Der: William J. Pomeroy
Marksizm ve Gerilla Savaşı
  II. Kısım - ÇAĞDAŞ TEORİ VE PRATİK
                III. ÇİN





[Türkçesi: William J. Pomeroy, Marksizm ve Gerilla Savaşı, Belge Yayınları, Eylül 1992, Birinci Baskı]

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
kurcep@gmx.net
Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında: Marksim ve Gerilla Savaşı (778 KB)
 

1.

Mao,

Askeri Sorun

 

2.

Mao,

Salt Askeri Görüş Açısı Üzerine

 

3.

Mao,

Çin Devrimci Savaşının Öz Çizgileri

 

4.

Mao,

Japonlara Karşı Gerilla Savaşında Üs Bölgeleri

 

5.

Lin Piao,

Mao Tse-Tung Yoldaşın Halk Savaşı Teorisinin Uluslar arası Önemi












      III. ÇİN



      1 .
      ASKERÎ SORUN
     
      Sınır boylarındaki[
1] bölgeler tam anlamıyla askerî olduğu için, gerek parti, gerekse kitleler bir savaş düzenine (sayfa 197) girmelidir. Düşmanı altetmek ve savaşmak günlük hayatımızın ana sorunları haline geldi. Bağımsız bir yönetim silahlı bir yönetim demektir. Silahlı kuvvetlerin bulunmadığı, yetersiz olduğu ya da düşmana karşı uyguladığı taktiklerin yanlış olduğu yerlerin, hemen işgal edildiğini görüyoruz. Mücadele her geçen gün biraz daha şiddetleniyor; karşılaştığımız sorunlar da daha ciddî ve zor bir hale geldi...
      Kızıl Ordunun bir kesiminde işçiler ve köylüler, diğer kesiminde lumpen-proleterler var. Lumpen-proleterlerin oranını yüksek tutmak hiç de salık verilecek bir şey değil. Savaş sürekli olarak devam edip de kayıplar arttıkça, iyi savaşçılar olan lumpen-proleterlerin yerine yedeklerini koyması şimdiden zor bir sorun olarak görünüyor. Bu şartlar altında yapılacak tek şey siyasî eğitimi yoğunlaştırmaktır.
      Kızıl Ordu askerlerinin çoğu paralı ordulardan geliyor; fakat Kızıl Ordu'ya katılır katılmaz nitelikleri değişiyor. Bir kere, Kızıl Ordu, paralı asker sistemine son verdi. Askerlere, başkaları için değil, kendileri ve halk için savaştıkları anlatıldı. Bugüne kadar, Kızıl Ordu, düzgün aralıklarla maaş ödeme gibi bir işe girişmiş değil; pirinç dağıtılıyor, yağ, tuz, odun ve- sebze için bir miktar parayla küçük bir cep harçlığı verilmekte. Sınır boylarının yerlisi olan bütün Kızıl Ordu subay ve erlerine toprak dağıtıldı. Uzak bölgelerden gelenlere toprak dağıtmak ise oldukça zor bir iş.
      Bir miktar siyasî eğitim gördükten sonra, Kızıl Ordu askerlerinin tümü sınıf bilincine eriştiler ve toprak dağıtımında olduğu kadar, siyasî iktidar kurmada, işçileri ve köylüleri silahlandırmada ve benzer konularda genel bir bilgi edinmiş oldular. Hepsi de, kendileri için, işçi ve köylü sınıfları için dövüştüklerini biliyorlar. Bu yüzden de, hiç şikâyette bulunmadan zorlu mücadeleye göğüs gerebiliyorlar. (sayfa 198) Her bölük, tabur ve alayda, askerlerin çıkarlarım temsil eden ve siyasî işleri, kitleyi uyandırma görevini yerine getiren asker kurulları var.
      Deneyler, parti temsilciliği sisteminin kaldırılmaması gerektiğini gösterdi. Parti kolu bölük düzeylerinde kurulduğu için, bölükteki parti temsilcisi de özel bir önem kazanıyor. Bu temsilci, asker kurulunun yönettiği siyasî eğitimi denetlemekte, kitle hareketi görevini yürütmekte, aynı zamanda da parti kolunun sekreterliği görevini yapmaktadır. Bölükteki parti temsilcisi ne kadar iyi ise bölüğün de o kadar iyi olduğunu, bölük komutanının bile bu derece etkili siyasî bir rol oynayamayacağını olaylar kanıtlamış bulunuyor. Aşağı kademelerdeki kayıpların sayısı yükseldikçe, düşmandan kısa bir süre önce ele geçirilmiş olan esirler, eğitilerek, çok defa takım hatta bölük komutanlıklarına getirilmiştir. Daha geçen Şubat ve Mart aylarında alınan esirlerden şimdi (Kasım) tabur komutanı rütbesine yükselmiş olanlar bile var...
      Ortalama askerin savaşa hazır hale getirilmesi için altı ay ya da bir yıl eğitilmesi gerekir; bizim askerlerimiz ise dün askere alınmışlarda bugün savaşa katılmaktadır, hemen hiç bir eğitimden geçirilmeden. Askerî teknikler yönünden son derece zayıf olan bu insanlar salt cesaretleriyle savaşıyorlar. Uzun uzun eğitim göstermek ve mola vermek imkânı olmadığından, eğitim için zaman kazanmak üzere nasıl edip de belli çatışmalara girmemeyi basarsak, diye düşündüğümüz zamanlar çok olmuştur. Küçük rütbeli subayların eğitimi için, 150 kişilik bir eğitim birliği kurduk. Niyetimiz bu birliğin sürekli bir kuruluş haline getirilmesiydi. Parti merkezinin ve iki bölge komitesinin, takım ve bölük komutanlarından başlamak üzere, bize daha çok subay göndereceği umudundaydık.
      Hunan Bölge Komitesi bizden, askerlerin maddî hayatının düzeltilmesini ve hiç değilse köylü ve işçilerden (sayfa 199) biraz daha iyi olmasını istiyordu. Durum ise bunun tam tersiydi: çünkü pirincin yanı sıra, erlere yemeklik yağ, tuz, odun ve sebze için bütün verebildiğimiz, günde elli kuruşu geçmiyordu. Bu bile kolay olmuyordu. Sadece bu amaçla harcanan para ayda 10000 gümüş doları bulmaktaydı. Bu paranın hemen tamamı yerli ağalardan zorla alınmaktaydı[2]. 5000 kişilik ordumuzun tamamı için kışlık giyecek amacıyla pamuk bulduysak da gene de pamuk sıkıntımızı tam anlamıyla gideremedik. Hava soğuk olduğundan erlerimizin çoğu, iki ince elbiseyi üst üste giymek zorunda kalıyordu. Bereket sıkıntıya alışıktık. Sonra herkes aynı sıkıntıdaydı: ordu komutanından aşçısına kadar herkes, pirincin yanısıra, günde elli kuruş alarak geçiniyordu. Cep harçlığı da böyleydi; iki lira mı dağıtılıyor, herkese iki lira veriliyordu; dört lira dağıtılacaksa herkes dört lira alacak demekti[3]. Böylece hiç bir askerin ötekine gücenmeğe hakkı kalmıyordu.
      Her çatışmadan sonra bir miktar yaralı askerimiz oluyordu. Pek çok subay ve erimiz de. kötü beslenme, soğuk ve diğer nedenlerle, hasta düşüyordu. Dağlardaki hastahane, hem Batı hem de geleneksel Çin tedavisi yapıyor, fakat doktor ve ilâç yönünden oldukça yoksul bulunuyor. Hâlen hastahanede 800 hasta var. Hunan Bölge komitesi ilâç gönderecekti, fakat henüz elimize geçmedi. Parti merkezinden, iki bölge komitesinden durmadan, iyodin ve Batı Tıbbına göre yetişmiş iki doktor isteyip duruyoruz.
      Maddî hayatının bunca yoksul oluşuna, durmadan (sayfa 200) dinlenmeden savaşmasına rağmen Kızıl Ordunun eriyip gitmemesinin iki nedeninden biri partinin oynadığı rol, diğeri uyguladığı demokrasidir. Subay erleri dövmez; subaylarla erler eşit işlem görürler; askerlerin toplanma ve konuşma özgürlükleri vardır; çapraşık formaliteler ve seremoniler kaldırılmıştır; muhasebe defterleri herkesin denetlemesine açıktır. Yemek işleriyle bizzat askerler uğraşır. Yağ, tuz, odun ve sebze için herkese verilen elli kuruşların bir kısmı tasarruf bile ediliyor. Buna "yemek tasarrufu" adını takmışlar. Adam başına günde 60 ilâ 70 para[4] tasarruf ediliyor. Bütün bunlar askerlerin çok hoşuna gitmekte, onları tatmin etmektedir. Özellikle yeni esir alınmış askerler, ordumuzla Kuomintang ordusu arasında dağlar kadar fark olduğunu söylüyordu. Kızıl Orduda maddî hayat açısından daha kötü durumda oldukları halde, ruhen kendilerini kurtulmuş hissediyorlar. Daha dün, düşman ordusunda hiç de cesur olmayan biri olarak tanınan asker. Kızıl Ordu saflarına geçince birden aslan kesiliyor. Bu da demokrasinin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Kızıl Ordu esir alınmış askerlerin, daha katıldıkları anda eriyip başkalaştıkları bir potayı andırmaktadır. Cinde sadece halkın değil ordunun da demokrasiye ihtiyacı var. Bir ordudaki demokratik sistem, derebeylik kalıntısı ücretli ordu sistemini yıkmak için, en önemli silahtır.
      Parti örgütleri dört düzeye ayrılmış durumda, bölük kolu, tabur komitesi, alay komitesi ve ordu komitesi. Her bölükte bir kol, her mangada bir gurup var. Kızıl Ordunun bu kadar şiddetli bir mücadeleye girip de dağılıp gitmemesinin sebebi, her bölükte bir parti örgütünün (sayfa 201) bulunuşudur. Bundan iki yıl önce, Kuomintang ordusu içindeki örgütlerimizin askerler üzerinde hemen hiç bir etkileri yoktu. Yeh Ting'in[5] birlikleri içinde bile, sadece alay kademesinde bir parti kolu bulunuyordu. Bu yüzdendir ki ciddî tek bir sınav bile veremediler. Bugün Kızıl Ordu içinde parti üyelerinin oranı bire üçtür, yani, ortalama olarak her dört kişiden biri partilidir. Son zamanlarda üye sayısını arttırmağa, savaşçı askerlerden üye kaydetmeğe ve böylece oranı yarı yarıya çıkarmağa karar verdik. Şu anda bölüklerde parti sekreteri sıkıntısı çekiyoruz; merkeze bu konuda yazı yazdık ve artık bulundukları yerde kalamayacak gibi olan eylemcilerden çok sayıda gönderilmesini istedik...
      Mahallî silahlı kuvvetler, Kızıl Muhafızların ve işçi-köylü ayaklanma birliklerinden ibarettir. Ayaklanma birlikleri mızraklar ve av tüfekleriyle donatılmış olup, her kasabada bir kıtaları ve üsleri bulunan ve sayılan kasaba nüfusuna göre değişen birliklerdir. Bunların görevi, karşı devrimi bastırmak, kasaba yönetimini korumak ve düşman geldiğinde Kızıl Orduya ya da Kızıl Muhafızlara savaşta yardımcı olmaktır. Ayaklanma birlikleri ilk olarak Yungsin'de yeraltı çalışmalarıyla greve başlamıştı; bütün bu bölge elimize geçince açığa çıktı. Örgüt şimdi bütün sınır boylarında yayılmıştır, adı da aynı kalmıştır. Kızıl Muhafızların ellerindeki tüfekler, çokçası beşli; dokuzlu ve birli tüfeklere de rastlanıyor. Ninkang'da 140, Yungsin'de 220, Lienhivva'da 43. Chaling'de 50. Ling'de 90. Suichivran'da 130, Wanan'da 10 tüfeğimiz var ki toplam olarak 683 tüfek ediyor. Tüfeklerin çoğu Kızıl Ordu tarafından (sayfa 202) sağlanmıştır; küçük bir kısmını da Kızıl Muhafızlar düşmandan almıştır. Düzeni koruyan birliklerle ve toprak ağalarının her evden topladıkları insanlardan kurulu milislerle çarpışa çarpışa, Kızıl Muhafızların çoğunun savaş gücü günden güne gelişmektedir.
      21 Mayıs Olayından önce[6] bütün illerde köylülerin kendilerini korumak üzere birlikler kurduklarını görüyoruz. Bu birliklerin, Yu'da 300, Chalin'de 300, Ling'de 60, Suichivvan'da 50, Yunsin'de 80, Lienhivva'da 60, Ningyang'da 60, (Yuan Wen-ts'ai'ın askerleri) ve Chingkang dağlarında 60, (Wang Tso'nun askerleri) olmak üzere, toplam 970 tüfekleri vardı. 21 Mayıs olayından sonra, Yuan ve Wang'ın askerlerine ait tüfeklerde bir kayba uğranılmamış, buna karşılık, Suichivvan'da altı, Lienhiwa'da ise bir tüfek dışında bütün silahlar toprak ağalarının eline geçmiştir. Köylü korunma birliklerinin bu şekilde silah kaptırması, oportünist tutumun bir sonucudur. Bugün de, illerdeki Kızıl Muhafızların elindeki tüfek sayısı yeterli olmaktan çok uzak ve toprak ağalarının elin-dekinden daha azdır. Kızıl Ordu, Kızıl Muhafızlara silah yardımı yapmağa devam ediyor. Kızıl Ordu, kendi savaş gücü azalmadıkça, halkı kendi silahlarına kavuşturmak için elinden geleni yapmağa elbette devam edecektir.
      Her Kızıl Ordu taburunu dört bölükten kurduk, her bölüğe 75 tüfek verdik; bunlara, özel görev bölüğünün, üç taburun ve alay karargâh birliklerinin silahları eklenince, bir alayın silah tutarı 1075'i buluyor. Eylemlerimiz sırasında düşmandan kaptığımız silahlar, mümkün mertebe, illerdeki kuvvetlerin donatımına gönderiliyor. Kızıl Muhafızların komutanları, illerden gönderilip, Kızıl Ordu eğitim kurumlarından geçmiş ve kursu başarıyla bitirmiş (sayfa 203) kimseler. Kızıl Ordu, illerdeki birlikleri yönetmek üzere uzak yerlerden gönderdiği komutan sayısını gittikçe kısmakta. Bu arada, Chu P'eyi-Teh düzeni koruma birliklerini, ev ev toplanan milisleri ve toprak ağalarına bağlı silahlı kuvvetleri örgütlemekle meşgul. Hudut boylarındaki illerde, bu kuvvetlerin sayısı ve savaş gücü önemli ölçülere ulaşmıştır. İllerdeki Kızıl kuvvetlerimizi bir an önce genişletmeğe, arttırmağa çalışmamızın sebeplerinden biri de bu gelişme oldu.
      Kızıl Ordu'nun dayandığı ilke yoğunlaşma (safların sıklaştırılması) buna karşılık Kızıl Muhafızların dayandığı ilke dağılma (yaygınlaşma) idi. Gerici yönetimin bugünkü geçici kararlılık döneminden yararlanan düşman, Kızıl Orduya karşı güçlü saldırılara girişebildiği için. Kızıl Ordu yaygınlaşma ilkesine dayanamaz, çünkü bu. aleyhine olur. Deneyimiz, kuvvetlerimizi dağıttığımızda yenilgiye uğradığımızı, bizden daha zayıf, bize eşit, hatta bizden az üstün düşman karşısında yoğunlaştığımız, saflarımızı sıklaştırdığımız zaman, çok defa, zafere ulaştığımızı göstermiştir. Parti Merkez Komitesinin, gerilla savaşı geliştirmemiz için talimat verdiği alan son derece geniş bir bölgeyi kaplıyordu: uzunluğu ve genişliği binlerce li[7] olan bir alandı bu. Parti üst kademeleri kuvvetlerimizi gözlerinde büyütüyor olmalıydı.
      Düşman kuvvetlerine karşı yönelttiğimiz propaganda araçları içinde en etkilileri, esirlerin salıverilmesi ve yaralılara tıbbî bakım gösterilmesiydi. Düşman kuvvetlerinden alınan esirler, er olsun, manga, bölük, tabur komutanı olsun, hemen propagandaya tâbi tutuluyordu. Kalmak isteyenlerle gitmek isteyenler ayrılıyor ve ikinciler, yol harçlıkları da verilerek, serbest bırakılıyordu. Bu tutumumuz düşmanın, "Komünist haydutlar gözlerinin gördüğü (sayfa 204) herkesi öldürüyor." şeklindeki iftirasını yerle bir etmekteydi. Yan Ch'in-sheng'in Dokuzuncu Tümende On Günlük Denetleme adlı raporunda bu tutumumuzdan, "Gerçekten müthiş bir şey." olarak söz edilmektedir. Kızıl Ordulu askerlerin esir askerlere sağladığı rahat ve son derece içtenlikle verilen "Yeni Dostlar İçin Veda Partileri", esir askerlerin yürekten teşekkürlerini belirttikleri söylevlerle süsleniyordu. Düşman yaralılarının tıbbî bakımı da çok etkili bir propaganda aracıydı. Son günlerde, düşman tarafından da bizi taklit eden Li Wenpin gibi zeki komutanlar çıkmış, esirleri öldürtmemiş ve yaralıların tedavisini yaptırmıştır. Buna rağmen, ilk karşılaşmamızda, eski askerlerimizin silahlarıyla birlikte yeniden saflarımıza katıldıkları oluyordu. Bu olayın iki örneği var. Ayrıca, elimizden geldiği kadar, yazılı propaganda, yani sloganlarımızı büyük harflerle yazma işini yürütmeğe çalıştık. Nereye gittiysek, bütün duvarları sloganlarımızla donattık. Ancak, elimizde iyi resim yapan pek yoktu. Parti merkezinin ve iki bölge komitesinin bize, tez elden, bir iki ressam göndermelerini bekliyoruz. (sayfa 205)


