Der: William J. Pomeroy
Marksizm ve Gerilla Savaşı
  II. Kısım - ÇAĞDAŞ TEORİ VE PRATİK
            IV. GÜNEYDOĞU ASYA





[Türkçesi: William J. Pomeroy, Marksizm ve Gerilla Savaşı, Belge Yayınları, Eylül 1992, Birinci Baskı]

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
kurcep@gmx.net
 

1.


Ho Chi Minh,


Ulusal Kurtuluş İçin Vietnam Propaganda Ünitesi Kurma Talimatnamesi
 

2.

Giap,

Ağustos 1945 Genel Ayaklanması
 

3.

Giap,

Fransız Emperyalizmine Karşı Direnme Savaşı
 

4.

Le Duan,

Devrimci Savaşta Siyasal ve Askeri Güçler
 

5.

Wilfred G. Burchett,

Halk Savaşında "Özsavunma" Merkezleri
 

6.

Filipinler:

Hukbalahap ve Kitle İçinde Dayanağı
 

7.

Jorge Maravilla,

Filipinlerde Savaş Sonrası Huk
 

8.

Endonezya,

Barışçı Olan ve Olmayan Yollar











      IV. GÜNEYDOĞU ASYA

      1 .
      ULUSAL KURTULUŞ İÇİN
      VİETNAM PROPAGANDA ÜNİTESİ
      KURMA TALİMATNAMESİ

      Ho Chi Minh
     
      1. Ulusal Kurtuluş için Vietnam Propaganda Ünitesi[
1] isminden de anlaşılacağı gibi, askeri yönden çok, siyasal yöne önem verilmesi gerektiğini gösterir. Bu bir propaganda ünitesidir. Askeri alanda başarılı bir eylemde bulunabilmek için ana ilke, güçlerin yoğunlaştırılmasıdır. Bunun için örgütün (Hindiçini Komünist Partisi) yeni talimatına göre Cao, Bang, Bac ve Lang Son bölgelerindeki gerilla saflarından en cesur ve enerjik subaylar ve erler seçilecek, ve ana gücümüzü teşkil etmek üzere çok sayıda silah toplanacaktır.
      Bizim hareketimizin bütün halkın katıldığı ulusal bir direniş niteliğinde olduğu için, bütün halkı silahlandırmamız ve seferber etmemiz gerekmektedir. Bunun için de ilk üniteyi teşkil etmek üzere güçlerimizi bir araya toplarken, eylemlerinde işbirliği yapan ve birbirlerine her yönde yardımcı olan yerel silahlı kuvvetleri muhafaza (sayfa 244) etmeliyiz. Ana ünite, kendi payına, yerel silahlı ünitelerin kadrolarını yönetmek, onlara, talimde, yardım etmek ve mümkün olduğu takdirde silah takviyesinde de bulunarak bu ünitelerin sürekli bir şekilde gelişmesini sağlamakla görevlidir.
      2. Yerel silahlı ünitelere gelince; bunların kadrolarını, eğitmek üzere toplayacağız, çeşitli bölgelere görgü ve bilgi alışverişinde bulunmak üzere eğitilmiş kadrolar göndereceğiz, ilişkiyi muhafaza edeceğiz ve askeri eylemlerle işbirliği yapacağız.
      3. Taktikler konusunda ise: bugün doğuda, yarın batıda umulmadık bir anda ve dikkati çekmeksizin ortaya çıkan, gizli, süratli ve aktif bir hareket niteliği taşıyan gerilla savaşını uygulayacağız.
      Ulusal Kurtuluş İçin Vietnam Propaganda Ünitesi ilk kurulan ünitedir. İlerde diğer ünitelerin de kurulması umulmaktadır. Başlangıçta bu ünite küçük ölçüdedir, fakat geleceği parlaktır. Kurtuluş Ordusunun çekirdeğidir ve bütün Vietnam'da kuzeyden güneye kadar uzanabilecektir. (sayfa 245)
     
      [Ho Chi Minh, Selected Works, Foreign Languages Publishing House, Hanoi. 1961 Cilt II, s. 155-56.]




      2.
      AĞUSTOS 1945 GENEL AYAKLANMAS1

      Vo Nguyen Giap
     
      Daha 1941'den itibaren Merkez Komitesinin (Hindiçini Komünist Partisinin) sekizinci toplantısı halkın ayaklanmaya sevk edilebilmesi için ne gibi koşullar bulunması gerektiğini açık seçik saptama işiyle uğraşmaya başlamıştı: "Hindiçini'deki devrimin silahlı bir ayaklanmayla sona ermesi gereklidir. Silahlı ayaklanmayı yönetmenin koşulları şunlardır:
      "Ulusal Kurtuluş Cephesinin bütün ülkede birleşmiş durumda olması."
      "Kitlelerin artık Fransız-Japon boyunduruğunda yaşayamayacak hale gelmesi ve bir ayaklanmada her fedakarlığa hazır olması."
      "Hindiçinindeki egemen çevrelerin ekonomik, siyasal ve askeri bir krize sürüklenmesi,"
      "Çin Ordusunun Japon Ordusu karşısındaki büyük zaferi, Fransız ya da Japon devriminin patlak vermesi, demokratik cephenin Pasifik'te ve Sovyetler Birliği'nde tam bir zafer kazanması, Fransız ve Japon sömürgelerinde devrimci bir zemin hazırlanması ve özellikle Çin ya da İngiliz-Amerikan ordularının Hindiçini'ye girmesi gibi nesnel koşullar da ayaklanma için elverişlidir." (sayfa 246)
      Viet Minh [Vietnam'ın Bağımsızlığı İçin Devrimci Cephe] Merkezi Komitesi tarafından 1944 Mayısında çıkarılan Ayaklanmaya Hazırlık adlı talimatnamede halkın hangi anda ayaklanması gerektiği açıkça belirtilmiştir:
      "1. Düşman saflarındaki umutsuzluk ve bölünmenin son haddine vardığı.
      2. Ulusal kurtuluş örgütlerinin ve devrimci örgütlerin ayaklanmaya ve düşmanı ezmeye azmettikleri.
      3. Geniş kitlelerin ayaklanmayı bütün kalpleriyle destekleyecekleri ve öncü güçlere kesinkes yardım edecekleri anda.
      Eğer ayaklanmayı tam zamanında başlatırsak, ulusal kurtuluş için yaptığımız devrim mutlaka zafere ulaşacaktır. Uygun fırsatları yakalayabilmek ve halk kitlelerini zamanında ayaklanmaya yöneltmek için daima hareketin nabzını yoklamak üzere tetikte bulunmamız, kitlelerin psikolojisini bilmemiz ve dünyanın durumunu ve her dönemdeki durumu iyi değerlendirmemiz gereklidir."
      Siyasal mücadeleden silahlı mücadeleye geçiş, uzun bir hazırlık devresi gerektiren, çok büyük bir değişimdir. Eğer ayaklanmanın bir sanat olduğu söylenebilirse, bu sanatın esas içeriği mücadeleye her aşamada siyasal koşullara uygun biçimler vermesini ve her dönemde siyasal mücadele biçimleriyle silahlı mücadele biçimleri arasındaki doğru ilişkileri muhafaza etmesini bilmektir. Başlangıçta siyasal mücadele esas görevdir, silahlı mücadele ikinci planda kalır. Gittikçe her ikisinin de önemi eşit duruma gelir. Daha sonra, silahlı mücadelenin anahtar rolü oynadığı aşamaya ulaşırız. Fakat bu dönemde bile, silahlı mücadelenin ne zaman sadece belirli bir bölge içerisinde, ne zaman ülke çapında anahtar rolü oynadığını açıkça tanımlamamız gerekir. Mücadele biçimleri (sayfa 247) konusundaki kılavuz ilkeleri temele almalı, çalışmalarımıza ve örgüt biçimlerine yön verecek ilkeleri açıkça ortaya koymalıyız. Daha sonraki durumda ise düşmanla aramızdaki mücadele son derece çetin ve şiddetli bir hal alacaktır. Eğer mücadelede ve örgütlenmede güdülen yol doğru değilse, yani, dikkatlilik ve belirleme ilkeleri ile öznel koşulların değerlendirilmesi ve devrimci güçlerle karşı- devrimci güçlerin karşılaştırılması konusundaki ilkeler doğru olarak izlenmezse, mutlaka güçlük ve başarısızlıkla karşılaşırız. Silahlı ayaklanma hazırlığında doğru bir önderlik, ayaklanmaya girişmek için koşullar olgunlaşıncaya kadar devrimci güçlerin sürekli ve muntazam gelişimini emniyete almak zorundadır. Merkez Komitesinin sekizinci toplantısında şunlar açıkça belirtilmiştir:
      "1. Ulusal kurtuluş örgütlerini geliştirip sağlamlaştırmalı,
      2. Örgütleri şehirlere, iş yerlerine, madenlere ve çiftliklere kadar götürmeli,
      3. Örgütleri devrimci hareketin hâlâ zayıf olduğu ve azınlıkta kalan alanlara inhisar ettiği taşra bölgelerine kadar götürmeli,
      4. Parti üyelerine bir azimlilik ve fedakarlık ruhu kazandırmalı,
      5. Parti, üyelerini, durumun yönetimini ele almalarını ve bu işin üstesinden gelmelerini sağlayacak yetenek ve deney1er kazandıracak şekilde eğitmeli,
      6. Küçük gerilla grupları ve asker örgütleri oluşturmalıdır. .."
      Ayaklanmadan söz ederken V. İ. Lenin şu nokta üzerinde önemle duruyordu: "Ayaklanma, kitlelerin devrimci hareketinin yüksek bir olgunluk aşamasına dayanmalıdır, bozgunculuğa değil." Silahlı ayaklanma hazırlıklarından söz etmemiz, kitlelerin siyasal hareketine fazla önem vermemiz demek değildir. Aksine, devrimci (sayfa 248) kitleler tarafından yürütülen geniş ve derin bir siyasal hareket olmaksızın ayaklanma zafere ulaşamaz. Bundan ötürü, silahlı ayaklanma için iyi bir hazırlık yapma konusunda en önemli ve en başta gelen görev, kitleler arasında propaganda yapmak ve onları ulusal kurtuluş örgütlerini geliştirip, sağlamlaştırmak üzere örgütlemektir. Yarı silahlı örgütler ancak, kuvvetli siyasal örgütlere dayanarak ayakta kalabilirler. Daha sonra eylemlerini ve gelişimlerini ilerletmek için devrimci kitlelerle sıkı ilişkisi olan gerilla grupları ve üniteleri örgütlerler.
      İlk yıllarda. kitlelerin siyasal hareketi daha yeteri kadar kuvvetli değilken ve düşmanın güçleri henüz sağlamken, kitleler arasında siyasal bir seferberliğe girişmeye, silahlı ayaklanmanın hazırlanması için başta gelen bir ödev olarak bakılmalıdır. Ülkenin her yerinde ve özellikle kilit noktalarında, propaganda ve kitlelerin örgütlenmesi son derece önemlidir. Parti Merkezi Komitesi kısa zamanda Viet Bac dağlık bölgesini ve iki merkezi alan olarak da Bac Son-Vu Nhai ve Cao Bang'ı silahlı üsler olarak saptadı. O zamanın önde gelen koşullarına göre silahlı üsler, gizli tutulan, devrimci hareketin sağlam ve kitle örgütleşmesinin kuvvetli olduğu yerlerde bulunmalıydı. Kitlelerin örgütlenmeleri temele alınarak özsavunma grupları ve savaşçı özsavunma grupları[
2] kurulmuştu. Bunlar daha sonra genişleyip, yerel silahlı gruplar veya üretim işlerinden ya kısmen veya tamamen affedilmiş silahlı müfrezeler ve en sonunda daha büyük gerilla üniteleri haline gelmişlerdir. Zamanla, yer altı eylemi yapan kadrolar, yer altı askeri kadroları, silahlı şok (sayfa 249) grupları ve yerel silahlı gruplar ile askeri müfrezeler ortaya çıktı. Eylemler için en uygun kılavuz ilke silahlı propaganda, siyasal eylemlerin askeri eylemlerden daha önemli olduğu ve savaşmanın propagandadan daha az önemli olduğu ilkesiydi. Silahlı eylem, siyasal temeli korumak, sağlamlaştırmak ve geliştirmek için kullanılmıştı. Siyasal temeller sağlamlaştırılıp geliştirildikten sonra, yarı silahlı ve silahlı kuvvetlerin sağlamlaştırılması ve geliştirilmesi için bir adım ilerledik. Bunların propaganda eyleminin merkezi noktaları olarak, hainlerin icabına bakılmasını sağlamak üzere, tam bir gizlilik içinde bulunmaları gerekiyordu. Askeri hücumlar da çok gizli ve süratli yapılıyordu. Hareketler hayalet gibi olmalıydı. Geniş kitleler için yasal mücadele tutumu devam ettirilmişti. Devrimci iktidarın kurulması için henüz durum uygun değildi. Kitlelerin bütün olarak ulusal kurtuluş örgütüne katıldıkları bölgeler vardı ve köy Viet Minh komiteleri devrimci gücün yer altı örgütü olarak kitleler arasında gerçekten tam bir itibar kazanmıştı. Fakat bu bölgelerde bile düşmanı yenmeye değil, kendi tarafımıza çekmeye ve onlardan faydalanmaya çalışmamız gerekiyordu. Bac Son-Vu Nhai'deki ulusal kurtuluş silahlı birliklerine Parti Merkezi Komitesinin verdiği talimat da bu yöndeydi. Başkan Ho Chi Minh'in, Cao Bang-Bac Can'daki silahlı birliklere silahlı propaganda ilkesinin önemini hatırlatması ve özellikle Vietnam Kurtuluş Silahlı Propaganda Birliğinin kurulması için emirler vermesi de, bununla aynı çizgideydi. Deneylerle kanıtlanmıştır ki, silahlı ayaklanma hazırlığının ilk döneminde, yukarıda sözü edilen kılavuz ilkeler tamamen anlaşılmamışsa, devrimci hareket sık sık geçici güçlükler ve zararlarla (sayfa 250) karşılaşacak ve bundan da silahlı ayaklanma hazırlığı etkilenecektir.
      Ağustos Genel Ayaklanması, halkımız ve partimiz için büyük bir zaferdir.[3] Bu, sömürge ve yarı feodal bir ülkenin Komünist Partisi önderliğinde yaptığı başarılı bir ayaklanmadır. Bu hareket. uzun bir siyasal mücadeleden geçerek, ayaklanma öncesi dönemde bölgesel silahlı mücadele haline gelmiştir. Sonunda. düşmanın tam bir kriz içinde bulunduğu sırada uygun fırsatları yakalayarak ve. silahlı ve yarı silahlı güçlerin desteği ile, esas olarak kitlelerin siyasal güçlerinden faydalanarak, şehirlerde ve kırsal bölgelerde kahramanca yükseldik, emperyalistlerin ve feodalistlerin egemenliğini ezdik ve halkın demokratik iktidarını kurduk. Ağustos Genel Ayaklanmasının başarısı, ezilen ulusların kurtuluş hareketlerinin, belli koşullar altında, ancak ayaklanma yoluyla zafere ulaşabileceğini kanıtlar. (sayfa 251)
     
       
      [Vo Nguyen Giap, People's War, People's Army, Foreign Languages Publishing House, Hanoi, s. 76 .67.]





