Georges Politzer
Felsefenin Başlangıç İlkeleri


[Türkçesi, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Sol Yayınları.}

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta:
Kurtuluş-Cephesi Dergisi
Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında:
Felsefenin Başlangıç İlkeleri (920 KB)









ÜÇÜNCÜ KISIM
METAFİZİĞİN İNCELENMESİ

TEK BÖLÜM
METAFİZİK YÖNTEM NEDİR?



I .     Bu yöntemin temel özellikleri.
            1. Birinci temel özellik: Özdeşlik ilkesi.
            2. İkinci temel özellik: Şeylerden ayırma (tecrit).
            3. Üçüncü temel özellik: Sonsuz ve aşılmaz bölmeler.
            4. Dördüncü temel özellik: Karşıtların karşı karşıya konması.
II .    Özet.
III .   Metafizik doğa anlayışı.
IV .    Metafizik toplum anlayışı.
V .    Metafizik düşünce anlayışı.
VI .    Mantık nedir?
VII .   "Metafizik" sözcüğünün açıklaması.




      BİLİYORUZ Kİ, 18. yüzyıl materyalistlerinin yanlışları, onların düşünü; biçimlerinden, onların, "metafizik yöntem" dediğimiz özel araştırma yöntemlerinden gelmektedir. Öyleyse, (sayfa 117) metafizik yöntem, özel bir dünya anlayışını anlatır, ve belirtmemiz gerekir ki, nasıl marksist materyalizmi, marksizm-öncesi materyalizmin karşısına koyuyorsak, diyalektik materyalizmi de metafizik materyalizmin karşısına koyuyoruz.
      Bunun için, daha sonra, karşıtı, diyalektik materyalizmi incelemek için şimdi bu "metafizik" yöntemin ne olduğunu öğrenmemiz gerekir.


I. BU YÖNTEMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ


      Burada "Hegel'in 'metafizik' yöntem dediği... eski araştırma ve düşünme yöntemini"[
47] inceleyeceğiz.
      Hemen basit bir gözlemle işe başlayalım. İnsanların çoğuna, hangisi daha doğal gelir: hareket mi, hareketsizlik mi? Onlara göre şeylerin olağan (normal) durumu nedir: durgunluk mu, değişkenlik mi?
      Genellikle, hareketten önce durgunluğun varolduğu ve bir şeyin harekete başlayabilmesi için önce durgunluk halinde bulunduğu düşünülür.
      Kutsal kitap da, bize, tanrı tarafından yaratılmış olan evrenden önce, hareketsiz sonsuzluğun, yani durgunluğun varolduğunu söylüyor.
      İşte sık sık kullandığımız bazı sözcükler: durgunluk ve hareketsizlik, hareket ve değişme. Ama bu son iki sözcük, eş anlamlı değillerdir.
      Hareket, sözcüğün dar anlamında, yer değiştirmedir. Örnek: düşen bir taş, yürüyen bir tren hareket halindedir.
      Değişme, sözcüğün tam anlamıyla, bir biçimden başka bir biçime geçmektir. Yapraklarını döken bir ağaç, biçim değiştirmiştir. Ama değişiklik aynı zamanda bir durumdan başka bir duruma geçiştir. Örnek: hava solunulamaz hale gelmiş; bu değişmedir.
      Şu halde, hareket, yer değiştirme anlamına gelir; (sayfa 118) değişme, değişiklik ise, biçim ya da durum değiştirmek demektir. Anlam karışıklığını önlemek için bu ayrıma saygı göstereceğiz (diyalektiği incelediğimiz zaman bu sözcüklerin anlamlarını yeniden görmemiz gerekecek).
      Görmüş bulunuyoruz ki, genel bir biçimde, hareket ve değişmenin durgunluktan daha az olağan olduğu düşünülür, ve biz, şeyleri, değişmesiz ve durgun saymayı yeğ tutarız.
      Örnek: Biz, bir çift sarı ayakkabı aldık, bir zaman sonra, birçok onarımdan (pençe, topuk değiştirme, birçok yamadan) sonra, biz, gene de "sarı ayakkabılarımı giyeceğim" diyoruz, onların artık o aynı ayakkabılar olmadıklarını hiç hesaba katmıyoruz. Onlar, bizim için, hep şu zaman, bu fiyata satın aldığımız sarı ayakkabılardır. Ayakkabılarınızda sonradan meydana gelen değişmeyi dikkate almıyoruz. Onlar daima aynıdırlar, onlar özdeştirler. Biz, yalnız özdeşliği gördüğümüz için, sanki önemli bir şey olmamış gibi, değişikliği önemsemiyoruz. İşte bu da:


