I . Toplumun kökenleri.
|
İdealistlerin, ilk toplumsal şekillenmelerle ilgili açıklamaları kadar karışık ve tutarsız bir şey yoktur. Havva ile Adem efsanesini bir yana bırakalım, en yaygın tezlerden biri, aileyi toplumun ilkel hücresi gibi kabul eder. Gerçekte, aile tipi, sıkı sıkıya egemen olan üretim ilişkilerine bağlı toplumsal bir kurumdur. Burjuva toplumbilimcilere gelince, onlar, tekniklerden ve ilkel inançlardan başka bir şeyle ilgilenmezler, ve mekanist materyalizm ile idealizm arasında sallanır dururlar. Ayrıca, toplumsal gelişmeyi, toplum "hacmi"nin genişlediği açısından ele alırlar: bunda "klanlardan imparatorluklara" doğru bir geçiş görürler. Yalnız marksizm, ilkel toplumların da, bütün toplumlar gibi, bir iktisadi temelleri olduğunu göstererek bunların bilimsel bir tanımlamasını yapar.
Bu dönemin üretici güçleri çok az gelişmişti. Taş avadanlıklar, hatta daha sonra ortaya çıkan ve tam bir silah haline gelen yay ve oklar, insanın, doğa güçlerine ve av hayvanlarına karşı tek başına savaşım verebilecek durumda olmasına yetecek kadar güçlü değillerdir. Onun için insanlar, güçlerini (sayfa 343) birleştirerek, tehlikelere karşı koymaya çalışıyorlardı.
İlkel komünü sona erdiren, sınıfları ortaya çıkaran nedir? Bu, hiç de idealistlerin ileri sürdükleri gibi insanın kötülüğü değildir, marksizmin öğrettiği gibi üretici güçlerin gelişmesidir.
Gerçekte, insanın, malları, kendi adına yığabilmesi için, toplumun, ilkel komünün yararlandığı, güvencesi olmayan kaynaklardan daha fazla maddi malları elinde bulundurması gerekiyordu. İlkel komünün elindeki kaynaklar toplumun yaşamını sürdürmesini ancak sağlıyordu. Bu koşullarda, mallara elkoymak, kendi soyundan olanları ölüme mahkum etmek demektir: yalnız ortak savaşım, çeşitli tehlikelere göğüs germeye olanak verdiğine göre, bundan hiç kimsenin çıkarı yoktur. Kendi adına yığabilme olanağının bulunması için toplumun öteki üyelerinin yaşamlarını devam ettirmeleri için gerekli şeylere sahip olmaları ve ayrıca bir fazlalığın bulunması, dolayısıyla da üretici güçlerin ilerlemiş olması gerekir.
Üretici güçlerin bu ilerlemesi, o zaman doğaya karşı savaşımı son derece kolaylaştırmakta olan ilkel komünün bağrında oluştu. Belli başlı aşamalar şunlar oldular: ok ve yay yardımıyla hayvanların evcilleştirilmesi, ve çobanlarla ilkel avcılar arasında işbölümü; sonra metal aletler (demir balta, saban demiri) sayesinde tarıma geçiş; ve daha sonra zanaatların ve tarımın farklılaşması; burada, çömlekçiliğin, yedeklerin saklanmasına olanak sağladığını da ekleyelim.
Bu ilerlemelerin kayda değer sonuçları vardır. İlkin hayvan yetiştirme ve tarım, av raslantılarından çok daha düzenli ve bol kaynaklar sağlıyor.
Hayvanların evcilleştirilmesi erkeğe ekonomik olarak ayrıcalıklı bir durum verdi. Böylece veraset hukukunu altüst edebildi ve baba nesebini kurabildi.
İnsanın insan tarafından sömürüsünün kökenini incelerken onun doğasını ortaya koymuştuk: üretim araçlarının sahibi, üretici güçlerin, gelişmelerinin belli bir düzeyinde, üretim araçları mülkiyetinden yoksun emekçinin yaşaması için gerekli asgariye oranla yaratabildikleri fazlalığı kendisine maleder.
