Georges Politzer
Felsefenin Başlangıç İlkeleri


[Türkçesi, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Sol Yayınları.}

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta:
Kurtuluş-Cephesi Dergisi
Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında:
Felsefenin Başlangıç İlkeleri (920 KB)









ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MATERYALİZMİN TARİHİ



I .     Bu tarihi öğrenme zorunluluğu.
II .    Marksizm-öncesi materyalizm.

            1. Yunan antikçağı.
            2. İngiliz materyalizmi.
            3. Fransa'da materyalizm.
            4. 18. yüzyıl materyalizmi.
III .   İdealizm nereden gelir?
IV .    Din nereden gelir?
V .    Marksizm-öncesi materyalizmin değerleri.
VI .    Marksizm-öncesi materyalizmin kusurları.




      BURAYA kadar genel olarak materyalizmin ne olduğunu ve bütün materyalistler için ortak olan fikirlerin neler olduklarını inceledik. Şimdi de materyalizmin, çağdaş materyalizme varıncaya kadar, antikçağdan beri nasıl geliştiğini göreceğiz. Kısacası, materyalizmin tarihini, baştan sona kısaca gözden geçireceğiz.
      Burada olduğu gibi, birkaç sayfa içinde, materyalizmin tarihinin 2.000 yılını açıklamak gibi bir iddiamız yok; (sayfa 94) yalnızca okura yol gösterecek olan genel bilgileri vermek istiyoruz.
      Bu tarihi, kısaca da olsa, iyi incelemek için, şeylerin niçin böyle ortaya çıkmış olduklarını, her an görmekten kaçınılmamalıdır. Bu yöntemi uygulamamaktansa, bazı tarihsel adları anmadan atlayıp geçmek, daha iyidir. Ama okurlarımızın kafalarını bir sürü adla doldurmak istememekle birlikte, kendilerince azçok bilinen bellibaşlı materyalist filozofları tarih sırasına göre anmanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.
      Bu nedenle, işi basitleştirmek için, bu ilk sayfaları, konunun sırf tarihsel yanına ayıracağız, sonra, bu bölümün ikinci kısmında, materyalizmin evriminin niçin bilinen gelişme biçimini geçirmesi gerektiğini göreceğiz.


I. BU TARİHİ ÖĞRENME ZORUNLULUĞU


      Burjuvazi, materyalizmin tarihini sevmez ve bunun içindir ki, burjuva kitaplarında öğretilen bu tarih, tamamen eksik ve her zaman yanlıştır. Bu tarihi tahrif için çeşitli yollar kullanılır:
      1. Büyük materyalist düşünürler bilmezlikten gelinemediğine göre, bu düşünürler, materyalist incelemeleri dışında ne yazmışlarsa onlardan sözedilerek anılır ve bunların materyalist filozoflar olduklarını söylemek unutulur.
      Liselerde ya da üniversitelerde okutulan felsefe tarihinde, böyle unutma olaylarına pek çok raslanır ve biz örnek olarak, Marx ve Engels'ten önce en büyük materyalist düşünür olan Diderot'yu anacağız.
      2. Tarih boyunca, tutarsız ya da bilmeksizin materyalist olan sayısız düşünür yaşamıştır. Yani onlar bazı yazılarında materyalist, bazı yazılarında ise idealist idiler, örneğin Descartes gibi.
      Oysa, burjuvazi tarafından yazılan tarih, bu düşünürlerin, (sayfa 95) yalnızca materyalizmi etkilemekle kalmamış, aynı zamanda bu felsefeden tam bir akımın doğmasını sağlayan materyalist düşüncelerini karanlıkta bırakmıştır.
      3. Sonra, eğer bazı düşünürleri gözlerden gizlemede bu iki tahrif yöntemi başarı sağlamazsa, bu düşünürler düpedüz hasıraltı edilir.
      İşte böylece, çağının büyük düşünürleri olan Holbach ve Helvetius "bilinmeden", 18. yüzyılın edebiyat ve felsefe tarihi öğretilir.
      Bu niçin böyledir? Çünkü materyalizmin tarihi, dünyanın sorunlarını anlamak ve bilmek için özellikle öğreticidir ve çünkü, materyalizmin gelişmesi, yönetici sınıfların ayrıcalıklarını destekleyen ideolojiler için uğursuz bir gelişmedir.
      Materyalizmin capcanlı ve her zaman hareket halinde bir şey olmasına karşın, burjuvazinin onu yirmi yüzyıldır değişmemiş, donup kalıplaşmış bir öğreti gibi sunmasının nedenleri bunlardır.
      "Nasıl idealizm bütün bir dizi gelişim evrelerinden geçmişse, materyalizm de geçmiştir. Materyalizm, doğa bilimleri alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır."[31]       Özet olarak da olsa, materyalizmin tarihini incelemenin gereğini şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu incelemeyi yapmak için, 1 başlangıçtan (Yunan antikçağından) Marx ve Engels'e kadar; 2 Marx ve Engels'in materyalizminden günümüze kadar olan iki dönemi birbirinden ayırmalıyız. (Bu ikinci kısmı, diyalektik materyalizm ile birlikte inceleyeceğiz.)
      Birinci döneme, "marksizm-öncesi" (premarxiste) materyalizm diyoruz, ikincisine "marksist materyalizm" ya da "diyalektik materyalizm" diyoruz. (sayfa 96)


