşımıyor. Lenin'in tahmin ettiği gibi, sosyalizme ulaşan devrimci yollar da günden güne çoğalıyor, çeşitlerini arttırıyor.
      Bir kere, proletarya dışındaki tabaka ve guruplar da artık anti-emperyalist mücadeleye katılmakta. Bugün, dünya devriminde müttefikimiz olan bu çeşitli tabaka ve guruplar, geçmişte olduğu kadar gelecekte de, sosyalist devrime kendi nitelikleriyle katkıda bulunacaklar ve sosyalizmin (ister az gelişmiş ülkelerde, ister kapitalist ülkelerde) kuruluşunu etkileyeceklerdir. Bu süreç, günümüzde Komünist hareketi ile dünya devrimi hareketi arasındaki birliğin sağlanmasında belli güçlükler yaratıyor.
      Küba Devriminden beri, devrimci harekete yeni tabaka ve gurupların girmesiyle, Latin Amerika ülkelerindeki devrimci hareket bir kitle niteliği, dinamik bir Özellik kazandı.
      Eskiden de ilerici aydınlar ve öğrenciler devrimlere (sayfa 398) katılırdı. Bugün subayların ve papazların da katıldıklarını görüyoruz. Bunların durumuna dikkatle eğilmeliyiz.
      Venezüelada, askerlerin Carupano ve Puerto Cabello ayaklanmalarına katıldıklarını gördük; aynı şey, Guatemaladaki, Turcios Lima, Yon Sosa ve 13 Kasım Hareketlerinde görüldü; Dominik Cumhuriyetindeki[
5] Francisco Caamano, Ramon Manuel Montes Arache, Hector Lachapelle Diaz ve 1965 Nisan olaylarına katılan diğer yüzlerce subay, devrimci bir bunalım başgösterdiği zaman, gerçek bağımsızlık ve ulusal onur uğruna askerlerin de devrimci güçlere katılmalarının mümkün olduğunu gösteriyor.
      Camilo Torres ve onu izleyenler örneği de bize, Latin Amerikada papazlar arasında bile anti-emperyalist devrimci duyguların yer ettiğini gösteriyor. Bu duygunun temelinde Hıristiyan hümanizmini buluyoruz.
      Yüzde yüz olumlu bu hareketlerin, kıtamızdaki Marksistlerin tamamı tarafından iyi değerlendirilemediğini görüyoruz. Aslında, birçok ülkelerde işçi sınıfının yaptığı devrimci öncülük, kıtamızda, ilerici küçük burjuvazinin elindedir. Üstelik bu smıf, Marksist partileri ortadan silmeğe de çalışmaktadır. Hele, yanlış, taktiklere esir olmuş, sekter ve dogmatik partiler bulduğu takdirde küçük burjuvazinin gelecekteki rakibine şimdiden darbe indirme şansı artıyor. Küçük burjuvazinin önderliğini kabul edip etmeme konusunda bir karar vermeğe kalkmadan, Lenin'in vaktiyle söylediği ve bugün kıtamızdaki komünist hareketi için ibretle incelenmesi gereken şu sözlerini hatırlayalım: «Kendi kendimizi öncü, ileri birlik (sayfa 399) ilan etmemiz büyük anlam taşımaz; davranışlarımızı o şekilde ayarlamalıyız ki diğer birlikler de bizim öncülüğümüzü, hareketin başında yürüdüğümüzü kabul etsinler."
      Bazıları Marksizme kaymış, bazıları da kaymamış farklı siyasal ve sosyal guruplar kıtamızdaki devrimci hareket içinde yer almış bulunmaktadır. Bu hareketin öncülüğünü ele geçirmek istiyorsak, Marksizmi yaratıcı bir biçimde anlamağa çalışmalı, esnek ve cesur taktiklere girişmeli ve öncülüğe diğer guruplardan daha layık olduğumuzu kanıtlamalıyız. Partinin anti-emperyalist cephedeki önderliğini sağlamanın tek yolu, devrimci birliğin diyalektik bileşimini gerçekleştirmek ve bu birliği bozmadan, bu birlik içinde ideolojik savaşa girişmektir. Özellikle işçi sınıfının örgüt bilinci, nesnel sürecin büyüyen sertliğine ve artan hızına ayak uydurabilecek kadar yüksek bir düzeyde değilse, bu konudaki dikkatimizi arttırmak zorundayız demektir.