Tarihte, insanın insan tarafından sömürüsünün üç biçimi tanınır: köleci sömürü, feodal sömürü, kapitalist sömürü. Burada kısaca ilk ikisini belirleyeceğiz. Bundan sonraki dersi, üçüncü sömürü biçimine ayıracağız.
Köleci üretim ilişkilerinin özgül çelişkisi, köle sahibi olan efendiler sınıfı ile köleler sınıfı arasındaki çelişkidir. Köle sağlamak için yapılan savaş, ve bunun yarattığı kölelik düzeni, savaş tutsaklarının zorla çalıştırılmasından başka bir şey değildir. Başından sonuna kadar amansız bir sınıf savaşımının geçtiği bir tiyatro sahnesidir.
Köle sahibinin üretim araçları ve emekçi üzerindeki mülkiyeti, üretim ilişkilerinin temelini oluşturur ve özünde, üretici güçlerin durumuna uygun düşer. Eski savaş tutsağı olan köle, bir hayvan gibi satın alınabilir, satılabilir ve öldürülebilir. Üretim araçları bir azınlığın elinde toplanmıştır, toplum üyelerinin çoğunluğu ise azınlığa bağımlıdır. Ortak ve serbest çalışma son bulmuştur; varolan, yalnızca, bir yanda sömürülen emekçinin zorla çalıştırılması, öte yanda ise üretimle ilgilenmeyen ve onu artırmak için kölelerin sayısını artırmaktan başka yol göremeyen efendilerin aylaklığı. Köle sahibi ilk ve en belli başlı mülk sahibidir, mutlak sahiptir.
Kölenin hiçbir hakkı yoktur. Aylaklık, işsiz-güçsüzlük, özgür insanın yetkinliği sayılmaktadır. EI emeği ve köle emeği horgörülmektedir. Uzlaşmaz karşıt sınıflarla birlikte, köleleri olduğu yerde tutabilmek için zorunlu özgül organlar da kaçınılmaz olarak ortaya çıkar: bu, devletin başlangıcıdır. Hukuk, ahlak, din, idealist felsefe, egemen sınıfın hizmetinde rollerini oynarlar, ve kendileri de toplumun sınıflara (sayfa 351) bölünüşünün bir ürünüdürler.
Köle, sömürüyü iliğine kadar hissetmektedir: emeğinin tüm ürününün efendiye gittiği duygusundadır; gerçekte bunun bir bölümü -gerçekten de en ufak asgariye indirilmiş bir bölümü- besin olarak kendisine verilmektedir. Ama, kölelerin savaşım biçimleri, ilkel ve gelişmemiş biçimlerdir: zoraki çalışmaya karşı pasif direnme, efendinin malikanesinden kaçma, korsan çeteleri kurma, ensonu toplu ayaklanma.
Köleci toplumun bağrında öteki sınıflar da gelişir. Zanaatlar tarımdan ayrıldığı zaman, zanaatçılar sınıfı da ortaya çıkar; sonra meta değişimlerinin gelişmesi, tacirler sınıfını doğurur.
Ve buradan yeni çelişkiler ortaya çıkar. İki üretici arasında zorunlu bir aracı olan tacirler sınıfı, hızla ve pek büyük zenginlikler, ve zenginlikleriyle orantılı olarak toplumsal bir etkinlik kazanırlar. Siyasal iktidarı kendi sınıf çıkarları doğrultusuna yöneltmek için büyük toprak sahipleriyle rekabet ederler (Yunanistan'da "demokratlar"ın "aristokratlar"a karşı, Roma'da "plebyenler"in "patrisyenler"e karşı savaşımı).