1. Metafizik yöntemin birinci temel özelliği: Özdeşlik ilkesi.


      Bu olaylar karşısında hareketsizliği harekete, özdeşliği değişmeye tercih etmekten ibarettir.
      Bu tercih, metafizik yönteminin birinci temel özelliğini oluşturur ve bütün bir dünya anlayışından ileri gelir. Evren dondurulmuş gibi düşünülür, diyecektir Engels. Doğa için, toplum ve insan için de aynı şey düşünülecek. Onun için sık sık "güneşin altında yeni olan bir şey yok" diye iddia edilir. Bu, evren hareketsiz ve özdeş kalmış olduğundan, sonsuzdan beri, hiçbir değişme olmamıştır demektir. Bununla, aynı zamanda, dönem dönem aynı olaylara dönüldüğü de anlatılır. Tanrı, balıkları, kuşları, memelileri vb. oluşturarak dünyayı yarattı ve o zamandan beri hiçbir şey değişmedi, dünya kımıldamadı. Gene denir ki, "insanlar hep aynıdır", sanki insanlar sonsuzdan beri değişmedi. (sayfa 119)
      Her gün kullanılan bu deyimler bizim içimizde ta derinlere kadar kök salmış olan bir anlayışın yansısıdırlar ve burjuvazi bu yanlıştan sonuna kadar yararlanır.
      Sosyalizm eleştirilirken, çok sevdikleri kanıtlardan birini, insan bencildir, onu zor altında tutmak için savaşımcı bir baskı zorunludur, yoksa karışıklık egemen olurdu kanıtını öne sürerler. Bu da, gene, insanın her zaman için değişmez bir doğası olduğunu düşünen bu metafizik anlayışın sonucudur.
      Elbette, birdenbire komünist bir düzende yaşama olanağına sahip olsaydık, yani ürünler, herkesin emeğine göre değil de gereksinmesine göre üleştirilmeye hemen kalkışılsaydı, besbelli ki, gereksinmesinden fazlasına sahip olma heveslerini karşılamak isteyenlerin saldırısına uğrayacak ve böyle bir toplum yönetilemeyecekti. Bu böyle olmakla birlikte, gene de komünist toplum yukarda belirtildiği gibidir ve bu da akla-uygundur. Ama içimizde kök salmış metafizik bir anlayış yüzündendir ki, göreli olarak, geleceğin insanının, uzak bir gelecekte de bugünün insanına benzer bir biçimde yaşayacağını tasarlıyoruz.
      Bu bakımdan, sosyalist ya da komünist toplumun yaşanabilir bir toplum olmadığı, çünkü insanın bencil olduğu ifade edilirken, toplum değiştiği zaman insanın da değişeceği unutuluyor.
      Sovyetler Birliği üzerine, her gün birtakım eleştiriler işitilir. Bu eleştiriler, onları dile getirenlerin şeyleri kavramadaki güçsüzlüklerini gözlerimizin önüne sermektedir. Bu onların metafizik bir dünya anlayışına sahip olmalarından, şeyleri metafizik bir biçimde anlamalarından ileri gelir.
      Verebileceğimiz birçok örnekten yalnızca şunu ele alalım: Bize diyorlar ki, "Sovyetler Birliği'nde, bir işçi, ürettiklerinin toplam değerine karşılık olmayan bir ücret almaktadır; demek ki bir artı-değer vardır, yani onun ücretinden bir miktar alınmaktadır. Öyleyse çalınmaktadır. (sayfa 120) Fransa'da da durum aynıdır, işçiler sömürülüyor; şu halde bir Sovyet işçisi ile bir Fransız işçisi arasında fark yoktur."
      Metafizik anlayış bu örneğin neresindedir? Bu anlayış, burada, iki tip toplum olduğunun dikkate alınmamasında, iki toplum arasındaki ayrılıkların hesaba katılmamasındadır. Burada ve orada, her iki ülkede, artı-değerin varolduğunu sanmak da, insanın ve makinenin artık Fransa'daki ile aynı ekonomik ve toplumsal anlamı olmayan SSCB'de ortaya çıkan değişmeleri dikkate almaksızın, metafizik bir biçimde düşünmek demektir. Oysa, bizim ülkemizde, emeğini sömürmek için insan ve makine (patronun hizmetinde) üretmek için vardır. SSCB'de ise, insan, kendi emeğinin meyvesinden yararlanmak için ve makine (insanın hizmetinde) üretmek için vardır. Fransa'da artı-değer patrona gider, SSCB'de ise sosyalist devlete, yani sömürücü olmayan ortaklığa gider. Şeyler değişmiştir.
      Şu halde; bu örnekte görüyoruz ki, yargılama yanlışları, iyi niyetli olanlarda, metafizik bir düşünce yönteminden, özellikle bu yöntemin birinci temel özelliğinin, yani değişmeye değer vermemek, hareketsizliği seçmek ya da kısaca, özdeşliği sonsuzlaştırmaya yönelik olmak biçiminde kendini gösteren temel özelliğin uygulanmasından ileri gelmektedir.
      Peki ama nedir bu özdeşlik? Diyelim ki, 1 Ocak 1935'te tamamlanan bir evin yapılışını gördük. 1 Ocak 1936'da ve bunu izleyen diğer yıllarda, bu evin, özdeş bir ev olduğunu söyleyeceğiz, çünkü hep iki katlıdır, ön yüzünde hep yirmi penceresi ve iki kapısı vb. vardır, çünkü o hep aynı kalıyor, değişmiyor, farklı değildir. Demek ki, özdeş olmak, aynı kalmaktır, başka olmamaktır. Ama gene de bu ev değişmiştir! O yalnızca ilk bakışta, yüzeysel olarak, aynı kalıyor. Şeyleri daha yakından gören mimar ya da duvarcı ustası, evin yapılışından bir hafta sonra artık onun aynı ev olmadığını iyi bilir: şurada burada küçük bir çatlak oluşmuştur, şurada bir taş oynamıştır, ötede rengi solmuştur vb.. Şu halde (sayfa 121) şeyler, ancak "kaba olarak" düşünüldüklerinde, özdeş gibi görünürler. Ayrıntılarıyla tahlil edildiklerinde, durmadan değiştikleri (anlaşılır).
      Öyleyse, metafizik yöntemin birinci temel özelliğinin, pratik sonuçları nelerdir?
      Biz, şeylerde özdeşlik görmeyi, yani onları aynı kalmış görmeyi daha çok sevdiğimiz için, örneğin şöyle diyoruz: !Yaşam yaşamdır ve ölüm ölümdür!. İddia ediyoruz ki, yaşam (aynı) yaşam olarak kalıyor, ölüm de aynı ölüm olarak kalıyor; her şey bunun gibi.
      Şeyleri kendi özdeşi içinde düşünmeye alıştığımız için, onları birbirlerinden ayırıyoruz. "Bir sandalye, bir sandalyedir" demek, doğal bir gerçeği belirtmektir, ama bu, özdeşlik üzerine parmak basmak ve aynı zamanda, bu bir sandalye değildir, bir başka şeydir, demektir.
      Bunu söylemek o kadar doğal bir şeydir ki, onun altını çizerek belirtmek, çocukça görünür. Aynı türden fikirlerle şöyle diyeceğiz: "At, attır ve at olmayan bir başka şeydir". Şu halde sandalyeyi bir yana, atı bir yana ayırıyoruz ve her şey için aynı şeyi yapıyoruz. Böylece, şeyleri kesinlikle birbirinden ayırarak, ayırdediyoruz, ve dünyayı ayırdedilmiş şeylerin bir koleksiyonu haline dönüştürüyoruz, bu da:


2. Metafizik yöntemin. ikinci temel özelliği: Şeylerden ayırma (tecrit).


      Şimdi söylediklerimiz bize öyle doğal görünür ki, bunu söylemek de ne oluyor diye kendi kendine sorabilir insan. Göreceğiz ki, her şeye karşın bunu söylemek zorunlu idi, çünkü bu düşünüş tarzı, bizi şeyleri belli bir açıdan görmeye götürür.
      Ve gene bu yöntemin ikinci temel özelliğini de, pratik sonuçlarıyla değerlendireceğiz.
      Günlük yaşamda, hayvanları ele alır ve onlar hakkında, varlıkları birbirinden ayırarak düşünürsek, başka başka cinslerden (sayfa 122) ve türlerden olan varlıklar arasında ortak olan şeyleri görmeyiz. Bir at, bir attır ve bir inek, bir inektir. Onlar arasında hiçbir ilişki yoktur.
      Bu, hayvanları, kesin olarak birbirlerinden ayırarak sınıflandıran ve onlar arasında hiçbir ilişki görmeyen eski zoolojinin bakış açısıdır. Bu da, gene metafizik yöntemin uygulanmasının sonuçlarından biridir.
      Bir başka örnek olarak şunu alabiliriz: Burjuvazi, bilimin bilim olarak, felsefenin felsefe olarak, siyasetin de siyaset olarak kalmasını ister; ve kuşkusuz, üçü arasında, ortak hiçbir şey, kesin olarak herhangi bir ilişki yoktur.
      Böyle bir uslamlamanın pratik sonucu şudur: Bilgin, bilgin olarak kalmalıdır, bilimi felsefeye, siyasete karıştırmamalıdır. Bir filozof için de, bir siyaset adamı için de durum aynı olacaktır.
      İyi niyetli bir insan böyle düşündüğü zaman, bir metafizikçi olarak uslamlama yürütüyor denilebilir. İngiliz yazarı Wells, birkaç yıl önce, artık hayatta bulunmayan, büyük yazar Maksim Gorki'yi ziyaret etmek üzere Sovyetler Birliği'ne gitti. Gorki'ye, siyasetle uğraşmayacak bir edebiyatçılar kulübü kurmayı önerdi, çünkü, onun kafasında, edebiyat edebiyattı ve siyaset siyasetti. Gorki ve arkadaşlarının gülmeye başladığını gören Wells üzülmüş. Ne var ki, Wells, yazarı, toplumun dışında yaşayan bir adam olarak görüyor ve öyle kavrıyordu; oysa Gorki ve arkadaşları, yaşamın böyle olmadığını, gerçekte, her şeyin -istense de, istenmese de- birbirine bağlı olduğunu biliyorlardı.
      Günlük yaşamın pratiği içinde, şeyleri sınıflandırmaya, birbirlerinden ayırmaya, onları yalnız kendileri için görmeye ve incelemeye çalışıyoruz. Marksist olmayanlar, genellikle devleti toplumdan ayırarak, toplum biçiminden bağımsız olarak görürler. Böyle düşünmek, devleti toplumdan yalıtmak, onu gerçekte olan ilişkilerinden ayırmak demektir.
      İnsanı öteki insanlardan, çevresinden, toplumdan yalıtıp ondan sözedildiğinde de, aynı yanlış yapılır. Makinenin de, üretimde bulunduğu toplumdan (sayfa 123) yalıtılarak kendisi için makine olarak düşünülmesi, şu yanlış anlayışa benzer: "Paris'te makine, Moskova'da makine; burada da, orda da artı-değer, hiçbir fark yok, tıpatıp aynı şeyler".
      Bununla birlikte, bu sürekli okunan ve okuyanların benimsedikleri bir düşünüş tarzıdır, çünkü, alışılagelen ve genel olan bakış açısı, şeyleri böler, (birbirinden) ayırır. Bu metafizik yöntemin alışılmış bir temel özelliğidir.