      Komünistler ortak cephenin azınlığını teşkil etseler bile, doğru ideolojik mücadeleyle, hareketin sapmasını önlemekte ve çoğunluğu kendi tarafına çekmekte başarı sağlayabilir. Cephe içinde çoğunluk bizde olunca da, kendi irademizi diğerlerine kabul ettirmek için zora başvurmamalı, ikna yolunu seçmeliyiz.
      Farklı siyasal ve sosyal kuvvetlerle birlikte girişilecek bir hareket, mücadelenin yöntemi konusunda, büyük bir ciddiyeti ve kuramsal açıklığı zorunlu kılar. Latin Amerika devrimci hareketi içinde hâlâ ateşli bir biçimde tartışılması ve hatta hareketi bölecek bir dereceye varması, bu konunun önemini gösteren bir delil niteliğindedir.
      Biz, "silahlı mücadele" ile "kitle mücadelesini" birbirine taban tabana zıt gösteren anlayışa kesinlikle karşı olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Böyle bir ayrımın ülkemizin (sayfa 400) (hatta bütün kıtanın) gerçeklerine kesinlikle aykırı düştüğü inancındayız.
      Yöntemler
denince, işçi sınıfının ve müttefiklerinin iktidara gelmesini sağlayacak araçların tümünü anlıyorsak, yöntem sorunu bir strateji sorunudur ve bu konudaki polemik derhal kapitalizmden sosyalizme geçişin niteliği konusundaki tartışmayla karışıverir.
      Partimiz, Nisan 1965'in acı deneylerinden, öncülüğü elde etmek istediğimiz takdirde, kendimizi devrim için zorunlu silahlı mücadeleye hazırlamamız gerektiğini öğrendi. Burjuvazi ve emperyalizm, silahlı karşı devrim makinasını harekete geçirdiği zaman, Komünist Partisi siyasetini devrimci savaşın somut isteklerine uygun bir biçime getiremezse halk kitlelerini hemen kaybeder. Öncülük de proleter olmayan güçlerin eline geçer ki bunun sonucu devrimin ya da ulusal kurtuluş savaşının yenilgiye uğramasından başka bir şey değildir.
      Kıtamızda, devrimci mücadelenin yöntemleri, biçimleri ve yolları konusu tartışılırken, hiç kimsenin grevler ve köylü eylemleri için propaganda ve kışkırtma gereğini, işçi sınıfını örgütlemek için yılmadan çalışma şartını yadsımadığını görüyoruz. Fakat bizce tartışmalı olan bir konu var: Acaba burjuvazi, elindeki mallan vermeğe razı olacak mı, emperyalizm kendisi için çok önemli olan bir toprak parçasını gönül rızasıyla terkedecek mi? Yoksa iç ve dış düşmanlarımız birleşik olanca güçleriyle, devlet makinalarının bütün ağırlığını ve ellerindeki bütün teknik olanakları kullanarak, modern silahlarla donanmış olarak karşımıza mı çıkacaklar?
      "Bütün mücadele biçimlerinde ustalaşmamız gerekir" demek, bizce bir işe yaramaz. Çünkü bu oldukça gevşek bir formüldür. Bir ülkedeki devrimcilerin iktidarı kazanmak için tutarlı bir siyaset izlemelerini garanti etmediği gibi, dikkatleri en uygun olan yöntemin bulunması (sayfa 401) için gerekli çalışmalardan uzaklaştırmak gibi, engelleyici bir rol de oynar.
      Engels'in belirtti gibi, silahlarını durmadan geliştiren ve ordularını yeni savaş düzenlerine göre eğiten egemen sınıflar, devrimci güçlerin hangi ölçüde silahlı ve ne türlü bir şiddet hareketine girişeceklerini de tayin etmiş olurlar.
      Sokak gösterileri, grev ve toplantılar aşamasında, yönetici azınlık, burjuvazi ve emperyalizm, sosyo-ekonomik düzeni polis ve güvenlik birlikleri göndererek savunabilecek güçtedir. Su hortumu ve cop, düzeni savunmağa yetecek silahlardır. Fakat devrimciler, gericilerin bu ilk siperini yıkıp bir adım daha atmak istedikleri zaman karşılarında tüfekleri ve tankları bulurlar. Tanklar yakılıp da tüfekler karşı tarafın elinden alındığı zaman ise, ufukta Amerikan zırhlıları ve taşıt uçakları belirir. Sömürücü sınıfların dayandığı son savunma hattı budur çünkü.
      Üç yıl önce ülkemizde olup bitenlerin özeti de bu zaten.