Ama bu ikincil çelişkiler, baş çelişkiyi maskeleyemez: zenginliklerin, ticareti canlandıran üretimin artışını sağlayan, köleliktir. Bu üretimin ve onunla birlikte emeğin verimliliğinin artışı insanın emek-gücünün değerini artırır. Toplumsal sistemin esas bir öğesi haline gelen kölelikten vazgeçilemez olur artık.
Efendilerle kölelerin çıkarları arasındaki çelişki, teknik ilerlemeler, kölelik sisteminin, köle haline getirdiği geri kalmış kabileler üzerinde bir üstünlük kurmasını sağladığı sürece, bu sistem için bir tehlike oluşturmuyordu. Ama, köleci üretim ilişkileri, bir kez üretici güçlerin gelişmesinin başlıca gücü olduktan sonra köstek haline geldiler. Örneğin İS 2. yüzyılda, İskenderiyeli Heron buharlı makinenin ilkesini bulmuştu. Ama bunun pratik sonuçları olmadı: köle emeğinin işlemez, etkisiz hale getirdiği yeni teknikleri üretime getirmek yerine, yeni köleler toplamak yeğ tutuluyordu. (sayfa 352) Teknik üstünlük, sonunda, yerini teknik durgunluğa ve giderek tekniğin gerilemesine bıraktı.
Öte yandan, köle toplamak, sürekli savaşı gerektiriyordu, yoksa kölelerin çocuklarını yetiştirmek gerekecekti. Nesnel çelişkilerin ve dinsel ve siyasal savaşımların içiçe girdiği uzun bir cançekişme sonunda, antikçağın köleci devleti, Roma İmparatorluğu, Barbarların darbeleri altında çöktü. Tam, teknik geriliği ve iç çelişkileri -iktisadi ve siyasal- artık Barbarlara üstün gelmesini ve böylece köleler toplamasını sağlayamaz olduğu anda çöktü. Çünkü, Barbarların Roma devletine karşı savaşımı, kısaca, köle haline getirilişlerine karşı savaşımdan başka bir şey değildir. Kendisi, sisteminin mantığı gereği, Roma devleti, sürekli saldırgan durumdaydı.
Böylece, sistemin kendisi, üretici güçlerin niteliğiyle çelişki haline girince, köleci düzenin kendi özgül çelişkisi, onu, yıkıma götürdü. Ekonomiyi yeniden kalkındırmak için yeni üretim ilişkileri gerekiyordu: bu yeni üretim ilişkileri, köleliğin yıkıntıları üzerinde geliştiler: bu, feodal düzen oldu.
Feodal düzen, özel mülkiyetin bir evrimini gösterir. İktisadi temeli feodal senyörün üretim araçları üzerindeki mülkiyeti ve emekçi, yani serf üzerindeki sınırlı mülkiyetidir. Feodal, artık, serfi öldüremez, ama onu her zaman [toprakla birlikte] satabilir ve satın alabilir. Serf, köylü ya da zanaatçı olan serf, kendisi için ancak kendi aletlerine ve kendi kişisel çalışmasıyla kurulmuş olan kendi özel ekonomisine sahiptir. Böylece bir aileye sahip olabilir ve serfler, esas olarak kölelik verasetiyle sağlanır. Bu üretim ilişkileri, özünde, üretici güçlerin durumuna uyar.
Sömürünün özü, burada da, serfin üretim fazlasına, senyör tarafından özel olarak elkonulmasından ibarettir. Örneğin, serf, üç gün kendisi, üç gün de senyör için çalışır. Sömürü, kölelik çağına oranla ancak farkedilecek kadar yumuşamıştır; "serf" sözü bile "köle" anlamına gelen "servus" sözünden gelmektedir. Bütün haklar senyöre, feodal beye aittir. Feodal bey, kendi serflerini komşu beylerin haydutluk ve (sayfa 353) yağmasına karşı "korumak" bahanesiyle, onlardan yüklü ayni yükümlülükler talep ederek kendisi soyar. Serflerin savaşım biçimleri de ilkel kalmakta devam eder: beyin arazisinden (fieften), kaçmak, ormanlarda çeteler kurmak, ensonu başkaldırma, ya da serflerin, senyörün kendilerine ait yükümlülükleri kaydettiği tirşeleri (parchemins) yok etmeye çalıştıkları jaköri (jacqueries) isyanları.