      2.
      SALT ASKERÎ GÖRÜŞ AÇISI ÜSTÜNE
      Mao Tse-tung
     
      Salt askerî görüş açısı. Kızıl Ordudaki birçok yoldaş arasında son derece yaygın. Aşağıdaki biçimlerde ortaya çıkıyor bu açı:
      1. Askerî görev ile siyasî görevi birbirine karşıt sanmak; askerî görevin, siyasî görevleri başarmak için gerekli araçlardan sadece biri olduğunu görmezlikten gelmek. Hatta "Askerî görev başarılırsa siyasî görev de başarılır. Askerî görev iyi yürütülmezse siyasî görev de iyi yürütülmemiş demektir." gibi yargılara varmak. Bu yargının bir adım ötesi, askerî görevi bir numaralı siyasî görev saymaktır.
      2. Kızıl Ordunun görevini Beyaz Ordunun görevine, yani sadece dövüşmeye, benzetmek. Çin Kızıl Ordusunun, devrime götüren bazı siyasî görevleri yerine getirmeğe yönelmiş bir silahlı kuvvet olduğu gerçeğini görmezlikten gelmek. Özellikle şu günlerde Kızıl Ordunun varlık sebebi sadece savaşmak değildir; savaşmanın yanısıra, düşmanın askerî gücünü tahrip, kitleleri hareketlendirmek, örgütlemek, silahlandırmak, devrimci bir güç haline gelmelerinde yardımcı olmak ve hatta Komünist Partisinin örgütlerini kurmak gibi önemli görevlerin sorumluluğunu da üstüne almıştır. Kızıl Ordu savaşmak için savaşamaz. Aksine, kitleleri harekete geçirmek, örgütlemek, silahlandırmak, devrimci bir güç haline gelmelerine (sayfa 206) yardımcı olmak için savaşır. Bu amaçlar ortadan kalkacak olursa, savaşmak da anlamını kaybeder ve Kızıl Ordunun varlığına sebep kalmaz.
      3. Bu görüş açısına göre, Kızıl Ordunun siyasî görevlerini askerî görevlerinden daha önemsiz saymak ve "Ordu karargâhı, kamu ile ilgilidir." deyip işin içinden sıyrılmak gerekir. Bu görüş gelişmeğe devam ederse, Kitlelerin bize yabancılaşmasına, yönetimin ordu eline geçmesine ve dolayısıyla proletarya önderliğinden kurtulmasına -bir kelimeyle, Kuomintang ordusundaki askerî ağalık yolunun aynen izlenmesine- yol açacaktır.
      4. Kitleleri harekete geçirme görevine, bunun için ekipler kurma işine yan çizmek, önem vermemek. Kitlelerin örgütlenmesinde, ordudaki asker kurullarının ve illerdeki işçi ve köylü örgütlerinin önemini kavramamak. Bunun sonucu olarak, hem kitleleri harekete geçirme işi, hem de örgütlenme konusu bir kenara itilmiş oluyor.
      5. Bir çatışma kazanıldığı zaman kibirlenmek, kaybedildiği zaman kederlenmek.
      6. Gurup egoizmine kapılmak. Yani, Kızıl Ordunun en önemli görevlerinden birinin halkı silahlandırmak olduğunu unutarak, herşeyi sadece Dördüncü Ordunun çıkarları açısından görmek. Bu, klikçiliğin genişlemiş şeklinden başka bir şey değildir.
      7. Dördüncü Ordunun dar çevresi içinde kalan bazı yoldaşlar, başka hiç bir devrimci kuvvetin var olmadığı sanısına kapılmışlar. Böylece de, hiç bir eyleme girmeden, kendi kuvvetlerini aynen muhafaza etmek gibi son derece köksüz bir fikre saplanmışlardır. Bu olsa olsa bir oportünizm kalıntısıdır.
      8. Öznel ve nesnel şartları dikkate almak, -devrimci aceleciliğe kapılmak, astlarıyla uğraşmak zahmetinden nefret etmek, kitle çalışmalarından kaçmak ve sadece büyük (sayfa 207) işler peşinde koşarak hayaller içinde yüzmek. Bu da, olsa olsa serüven merakının bir kalıntısıdır.[
8]
      Salt askerî görüş açısının kaynağı ise, şu şekilde özetlenebilir:
      1. Siyasî seviyenin düşük olması. Ordudaki siyasî önderliğin rolünü ve Kızıl Ordu ile Beyaz Ordunun temeldeki farkını kavramamak.
      2. Paralı orduların ideolojisini benimsemek. Savaş sırasında düşmandan esir alınan askerlerin sayısı pek çok. Bunlar Kızıl Orduya alındıkları zaman, paralı askerlikleri zamanından kalma ve içlerine işlemiş ideolojilerini de birlikte getirmekten kendilerini alamıyorlar. Dolayısıyla, erler arasında bile salt askerî görüş açısı bir dayanak bulmuş oluyor.
      3. Bundan önceki iki sebepten bir üçüncü sebep çıkıyor: askeri kuvvete fazla güvenmek ve halk kitlelerinin kuvvetine yeter derecede güvenmemek.
      4. Partinin, askeri görevleri yakından izlememesi ve tartışma konusu yapmaması da. bir çok yoldaşın salt askerî görüş açısını benimsemesine yol açmıştır.
      Düzeltme Yöntemleri:
      1. Eğitim yoluyla parti içindeki siyasî seviyeyi yükseltmek, salt askeri görüş açısının kuramsal köklerini kurutmak. (sayfa 208) Kızıl Ordu ile Beyaz Ordu arasındaki temel farkların bilincini herkese aşılamak. Aynı zamanda, oportünizm ile serüvencilik kalıntılarını temizlemek ve Dördüncü Ordudaki gurup egoizmini yoketmek.
      2. Subayların ve erlerin, özellikle düşmandan esir alınanların eğitimlerini yoğunlaştırmak. Aynı zamanda, illerdeki yöneticilerimizin, savaş deneyi olan işçi ve köylüleri seçip Kızıl Ordu saflarına göndermelerini sağlayarak, salt askerî görüş açısının köklerini zayıflatmak, hatta büsbütün kurutmak.
      3. İllerdeki parti örgütlerinin Kızıl Ordudaki parti kuruluşlarını eleştirmelerini sağlayarak, kitle siyasî gücüne dayanan örgütlerin de aynı şekilde Kızıl Orduyu eleştirmesini gerçekleştirerek, hem Kızıl Ordudaki parti örgütlerini hem de subay ve erleri etkilemelerine yol açmak.
      4. Parti, askerî görevleri etkin bir biçimde izlemek ve bu konuda tartışma açmak. Bu şekilde tartışılıp karara bağlandıktan sonra, bütün görev kitleler aracılığıyla gerçekleştirilmelidir.
      5. Kızıl Ordunun görevlerini açık seçik hale getiren kurallar ve yönetmelikler koyarak, askerî görevleri yerine getirecek organlarla siyasî görevleri yerine getirecek olanlar arasındaki ilişkileri aydınlığa kavuşturmak. Aynı şekilde. Kızıl Ordu ile halk kitleleri, asker kurullarının güçleri ve görevleri ile askerî ve siyasî organlarla ilişkileri konularına da çeki düzen vermek. (sayfa 209)


