121
MARX’TAN MANCHESTER’DEKİ ENGELS’E
[LONDRA] 10 ŞUBAT 1870
...
Flerovski’nın kitabından
ilk 150 sayfayı okudum. (Bu bölüm, Sibirya, kuzey Rusya ve Astrahan’ı anlatıyor). Rusya’nın ekonomik koşulları hakkındaki gerçeği söyleyen ilk yapıt bu. Adam, “Rus iyimserliği” dediği şeyin amansız düşmanı. Ben bu komünistik Eldorado
pembe düşüncelerini hiçbir zaman taşımadım; ama Flerovsky beklenebilecek olanın da ötesine geçiyor. Gerçekten garip, ama Petersburg’da böyle bir yapıtın basılabilmiş olması kuşkusuz, ani bir değişikliğin belirtisi.
“Bizde çok az proleter var; ama işçi sınıfımızın büyük kesimini, yazgısı herhangi bir ülkenin proletaryasından çok daha kara olan emekçiler oluşturuyor.”
[sayfa 11]
Yapıtın sunuş yöntemi de çok özgün: zaman zaman, insana Monteil’i anımsatıyor. Anlaşılan o ki, adamın gitmediği yer kalmamış; her şeyi kendi gözüyle görmüş. Toprakbeylerine, kapitalistlere ve bürokratlara karşı alaz alaz bir öfke. Ne sosyalist doktrinin, ne (ortak mülkiyet biçiminden yana da olsa) toprak konusunda herhangi bir gizemcilik, ne de nihilist tumturaklı sözler. Yer yer iyi niyetli yinelemeler varsa da, yapıtın ulaşmayı amaçladığı halk kesiminin düşük gelişme düzeyi düşünülürse, bu da çok iyi olmuş. Sözün özü, senin
Emekçi Sınıfın Durumu’ndan
sonra, yayınlanmış en önemli kitap. ...
122
MARX’TAN NEW YORK’TAKİ
SIGFRIED MEYER VE AUGUST VOGT’A
LONDRA, 9 NİSAN 1870
... Yarından sonra (11 Nisan) Enternasyonalle ilgili elimde ne kadar belge varsa, hepsini sizlere yollayacağım. (Bugünkü posta için vakit geç oldu). Ayrıca Basle [raporlarından]
bir miktar daha göndereceğim.
Yollayacağım belgeler arasında, genel konseyin
30 Kasım tarihli
İrlanda affı konulu kararlarını da bulacaksınız, benim önerimle alınan bu kararlan, siz zaten biliyorsunuz; ayrıca, Fenian hükümlülerine yönelik davranışlara ilişkin bir broşür de yolluyorum.
Şimdiki Birliğin
207 (yani İrlanda’nın köleleştirilmesinin), İngiltere ile özgür ve eşit bir federasyona dönüştürülmesi zorunluluğu konusunda da yeni önergeler sunmayı tasarlıyordum. Genel konseyden zorunlu olarak uzak kalışım nedeniyle, bu konuda yeni bir adım atmayı şimdilik erteledik. Çünkü konseyin öteki üyeleri, ne İrlanda sorununda yeterince bilgi sahibi, ne de bu konuda
İngiliz üyeler üzerinde, benim
[sayfa 12] yerimi dolduracak ölçüde saygınlar.
Ama zamanı da boşa harcamış değiliz, ve aşağıdaki noktalara özel bir dikkat göstermenizi istiyorum:
Uzun yıllar İrlanda sorunu üzerinde çalıştıktan sonra, o sonuca vardım ki, İngiliz egemen sınıflarına kesin darbe (ve bu, tüm dünyadaki işçi hareketi için de belirleyici olacaktır)
İngiltere’de
değil, yalnızca İrlanda’da vurulabilir.
İrlanda ulusal savaşımının, işçi sınıfının kurtuluşuyla ilintisi ve dolayısıyla, Uluslararası Derneğin İrlanda sorununa karşı takınması gereken tutum konusunda genel konsey, 1 Ocak 1870’te
benim tarafımdan, (İngiltere’de Alman gazeteleri değil, ama yalnızca Fransız gazeteleri yankı yaptığı için) Fransızca olarak hazırlanan, gizli bir genelge
yayınladı.