Vahşi bir baskı Jaklar'ın Üzerine çullanmaktadır.[38] Feodal üretim ilişkilerinin özgül çelişkisinin yansısı, feodallerle serfler arasındaki sınıf savaşımı, düzenin başından sonuna kadar sürer. Öte yandan bu çelişki yeni çatışmaların tohumu olan yeni bir biçimde gelişir: serflerin, kendilerini zanaata sonra da ticarete veren bir bölümü, yeni bir sınıf yaratır. Bu kasaba (burg) sakinleri burjuvalar ile feodaller arasındaki çıkar çelişkileri, büyüyecektir. Genç burjuvazi, üretici güçleri geliştirmeye ve yeni bir iktisadi güç oluşturmaya adaydır. Başlangıçta, üretici güçlerin niteliğine uygun olan feodal üretim ilişkileri, bu güçlerin gerisinde kalacak ve bu güçler için bir engel haline gelecektir. Başlangıçta, ikincil olan ve köleliğin bağrında üretici güçlerin gelişmesinden doğan burjuvazi ile feodalite arasındaki çelişki, yavaş yavaş ön plana geçer ve sonunda başrolü oynar.
Gerçekten, köyde yaşayan serflerin savaşımı, onların yazgısında biraz iyileşme sağlamıştı, çünkü feodaller, burjuvaların serflerde kendilerine müttefik bulmalarından korkuyorlardı. Ama serflerin savaşımı, kendi başına, feodal üretim ilişkilerinin tasfiyesine varamazdı; çünkü yeni üretici güçler köyde değil, kentte gelişiyordu. Serfliği ortadan kaldıran burjuva demokratik devrimdir. Feodal üretim ilişkilerinin özgül çelişkisi, ancak, bu ilişkiler üretici güçlerin yeni niteliği ile şiddetli bir çelişki haline girdikleri zaman ortadan kalkabilirlerdi. İktisatta yeni bir gelişme olabilmesi için yeni üretim ilişkileri gerekiyordu: feodal sistemin kalıntıları üzerinde kapitalist sistem yükseldi. (sayfa 354)
Şuna işaret edebiliriz ki, her olayda yeni üretim ilişkilerine varacak olan yeni üretici güçler, eski düzenin dışında, bu düzenin ortadan kalkışından sonra değil, tersine, bu düzenin bağrında, içinde ortaya çıkarlar. Her kuşak kendisi için kısa vadede yararlı olacak belli teknik gelişmeleri gerçekleştirmeye çalışır ve bu, daha önceki kuşakların çalışmalarının yarattığı mevcut üretim koşullarına kendini uydurmak zorunda olduğu içindir. Ayrıca, belirli bir kuşak, üretici güçlerde gerçekleştirilmiş olan gelişme ve iyileştirmelerin zamanla oluşturabilecekleri toplumsal sonuçların bilincinde değildir: o, yalnızca kendi günlük çıkarlarını düşünür. Ancak belirli bir zaman sonradır ki, egemen sınıflar, tehlikenin farkına varırlar ve üretici güçlerin atılımını bilerek frenlerler. Her kuşak, anlamadığı bir nedenler ve sonuçlar bağlantısı içine sürüklenir. Yeni üretim ilişkileri, insanların bilinçli ve önceden düşünülüp hesaplanmış eylemlerinin sonucu değildir, tersine, kendiliklerinden ve insanların bilincinden ve iradesinden bağımsız olarak belirirler. Yeni üretim ilişkileri, hiç de keyfe bağlı değildirler, yeni üretim ilişkileri zorunluluğu, eski düzenin teknik ve iktisadi koşullarından ortaya çıkar. İşte bu, üretim tarzları diyalektiğinin önemli bir özelliğidir. Bir üretim tarzını belirleyen şey, bu düzende mutlaka tek başlarına bulunmaları gerekmeyen, ama egemen olan üretim ilişkileridir. Feodal düzenin içinde, onunla birlikte yediyüz yıl yaşamış olan burjuvazinin gelişmesi olayını daha yakından inceleyelim.