      3.
      ÇİN DEVRİMCİ SAVAŞININ ÖZ ÇİZGİLERİ
      Mao Tse-tung
     
      1. Konunun Önemi
      Çindeki devrimci savaşın kendine has özellikleri olduğunu kabul etmeyen, bilmeyen, bilmeye önem vermeyen bazı kimseler. Kızıl Ordunun Kuomintang'a karşı giriştiği savaşı, diğer savaşlara ya da Sovyetler Birliğindeki iç savaşa benzetmeğe bayılıyorlar. Sovyetler Birliğinde Lenin ve Stalin'in yönettiği iç savaş deneyi gerçekten dünya çapında bir önem taşır. Çin Komünist Partisi de dâhil olmak üzere bütün Komünist partileri, bu deneye ve bu deneyin Lenin ve Stalin tarafından değerlendirilmesine bir pusula gözüyle bakarlar. Ancak, bunun böyle oluşu başka, bu deneyi kendi şartlarımızda mekanik bir biçimde aynen kullanmağa kalkmamız gene başkadır. Çin devrimci savaşı birçok özellikleri açısından Sovyetler Birliğindeki iç savaştan ayrılmaktadır. Bu özellikleri görememek ya da inkâra yeltenmek şüphesiz yanlış bir iş olacaktır. On yıldır sürüp giden savaşımız bunu tam anlamıyla kanıtlamış oldu.
      Düşmanımız da, benzer yanlışlıklara düşüyor. Kızıl Ordunun, diğer kuvvetlerden değişik bir takım savaş strateji ve taktiklere sahip olması gerektiğini bir türlü kabule (sayfa 210) yanaşmıyor. Çeşitli konulardaki üstünlüklerine dayanarak bizi küçümsüyor ve köhne savaş yöntemlerine saplanıp kalmaktan bir türlü kurtulamıyor. Dördüncü "kuşatma ve yok etme" taarruzundan, yani 1931'den önce de bu tutumdaydı, taarruz sırasında da; sonuç ortada: bir sürü yenilgiye uğradı. Gerici Kuomintang generali Lui Wei-yuan -sonra da Tai Yo- Koumintang ordusuna yeni bir görüş getirmeğe kalktılar. Öğütleri sonunda Chiang Kai-shek tarafından da kabul edildi. Chiang Kai-shek'in Kuling'de[
9] Subay Eğitim Merkezleri kuruluşu, yeni gerici askerî ilkeler kabul edişi[10] ve bunları beşinci "kuşatma ve yok etme"[11] taarruzunda kullanışı bu öğütlerin sonucudur.
      Düşman. Kızıl Orduya karşı savaş şartlarına uyabilmek için askerî ilkelerini değiştirince, bu defa da içimizden bazı komutanlar çıkıp "öteki yöntemleri" uygulamağa giriştiler. Genel nitelikte bazı ilkelere dönmeyi öğütleyen bu kişiler, özel şartları dikkate almaktan hoşlanmıyorlar. Kızıl Ordunun kanlı savaşlarından edinilen deneylere yan çiziyorlar, emperyalizmin, Kuomintang'ın ve Kuomintang ordusunun gücünü küçümsüyorlar ve nihayet düşmanın benimsediği yeni gerici savaş ilkelerini kasten ihmal ediyorlardı. Sonuç olarak. Shensi-Kansu hudut (sayfa 211) boyu bölgesi dışındaki bütün devrimci üslerimizi kaybettik. Kızıl Ordu, 300,000'den yirmi otuz bine indi. Kuomintang bölgesindeki parti örgütlerinin hemen tamamı süpürüldü. Sözün kısası, son derece büyük bir tarihî ceza aldık. Kendilerine Marksist-Leninist diyen sorumluların, Marksizm-Leninizmin alfabesini bile öğrenmemiş oldukları böylece ortaya çıktı. Lenin, "Marksizmin en temel ilkesi, Marksizmin yaşayan özü, somut şartların somut çözümlemesidir" diyordu. İşte sözü geçen yoldaşların unuttukları da tam bu noktaydı.
      Bunlardan anlaşılacağı üzere, Çin devrimci savaşının özelliklerini anlayamamanın sonucu, onu yönetmekte ve zafere ulaştırmakta yeteneksizlikten, beceriksizlikten başka bir şey değildir.
      2. Çin Devrimci Savaşının Özellikleri Nedir?
      Öyleyse Cindeki devrimci savaşın özellikleri nedir?
      Bana kalırsa dört özelliği var.
      Birincisi. Çinin geniş bir yan sömürge oluşu, siyasî ve ekonomik gelişmesinin bölgeden bölgeye fark edişi ve 1924-1927 yıllan arasında bir devrimden geçişidir.
      Bu özellikten de anlaşılacağı üzere, Cindeki devrimci savaşın gelişip zafere ulaşması mümkündür. 1927 sonlarında ve 1928 başlarında. Cinde gerilla-savaşının başlamasından hemen sonra, bu noktayı belirttiğimiz zaman (Hunan-Kiangsi Hudut Bölgesi Birinci Parti Kurultayında. 20 Mayıs, 1928'de) Hunan-Kiangsi hudut bölgesindeki (Chingkank Dağlarında) bazı yoldaşlar bize "Kızıl bayrak daha ne zamana kadar dalgalanabilir?" sorusunu yönelttiler. Çünkü bu en temel sorusuydu, o günlerin; Çinin devrimci üslerinin bulunduğu bu bölgede Çin Kızıl Ordusu varlığını sürdüremez ve gelişme gösteremezse, bir adım bile ileriye atamazdık. Çin Komünist Partisi Altıncı (sayfa 212) Millî Kurultayı, 1928 yılında gene bu soruyu cevaplandırıyordu. O günden sonradır ki Çin devrimci hareketi doğru teorik temele oturtulmuş oldu.
      Bu özellik üzerinde duralım ve çözümlemesini yapalım.
      Çindeki siyasî ve ekonomik eşitsizlik -çelimsiz bir kapitalist ekonomi ile yarı-federal bir ekonominin yan yana yaşayışı-; bir iki sanayi ve ticaret şehrinin yanı sıra durgun köylük bölgelerin alabildiğine uzanmakta oluşu; bir kaç milyon sanayi işçisi ile eski üretim düzenine ait yüz milyonlarca köylü ve zanaatkarın bir arada yaşayışı; merkezî yönetimi denetim altında tutan büyük savaş ağalan ile illerdeki yönetimi etkileri altında bulunduran küçük savaş ağalarının birlikte varoluşları: iki gerici ordunun, yani. Chiang Kai-shek komutasındaki merkezî ordu ile illerdeki savaş ağalarının çeşitli türden birliklerinin yanyana yaşamakta oluşları; ve bir yanda, iki üç demiryolu, buharlı gemi ve motorlu araç yolunun, diğer yanda çok sayıda elarabası ve yaya patikasının, çoğunun üzerinden iki kişinin geçemiyeceği darlıkta toprak yolun bulunuşu ülkeye özelliğini veren niteliklerdir.
      Çin bir yarı sömürgedir -emperyalist ülkeler arasında birliğin olmayışı, Çindeki egemen bloklar arasında da birliğin olmayışı sonucunu doğurmaktadır. Çeşitli ülkelerin boyunduruğundaki bir yarı-sömürge, tek bir ülkenin boyunduruğundaki bir yarı-sömürgeden elbette farklı olacaktır.-
      Çin geniş bir ülke «Batı daha karanlıktayken, doğu aydınlanmıştır. Güneyde gece olur, Kuzeyde güneş doğar.» Dolayısıyla, hareket sahası dardır, diye hayıflanmağa gerek yoktur.
      Çin, bize Kızıl Ordunun tohumlarını sağlayan, Kızıl Orduyu yöneten bir Komünist Partisi ve devrime katılmış halk kitleleri hediye eden büyük bir devrimden geçmiştir. (sayfa 213)
      Demek oluyor ki, Çin devrimci savaşının birinci özelliği olarak, ülkenin geniş bir yarı-sömürge oluşunun, büyük bir devrimden geçmiş olmasını, siyasî ve ekonomik yönden eşit olmayan gelişmeler gösterdiğini belirtmekteyiz. İşte bu özellik, sadece siyasî strateji ve taktiklerimizi değil, askerî strateji ve taktiklerimizi de saptamamız için bir dayanak noktası oluyor.
      İkinci özellik düşman kuvvetinin büyüklüğüdür.
      Kızıl Ordunun düşmanı olan Kuomintangdaki durum ne merkezdedir? Siyasî iktidarı eline geçirmiş ve nisbî bir kararlılık içinde elinde tutmakta olan bir partidir. Dünyadaki başlıca karşı devrimci ülkelerin desteğini sağlamıştır. Ordusunu yeniden, dünyadaki modern devletlerin ordularına benzer biçimde örgütlenmiştir ki bu Çin tarihindeki diğer ordulardan farklı bir kuruluşa sahip olması demektir. Ordusu, silah ve diğer donatım malzemesi bakımından Kızıl Ordudan ileri, asker sayısı Çin tarihindeki bütün ordulardan yüksek bir yapıdadır. Hatta dünyanın en kalabalık ordusudur. Kuomintang ordusu ile Kızıl Ordu arasında dünya kadar fark vardır. Kuomintang, Çin siyaset, ekonomi, haberleşme ve kültürünün can damarlarını elinde bulundurmaktadır. Siyasî iktidarının özelliği yurt çapında olmasıdır.
      İşte Çin Kızıl Ordusunun karşısında bu kadar güçlü bir düşman var. Bu da Çin devrimci savaşının ikinci özelliğini teşkil ediyor. Bu özellik, Kızıl Ordunun giriştiği savaşın, hem Sovyetler Birliğindeki iç savaştan hem de Kuzey Harekâtından[12] birçok bakımlardan farklı (sayfa 214) olması sonucunu doğurmaktadır.
      Üçüncü özellik Kızıl Ordunun zayıf ve küçük oluşudur.
      Çin Kızıl Ordusu, gerilla birlikleri şeklinde başlayan ilk büyük devrimin başarısızlığından doğmuştur. Karşısında sadece Cinde bir gerici dönem değil, dünyanın gerici kapitalist ülkelerinde nisbî bir siyasî ve ekonomik kararlılık dönemi bulmuş, varlığını bu şartlar altında sürdürmektedir.
      Siyasî gücümüz dağınıktır. Dağlık ya da uzak bölgelerde toplanmış olup herhangi bir dış yardım imkânından yoksundur. Ekonomik ve kültürel şartlar bakımından devrimci üslerin bulunduğu bölgeler. Kuomintangın elindeki bölgelerden daha geridir. Devrimci üsler, sadece köylük bölgelerde ve küçük kasabalarda kurulmuş bulunuyor. Başlangıçta son derece küçük olan bu üsler sonra da fazla bir gelişme gösteremedi. Ayrıca, sık sık yerleri değiştirildiğinden Kızıl Ordunun elinde gerçekten sağlam, oturmuş üsler yoktur.
      Sayıca da küçük olan Kızıl Ordunun silâhları kıt yiyecek, yatacak, giyecek ve sair ihtiyaçlarının giderilmesi son derece güçtür.
      İşte bu özellikle bundan önceki özellik arasında keskin bir çelişme vardır. Kızıl Ordunun strateji ve taktiği bu kesin çelişmeye dayanmaktadır.
      Dördüncü özellik Komünist Partisinin önderliği ve tarım devrimidir.
      Bu özellik, bundan öncekinin kaçınılmaz sonucudur. Bundan da aşağıdaki iki nitelik çıkıyor. Bir kere, Çin devrimci savaşı, Çinde ve bütün kapitalist dünyada gerici bir dönem içinde yürütülmesine rağmen, Komünist Partisi tarafından yönetildiği ve köylü tarafından desteklendiği için başarıya ulaşacaktır. Köylünün desteğini sağladığımız, küçük olmalarına rağmen üslerimiz büyük bir (sayfa 215) siyasî güce sahip oldukları ve geniş bir alanı kuşatmış olan Küomintang iktidarı karşısında sapsağlam durabildikleri için, askerî anlamda, Küomintang saldırıları karşısında aşılması güç engeller yaratılmış oluyor. Küçük olmasına rağmen Kızıl Ordu, büyük bir savaş gücüne sahiptir. Bunun sebebi, tarım devriminden çıkmış, kendi çıkarları için savaşan insanların Komünist Partisi önderliğine girmiş olması, subay ve erlerinin siyasî birlik içinde bulunuşlarıdır.
      Diğer yandan, durumumuz Kuomintangın durumunun tam tersidir. Tarım devrimine karşı çıktığı için, Kuomintangın, köylülerin desteğinden yoksun kaldığını görüyoruz. Ordusunun büyüklüğüne rağmen, askerlerinin çoğundan ve küçük rütbeli subaylarından büyük fedakârlık beklemiyor. Bir zamanların bu küçük üreticileri, orduları için canlarını seve seve vermeğe razı değiller. Subaylarla erler arasında siyasî birlik olmayışı savaş gücünü azaltıyor.
      2. Bu Özelliklerden Çıkan Strateji ve Taktiğimiz
      Siyasî ve ekonomik yönden gelişmesi eşit olmayan ve büyük bir devrim geçirmiş geniş bir yarı sömürge; zayıf ve küçük bir Kızıl Ordu; ve tarım devrimi, işte Çin'deki devrimci savaşın dört özelliği. Çin devrimci savaşının yönünü çizen, stratejik ve taktik ilkelerini belirleyen bu özelliklerdir. Birinci ve dördüncü özellik, Çin devrimci savaşının büyüyüp düşmanı yenebileceğini gösterir. İkinci ve üçüncü özellikler ise, Çin Kızıl Ordusunun hızla büyüyüp düşmanı bir çırpıda yenmesinin imkânsızlığını, başka bir deyimle, savaşın uzayıp gideceğini ve işler kötü gittiği takdirde, savaşın bir yenilgiyle sonuçlanmasının mümkün olduğunu göstermektedir.
      Çindeki devrimci savaşın işte böyle iki yüzü var. İkisi de bir arada, yani, şartlar hem lehimizde, hem de (sayfa 216) güç. Çin devrimci savaşının temel yasası budur. Bundan daha birçok yasa çıkarmak mümkün. On yıllık savaşımızın tarihi, bu yasanın geçerliliğini kanıtlamış bulunuyor. Gözleri olup ta bu temel yasaları görmeyenler, Çin devrimci savaşını yönetemezler. Kızıl Orduyu zaferlere götüremezler.
      Stratejik yönümüzü doğru olarak saptamak için. bütün temel sorunları doğru biçimde koyup çözmek gerektiği açıktır. Meselâ, saldırılarda serüvenciliğe karşi, savunmada tutuculuğa karşı, kuvvet kaydırmamız sırasında savaşçılığa karşı; Kızıl Ordu içinde gerillacılığa karşı. fakat gerilla niteliğine taraftar; sürüncemede kalan savaşlara ve acele karar stratejisine karşı, fakat savaşı uzatma stratejisine ve savaşlarda çabuk karar verilmesine taraftar; sabit eylem cephelerine ve durum savaşlarına karşı, değişken eylem cephelerine ve hareketli savaşlara taraftar; düşmanı sadece kovalamağa karşı, yok etmeğe taraftar; iki yumrukla birden vurma ilkesine karşı, tek yumrukla vurma ilkesine taraftar; arkada geniş bir arazi bırakmağa karşı, dar bir arazi bırakmağa taraftar; komutanlığın mutlak olarak merkezde toplanmasına karşı, nisbî bir merkezciliğe taraftar; salt askerî görüşe ve sürekli ayaklanmaya karşı, Kızıl Ordunun Çin devriminin propagandacısı ve örgütçüsü olduğu görüşüne taraftar; haydutluğa karşı ve sıkı siyasî disipline taraftar; savaş ağalığına karşı, askerî disiplinin otoritesi ve sınırlan içinde demokratik hayat tarzına taraftar; yanlış bir sek-ter kadro siyasetine karşı, doğru bir kadro siyasetine taraftar; tekbaşınalığa karşı, muhtemel bütün müttefiklerin kazanılmasına taraftar; ve nihayet Kızıl Orduyu eski durumunda tutmaya karşı ve onu yeni bir duruma getirmeye taraftar olmak gerektiği açıktır. (sayfa 217)