3. Üçüncü temel özellik: Sonsuz ve aşılmaz bölmeler.


      Şeyleri, değişmeyen ve hareketsiz olarak düşünmeyi tercih ettikten sonra, biz, onları sınıflandırdık, onlardan kataloglar yaptık, böylelikle de, onlar arasında, birbirleriyle olabilecek ilişkilerini bize unutturan bölmeler yarattık.
      Bu biçimde görmek ve karara varmak, bizi, bu bölmelerin bir zaman varoldu mu, her zaman varolduklarını (bir at, bir attır) ve mutlak, aşılmaz ve sonsuz olduklarını sanmaya götürür. İşte metafizik yöntemin üçüncü temel özelliği.
      Ama bu yöntemden sözettiğimiz zaman dikkat etmemiz gerekir; çünkü biz marksistler, kapitalist toplumda, iki sınıfın, burjuvazi ile proletaryanın varolduğunu söylediğimiz, bölmeler yaptığımız zaman, bizim de, metafizik görüşle gerdeğe girdiğimiz sanılabilir. Ancak, yalnızca bölmeler yapmış olmakla, metafizikçi olunmaz, bu bölmeleri yapış biçimiyle, bu bölmeler arasında bulunan farkları ve ilişkileri yerleştiriş tarzıyla metafizikçi olunur.
      Biz, toplumda iki sınıf var dediğimiz zaman, burjuvazi, örneğin, hemen zenginler ve yoksullar var diye düşünür. Ve kuşkusuz, bize "Her zaman zenginler ve yoksullar olmuştur" diyecektir.
      "Her zaman olmuştur" ve "her zaman olacaktır", işte bu, metafizik bir düşünüş tarzıdır. Şeyler, birbirlerinden bağımsız olarak her zaman için sınıflandırılır, onların arasına (sayfa 124) aşılmaz bölmeler, duvarlar konur.
      Burjuvazi ile proletaryanın varlığının gerçek olduğunu göstermek yerine, toplum, zenginler ve yoksullar olarak bölünür, burjuvazi-proletarya bölmesi kabul edilse bile, bu sınıflar, karşılıklı ilişkileri, yani sınıf savaşımı dışında düşünülür. Şeyler arasına kesin engeller yerleştiren bu üçüncü temel özelliğin pratik sonuçları nelerdir? Buna göre, bir at ve inek arasında herhangi bir akrabalık bağı olamaz. Bizi kuşatan her şey için ve bütün bilimler için de aynı şey olacak. Daha ilerde bunun doğru olup olmadığını göreceğiz; ama şimdi, tanımlamış bulunduğumuz bu üç ayrı temel özelliğin sonuçlarının neler olduğunu araştırmak gerekiyor; bu da:


4. Dördüncü temel özellik: Karşıtların karşı karşıya konması.


      Şimdi bütün bu söylediklerimizden şu çıkıyor: "Yaşam, yaşamdır ve ölüm, ölümdür" dediğimiz zaman, yaşam ve ölüm arasında hiçbir ortak yan olmadığını iddia ediyoruz. Yaşamı ve ölümü; her birini, kendileri için görerek, aralarında varolabilecek ilişkileri görmeksizin, onları, birbirlerinden ayrı olarak sınıflandırıyoruz. Bu koşullar içinde, yaşamını yitirmiş olan bir adam, ölü bir şey sayılmalıdır, çünkü yaşam ile ölüm, karşılıklı olarak birbirlerini dıştaladıklarına göre, bu insanın, aynı zamanda, hem canlı, hem de ölü olması olanaksızdır.
      Şeyleri birbirinden ayrı, kesin olarak birbirinden farklı sayarak, onları, birbirleriyle karşı karşıya tutmuş oluruz.
      İşte, bu karşıtları birbirine karşı tutan, karşıt iki şeyin aynı zamanda varolmayacağını iddia eden metafizik yöntemin dördüncü temel özelliği.
      Gerçekte, bu yaşam ve ölüm örneğinde, üçüncü bir olanak olamaz. Birbirinden ayırdığımız bu iki olanaktan birini seçmemiz kesenkes gereklidir. Kabul ediyoruz ki, üçüncü bir olanak bir çelişki olacaktır, ve bu çelişki bir saçmalıktır, (sayfa 125) o halde, olanaksız bir şeydir.
      Metafizik yöntemin dördüncü özelliği, öyleyse çelişki korkusudur.
      Bu düşünüş tarzının pratik sonuçları şöyledir: Örneğin, demokrasi ve diktatörlükten sözedildiğinde, metafizik görüş, ister ki, toplum, bu ikisi arasında bir seçim yapsın, çünkü demokrasi demokrasidir, diktatörlük de diktatörlüktür. Demokrasi, diktatörlük değildir, ve diktatörlük, demokrasi değildir. Seçmemiz gerekir, yoksa bir çelişki; bir saçmalık, bir olanaksızlıkla karşı karşıya kalırız.
      Marksist tutum, büsbütün başkadır
.
      Bizler, tersine, proletarya diktatörlüğünün, örneğin, aynı zamanda, hem yığınların diktatörlüğü ve hem de sömürülen yığınlar için demokrasi olduğunu düşünürüz.
      Biz, yaşamın, canlı varlıkların yaşamının, ancak hücreler arasında sonsuz bir savaşım olduğu için, ancak sürekli olarak bir kısım hücreler öldükleri ve başka hücreler onların yerlerini aldıkları için olabildiğini düşünürüz. Bu biçimde, yaşam, kendi içinde ölümü de içerir. Biz, metafiziğin düşündüğü gibi, ölümün öylesine tam, eksiksiz ve yaşamdan ayrı olmadığını düşünürüz; çünkü bazı hücreler belirli bir süre yaşamaya devam ettiğine ve bu ölüden başka yaşamlar doğacağına göre, bir ölü üzerinde bütün yaşam tamamen yok olmamıştır.