      Bu yüzden, devrimin, günün sorunu olduğunu bilen biz Dominikli komünistler, her düzeyde silahlı mücadele için sıkı hazırlanmalıyız. Aynı nedenlerle, kitleyi de böyle bir mücadeleye hazırlamağa çalışıyoruz; çünkü partinin bu mücadeleye hazır olması yetmez, karar günü kitlelerin de eli tetikte olmalıdır. Lenin, kitlelerin devrimci şiddete başvurabilecek psikolojik niteliği kazanmalarına Komünist Partisinin önayak olması gerektiğini söylemiştir. Tarih henüz onu yadsımış değil.
      Vietnam'da, Orta Doğu'da, Afrika'da ve Latin Amerika'da görülen barbar karşı devrimler bizi bir yol kavşağına getirmiş bulunuyor: ya güçsüzlüğümüzü anlayıp bir kıyıya çekileceğiz ya da devrimci enerjimizi iki misline (sayfa 402) çıkararak işçi sınıfının ve partisinin hazırlıksız yakalanmamasını sağlayacağız. Bunun için de düşmanın kullandığı yöntemleri iyi bilmek gerekli. İşçi sınıfının örgütlü öncüsü olan partinin, günün birinde birdenbire yükselen barikatları görünce hazırlıksız yakalandığını, geç kaldığını anlayarak felce uğraması doğrudan doğruya işçi sınıfına ihanettir.
      Eğer durum değişir de işçi sınıfı ve partisi silaha sarılmak zorunda kalmazlarsa daha da iyi olur; fakat silahlı mücadeleye hazırlanmak hiç bir zaman boşuna değildir.
      Bugünlerde tartışma konusu olan bir başka sorunu ele almak istiyoruz: İlke olarak, sınıf çatışmasının silahlı şiddet biçimini aldığı andan itibaren silahlı devrimci hareket başlayabilir. Ancak, emperyalizmin, ülkelerimizin iç işlerine burnunu iyiden iyiye sokmuş olması nedeniyle, komünistler, kitlenin kendiliğinden girişecekleri silahlı şiddet hareketlerine katılmakla yetinmemeli, bu hareketin örgütlenmesi ve belli ilkelere dayandırılması işinde, öncülüğü almağa çalışmalıdır. Dolayısıyla, komünistlerin, ülkemizde ve kıtamızın diğer ülkelerinde, sistematik hareketini köylere yaymağa hazırlanması büyük önem taşıyor. Girişim önceliği ve üstünlüğü bizde olmalı.
      Dış müdahale tehlikesi ve gerilla savaşı zorunluluğu birbiriyle yakından ilgilidir. Teknik yönden yabancı işgal ya da müdahale kuvvetlerine karşı, köylülerin dağa çıkmaları sık görülen olaylardandır. Kuzey Amerikalıların Britanya'ya karşı giriştikleri savaşın; Avrupa'da faşizme karşı girişilen savaşın; Sovyetler Birliğinde Hitler'in geri hatlarını vurmağa çalışan savaşın; Çin'de Japonlara karşı girişilen savaşın, gerila nitelikleri ağır basar. Gerilla savaşının etkinliği Vietnam'da, Filipinlerde, Cezayir'de ve dünyanın daha başka yerlerinde sınavdan geçmiş ve kendisini kabul ettirmiştir. (sayfa 403)
      Köylük bölgeleri düzensiz savaş (gerilla savaşı) için en uygun yer olmakla kalmıyor (özellikle işgalciye karşı) aynı zamanda, köylüleri, köylerdeki yarı-proleter gurupları ve tarım işçilerini (sömürülen bütün yoksul emekçileri) etkin devrimci savaşın içine çekiyor.
      Bizim gibi ülkelerde, kitlenin desteğini sağlamadan, devrimi başarıya ulaştırabileceğini sananlar aldanıyorlar. "Yeşil berelilerin" Amerikanın bütün dağlarını taşlarım tutmalarından sonra, kitle desteği, sadece işçi sendikası ya da esnaf birliği örgütlemeğe yarayan örgütleme ve eğitim yöntemleriyle sağlanamaz. Sağlanır diyenler varsa, bize göre, bunlar sorumsuz kişilerdir. (Devrimci örgütleme ve eğitim için başka yöntemler kullanılması halinde nasıl başarılı olunduğunu Kolombiyalı komünistlerin deneyi gösteriyor). Dağlarımızda Amerikan birliklerinin oluşu bir tehlike (düşman için) ve bir devrim imkânı (köylüler için) kaynağıdır. Fakat aynı zamanda kurtuluş hareketinin zayıflığının da bir kalıntısıdır bu; sömürülen köylü kitlelerini demokratik ve anti-emperyalist mücadeleye çekmekte gösterilen ağırkanlılık.