      4.
      JAPONLARA KARŞI GERİLLA SAVAŞINDA ÜS BÖLGELERİ
      Mao Tse-tung
     
      Japonlara karşı gerilla savaşının üç numaralı stratejik sorunu[
13] üs bölgelerinin kurulmasıdır. Savaş uzayıp gittiği ve amansız olduğu için bu soruna eğilmek gerekli ve önemlidir. Ülke çapında bir stratejik karşı saldırıya geçilmedikçe kaybettiğimiz topraklan yemden ele geçirmemiz mümkün olmayacak, düşman cephesi Çin'in merkezine (sayfa 218) kadar girecek, merkezi boydan boya kaplayacak ve topraklarımızın bir kısmı, hem de önemli bir kısmı düşman eline geçip onun geri bölgesi hâlini alacak. Düşman işgalindeki bu geniş alana gerilla savaşını yaymalı, düşmanın arkasını cephe haline getirmeli ve bütün bu işgal bölgelerinde aralıksız savaşması için onu zorlamalıyız. Stratejik karşı saldırıya geçmediğimiz ve kaybettiğimiz toprakları yeniden ele geçirmediğimiz takdirde, düşmanın geri hatlarındaki gerilla savaşı, hiç şüphe yok, bütün gücüyle devam etmelidir. Ancak, bunun ne kadar süreceğini şimdiden kestiremeyiz. Bu yüzden de savaşın uzun süreceğini söylemekle yetiniyoruz. Aynı zamanda, işgal ettiği bölgelerdeki çıkarlarını sağlama bağlamak için, gerilla kuvvetlerimize karşı düşman, eylemlerini gün geçtikçe yoğunlaştıracak, gerillalarımızı altetmek için elinden geleni yapacaktır. Özellikle, stratejik saldırısı sona erdikten sonra gerilla kuvvetlerimiz üzerine çullanacak-tır. İşte bu yüzden, savaş bir kere uzadı mı, düşman gerisinde gerilla savaşını sürdürebilmek için mutlaka üs bölgelerine ihtiyacımız olacaktır.
      Peki, gerilla savaşı için üs bölgesi demek ne demektir? Bunlar, gerilla kuvvetlerinin, hem stratejik görevlerini yerine getirmesi, hem de kendi elindeki toprağı korumak ve genişletmek, düşmanı ise yoketmek ya da kovmak için destek alabileceğimiz, güvenebileceğimiz stratejik üslerdir. Bu üsler olmadıkça, stratejik görevlerimizi yerine getirmekte ve diğer bütün savaş amaçlarımızı gerçekleştirmede dayanaksız kalırız. Geride bir dayanak bırakmadan düşmanın arkalarında savaşmak gerillanın özelliklerinden biridir. Çünkü milletin geri cephesiyle ilişkileri kesilmiştir. Bu yüzden, gerçekte bu ilişki eksikliğinin yerini alacak bölge üsleri olmaksızın gerilla savaşı korunamaz ve geliştirilemez.
      Tarihte köylülerin giriştiği, gezgin ayaklanma tipinde (sayfa 219) birçok savaşlar olmuş, hepsi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Günümüzün ileri haberleşmesi ve teknolojisi karşısında, böyle gezgin ayaklanmaların zafere ulaşacağını sanmak hiç bir dayanağı olmayan boş bir hayalden ibarettir. Ne var ki. gezgin ayaklanma fikri yoksul köylülerin kafalarından bir türlü atamadıkları, onlardan da, gerilla savaşı önderlerinin zihnine bulaşmış bir fikirdir. İnsan bir kere bu fikre kapıldı mı, üs bölgeleri kurmanın ne gereğini ne de önemini kavrayabilir. Dolayısıyla, gerilla önderlerinin kafasından bu fikri söküp almak, üs bölgeleri kurma siyasetinin bir numarah şartıdır. Üs bölgeleri kurup kurmama, bunlara değer verip vermeme, başka bir deyimle, üs bölgelerine dayanma ya da gezgin ayaklanma yolunu seçme arasındaki çatışma her gerilla savaşında görülür. Bu kurula bir istisna teşkil etmeyen Japonlara karşı gerilla savaşımızda da, bir dereceye kadar da olsa, bu çatışma görüldü. Demek oluyor ki, bu gezgin ayaklanma düşüncesine karşı mücadele etmek zorundayız. Bu düşünce tamamen silinip de üs bölgeleri kurulduktan sonradır ki uzun süreli gerilla savaşı da kolaylaşacaktır.
      Üs bölgelerinin gereği ve önemi bu şekilde aydınlığa kavuştuktan sonra, bunları kururken karşılaşacağımız sorunlar da anlaşılacak ve çözüme bağlanabilecektir. Bunlar, üs bölgelerinin çeşitleri, gerilla bölgeleri ve üs bölgeleri, üs bölgelerinin kurulması için gerekli şartlar, üs bölgelerinin pekiştirilmesi ve yayılması, düşman kuvvetlerinin ve kendi kuvvetlerimizin kuşatma çeşitleri gibi sorunlardır.
      1. Üs Bölgelerinin Çeşitleri
      Japonlara karşı gerilla savaşında başlıca üç çeşit üs (sayfa 220) var: dağlarda kurulanlar, ovalarda kurulanlar, ırmak -göl- nehir yataklarında kurulanlar.
      Üsleri dağlık bölgelerde kurmanın üstünlüğünü herkes bilir. Changpai, Wutai, Taihang, Tai, Yen ve Mao dağlarında kurulmuş, kurulmakta ve kurulacak olan üslerin hepsi bu çeşit dağ üsleridir. Bütün bu üs bölgeleri, Japonlara karşı gerilla savaşının en uzun süreyle dayanabileceği ve bu savaşın önemli kaleleri olabilecek nitelikte yerlerdir. Düşman hatları gerisindeki bütün dağlık bölgelerde üs kurmalı ve gerilla savaşını geliştirmeliyiz.
      Ovalar, şüphesiz, dağlara göre daha az elverişli. Ancak, ovalarda da gerilla savaşı geliştirilebileceğini ve bazı üslerin kurulabileceğini akıldan çıkarmamak gerek. Hopeh, kuzey ve kuzeybatı Shantung ovalarında geliştirilen geniş çaplı gerilla savaşları bunu doğrulamaktadır. Ovalarda uzun süre ayakta kalabilecek üslerin kurulup kurulamayacağı konusu ise henüz sallantılıdır; geçici üslerin kurulması olanağı vardır, küçük birliklere göre ya da mevsimlik bazı üslerin kurulması mümkündür. Bir yandan, elinde yeteri kadar askeri olmadığı halde insanlık tarihinde eşine rastlanmayan bir barbarlık örneği veren bir düşmanın bulunması, diğer taraftan Çinin geniş bir toprak ve savaşan büyük bir nüfusa sahip oluşu, ovalarda geçici üsler kurulmasına ve gerilla savaşının geliştirilmesine uygun nesnel şartların bulunduğunu göstermektedir. Buna bir de, doğru yönetimin varlığını eklersek, küçük gerilla birlikleri için sabit olmayan, uzun dönem üs bölgelerinin kurulmasının pekâlâ imkân dâhilinde olduğunu görürüz.[14]
      Genel olarak, düşman, stratejik saldırısını tamamlayıp da (sayfa 221) eline geçirdiği bölgelere dört elle sarılma aşamasına girdiği zaman, gerilla savaşının bütün üs bölgelerine amansız saldırılara kalkacak ve bu bölgeler tabi-atiyle düşmanın asıl yükünü taşıyacak yerler haline gelecektir. Böyle bir olay karşısında, ovalarda çarpışan büyük gerilla birlikleri, aynı yerde uzun süre savaşmayacakları için, şartlara uygun bir biçimde, yavaş yavaş dağlara çekilecekler. Bunun örnekleri arasında, gerilla birliklerinin, Hopeh ovalarından Wutai ve Taihang dağlarına, Shantung ovalarından Tai dağlarına ve Kiaotung yarımadasına çekilmelerini gösterebiliriz. Millî savaş şartları altında ise, küçük gerilla birliklerinin çeşitli illere dağılıp, geniş ovalarda, akışkan, yılan gibi bir gerilla biçimi benimsemeleri imkânsız değildir. Bu biçim gerilla savaşında üs bölgeleri de birliklerle beraber yer değiştirmektedir. Yazın "yeşil perdeden" (kaoliang tarlalarından) kışın da donmuş ırmaklardan yararlanarak mevsimlik gerilla savaşlarına girişmek de pekâlâ mümkün. Düşmanın şu anda bize harcayacak fazla enerjisi olmadığı, ilerde de olmayacağı için, bugünlerde, ovalarda gerilla savaşını genişletmek ve geçici üsler kurmak doğru bir eylem olacaktır. Gelecekte ise, gerilla birliklerini küçültme, bunların hiç değilse mevsimlik gerilla savaşları yürütmelerini sağlama ve sabit olmayan üs bölgeleri kurma yolu izlenebilir.
      Nesnel şartlara bakılırsa, ırmak - göl - nehir yataklarında üsler kurmak ve bunlara dayanarak gerila savaşına girişmek olanağı ovalardaki üslere ve savaşlara göre daha kolay, dağlardaki üslere ve savaşlara göre daha zordur. Tarihimizde, "korsanlar" ve "su haydutları" sayısız büyük savaşlar vermişler ve Kızıl Ordunun Hung Gölü dolaylarındaki gerilla savaşı birkaç yıl devam etmiştir; bunlar, ırmak-göl-nehir yataklarında gerilla savaşı geliştirmenin ve üsler kurmanın mümkün olduğunu gösterir. Ancak, Japonlara karşı çıkan parti ve guruplar (sayfa 222) olsun, halk kitleleri olsun, bugüne kadar, bu konuya fazla önem vermiş değiller. Demek ki öznel şartlar o kadar elverişli değil henüz; olsun, bu şartların oluşmasını bekleriz ve onlarla birlikte ilerleriz. Ülke çapında gerilla savaşına girişilecek olursa, Yangtze nehrinin kuzeyine düşen Hungtze gölü bölgesinde, Yangtze nehrinin güneyindeki Tai gölü bölgesinde ve düşman işgalindeki Yangtze nehri boyundaki bütün ırmak-göl-nehir yataklarında ve bir de deniz kıyılarında ya da buralara yakın yerlerde devamlı üsler kurulabilir. Bu gerçeği görmezlikten gelmek ya da küçümsemek, düşmanın suyoluyla yaptığı ulaştırmayı kolaylaştıracak, bu da Japonlara karşı savaştaki stratejik plânımızda bir gedik anlamına gelecektir. Bu gediğin zamanla kapatılması gerekir.