Başlangıçta: üretim düşüktür ve üretildiği yerde tüketilir, değişimler azdır ve köyün, feodallere bağımlı olan ve çok az gelişmiş bulunan kente karşı bir üstünlüğü olduğu görülür. Sonra, 12. yüzyıla doğru, serfliğin kendisinin olanaklı kıldığı zanaatlardaki ilerleme sayesinde kentlerde yeni olaylar kendini gösterir: pazar için bir üretim fazlalığı. Bunun üzerine metaların alım-satımında uzmanlaşmış bir sınıfla, yani burjuvazinin ilk embriyonu olan tacirlerle birlikte, (sayfa 355) panayırlar ortaya çıkar.
Burjuvazinin feodallere karşı sınıf savaşımının ilk biçimi olan komün hareketi, kökenini, burjuvazinin bu atılımından alır: feodal, tanıdığı özgürlük ve bağışlamalar karşılığında, para ile ödenen haklar talep eder; aynı yolla burjuvalar çeşitli siyasal haklar satın alırlar: kentlerini duvarlarla çevirmek, para basmak, hapishane inşa etmek, silahlı bir milis kuvvetine, seçilmiş temsilcilere, müstahkem kuleleriyle bir belediye dairesine sahip olmak gibi. Kral da, çoğu kez, feodal devletin güçlendirilmesi ve yürütülmesi için kendisine gerekli olan borç para karşılığında, kendi rakipleri olan feodallere karşı, burjuvalara arka çıkar.
Haçlı seferleri, Akdeniz yolunu açarak, ticaret burjuvazisini geliştiriyor. Aynı zamanda, değişimlerin zorunlu yardımcısı bankacılar sınıfı büyüyor (Floransa).
Yüz Yıl Savaşı, feodallerin askeri bakımdan güçsüz düştüğünü,[39] ve İngiliz burjuvazisinin, Belçika burjuvazisinin (çuhacı Artevelde ile) ve Fransız burjuvazisinin (çuhacı Etienne Marcel ile) güçlendiğini doğruladı. Askeri teknikteki ilerlemeler senyörlerin durumunu sarsıyor: ateşli silahlar o kadar pahalıdır ki, ancak tacirlerin finanse ettikleri kral bunları satın alabiliyor; böylece kral, büyük şatoları çeviren surları yıkacaktır.
15. yüzyılın sonunda altın elde etme niyetiyle büyük buluşlar yapıldı. Avrupa pazarlarında altına hücumun olağanüstü sonuçları oldu: büyük bir hızla koskoca servetler toplanıyor, fiyatlar yükseliyor, senyörler iflas ediyor. Mediciler gibi, büyük burjuva aileleri, çağın gerçek krallarıdırlar, hesaba katılması gereken büyük bir güç oluştururlar. Monarşi, burjuvaziden elde ettiği mali desteğin karşılığında, ona tekeller bağışlar.