      Kitleleri bu sürüncemeli savaşa katma ihtiyacı, her geçen gün biraz daha iyi anlaşılıyor. Devrimin bütün cepheleriyle birden askerî siyasî bir saldırıya geçmesi için şartların olgunlaşmasına kadar işgalciye (ya da darbeciye) karşı bir direnme niteliğinden öte geçmemesi gereken bu sürüncemeli savaş onlar olmadan başarılamaz. (sayfa 404)
     
      ["The Dominican Repuclic: Two Years Af ter," World Marxist Review, Mart, 1968, s. 38-39.] Yazarlar, Dominik Komünist Partisinin önde gelen üyelerindendir.





      11.
      LATİN AMERİKADA ANTİ-EMPERYALİST İTTİFAK
     
      Luis Corvalan
     
      Geçen Yüzyılda Latin Amerikada yer alan bağımsızlık savaşları kıta savaşları niteliğindeydi. Bolivar, Sucre, San Martin ve O'Higgins sadece kendi ülkelerinin özgürlüğü için değil, bütün amerikan halklarının özgürlüğü için savaşıyorlardı. O günlerde kıtamızda ne ulusal devletler ne de coğrafî sınırlar vardı. Sömürgecilerin sınırları belli belirsizdi. Kendi halklarının bağımsızlığı uğruna dövüşen ordularda başka halklardan, başka sömürgelerden gelen subaylar ve askerler vardı.
      Bağımsızlık kazanılıp da kapitalizm gelişmeye başlayıncaya kadar ulusal devlet diye bir şey çıkmadı ortaya. Fakat tıpkı eskisi gibi, Latin Amerika halklarının ortak alınyazıları, ortak sorunları ve ortak düşmanları bulunuyordu. Kapitalizmin ve kapitalist toplumun dengesiz gelişimi dün neyse bugün de oydu. Hepsinin geri kalmış olmaları bir yana, bugün, Latin Amerika ülkelerinin ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişme düzeyleri arasında gene de önemli farklar vardır. Bu da, devrimlere ulusal bir renk katmakta ve zamanla biçimlerini değiştirmektedir.
      Bu nedenle, günümüzdeki durum, geçen yüzyılda olduğundan değişik. Bununla birlikte, Washington bütün kıtada bir saldın ve müdahale siyaseti uygulamakta. Küba Komünist Partisinin (sayfa 405) 18 Mayıs (1967) Bildirisinde belirttiği gibi, Amerika, "Uluslararası saldırı savaşları düzenlemekte, çeşitli ülkelerden gelen askerleri bu savaşlara sokmaktadır. Dün Güney Korede, bugün Güney Vietnamda, bunun örnekleri görüldü. Vietnamda, Güney Kore'den, Siyam'dan, Filipinlerden, Yeni Zelanda'dan ve Avustralya'dan gelmiş askerler dövüşüyor. Santo Domingo'da da böyle olmuş, Brezilya'dan, Costa Rica'dan, Honduras'tan, Nicaragua'dan ve Paraguay'dan birlikler getirilmişti; ayrıca emperyalizm, OAS aracılığıyla (OAS-Amerikan Devletleri Birliği) Küba'ya ve kıtadaki kurtuluş hareketlerine karşı kullanılmak üzere uluslararası bir ordu kurmağa çalışmaktadır."
      İşte, Latin Amerika halklarının birleşik bir eylem içine girmelerini, ulusal renklerinden kurtulup uluslararası bir renge bürünmeleri bundan ileri geliyor.
      Yerli azınlık yönetimleriyle elele vermiş olan emperyalizm. Latin Amerika ülkelerinin sınırlarını ve egemenliğini tanımadığı gibi iç-işlerine karışmama ilkesini de çiğniyor. Devrimcilerin büyük bir dayanışmayla karşı koymaları gereken ideolojik sınırlar adını verdiği bir doktrin geliştirmiş bulunuyor. Bu dayanışma, önderliği kendilerinde olmak şartıyla, kardeş halkların kurtuluş savaşlarına (gerektiği zaman) katılmamızı şart kılıyor .
      İspanyadaki anti - faşist savaşta olduğu gibi, bazı haller-farklı uluslara mensup devrimciler, kitleler halinde, bir başka ülkenin kurtuluş savaşına katılabilir. Bu, önemli bir siyasî ve tarihî etki yaratıyor. Fakat, devrimcilerin dünya ölçüsünde kurtuluş savaşlarına ve işçi sınıfı zaferine yapabilecekleri en büyük katkı, kendi ülkelerinde mücadele etmek ve diğer ülkelerdeki devrimci savaşlara maddi ve manevi yardımda bulunmaktır.