      2. Gerilla Bölgeleri ve Üs Bölgeleri
      Düşmanın gerilerinde yürütülen bir gerilla savaşında gerilla bölgeleri ile gerilla üs bölgelerini birbirinden ayırıyoruz. Düşman tarafından kuşatılıp da merkezî kesimleri henüz işgal edilememiş ya da işgal edilip de sonradan kurtarılmış bölgeler -Wutai, Tuihang ve Tai dağlık bölgelerindeki bazı iller gibi- gerilla birliklerinin kolayca gerilla savaşı geliştirmeleri için biçilmiş kaftan olan üs bölgeleridir. (Wutai dağlık bölgesindeki Shansi-Chahar-Hopeh hudut bölgesini kastediyoruz.) Fakat diğer kesimlerdeki durum bu üs bölgelerinde olduğundan farklıdır. Mesela, Wutai dağlık bölgesinin kuzey ve doğu kesimlerinde -Batı Hopeh, güney Chahar, Paoting'in doğusu ile Tsangchov'un batısındaki birçok kesimlerde,- yani gerilla savaşının başlarında çeteler tarafından işgal edilmeyip de devamlı olarak rahatsız edilen ve hücum edilen, hücum edilince ele geçen, geri çekilince mahallî kukla yönetimin kucağına yeniden düşen bölgeler daha gerilla (sayfa 223) üs bölgeleri olacak nitelikte değildir. Buralar ancak gerilla bölgeleri olabilir. Böyle bölgeler, ancak, gerilla savaşıyla gerekli işlemlerden geçirildikten sonra üs bölgeleri haline dönüştürülebilir. Bu işlemlerden kasıt, büyük düşman kuvvetlerinin yok edilmesi ya da yenilmesi, kukla yönetimin yerle bir edilmesi, halkın eyleme sokulması, Japonlara karşı bir takım örgütlerin kurulması, halk silahlı kuvvetlerinin geliştirilmesi ve Japonlara karşı siyasî iktidarın kurulması gibi olaylardır. Üs bölgesinin yaygınlaşmasından murat ise, ilk üsse yenilerinin eklenmesinden ibarettir.
      Bazı yerlerdeki, mesela doğu Hopeh'teki gerilla savaşında, tâ başından beri, bütün eylem alanı bir gerilla alanı halini alabiliyor. Doğu Hopeh'te, eskiden beri bir kukla yönetim kurulmuş, mahalli ayaklanmalar halk silahlı kuvvetleri haline dönüşmüş, çeteler Wutai dağlarından sökülüp uzaklaştırılmış olduğu için halk kuvvetlerine katılmış ve dolayısıyla tâ başından beri bölge bir gerilla alanı haline gelmişti. Eylemlerinin başında gerillalar, geçici geri bölgeleri ve geçici üs bölgeleri olarak sadece kendilerine en uygun yerleri seçebiliyordu. Düşman kuvvetlerinin yok edilmesinden ve kitlelerin ayaklanmasından sonradır ki, bu gerilla alanları nispeten kararlı gerilla üsleri haline getirilebildi.
      Demek ki, bir gerilla bölgesinin bir üs bölgesi haline getirilmesi zahmetli bir yaratma işlemidir. Çünkü bu işin gerçekleştirilmesi geniş ölçüde, düşmanın ne ölçüde yok edildiğine ve kitlelerin ne ölçüde ayaklanmış olduklarına bağlıdır.
      Birçok bölgeler uzun "süre gerilla bölgesi olarak kalacaktır. Bu bölgelerde tutunmak için elinden geleni yapacak olan düşman kararlı bir kukla yönetim kuramayacaktır. Biz de, her çareye başvurarak gerilla savaşını yürütmemize rağmen Japonlara karşı bir siyasî iktidar kurmayı başaramıyacağız. (sayfa 224) Düşman denetimindeki demiryolu bölgelerinde, büyük şehirlerin çevrelerinde ve ovalardaki bazı kesimlerde aynen bu durum görülmektedir.
      Düşmanın sıkı bir denetim altında tuttuğu, büyük kuvvetlere dayandığı ve oldukça kararlı bir kukla yönetime sahip olduğu, büyük şehirlerde, tiren istasyonlarında ve ovaların bazı kesimlerinde değişik bir durum var demektir ve gerilla savaşı bu gibi yerlerin çevresinde dolanmakla yetinmek zorundadır.
      Önderliğin" yanlış tutumu ya da düşmanın kuvvetli baskısı sonucu, yukarda anlatılan durum tam tersine bir gelişme de gösterebilir, yani, bir gerilla üs bölgesi haline gelebilir ve hatta bir gerilla bölgesi düşmanın elinde, oldukça kararlı bir işgal bölgesi haline düşebilir. Hiç de imkânsız olmayan böyle bir durumdan kaçınmak için gerilla savaşı önderlerinin gözlerini dört açmaları gerekmektedir.
      Gerilla savaşının sonucuna ve düşmanla aramızdaki mücadelenin niteliğine göre düşman işgali altında topraklar şu şekilde üç kategoriye ayrılabilir: Birincisi, Japonlara karşı üs bölgeleri, gerilla birliklerimizin ve siyasî iktidar organlarımızın denetimi altındaki yerler; ikincisi, Japon emperyalizminin ve kukla yönetimin elindeki bölgeler; ve üçüncüsü, her iki tarafın üzerine çekiştiği ara bölgeler, yani gerilla bölgeleri. Gerilla savaşı önderlerinin görevi, birinci ve üçüncü çeşit bölgelerin sayısını mümkün mertebe arttırmak, ikinci çeşit bölgelerin sayısını ise mümkün olduğu kadar azaltmak için canını dişine takıp çalışmaktır. İşte gerilla savaşının stratejik görevi budur.
      3. Üs Bölgeleri Kurmak İçin Gerekli Şartlar
      Üs bölgeleri kurmak için temel şart, düşmanı yenmek için kullanılacak bir Japonlara karşı silahlı kuvvetin (sayfa 225) bulunması ve halkı eyleme katmaktır. Demek ki, üs bölgeleri kurmanın bir numaralı sorunu bir silâhlı kuvvete sahip olmaktır. Gerilla savaşının, önderleri bir ya da bir kaç gerilla birliği kurmak için ellerinden geleni yapmalı, mücadele sırasında bunları yavaş yavaş büyük gerilla alayları haline getirmeli ve sonunda da düzenli birlikler ve kolordular teşkil etmeğe çalışmalıdır. Bir üs bölgesi kurmanın en önemli halkası bir silahlı kuvvet teşkilidir; bu yapılmadıkça ya da yeteri kadar kuvvetli birlikler olmadıkça hiç bir şey yapılamaz. Birinci şart budur.
      Üs bölgeleri kurulması için ikinci şart, silahlı kuvvetlerin, düşmanı yenmek için halk kitleleriyle elbirliği ederek çalışmasıdır. Düşman denetimi altındaki bütün topraklar, gerilla üs bölgeleri değil, düşman üs bölgeleridir. Düşman yenilgiye uğratılmadıkça ikinciden birinciye geçilemeyeceği açıktır. Gerilla denetimindeki topraklarda bile düşman saldırılarını püskürtemiyor ve onu yenilgiye uğratamıyorsak, bizim denetimimiz altındaki bu yerler düşman denetimi altında demektir ve buralarda üs bölgelerinin kurulması mümkün değildir.
      Üs bölgeleri kurulması için üçüncü şart ise, silâhlı kuvvetler dâhil olmak üzere bütün gücümüzün halkı Japonlara karşı ayaklandırmak için kullanılmasıdır. Bu mücadelemiz sırasında halkı silahlandırmalı, yani kendini koruma birlikleri ve gerilla birlikleri kurmalıyız. Gene bu mücadele sırasında kitle örgütleri kurmalıyız; işçiler, köylüler, gençler, kadınlar, çocuklar, tüccar ve serbest meslek sahipleri, siyasî bilinçlerine ve savaşma isteklerine göre çeşitli anti-Japon kamu kuruluşları halinde örgütlenmeli ve bu örgütler yavaş yavaş genişletilmelidir. Örgütlenmedikleri takdirde, halk kitleleri Japonlara karşı savaşma güçlerini gösterme olanağı bulamaz. Bu mücadelemiz sırasında, açık ya da gizli işbirlikçi kuvvetlerin (sayfa 226) yok edilmesi için de çaba göstermeli, bu işi halka bırakmamalıyız. Çünkü bu işte halkın gücüne güvenilemez. Bu mücadelelerde, Japonlara karşı siyasî iktidarın kurulması ve pekiştirilmesi için halk kitlelerini ayağa kaldırmanın özel bir önemi vardır. Çinin kendi siyasî iktidar örgütlerinin henüz tahrip edilmediği yerlerde, geniş halk kitlelerinin desteğini sağlamak suretiyle, bu örgütleri yenileştirip pekiştirmeğe bakmalıyız; Çinin kendi siyasî örgütleri düşman tarafından tahrip edilmişse, gene geniş halk kitlelerinin desteğine dayanarak, bunları yeniden kurmağa çalışmalıyız. Bu gibi siyasî iktidar organları Japonlara karşı Birleşik Millî cephenin siyasetini yürütmeli ve karşımızdaki tek düşmana karşı savaşmak için halkın bütün güçlerini biraraya toplamalıdır.
      İşte, yukarda sözünü ettiğimiz üç şart yerine getirildikten, yani. Japonlara karşı silahlı kuvvetler kurulduktan, düşman yenilgiye uğratıldıktan ve halk kitleleri seferber edildikten sonra gerilla savaşı için bir üs bölgesi kurulabilir.