Burada yalnızca önemli noktaları size kısaca aktaracağım.
İrlanda,
İngiliz toprak aristokrasisinin bir kalesidir. Bu ülkenin sömürülmesi, yalnızca onların maddi zenginlik kaynaklarından biri olmakla kalmıyor, aynı zamanda onlara büyük bir
moral güç de veriyor. Onlar gerçekte,
İngiltere’nin, İrlanda üzerindeki egemenliğini temsil ediyorlar. Bu nedenledir ki İrlanda, İngiliz aristokrasisinin
İngiltere’deki gücünü sürdürmesinin de başlıca aracıdır.
Öte yandan, İngiliz ordusu ve polisi, hemen yarın İrlanda’dan geri çekilecek olsaydı, İrlanda’da derhal tarımsal bir devrim olurdu. Ne var ki, İngiliz aristokrasisinin İrlanda’da devrilmesi, zorunlu bir sonuç olarak İngiltere’de de devrilmesi demek olur. Ve bu, İngiltere’de proletarya devriminin önkoşulunu sağlar. İngiliz toprak aristokrasisinin İrlanda’da çökertilmesi, İngiltere’deki operasyondan son derece daha kolaydır; çünkü İrlanda’da
toprak sorunu, İrlanda halkının çok büyük çoğunluğu için bir varoluş sorunu, bir
ölüm-kalım sorunu olduğundan, bugüne değin toplumsal sorunun
özgül biçimi olagelmiştir, ve çünkü aynı zamanda
ulusal sorunun da
[sayfa 13] ayrılmaz bir parçasıdır. İrlandalı karakterinin, İngiliz karakterine göre, daha coşkulu ve daha devrimci oluşu da çabası.
İngiliz
burjuvazisine gelince, İrlanda’yı, İngiliz pazarına olabilecek en düşük fiyattan et ve yün sağlayan sıradan bir otlağa dönüştürmekte, İngiliz aristokrasisi ile ortak çıkarı vardır. İngiliz burjuvazisi ayrıca toprağından atma ve göçe zorlama gibi yollarla İrlanda nüfusunu,
İngiliz sermayesinin (tarım için kiralanan toprağa yatırılan sermayenin) “güven” içinde işletilebileceği düşük bir düzeye indirmekte de çıkar görmektedir. İngiltere’nin ve İskoçya’nın tarımsal bölgelerini temizlemekte olduğu gibi,
İrlanda’nın malikanelerini temizlemekte de çıkarı vardır. Kendi malikanelerinde oturmayan toprakbeylerinin her yıl Londra’ya akan 6.000-10.000 sterlin arasındaki gelirleriyle, İrlanda’nın [gene Londra’ya akan] öteki gelirlerinin de dikkate alınması gerekir.
Ancak İngiliz burjuvazisinin, bugünkü İrlanda ekonomisinde, daha önemli çıkarları da var. Uzun süreli toprak kiralama usulünün sürekli artışı nedeniyle İrlanda, kendi emek-gücü fazlasını sürekli olarak İngiliz emek piyasasına gönderiyor; böylece ücretleri aşağı çekiyor ve İngiliz işçi sınıfının maddi ve manevi konumunu geriletiyor.
Ve en önemlisi! İngiltere’deki her sanayi ve ticaret merkezinde, artık, iki
düşman kampa, İngiliz proleterler ile İrlandalı proleterlere bölünmüş bir işçi sınıfı var. Sıradan bir İngiliz işçi, kendi yaşam düzeyini düşüren bir rakipmiş gibi, İrlandalı işçiden nefret ediyor. İrlandalı işçiyle ilişkisinde, kendini
egemen ulusun bir üyesi olarak görüyor ve bunun sonucu, İngiliz aristokratlarıyla kapitalistlerinin
İrlanda’ya karşı, bir aleti durumuna düşüyor, böylece onların
kendisi üzerindeki egemenliğini güçlendiriyor. İrlandalı işçiye karşı dinsel, toplumsal ve ulusal önyargılar taşıyor. ABD’nin eski köleci devletlerinde “yoksul beyazlar”ın zencilere karşı tutumu ne idiyse, İngiliz işçinin İrlandalı işçiye karşı tutumu da odur. İrlandalı, İngiliz işçiye, fazlasıyla geri ödüyor. İngiliz işçiyi,
İrlanda’daki İngiliz yöneticilerin hem budala bir aleti hem de suç ortağı olarak görüyor.