      3.
      FRANSIZ EMPERYALİZMİNE KARŞI DİRENME SAVAŞI

      Vo Nguyen Giap

      İkinci Dünya Savaşı başlarında Partinin güttüğü politika, ülkeyi bağımsızlığa kavuşturabilmek için silahlı bir ayaklanmaya hazırlanmaktı. Demokratik Cumhuriyetçi rejimin başa geçmesinden hemen sonra, 1945 -46 yıllarında partinin politikası, bütün halkın birleşip, bir direnme savaşı vermelerini, Ağustos Devriminin getirdiklerini ve yeni elde edilen bağımsızlığı korumalarını öngörür.
      Devrimin başarısından sonra Parti, Fransız sömürgecilerinin yarattığı saldırı tehlikesini açıkça kavramıştır. Parti, Bağımsızlık Bildirisinde ve Bağımsızlık Yemininde bile, halkı daha fazla uyanık ve hazırlıklı olmaya çağırmış ve gerektiğinde ülkelerini koruyabilmeleri için aktif eyleme hazırlanmak üzere harekete geçirmiştir.
      Fransız sömürgecileri, daha halk iktidarı tam anlamıyla yerleşmeden ve önümüzde her alanda çeşitli güçlükler yığılıyken, Saygon'da saldırıya geçtiler. Ülkemiz hiçbir zaman bu kadar çok yabancı ordunun boyunduruğu altına girmemişti. Japonlar teslim oldukları halde silahlıydılar. Kuzeyi elinde tutan Chiang Kai-Shek ordusu, Vietnam Quoc Dan Dang'a (Vietnam Kuomintangı) halk iktidarını devirebilmesini sağlamak üzere her türlü (sayfa 252) yardımda bulunuyordu. Güneyde ise İngilizler 16. paralele kadar ülkeyi işgal etmekte ve Fransızlara saldırılarını yaygınlaştırmakta yardımcı olmaya çalışmaktaydılar.
      Partimiz Nam Bo'da halkı, Fransız sömürgecilerine karşı bir direnme savaşına soktu. Bütün güçlerin en önemli düşmana yöneltilmesini sağlayabilmek için Parti, daha çok dost kazanıp, düşman yaratmama yolunu seçti. Ulusal Birleşik cepheyi genişletmeye çalıştı, kısaca Lien Viet denilen Vietnam Birleşmiş Ulusal Cephesini kurdu. Birleştirilebilecek bütün güçleri birleştirdi, tarafsız kılınması mümkün olan bütün güçleri tarafsız kıldı ve birbirlerinden ayrılması gereken güçleri ayırdı. Aynı zamanda iktidarını sağlamlaştırmak üzere silahlı kuvvetleri geliştirdi ve güçlendirdi. Milli Meclisi seçti ve Direnme için koalisyon hükümeti teşkil etti.
      Partimiz dış politikada da Chiang Kai-Shek ordusuyla samimi bir anlaşmaya varılıp, her türlü ihtilafın yok edilmesine çalıştı. Baş düşman saldırgan Fransız sömürgecilerine karşı ise Parti, Nam Bo'da halkı ve orduyu azimle savaşmaya yöneltti. Halkın tümünü güneye yardım için seferber etti, oraya bölükler gönderdi ve savaşın yayılması tehlikesine karşı direnişe faal olarak hazırlandı. Ayrıca Fransız kuvvetleriyle Chiang Kai-Shek kuvvetleri arasındaki en ufak anlaşmazlıklardan dahi yararlanma fırsatını kaçırmadı ve Fransız Hükümeti ile tutunabilecek bir barışın sağlanması için müzakerelere girişti.
      6 Mart 1946'da imzalanan Ön Anlaşma da, bu doğru politika ve stratejinin bir sonucudur. Tarafımızdan tanınan bazı imtiyazlarla, Fransız birlikleri kuzeyde bazı bölgelere girip, Chiang bölüklerini buradan çıkartılar. Fransız Hükümeti de Demokratik Vietnam Cumhuriyetini, Fransız Birliği içinde, kendi ordusu, parlamentosu, maliyesi vb. olan bir cumhuriyet olarak tanımayı kabul etti. Böylelikle ülkemizden 200.000 Chiang Kai-Shek (sayfa 253) askerini çıkarmayı başardık. Bunu izleyerek, o sırada hâlâ sınır boyunda ve Kuzey Vietnam'ın iç kısımlarında beş ili ellerinde tutan karşı-devrimci Vietnam Quoc Dan Dang ordusu da yok edildi. Demokratik cumhuriyetçi rejim güçlendi.
      Ön Anlaşma ile "ilerlemek için barış" politikasını gütmüştük. Bu anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra barış hayallerinin, sömürgeciler karşısındaki uyanıklığımızı gölgelediği bir dönem geldi. Fakat genellikle Parti bir yandan barışı güçlendirmeye çalışırken, öte yandan da düşmanın her türlü tuzağına karşı güçlerimizi artırma çabasında idi. Bir yandan yapılan anlaşmaya sadık kalırken, öte yandan bu anlaşmayı sabote etmeye kalkışan bütün düşmanca davranışlara karşı bir korunma çabasını azimle yürütmekteydi. Fransız sömürgecilerinin planları her geçen gün biraz daha aydınlığa çıkıyordu. Kendilerine ne kadar imtiyaz tanırsak, o kadar ileri gidiyorlardı. İmzaladıkları anlaşmayı açıkça yırtıp atarak, geçici işgal altında bulunan Güneyde yeni eylemlere girişerek, kışkırtıcı davranışlara katılıyor ve Haiphong ve başkent Hanoi dahil olmak üzere çeşitli yerlerde adım adım haklarımızı çiğniyorlardı. Böylece, barış imkanlarının ortadan kalktığını açıkça anlayan Partimiz, halkı Direnme Savaşına çağırdı.
      Gerçekler, halka, hükümetin ve Partinin barış için ellerinden geleni yaptıklarını, fakat Fransız sömürgecilerinin ülkemizi işgale iyice niyetli olduklarını gösterdi. Ülkeyi kurtarabilmek için tekrardan azimle silaha sarılmak gerektiği gerçeği artık açıkça ortaya çıkmıştı. Fransız halkına ve barış taraftarı herkese davranışlarımız, barış içinde yaşamayı arzu ettiğimizi, fakat Fransız sömürgecilerinin bizi ısrarla savaşa kışkırttıklarını kanıtlayacak nitelikteydi. İşte bu nedenle Halk Direnme Savaşı, Fransa'da ve (sayfa 254) bütün kitleler arasında sempati ve yardım duyguları yaratı.
      Partimizin direnme politikası. ha!kın saldırganlara duyduğu öfkenin doruğuna varmış olması dolayısıyla, gayet kesindi. Bundan ötürüdür ki, Başkan Ho'nun direnme savaşına devam arzusu üzerine ordu ve halk, hiçbir güçlük ve fedakarlıktan kaçınmadı. Bütün halk tek vücut olup, direnme savaşına devam ederek mutlak zafere ulaşmaya ve saldırganları yok etmeye kararlıydı.
      Direnme Savaşı aslında, milli demokratik devrimin halkımız tarafından silahlı mücadele biçiminde devam ettirilmesidir. Dolayısıyla direnme savaşının yönetiminde milli demokratik devrime sıkı sıkıya bağlı kalmak çok önemli bir sorundu. Vietnam aslen bir sömürge ve yarı-feodal bir ülkeydi. Toplumumuz Ağustos Devriminden sonra çok büyük değişikliklere uğradı. Ağustos Devrimiyle emperyalist bir yönetim yıkılmışı. Kralın ve mandarinlerin iktidarı, feodal toprak ağalığı sınıfının en gerici kesimini temsil eden emperyalist uşakları devrilmişti. Fakat bu sınıf toplumumuzdan tamamiyle silinememişti ve toprak sorunu da, ancak yarı yarıya çözümlenmişti
      Sömürgeci Fransız orduları saldırgan savaşı yeniden kışkırttılar. Ülkemiz halkı ile emperyalizm arasındaki aykırılık, en kesin bir biçimde tekrardan ortaya çıktı. Bu saldırgan düşman kimdi? Şüphesiz Fransız emperyalistleri ilk önceleri Fransız Hükümetinde ilerleme gösteren değişiklikler olması ve taktik sorunu dolayısıyla. düşmanı, gerici Fransız sömürgeciler diye adlandırdık. Fakat sonradan, özellikle 1947'den itibaren, Fransız Hükümeti gericileşti ve saldırganların, bütün halkın düşmanı olan ve ülkemizi işgal etmekte bulunan Fransız emperyalistleri oldukları açıkça belirdi. Bu durumda ulusal etmen çok büyük önem kazandı. Fransız emperyalizmine karşı (sayfa 255) savaşmak için bütün devrimcileri birleştirip, Birleşik Ulusal Cepheyi güçlendirmek gerekti. Partimiz halkı birleştirmek konusunda büyük başarı kazandı. Başkan Ho Chi Minh'in ortaya attığı slogan: "Birlik, birlik, geniş birlik; başarı, başarı ve büyük başarı" gerçekleşti. Ülkemizdeki anti-emperyalist Birleşik Ulusal Cephe, sömürge ülkeleri için bir model teşkil edebilecek kadar geniş bir cepheydi.
      Komünist Partisinin önderliği alındaki bağımsızlık devrimimiz. hiçbir zaman demokratik bir devrim olma yolundan sapmadı. Anti-emperyalist ve anti-feodal amaçlarımız yanyana ilerlemelerine rağmen anti-emperyalizme daha büyük önem veriliyordu. Vietnam az gelişmiş bir tarım ülkesiydi ve halkın büyük bir kısmını köylüler teşkil ediyordu. Devrimi yöneten işçi sınıfı olduğu halde, anti-emperyalist ve anti-feodal ruhla dolu köylüler de büyük bir güçtü. Ayrıca Direnme Savaşı sırasında askeri bölgelerimiz şehir dışında, köylerin yakınlarında idi. Böylelikle gerilla savaşında, şehirdeki düşmanlar, dışardan çevirip, şehri özgürlüğüne kavuşturma yoluna gidiyorduk. Dolayısıyla köylü sorunu büsbütün önem kazanıyordu ve anti-feodal yönde Direnme Savaşının başarısına güç katıyordu.
      Direnme Savaşı sırasında Partimiz anti-feodal sorunu, köylüyü seferber ederek nasıl çözdü? Ağustos Devriminde Kral ve mandarinler iktidarı yıkıldıktan sonra, bazı vatan hainleri cezalandırılmış ve toprakları köylüye dağıtılmıştı. Sömürgecilerin toprakları da geçici olarak köylüye dağıtıldı. Fransız emperyalistlerinin ülkemizi yeniden istila etmelerinden sonra, emperyalistlerle feodal toprak ağalığı sınıfının en gerici kesimi arasındaki gizli anlaşmalar büsbütün ortaya çıktı. Toplumumuzda en büyük çelişki, ulusumuz ve halkımızla Fransız emperyalistleri ve onların uşakları olan gerici feodalistler (sayfa 256) arasında idi. Bu yüzden biz, "gerici sömürgecileri ve vatan hainlerini imha" diye bir slogan ileri sürdük. Bunun sonucunda da, Direnme Savaşının daha ilk yıllarında, toprak ağası sınıfının en gerici kesiminden bazı kimseler, kukla idareciler ve vatan hainlerine karşı girişilen bazı eylemlerle yok edildiler. Bunların ve arazilerinde bulunmayan toprak ağalarının da toprakları köylüye dağıtıldı. Böylelikle pratikte anti-feodal görev de yerine getirildi. Bununla birlikte, Direnme Savaşının ilk yıllarında daha 1941'de, ulusal kurtuluş devriminin gerçek anlamı, zihinlerimizdeki ve politikamızdaki bulanık anlayış dolayısıyla, anti-feodal görev ihmal edilmiş ve köylü sorununun önemi küçümsenmişti. Ancak 1949 -1950 yıllarında bu soruna daha belirli bir yön verilebildi. 1952-53 yıllarında da Parti, kitleleri toprak kiralarının azaltılması için seferber edip, toprak reformuna girişti. Slogan, "toprağı işleyene toprak" idi. Böylelikle milyonlarca köylüde direnme ruhu kuvvetle uyandı, işçi-köylü ittifakı güçlendi, Ulusal Birleşik Cephe, İdare ve Ordu daha sağlamlaştı, direnme eylemleri şiddetlendi. Toprak reformunda bazı hatalar vardı, fakat bu hatalar barışın sağlanmasından sonra işlendiğinden, Direnme Savaşını herhangi bir şekilde etkilememiştir. Şunu da eklemeliyiz ki, toprak reformu sadece Kuzeyde değil, Güneyde de yapıldı ve 1951'den sonra köylüye toprak dağıtıldı. Toprak reformunun Direnme Savaşı sırasında başlatılması, Partimizin yaratıcı niteliğinden doğan, yerinde bir politikaydı.
      Geriye bakacak olursak, Partinin Direnme Savaşı sırasında genel olarak milli demokratik devrime bağlı kaldığını görürüz. Bu sayede halkı "halk savaşına girişmek" için harekete geçirmeyi ve saldırganların hakkından gelmek üzere halkın çok büyük gücünden yararlanmayı başardık.
      Direnme Savaşına giriştiğimizde, Parti gerek bizim, (sayfa 257) gerekse düşmanın zayıf noktalarını tespit etti ve stratejimizi kararlaştırmak üzere güçlerin denkliğini ve düşmanın stratejik planlarını inceledi. Düşman, II. Dünya Savaşından sonra zayıflamış olan bir emperyalist devlet olmakla birlikte, bize oranla yine güçlüydü. Ayrıca saldırgan savaşlarda tecrübeli, en modem silahlarla donatılmış ve geniş tahsisatlı bir orduya sahipti. Zayıf noktası, savaşında, haksız oluşuydu. Sonuç olarak içten bölünmüştü, kendi halkı tarafından desteklenmiyor ve dünya kamuoyunun sempatisini sağlayamıyordu. Ordusu başlangıçta kuvvetliydi ama, savaş azmi azaldıkça azalıyordu. Fransız emperyalizminin; sınırlı insan gücü ve para, yürüttüğü çirkin savaşın kendi halkı tarafından mahkum edilmesi gibi, başka zayıf noktaları ve güçlükleri de vardı.
      Bize gelince. ülkemiz bağımsızlığını yeni kazanmış, aslen yarı-feodal bir sömürge ülkesiydi. Dolayısıyla her alanda henüz yeteri kadar güçlenmemiştik. Ekonomimiz, geri kailmiş bir tarım ekonomisi idi. Ordumuz, modası geçmiş ve yetersiz silahlara sahip, tecrübesiz gerilla birliklerinden ibaretti. Tahsisatımız çok az ve kadrolarımız tecrübeden yoksundu. Bütün gücümüz, Direnme Savaşında haklı oluşumuzdan geliyordu. Bu nedenle bütün halkı birleştirmeyi başardık. Halkımız ve ordumuz düşmanla çarpışmalarında her zaman fedakarlık duygularıyla doluydu ve bütün dünya halklarının sempatisini ve desteğini kazanmışlardı.
      İşte bütün bunlar, Direnme Savaşında iki tarafın belli başlı özelikleri idi. Bunlar bizim zayıf olduğumuz yönlerde düşmanın güçlü, bizim güçlü olduğumuz yerlerde düşmanın zayıf olduğunu gösterdi. Ne var ki, düşmanın güçlü yönleri gelip geçiciydi. Bizimkiler ise temel noktalardı. (sayfa 258)
      Yukarıda sözü edilen özelliklere bağlı olarak, düşmanın stratejik ilkesi süratli hücum, süratli başarı idi. Savaş ne kadar sürüncemede kalırsa güçlü yönleri o kadar azalacak, zayıf yönleri o kadar zayıflayacaktı. Bu stratejik ilke, Fransız emperyalistlerinin II. Dünya Savaşından sonra azalmış olan belirli sayıdaki kuvvetlerinin çok aleyhineydi. Sonuç olarak ülkemizi istila edebilmek için ani saldırıp, süratli başarı kazanma planının yanısıra, ülkede adım adım ilerlemeye, hatta bu arada zaman kazanıp, daha fazla kuvvetlenebilmek için bizimle müzakereleri bir arada yürütmeye zorunluydular. Zayıf noktalarının ortaya çıkardığı birçok güçlüklere rağmen en ufak bir fırsatta, düşman, süratli başarı peşinde ani saldırılarda bulunuyordu. Savaşın başlarından itibaren Fransız sömürgecilerin bütün amacı, işgal ve "pasifikasyon"un bir hafta içinde tamamlanmasıydı. Bütün halkı kapsayan savaş başladı. Şehirlerdeki başlıca kuvvetlerimizi silme teşebbüsü başarısızlığa uğrayınca, güçlerini tekrar biraraya toplayıp, Viet Bac'da lider organlarımızı ve kuvvetlerimizi yok etmek üzere taarruza geçtiler. Viet Bac taarruzu başarısızlığa uğratıldı, düşman savaşı sürdürüp, gerisinde kalan bölgeleri sindirme yolunu seçti. Fakat bu arada, "ani saldırı, çabuk başarı" ilkesinde de vazgeçmemişti. Generallerin yerlerinin tekrar tekrar değiştirilmesi, özellikle General Navarre'ın Hindiçini'ye gönderilmesi, saldırgan savaşı kısa bir süre içinde sona erdirmek üzere, kesin darbeler vurmayı amaçlamaktaydı. Düşmanın ve kendimizin zayıf ve kuvvetli noktalarımızı gözönüne alarak, Partimiz, uzun süreli bir Direnme Savaşı yapma kararına vardı. Geçici olarak üstün durumda olan düşman kuvvetlerine karşı halkımız ani darbelerde bulunamazdı. Bu yüzden, kendi eksikliklerimizi tamamlayabilmemiz ve düşmanın daha zayıf düşmesi için zamana ihtiyaç vardı. Seferberliğe geçip (sayfa 259) örgütlenmek ve direnme güçlerini teşvik etmek, düşman kuvvetlerini yormak, zayıf ile güçlünün yerlerini değiştirmek her saniye daha çok bizden yana olan dünya kamuoyunun desteğini kazanıp, zafere ulaşmak için yine zamana ihtiyaç vardı.
      Uzun süreli bir devrimci savaşın genel kanunu, üç aşamalı olmasıdır: Savunma, denge ve karşı taarruz. Direnme Savaşımız da temelinde ana hatlarıyla bu kanunu izledi. Şüphesiz savaş , alanında görünen yönüyle gerçek, daha canlı ve daha karmaşıktı. Uzun süreli savaş kılavuz ilkesini uygulayarak düşman askerlerini yıpratmak ve denetim altına almak için bir süre savaştıktan sonra, kuvvetlerimizi korumak ve köylerdeki üslerimizi savunmak amacıyla, şehirlerden köylere doğru stratejik bir geri çekilme yaptık. Viet Bac'da düşman saldırısının yenilgiye uğramasından sonra durum gittikçe dengelendi. 1950'den sonra yerel karşı-saldırı hareketleri başarıyla yürütülmeye başlandı ve kuzey cephesinde insiyatif bizim elimize geçti. 1954 başlarındaki Dien Bien Fu harekâtı, Direnme Savaşını büyük bir başarıyla sonuçlandıran bir karşı-saldırıydı.
      Herkesin uzun süreli savaş kılavuz ilkesini kavramasını mümkün kılmak, sadece askeri ve ekonomik bir örgütlenme sorunu değil, Parti içinde ve halk arasında Direnme Savaşı yıllarında birçok kereler ortaya çıkan hatalı eğilimlerle mücadele ve ideolojik eğitim süreciydi. Bu hatalı eğilimler, ülkemizin küçük, nüfusumuzun az, ekonomimizin geri ve silahlı kuvvetlerimizin genç ve zayıf olmasından dolayı, değil uzun süreli bir Direnme Savaşı yürütmek, düşmanın karşısına bile çıkamayacağımızı iddia eden bozguncuların eğilimleri idi. Bunlar subjektivizmi, sabırsızlık, Direnme Savaşının başlarında temel gücümüzü korumak için kuvvetlerini geri çekmeye yanaşmayan birkaç bölgenin harekât planlarında, öznel ve (sayfa 260) nesnel koşulların elvermediği bir sırada, 1950'de ortaya atılan genel karşı-saldırı planında görülen hızlı kazanma isteğiydi.