İşte o zaman manüfaktür ortaya çıkıyor, çünkü hem önceki dönemde birikmiş olan sermayeler mevcuttur, hem de ticaret öyle bir atılım göstermiştir ki, feodal düzenin ayırıcı özelliği olan zanaat üretimi artık yeterli olmamaktadır. (sayfa 356) Böylece zanaattan ticarete, ticaretten manüfaktüre geçilmiştir, bu, üretici güçlerin ileri doğru bir adımıdır. Ticaret merkezleri, manüfaktür merkezleri haline gelirler. Manüfaktür, bir ürünün yapımının parça parça işler halinde ayrı ayrı işçilere dağıtılmasıdır: bu, ticaret amacıyla, sermayeyi artırmak amacıyla, üretimi artırmak olanağıdır. Daha önce bir araç olan ticaret, kendisi için yeni araçlar yaratan bir amaç haline gelmiştir. Böylece sanayi burjuvazisi, manüfaktür burjuvazisi, feodal toplumun bağrında ortaya çıkıyor ve onunla birlikte proletaryanın ilk embriyonları da oluşuyor. "Orta-çağ", yerini "modern zamanlara" bırakmıştır.[40] Bu, ücretli bir proletaryanın, kapitalist sömürüsüyle karakterize olan yeni üretim ilişkilerinin başlangıcıdır. Ücretli proletarya, iflas etmiş, topraklarından kovulmuş köylüler, rekabet yüzünden iflas etmiş zanaatçılar, feodallerin işsiz kalmış paralı askerleri ve feodal baskıdan kaçan bütün bu insanlar arasından sağlanıyordu: özgür, ama bütün üretim araçlarından yoksun bulunan bu insanlar açlıktan ölmemek için emek-güçlerini burjuvaya satmak zorundadırlar; çünkü kendisi de meta üretiminden doğan burjuvaya göre, her şey satın alınır ve satılır.
Bu, yeni üretim ilişkilerinin ortaya çıkışının sonucu, feodallere karşı sürekli bir sınıf savaşımıdır. Bu savaşım, senyörlerin "bağışlamalar"na karşı girişilen ilk savaşlardan beri uzun bir evrim göstermiştir.
Rönesans bunu ifade eder. Burjuvazi, feodalitenin ideolojik müttefiki Kiliseye kafa tutarken antikçağ ideolojilerinde bir dayanak bulmaktadır. Leonardo da Vinci, Erasmus ve Rabelais ile, doğayı, bilimi, aklı, insan ruhunu, gücünü yüceltir; Rabelais ve Montaigne'in ağzından ortaçağ eğitimini eleştirir. Din savaşları, bu savaşımı daha üstü örtülü, daha mistik bir biçimde ifade ederler.
Savaşım, 18. yüzyılda keskinleşir: savaşım, kuralları ile, eyaletler halinde bölünmüş durumu ile, ayrıcalıkları, vergileri ile üretici güçlerin gelişmesini ve değişmelerin genişlemesini engelleyen feodal devlete karşı yönelmektedir. Savaşımın çok keskin bir durum almasının büyük bir anlamı vardır: burjuvazi, gönençle gelişmek ve ilerlemek için zorunlu olarak, eski üretim ilişkilerini tasfiye etmenin ve yenilerine ortaksız bir hükümranlık sağlamanın kendisine gerekli olduğunu dikkate almaya başlar. Savaşım, siyasal savaşım haline gelir:
"Bunların yerini, kendisine uygun düşen bir toplumsal ve siyasal yapı ile, ve burjuva sınıfının iktisadi ve siyasal egemenliği ile birlikte, serbest rekabet aldı..."[42]
Bir an gelir ki, feodal mülkiyet ve bütün feodal düzen, üretici güçlerin atılımına karşı bir engel halini alır, eski üretim ilişkileri ile yeni üretici güçler arasındaki çelişki artık katlanılmaz olur. Yükselen sınıf, adından da belli olduğu gibi, yeni üretici güçleri geliştirme yeteneğinde olan sınıftır.
Çelişki bir uzlaşmaz karşıtlık haline gelmek üzere gelişir: ilk bakışta kendiliğinden-gelme olan savaşım, giderek daha bilinçli, daha yöntemli bir hal alır; yükselen sınıfı devrimci kılar. Savaşım, zorunlu uygunluk yasası uygulamasını gerçekleştirmenin vazgeçilmez bir aracı olur. Bundan böyle, artık savaşımın amacı, burjuvaziye feodal düzen içinde bir yer yapmak değil, bu sistemin yok edilmesidir. (sayfa 359)
Bunun içindir ki, artık yalnız bir ölçüde sahip oldukları iktisadi güç bakımından değil de doğrudan doğruya sınıf olarak varlıkları tehdit altında bulunan feodaller yönünden de savaşım daha keskin, daha amansız bir hal alır; ve bu yüzden feodaller gitgide daha gerici olurlar.