II. MARKSİZM-ÖNCESİ MATERYALİZM

1. Yunan antikçağı.


      Materyalizmin, her zaman bilimlere bağlı ve bilimlerle birlikte evrim gösteren ve ilerleyen bir öğreti olduğunu anımsayalım. Yunan antikçağında, İÖ 6. ve 5. yüzyıllarda, bilimler, "fizikçiler"le birlikte boy vermeye başladığı zaman, bu çağın (Thales, Anaksimenes, Heraklitos gibi) en iyi düşünür ve filozoflarını kendine çeken materyalist bir akım da ortaya çıkıyor. Bu ilk filozoflar, Engels'in dediği gibi, "ister istemez diyalektikçi" olacaklardır. Bunlar, her yerde hareket, her yerde değişiklik bulunması ve şeylerin birbirlerinden ayrı, tek başlarına değil, ama birbirleriyle sıkıca bağlı olduğu olgusuyla etkilendiler.
      "Diyalektiğin babası" denilen Heraklitos şöyle diyordu:       "Hiçbir şey hareketsiz değildir; her şey akar; aynı ırmakta iki kez yıkanılamaz, çünkü ırmak ardarda gelen iki an içinde asla aynı ırmak değildir; bir andan ötekine değişmiştir; başka olmuştur."       Heraklitos, ilk olarak, hareketi, değişmeyi açıklamaya çalışır ve şeylerin evriminin nedenlerini çelişkide görür.
      Bu ilk filozofların anlayışları doğruydu, ama gene de bu anlayışlar bırakıldı, çünkü bu anlayışları önsel (a priori) olarak formüle etmekle haksız bir duruma düşüyorlardı; bir başka deyişle, bu çağın bilimlerinin durumu, onların ileri sürdükleri fikirleri tanıtlamaya elverişli değildi. Öte yandan diyalektiğin açılıp gelişmesi için zorunlu olan toplumsal koşullar (bunların neler olduklarını daha ilerde göreceğiz), henüz gerçekleşmemişti.
      Ancak çok sonra, 19. yüzyıldadır ki, diyalektiğin doğruluğunu tanıtlamaya (toplumsal ve düşünme düzeyi bakımından) olanak veren koşullar gerçekleşeceklerdir.
      Başka Yunan düşünürlerinin de materyalist anlayışları (sayfa 97) oldu: Demokritos'un hocası olan Leucippos (İÖ 5. yüzyıl) daha o zaman, Demokritos'un teorisini kurduğu atomlar sorununu tartışıyordu.
      Demokritos'un öğretilisi Epiküros (İÖ 341-270), felsefesi ortaçağ kilisesi tarafından tamamen tahrif edilmiş olan çok büyük bir düşünürdür. Kilise, felsefi materyalizme karşı kini yüzünden, Epiküros'un öğretisini, son derece ahlaka aykırı ve bayağı tutkuları savunan bir öğreti olarak sunmuştur. Gerçekte ise, Epiküros, dünya zevklerinden elini eteğini çekmiş bir kişi idi ve onun felsefesi, insan yaşamına, bilimsel (dolayısıyla dine karşı) bir temel kazandırmayı hedef alıyordu.
      Bütün bu filozoflar, felsefenin, insanlığın yazgısına bağlı olduğu bilincine sahiptiler ve biz, orada, daha şimdiden onlar tarafından, materyalizme karşı çıkan resmi teoriye bir muhalefet yürütüldüğünü saptıyoruz.
      Ama, antikçağ Yunanistan'ına büyük bir düşünür egemendir. Bu, daha çok idealist olan Aristoteles'tir. Etkisi çok büyük olmuştur. Bu nedenle, onu, özellikle anmamız gerekir. Aristoteles, o çağın, yeni bilimlerin yarattığı boşluklarla dolup taşan insan bilgilerinin bir envanterini hazırlamıştır. Evrensel bir kafaya sahip olarak bütün konular üzerinde sayısız kitaplar yazmıştır. Yalnızca idealist eğilimleri anılan, ama materyalist ve bilimsel yönleri üzerinde durulmayan Aristoteles, bilgisinin evrenselliği ile ortaçağın sonuna kadar, yani yirmi yüzyıl boyunca, felsefe anlayışları üzerinde çok etkili oldu.
      Demek ki, bu dönem boyunca, antikçağ geleneği izlendi ve ancak Aristoteles ile düşünüldü. Amansız bir baskı, başka türlü düşünenleri kasıp kavuruyordu. Ama her şeye karşın; ortaçağın sonlarına doğru, maddeyi yadsıyan idealistler ile maddi bir gerçeğin varolduğunu düşünenler arasında bir savaşım başladı.
      11. ve 12. yüzyıllarda, Fransa'da, özellikle İngiltere'de bu çekişme sürdü. (sayfa 98)
      Başlangıçta, materyalizmin geliştiği başlıca ülke, İngiltere'dir. Marx şöyle der:
      "Materyalizm, Büyük Britanya'nın gerçek çocuğudur."[32]       Kısa bir süre sonra, materyalizm, Fransa'da açılıp gelişecektir. Kısacası, 15. ve 16. yüzyıllarda, iki akımın, İngiliz materyalizmi ile Fransız materyalizminin ortaya çıktığını görüyoruz ki, bu iki akımın birleşmesi, 18. yüzyıl materyalizminin gelişmesine çok büyük bir katkıda bulunacaktır.