      Parti bu hatalı eğilimleri düzeltmek ve halkı eğitmek için elinden geleni yaptı. Halkın, güçlüklerimizi ve avantajlarımızı açıkça görmesini ve bütün halkın savaş azmine sıkısıkıya bağlı kalmasını sağladı. Trung Chinh yoldaşın yazdığı "Direnme Savaşı Kazanacaktır" adlı kitapçık Direnme Savaşı çizgisinin ve Parti politikasının tam olarak kavranışına önemli katkıda bulundu. Burada, Merkez Komitesinin birinci toplantısında alınan ve bütün Partiye, "Direnme Savaşının uzun ve zorlu bir mücadele olduğunu" ve "sadece kendi güçlerimize dayanabileceğimizi" hatırlatan kararların büyük etkisi üzerinde durmak gerekir. Partideki ve Ordudaki yenileme kampanyaları ve Merkez Komitesinin talimatına uygun olarak yürütülen halk arasında propaganda eylemi, halkın uzun Direnme Savaşını yürütme azmini pekiştirdi, sonunda zafere ulaşacaklarına olan inançlarını arttırdı, ve uzun süreli, ve kendi güçlerine dayanan Direnme Savaşı kılavuz ilkelerinin, kitlelerin bilincine derinlemesine nüfuz etmesini mümkün kıldı.
      Uzun süreli bir Direnme Savaşı yapmak için, kendi kendine güven duygusunu yüceltmek zorundaydık. Direnmenin ilk yılları sırasında halkımız, her yandan kuşatılmış bir halde mücadele etmek zorunda kaldı. Bu durumda, kendi kendine güven, hayati bir sorundu. Halkımızın düşmanla başa çıkmak için kendi güçlerine dayanmaktan başka çıkar yolu yoktu. Kendi kendine güven duygusunu yücelterek askerlerimiz, halkın üzerindeki yükü hafifletmek amacıyla malzemelerini savaş alanlarında elde ettiler, silahlanmak için düşmanın silahlarını ele geçirdiler, cephane konusunda tutumlu davrandılar, dayanıklılıklarını geliştirdiler, güçlükleri yendiler, üretimde (sayfa 261) görev aldılar. İhtiyaçlarını asgariye indirdiler. Halkımız. kendilerinin ve cephenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere, geri hatlarımızı güçlendirmek, direnme ekonomisini geliştirmek için çaba gösterdi. Halka başlıca ürünleri sağlamak amacıyla üretimi her bakımdan arttırdık ve düşmanın ekonomik ablukasına karşı mücadele ettik. Geniş, el değmemiş topraklar, besin maddeleri üretimini artırmak için ekilmeye başlandı. Askerlere silah sağlamak için çok sayıda silah fabrikası kuruldu. Özellikle, Beşinci Bölge ve Nam Bo'daki halk ve askerler, kendi kendine güven duygusunu büyük çapta arttırdılar. Direnme Savaşını son derece güç şartlar altında devam ettirmek için, ihtiyaçlarını kendi kendilerine sağlama konusunda büyük başarılar kazandılar.
      Uluslararası durum lehimize olarak değiştiğinde, bununla birlikte hâlâ birçok güçlüklerle karşılaştığımız sıralarda, Partide ve halk arasında bir bekleme ve dış yardımlara güvenme psikolojisi doğmaya başladı. Bundan dolayı, bir yandan halkı uzun bir Direnme Savaşına hazırlamaya devam ederken Parti, kendi kendimize güven duygusunu güçlendirmeye ve uluslararası dayanışma ve desteğin önemli olduğunu, fakat ancak kendi güçlerimize dayanarak halkımızın kurtuluş mücadelesinin zaferini güven altına alabileceğimizi anlamaya dikkat etti.
      Direnme Savaşını başarıya ulaştırmak için, sadece doğru bir stratejik kılavuz ilkeye sahip olmak yeterli değildi. Bu ilkeyi doğru bir şekilde uygulamak için uygun bir savaşma kılavuz ilkesi gerekliydi. Genel olarak Direnme Savaşımız. giderek düzenli savaşa. gerilla savaşından kısmen siperlere dayanan hareketli savaşa doğru ilerleyen bir savaştı. Temelde genel kanunu kavramıştık, bundan dolayı zafere ulaştık. Ancak bunu başlangıçta değil, bütün bir savaş içinde, deneme ve pişme sürecinden sonra tam olarak kavrayabildik. (sayfa 262)
      Direnme savaşında, gerilla mücadelesi son derece önemli bir rol oynadı. Gerilla savaşı halk yığınlarının, çok daha iyi donatıma ve tekniğe sahip olan saldırgan bir orduya karşı çıkan, zayıf ve kötü donatılmış bir halkın savaşma biçimidir. Modem silahlar karşısında zafere ulaşmak için halkın kahramanlığına güvenir. Düşman güçlü olduğu zaman onunla karşılaşmaktan kaçınır, zayıf olduğu zaman düşmana saldırır. Bir an gelir, etrafa dağılır; bir an gelir bütün kuvvetler bir araya gelir; bir an gelir, geri çekilir; bir an gelir, düşmana saldırıp yok eder. Her yerde düşmanla savaşmaya kararlıdır. Düşman nereye giderse gitsin, kendisine darbeyi vuran, maneviyatını bozup, kuvvetlerini tüketen silahlı bir halk tarafından kuşatılmıştır. Devrimci savaşta, böyle savaşılır. Düşmanı yıpratmak için etrafa dağılan birliklere ek olarak, düşmanı yok etmek için belirli bir yerde ve belirli bir zamanda saldırıda üstünlük sağlamak için, olumlu şartlar altında büyük çapta silahlı kuvveti bir araya toplamak gerekir. Çok sayıdaki küçük savaşlarda elde edilen başarılar, zamanla azar azar kendi kuvvetlerimizi güçlendirirken, düşmanın insan gücünü iyice yıpratır. Savaşın temel hedefi, düşmanın insan gücünün yok edilmesi olmalıdır. Kendi insan gücümüz, belirli bir yeri elde tutmak veya işgal etmek için tüketilmemelidir. Ancak böylelikle bütün düşman kuvvetlerini temizlemek ve ülkemizi kurtarmak için gerekli şartlar yaratılabilir.
      Gerilla savaşı, hiç şüphesiz direnme savaşımızın niteliğine uygun bir savaşma biçimiydi. Direnmenin ilk döneminde, ülkemizde düzenli savaş yoktu ve olamazdı, sadece gerilla eylemleri vardı. Direnme Savaşı, Güney Vietnam'da başladığı zaman, planımız gerilla savaşı yapmaktı ve pratikte de gerilla savaşı biçimlendi. Fakat bütün ulusu kapsayan Direnme Savaşı patlak verdiğinde, temel olarak gerilla savaşı yapma politikası açıkça ortaya (sayfa 263) konmadı. 1947 sonbaharının başlangıcında Parti Merkez Komitesi, işgal altında olan bütün bölgelerde gerilla savaşının başlatılması ve yayılması kararını aldı. Temel kuvvetlerimizin bir kısmı, halk arasında propaganda yapmak, üslerimizi savunmak ve gerilla savaşını yoğunlaştırmak için düşmanın gerilerine kadar sızan, ayrı ayrı hareket eden bağımsız bölüklere ayrıldı. Bağımsız bölüklerin yanısıra, bir yerde toplanan taburlar politikası, gerilla savaşının yönteminde çok başarılı bir tecrübeydi. Gerilla eylemleri yoğunlaştıkça ve geniş bir alana yayıldıkça, düşmanın geri hatlarının birçoğu bizim ileri hatlarımız halini aldı.
      Gittikçe yaygınlaşan gerilla eylemlerimizle başa çıkmak için düşman gittikçe daha büyük silahlı kuvvetlerle yapılan temizlik harekatına girişti. Bu hareketlerin hedefi, direnme güçlerimizi ezmek ve geri hatlarımızı "pasifleştirmek" için gerilla birliklerimizi yok etmek, siyasal üslerimizi ve ürünlerimizi mahvetmek ve mallarımızı yağmalamaktı. Bundan dolayı temizlik hareketi ve karşı-temizlik hareketi düşmanın geri hatlarındaki başlıca gerilla savaşı biçimini aldı. Karşı-temizlik hareketleri yoluyla halkımız, güçlükler karşısındaki dayanıklıklarını ve kahramanca mücadele ruhunu kuvvetlendirerek çok çeşitli savaşma biçimleri yarattı. Düşmanın geri hatlarındaki gerilla eylemlerini korumak ve daha da yaygınlaştırmak için, Partimiz, siyasal ve ekonomik mücadelenin, askeri mücadeleyle birlikte götürülmesini çok akıllıca yürüttü. Partimiz, halkı silahlı mücadeleye sokmak, kuvvetlerimizi geliştirmek, düşman kuvvetlerini yıpratmak ve yok etmek, geçici olarak işgal altında bulunan bölgeleri, gerilla bölgeleri yahut da daha sonra kendi üslerimiz haline çevirmek ve ortaya çıkan elverişli fırsatlardan yararlanmak için büyük çaba harcadı.
      Güç bir durumla karşılaştığında Partimiz hareketi tam (sayfa 264) zamanında durdurarak, kuvvetlerimizi korudu ve üslerimizi güvenlik altına aldı. Düşmanın gerilerindeki gerilla eylemleri halkımızın sağlam iradesinin ve büyük cesaretinin en yüksek ifadesi ve aynı zamanda Partinin ehil önderliğinin bir kanıtıydı. Stratejik açıdan, gerilla savaşı, düşmana büyük güçlükler yaratarak ve büyük kayıplar verdirerek onu yıpratır. Düşmanın büyük insan gücünü yok etmek ve toprağı kurtarmak için, gerilla savaşı daha ilerideki aşamalarında hareketli savaşa dönüşmelidir. Direnme Savaşımız uzun bir devrimci savaş olduğundan, gerilla savaşı hareketli savaşa dönüşebilirdi ve dönüşmek zorundaydı. Gerilla eylemleri yoluyla, ilk önce küçük birliklerle, daha sonra büyük birliklerle savaşarak, dağınık savaştan toplu savaşa doğru ilerleyerek, askeri gücümüz. gittikçe biçimlendi. Gerilla savaşı gittikçe, hareketli-düzenli savaş ilkelerinin ortaya çıktığı ve geliştiği, fakat hâlâ gerilla niteliği taşımaya devam ettiği bir savaş biçimi halini aldı. Hareketli savaş, toplu kuvvetlerin, nispeten büyük kuvvetlerin bir araya toplandığı ve nispeten geniş bir alanda eylemde bulunduğu, düzenli ordunun savaşma biçimidir. Hareketli savaşta düzenli ordu, insan gücünü yok etmek amacıyla, düşmana, nispeten savunmasız olduğu yerden vurur. Düşmanın elinde olan bölgelerde derinlemesine ilerler, sonra hızla geri çekilir. Büyük çapta dinamizme, insiyatife, hareketliliğe ve yeni durumlar karşısında süratle karar alma yeteneğine sahiptir. Direnme Savaşı devam ettikçe, hareketli savaşın stratejik rolü her geçen gün daha büyük önem kazandı. Hareketli savaşın hedefi, kendi kuvvetlerimizi geliştirmek için gittikçe daha çok sayıda düşman kuvvetini yok etmekti. Öte yandan gerilla savaşının görevi, düşman yedeklerini yıpratmak ve yok etmekti. Bundan dolayı, hareketli savaş, yok etme savaşı ile birlikte yürütülmek zorundaydı. Ancak düşmanın insan gücünü yok ederek büyük saldırılara (sayfa 265) karşı koyabilir, geri hatlarımızı ve üslerimizi güvenlik altına alabilir, harekât sırasında insiyatifi ele geçirebilir ve gittikçe daha çok düşman kuvvetini temizleyebilirdik. Ancak bu şekilde. gittikçe daha geniş alanları ardı ardına kurtarabilir ve zamanla düşmanın bütün silahlı kuvvetlerini mahvetmeyi ve tüm ülkemizi kurtarmayı başarabilirdik.
      Zamanla, gerilla savaşından hareketli savaşa geçiş kılavuz ilkesini uygulayarak, başlangıçtan itibaren, gerilla birliklerimiz içinde, ayrı olarak hareket eden bir kısmın yanısıra, yoğun eylem gösteren diğer bir kısım vardı ve bu, hareketli savaşın ilk tohumlarını taşıyordu. 1947'de, ayrı ayrı hareket eden bağımsız bölükler ve toplu taburlar planıyla birlikte, daha yoğun savaşlara, giderek hareketli savaşa geçtik. 1948'de, bir veya birkaç taburun katıldığı, nispeten büyük baskınlar yaptık ve tuzaklar kurduk. 1949'da sadece Kuzeyde değil, diğer savaş alanlarında da küçük hareketler başlattık. 1950'den itibaren, siper savaşı gittikçe yayılırken, hareketli savaşın kuzey cephesinde en önemli rolü oynamasını sağlamak üzere daha büyük çapta hareketlere giriştik. Bu gerçek, Dien Bien Fu harekâtında kendini açıkça ortaya koydu.
      Geri!la savaşı üremelidir diyorduk. Yaşamak ve gelişmek için, gerilla savaşının hareketli savaşa doğru ilerlemesi gerekir. Bu, genel bir kanundur. Direnme savaşımızın somut koşulları içinde, gerilla savaşı olmaksızın hareketli savaş mümkün değildi. Ancak, gerilla savaşı hareketli savaşa doğru gelişmediği takdirde, sadece düşmanın insan gücünü yok etme stratejik hedefi gerçekleştirilememekle kalmaz, gerilla eylemleri bile korunamaz ve yaygınlaştırılamazdı. Gerilla savaşını hareketli savaşa doğru geliştirmek gereklidir demek, gerilla savaşını bir yana itmek değil, geniş bir alana yayılan gerilla eylemlerinden zamanla düzenli ordu birliklerinin doğması ve bunların (sayfa 266) hareketli savaşı yürütebildikleri ve temel kuvvetin yanısıra, her zaman çok sayıda gerillacının ve gerilla eyleminin bulunması gerekir demektir.
      Gerilla savaşı cephesinde bir defa hareketli savaş başladı mı, direnme savaşını ilerletmek, daha çok sayıda düşman kuvvetini yok etmek ve gittikçe daha büyük zaferler kazanmak için, bu iki savaş biçimi arasında yakın ve doğru bir uyum kurulması gerekir. Bu, savaşın yürütülmesinde diğer bir genel kanundur. Bir yandan düşmanın insan gücünü yıpratmak, büyük miktarda yok etmek ve bu başarılarla hareketli savaşı ilerletmek ve hareketli savaşla uyum sağlanması amacıyla hareketli savaşın getirdiği yeni, elverişli şartlardan tam anlamıyla yararlanmak için gerilla savaşı yaygınlaştırılmalıydı. Öte yandan düşmanın büyük çapta insan gücünü yoketmek ve aynı zamanda gerilla savaşının daha da yaygınlaştırılmasına uygun şartları yaratmak için, hareketli savaş hızlandırılmalıydı. Hareketli savaşın gelişmesi sırasında, siper savaşı, gelişmeye devam etti ve gittikçe daha önemli bir durum kazandı.
      Savaşın yürütülmesi, savaş biçimleri arasında doğru bir orantıyı korumalıdır. Başlangıçta, gerilla savaşıyla yetinmek ve onu yaygınlaştırmak zorundaydık. Hareketli savaşın ortaya çıkmasıyla yeni bir aşamaya ulaşarak, başlıcası gerilla savaşı olmak üzere, iki biçim arasındaki uyuma sıkı sıkıya bağlı kaldık; bu sırada, hareketli savaş daha az önemliydi, ama gittikçe daha çok gelişmekteydi. Sonra yeni ve ileri bir aşama geldi; hareketli savaş, başlangıçta sadece bir cephede -bölgesel karşı saldırılar ortaya çıktı- sonra daha da geniş bir alanda birinci plana geçti.
      Kurtuluş savaşı eyleminde, bazı savaş alanlarında sayısız güçlüklerle karşılaştık, çünkü gerilla savaşını, hareketli savaşa doğru ilerletmek konusunda kararlı değildik; (sayfa 267) diğer savaş alanlarında, hareketli savaşı hızlandırmada gösterilen acelecilik, gerilla savaşı üzerinde kötü bir etki yaptı ve hareketli savaş da güçlüklerle karşılaştı. "Genel karşı-saldırıya hazırlık" sloganı ortaya atıldığında, bu durum nispeten yaygındı, ancak bir gün sonra düzeltildi. Genel olarak, denemeler ve sınamalardan geçerek, önderliğimiz, yukarıda sözü edilen orantıyı korumayı bildi ve bundan dolayı başarı kazandı. Hoa Binh harekâtı, kuzey cephesinde gerilla savaşıyla, hareketli savaş arasındaki uyumun bir örneğiydi. Dien Bien Fu harekâtı ve 1953-1954 sonbahar-kış harekâtı, hareketli savaşla gerilla savaşı arasında, yüzyüze savaşla düşmanın geri hatlarındaki eylem arasında, bütün ülkedeki ana savaş alanı ile birleşik savaş alanları arasındaki işbirliğinin başarılı örnekleridir.
      Gerilla savaşı ve hareketli savaş biçimleriyle ve düşmanın içinde bulunduğu şartlarla bizim kuvvetimize bağlı olarak, gücün ve topografyanın biçimlendirilmesiyle, savaş cephelerinde düşman denetimi altındaki bölgelerle içiçe olan, birbirini kesen ve çevreleyen özgür bölgeler ortaya çıktı. Düşman denetimi altında olan bölgelerde, gerilla bölgeleri ve gerilla üsleri de vardı. Bunlar da içiçe, birbirini kesen ve çevreleyen bir durumdaydı. Savaşın gelişme süreci, geniş alanların, sonra Kuzey'in kurtarılmasına doğru ilerleyerek, özgür bölgelerin ve gerilla alanlarının gittikçe genişletilmesi ve düşman işgali altındaki bölgenin gittikçe daraltılması süreciydi.
      Uzun süreli savaş stratejisinden ve gerilla savaşından zamanla, siper savaşını içine alan hareketli savaş biçimleriyle birlikte düzenli savaşa geçiş kılavuz ilkesi, ulusal kurtuluş savaşımızın son derece başarılı tecrübeleriydi. Bu tecrübeler, bir halk savaşının stratejisi ve taktikleri, halk savaşının askeri yönetimi sanatı, küçük, geri ve tarımsal bir ülkede Partimizin önderliği altında devrimci savaş sanatı idi. (sayfa 268)
      Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında, ısrarla ve uzun bir direnme için üslerin kurulması, önemli bir stratejik sorun ve partimiz için yine çok başarılı bir tecrübe idi. Bu sorunu derinlemesine incelemek ve zengin deneyleri derlemek bizim için bir zorunluluktur.
      Halkımızın kutsal Direnme Savaşı Ağustos Devriminin büyük görevini devam ettirmiştir. Sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş bayrağını açarak şunu kanıtlamıştır: "Bugünkü uluslararası koşullar altında, işçi sınıfının önderliğinde bağımsızlık ve demokrasi için birleşen, zayıf ve küçük bir ulus bile bütün saldırgan kuvvetleri yenmek gücüne sahip olacaktır. Bu ulusal kurtuluş mücadelesi, mevcut koşullar altında, uzun süreli silahlı mücadele -uzun bir Direnme Savaşı- yoluyla başarıya ulaşabilir."
      Halkımızın başarıya ulaşan Direnme Savaşı, gittikçe çözülen sömürgecilik sistemine ağır bir darbe indirmiş, böylelikle emperyalistlerin savaşı kışkırtıcı komplolarının bozulmasına ve dünya halkının barış, demokrasi ve sosyalizm için mücadelelerine katkıda bulunmuştur. (sayfa 269)
     