II. ÖZET


      Şu halde görüyoruz ki, metafizik yöntemin çeşitli temel özellikleri, bizi, şeyleri belirli bir açıdan anlamaya zorlar ve belirli bir biçimde düşünmeye sürükler. Daha ilerde, inceleyeceğimiz ve genellikle karşılaşılan görme, düşünme, inceleme, tahlil tarzı biçimine çok uygun düştüğünü gösterdiğimiz bu tahlil tarzının, belirli bir "mantığı" olduğunu saptayacağız. (sayfa 126)
      Konumuzu özetlememizi sağlayacak sıralamaya şöyle başlanabilir:
      1. Şeyler, hareketsizlikleri, özdeşlikleri içinde görülür.
      2. Şeyler, birbirlerinden ayrılırlar ve karşılıklı ilişkilerinden sıyrılırlar.
      3. Şeyler arasına, sonsuz bölmeler, aşılmaz duvarlar çekilir.
      4. Birbirine karşıt iki şeyin, aynı zamanda varolamayacakları iddia olunarak, karşıtlar, birbirine karşı konur.
      Genel özelliklerin her birinin pratik sonuçlarını incelerken, bunlardan hiçbirinin gerçeğe uygun düşmediğini gördük.
      Acaba dünya, bu anlayışa uygun mudur? Acaba, doğada, şeyler değişmez ve hareketsiz midir? Hayır. Biz her şeyin değiştiğini saptıyoruz ve hareket halinde olduğunu görüyoruz. O halde, bu anlayış, şeylerin kendileriyle bağdaşmaz. Elbette ki, haklı olan doğadır ve yanlış olan bu anlayıştır.
      Daha en başta, felsefe, evreni, insanı, doğayı vb. açıklamak ister, diye tanımlamıştık. Bilimler özel sorunları inceler, felsefe ise, yukarda söylediğimiz gibi, bilimleri birleştiren ve derinleştiren daha genel sorunları inceler.
      Oysa, bütün sorunlara, uygulanan eski metafizik düşünüş yöntemi de, evreni, insanı ve doğayı tamamıyla özel bir biçimde ele alan bir felsefe anlayışıdır.
      "Metafizikçi için, şeyler ve onların düşüncedeki yansıları olan kavramlar, biri ötekinden sonra ve öteki olmaksızın dikkate alınacak değişmez, eğilip bükülmez, her zaman tıpkı kalan, yalıtık irdeleme konularıdır. Metafizikçi orta terimler olmaksızın, yalnızca anti-tezler aracıyla düşünür: evet evet, hayır hayır der; bunun ötesine geçen şey metelik etmez. Ona göre, bir şey ya var, ya da yoktur; bir şey aynı zamanda hem kendisi, hem de bir başkası olamaz. Olumlu ile olumsuz birbirlerini mutlak olarak dıştalarlar; neden ve sonuç da aynı derecede sert bir biçimde birbirlerine karşı gelirler."[48]       Demek ki metafizik anlayış "evreni, donmuş şeyler kümesi gibi" (sayfa 127) düşünür. Bu düşünüş biçimini iyice kavramak için, onun, doğayı, toplumu, düşünceyi nasıl anladığını, nasıl tasarladığını inceleyeceğiz.