İşte o zaman Marx'ın formülü anlaşılır: sınıf savaşımı, tarihin devindiricisidir, yani sınıf savaşımı, üretim çelişkilerini çözen siyasal araçtır, sayesinde, üretici güçlerin ve bütün toplumun ileri gidebileceği araçtır. Ama sınıf savaşımı çelişkiyi çözümlüyorsa da, çelişkiyi başlatan sınıf savaşımı değildir: durup dururken keyfince çelişkiler yaratan insanların bilinci değildir. Bu devindirici (moteur) hiç ile işlemez: kendi zorunlu uygunluk yasasıyla birlikte üretim vardır burada. Ama, nasıl bir motor, yakıtının enerjisine bütün etkisini yapmasını sağlarsa, devindirici de bu yasanın alabildiğine kendini ortaya koymasına olanak sağlar. Üretimin, birbirine karşıt sınıfları doğurduğu andan itibaren ve bu sınıflar kayboluncaya kadar toplumun gelişmesi sınıf savaşımıyla olur: bir yanda, çıkarlarıyla, üretim ilişkilerinin üretici güçlerle zorunlu uygunluğuna düşman olan sınıflar, öte yanda çıkarları bakımından bu uygunluğa elverişli olan sınıflar arasındaki savaşım. Burada, burjuvazi örneğiyle şu konuya işaret edelim ki, devrimci bir sınıf, aynı zamanda sömürücü bir sınıf olabilir, ve hükmedilen bir sınıf (feodal düzendeki burjuvazi gibi) aynı zamanda sömürülen bir sınıf değildir.
Yükselen sınıf, iktisat biliminin yardımıyla, ya da hiç değilse iktisadi deneyimiyle tarihsel görevinin bilincine varır; bu bilinç kesinleşip belirginleştikçe onun devrimci savaşımı da daha etkili olur, çünkü, bu sınıf, zorunlu uygunluk nesnel yasasına dayanmaktadır.
O halde bir sonuca varmak istersek:
1. Toplumlar tarihinde ilk üretim tarzı hangisidir?
2. Sınıflar nasıl belirmiştir?
3. Kölelik düzeninin esas çizgisi nedir ve bu düzen neden
4. Feodal toplumun çelişkileri nasıl gelişirler?
[30] Başlangıçtan kapitalizme kadar ayrıntılı incelemesi için bkz. J. Baby, Principes fondamentaux d'économie politique, 1. kısım, Editions Sociales, Paris 1949 [Ayrıca bkz. P. Nikitin, Ekonomi Politik, Sol Yayınları, Ankara 1995; Zubritski, Mitropolski, Kerov, İlkel, Köleci, Feodal Toplum, Sol Yayınları, Ankara 1992. -Ed.]
[31] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 674.
[32] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, Ankara 1992, s. 62.
[33] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 675.
[34] İtalikler bizim. -G.B.-M.C.
[35] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 166.
[36] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 170.
[37] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 680.
[38] Bkz: Prosper Mérimée, La Jacquerie, Aragon'un önsözüyle, La Bibliothéque Français; ve Friedrich Engels, Köylüler Savaşı, Sol Yayınları, Ankara 1990.
[39] Poitier Savaşının arifesinde, Kral Jean komünleri silahsızlandırmıştı.
[40] Bu iki deyim, elbette bilimsel anlamda pek yetersizdir, ama gerçek bir değişmeye uygun düşmektedirler.
[41] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 676-677.
[42] Marx, Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, s. 115.
[43] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 680.
[44] Marx, Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, s. 87-88.