      [Vo Nguyen Giap, People's War, People's Army, s. 88.112.]





      4.
      DEVRİMCİ SAVAŞTA SİYASAL VE ASKERİ GÜÇLER
     
      Le Duan
     
      Ağustos Devrimi, diğer ülkelerdeki halk devrimleri gibi, Güney Vietnamlı devrimcilere, her halk devriminin, zaferin güvenliği için gerek siyasal gerekse askeri güçleri kullanması gerektiğini öğretmiştir. Devrim; ezilen ve sömürülen kitlelerin ayaklanması niteliğinde olduğundan, iki gücü -siyasal ve askeri güçleri- ve iki mücadele biçimini -siyasal ve silahlı mücadeleyi- gerektiren devrimci hareketi kavrayabilmek için devrimci kitlelerin görüş açısını benimsemek ve bununla bağıntılı olarak, devrimci ortam olgunlaştığında, devrimin hücum edici tutumunu gerçekleştirmek gerekir.
      Bunun aksine olarak, devrimci şiddet sadece silahlı mücadele olarak nitelendirilir, devrim ile karşı-devrim güçleri arasındaki ayrım yalnızca askeri yönden değerlendirilirse, kaçınılmaz yanlışlara düşülür: iki taraf ta devrimi küçümser ve kitleleri ayaklanma için harekete geçirmez, ya da ayaklanmaya girişildikten sonra devrimi ilerletmek için taarruza geçmeye cesaret edemez veya bir kere silahlı mücadele çözüldükten sonra, bir savunma stratejisine düşmek kaçınılmaz olur.
      1959-1960 yıllarında Amerikan emperyalistleri ve (sayfa 270) onların uşakları dehşet yaratmak ve kitle katliamını gerçekleştirebilmek için en barbarca faşist yollara başvurdukları sıralarda. Güney Vietnam'lı devrimciler düşmanın bir politik yenilgiyi kabullendiğini ve artık eskisi gibi hüküm süremeyeceğini sandılar. Bu arada halk ise artık düşmanın boyunduruğu altında yaşayamayacağını ve özgürlüklerine kavuşabilmek için baş kaldırıp, bir ölüm kalım savaşma girişmenin gerektiğini iyice anlamıştı. Güney Vietnam halkı işte bu şartlar altında baş kaldırdı, çoğunlukla siya-yal mücadele ile düşmanın baskısını kırdı, geniş kırsal alanları denetim altına aldı, iktidarı geri aldı, toprağı tekrardan dağıttı, "kendini yönetim komiteleri" kurdu ve özgürlük mücadelesi için halk savaşını geniş bir şekilde başlattı.
      Güney Vietnam'da, geniş kırsal bölgenin şehirlere bağımlı olmayan tabiî ekonomisi vardı ve halkı da tarıma bağlı apayrı bir köylü çoğunluğuydu. Dolayısıyla, şehirlerdeki saldırganlar ve onların uşakları bu kırsal bölgeler üzerinde sıkı bir denetim sağlayamamaktaydılar. Koşullar devrim için yeteri kadar olgunlaştığı zaman, kukla idarenin zayıfladığı ve bir krize düştüğü köylerin en zayıf noktaları teşkil etmesinin nedeni budur. Ve böylece süratle yerel ayaklanmalara girişme ve düşmanın iktidar mekanizmasını önemli ölçüde tahrip etme imkânı ortaya çıkar.
      Geniş kırsal alanları kurtardıktan sonra halk, geniş ve güçlü silahlı kuvvetler kurdu, süratle etkili siyasal güçler örgütledi, devrimci hareketi bütün Güney Vietnam'da gayretle destekledi, siyasal ve askeri mücadeleye girişti, kesin bir taarruz durumuna geçti, düşmanın bütün siyasal ve askeri planlarını bozdu ve Güney Vietnam devrimini yürütmeye devam etti. O zamandan beri, siyasal ve askerî mücadelenin sıkı işbirliği Güney Vietnam'daki devrim hareketinin temelini teşkil eder. Bu, yeni-sömürgeciliğe karşı direnmek için en elverişli yoldu. Bu sadece (sayfa 271) ayaklanmalar sırasında değil, fakat Amerikan emperyalistlerine karşı girişilen "özel savaşta" ve "sınırlı savaşta" da kullanılmıştır. Siyasal ve askerî mücadelelerin bu birliği; kırsal, şehirsel ve ormanlık bölgelerden oluşan üç stratejik alanda da güçler dengesine ve devrimin genel görevlerine uygun düşecek biçimde devam ettirildi. Geçmişteki; bütün ülkede gerçekleştirilen milli demokratik devrim gibi, şimdiki Güney Vietnam devriminin de başlıca gücü, işçiler ve köylüler ile ulusal birleşik cephenin kilit noktasını teşkil eden işçi sınıfının yönettiği işçi-köylü ittifakı idi. Bundan ötürü devrim, sadece kırsal alanlardaki devrimci güçlerle yetinemezdi. Aynı şekilde, şehirlerde de devrimci güçler teşkil edilmeli ve devrimci mücadelenin her iki alanda birlikte yürütülmesi gerekmekteydi. Mücadele sırasında her iki alandaki devrimci mücadele sıkı bir işbirliği içerisinde, birbirlerini büyük ölçüde destekleyecek ve etkileyecek şekilde yürütülmüştü. Birkaç yıl önce kırsal bölgede ortaya çıkan devrimci ayaklanma, şehirlerdeki devrimci hareket üzerine etkisini kuvvetle hissettirebilseydi, şehir kitlelerinin mücadelesi bugün, kırsal bölgelerdeki ayaklanmalar için çok daha elverişli koşullar yaratabilir, halk savaşının yaygınlaşmasını mümkün kılabilirdi.
      Şehir halkının son ateşli siyasal mücadeleleri düşmanın savaş alanlarındaki askeri eylemini durgunlaştırdı, bazen yavaşlattı veya ciddi bir şekilde altüst etti. Böylece devrimci silahlı kuvvetlerin saldırısına etkili bir şekilde yardımcı oldu. Öte yandan, Kurtuluş Birliklerinin düşmanın geri üslerine ve, şehir ve kasabalardaki gizli hücrelerine yaptıkları hücumlar gibi, savaş alanındaki askerî başarılar da şehirlerdeki devrimci hareketin gelişimini hızlandırdı. Kısacası, Güney Vietnam Devrimi kırsal bölgelerde yerel ayaklanmalara girişmekte kitlelerin devrimci şiddetine başvurarak, gerek kırsal ve gerekse şehirsel alanlarda (sayfa 272) devrimci güçleri -askerî ve siyasal güçler- örgütleyerek, düşmana askeri ve siyasî eylemlere karşı koyma tutumuna sıkı sıkıya bağlı kalarak ve kırsal, şehirsel ve ormanlık alanlardan oluşan üç stratejik bölgede düşmanın bütün siyasal ve askerî eylemlerini adım adım ezmek üzere düşman birlikleri arasında tahriklerde bulunarak tam bir zafere ulaşacak şekilde gelişmiştir.
     
      Le Duan, Forward Under the Glorious Banner of the October Revolution, Foreign Languages Publishing House, Hanoi, 1967.
      Le Duan Lao Dong Partisinin (Vietnam İşçi Partisi) Birinci Sekreteridir.