      Marksizmin ve proleter enternasyonalizmin kurucuları olan Marx ve Engels Komünist Bildirisinde (Manifestosunda) (sayfa 406) şunları söylüyorlar: "...Özünde olmasa bile biçiminde, proletaryanın burjuvaziyle savaşı, herşeyden önce, ulusal bir savaştır. Şüphesiz, her ülkenin proletaryası, herşeyden önce, kendi burjuvazisiyle kozunu pay etmek durumundadır."
      Bu ulusal savaşta, her ülkede, devrimin somut görevlerini ve çeşitli niteliklerini tayin edecek olan o ülkenin devrimcileridir. Kendi yurtlarındaki durumu onlar herkesten daha iyi bilirler. Devrimin amaçlarını ve bu amaçlara ulaşma yöntemlerini en iyi onlar tayin eder. Hata yapabilirler. Fakat bu başkalarının yapacağı hatadan çok daha küçüktür. Her halde, bir ülkede, deneylerini, başarılarını ve başarısızlıklarını kısaca gözden geçirdikten sonra eylem için en doğru yolu bulma sorumluluğu gene o ülkenin devrimcilerine düşer. Fakat bu, kardeş ülke devrimcileriyle fikir alışverişi yapılmaz demek değildir elbet.
      Küba devrimi, gerçeklerin, önyargıları nasıl alaya aldığını gösterdi. Şu ya da bu deneyin sonuçlarını hemen genelleme eğiliminin nasıl bir çığlık olacağını öğretti. Fakat bu da, belli bir devrimin, meselâ Küba devriminin, belli bir özelliğinin başka bir devrimde yeniden ortaya çıkmayacağı anlamına gelmez. Bu yüzden, Latin Amerika ülkelerindeki devrimlerin, Kübada olduğu gibi, bir gerilla hareketiyle başlayabileceğine inanıyoruz.
      Bunun gerçekleşebilmesi için, son derece önemli (hatta bazan bir numaralı) etmen olmakla birlikte, bir gurup devrimcinin yiğitliği ve kararlılığı yetmez. Çok daha temel bir şeyin, genel şartların devrim için elverişli olması gerekir. Hiç şüphe yok ki, bu şartların ne tamamen lehte, olmasını ne de tamamen olgunlaşmasını beklemek gerekmez. Olgunlaşmakta olmaları yeterlidir.
      Gerilla ya da başka bir mücadele biçiminin tam zamanını ve en uygun yerini bulmak kolay değildir. Lenin genellikle, bir sürü hayata malolmaktan ve sonuçta gerilemeye (sayfa 407) yol açmaktan başka bir işe yaramayan serüvenlerden her zaman kaçınmak gerektiğini söylüyor. Diğer taraftan, Leninizm, her zaman yaratıcı bir cesaretle işe girişmiş, devrim idealini bir an önce gerçekleştirmek arzusuyla çalışmıştır. Bu sebeple, belli bir mücadele biçimini, kafadan reddetmek ya da düşünmeden, hesaplamadan kabul etmek söz konusu değildir. Ana sorun, en doğru mücadele yolunu bulmak, durumu mümkün olduğu kadar iyi kavramak ve bu en kestirme mücadele yolunda dümdüz gitmektir. Devrimci, saldırıya geçeceği anı bilmeli, gerektiği zaman geri çekilmeli ve devrim için elverişli ortamın varlığını hemen kavrayabilmelidir. (sayfa 408)
     
      ["Alliance of the Anti-Imperialist Forces in Latin America," World Marxist Review, Temmuz, 1967, s. 25-27]; Luis Corvalan Şili Komünist Partisi Genel Sekreteridir.