III. METAFİZİK DOĞA ANLAYIŞI


      Metafızik, doğayı, kesin olarak saptanmış şeyler topluluğu olarak kabul eder.
      Ama şeylere bakışın iki biçimi vardır.
      Düşünüşün birinci tarzı
, dünyayı, kesin olarak, hareketsiz kabul eder ve hareketin, bizim duyularımızın bir yanılsaması olduğuna inanır. Eğer görünürde olan hareketi çıkarırsak, doğa kımıldamaz.
      Bu teori, Elealılar denilen bir Yunan felsefe okulu tarafından savunuldu. Bu dargörüşlü anlayış, gerçekle öylesine çelişik bir anlayıştır ki, zamanımızda artık tutulmamaktadır.
      Doğayı donmuş şeyler kümesi olarak düşünüşün ikinci tarzı, çok daha ustacadır. Doğanın hareketsiz olduğu söylenmez, pekala kımıldadığı, ama bu hareketin mekanik bir yer değiştirme olduğu iddia edilir. Burada, birinci düşünüş tarzı ortadan kalkar; artık hareket yadsınmaz ve bu, metafizik bir anlayış değilmiş gibi görünür. Bu anlayışa "mekanikçi" anlayış (ya da "mekanikçilik" ) denir.
      Bu anlayış, pek sık işlenen ve 17. ve 18. yüzyıl materyalistlerinde rasladığımız bir yanlıştır. Gördük ki, bunlar doğayı, hareketsiz saymıyorlar, hareket halinde sayıyorlar, ne var ki, onlara göre, bu hareket bayağı bir mekanik değişme, yer değiştirmedir.
      Onlar, güneş sistemini tamamen kabul ederler (yer yuvarlağı, güneşin çevresinde döner), ama bu hareketin salt mekanik bir hareket, yani bir yer değiştirme olduğunu düşünürler ve bu hareketi yalnızca bu yönüyle, bu görünümüyle (sayfa 128) dikkate alırlar.
      Ama şeyler böylesine yalın değildir. Yer yuvarlağının dönmesi, elbette ki mekanik bir harekettir, ama yer yuvarlağı bir yandan dönerken, bir yandan da bazı etkilere uğrar, örneğin soğur. Öyleyse yalnız bir yer değiştirme yoktur, meydana gelen başka değişiklikler de vardır.
      Demek ki, "mekanikçi" denilen bu anlayışın temel özelliğini belirleyen şey, yalnız mekanik hareketin dikkate alınmasıdır.
      Dünya durmaksızın dönüyorsa da ona hiçbir şey olmaz; dünya yer değiştirir, yuvarlağın kendisi değişmez; kendi kendisiyle özdeş kalır. Bizden önce olduğu gibi, bizden sonra da dönmeye devam eder, daima ve daima döner. Böylece her şey, sanki hiçbir şey olmamış gibi sürer gider. Öyleyse görüyoruz ki, hareketi kabul etmek, ama onu salt bir mekanik hareket olarak kabul etmek, metafizik bir anlayıştır, çünkü bu hareketin tarihi [yani başı ve sonu -ç.] yoktur.
      Parçaları kusursuz olan ve aşınmaz bir malzemeden yapılmış bir saat, hiçbir değişime uğramadan sonsuza kadar işleyecektir ve böyle bir saatin bir tarihi olmayacaktır. Böyle bir dünya anlayışına Descartes'ta sık sık raslanır. O, bütün fizik ve fizyoloji yasalarını mekaniğe indirgemeye çalışır. Kimyaya ilişkin hiçbir fikri yoktur (kan dolaşımı açıklamasına bakınız), ve onun, şeylere ilişkin mekanikçi anlayışı, 18. yüzyıl materyalistlerinin de anlayışı olacaktır.
      (Salt olarak daha az mekanikçi olan ve diyalektik anlayışı sezinleyen Diderot'yu bunlardan ayrı tutacağız.)
      18. yüzyıl materyalistlerinin temel özelliklerini belirleyen şey, onların, doğayı, bir saat mekanizması gibi kabul etmeleridir.
      Eğer gerçekten böyle olsaydı, şeyler, hiç iz bırakmadan aynı noktaya dönüp gelirlerdi ve doğa, kendi kendine özdeş kalırdı. Bu da metafizik yöntemin birinci özelliğidir. (sayfa 129)


IV. METAFİZİK TOPLUM ANLAYIŞI


      Metafizik anlayış, toplumda, hiçbir şeyin değişmemesini ister. Ama, bu istek, genellikle, böyle sunulmuyor. Örneğin, üretimde hammaddelerden mamul nesneler üretilmesinde olduğu gibi, siyasette hükümetlerin birbirini izlemesinde olduğu gibi, değişiklikler olduğu kabul edilir. İnsanlar, bütün bunları bilirler. Ama kapitalist rejimi, kesin, sonsuz sayarlar ve hatta bazan bir makine ile karşılaştırırlar.
      İşte böyle zaman zaman ekonomi makinesinin bozulmasından sözedilir, ama makineyi kaybetmemek için, onun onarılması istenir. Bu ekonomi makinesinin, otomatik bir aygıt gibi, bazılarına kar payları, bazılarına da yoksulluk dağıtmayı sürdürebilmesi istenir.
      Gene, burjuva parlamenter rejimi olan siyaset makinesinden sözedilir, ve bazan solda, bazan sağda olsa da, ondan yalnızca bir şey, kapitalizmin ayrıcalıklarını korumak için işlemesi istenir.
      İşte toplumu bu biçimde düşünmek de, mekanikçi, metafizik bir anlayıştır.
      Bağrında bütün bu çarkların işlediği ve böylece işleyişini sürdürdüğü bu toplum olanaklı olsaydı, hiçbir iz bırakmayacaktı; sonuç olarak, o halde, tarih içinde geçmişi ve geleceği olmayacaktı.
      Gene bütün evren için, özellikle toplum için geçerli olan, çok önemli bir mekanikçi anlayış vardır ki, bu tarih daima yinelenir formülü ile, düzenli bir gidiş ve aynı olaylara devirli biçimde dönüp gelme fikrini yaymaktan ibarettir.
      Bu anlayışların çok yaygın olduğunu belirtmek gerekir. Toplum içinde bulunan ve varlığı saptanan hareket ve değişme, gerçekten yadsınmaz, ama hareketin kendisi, yalın bir mekanizmaya çevrilerek, tahrif edilir. (sayfa 130)