      Bunların yanısıra, coğrafî ve ekonomik şartlar da belirtilmeli. Üs bölgelerinin çeşitleri üzerinde durduğum bölümde, coğrafî şartlara da değinmiş ve üç değişik durumu söz konusu etmiştim; burada sadece başlıca gerekler üzerinde duracağım, yani, alanın genişliğinden bahsedeceğim. Üç ya da dört yanı düşman tarafından kuşatılmış olan yerlerde, üs bölgeleri kurmak için en uygun bölge, uzun zaman elimizde tutabileceğimiz dağlık arazi parçalarıdır; ancak buralarda da manevra için elverişli, yani genişçe bir alan bulunması zorunluluğu vardır. Bu şart -yeni geniş alan- gerçekleşmişse, ırmak-göl-nehir yatakları bir yana, ovalarda bile üs bölgeleri kurulabilir. Bir yandan Çin toprağının genişliği, diğer yandan düşman silahlı kuvvetlerinin yetersizliği hesaba katılacak olursa Çinde bu şart genel olarak sağlanabiliyor demektir. Gerilla (sayfa 227) savaşının yapılıp yapılamayacağı konusunda verilecek karar; bu önemli, hatta bir numaralı şarta bağlıdır: Belçika gibi çok küçük ülkelerde bu şart sağlanamadığı için gerilla savaşı olanağı son derece küçük ya da sıfırdır. Çin gibi bir ülkede ise, bu şart ayrıca uğruna çaba gösterilmesi gerekmeyen bir güçlük çıkarmayan, üstelik tabiatın bize yararlanmamız için bahşettiği bir imkândır.
      Tabiî yönüyle ele alındığı zaman, ekonomik şart da tıpkı coğrafî şarta benzer. Çünkü bir kere düşmanın ayak bile basmadığı bir çölde değil, düşmanın gerisinde kurmak istiyoruz üslerimizi; düşman nereye giderse gitsin, gittiği yerlerde Çin halkı ve yaşamak için gerekli ekonomik şartlara göre seçim yapmak gibi bir sorun da olmayacaktır. Öyleyse, ekonomik şartlarına bakmaksızın, Çinli vatandaşlarımızın ve düşmanın bulunduğu her yerde, devamlı ya da geçici üs bölgeleri kurup gerilla savaşı geliştirmek için elimizden geleni yapmak durumundayız. Ancak, iş siyasî plânda ele alınınca, ekonomik şartlar değişik bir manzara arzetmektedir, çünkü bu plânda, üs bölgelerinin kurulması için hayatî önem taşıyan bir sorun, ekonomik siyaset sorunu ortaya çıkmaktadır. Gerilla bölgelerindeki ekonomik siyaset, Japonlara Karşı Birleşik Millî Cephe ilkelerine, yani malî külfetin adil bir biçimde dağıtılması ve ticaretin korunması; ne mahallî siyasi iktidarın ne de gerilla birliklerinin bu ilkeyi çiğnememesi gibi esaslara dayanmak zorundadır. Bu ilke çiğnendiği takdirde, hem üs bölgelerinin kurulması, hem de gerilla savaşını sürdürme çabalan bundan zarar görecektir. Malî külfetin adil dağıtılması demek "parası olandan vergi alınır." ilkesini uygulamak demektir; belli ölçüler içinde köylülerin gerilla birliklerine yiyecek maddesi sağlamaları da istenecektir. Gerilla kuvvetlerinin asayişi sıkı bir disiplin kurarak sağlamalarıyla ticaret korunmuş olacaktır; işbirlikçi oldukları kanıtlanmış olanların mağazaları (sayfa 228) hariç, yağmacılık tamamen yasaklanacaktır. Güç bir iş olmakla birlikte, uygulanmasına çalışacak sağlam bir ilkedir bu.
      4. Üs Bölgelerinin Pekiştirilmesi ve Yayılması
      Çini işgal eden düşmanı bir iki kaleye hapsetmek, yani büyük şehirlere ve başlıca haberleşme hatlarına kıstırmak için, çeşitli üs bölgelerindeki gerilla kuvvetlerinin savaşı bütün çevrelerine yaymak, bütün düşman kalelerini çember içine almak, düşman varlığını tehdit etmek ve üs bölgelerini genişletirken düşmanın moralini sarsmak için çaba göstermeler, mutlak olarak gereklidir. Gerilla savaşında tutuculuğa karşı çıkılmalıdır. Ya rahata düşkünlükten, ya da düşmanın kuvvetini gözlerde büyütmekten ileri gelen tutuculuk, Japonlara karşı savaşa zarar verdiği kadar, gerilla savaşma ve üs bölgelerine de zarar verecektir. Ayrıca üs bölgelerini pekiştirme konusu da gözde büyütmemeli, bir numaralı hedef olarak almamalıyız. Çünkü ne de olsa bunların birinci görevi halkı örgütlemek, gerilla birliklerinin ve mahallî silahlı kuvvetlerin eğitimi sağlamaktır. Savaşı sürdürmek ve yaymak için böyle bir pekiştirme zorunludur. Çünkü bu olmadan savaşı yaygınlaştırmak mümkün değildir. Gözlerimizi sadece yaygınlaştırma konusuna diker de pekiştirme konusunu unutursak, düşman saldırılarına karşı koyamayız. Bunun sonucunda, yaygınlaşma sırasında elimize geçen toprakları kaybetmekle kalmaz, üs bölgelerinin varlığını da tehlikeye atmış oluruz. Doğru yol, pekiştirme yoluyla yaygınlaşmadır. İster saldırıda ister savunmada olalım belli bir duruma ulaşmak için iyi bir yoldur bu. Eğer savaş uzayıp gidiyorsa, üs bölgelerinin pekiştirilmesi ve yaygınlaştırılması sorunu, her gerilla birliğinin devamlı olarak karşılaşacağı bir sorun olarak ortaya çıkar. Bu (sayfa 229) sorunun özel çözümü şüphesiz somut şartlara bağlıdır. Bir dönemde ağırlık yaygınlaşmaya, yani, gerilla bölgelerinin yayılmasına ve gerilla birliklerinin genişlemesine kayar. Başka bir dönemde, pekiştirme konusuna daha büyük önem verilir, yani, halkı örgütleme ve birlikleri eğitme konuları ağırlık kazanır. Pekiştirme ve yaygınlaştırma görevleri birbirinden farklı oldukları için, bu görevlerin askerî tertip ve yürütme biçimleri de değişik olacaktır. Bu sorunu doğru olarak çözmenin yolu, zamana ve somut şartlara göre birine ya da ötekine daha büyük ağırlık vermektir.
      5. Düşman Kuvvetlerinin ve Bizim Kendi Kuvvetlerimizin Kuşatma Çeşitleri
      Bir bütün olarak ele alındığında. Japonlara karşı yürüttüğümüz savaşta düşmanın stratejik kuşatma çemberi içinde olduğumuz muhakkaktır. Çünkü düşman stratejik saldırılara ve dış hat eylemlerine, biz ise stratejik savunmaya ve iç hat eylemlerine girişmiş bulunuyoruz. Düşmanın bize kabul ettirdiği birinci kuşatma budur. Ancak, sayıca üstün kuvvetlerimizle, kendi dış hatlarından bize doğru kollar halinde eylemlere girişen düşman kuvvetlerini, saldırı, çatışma ve dış hat eylemlerimizle bu defa da biz kuşatmış oluyor, ayrı ayrı ilerleyen düşman kollarını çembere almış bulunuyoruz. Diğer taraftan, düşman gerilerindeki gerilla üs bölgelerimizi ele alacak olursak, her üs bölgesi ya Wutai dağlık bölgesinde olduğu gibi dört yanından, ya da kuzeybatı Shansi bölgesinde olduğu gibi üç yanından kuşatılmış bulunuyor. Düşmanın bize kabul ettirdiği ikinci tip kuşatma da bu. Fakat çeşitli üs bölgeleri arasındaki karşılıklı bağlara, ayrıca bu gerilla üsleriyle düzgün kuvvetler cephesi arasındaki bağlantılara bakılacak olursa, bu defa da biz düşman (sayfa 230) birliklerinin büyük bir kısmını çembere almış oluyoruz; Meselâ Shansi'de, Tatung - Puchow demiryolu bölgesini (demiryolunun doğu ve batı yakalarını ve güney ucunu) üç tarafından, Taiyuan şehrini de dört tarafından kuşatmış bulunuyoruz; Hopeh ve Shantung gibi bazı illerde de benzer kuşatmalarımız görülüyor. Bu da bizim düşmana kabul ettirdiğimiz ikinci tip kuşatma. Böylece, tıpkı Weich (eski bir Çin santrancı) oyununda olduğu gibi, düşman bize biz düşmana, ikişer türlü kuşatma kabul ettirmiş oluyoruz. Düşmanla aramızdaki savaş ve çatışmalar, karşı tarafın oyundaki aletlerini almaya benziyor. Düşman kaleleri ve bizim gerilla üs bölgelerimiz de oyundaki kuşatmayı önleyici boşlukları andırıyor. İşte, gerilla üs bölgelerinin stratejik önemi burada, bu boşlukları sağlamasında aranmalıdır. Bu sorunu. Japonlara karşı savaşta bu şekilde ortaya koymak demek, milletin askeri otoritelerinden ve çeşitli bölgelerde çalışan gerilla önderlerinden, gerilla savaşını düşman hatları arkasında geliştirmelerini ve üs bölgelerini nerede mümkünse orada kurmalarını ve bunları stratejik görevler saymalarını istemek demektir. Adı geçen ilgililer bunu defterlerinin bir köşesine yazsınlar. Eğer uluslararası plânda, stratejik birimi Çin olmak üzere, Sovyetler Birliğinin ve muhtemelen başka ülkelerin yardımıyla bir Pasifik bölgesi anti-Japon cephesi kurmayı başarabilirsek ve bizim dışımızdaki ülkeler de gerektiğinde stratejik birim olarak savaşa katılmayı göze alabilirse, o zaman, düşmanın bize kabul ettirdiğinden bir fazla kuşatma tipini ona kabul ettirmiş olacak, faşist Japonyayı kuşatıp yok edebileceğiz: Muhakkak ki, bugün için küçük bir uygulama değeri olan bu sonuncu kuşatma tipi, gelecekteki muhtemel gelişmelerden birini göstermektedir. (sayfa 231)