2. İngiliz materyalizmi.
      "İngiliz materyalizminin... gerçek atası Bacon'dır. Doğa deneyine dayanan bilim, onun gözünde gerçek bilimi oluşturur ve duyulur fizik, gerçek bilimin en soylu parçasıdır."[33]       Bacon, bilimlerin incelenmesinde, deneysel yöntemin kurucusu olarak ün yapmıştır. Onun için önemli olan, bilimi, "doğanın büyük kitabı"nda okumaktır, ve bu, bilimin, Aristoteles'in birkaç yüzyıl önce bıraktığı kitaplarda arandığı bir çağda, özellikle ilginçtir.
      Örneğin fizik incelemesi yapmak için şöyle bir yol izleniyordu: Belirli bir konuda Aristoteles'in yazdığı parçalar alınıyordu; sonra, büyük bir tanrıbilimci olan Aquinolu Thomas'ın kitapları alınıyor ve Aquinolu Thomas'ın, Aristoteles'in parçaları üzerine yazdıkları okunuyordu. Profesör ise, kişisel bir yorum yapmıyor, hele ne düşündüğünü hiç söylemiyordu, ama Aristoteles'i ve Thomas'ı yineleyen üçüncü bir kitaba uyuyordu. İşte ortaçağın skolastik denilen bilimi bu idi: Bu, kitabi bir bilimdi, çünkü yalnızca kitaplarda inceleniyordu.
      İşte Bacon, "doğanın büyük kitabı"nı incelemeye çağrıda bulunarak, bu skolastiğe, bu donmuş öğrenime karşı çıkıyordu. (sayfa 99)
      Bu çağda, bir soru soruluyordu:
      Fikirlerimiz nereden geliyor? Bilgilerimiz nereden geliyor? Her birimizin fikirleri var, ev fikri gibi. Materyalistler, bize fikir, evler varolduğu için gelir derler. İdealistler ise, bize ev fikrini tanrının verdiğini düşünürler. Bacon da, fikrin yalnızca şeyler görüldüğü ya da şeylere dokunulduğu için varolduğunu söylüyor, ama bunu, henüz tanıtlayamıyordu.
      Fikirlerin deneyimden nasıl geldiğini tanıtlamaya ilk girişen Locke ( 1632-1704) olmuştur. Locke, bütün fikirlerin deneyimden geldiğini ve bize, fikirlerimizi yalnız deneyimin verdiğini gösterdi. İlk masa fikri, insana, daha masa olmadan önce gelmiştir, çünkü, o deneyiyle, daha önce de bir ağaç kütüğünü ya da bir taşı masa gibi kullanıyordu.
      İngiliz materyalizmi, Locke'un fikirleri ile, 18. yüzyılın ilk yarısında, Fransa'ya geçer; çünkü, bu felsefe, İngiltere'de özel bir biçimde gelişmekte iken, Fransa'da da materyalist bir akım oluşmaktaydı.


3. Fransa'da materyalizm.


      Descartes'tan (1596-1650) başlayarak, Fransa'da da açıkça materyalist bir akımın doğuşuna yer verilebilir. Descartes'ın bu felsefe üzerinde büyük bir etkisi olmuştur, ama genellikle, ondan sözedilemez.
      Feodal ideolojinin, bilimlerin içinde bile capcanlı olduğu, gördüğümüz gibi skolastik bir biçimde inceleme yapıldığı bu çağda, Descartes, bu durumla savaşıma girişti.
      Dinsel anlayış, feodal ideolojinin içine işlemiştir. Bu bakımdan feodal ideoloji, kilisenin, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak, gerçeği tekelinde bulundurmasına dikkat eder. Buradan çıkan sonuç şudur ki, düşüncesini, kilise öğreniminin buyruğuna bağımlı kılmayan hiç kimse, herhangi bir doğru ileri süremez. Descartes, bu anlayışı topa tutuyor. Elbette ki, kiliseye, kilise olarak saldırmaz, ama yüreklilikle, (sayfa 100) her insanın, inansın ya da inanmasın, aklının ("doğal ışık"ın) deneyimiyle gerçeğe ulaşabileceğini öğretir.
      Descartes, Yöntem Üzerine Konuşmalar (Discours de la méthode) adlı kitabının daha başında, "Sağduyu, herkesin en iyi paylaştığı şeydir" diye açıklar. Bu nedenle, herkes bilim önünde eşit haklara sahiptir. Ve örneğin, o zamanın hekimliğinin güzel bir eleştirisini (Moliere'in Hastalık Hastası, Descartes'ın eleştirilerinin bir yankısıdır) yapıyordu, çünkü bilimin gerçek bir bilim olması için, tek "kanıtları" Aristoteles ve Aziz Thomas olan ve kendi zamanına kadar öğretilenin terkedilerek doğanın araştırılması üzerine kurulmuş gerçek bir bilim olmasını istiyordu.
      Descartes, 17. yüzyılın başında yaşıyordu; bunu izleyen yüzyılda, devrim patlak vermişti, bu nedenle denilebilir ki, o, yeni bir dünyaya, doğmakta olan dünyaya girmek üzere, kaybolmakta olan bir dünyadan çıkıyordu. Bu durum, Descartes'ı bir uzlaştırıcı yapar; o, materyalist bir bilim yaratmak ister, ama aynı zamanda da idealisttir, çünkü dini kurtarmak ister.
      Onun çağında, niçin yaşayan hayvanlar vardır? diye bir soru sorulduğu zaman, tanrıbilimin hazır yanıtlarına tamamen uygun olan, çünkü onları yaşatan bir ilke vardır, diye karşılık verilirdi. Descartes, tersine, hayvan yaşamı yasalarının yalnızca maddede bulunduğunu savunuyordu. Ayrıca, öteki makinelerin demirden ve tahtadan yapılmış olmaları gibi, hayvanların da etten, kastan yapılma makinelerden başka bir şey olmadıklarına inanıyor ve bunu iddia ediyordu. Hatta, ne bu makinelerin, ne de ötekilerin duyumları olmadıklarını düşünüyordu ve onun felsefesiyle övünen kişiler, Port-Royal manastırında, haftalarca süren incelemeleri sırasında köpeklere bir şey batırıldığı zaman, şöyle diyorlardı: "Doğa ne kadar iyi yapılmış, sanılır ki acı duyuyorlar!.."
      Materyalist Descartes'a göre hayvanlar, demek ki, (sayfa 101) birer makine idi. Ama insan, o başka, çünkü onun bir ruhu var, diyordu idealist Descartes...
      Descartes'ın geliştirdiği ve savunduğu fikirler, bir yandan açıkça materyalist olan bir felsefe akımı, beri yandan da idealist bir akım doğuracaktır.
      Karteziyen (dekartçı) materyalist kolu sürdürenler arasında, yalnızca La Mettrie (1709-1751) üzerinde duracağız. La Mettrie, bu makine-hayvan tezini alarak, onu insana kadar genişletir. Niçin insan da bir makine olmasın?.. O, insan ruhunun kendisini de fikirlerin mekanik bir biçimde hareket ettikleri bir mekanizma olarak görür.
      İşte bu dönemde, İngiliz materyalizmi, Locke'un fikirleri ile Fransa'ya girer. Bu iki akımın bileşiminden, daha gelişmiş bir materyalizm doğacaktır. Bu da şu olacaktır:


4. 18. yüzyıl materyalizmi.


      Bu materyalizm, aynı zamanda alkışlanmaya değer yazarlar ve düşünce savaşçıları olmasını da bilen filozoflar tarafından savunuldu; bunlar, her zaman toplumsal kurumları ve dini eleştirdikleri, teoriyi pratiğe uyguladıkları ve iktidara karşı sürekli savaşım halinde oldukları için, zaman zaman Bastille ya da Vincennes zindanlarına atıldılar.
      Bunlar, çalışmalarını büyük Ansiklopedi'de topladılar ve orada materyalizmin yeni doğrultusunu saptadılar. Ayrıca, büyük bir etki yarattılar, çünkü, Engels'in de dediği gibi, bu felsefe, "bütün kültürlü gençliğin inancıydı".
      Bu, Fransız felsefe tarihinde de, Fransız özelliği taşıyan bir felsefenin gerçekten halka malolduğu tek çağ oldu.
      1713'te Langres'da doğan ve 1784'te Paris'te ölen Diderot, bütün bu harekete egemendir. Burjuva tarihinin söylemediği, ama her şeyden önce söylenmesi gereken şey, Diderot'nun, Marx ve Engels'ten önce, en büyük materyalist düşünür olduğudur. Lenin, Diderot'nun, çağdaş (diyalektik) (sayfa 102) materyalizmin sonuçlarına hemen hemen ulaştığını söyler.
      Diderot, gerçek bir militan olmuştur; her zaman kiliseye karşı, toplumsal duruma karşı savaşmış, zindanları tanımıştır. Çağdaş burjuvazi tarafından yazılan tarih, onu çoğu kez hasıraltı etmiştir. Diderot'nun materyalizm üzerindeki pek büyük etkisini anlamak için Diderot ile d'Alembert'in Diyalogları'nı, Rameau'nun Yeğen'ini, Kaderci Jacques'ı okumak gerekir.[
34]
      19. yüzyılın ilk yarısında, tarihsel olaylar nedeniyle, materyalizmde bir gerileme görüyoruz. Bütün ülkelerin burjuvazisi, idealizm ve dinden yana büyük bir propagandaya başlıyor, çünkü, o, yalnızca ilerici (materyalist) fikirlerin yayılmasını istememekle kalmıyor, ayrıca iktidarı elinde tutabilmek için düşünürleri ve yığınları uyutmaya da gereksinme duyuyor.
      İşte o sırada, Almanya'da, Feuerbach'ın, bütün idealist filozofların ortasında, "materyalizmi, açıkça ve yeniden tahta çıkartarak"[35] materyalist inançlarını açıkladığını görüyoruz.
      Feuerbach, dinin eleştirisini kökünden geliştirerek, materyalizmin unutulmuş olan temellerini sağlıklı ve gününe uygun bir biçimde yeniden ele alıyor ve böylece çağının filozoflarını etkiliyor.
      19. yüzyılda, sayesinde bilimlerin çok büyük bir ilerleme kaydettiği, özellikle üç büyük buluşun yapıldığı döneme, canlı hücrenin, enerjinin dönüşümünün, evrimin (Darwin) bulunuşu[36] dönemine geliyoruz; bunlar, Feuerbach tarafından etkilenmiş olan Marx ve Engels'in, bize çağdaş ya da diyalektik materyalizmi vermek üzere, materyalizmi geliştirmelerine yolaçacaktır. (sayfa 103)
      Marx ve Engels'ten önceki materyalizmin tarihini, çok kısa olarak, görmüş bulunuyoruz. Marx ve Engels, kendilerinden önce gelen materyalistlerle, birçok ortak noktalarda aynı görüşte olmakla birlikte, aynı zamanda bu eski materyalistlerin yapıtlarında birçok kusur ve boşluk olduğunu düşünüyorlardı.
      Onların marksizm-öncesi materyalizmde yaptıkları değiştirmeleri anlamak için, bu kusur ve boşlukların neler olduğunu ve niçin böyle olduğunu araştırmak kesin olarak zorunludur.
     