      5.
      HALK SAVAŞINDA «ÖZ-SAVUNMA» MERKEZLERİ
     
      Wilfred G. Burchett
     
      "Öz-savunma" merkezleri kavramı, Vietnam halkının gerilla savaşına yaptığı sayısız katkılardan biridir. Bu. onların "halk savaşı" anlayışlarının da ayrılmaz bir parçasıdır. Bu merkezler, tıpkı Vietnamlıların diğer birçok strateji ve taktikleri, özellikle Güney'de kullandıkları yöntemler, gibi, yabancı ülkelerde bilinmemekte ya da yanlış anlaşılmaktadır. Bunun sebeplerinden biri Güney Vietnamlıların savaşmaktan göz açıp da ellerine kâğıt kalem alacak kadar vakitleri olmayışıdır. "Öz-savunma", geniş ölçüde (sayfa 273) bir Vietnam buluşu olup ilkin Fransızlara Karşı Direnme Savaşında kullanılmıştır. Güney'de o zamandan beri bu buluş bir hayli geliştirildi. Şehirlerdeki "Öz-savunma" buluşunun şerefi tamamen Güneye aittir. Fransızlara Karşı Direnme"de de şehirlerin kuşatılması aşamasına erişilmiş olmakla birlikte. Cenevre Antlaşmaları, şehirlere saldırma gereğini ortadan kaldırdı ve böylece bu iş, o zaman için, yarıda kalmış oldu. Şehirlerde yürütülen "Öz-savunma", köylerde daha önce geliştirilmiş olan "öz-savunmanın" olgunlaştırılmış biçiminden başka bir şey değildir.
      Devrimde Devrim
? adlı kitabında Regis Debray, Bolivya ve Kolombiya'da öz-savunmanın başarısızlıklarını çözümlemekte ve "bugün için, bir sistem ve bir gerçek olarak kendini-savunma tamamen iflas etmiş durumdadır.» sonucuna ulaşmaktadır. Ne var ki, bu yazarın kullandığı örnekler, bu iki ülkede, sadece siyasî-askerî durumdan değil, tüm olarak devrimci durum ve güçlerden de kopmuş savunma bölgelerine ait olduğu için, böyle genel sonuçlara ulaşmak için yeterli olmasalar gerektir. Güney Vietnam'da yürütülen öz-savunma ise son derece başarılı olmaktadır. Kurtarılmış köylerde öz-savunma birimleri kurulmasa ve sağlamlaştırılmış köylerin tümünün bir bütün haline getirilmesi gerçekleşmemiş olsaydı, direnme hareketi bugünkü aşamasına ulaşamaz, şehirlere saldırıyı göze alamazdı. Öz-savunma kavramını bir yana atmak, doğrudan doğruya, devrimci güçleri, deneyden geçmiş ve hayatî önemi olduğunu kanıtlamış bir silahtan yoksun bırakmak anlamına gelir.
      Güney Vietnamın halk savaşı anlayışı içinde öz-savunma birim ve bölgeleri yüzde yüz gerekli ve mantıklı bir aşama teşkil ediyorlar. Öz-savunma kavramı, silahlı mücadelenin siyasî ve demokratik yönüyle sıkı sıkıya ilişkili olduğu gibi, genel askerî-siyasî eylemlerin desteklenmesinde de (sayfa 274) son derece önemli bir rol oynamaktadır. Halkın yaratıcılığını uyandırarak, yeni teknikler, taktikler, hatta silahlar geliştirmesine yol açmakta ve bu uyanıklığın doruğuna ulaşmasıyla bütün bir ulus silaha sarılmaktadır. Öz-savunmanın daha bir, dolu yan etkileri ve faydaları da var.
      Öz-savunmanın Güney Vietnama özgü bazı şartlar altında gelişmiş olduğu doğrudur. Bunlar arasında, karşı-gerilladan korunmak için köy "öz-savunma" birimlerinin kuruluşunu, "stratejik köylerin" çevresinde karşı-gerillayı pusturmak için bir takım kaleler kurup bu köyleri hükümete karşı bir takım "kaleler" haline getirmeyi ve buraların savunmasını, karşı-gerillaların "öz-savunmasına" yarayan silahlarla, hiç değilse bunların bir kısmına dayanarak başarmayı sayabiliriz. Doğru olan başka bir husus da, "öz-savunma" köylerinin ve bölgelerinin Fransızlara Karşı Direnme Savaşı sırasında geliştirildiği ve bir ulusun kurtuluş uğruna silaha sarıldığı her ülkeye uygun bir biçime sokulup, ufak tefek değişikliklerle, her yerde kullanılabilir oluşudur. Elde edilecek başarı bu savunma türünün yurt çapına yayılıp yayılamamasına bağlıdır; kararlı ve uzun dönemli bir mücadele için mümkün olan en geniş anlamıyla, halk hazırlanmış, bunun için gerekli siyasî görev yerine getirilmiş olursa, başarı için sağlam bir dayanak da kurulmuş demektir. Öz savunma bölgeleri, ya oldukça geniş ya da tabiî yönden korunmuş olmalı ve böylece savunma güçlerine o bölgede belli bir hareket yeteneği sağlamalı veya zaman zaman sığınıp manevraya girişmelerine olanak sağlayacak sağlam üs bölgeleriyle ilişkili bulunmalıdır.
      Debray'nin verdiği örneklerin Güney Vietnam deneyi ile ilişkisi yoktur. Mesela Bolivyada, o zamanki oligarşiyi devirmekte büyük bir rol oynamış olan kalay madencileri, sonradan kendilerine 15 km. uzunluğunda, 10 km. (sayfa 275) genişliğinde, nerdeyse başına buyruk bir yönetimi olan (otonom) ve sıkı savunulan bir bölge kurmuşlardı. Ancak, ülkenin diğer yerlerinden kopmuş olan bu bölge, hükümet kuvvetlerinin sinsi sinsi hazırlayıp nihayet 1965 Mayısında, Amerikan eğitimi görmüş Ranger (Bekçi) paraşütçülerin de havadan destekledikleri bir saldırıyla hallaç pamuğuna çevrilmişti. Debray'nin böyle kopmuş bir "kendini-savunma" kavramına karşı tavır takınması elbette doğrudur. Ancak, bu örneğe dayanarak vardığı sonuç, yani "kendini savunma, gerilla savaşını salt taktik düzeyine indirir ve dolayısıyla devrimci stratejik önemini ortadan kaldırır... halkı geçici olarak korumakla birlikte uzun dönemde tehlikeye atar." yargısı yanlıştır.
      Bu şekilde savunulan köylerin tümü için gerekli silah donatımına sahip olduktan sonra Öz-savunma birliklerinin elini kolunu bağlayıp düşmanın gelmesini beklemesi ve düşman kendi köyüne girinceye kadar elini tetiğe değdirmemesi diye bir şey yoktur. Önce her köycükteki öz savunma eylemleri köy düzeyinde uyarlı, bütün bir biçime sokulur.[
4] Sonra da bölge düzeyinde ve köy öz savunma eylemleri arasında uyum ve bütünlük sağlanır. Her öz savunma birliğinin baş görevi kendi köycüğü ya da köyünün savunulması ve çevredeki düşman birliklerini zararsız hale getirmek olmakla birlikte, düşmanın geniş çapta saldırıları karşısında, yoketmek eylemlerini, baskınlarını v.s. UKC (Ulusal Kurtuluş Cephesi) bölge birlikleri ve UKC ordusu kuvvet kazandıkça onlarla işbirliği içinde yürütmeğe başlamaktadır. Bu arada, öz-savunma birliklerinin, bölge birlikleri ve daha sonra düzenli ordu için eğitim merkezleri olarak, yani savaşa taze kan sağlayarak, başka bir hizmet daha görmekte olduklarını kaydedelim. (sayfa 276)
      Sürekli bir gelişim içindedirler; her başarılı eylemden sonra eldeki silah sayısı artmaktadır. Düzenli kuvvetler, gelişmelerinin belli bir aşamasında, öz-savunma birliklerinin düşmandan aldığı silahların önce yarısını, sonra da tamamının kendilerine verilmesini sağlamışlardı. Ancak, ağır makineli tüfekler ile bazukaları köylülere bırakıyorlar. Teknikler, taktikler ve işbirliği o dereceye kadar vardı ki bazı bölgelerdeki köycükler yeraltı yollarıyla birbirine bağlandılar...
      Öz-savunma birimleri üyeleri "neden ve kimin için" sorularını kolaylıkla kavrıyorlar. Görevleri ilk bakışta kendi evlerini ve tarlalarını korumaktan ibaretmiş gibi görünüyor. Öz-savunma birlikleri, kısa zamanda, bunun böyle olmadığını, düşmanı önce, gece ya da gündüz saldırılarından vazgeçirmeyi, olduğu yere mıhlamayı ve fırsatını bulur bulmaz, uyumlu eylemler zinciri içinde düşmanı püskürtmeyi ve böylece öz-savunma -bölgesini bir gerilla bölgesi haline getirmeyi, buralarda, geceleri, denetimi tamamen elde bulundurmayı genellikle, gündüzleri de terk etmemeyi öğrendiler. Bazan, kuvveti yettiği takdirde. Saygon'a bağlı birlikler gündüzlere mahsus olmak üzere bu bölgelere nüfuz edebilirler. Durum gelişip de aralarında uyumlu eyleme girişme güçlerinin arttığını hissettikleri zaman, özsavunma birliklerinin elbirliğiyle düşmanın mahallî kuvvetlerinin bölgeden süpürülüp atılabileceği, gerilla bölgesinin bir gerilla üs bölgesi haline getirilebileceği, bu bölgenin gündüz ve gece kendi denetimleri altında tutulabileceği ve düşmanın, sadece, ana kuvvetlerini kullanmak suretiyle bu bölgeye sızabileceği anlaşıldı. Öz-savunma birliklerinden UKC'ne katılma isteminde bulunulduğunda, düşmanın bölge ve il düzeyindeki üslerinin kuşatılması için yardım istendiğinde ve düşmanın süpürme eylemlerine karşı koyma ve saldırıya geçme çağrısı yapıldığında gönüllü sıkıntısı çekilmiyordu. Görüşler zamanla genişledi (sayfa 277) ve düşmanın ana kuvvetlerine karşı UKC ana kuvvetleri kurarak karşı çıkma ihtiyacı, özellikle Amerikan savaş birliklerinin katılmasından sonra, daha iyi anlaşıldı. Amerikan uçaklarının her saldırısı gönüllü sayısını arttırdı; bununla da yetinmeyenler uçakların üslendiği alanlara saldırmak için gönüllü yazılmağa başladılar. Tüfeklerle ve hafif otomatik silahlarla, uçaklara karşı çıkılamayacağı açıktır; öyleyse eri iyi yol uçaklar yerdeyken onlara saldırmaktı. Attıkları her adım açıkça doğru, açıkça kendilerinin, komşularının ve uluslarının çıkarına olduğu için, öz-savunma birliklerinden tabiî gerilla önderleri ve dev yürekli, üstün morali olan savaşçılar çıktı.
      Aslında, öz-savunma birimleri, bütün UKC silahlı kuvvetleri yapısının dayandığı piramidin temelini teşkil etmektedir. Halk savaşının en somut ifadesi onlarda toplanmaktadır. Halktan gelen, halk için savaşan, halkın tayin ettiği insanlardan kuruludur bu birimler; silahlı kuvvetlerin daha demokratik bir biçimini ve direnme mücadelesinin zorladığı görevler için daha mükemmel bir örgüt biçimini akılda canlandırmak son derece güçtür. Bu birimler, modern ulaştırma sistemlerinin yokluğu ve hava ulaştırmasındaki Amerikan tekeli yüzünden hareket yeteneği eksik görünen UKC'nin bu eksikliğini kapatmaktadır. Amerikalılar, belli eylemler için, birliklerini, cephanelerini, yiyeceklerini, hatta sularını havadan yüzlerce kilometre öteye taşımak zorunda oldukları halde, öz-savunma kuvvetleri, Güney Vietnamın dört iklim yedi bucağına dağılmış, her Amerikan üssünü ya da karakolunu kuşatmış, kısa zamanda düşmanın tepesine binmeğe hazır, düşmanın gezgin kuvvetleriyle hemen savaşabilecek kadar donatım merkezlerine yakın bekleyip durmaktadırlar. Bölge halkının kendilerini sürekli olarak besleyip donatacaklarından emindirler. Bu halk çok defa kendi kanları, anaları, babalarıdır. Öz-savunma birimleri, Amerikan ana birİlklerinin (sayfa 278) saldırışını bile karşılamayı, hiç değilse önemli ölçüde yavaşlatmayı başarmıştır. Maksat vakit kazanmak ve UKC kuvvetlerinin yetişerek kendileriyle uyumlu eylemler içine girmesini sağlamaktır. Gerekirse UKC'nin düzenli kuvvetleriyle de işbirliğine girişilmektedir.
     
      Wilfred G. Burchett'in, Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Ordusunun stratejisi ve tetkikleri üzerine yazmakta olduğu bir kitaptan alınmıştır.