      VII. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
     

      Birleşik devletlerde silâhlı eylem sorunu, 1964 de Harlem'deki patlamadan sonra gittikçe sıklaşan ve şiddetlenen siyah Ghetto[
6] isyanları ile ilişkili olarak ortaya çıkmıştır. Dünya çapındaki çağdaş saldırgan ve ihtilâlci Amerikan emperyalist politikasına uygun düşmek üzere, bu kendiliğinden çıkan isyanlar kendi yurtlarında aynı şiddet ve baskı ile karşılaşmışlardır. Bunun sonucu olarak; Afrika, Asya ve Lâtin Amerikadaki ulusal kurtuluş mücadelelerinden esinlenen bazı Amerikalı zenciler, kendi kurtuluşlarını da şehirlerdeki gerilla tipi eylemler türünden bir silâhlı mücadele plânında tasarladılar. Aşağıdaki yazıda, ABD Komünist Partisi başkanı Henry Winston, partisinin bu sorun hakkındaki tutumunu belirtmektedir. (sayfa 409)




      AFRO-AMERİKALILARIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN DEVRİMCİ MÜCADELE
      Henry Winston
     
      Amerikalı zencilerin, özellikle ghettolarda, karşı karşıya bulundukları katlanılmaz koşullarda bir değişiklik alâmetinden başka her şeye razı olabilecek, ülkemiz yönetici sınıfının ve özellikle Johnson idaresinin kesinlikle yadsınması; son yıllardaki kitlesel barışçı gösterilere rağmen, demokratik süreç içersinde anlamlı bir değişiklik elde etme imkânı hakkında, gittikçe artan bir güvensizliğe bağlanmaktadır.
      Zenci ghettolarındaki 1967 kitle ayaklanmalarının anlamı açıkça belirtilmelidir: Birleşik Devletler 60'ların "bolluğu" ile övünürken milyonlarca Amerikalı zenci artık 30'ların buhran koşulları altında yaşayamaz.
      Liberal ve ilerici güçlerin geniş kesimleri dahil olmak üzere beyaz Amerikalıların çoğunun, ghettolardaki bunalımın vahametini anlamaktaki ve bu bunalımı halletmek için gereken zorunlu kökten değişimler için yapılan mücadelede zenci halkla ittifak kurmaktaki başarısızlıkların, ırkçılığı ortadan kaldırabilme yetenekleri ve anlamlı çözüm yollan için zencilerin savaşına katılmaya hazır bulunmaları hakkında gittikçe artan bir güvensizliğe yol açmıştır.
      Şehirler ve devletlerin olduğu gibi, Federal Hükümetin de zencileri öldüren ve sakatlayan ırkçılara karşı kesin bir tavır almaması, silâhlı savunmayı da içine alan azimli bir "nefsi müdafaaya" daha büyük ölçüde güvenilmesi ihtiyacı hakkında yeni bir bilinçlenme yaratmıştır. (sayfa 410)
      Minutemanlar, Birchitler, Ku Klux Klan, Beyaz Yurttaşlar Meclisi, Ulusal Erler Derneği ve Amerikan Nazi grupları hiç bir ceza görmeksizin ırkçı tedhişi açıkça kışkırtıyor ve örgütlüyorlardı. Alabama eyaletinin sabık valisi Wallace, ırkçı tedhiş belasının yayılmasını serbest bırakmakla kalmamış, aynı zamanda bütün Birleşik Devletlerdeki ırkçı ve faşist türden güçleri bir araya toplamıştı. Zenci halk bu tehdit eden gelişimler içinde uygun bir sebeple gaz odasının pis kokusunu koklamak zorunda bırakılmaktaydı. Haklı olarak genocid'in pasif kurbanları olmaya hiç de niyetli olmadıklarını ilân ettiler. Bundan başka tedhişe karşı, başarılması mümkün ve ghettoların sorunlarını çözümleyebilecek kadar köklü bir alternatif program ileri sürülmemişti. Ayrıca, zenci özgürlük hareketinin yönetici safları, başka ülkelerden alınmayıp Birleşik Devletlerin özel koşullarına göre ayarlanmış devrimci taktikler anlayışından ve sınıf bilincinden yoksundular. Son yıllarda Afrika'da, Asya'da ve Latin Amerika'da gelişen dünya kurtuluş mücadeleleri, Birleşik Devletlerde, tam bir özgürlük için savaşma azmini ilham etmişti.
      Bütün bu etmenler, bazıları tarafından özellikle zenci ghettolarında silahlı mücadele gereksinmesine yeni bir önem verilmesine yol açmıştır. Zenci özgürlüğü savaşının bayrağı, cesarettir. Komünistler, bütün militan zenci özgürlük savaşçılarını, bu bayrağı taşımak üzere, birleştirir. Ghetto ayaklanmaları ve sayısız kahramanca savaşlar, zencilerin şimdi tam özgürlük kazanmak için savaşmaya hazır olduklarını, fazlasıyla açığa çıkartmıştır. Özellikle zenci önderlerin görevi, birleşmiş olarak ve ustaca, kahraman halk militanlarımızı en iyi şekilde kullanma yollarını araştırmaktır. Görev; iktidarın, kışkırtmalarla bu militanları kötüye kullanmasını ve zenci halka yüz çevirtmesini önlemektir. Önde gelen görev, kazanılan her (sayfa 411) durumun en etkili şekilde kullanılması, mücadelemize müttefikler toplamak ve düşmanlarımızı tecrit etmek için azamî ustalık kullanmaktır.