      BAŞKA bir deyişle, materyalizmin ilerlemesine katkısı olan çeşitli düşünürleri bir bir saydıktan sonra, bu ilerlemenin nasıl ve hangi anlamda gerçekleştiğini ve neden şu ya da bu biçimde bir evrim gösterdiğini araştırmasaydık, materyalizmin tarihinin incelenmesi eksik kalırdı.
      Özellikle 18. yüzyıl materyalizmi ile ilgileniyoruz, çünkü bu materyalizm, materyalizm felsefesinin çeşitli akımlarının sonucu olmuştur.
      Şu halde, bu materyalizmin yanılgıları nelerdi, eksik yanları nelerdi, onları inceleyeceğiz; ama şeylere, hiçbir zaman tekyanlı bir anlayışla değil, tersine, bütün yönlerini ele alan bir anlayışla bakmamız gerektiğinden, bu materyalizmin erdemlerini, değerli yanlarının neler olduğunu da belirteceğiz.
      Başlangıcında diyalektik olan materyalizm, bu temeller üzerinde gelişmesini sürdüremedi. Bilimsel bilgilerin yetersizliği nedeniyle, diyalektik düşünme tarzı bırakılmak zorunda kalındı. Önce bilimleri yaratmak ve geliştirmek gerekiyordu. "Süreçleri incelemeden önce, şeyleri incelemek gerekiyordu"[37].
      Demek ki, materyalizm ile bilimler arasındaki sıkı birlik, bu felsefeye, daha sağlam ve bilimsel temeller üzerinde, (sayfa 104) yeniden diyalektik materyalizm haline, yani Marx ve Engels'in materyalizmi haline gelme olanağını sağlayacaktır.
      Öyleyse, materyalizmin doğum kaydını, bilimin doğum kaydı yanında bulacağız. Ama, biz materyalizmin nereden geldiğini her buluşumuzda, idealizmin nereden geldiğini de ortaya koyabileceğiz.


III. İDEALİZM NEREDEN GELİR?


      İdealizm, tarih boyunca, eğer dinin yanıbaşında varolabilmiş, din tarafından hoşgörüyle karşılanmış ve onanmışsa, bu, aslında idealizmin dinden doğmasından ve dinden türemesindendir.
      Lenin, bu konuda öğrenmemiz gereken bir formül yazmıştır: "İdealizm, dinin arıtılmış ve inceltilmiş bir biçiminden başka bir şey değildir." Bu, ne demektir? Bu, idealizm, kendi anlayışlarını dinden çok daha esnek bir biçimde sunabilir demektir. Evrenin, karanlıklar üstünde yüzmekte olan bir ruh tarafından yaratılmış olduğunu, tanrının maddesiz olduğunu iddia etmek, sonra, birdenbire dinin yaptığı gibi, tanrının (kelam ile) konuştuğunu ve tanrının bir oğlu olduğunu (İsa) açıklamak, bunlar kabaca sunulmuş bir dizi fikirlerdir. İdealizm, dünyanın ancak bizim düşüncemizde, bizim ruhumuzda varolduğunu iddia etmekle, kendini daha üstü kapalı bir biçimde sunar. Aslında, biz biliyoruz ki, bu da öz olarak aynı anlama gelir, ama biçim olarak daha az kaba ve daha incedir. Bunun için idealizm, dinin inceltilmiş biçimidir.
      İdealizm daha da işlenmiş, daha da inceltilmiştir, çünkü idealist filozoflar, tartışmalarda, Berkeley'in diyalogları Philonoüs'ün zavallı Hylas'a yaptığı gibi, soruları önceden görüp önlemeyi ve tuzaklar kurmayı bilirler.
      Ama idealizm dinden gelir demek, sorunu kısaca geçiştirmek, ertelemektir, ve biz hemen kendimize sormalıyız, o halde: (sayfa 105)