      6.
      FİLİPİNLER: HUKBALAHAP VE KİTLE İÇİNDEKİ DAYANAĞI
     
      Huk, her biri 100 kadar askerden kurulu bölüklerden teşekkül ediyordu. Her bölük takımlara ve mangalara bölünmüştü. Yukarı doğru gittikçe, iki bölük bir tabur, iki tabur bir alay ediyordu. Bu bakımdan düzenli bir orduya benziyorduk. Fakat bütün benzerlik bundan ibaretti.
      Bölükte şu subaylar bulunuyordu: komutan, komutan yardımcısı, siyasî öğretmen, gereç subayı ve bir de haberalma subayı. Bu subaylar ile geleneksel bir ordudaki subaylar arasındaki fark, "Temel Yasa"nın[
5] başlangıç bölümünde belirtilmişti.
      Japonlara karşı Halk Ordusu temel yasa ilkeleri arasında, subay er eşitliğini, birlik ve kardeşliği görüyoruz. Subaylar ile erleri eşit tutmak niçin gerekliydi? Çünkü bir (sayfa 279) devrimci orduyu, devrimciler kurar. Siyasî durumları aynı olduğuna göre, subayları ve erleri, yüksek ya da alçak, zengin ya da fakir diye sınıflandırmanın âlemi yoktu. Bunlar orduya, bir kazanç kapısı olduğu, ya da bir mevki kazanma yolu olduğu için değil, kurtuluş ve toplumsal özgürlük uğruna gelen insanlardı. Subay er eşitliği kurulduktan sonradır ki bütün ordu tek bir vücut haline gelebilir ve sonuna kadar yılmadan dövüşebilirdi.
      "Dostluk ve birlik niçin zorunludur? Aynı siyasî iradeye sahip kişilere yoldaş denir. Yoldaşlar da birbirinin dostu olur. Arkadaşlık, dostluk, çok değerli bir erdemi, karşılıklı yardımı sağlar. Birlik kuvvettir. Birlik ne kadar sağlam olursa gücümüz de o kadar artacaktır. Savaş, kuvvetlerin boy ölçüşmesi demektir. Düşmanı yenmek için düşmandan kuvvetli olmalıyız. Kuvvetli olmak için birleşmeliyiz. Birleşmek için, uğruna birleştiğimiz bir siyasî emelimiz olmalıdır. Demek ki, subaylarımız ve erlerimiz birbirleriyle iyi geçinmeli, tek bir vücut halinde birleşmelidir. Bunu yaptıkları zaman demir gibi bir savaş gücü haline geliriz."
      "Temel Yasa", sözü, döndürüp dolaştırıp dostluğa, yoldaşlığa getiriyordu. Huk içinde "astlık", "üstlük" davası olmadığı için üyeler arasında bir uçurum bulunmuyordu.
      "Birliklerimizin üyeleri devrimci yoldaşlardır... Hiç kimsenin diğerine aşağılayıcı bir söz söylemeğe hakkı yoktur, hiç kimse ötekine yukardan bakamaz, hiç kimse ötekine baskı yapamaz... Herkes toplantıda fikirlerini serbestçe söyler. Bir anlaşmazlık çıktığı zaman, doğru fikir çoğunluğun fikridir, kabul edilir ve desteklenir. Herkes aynı kaderi bölüşür ve aynı güçlüğe göğüs gerer. Önderler askerlere örnek olurlar... Küfür, baskı ve kandırma yasaktır... Subaylar, astlarına karşı sevgi ve saygı içinde hareket etmelidir. Erleri kendilerinden daha önde görmelidirler. (sayfa 280) Deney alışverişi yapmalıdırlar. Hatalarını eleştirmelidirler... Subaylar ile erler birdir. Ne subayların ne de erlerin bir üstünlükleri, bir ayrıcalıkları vardır."
      "Temel Yasa" nın aynı derecede önemli bir başka bölümünde de ordumuzla halk arasındaki ilişkilere değinilmiştir. Özetle belirttiğimiz kurallar, normal bir orduda asla düşünülüp uygulanamayacak cinstendir; çünkü normal bir orduda bunlar «talimname dışı» bir takım kurallar sayılır. Temel Yasadaki ifademiz şöyleydi:
      "Devrimci bir ordu, halkı sevmekle ve korumakla kalmamalı, aynı zamanda onu temsil etmeli, ona layık olmalıdır. Halkın alınyazısını kendinin saymalıdır... Halkın çıkarları uğruna mücadele vermelidir. Her eyleminde, bu çıkarları gözetmelidir. Nerede olursa olsun halka yardım etmelidir. Bunları yaparsa halkın güvenini ve desteğini sağlar, her zaman yardım görür ve böylece düşmanı alteder."
      Bunlar bir takım boş sözler değil elbet. Bu sözleri bazı yardımcı ilkelerle somut hale getirdik:
      "Halkın verdiği evleri temiz tutun... Konuşmalarınızda dostça bir dil kullanın... Alış ve satışlarınızda adil davranın... Borç aldığımızı geri verin... Tahrip ettiğimiz şeylerin parasını ödeyin... Halka zarar verecek işleri yapmayın, yapmaktan kaçının."
      "Halkı ezen ve ona baskı yapan her türlü eylem yasaktır. Baskı, dayak ve küfür yasaktır. Irza geçmek ve soygun yasaktır. Bunlar devrimci bir orduya yakışacak eylemler değildir. Bunlar suçtur. Ordumuzda mutlak olarak yasaklanmış eylemlerdir."
      "Ordunun eylemlerine engel olmadığı takdirde, halka, çift sürmekte, ekimde, hasatta ve odun kesmekte yardımcı olun."
      "Halkın örgütlenmesinde ve kendi örgütlerini desteklemesinde ona yardımcı olun." (sayfa 281)
      Son olarak, halkla bütün ilişkilerimizde, bir yere girerken ya da ayrılırken, birlikte çalışırken ya da işbirliğine giriştiğimizde, askerlerimizin halka ortak amacımızı anlatmalarını şart koşuyorduk. Siyasî Öğretmen her bölükte dersler düzenliyor ve askerlerimiz derste öğrendiklerini, yani birlik ve mücadele bildirimizi her barrioya (köye) iletiyordu.
      Sonuna kadar sıkı bir mücadele verilmesini istiyorduk. Devrimci bir ordunun güçlüklere ve yorgunluğa göğüs germesi gerektiğini belirtiyorduk:
      "Devrimci bir ordu belli bir siyasî amacı gerçekleştirmek için mücadele eder. Mesela, Japonlara karşı dövüşmemizin sebebi, Japonları yenmek ve ulusal bağımsızlığımıza kavuşmaktır. Bu amaca ulaşıncaya kadar mücadele durmayacaktır. Ancak, sonuna kadar dövüşmek ve mücadele etmekle bu amaca ulaşılabilir. Bir tek kişi bile kalsak mücadeleye devam etmeliyiz. Zafere ulaşmadan düşmanla anlaşma imzalamağa kalkmak devrime olan inancımızı yitirmemiz anlamını taşır, düşmana karşı küçük düşmemiz demektir. Boyun eğmek, ihanettir ve yüz kızartıcı suçlardandır."
      Her askerin kendine çeki düzen vermesini ve demir bir disiplin altına girmesini istiyorduk. Dediğimiz şuydu:
      "Diğer ordularda, disiplinin sağlanması için belli ceza biçim ve tehditlerine başvurulur. Herkesin kurallara boyun eğmesi için zor kullanılır. Bu zor ne kadar zayıfsa ordunun disiplini de o kadar zayıf olur. Çünkü kurallara uyanlar, bu işi kendi irade ve gönülleriyle yapmazlar. Bu işi yapmağa zorlanılırlar. Bu yüzden de, subaylar ortalıktayken askerler kurallara uyuyor görünür, subaylar gözden kaybolunca disiplini filan unuturlar. Böyle bir disiplin hiç bir zaman kuvvetlenemez ve uzun süremez. Biz ise demir bir disiplini yaşatabiliriz. Çünkü bu iş bizde her üyenin bilincine ve kendi iradesine bırakılmıştır." (sayfa 282)
      Öz-disipline yardımcı olmak üzere, devrimci askerden "sekiz istekte" bulunduk:
      "1. Tedbirli davran, 2. Hızlı davran, 3. Silahlan koru. 4. Mallara dikkat et, 5. Her işi zamanında yap. 6. Düzgün ve tertipli ol, 7. Temiz ve sağlam ol, 8. Saygılı ol."
      Askerlere dayak, işkence ve hakareti kesinlikle yasaklıyorduk. Bunun yerine, askere görev ve amaçları anlatılacak, toplantılar ve ordu içi örgütlerle işlerin görülmesi sağlanacak, önderliğin gerekli olduğu, örneklerle, belirtilecektir, diyorduk. Üzerine en çok parmak bastığımız nokta, kuvvetlerimizi ve kararlılığımızı, halk kitlelerinden almış olduğumuz noktası idi.
      "Temel Yasa" hem Savaş Talimnamesi hem de Hukbalahap Anayasası hizmetini görüyordu.[6] Demokratik ordu ile halkın kenetlenmesine ait devrimci kavramları, üstüne direnme hareketini kurduğumuz temeli teşkil ediyordu. Bu öyle sağlam bir temeldi ki, Japonlar çekilip gittikten ve yerlerini Filipinlinin yeni düşmanlarına bıraktıktan çok sonra bile halkımız ona kabul gösteriyor ve destekliyordu...
      Japonlara karşı silahlı mücadelemizi anlatmakla yetinmek, Hukbalahap hikâyesinin sadece yarısını anlatmak demek olacaktır. Halk direnme hareketinin başlıca merkezleri köylerde, sivil kitlelerin ardındaydı... Filipin toprağında de facto (fiilî) bir hükümet kurulmamıştı. Bu boşluğu, hükümeti halkın eline teslim etmek suretiyle, kapattık. (sayfa 283) Bunu, BUDC (Birleşmiş Köy Savunma Birlikleri) aracılığıyla yaptık...
      O zamanlar daha BUDCH sözü yoktu. STB (Sandatahang Tanod ng Bayan, Yurt Savunma Birlikleri) deniliyordu. Bu, Birleşmiş-cephe eylemimizin birinci dönemi sayılmalıdır. Adından da anlaşılacağı üzere, askerî yönleri olan, ordumuzla sıkı işbirliği içinde bulunan ve kendi silahlı muhafızlarına sahip olan BUDC, köylere, o güne kadar bilmedikleri bir gerçeği iletiyordu: demokratik hükümet. Yüzyıllar boyu süren caciquism'den sonra[7] halka kendini yönetme fırsatı verilmiş oluyordu.
      Büyük bir köyde, BUDC kurulunda 12 üye bulunurdu; küçük köylerde üye sayısı beşe inerdi. Yönetim örgütünün büyüklüğü ise, köyün büyüklüğüne ve o bölgedeki eylemlerimizin önemine bağlı olurdu. Üyeler arasında bir başkan, bir başkan yardımcısı, bir sayman ve askere alma, haberalma, ulaştırma, haberleşme, eğitim, sağlık, tarım müdürleriyle bir polis şefi bulunurdu. Bazan bu görevlerden ikisi ya da üçü aynı üyede toplanıyordu.
      Köydeki bütün görevlere seçimle geliniyordu. 18 yaşını geçmiş ve Japonlara yardımcı eylemi tespit edilmemiş her köylünün bir oyu vardı. Halka karşı işlenen suçların cezalarından biri de oy hakkının kaldırılmasıydı.
      BUDC kurulları, sadece etki alanımızdaki bölgelerde kuruluyor; zamanla, bölüklerimiz tarafından korunup savunulan gerilla bölgeleri geline geliyordu buralar. Başka yerlerde, kurtarma dernekleri, soygunlara karşı dernekler gibi, hepsi de yeraltında çalışan örgütler kuruyorduk. Çok zaman, düşman örgütlerinin içine sızıyor, yönetimlerini (sayfa 284) ele geçiriyor ve faydasız kuruluşlar haline getiriyorduk.
      Savaş öncesindeki köy birliklerinin güçlü olduğu ve halkın örgütlü mücadeleye alışık olduğu yerlerde, ta başından beri kitlenin tam desteğini sağlamış bulunuyorduk. Fakat birliklerimiz yeni bir bölgeye girdikleri zaman çeşitli sorunların içinde buluyorduk kendimizi. Yabancı bir köye yaklaşırken, önce bir ilişki-eri gönderiyor, halkın Japonlara karşı mı, taraftar mı olduğunu, kuklaların ve casusların bulunup bulunmadığını, köy önderlerinin ne menem kişiler olduğunu öğrenmeğe çalışıyorduk. Köy Japonlara karşıysa, bölüğümüz köye giriyor, ileri gelenleri topluyor ve Huk programını açıklayan konuşmalar yapıyordu. Sonra aynı işi bütün köylünün huzurunda yapıyorduk. Böyle köyler hemen her zaman kolaylıkla örgütleniyordu.
      Kuklaların ve casusların bulunduğu bir köye girdiğimizde karşılaştığımız sorunlar tamamen farklıydı; Japon taraftarı duygulara sahip bir köyde de gene farklı sorunlarla karşı karşıya kalıyorduk; aynı durum, hareketli olduğumuz ve içindeki şartları bilmediğimiz bir köye girdiğimiz zaman içinde söz konusuydu. Buralarda da ilişkiyi sağlayacak bir er gönderiyor, kukla ve casusların kimler olduğunu, nerede oturduklarını ve neler yaptıklarını öğrenmeğe çalışıyorduk. Sonra köyü kuşatıyor, kimsenin köye girmesine ve köyden çıkmasına izin vermiyorduk. Daha sonra, kuklalarla casusları tutuklayıp, kilise ya da okulda toplanan halkın huzuruna çıkarıyorduk. Halka hainleri tutuklamak üzere geldiğimizi söylüyorduk. Tutukladıklarımıza karşı yaptığımız suçlamalar topladığımız bilgilere dayanıyordu; halka bu suçlamalarımızın doğru olup olmadığını, ekleyecek bir şeyleri olup olmadığını soruyorduk. Halk, suçlamaları yanlış bulduğu takdirde tutukluları salıyorduk. Suçlamalar halk tarafından da doğrulanırsa, (sayfa 285) bu defa da, sanığın zorla mı yoksa kendi rızasıyla mı bu şekilde hareket ettiğini araştırmağa başlıyorduk. Rızasıyla ihanette bulunmuş olanlar cezalandırılıyor ve eğer halk uygun görürse öldürülüyordu. Zor altında hareket etmiş kimselere ise direnme hareketinin ilkeleri anlatılıyor, durumlarını bozmamaları ve bunu Japonlar aleyhindeki çalışmaları için bir örtü olarak kullanmaları söyleniyordu.
      Köy tam anlamıyla aydınlatıldıktan sonra bölük çekiliyor, ancak bir süre, denetim amacıyla yeniden köye giriyordu. Eğer bu arada, şüpheli kişiler düşmana yardıma devam etmişlerse, yeniden tutuklanıyorlar, bölükle birlikte götürülüyorlar ve iki üç ay devamlı derse tabi tutuluyorlardı. Değiştikleri takdirde, Japon aleyhtarı eylemlere girişmek üzere yeniden köye gönderiliyorlardı. Bu gibi kimselerin köye dönüşü, bir yandan Huk disiplinine duyulan güveni arttırırken, diğer yandan düşmanın Huk"un eline geçen herkesi öldürdüğü şeklindeki propagandasını yerle bir ediyordu. Bu arada köy, birleşmiş cephe saflarına katılmış oluyordu.
      Köylere karşı böyle doğrudan bir askeri eyleme girişmemiz en yaygın yöntemimiz değildi. Temelin ve binanın büyük bir kısmı, yetişmiş kitle örgütçüleri kanalıyla kuruluyordu.
      Savaşmadan önce silaha ihtiyacımız olduğu gibi. örgütlemek için de bu işin ustalarına ihtiyacımız vardı. Hem askerî, hem de siyasî anlamda örgütleniyorduk. Bir avuç köy birliği örgütçüsü ile halk hareketlerine yakın usta örgütçüyle başladık işe ve zamanla örgütleme tekniklerinin öğretildiği kendi okullarımızı kurduk. Kitle Okulları adını verdiğimiz bu kurumlar, savaş boyunca çalıştı ve yüzlerce kitle işçisi yetişti. Okulda, yeraltı çalışmasının yöntemleri, her çeşit örgüt ile gerilla gurupları arasında birliğin sağlanması, demokrasi ve ulusal kurtuluş savaşımızın (sayfa 286) geleneksel ilkeleri ve Komşu Dernekleri, PC ve Ganaplar ile (Japon denetleme örgütleri) nasıl mücadele edilmesi gerektiği gibi konular ders olarak okutuluyordu. Okuldan çıktıktan sonra, tek başlarına, ikili, üçlü guruplar halinde sahaya dağılan bu kitle işçileri yayılmamızın temellerini atıyorlardı. Birçoğu kimsesiz ölümlerle hayatlarını yitirdilerse de, kitlenin belleğinde yaşamağa devam ettiler...
      Bir kere BUDC örgütüne kavuştu mu, köy işgalciler ve hainler okyanusunda kurtarılmış bir ada halini alıyordu. Casuslardan ve hainlerden temizlendikten sonra köyün içinde mutlak bir beraberlik, silahlı kuvvetlerimizle işbirliği, halkın kendi kendini yönetmesi gerçekleşiyor ve üstelik bütün bunlar, düşmanın gözüne batmayacak biçimde yürütülüyordu. Halk savaşının gereklerine uygun olarak, BUDC'nin eylemleri başlıca üç kanaldan gidiyordu: en önemlisi askerî mücadeleye yardımdı; ikincisi, bir yandan kendi ordumuzu beslerken diğer yandan ürünleri düşmana kaptırmamak ilkesine bağlı bir ekonomik programın geliştirilmesi; üçüncüsü ise, savaştan sonraki demokratik Filipinlerde önemli bir etmen olacak biçimde halka yeni siyasi görüşler kazandırmak...
      Gene BUDC sayesinde Huk için gerekli yedek güçleri sağlayabiliyorduk. Sahadaki her Huk askerine köyde iki yedek vardı, bunlar üretimle ve diğer sivil görevlerle uğraşarak genel mücadelemizde yardımcı oluyorlardı. BUDC'nin asker alma müdürü, yedeklerimizin talim görmeleri ve taktik dersleri almaları görevini üzerine almıştı. Genel olarak, savaşçılar, dönem dönem, yerlerine yedeklerinden birine bırakıyorlar, "sılada izinli" asker durumuna giriyorlar, yedekleri ise mevsimlik gerilla savaşçısı haline gelmiş oluyordu. Bu şekilde, tıpkı buzula benzeyen bir ordu kurduk, üçte ikisi suyun üstünde, üçte biri altında. (sayfa 287)
      Huk, köyün içinde hatta yakınlarında düşmanla karşılaşmaktan özellikle kaçmıyordu. Bunun sebebi, Huk'a yardım ettiklerinden şüphe ederek Japonların halkı cezalandırmalarını önlemekti. Köy dolaylarında bir baskın yapılacağı zaman, normal olarak, köy kurulu başkanıyla ilişki kuruluyor ve kurulun onayı alınıyordu. Acelemiz olduğu zamanlarda bile, köyü, savunma amaçlarıyla kullanıp kullanamıyacağımızı köylülerden sorup izinlerini almağa çalışıyorduk...
      Bütün köyler arasında, eylemleri BUDC'nin elinde olan bir haberleşme ağı kurulmuştu... Bazı bölgelerdeki haberleşme ağı oldukça karmaşık ve farklı bir kuruluşa sahipti. İki çeşit ulak vardı: doğrudan ulak ve eklemeli ulak. Önemli haberler, daima belirli bir yolu izleyen, doğrudan ulaklarla taşınmaktaydı; eklemeli ulak sistemi ise dolambaçlı bir yol izleyerek çalışıyordu. Elinde radyosu ve telefonu olan düşman, hiç bir zaman bizim ulaklarımızla ve diğer haberleşme araçlarımızla yarışamazdı. Düzenli orduların işaretleşme yöntemlerini diğer yöntemlerimiz arasında sayabiliriz. Bu gibi haberleşme işleri çoğunlukla köyün polis şefi tarafından yönetilirdi. Işık çakmaları, gece açık bir pencere ışığı, bayraklar, sancaklar, gündüz ipe asılan çamaşırlar gözle haberleşme araçlarımızdan bazılarıydı. Bunların bileşimi şifre ile çözülürdü. Bir dereceye kadar sesle haberleşme yöntemini de kullanırdık. Meselâ, kamış keserken satırın vuruş sayısı bir mesaj haline getirilebiliyordu...
      BUDC tarafından yapılan yeniliklerin en önemlisi adalet yönetimi ile ilgili olandı. Ceza davaları da, hukuk davaları da, köyde, kurul tarafından görülüyordu. Tarihlerinde ilk defa olarak, köy halkı arasına jüri önünde yargılama ve açık duruşma fikirleri sokulmuş oluyordu, bütün köylüler jüride görev almak yükümlülüğü altındaydı. Suçlanan köylü kendini savunacak olanları dilediği gibi (sayfa 288) seçebiliyordu. Suçlu bulunan sanık cezalandırılıyor, ıslaha tabi tutuluyordu... Düşman habercileri casuslar ve hainler gibi kişilerin yargılanmasından derhal Askerî Komiteye haber veriliyordu. Bunun sebebi, ulusal kurtuluşun çıkarları için yapılacak idamlardan sorumluluğunu köylülerin omuzlarına yüklememektir...
      Hasat Mücadelesi, BUDC ile ordunun elbirliğiyle yürütülüyordu. Şu sloganı ortaya attık: "Düşmana pirinç yok!" ve bir de "Halkın Yiyeceğini koru!" diyorduk. Hasat mevsimi bitmek üzereyken Orta Luzon boyunca aşağıdaki bildiriyi dağıttık:
      1. Çeltik, olgunlaşır olgunlaşmaz, biçilip bağlanmalıdır. Şehir yakınlarında ve düşmanın kolayca el atabileceği yol kıyılarında ürün ambarlamaktan kaçınmalıdır.
      2. Japon çeltik makinalarını ve biçerlerini tahrip etmek, kırmak ve yakmak için elden ne geliyorsa yapılmalıdır. Japonlara karşı olan makina sahipleri uyanık olmalı ve bunları düşmana kullandırmamalıdır.
      3. Köprüler yakılıp yıkılmalı, düşman kamyonları tahrip edilmeli. Haberleşme hatları kesilmeli. Bunları yapamazsanız hemen en yakın bölüğümüzden yardım isteyin.
      4. Köylerinizin çevresinde gece gündüz nöbetçi bulundurun. Sıkı disipline uyun. Nöbet yerinde uyumak ve nöbeti terketmek yasaktır. Disipline aykırı hareket edenler cezalandırılır.
      5. Bütün yabancılar, çerçiler, alıcılar, dilenciler ve çeltikçiler sıkı aranmalıdır. Gerektiği zaman en yakın bölükten yardım isteyin.
      6. Çeltiği saklamak için yollar bulun. Ürünü tek bir ambara koymayın.
      7. Her köylünün bir silahı olmalıdır: balta, satır, mızrak, ok ve yay elde ne varsa. (sayfa 289)
      8. Ürün düşman eline düştüğü takdirde, ambarları soymak için sabotaj gurupları kurun. Soyamadığınız ambarları yakın.
      BUDC mükemmel değildi. Kurul üyeleri bazan görevlerini yapmıyorlardı, yapılan programların hayal ürünü olduğu sık görülen olaylardandı. Bununla birlikte, Orta Luzon'daki binlerce insana demokratik yönetimin tadını ilk bunlar tattırmıştır. Kalkın başı daralıp da kendi elindeki imkânlarla bir şeyler yapmak zorunda kaldığı kara günlerde, ihtiyaçla atbaşı yürüyen deney, işleri yürütmenin en doğru ve en iyi yolunu buldurur. BUDC deneyleri ve öncülüğü ile bölgesel halk hükümetlerinin kurulması arasında kıl payı bir uzaklık vardı. Bunları da savaşın son aşamaları içinde kurmağa başladık. Halkın ufukları ölçüye sığmaz bir biçimde genişlemişti artık. (sayfa 290)
     