      5.
      MAO TSE-TUNG YOLDAŞIN HALK SAVAŞİ TEORİSİNİN ULUSLARARASI ÖNEMİ
      Lin Piao
     
      Çin devrimi, büyük Ekim Devriminin bir devamıdır. Ekim Devriminin yolu bütün halk devrimlerinin ortak yoludur. Çin Devrimi ve Ekim Devrimi şu ortak niteliklere sahiptirler:
      1. Her ikisi de çekirdeği Marksist-Leninist bir parti olan işçi sınıfı tarafından yönetilmiştir;
      2. Her ikisi de işçi-köylü ittifakına dayanmıştır;
      3. Her iki durumda da devlet iktidarı devrimle ele geçirilmiş ve proletarya diktatörlüğü kurulmuştur;
      4. Her iki durumda da devrimin zafere ulaşmasından sonra sosyalist sistem kurulmuştur.
      5. Her ikisi de dünya proleter devriminin öğeleridir.
      Şüphesiz Çin devriminin kendine özgü nitelikleri de vardır. Ekim Devrimi emperyalist Rusya'da oldu, oysa Çin Devrimi yarı-sömürge ve yarı-feodal bir ülkede gerçekleşti. Birincisi bir proletarya sosyalist devrimi idi, ikincisi ise yeni demokratik devrimin tam bir zafere (sayfa 232) ulaşmasından sonra sosyalist devrime dönüştü. Ekim Devrimi şehirlerdeki silahlı ayaklanmalarla başladı, sonra kırsal bölgelere yayıldı, oysa Çin devrimi şehirlerin kırsal alanlardan kuşatılması ve sonunda zaptedilmesi ile ulus çapında bir zafere ulaşmıştır.
      Mao Tse-tung yoldaşın büyük değeri; Marksizm-Leninizmin evrensel gerçeğiyle Çin devriminin somut uygulamasını kaynaştırabilmesinde ve Çin halkının uzun devrimci mücadelesi sırasında edinilen deneyleri ustaca genelleştirerek ve özetleyerek, Marksizm-Leninizmi zenginleştirmiş ve geliştirmiş olmasındadır.
      Mao Tse-Tung yoldaşın halk savaşı teorisinin böyle savaşların nesnel yasalarına uygun olduğu ve sağlamlığı Çin devriminin uzun deneyiyle kanıtlanmıştır. Bu teori sadece Çin için geçerli olmayıp, dünyanın her yerindeki ezilen ulusların ve halkların devrimci mücadelelerine de büyük bir katkıdır.
      Çin Komünist Partisinin yönettiği halk savaşı Direniş savaşını ve Devrimci İç Savaşları kapsayarak 22 yıl sürdü. Bu, modern tarihte proletaryanın yönettiği en uzun en karmaşık ve deneyce en zengin halk savaşıdır.
      Son tahlilde Marksist-Leninist proletarya devrimi teorisi devlet iktidarının devrimci şiddet yollarıyla ele geçirilmesi ve halka-karşı savaşa halk savaşıyla karşı koyma teorisidir. Marx'ın çok uygun olarak ortaya koyduğu gibi "zor" yeni bir düzene gebe olan her eski toplumun ebesidir.
      Bu, Çin'deki halk savaşından çıkarılan derslerin temelinde bulunmaktaydı. Mao Tse-tung yoldaş en basit ve en açık bir dille bu ünlü tezi şöyle ifade etmiştir: "Siyasal iktidar tüfek namlusundan hasıl olur."[
15] Kendisi (sayfa 233) şunu da açıkça belirtmektedir ki: "İktidarın silahlı kuvvetlerle ele geçirilmesi, çıkışın savaşla yapılması, devrimin başlıca görevi ve en yüce şeklidir. Marksist-Leninist devrim ilkesi Çin için ve bütün diğer ülkeler için evrensel değerini muhafaza etmektedir."
      Savaş, emperyalizmin ve insanın insan tarafından sömürülmesi düzeninin ürünüdür. Lenin: "Savaş her zaman ve her yerde sömürücülerin kendileri tarafından, yönetici ve ezici sınıf tarafından başlatılmıştır."[16] demiştir. Emperyalizm ve insanın insan tarafından sömürülmesi düzeni var oldukça, emperyalistler ve gericiler, gerici yönetimlerini korumak ve ezilen ulusları ve halkları savaşa sürüklemek için daima silahlı kuvvete güveneceklerdir. Bu insan iradesinden bağımsız nesnel bir yasadır.
      Bugün dünyada Birleşik Devletlerin başkanlığındaki bütün emperyalistler ve onların uşakları, istisnasız olarak hepsi, devlet mekanizmalarını ve özellikle silahlı kuvvetlerini güçlendirmektedirler. Özellikle Amerikan emperyalizmi her yerde silahlı saldırılarda ve baskılarda bulunmaktadır.
      Emperyalistlerin ve uşaklarının saldırı savaşları ve silahlı baskıları karşısında ezilen uluslar ve ezilen halklar ne yapmalıdırlar? Boyun eğip ebediyen köle olarak m i kalmalıdırlar, yoksa bir direnme hareketi ile ayaklanıp kurtuluşları için savaşmalı mıdırlar?
      Mao Tse-tung yoldaşın bu soruya verdiği cevap açıktır. O demektedir ki, Çin halkı uzun araştırma ve incelemelerden sonra; emperyalistlerin ve uşaklarının ellerinde kasap bıçaklarıyla cana kıymaya çıktıklarını keşfetmiştir. Halk sonunda bunu anlamış ve onlara karşı (sayfa 234) aynı biçimde davranmak zorunda kalmıştır. Buna "Mukabele-i bil misil" denir. Son tahlilde sorun emperyalistlerin ve uşaklarının silahlı saldırılarına ve baskılarına karşı kısasa kısas savaşıp savaşmama, bir halk savaşma girişmeye ve devrim yapmaya cesaret edip etmeme sorunu olarak ortaya çıkar. Bu, gerçek devrimcileri ve Marksist-Leninistleri sahtelerinden ayırt eden en şaşmaz mihenk taşıdır.
      Bazı kimselerin emperyalistler ve gericiler karşısında korkuya kapılmaları gerçeği karşısında Mao Tse-tung yoldaş şu ünlü tezini ileri sürmüştür. "Emperyalistler ve gericiler kâğıttan kaplanlardır." O şöyle söylemektedir: "Bütün gericiler kâğıttan kaplanlardır. Görünüşte korkunçturlar fakat aslında o kadar güçlü değillerdir. Uzağı gören bir açıdan bakıldığında gerçekten güçlü olanlar gericiler değil, halktır."[17]
      Çin'in ve diğer ülkelerin halk savaşları tarihi, halkın devrimci güçlerinin zayıf ve küçük başlangıçlardan güçlü ve büyük kuvvetler haline geçmelerinin sınıf mücadelesi ve halk savaşı gelişiminin evrensel bir kanunu olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Şüphesiz halk savaşları tarihi, halkın devrimci güçlerinin zayıf ve küçük başlangıçlardan güçlü ve büyük küvetler haline geçmelerinin sınıf mücadeleleri ve halk savaşı gelişiminin evrensel bir kanunu olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Şüphesiz halk savaşı, gelişmesi sırasında kaçınılmaz olarak birçok zorluklarla karşılaşılacak birçok iniş-çıkışlar ve gerilemeler kaydedilecektir; fakat hiçbir kuvvet onun kaçınılmaz zafer doğrultusundaki genel yönetimini değiştiremeyecektir. (sayfa 235)
      Mao Tse - tung yoldaş düşmanı stratejik bakımdan küçümsemeniz, fakat taktik bakımından bütün gücünü de hesaba katmanız gerektiğine işaret etmiştir. Düşmanı stratejik bakımdan küçümsemek bir devrimcide aranan ilk şeydir. Düşmanı küçümseme ve yenme cesareti olmaksızın, değil zafere ulaşmak, bir devrim hareketine girişmek ve bir halk savaşı vermek bile olanaksızdır.
      Aynı zamanda devrimciler için düşmanın taktiklerini tam olarak hesaba katmak da çok önemlidir. Taktik bakımdan düşmanın gücünü tam hesaplamadan ve somut koşullan incelemeden, uyanık bulunup mücadele sanatını öğrenmeye büyük dikkat sarf etmeden ve her ülkede devrimin somut uygulanmasına ve somut mücadele sorunlarına uygun düşecek mücadele biçimleri benimsemeden halk savaşında zafer kazanmak yine imkânsız olacaktır.
      Diyalektik ve tarihi materyalizm bize; asıl önemli olanın- belli bir anda güçlü görünmekle birlikte, şimdiden yok olmaya başlamış olan şeyi değil, belli bir anda güçlü görünmemekle birlikte, yeni doğan ve gelişen şey olduğunu öğretmektir. Zira ancak yeni doğan ve gelişen şey yenilemez.
      Niçin görünüşte zayıf olan yeni doğmuş güçler, o kadar sağlam görünen eski güçleri daima yenebilmektedirler?
      Bunun nedeni gerçeğin ve kitlelerin onlardan yana olması öte yandan gerici sınıfların daima kitlelerden kopmuş ve kitleleri karlılarına almış olmalındır.
      Bu, Çin devriminin zaferinde, bütün devrimlerin tarihinde, bütün sınıf mücadeleleri tarihinde ve bütün insanlık tarihinde hep böyle olagelmiştir.
      Emperyalistler Mao Tse-tung yoldaşın "emperyalizm ve bütün gericiler kâğıttan kaplanlardır" tezinden son derece korkarlar ve revizyonistler bu teze fena halde düşmandırlar. Hepsi bu teze karşı çıkarlar ve hücum (sayfa 236) ederler ve dar kafalılar da bu tezle alay ederek aynı yolu izlerler. Fakat bütün bunlar bu tezin önemini zerre kadar azaltmaz. Güneş balçıkla sıvanmaz.
      Mao Tse-tung yoldaşın halk savaşı teorisi, sadece bir halk savaşına girişmeye cesaret etme sorununa değil, aynı zamanda bu savaşın nasıl yürütüleceği sorununa da çözüm getiren bir teoridir.
      Mao Tse-tung savaşı kanunlarına göre yönetmekte usta olan büyük bir devlet adamı ve askerlik bilginidir. Halk savaşı için formüllendirdiği çizgi ve politikasıyla, strateji ve taktiklerle en zor ve karmaşık koşullar altında halk savaşı gemisini bütün gizli kayalıklardan geçirerek zafer kıyılarına yöneltmekte Çin halkına önderlik etmiştir.
      Şurası da belirtilmelidir ki; Mao Tse - tung yoldaşın kırsal alanlarda devrimci üsler kurma ve şehirleri kırsal bölgelerden kuşatma teorisi bütün ezilen ulusların ve halkların Amerikan emperyalizmine ve onun uşaklarına karşı giriştikleri devrimci mücadeleler için belirgin olarak, evrensel pratik önem taşıyan bir teoridir.
      Bugün Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki birçok ülkenin halkları, başta Birleşik Devletler emperyalizmi olmak üzere emperyalistler ve uşakları tarafından yönetilen geniş çapta bir saldırının, köleleştirmenin baskısı altındadırlar. Bu ülkelerin çoğundaki temel siyasal ve ekonomik koşullarla, eski Çin'in koşullan arasında birçok benzerlikler vardır. Çin'de olduğu gibi, bu ülkelerde de köylü sorunu son derece önemlidir. Köylüler, emperyalistlere ve uşaklara karşı yapılan milli demokratik devrimin başlıca gücünü teşkil ederler. Emperyalistler bu ülkelere saldırırlarken çoğunlukla büyük şehirleri ve ana haberleşme hatlarını ele geçirerek işe başlarlar. Fakat geniş kırsal bölgeleri tamamen denetimleri altına almaya güçleri yetmez. Ancak ve ancak kırsal bölgelerde devrimcilerin (sayfa 237) serbestçe manevra yapabilecekleri geniş alanlar sağlamak mümkündür. Devrimcilerin kesin zafere doğru ilerlemelerini sağlayacak devrimci üsler, yine ancak ve ancak kırsal, alanlarda kurulabilir. İşte bu nedenlerdir ki; Mao Tse-tung yoldaşın kırsal bölgelerde devrimci üsler kurma ve şehirleri kırsal alanlardan kuşatma teorisi, bu ülkelerin halkları arasında gittikçe daha fazla ilgi toplamaktadır.
      Yeryüzünün tümü ele alındığında, eğer Kuzey Amerika ile Batı Avrupa'ya "dünyanın şehirleri" denebilirse; Asya, Afrika ve Lâtin Amerika'da "dünyanın kırsal alanları"nı teşkil ederler. II. Dünya savaşından bu yana, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa kapitalist ülkelerindeki devrimci proletarya hareketleri türlü nedenlerle geçici olarak bastırılabildiği halde; Asya, Afrika ve Latin Amerikadaki devrimci halk hareketleri hızla gelişmektedir. Böylece çağdaş dünya devrimi de, bir anlamda, şehirlerin kırsal alanlardan kuşatılması manzarası arzetmektedir. Son tahlilde, dünya devrimi davasının tümü, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu meydana getiren Asya, Afrika ve Latin Amerika halklarının dev imci mücadelelerine dayanmaktadır. Bu bakımdan sosyalist ülkeler Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki halkların devrimci mücadelelerini desteklemeyi uluslararası bir görev saymalıdırlar.
      Ekim Devrimi, ezilen halkların devriminde yeni bir çağ açmıştır. Ekim Devriminin zaferi, Batıdaki proletarya sosyalist devrimleriyle, Doğunun sömürge ve yarı-sömürge ülkelerindeki millî demokratik devrimler arasında bir köprü kurmuştur. Çin Devrimi de sömürge ve yarı sömürge ülkelerde, millî demokratik devrimler ile sosyalist devrimlerin bir birine nasıl bağlanacağı sorununu başarıyla çözümlemiştir.
      Mao Tse-tung yoldaş, Ekim Devriminden bu yana (sayfa 238) geçen zaman içinde; herhangi bir sömürge, ya da yarı sömürge ülkede gerçekleşen anti-emperyalist devrimin, artık eski burjuva ya da kapitalist dünya devriminin bir parçası olmadığına, tam tersine yeni dünya devriminin proleter sosyalist devrimin bir parçası olduğuna işaret etmişti.
      Mao Tse-tung yoldaş eksiksiz bir yeni-demokratik devrim teorisi formüllendirmiştir. Ve bütün diğerlerinden farklı olan bu devrimin, ancak proletaryanın önderliğinde geniş halk yığınlarının, emperyalizme feodalizme ve bürokrat kapitalizme karşı giriştiği bir devrim olabileceğini, üstelik böyle olması gerektiğini göstermiştir.
      Bu demektir ki, devrim; başka bir sınıf ya da parti tarafından değil ancak proletarya tarafından ve Marksizm-Leninizmle silahlanmış gerçek devrimci bir parti tarafından yönetilebilir ve yönetilmelidir.
      Bu demektir ki devrim; sadece işçileri, köylüleri ve şehir küçük burjuvazisini değil ayrıca ulusal burjuvaziyi ve diğer yurtsever anti - emperyalist öğeleri de kapsamına alır.
      Nihayet bu demektir ki; devrim; emperyalizme, feodalizme ve bürokrat kapitalizme karşı yönetilmiştir.
      Yeni - demokratik devrim kapitalizme değil sosyalizme götürür. (sayfa 239)