IV. DİN NEREDEN GELİR?


      Engels, bu konuda, bize çok açık bir yanıt vermiştir: "Din, insanın sınırlı anlayışlarından doğmuştur". (Sınırlı burada dar anlamındadır.)
      İlk insanlar için bu bilgisizlik iki kattır: doğayı bilmemek, kendi kendilerini bilmemek. İlkel insanların tarihini incelerken, sık sık bu ikili bilgisizliği düşünmek gerekir.
      Gene de ilerlemiş bir uygarlık saydığımız Yunan antikçağında, bu bilgisizlik, bize çocuksu görünür; örneğin, Aristoteles'in yeryüzünün hareketsiz olduğunu, evrenin merkezi olduğunu ve gezegenlerin yeryüzünün çevresinde döndüğünü düşündüğünü gördüğümüz zaman. (Aristoteles'e göre, bu gezegenler 46 taneydi, bunlar bir tavana çakılı çiviler gibi kımıldamadan ve bir bütün halinde, yeryüzünün çevresinde dönmekte idi...)
      Yunanlılar, su, toprak, hava ve ateş dedikleri ve artık ayrıştırılamayan dört öğenin varolduğunu düşünüyorlardı. Bütün bunların yanlış olduğunu biliyoruz, çünkü şimdi artık suyu, toprağı ve havayı kendi öğelerine ayırabiliyoruz ve ateşi de bu yukardakilerle aynı türden bir cisim saymıyoruz.
      Yunanlılar, bizzat insan hakkında da çok bilgisizdiler, çünkü organlarımızın görevlerini bilmiyorlardı ve örneğin yüreğin, cesaretin merkezi olduğunu sanıyorlardı.
      Daha o zamandan çok ilerlemiş saydığımız Yunan bilginlerinin bilgisizliği bu kadar büyük olduğuna göre, onlardan binlerce yıl önce yaşamış insanların bilgisizliği ne olur? İlkel insanların doğa ve kendileri hakkındaki anlayışları; bilgisizlik yüzünden gelişmemişti. Ama bu insanlar, herşeye karşın, eşyayı açıklamaya çalışıyordu. İlkel insanlar hakkında elimizde bulunan bütün belgeler, bize, düşlerin, bu insanların kafalarında, düşüncelerinde çok yer tuttuğunu söyler. Daha ilk bölümümüzde,[
38] insanın bir "eş" varlığı (sayfa 106)olduğuna inanarak, bu düşler sorununu, nasıl çözümlemiş olduklarını gördük. Başlangıçta, bu eşe ayrıca maddi kıvamı olan bir tür saydam ve hafif bir beden atfediliyordu. İnsanda, ölümden sonra da yaşamını sürdüren maddesiz bir ilke, ruhsal bir ilke olduğu anlayışı, çok sonra doğmuştur. (Ruhsal, yani spiritüel sözcüğü, ruhtan, yani esprit'den gelir ki, esprit, Latince'de, soluk demektir; son nefes ile birlikte giden soluk esnasında, ruh (can, âme) çıkar ve yalnız "ikinci"nin varlığı sürer gider.) Öyleyse, düşünceyi ve düşü açıklayan ruhtur.
      Ortaçağda, insanların, ruh üzerine garip anlayışları vardı. Yağlı bir bedende ince bir ruh, ince bir bedende ise büyük bir ruh olduğu düşünülüyordu. Bunun içindir ki, bu çağda, çileciler (zahitler, ascètes), büyük bir ruhları olsun diye, ruha büyük bir barınak yapmak için sık sık uzun süren oruç tutuyorlardı.
      İlkel insanlar, önce saydam eş biçiminde ve sonra ruh biçiminde, insanın ölümünden sonra da yaşadığı ruhsal ilkeyi benimseyerek, tanrıları yarattılar.
      İlkin insandan daha güçlü, gene de maddi bir biçimde bulunan varlıklara inanırken, buradan yavaş yavaş bizimkinden üstün bir ruh biçiminde tanrıların varlığına inanmaya vardılar. Böylece, Yunan antikçağında olduğu gibi, her birinin belirli bir görevi olan birleşik birçok tanrı yarattıktan sonra, buradan tek tanrı anlayışına ulaştılar. İşte o zaman, günümüzdeki tektanrıcı din[39] yaratılmış oldu. Böylece açıkça görüyoruz ki, dinin kökeni, bugünkü biçimiyle bile, bilgisizlik olmuştur.
      Demek ki, idealizm, insanın sınırlı, dar anlayışlarından, bilgisizliğinden doğuyor; oysa materyalizm, tersine, bu sınırların geriye itilmesinden, geriletilmesinden doğar.
      Felsefe tarihi boyunca, idealizm ile materyalizm (sayfa 107) arasındaki bu sürekli savaşıma tanık olacağız. Materyalizm bilgisizliğin, sınırlarını geriletmek ister, ve bu, materyalizmin zaferlerinden biri, erdemlerinden biri olacaktır. İdealizm ve onu besleyen din, tersine, bilgisizliğin sürdürülmesi için, yığınların bu bilgisizliğinden, onlara baskıyı, ekonomik ve toplumsal sömürüyü kabul ettirmede yararlanmak için bütün çabaları harcar.


V. MARKSİZM-ÖNCESİ MATERYALİZMİN DEĞERLERİ


      Yunanlılarda, embriyon halinde bir bilim oluşur oluşmaz, materyalizmin de doğduğunu gördük. Bilim geliştiği zaman, materyalizm de gelişir ilkesini izleyerek, tarih boyunca şunları saptıyoruz:
      1. Ortaçağda bilimlerde zayıf bir gelişme, materyalizmde bir duraklama.
      2. 17. ve 18. yüzyıllarda bilimlerde çok büyük bir gelişmeye uygun düşen materyalizmde büyük bir gelişme. 18. yüzyıl Fransız materyalizmi, bilimlerdeki gelişmenin dolaysız sonucudur..
      3. 19. yüzyılda sayısız büyük buluşlara tanık oluyoruz ve materyalizm, Marx ve Engels ile büyük bir değişikliğe uğruyor.
      4. Bugün, bilimler ve aynı zamanda da materyalizm büyük bir hızla ilerlemektedir. En iyi bilginlerin, çalışmalarında, diyalektik materyalizmi uyguladıkları görülmektedir.
      Demek ki, idealizm ile materyalizmin kökenleri tamı tamına birbirine karşıdır; ve biz, yüzyıllar boyunca, bu iki felsefe arasında, yalnızca akademik olmayan ve zamanımızda da devam eden bir savaşım olduğunu görüyoruz.
      İnsanlık tarihinin içinde geçen bu savaşım, bilim ile bilgisizlik arasındaki savaşımdır, iki akım arasındaki savaşımdır. Biri, insanlığı bilgisizliğe doğru çeker, onu bu (sayfa 108) bilgisizlik içinde tutar; öteki, tersine, bilgisizliğin yerine bilimi koyarak insanları özgür kılmaya, kurtarmaya yönelir.
      Bu savaşım, engizisyon döneminde olduğu gibi, zaman zaman, çetin biçimler almıştır. Engizisyon için, başka birçok örnek arasında, Galilei örneğini alabiliriz. Galilei dünyanın döndüğünü ileri sürer. Bu, İncil'le ve Aristoteles ile çelişen yeni bir bilgidir: eğer dünya dönüyorsa, demek ki evrenin merkezi değildir, kısaca evren içinde bir noktadır, öyleyse yapmamız gereken şey, düşüncelerimizin sınırlarını genişletmek olmalıdır. Acaba Galilei'nin bu buluşu karşısında ne yapılıyor?
      İnsanlığı bilgisizlik içinde tutmak için dinsel bir mahkeme kurulur ve Galilei pişman olmaya zorlanır.[
40] İşte, bilgisizlik ile bilim arasındaki savaşıma bir örnek.
      Şu halde, bu çağın filozoflarını ve bilginlerini, bilgisizliğin bilime karşı savaşımı içindeki yerlerine bakarak yargılamalıyız; ve göreceğiz ki, onlar, bilimi savunurken, kendileri de, bilmeden materyalizmi savunmaktaydılar. Bunun gibi, Descartes da bize, düşünceleriyle, materyalizmi ileri götürebilmiş olan fikirler vermiştir.
      Ayrıca, bu savaşımın, tarih boyunca, yalnızca teorik bir savaşım değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir savaşım olduğunu da iyi görmek gerekir. Egemen sınıflar, bu savaşta her zaman bilgisizlikten yanadırlar. Bilim devrimcidir ve insanlığın kurtuluşuna katkıda bulunur.
      Burjuvazinin durumu ilginçtir. 18. yüzyılda burjuvazi, feodal sınıfın egemenliği altındadır ve o sıralarda bilimden yanadır; bilgisizliğe karşı bir savaşım yürütür ve bize Ansiklopedi'yi[41] verir. 20. yüzyılda burjuvazi egemen sınıftır ve bilgisizlikle bilim arasındaki bu savaşımda, o, eskisinden (sayfa 109) çok daha büyük bir vahşetle bilgisizlikten yanadır (hitlerciliği inceleyiniz).
      Şu halde görüyoruz ki, marksizm-öncesi materyalizm, önemli bir rol oynamıştır ve tarihsel önemi çok büyük olmuştur. Marksizm-öncesi materyalizm, bu bilgisizlikle bilim arasındaki savaşım boyunca, dine, yani bilgisizliğe karşı olabilen genel bir dünya anlayışı geliştirebilmiştir. Ve gene materyalizmin bu evrimi, materyalizm çalışmalarının bu ardarda sıralanışı iledir ki, diyalektik materyalizmin meydana çıkabilmesi için gerekli koşullar gerçekleşebilmiştir.