      Born of the People, International Publisher's, 1953, s. 67-70, 116-27. Luis Taruc imzasıyla yayınlanan bu kitabı aslında William J. Pomeroy yazmıştır. Yazar, birçok Huk önderiyle görüşmüş ve onların anılarını toplamıştır. (Yukardaki parçada da bir Huk önderi konuşmaktadır. Çev.)





      7.
      FİLİPİNLERDE SAVAŞ SONRASI HUK
     
      Jorge Maravilla
     
      Japonyanın yenilgisinden sonra, Huk hareketinin silahlı mücadelesini yönetmiş olan Komünist Partisi, örgütlediği gerilla kuvvetlerini dağıttı, demokratik gelişim için ulusal birlik temeline dayanan gerçek bir bağımsızlığın sağlanması için yeni kanunî taktikler ve parlamenter mücadele yollan benimsedi. Yeni bir siyasi kuvvet olan ve Amerika Birleşik Devletleriyle sömürge ilişkilerinin yeniden kurulmasına karşı çıkan Demokratik İttifakı kurmak için ulusal burjuva unsurlarla birleşti. Demokratik İttifak, 1946 yılındaki bağımsızlık öncesi seçimlerinde, emperyalistlerin desteklediği Liberal Partiye- iktidarı kaptırmamak için yumuşak milliyetçi Nacionalista Partisi ile ortaklığa girdi. Bu seçimde, Demokratik İttifak, Orta Luzon illerindeki bütün milletvekillerini kazandı ve bu arada bazı komünistler de seçilmiş oldular.
      Yurt çapında seçimleri Liberal Parti kazanmış, Manuel Roas da cumhurbaşkanlığına seçilmişti. Ne var ki Filipin Kongresinde, Amerikan emperyalizmi tarafından istenen ekonomik ve askerî anlaşmaların onayı için yeterli çoğunluk Liberal Partinin ve başkanın yanında değildi. Ayrıca, Huk etkisindeki bölgelerde, Komünist önderliğinde kuvvetli bir Ulusal Köylü Birliği (PKM) ortaya çıkmış, Manila'da ve başka yerlerde yeni ve militan bir İşçi (sayfa 291) Örgütleri Kongresi (CLO) kurulmuş bulunuyordu. Her ikisi de yeni-sömürgeciliğin plânlarına şiddetle karşı çıkmaktaydı.
      Emperyalistlerin isteklerine boyun eğmek zorunda kalan gerici Liberal Parti yönetimi, halk muhalefetini susturmak için amansız bir baskı kampanyasına girişmişti. 1946'daki bağımsızlık gününden önce.[
8] Demokratik İttifaka dâhil bütün milletvekilleri ve bazı Nacionalista Partisi milletvekilleri, kanunî usulüne aykırı olarak, keyfî bir şekilde Kongre'den çıkarıldılar. Bu yapıldıktan sonra sıra, "eşitlik" anlaşmasının[9] onayına geliyordu. Anlaşma gene de gerekli oy çoğunluğunun bir fazlasıyla onaylanabildi. Gerek hükümet birlikleri, gerekse toprak ağalarının beslediği "sivil muhafızlar" ulusçu ilerici güçlere karşı şiddete başvurarak, Demokratik İttifak önderlerine, komünistlere, eski Huk'çulara ve PKM ile CLO önderlerine karşı suikastlara ve işkencelere giriştiler. Amaçlan anti-emperyalizmin ve anti-feodalizmin dayanaklarını yıkmaktı.
      Bu saldırı karşısında o zamanki Komünist Partisinin dağıldığını ve moral çöküntüsüne uğradığını görüyoruz. Eski gerillalar ve köylülerin derhal silaha sarılmalarına, eski Huk birliklerini yeniden kurmalarına karşı, partinin önder organları, genel bir silahlı mücadele mi, ulusal burjuvaziyle işbirliği yapıp kanunî yollar izlenerek mi, yoksa (sayfa 292) bunların bileşimi yoluyla mı savaşılması gerektiği konusunda bölünmüş ve kararsız kalmıştı.
      1948 ortalarında, Huk'çularla Liberal Hükümet arasında kısa ömürlü bir af anlaşmasına varıldı. Bunun görüşmeleri boyunca Komünist Partisi, yeni başkan Elpidio Quirino'yu, silahlı çatışmanın demokratik bir uzlaşmaya dönüşmesi için milliyetçi bir program benimsemeğe ikna etmek için çok uğraştı. Kös dinleyen Quirino ise af anlaşmasına sırt çevirdi ve Huk'çulara karşı kullanılmak üzere Amerikadan daha çok askerî yardım isteme yolunu tuttu. Bu gelişme ve Komünist Partisi önderliğinin yeniden örgütlenmesi ile kararlı bir silahlı mücadeleye öncelik verilmesi fikri benimsendi. Huk hareketi, Hukbong Mapagpalaya ng Bayan (Ulusal Kurtuluş Ordusu) adıyla canlandırıldı ve derhal yayılmağa başladı. Orta ve Güney Luzon'daki üslerinden, silahlı çıkışlar yapmağa ve Luzon adası ve Orta Vicayan Adaları boyunca kitle üsleri kurmağa girişti. Yeni-sömürgeciliğin büyüyen ekonomik bunalımı, Liberal hükümetin içine düştüğü, çöküntü ve her yerde halka karşı giriştiği şiddet hareketleri Huk'un işini kolaylaştırıyordu. Bu aşamada Huk hareketinin programı hâlâ demokratik barış, tarım reformu, Amerikayla imzalanmış ve eşitliğe dayanmayan anlaşmaların feshi ve demokratik hakların sağlanması gibi ilkeleri kapsıyordu. Ulusal burjuvazi ile ittifaklar kurma çabası devam ediyordu. Bu arada 1947 ve 1949 genel seçimlerinde Nacionalista Partisi'nin adaylarını destekledi.
      Ouirino, 1949 seçimlerinde, Liberal Partinin başta kalması için her türlü hile ve şiddete başvurdu. Filipin halkı içinde kitle halinde memnuniyetsizlik başgöstermişti. 1950 yılı Ocak ayında, siyasî ve ekonomik durumu dikkate alan Komünist Partisi, devrimci bir durumun var olduğu sonucuna vararak, kitle halinde silâhlı mücadele, emperyalizmin kuklası olan yönetimin silâhla devrilmesi, (sayfa 293) burjuva demokratik devriminin "işçi sınıfının önderliği altında" tamamlanması ve yeni bir demokratik yönetimin kurulması çağrılarında bulundu. "İktidarın alınması için hazırlıkları tamamlamak üzere" iki yıllık bir dönem öngörülüyordu. Bu dönem içinde Huk yaygınlaşması bütün illeri kapsayacak, bütün bölgelerde toprak dağıtımı ve fabrikaların işçi denetimine geçmesi için devrimci komiteler kurulacak, gerilla kuvvetleri düzenli ordu birlikleri haline gelecek, geçici bir devrimci hükümet kurulacaktı.
      Yoğun silâhlı mücadele Amerikan emperyalistlerinin uyanmasına ve çeşitli mücadeleci yollara başvurarak bize cevap vermeğe çalışmasına yol açtı. Filipinlere derhal askerî, ekonomik ve siyasî heyetler gönderdiler. Yeni sömürge ekonomisinin büsbütün batmaması için acele ithalât ve döviz kontroluna gidildi. Bir ekonomik yardım anlaşması imzalandı (1950. Quirino-Foster Anlaşması). Bu anlaşmanın hükümlerinden biri bütün hükümet dairelerine Amerikalı "danışmanların" gönderilmesini öngörüyordu. Fakat en büyük ağırlık, geniş askerî yardıma veriliyor. Filipin silâhlı kuvvetleri yeniden örgütlenip genişletiliyor. Amerikan "askeri danışma" gurubunun yönetimine veriliyor ve CIA'ın yönettiği bir haberalma örgütü silâhlı kuvvetlerin hizmetine bağlanıyordu.
      Son olarak, emperyalistler, artık gözden düşmüş olan Liberal Parti hükümetinin yerine, görünüşte reformcu bir Nacionalista Partisi yönetimi kurma işini üstlerine aldılar. Karanlık ve yumuşak bir kişiliği olan Liberal politikacı Ramon Magsaysay, JUSMAG[10] tarafından elinden tutulmak suretiyle Quirino Hükümetinin (sayfa 294) savunma bakanlığına getirildi ve ustaca yürütülen propaganda ile ulusun önderliği için "namuslu bir kişi" olarak tanıtılmağa başlandı.
      1950-1956 yılları arasında, emperyalist karşı-saldırının etkisiyle Huk silâhlı mücadelesi yenilgiye uğradı. Komünist Partisi kadroları eridi ve ulusal kurtuluş hareketi büyük bir gerileme kaydetti.
      Filipinlerde, Komünist önderliğindeki Huk hareketinin niçin yenildiğini incelemek gerekir. Hataların çoğu, hareketin taktik ve tahmin hataları şeklinde beliriyor. Yenilginin ana sebepleri şunlardır:
     
      1. 1950'de ülkede devrime elverişli bir ortamın bulunduğuna dair tahmininde parti yanılmıştır. Aynı şekilde, emperyalistlerin ve müttefiklerinin önü alınamayacak kadar kötü bir duruma düştükleri ve artık "eski yollarında ısrarla yönetime devam edemeyecekleri" konusundaki tahminler de yanlış çıkmıştır. Parti Filipin halkının "artık eski yönetime tahammül edemeyeceği" şeklindeki düşüncesinde de yanılmıştır. Gerçekte ise, emperyalistlerin geniş bir manevra alanları vardı (Korede ve Güney Vietnamda olduğu gibi, Filipinlerdeki Amerikan birlikleri Huk birlikleriyle karşı karşıya gelmemişlerdi) ve halkı çeşitli "reform" sözleriyle kandırabiliyorlardı.
      2. Devrimci durumun varlığı ilân edildikten sonra parti, bütün gücünü ve kadrolarını silâhlı mücadele için seferber etmiş, kanunî mücadele biçimlerini ihmal etmiş ve müttefiklerinin bu en keskin mücadele biçimine henüz hazırlıklı olmadığı gerçeğini gözden kaçırmıştır. "Devrimde partinin önderliği ve egemenliği" ilân edildiği için, parti, emperyalizme karşı birleşmiş bir cephe kurmayı öngörmemiş ve tabi kuramamış, geniş halk kitlelerinin de eylemleriyle katkıda bulunabilecekleri başka mücadele yolları ortaya koymamıştır. Magsaysay'ın iktidara gelmesi için yol hazırlayan 1951 seçimlerini boykot etmiş (halk bu boykota katılmadı) (sayfa 295) ve üstelik silâhlı mücadelenin bir yüzünü de, her düzeyde ittifak imkânını bir yana iterek, büyük partilere çevirmiştir. Korkan ve karşı çıkan ulusal burjuvazi, 1951 ve 1953 yıllarında, aşın emperyalist taraftarı ve anti-Huk Magsaysay'ın yanında yer almıştır. Huk hareketi yavaş yavaş, Amerikan emperyalizminin yeni-sömürgeci tasallutuna karşı kendi bildiği yoldan direnmeğe devam eden diğer ulusal güçlerden kopmuş ve bunlarla ittifaka girememiştir.
      3. 1950'de kendisine çok güvenen bir duruma gelen parti, güvenlik tedbirleri almakta dikkatsizliğe düşmüştür. Bunun fiyatı, 1950 Ekiminde ödenmiş ve Manila şehrinde, emperyalistlerin yönetimindeki. Filipin haber alma kuruluşları tüm parti sekreterliğini ve daha birçok önde gelen parti üyesini tutuklamalardır. Parti belgelerini ve haberleşmesini içine alan bütün dosyalar bu baskınlarda karşı tarafın eline geçmiş ve böylece hareketin bütün örgütlenme ve taktik hazırlıkları açığa çıkmıştır. Geride kalan önderler, hareketi yaymak amacıyla yurda dağıldığı halde, mücadeleyi yürütmek üzere bir merkezî organ kurma işini aylar geçtiği halde bir türlü becerememişler ve bunun yarattığı kopukluk ve atılganlık kaybı, sonradan da kapatılamayan bir açık yaratmıştır.
      4. Ayrıca, Filipinlerdeki ulusal kurtuluş mücadelesi uluslararası müttefiklere de sahip değildi, emperyalist müdahalesine karşı, dışardan hiç bir yardım görmeden göğüs germek zorundaydı.
      Bu dönem boyunca Filipin Komünist Partisi kendisini yiğitçe yönetti. Binlerce önder ve üye, savaş alanlarında, ormanlarda, bataklıklarda ve şehir sokaklarında can verdi. Parti Siyasî Bürosunun 1950'deki yedi üyesinin yedisi de öldü ya da tutsak düştü. Aynı dönemde, Parti Merkez Komitesinin bütün üyeleri ya öldürüldü ya da hapse atıldı. Bugün olaylardan 15 yıl sonra bile hapiste (sayfa 296) yatanlar var.[11] Parti, silâhlı mücadelenin yenilgiye uğramasından sonra, hareketi yeniden kurabilecek önderlerin hemen hepsinden yoksun kaldı.
      Bununla birlikte, Luzon köylüleri ve sanayi kesimi işçileri arasında derin kökleri bulunan parti tamamen çökmek bir yana, yeniden örgütlenip canlanmayı başardı. 1956 yılından sonra, silâhlı mücadeleden yeraltı ve kanunî mücadele biçimlerine doğru bir taktik değişikliği yapıldı.
     