V. METAFİZİK DÜŞÜNCE ANLAYIŞI


      Çevremizde, alışılan düşünce anlayışı nedir?
      Biz sanırız ki, insan düşüncesinin başı sonu yoktur ve olmamıştır. Şeyler değişse bile, bizim uslamlama biçimimizin, yüz yıl önce yaşayan insanın uslamlama biçimi ile özdeş olduğuna inanırız. Duygularımızın eski Yunanlıların duyguları ile aynı olduğunu, iyiliğin ve aşkın her zaman varolduğunu düşünürüz. Böylece "sonsuz aşk"tan sözederiz. İnsan duygularının değişmediği inancı, çok yaygındır.
      Bu yüzden, örneğin bireysel ve bencil zenginleşmeye dayanmayan başka bir toplumun varolamayacağı söylenir ve yazılır. Gene "insanların istekleri, her zaman aynıdır" sözünün sık sık duyulması da bunun içindir.
      Çoğu kez böyle düşünürüz. Birçokları daha sık böyle düşünür. Metafizik anlayışın, diğer bütün şeylerde olduğu gibi, düşüncenin hareketi içine işlemesine de karışmayız. Çünkü bizim eğitimimizin temelinde bu yöntem, "bu düşünce biçimi, bize ilk bakışta son derece usayatkın görünüyorsa bunun nedeni bu düşünce biçiminin sağduyu denilen şeyin düşünce biçimi olmasıdır"[
49].
      Bundan çıkan sonuca göre, bu metafizik görüş ve düşünüş biçimi, yalnızca bir dünya anlayışı değil, aynı zamanda, düşünmek için tutulan bir yol, bir yöntemdir.
      Oysa, her ne kadar metafizik düşünüşleri reddetmek, göreli olarak kolaysa da, buna karşılık, metafizik düşünüş yönteminden kaçınmak çok daha güçtür. Bu konuya bir açıklık getirmeliyiz: Evreni görüş biçimimize bir anlayış, açıklamaları arayış biçimimize bir yöntem diyoruz.
      Örnekler:
      a
) Toplumda gördüğümüz değişiklikler, yalnızca dış görünüşlerdir, daha önce de varolanı yinelerler. İşte bir "anlayış". (sayfa 131)
      b
) Toplum tarihinde daha önceden yeralmış bir şey, "güneşin altında yeni hiçbir şey yoktur" sonucunu çıkarmak için araştırılırsa, işte bu, bir "yöntem"dir.
      Ve biz saptıyoruz ki, yöntemi, anlayış esinler ve belirler. Çok açıktır ki, anlayış tarafından bir kez esinlenen yöntem bu kez anlayışı yöneterek, ona yol göstererek, onun üzerinde etkili olur.
      Metafizik anlayışın ne olduğunu gördük; şimdi de onun araştırma yöntemini göreceğiz. Buna mantık denir.


VI. MANTIK NEDİR?


      "Mantık"ın iyi düşünme sanatı olduğu söylenir. Gerçeğe uygun bir biçimde düşünmek demek, mantığın kurallarına göre düşünmektir.
      Bu kurallar nelerdir? Başlıca şu üç büyük kural vardır:
      1. Özdeşlik ilkesi: Daha önce de gördüğümüz gibi, bu, bir şeyin kendi kendisine özdeş olduğunu, değişmediğini kabul eden kuraldır (at, attır).
      2. Çelişmezlik ilkesi: Bir şey, aynı zamanda, hem kendisi, hem de karşıtı olamaz. Seçmek gerekir (yaşam, hem yaşam ve hem de ölüm olamaz).
      3. Üçüncünün olanaksızlığı ilkesi - ya da üçüncü durumun olanaksızlığı: Bu demektir ki, çelişik iki olabilirlik arasında, bir üçüncünün yeri yoktur. Yaşam ile ölüm arasında seçim yapmak gerekir. Üçüncü bir olanak yoktur.
      Şu halde, mantıklı olmak iyi düşünmek demektir, iyi düşünmek ise bu üç kuralı uygulamayı unutmamak demektir.
      Daha önce incelediğimiz ve metafizik anlayıştan gelen ilkelerden, bunu biliyoruz.
      O halde, mantık ile metafizik sıkı sıkıya birbirine bağlıdır; mantık, her şeyi çok belirli bir biçimde sınıflandırma yolunu tutan, bu bakımdan bizi, şeyleri kendi kendileriyle (sayfa 132) özdeş görmeye zorlayan, ve sonra bizi, seçmek, evet ya da hayır demek zorunda bırakan ve sonuç olarak, iki durum arasında, örneğin yaşam ile ölüm arasında, üçüncü bir olanağı kabul etmeyen bir düşünüş yöntemi, bir alettir.
      "Bütün insanlar ölümlüdür; bu arkadaş da bir insandır; öyleyse o da ölümlüdür" dendiği zaman, bu, tasım (kıyas, syllogisme) denilen şeydir (bu, mantıklı düşünüşün tipik biçimidir). Biz, böyle düşünmüş olmakla, arkadaşın yerini belirlemiş olduk, bir sınıflandırma yaptık.
      Bir insanla ya da bir şeyle karşılaştığımız zaman, "Onu nasıl sınıflandırmak (nereye koymak) gerekir?" diye kendi kendimize sormak, bizim zihinsel eğilimimizdir. Aklımıza, bu sorundan başka bir şey gelmez. Biz, şeyleri, çeşitli boyutlarda, çemberler ya da kutular gibi düşünürüz, ve aklımız, bu çemberleri ya da kutuları, belli bir sıraya göre birbiri içine sokmaya çalışır.
      Yukarıdaki örneğimizde, ilkin bütün ölümlüleri içine alan bir çember, sonra bütün insanları içine alan daha küçük bir çember; ve daha sonra da yalnız bu arkadaşı içine alan bir çember gösteriyoruz.
      Eğer bu çemberleri sınıflandırmak istersek, belli bir "mantık"a göre, bu çemberleri birbiri içine sokacağız.
      Demek ki, metafizik anlayış, mantık ve tasımla yapılmıştır. Bir tasım üç önermelik bir gruptur; ilk iki önermeye, önceden gönderilmiş anlamında öncüller denir; üçüncü önerme vargıdır. Başka bir örnek: "Sovyetler Birliği'nde; son anayasadan önce proletarya diktatörlüğü vardı. Diktatörlük, diktatörlüktür. SSCB'de de diktatörlüktür. Öyleyse SSCB ile, diktatörlüğün ülkeleri İtalya ve Almanya arasında hiçbir fark yoktur".
      Burada, diktatörlüğün kimin için ve kimin üzerinde işlediğine bakılmıyor, aynı biçimde, burjuva demokrasisi övüldüğünde de, bu demokrasinin kimin çıkarına işlediği söylenmiyor. (sayfa 133)
      Böylece, şeyleri ve toplumsal dünyayı, ayrı ayrı çemberlerle bölünmüş ve bu çemberleri birbiri içine girmiş gibi düşünmeye, sorunları bu biçimde koymaya varılır.
      Kuşkusuz bunlar, teorik sorunlardır, ama pratikte de bir davranış biçimine götürürler. Bunun gibi, örneğin, mutsuz 1919 Almanyası örneğini söyleyebiliriz. Almanya'da sosyal-demokrasi, davranışı ile kapitalizmin varlığını sürdürüp gitmesine izin vereceğini ve naziliğe de vesile olacağını göremeden, demokrasiyi korumak için, proletarya diktatörlüğünü öldürdü.
      Hayvanların da, bitkilerin de bir evrimi olduğu bilininceye kadar, zooloji ve biyoloji de şeyleri ayrı ayrı görür ve incelerdi. eskiden, bütün varlıklar, şeyler, nasıl ise, her zaman öyle oldukları düşünülerek sınıflandırılıyordu.
      "Ve gerçekten, geçen yüzyılın sonuna dek, doğabilim, her şeyden çok olguları toplayan bir bilim, bir tamamlanmış şeyler bilimi oldu."[50]       Ama bu konuyu tamamlamamız için şunu da görmemiz gerekir:


VII. "METAFİZİK" SÖZCÜĞÜNÜN AÇIKLAMASI


      Felsefede metafizik denilen önemli bir bölüm vardır. Ama metafizik, ancak, tanrı ve ruhla uğraştığı için, burjuva felsefesinde böyle bir önem taşır. Onda her şey sonsuzdur. Tanrı, sonsuzdur, değişmez, kendi kendisiyle özdeş kalır; ruh da öyle. İyi de, kötü de vb. hep aynıdır, bütün bunlar, açıkça belirlenmiş, kesin ve sonsuzdur. Demek ki, felsefenin metafizik denilen bu bölümünde, şeyler, donmuş bir topluluk olarak görülürler ve her şeyi karşı karşıya koyma yoluyla, ruh maddeye karşı, iyi kötüye karşı vb. konarak, yani karşıtlar arasındaki birbirine karşı olma durumuyla uslamlama yürütülür. (sayfa 134)
      Bu uslamlama, bu düşünüş biçimine, bu anlayışa, "metafizik" denir. Çünkü bu anlayış, tanrı gibi, iyilik, ruh, kötülük vb. gibi fizik dışında bulunan şeyleri ve fikirleri işler. Metafizik, Yunanca "ötesinde" demek olan meta ve dünya olaylarının bilimi demek olan fizik sözlerinden gelir. Demek ki metafizik, dünyanın ötesinde yeralan şeylerle uğraşır.
      Ayrıca, bu anlayış, tarihsel bir raslantı sonucu da, "metafizik" diye adlandırılır. Mantığı ilk inceleyen (ki hala kullanılmaktadır) Aristoteles, çok şeyler yazdı. Ölümünden sonra, öğretilileri, onun yazılarını sınıflandırdılar; bir katalog yaptılar ve sonra, Fizik diye başlık atılmış bir yazı ile ruh sorunlarını işleyen başlıksız bir yazısını buldular. Ve o yazıyı, fizikten sonra anlamına gelen Yunanca Metafizik sözü ile sınıflandırdılar.
      Sonuç olarak, incelediğimiz üç terim arasında bulunan bağ üzerinde önemle duralım:
      Metafizik, mekanikçilik, mantık. Bu üç bilgi kolu, her zaman birlikte görünürler ve hep birbirlerini gerektirirler. Bir sistem oluştururlar ki, biri olmadan öteki anlaşılamaz. (sayfa 135)





YOKLAMA SORULARI

      1. Örnekler vererek, bizim, şeyleri hareketsiz olarak düşünmeye alışık olduğumuzu gösteriniz.
      2. Metafizik dünya anlayışı üzerine örnekler veriniz.
      3. Mekanikçilik nedir ve niçin metafiziktir?
      4. Mantık nedir?
      5. Metafizik anlayış ve yöntemin özellikleri nelerdir?

      YAZILI ÖDEV
      Hem metafizikçi, hem devrimci olunabilir mi?



Dipnotlar

[47] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 43.
[48] Friedrich Engels, Anti-Dühring, s.65.
[49] Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 65.
[50] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 44.


Sayfa başına gidiş