VI. MARKSİZM-ÖNCESİ MATERYALİZMİN KUSURLARI


      Materyalizmin evrimini anlamak ve kusurlarını ve boşluklarını iyi görebilmek için, bilimle materyalizmin birbirine bağlı olduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekir.
      Başlangıçta, materyalizm, bilimlere göre daha öndeydi, ve onun içindir ki, bu felsefe, kendisini hemen kabul ettiremedi. Diyalektik materyalizmin haklı olduğunu tanıtlamak için, bilimleri kurmak ve geliştirmek gerekiyordu, ama bu yirmi yüzyıldan fazla bir zaman almıştı. Bu uzun dönem içinde materyalizm, bilimlerden, özellikle de bilimsel düşünüşten ve aynı zamanda en çok gelişmiş özel bilimlerden etkilendi.
      Bunun içindir ki, "geçtiğimiz yüzyılın (yani 18. yüzyılın) materyalizmi her şeyden çok mekanikçi idi, çünkü bu çağda, bütün doğa bilimleri arasında yalnız mekanik ve henüz ancak -yeryüzündeki ve gökyüzündeki- katı cisimlerin mekaniği, kısaca yerçekimi mekaniği belli bir olgunlaşma durumuna ulaşmıştı. Kimya henüz çocuksu, filojistik biçimiyle vardı. Biyoloji henüz kundaktan çıkmamıştı; bitkisel ve hayvansal organizmalar ancak kabaca incelenebilmişti ve ancak salt mekanik nedenlerle açıklanıyorlardı; Descartes için hayvan nasıl bir makine ise, 18. yüzyılın materyalistlerine göre de insan öyle bir makineydi."[
42] (sayfa 110)
      "Hıristiyan ortağın kış uykusu" döneminden sonra, bilimlerin uzun ve yavaş evriminden çıkmış olan materyalizm, işte bu durumdaydı.
      Dünyayı büyük bir mekanizma olarak kabul eden bu dönemin büyük yanılgısı, her şeyden, mekanik denilen bu bilimin yasalarına göre sonuç çıkarmak olmuştur. Hareket, basit bir mekanik hareket sayılarak, aynı olayların da durmadan yenilenmesi gerektiği düşünülüyordu. Şeylerin makine yanı görülüyor, ama yaşayan yanı görülmüyordu. Onun için bu materyalizme mekanik (ya da mekanikçi) materyalizm denir.
      Bir örnek verelim: Bu materyalistler, düşünceyi nasıl açıklıyorlardı? Şöyle: "Nasıl karaciğer safrayı salgılarsa, beyin de düşünceyi salgılar! Bu dar bir düşünüştür!" Marx'ın materyalizmi, tersine, bir dizi açıklık getirir. Düşüncelerimiz yalnızca beyinden gelmez. Fikirlerimizin, düşüncelerimizin niçin şöyle değil de böyle olduğunu anlamaya çalışmamız gerekir; o zaman, bizim fikirlerimizi, toplumun, çevrenin vb. belirlediğinin farkına varırız. Mekanikçi materyalizm, düşünceyi basit bir mekanik olay olarak kabul eder. Oysa düşünce, daha üstün bir şeydir. "Mekanik yasaların da elbette ki işlediği, etkili olduğu. ama daha üst sıradan yasalarca daha geri plana atıldıkları kimyasal ve organik yapıdaki olaylara da yalnız tek başına mekaniğin uygulanması, klasik Fransız materyalizminin özgül, ama o dönem için kaçınılmaz darlıklarından biridir."[43]
      İşte 18. yüzyıl materyalizminin birinci büyük yanlışı. Bu yanılgının sonuçları şunlardı ki, o, genel olarak tarihi, yani tarihsel gelişmenin bakış açısını, süreci bilmiyordu; bu materyalizm, dünyanın evrim göstermediğini, düzenli aralıklarla birbirine benzer durumların yeniden ortaya çıktığını düşünüyordu ve insanın ve hayvanların evrimi diye (sayfa 111) bir şeyi de aklından geçirmiyordu.
      "Bu materyalizmin ikinci özgül darlığı, evreni bir süreç olarak, kesintisiz tarihsel gelişme yolunda bir madde olarak kavramadaki yetersizliğidir. Bu, o çağda doğa bilimlerinin ulaşmış oldukları düzeye ve bu doğa bilimlerine bağlı olan metafizik,[44] yani anti-diyalektik felsefe tarzına uygun düşüyordu. Doğanın, aralıksız sürüp giden bir hareket içinde olduğu biliniyordu. Ama, çağın fikirlerine göre, bu hareket, gene aynı şekilde aralıksız sürüp giden bir çember çiziyordu ve bu yüzden de hiç ilerlemiyordu; daima aynı sonuçları veriyordu."[45]
      İşte bu materyalizmin ikinci yanlışı.
      Üçüncü yanılgısı, kendi düşüncelerine fazla dalması, içine kapanmasıdır; bu materyalizm, insan eyleminin dünyadaki ve toplumdaki rolünü yeteri kadar görmüyordu. Marx'ın materyalizmi, dünyayı yalnız açıklamakla yetinmememizi, aynı zamanda, onu değiştirmemiz gerektiğini de öğretir. İnsan, tarihte, dünyayı değişikliğe uğratabilecek etkin bir öğedir.
      Rus komünistlerinin eylemi, yalnızca devrimi hazırlamak, yapmak ve başarıya ulaştırmak yeteneğinin değil, aynı zamanda, 1918'den beri, büyük güçlüklerin ortasında sosyalizmi kurmak yeteneğinin de canlı bir örneğidir.
      Marksizm-öncesi materyalizm, bu insan eylemi anlayışının bilincinde değildi. O çağda, insan ortamın[46] bir ürünüdür diye düşünülüyordu; oysa Marx bize öğretiyor ki, ortam, insanın bir ürünüdür ve öyleyse insan da, başlangıçta verilen bazı koşullar altında, kendi öz etkinliğinin ürünüdür. İnsan nasıl ortamın etkisine uğrarsa, kendisi de ortamı, toplumu değiştirebilir; öyleyse, buna göre, kendisini de değiştirebilir. (sayfa 112)
      Demek ki, 18. yüzyılın materyalizmi, fazlaca düşüncelerine dalıp kalıyordu, çünkü her şeyin bir tarihsel gelişmesi olduğunu bilmiyordu. Ama bu, o zaman için kaçınılmaz bir şeydi; çünkü bilimsel bilgiler, dünyayı ve şeyleri eski düşünme yönteminden, yani metafizikten başka bir yöntem kullanarak kavrayabilmek için yeteri kadar ileri gitmemişti. (sayfa 113)