      Komünistler; siyasal değişimi elde edebilmek için şiddet kullanılması gereğine, ancak halk çoğunluğunun barışçı yöntemlerle amaçlarını gerçekleştirebilecekleri bütün yollar gericiler tarafından kapatıldığı takdirde, inanırlar.
      Bugün gördüğümüz gibi, Amerikan halkının, zenciler dâhil olmak üzere büyük çoğunluğu, henüz düzenin değiştirilmesi gerektiğine bile inandırılamamıştır; nerede kaldı ki, bunun silâhlı güçlerle yapılmasının zorunlu olduğu kanısına varacaklar. Bu gibi amaçlar için silâhlı ayaklanmalar, ne kadar cesurca mücadele ederlerse etsinler, sadece zenci toplulukları tarafından başarıyla yürütülemez. İşçi sınıfından -beyaz ve zenci- güçlü müttefikler gereklidir. Bununla birlikte, demokratik sürecin yollarını kapamak için son derece tehlikeli baskıların bulunduğu konusunda uyarı, zorunludur. Birçok bölgelerde bu yollar gerçekten kapanmıştır. Bu durumun devamı zenci halk için, şiddetli bir mücadeleye girişmekten başka çıkar yol bırakmayacaktır.
      Kitlelerin hayat şartlarını düzeltmeyi amaçlayan bir programla temellenmeyen ve halkın desteğini sağlamayan bozguncu ve terörcü eylemler, zenci topluluklarına karşı misillemelere yol açan serüvenci, kışkırtıcı ve siyasal sorumluluktan yoksun eylemlerdir. Bu nedenle bunlar yadsınmalıdır. Aynı zamanda, zenci toplumu içerisinde; Tom Amcalara ve bu taktikleri benimsemeyenlere karşı yöneltilen terörcülük de tamamen yersiz, bölücü ve tam özgürlük mücadelesi için zararlıdır. Aynı şekilde, bu da yadsınmalıdır.
      Yağmacılık ve kundakçılık politikasını savunmuyoruz ama kendiliğinden çıkan isyanlara sebep olan katlanılmaz (sayfa 412) koşullara, ghetto ayaklanmaları bir nihayet veremezken, bu politikanın belirli olumlu sonuçlar elde etmiş olduğu da açıktır. Bu militan eylemler, ulusa ve bütün dünyaya ghettolardaki krizin önemini kuvvetle kabul ettirmiş, birçok beyaz Amerikalıya, büyük şehirlerde hayatın, zenciler için katlanılır bir hale gelmedikçe, kendileri için de yaşanmaz olacağını göstermiştir.
      Bundan başka, bu eylemler, Vietnam'daki adaletsiz savaşa karşı kitle direnişlerini şiddetlendirmiş ve derinleştirmiş ve bu savaşa son verilmesi için yapılan mücadelelere daha büyük bir militanlık ilham etmiştir. Zencilerin temsil edilmeleri mücadelesini büyük ölçüde harekete geçirmiş, zenci topluluklarını siyasal ünitede en yüksek seviyelere sevketmiş, beyaz toplulukların geniş kesimlerini, zenci bir belediye başkanını kabul etmeye ve onun için çalışmaya ikna etme konusunda katkıda bulunmuştur. Yönetimi, bütün seviyelerdeki zenci temsilciliği zorunluluğuna cevap verebilecek şekilde genişletmiştir. Son yıllarda zenci temsilciliklerinde kaydedilen her ilerleme, 1967'de zenci ghetto'larındaki patlamaların getirdiği değişimler sayesinde olmuştur.
      Bununla birlikte şimdi zenci ghettolarında çıkan kendiliğinden ayaklanmalara, örgütleşmiş bir nitelik vermek gerektiğini çıkarsayanlar; gerek zenci topluluklarının ruh-sallıklarını, gerekse böyle örgütlü silâhlı ayaklanmaların mücadele etmesi gereken güçlerin ilişkilerini vahim bir şekilde yanlış değerlendirmektedirler. 1967 ayaklanmalarının güçlülüğü, kendiliğinden olmalarından gelmektedir. Zenci topluluklarının sempatisini ve desteğini sağlayan ve birçok beyaz Amerikalıyı, ghettolardaki krizin derinliğini ortaya koyarak, harekete getiren şey, ayaklanmanın kendiliğinden çıkış özelliğidir.