      "Upsurge of the Anti-Imperialist Movement in the Philippines," World Marxist Review, Kasım 1965 s. 41 - 42.





      8.
      ENDONEZYA: BARIŞÇI OLAN VE OLMAYAN YOLLAR
     
      Aşağıdaki seçmeler, Endonezya'da, 1965 Ekiminde yer-alan Komünist katliamından ve karşı-devrimci darbeden sonra Endonezya Komünist Partisini (PKI) yeniden kurmağa çalışan gurupların iki bildirisinden alınmıştır. Bu bildiriler, farklı kaynaklardan gelmekte, PKI'nin uğradığı felâketin sebeplerine eğilmekte ve devrimci bir hareketi yeniden kurmak için alınacak tedbirler üzerinde durmaktadır.
     

-I-


      Devrimin ancak şiddet araçlarıyla, yani, silâhlı bir karşı-devrime silâhlı bir devrimle karşılık verme yoluyla (sayfa 297) gerçekleştirilebileceği görüşünü savunan pek çok klâsik söz edilmiştir. Diğer taraftan, Marx'ın, Engels'in ve Lenin'in, devrimin mutlaka askerî yollarla geliştirilmesinin gerekmediğine inandıklarını kanıtlayacak kuvvetli deliller var; devrimin barışçı yollarla da pekâlâ başarılabileceğini savunan bu öncülerin zamanında, ne yazık ki, bu yollarla başarıya ulaşma imkânı pek küçük olarak kalmış ve olaylar tarafından doğrulanamamıştır. Bu yazıda ele almak istediğimiz asıl sorun bu değil. Dikkatinizi, bizim de onayladığımız Moskova Bildirisine ve Protokoluna[
12] çekmekle yetinmek istiyoruz. Bu belgelerde, özellikle dünya sosyalist sisteminin ortaya çıkmasından sonra, devrimin barışçı yollardan gerçekleşmesi şansı da vardır, görüşü savunuluyor. Devrimin barışçı yoldan başarılıp başarılamayacağı, her ülkenin somut tarihî şartlarına bağlıdır.
      PKI (Endonezya Komünist Partisi) Tüzüğü, ülkemiz şartlarına uygun olarak, yolumuzun en az fedakârlıkla aşılacak bir yol, yani barışçı bir yol olması gerektiği görüşünü savunmaktadır. Endonezyadaki deneyimiz, fırsatların en büyüğü olan barışçı yolun izlenmesinin de, önce bu yolun açık olup olmadığından emin olmamızı, bu yolun açık olduğu iyimser varsayımından hareketle, devrime barışçı yollardan götürecek bütün şartlan hazırlamayı ve ikinci olarak bundan başka yol olmadığına dair yanılgılara kapılmadan, ideolojik, siyasî ve örgütsel uyanıklığımızı yitirmemek için barışçı olmayan yollara da hazırlanmamızı öğretmektedir.
      Kısacası, devrime barışçı yollardan ulaşmak için, (sayfa 298) her iki yolda da hazırlık yapmalı ve yukarda özetlenen şartlan sağlamağa çalışmalıyız.
      Fakat sonradan bu görüş değişikliğe uğradı ve tam aksi görüş haline yani devrim ancak ve ancak silâha sarılmakla başarılabilir, devrimci gelişmenin barışçı yollarla sağlanması konusunda bel bağlayamayız, şekline dönüştü.
      Devrimin ancak silâha sarılmakla başarılabileceği görüşü hepimiz üzerinde bir hipnoz etkisi yapmış, gözlerimizi bağlamış ve devrimimizin yolunu önemli bir değişikliğe uğratarak çıkmaza sokmuştur. İşte bu solcu revizyonist görüş, 30 Eylül Hareketi[13] diye tanınan o kumarı oynamamızın teorik yolunu çizdi.
      Olayları iyi incelediğimiz zaman. 30 Eylül Hareketinin, Cumhuriyet Silâhlı Kuvvetlerinde, özellikle Kara Ordusu içinde görevli ve son derece ileri bazı birlikler tarafından başlatıldığını görürüz. Hareketin merkezi Cakarta idi. Başka bir deyimle, zamanla ülkenin dört köşesine yayılacağı umulan ve bu yüzden merkezde başlatılan bir hareketti bu.
      Hareket şu maksatlara yönelmişti: 1. Generaller Kurulunun darbe plânını bozmak ve silâhlı kuvvetleri fesat unsurlardan[14] temizlemek. 2. NASAKOM'a (Ulusal Cephe) yardımcı olmak, halk demokrasisini getirmek ve Endonezya Devriminin beş ilkesini (Pantia Azimat) uygulamak üzere bir "Devrim Kurulu" teşkil etmek.
      30 Eylül Hareketinin, darbeye karşı. Generaller Kurulunu (sayfa 299) devirmeğe yönelmiş, aynı zamanda, halk demokrasisinin müjdecisi olan bir devlet gücü kurma amacında olan bir hareket olduğu açıktır. Gerçekte, hareket sonradan askerî bir serüven haline dökülmüş ve yenilgiye uğramıştır.
      30 Eylül Hareketinin yenilgiye uğramasının bir numaralı sebebi, ne düşmanın çok kuvvetli olması, ne bizim, ne de savaşçılarımızın yürekten yoksun oluşumuzdur. Yenilginin öznel sebepleri vardır. Bunlar arasında, yönetici parti önderliğinin densizliğini, ideolojik, siyasî ve örgütsel konulardaki dar kafalılığını sayabiliriz. Bütün bunlar küçük burjuva devrimbaz ideolojisinin, aşırı devrim düşkünlüğünün, acele bir zafer kazanma isteğinin, devrimci gelişmeyi zorlayıp çocuğunu düşürmesine yol açmanın, kuvvetler dengesi üstüne kumar oynamanın, serüvenci hayallere kapılmanın sonuçlarından başka bir şey değildir...
      O gergin günlerde, parti. Albay Untung'u desteklemek suretiyle aşağıdaki siyasî hataları işlemiştir:
      (a) Untung'un eylemlerini hazırlayanlar ve buna sonradan katılanlar, kitleleri yanlarına almak ve ülkedeki ilerici kuvvetleri kendilerine çekmek gereğini duymadan işe giriştiler. Endonezya Cumhuriyet Radyosunu (RRI) başarılı bir hamleyle ele geçirdikten sonra, halka olumlu bir sosyo-ekonomik program vermedikleri gibi, köylülerle işçilerin dikkatini Generaller Kurulunun fesat oyunları üzerine de çekmemişlerdir.
      Halk silâhlı kuvvetlerinin kurulduğuna dair bir bildiri yayınlamak yerine, mevcut orduya yağ çekmekle yetinilmiştir. Bütün bunlardan sonra, 30 Eylül Hareketini kitlelerin desteklemesini beklemek abestir.
      (b) Bütün siyasî önderler. Devrimci Kurula katılmadıklarını belirttikten nice zaman sonradır ki, Komünist Partisi önderliğinin, partinin 30 Eylül Hareketine katıldığını (sayfa 300) sanmak yanlıştır, mealinde bir bildiri yayınlaması. Bunun yanısıra parti önderliği, Untung'un ve adamlarının giriştikleri temizlik hareketlerini desteklediğini söylemiştir ki, bu da bir hatadır...
      30 Eylül Hareketinin serüvenciliği ve partinin geçmişte yaptığı hataların birikimi şeklinde ortaya çıkan, yanlış ideolojik, siyasî ve örgütsel tutumun doğal bir sonucu olan sonraki olaylar, partinin nesnel tarihî gelişim tarafından cezalandırılmasına yol açmış oldu.
      Bugün Endonezyada Komünist ve İşçi hareketlerinin karşısında iki yol var: ya eski yanlış tutumlarda ayak direyecek ve serüvenci siyasete devam edecek, böylece olayların gerçek durumunu gözden kaçıracak, örgütsel sekterizmden (dar mezhepçilikten) kurtulamayacak, yani kitlelerden kopmuş olacak, ya da sahte devrimci kavramları bir yana itip yeniden doğru yolu bulacak. PKI-nın Beşinci Kurultayında kabul edilen ve Altıncı Kurultayda geliştirilen Tüzük ve Programa bağlı kalarak, geniş halk kitlelerinin sevgi ve bağlılığını kazanacak ve böylece devrimin sadece öncüsü değil, baş yöneticisi durumuna da girecektir.

-II-


     
      PKI, Lenin tipi bir parti olarak yeniden kurulmalıdır. Yani, Endonezya proleteryasının öncü birliği ve en yüksek sınıf örgütü görevini başarabilecek bir parti, tarihî görevi Endonezya halk kitlelerini, anti-emperyalist, anti-feodal, anti-bürokrat-kapitalist mücadelelerinde zafere ulaştırmak için önderlik etmek olan bir parti, halkla birlikte sosyalizme yürüyen bir parti olarak yeniden kurulmalıdır. Böyle bir partinin şu şartlan yerine getirmesi gerekir: ideolojik olarak, Marksizm-Leninizm ile silâhlanmalı, sübjektivizmden, oportünizmden ve modern revizyonizmden (sayfa 301) arınmış olmalı; siyasî olarak, devrimci bir tarım reformunu, Endonezya devriminin stratejik ve taktik sorunlarının doğru çözümünü kapsayan ve başlıca mücadele tarzı olan proletarya öncülüğünde köylü silâhlı mücadelesinde ustalaşmış fakat diğer mücadele biçimlerini de yabana atmayan, işçi sınıfının önderliğinde işçi-köylü ittifakına dayanan ve bütün anti-emperyalist, anti-feodal sınıfları içine alan bir ortak cephe kurmayı başarabilen bir programa sahip olmalı; örgüt açısından, kuvvetli ve halk kitleleri arasında derin kök salmış, ulusal görevleri yerine getirmekte örnek olabilecek güvenilir, tecrübeli ve çelikleşmiş parti üyelerini içine alan kuruluşlara sahip olmalıdır.
      Bugün, hiç bir kayıt tanımayan, zalim, azgın bir karşı-devrimci beyaz terör yönetimi altında, partimizi yeniden kuruyoruz. Partimizin kanuniliği ve komünistlerin temel insan hakları namussuzca çiğnenmiştir. Dolayısiyle partimiz, tamamen kanunsuz şartlar altında çalışmak ve yeni şartlara uymak durumunda kalmıştır. Bu şartlar altında çalışırken parti, şartlara göre kanunî eylemlere girme fırsatlarını da değerlendirmeli, kitleleri harekete geçirmek amacıyla onlara uygun yollar ve araçlar bulmağa yönelmeli ve kitlenin mücadelesini adım adım bir düzeyden bir üst düzeye yükseltmesini bilmelidir... (sayfa 302)
     
      Birinci parça "To Brothers at Home and Comrades Abroad Fighting Against Imperialism, far Independence Peace, Demoeracy and Socialism, for a Second Indonesian Revolution", Information Bulletin, 18 (106), Prag, 1967, s. 53 - 54, 59, 62' den; İkinci yazı ise "Build the KPI." "Along the Marxist-Leninist Line to Lead the People's Democratic Revolution in Indonesia," Indonesian Tribüne, sayı 3, Ocak, 1967; Hsinhua News, Pekin, 7 Temmuz, 1967'den.






Dipnotlar


[1] Bu ünite, 34 subay ve erle ve ancak pek az ilkel silahla 27 Aralık 1944'de Vo Nguyen Giap'ın yönetimi altında kurulmuştur. Bugünkü Vietnam Halk Ordusunun kaynağı olarak değerlendirilmektedir. Kurtuluşun temeli için, Vo Nguyen Giap'ın aşağıdaki yazısına bakınız.
[2] Özsavunma güçleri köylerde düzeni, genel güvenliği sağlar. Savaşa ancak son sınırda katılır. Savaşçı özsavunma güçlerinin görevi ise, düşmanla köye girer girmez savaşmaktır.
[3] Ağustos Devrimiyle sömürge egemenliği tasfiye edildi ve Ho Chi Minh'in Başkanlığındaki Vietnam Demokratik Cumhuriyeti kuruldu.
[4] Vietnam köylerinin çoğu dört ya da altı köycükten meydana gelmektedir, (ed.)
[5] Devrimci ordunun özelliğini teşkil eden bazı temel ilkeleri öngören Huk belgesine bu ad verilmekteydi.
[6] Hukbalahap, Hukbo ng Bayan Laban sa Hapon sözlerinin kısaltılmasıyla elde edilmiş olup, 29 Mart, 1942 de Filipinlerde kurulmuş olan Japonlara Karşı Halk Ordusu anlamına gelir. Hukbo Tagalog dilinde ordu demektir. Savaş sonrasında ordunun adı Hukbong Mapagpalaya ng Bayan yani Ulusal Kurtuluş Ordusu haline geldi.
[7] İspanyol sömürge yönetimi sırasında kurulmuş ve Amerikan yönetimi sırasında da devam etmiş olan, merkezden tayin edilmiş bir çeşit yerel hükümet.
[8] 4 Temmuz 1946'da yeni-sömürgeci bağımsızlığı veren kanun Amerikan Kongresinden çıktı. 1964 yılında ise Filipin hükümeti bundan böyle bağımsızlık günlerinin 12 Haziranda kutlanacağını açıkladı. Bu tarih, 1898 de devrimci hükümetin ilân ettiği bağımsızlığın yıldönümüydü.
[9] Amerikan Bell Ticaret Kanunu (1944), Amerikan iş adamlarına, bağımsızlıktan sonra, Filipinlilerle Filipin kaynaklarından yararlanmakta eşit haklar sağlıyordu. Bu haklar 1974 yılına kadar devam edecekti.
[10] Birleşik Amerika Askerî Danışma Kurulu'nun kısa adı. 1947 Amerika-Filipin Karşılıklı Yardım Paktı hükümleri çerçevesinde kurulmuştur.
[11] 1968 yılında mahkûmiyetleri onsekiz yıl olacak.
[12] 1958 Moskova Bildirisi Sosyalist ülkeleri yöneten 12 Komünist Partisi taralından yayınlandı. Moskova Protokolü ise, 81 Komünist Partisi tarafından yayınlanmış ve uluslararası komünist hareketinin çağdaş strateji ve taktik sorunlarının önemli olanlarını kapsayan bir belgedir.
[13] Başkan Sukarno'nun kişisel güvenlik kuvvetleri komutanı olan Albay Untung'un 30 Eylül, 1965'de, Sukarno aleyhtarı gerici generalleri temizlemek üzere giriştiği hareket.
[14] CIA'nın da karıştığı, General A.H. Nasution'un yönettiği ve Başkan Sukarno'nun' yönetimini devirmek emelinde olan komplo.




Sayfa başına gidiş