Dipnotlar

[1] Hunan ve Kiangsi eyaletlerinin birleştiği bölge kastediliyor. 1928 Nisanında, burada bağımsız kızıl bir rejim kurulmuştu.
[2] Bu sadece geçici bir tedbirdi; ordunun büyümesi ve alanın genişlemesiyle birlikte vergilendirme gerekli ve mümkün hale geldi.
[3] Bu uygulama Kızıl Orduda uzun süre devam etmiştir. Sonraları, rütbelerine göre subaylarla erlere hafifçe farklı bir işlem yapılmağa başlandı.
[4] 1 para, aşağı yukarı, gümüş doların binde birine eşittir. (Adam basma harcanan para ise günde bir gümüş doların onda biri kadar tutmaktadır. Çev.)
[5] Nanehang Ayaklanmasına katılan birlikler. 1 Ağustos 1927'de Kuomintang'a karşı ayaklanan bu birlikler Kızıl Ordunun ilk birlikleri oldu. Kızıl Ordunun kuruluşu da bu olayla başlar.
[6] Chiang Kai-Shek, 21 Mayıs 1927'de, Changsha'da karşı devrimci şiddete başlamıştı.
[7] Bir Li, aşağı yukarı 530 metredir. (Çev.)
[8] 1927'de devrimcilerin yenilgisini izleyen kısa bir dönem içinde, Chiang Kai-shek'in ihanetinden sonra, Komünist Partisi saflarında "Sol serüvencilik" eğilimi belirdi. Çin devrimine bir "sürekli devrim" gözüyle bakılmağa başlandı. Cindeki devrimci ortama da "sürekli ayaklanma" gözüyle bakılıyordu. Düzenli bir geri çekilme örgütlenmekten kaçman serüvenciler, otoriter olma yolunu benimsediler, parti üyelerinin küçük bir kısmı ile küçük bir kitleye dayanıyorlardı. Ülkenin dört bir yanında ayaklanma çıkarma teşebbüsüne girişerek hata ettiler. Tabii bir başarı elde edemediler. 1928 de sönen bu serüvencilik akımının hâlâ bazı kalıntılarına rastlanıyor.
[9] 1933 Temmuzunda Kuling'de, Kiukang'daki dağ yazlığında (Kiangsi ilinde) anti-komünist subay kadrolarını yetiştirmek için bir merkez kuruldu. Burada, Alman, İtalyan ve Amerikalı öğretmenler faşist siyasî ve askerî eğitim vermekle uğraşıyordu.
[10] Bir takım müstahkem binalar yapıp yavaş fakat düzenli ilerleme stratejisi.
[11] 1930-1934 arasında, Kiangsi çevresindeki Kızıl bölgeye Chiang Kai-shek beş büyük taarruz yaptı. Beşincisi 1933 Ekiminde başladı. Bundan bir yıl sonra Kızıl Ordu 8000 millik Uzun Yürüyüşüne başladı ve 1935 Ekiminde kuzey Shensi'ye vardı.
[12] Kuomintang-Komünist Ortak Cephesinin 1926 Temmuzunda Kanton'dan başlayarak, Kuzeyli savaş ağalarına karşı giriştiği bu hareket 1927 yılı ortalarına kadar Çin'in büyük bir kısmının Milliyetçilerin eline geçmesiyle sonuçlanmıştı.
[13] Japonlara karşı gerilla savaşının altı stratejik sorunu, Mao Tse-tung tarafından şu şekilde sıralanmaktadır;
      1 -Bir savunma savaşı içinde teşebbüs bizde olmak, değişken olmak ve plân çerçevesinde yürütülmek şartıyla saldırılarda bulunmak; uzun süreli bir savaş, hızlı karar verip çatışmalara girişmek, iç hat eylemleri içinde dış hat eylemleri yürütmek,
      2 -Düzenli savaşla işbirliği,
      3 -Üs bölgeleri kurmak,
      4 -Stratejik savunmaya ve stratejik saldırıya girişmek,
      5 -Hareketli bir savaşa geçmek ve
      6 -Doğru komuta ilişkileri kurmak. (Selected Works, Cilt, II. s. 122-23)
[14] Japonlara karşı savaş deneyi, ovalarda da uzun süre ayakta kalabilecek üs bölgeleri kurmanın mümkün olduğunu kanıtlamıştır.
[15] "Problems of War and Strategy," Mao Tse-tung, Selected Works, Cilt 2, s. 272.
[16] "The Revolutionary Army and the Revolutionary Goverment," V.İ.Lenin, Collected Works, Cilt 8, Moskova 1967, s. 565.
[17] "The Stituation and Our Policy after the Victory in the War of Resistance against Japan," Mao Tse-tung, Selected Works, Cilt 5, New York, 1961 s. 14-15.


Sayfa başına gidiş