      Bu günkü koşullar altında örgütlü bir ayaklanma için beyaz çevreler bir yana, zenci topluluklarının desteğini (sayfa 413) kazanmak bile önemli bir sorundur. Kendiliğinden çıkan ayaklanmaların bastırılması için kullanılan baskı yollarının insafsızlığı ile egemen sınıfların ve hükümetin, örgütlü bir ayaklanmaya karşı kullanacağı sınırsız zorlama kıyas kabul etmeyecektir.
      Zenci topluluklarının kendilerini istilâya ve silâhlı kuvvetlerin tecavüzüne karşı savunmak, şüphesiz en tabiî haklarıdır. Fakat önümüzdeki görev, yıllık "yaz katliamına" son vermek ve Amerikalı zencilerin hayatlarını garanti edebilmek üzere, gerçek demokrat beyaz Amerikalıların ve özellikle beyaz işçilerin desteğini sağlamaktır...
      Birleşik devletlerdeki her zenci toplumunda örgütlü, militan ve birleşmiş bir mücadeleye öncelikle ihtiyaç vardır. Bu mücadelenin taktik yöntemleri tam özgürlük için yapılacak savaşın en hızlı ve en etkili bir şekilde ilerleme kaydetmesini sağlayacak her türlü mücadele biçimini: kitle yürüyüşlerini, gösterileri, kitlesel militan sivil ayaklanmalarını, boykotları ve grevleri kapsamına almalıdır. Hareketi başlatıp sonuna kadar götürecek ve zorunluluk olduğunda silahlı mücadeleye başvuracak bir tutum niteliğini kazanmalıdır. Zenci belediye başkanları, Birleşik Devletler senatör ve kongre üyeleri ve her seviyede zenci devlet memurları seçilmesini sağlamak üzere, zenci toplulukların, kitlesel yürüyüşler düzenlemeleri gereklidir.
      Özgürlük savaşı ateşinde pişen her türlü yeni ve etkili mücadele için kapılar sonuna kadar açık olmalıdır. Özgürlük mücadelesinin taktik yöntemleri hakkında tek düşünülecek nokta; bunların mücadeleleri ileri mi yoksa geri mi götüreceği, zenci halk kitlelerini birleştirecek nitelikte mi, bölecek nitelikte mi oldukları, bize müttefik kazandırıp kazandıramayacakları konuları olmalıdır.
      Her etkili mücadelenin zorunlu öğelerinden biri olan militanlık ta bu yoklamadan geçirilmelidir. Bugünün özgürlük (sayfa 414) mücadelesinde yiğit kişilerin cesareti önemli bir rol oynamıştır ve ilerde de oynayabilir. Fakat bireysel militanlığın gerçek değeri, kitle militanlığına ilham verme yeteneğinde kendini gösterir. Bunun yerini başka hiç bir şey alamaz. Şu halde bireysel cesaret, zenci halk kitlelerinin belirli bir aşamada girişmeye hazır olacakları bir mücadele biçimi ile birlikte yürümelidir. (sayfa 415)
     
      ["Unity and Militancy for Freedom and Equality" Political Affairs, New York, Şubat 1968, s. 3-7.]





Dipnotlar

[1] Message to Tricontinental, Granma, Havana, 23 Nisan 1967.
[2] "Reply to Comrade Montana, by CEC of the Communist Party of Colombia," Information Bulletin, Sayı: 2 (114) Prag, 1968, s. 34.
[3] İbid, s. 28-29.
[4] Şefik Handal, "Reflections on Continental Strategy for Latin American Revolutionaries", World Marxist Review, Cilt. 11, Sayı. 4, Nisan 1968, s. 23, 25.
[5] Dominik halkının ayaklanıp, emperyalist taraflısı askeri diktatörlüğün temellerini salladığı ve Amerikan emperyalistlerinin 42.000 deniz piyadesiyle müdahaleye giriştikleri Nisan 1965 olayları kastediliyor.
[6] Ghetto: aslında yahudi mahallesi anlamında olup; burada bir şehir içinde tecrit edilmiş, beyazlarla eşit koşullara sahip bulunmayan zencilerin yerleşmeleri kastedilmiştir. (Çev.)
[7] Lenin, "On the Road", Selected Works, New-York, 1967, I. Cilt, s. 587.
[8] Lenin, age, s. 587-88.




Sayfa başına gidiş