OKUMA PARÇALARI

     
      K. Marx-F. Engels, Kutsal Aile, s. 168-179.
      Karl Marx, Feuerbach Üzerine Tezler, Alman İdeolojisi, s. 20-26.
      Plehanov, Materyalizm Tarihi Üzerine Deneme (Holbach, Helvetius, Marx), Editions Sociales, 1957.
     
YOKLAMA SORULARI

      BİRİNCİ BÖLÜM
      Pasteur, aynı zamanda, hem bilgin, hem de dinsel inanç sahibi nasıl olabiliyordu?
      İKİNCİ BÖLÜM
      Kitapları incelemenin aynı zamanda, hem zorunlu, hem de yetersiz olduğunu gösteriniz.
      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
      1. Diyalektik materyalizm neden antikçağda doğmadı?
      2. Yunan antikçağından 18. yüzyıla kadar başlıca materyalist akımları gösteriniz.
      3. 18. yüzyıl materyalizminin yanlışları ve değerleri nelerdir?
     
      YAZILI ÖDEV
      Bir idealist ile bir materyalist arasında, tanrı üzerine bir söyleşi tasarlayınız.



Dipnotlar

[31] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 25.
[32] K. Marx- F. Engels, Kutsal Aile, Sol Yayınları, Ankara 1994, s. 171.
[33] Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, "Giriş", s. 38.
[34] Bakınız: Halk Klasikleri koleksiyonunda (Editions Sociales) yayınlanmış olan, Diderot (6 cilt), Holbach, Helvetius, La Mettrie ve Morelly ile, bir ölçüde de, Rousseau ve Voltaire'in metinleri.
[35] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 18.
[36] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 45.
[37] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 44.
[38] Bkz. Birinci Bölüm, VI
[39] Tektanrıcılık (Monotheisme), Yunanca monos: bir tek - ve theos: tanrı sözlerinden oluşur.
[40] Galilei davası için bakınız: P. Laberenne, L'Origine des Mondes, Editeurs Français Reunis.
[41] Bakınız: Pages Choisies de L'Encyclopedie, Les Classiques du Peuple, Editions Sociales.
[42] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 25.
[43] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 25.
[44] Bundan sonraki kısımda metafizik yöntemin incelenmesine başlayacağız.
[45] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 26.
[46] Toplumsal ortam sözkonusudur.


Sayfa başına gidiş