[sayfa 14]
Basın, kilisedeki vaaz kürsüsü, mizah dergileri, kısacası egemen sınıfların buyruğu altındaki her türlü araç, bu karşıtlığı yapay olarak canlı tutuyor ve katmerliyor.
İngiliz işçi sınıfının, örgütüne karşın,
güçsüzlüğünün gizi, bu karşıtlıktadır. Kapitalist sınıfın iktidarını sürdürmesinin gizi de buradadır. Bunu da çok iyi biliyor.
Ama kötülük burada durmuyor. Okyanusun ötesine de uzanıyor. Birleşik Devletler ile İngiltere arasındaki çatışmanın gizli temeli, İngilizler ile İrlandalılar arasındaki bu karşıtlıktır. Bu, iki ülkenin işçi sınıfları arasında herhangi bir onurlu ve ciddi işbirliğini ol an aksızlaştırıyor. Her iki ülkenin hükümetlerine, kendi işlerine geldiği zaman, birbirlerine kabadayılık ederek ya da gerek olursa iki ülke arasında savaş çıkartarak, [içerdeki] toplumsal çatışmanın sivriliklerini törpüleme olanağını sağlıyor.
İngiltere, sermayenin metropolü, şimdiye dek dünya pazarını yöneten güç, günümüzde işçi devrimi açısından en önemli ülkedir; dahası, bu devrimin maddi koşullarının belli bir olgunluk derecesine eriştiği
tek ülkedir. Dolayısıyla, Uluslararası Emekçiler Derneği, her şeyden önce İngiltere’deki toplumsal devrimi çabuklaştırmayı amaçlar. Çabuklaştırmanın tek aracı da İrlanda’yı bağımsız yapmaktır. Öyleyse Enternasyonalin ödevi İngiltere ile İrlanda arasındaki çatışmayı her yerde öne çıkarmak ve her yerde, açıkça İrlanda’dan yana olmaktır. Londra’daki merkez konseyin özel görevi İngiliz işçi sınıfında,
İrlanda’nın ulusal kurtuluşunun, onlar için soyut adalet ya da insancıl duygular sorunu olmadığı ama
kendi toplumsal kurtuluşlarının ilk koşulu olduğu bilincini yaratmaktır.
Genelge-mektubun, İrlanda affı konusunda merkez konseyce kabul edilen kararların
raisons d’étre’ini
de ortaya koyan ana noktaları aşağıyukarı bunlar. Bundan kısa bir süre sonra, İngilizlerin fenianlara karşı davranışı konusunda Gladstone’a vb., saldıran sert bir dille yazılmış imzasız bir makaleyi
Internationale’e (Brüksel’deki Belçika merkez
[sayfa 15] komitemizin
yayın organına) gönderdim. Bu makalede Fransız cumhuriyetçileri de kınadım (
Marseillaise, buradaki alçak Talandier’in İrlanda konusunda yazdığı saçmasapan bir yazıyı yayınladı) çünkü ulusal bencillikleriyle, bütün öfkelerini imparatorluğa yöneltmek için saklıyorlar.
Bu suçlama işe yaradı. Kızım Jenny,
Marseillaise’e J. Williams imzasıyla (yazı işlerine gönderdiği özel mektupta adının Jenny Williams olduğunu belirtmişti) bir dizi makale yazdı; yazılarında başka birçok konunun yanısıra O’Donovan Rossa’nın mektubuna da yer verdi. Büyük gürültü de buradan çıktı.
Fenian hükümlülerine yapılan kötü muameleleri araştırmak üzere bir
parlamento soruşturması yapılması isteğini, yıllarca, alaycı bir tutumla geri çeviren
Gladstone bu durumda böyle bir soruşturmayı kabul etmek zorunda kaldı. Jenny şimdi
Marseillaise’in, İrlanda sorunları konusunda düzenli muhabirliğini yapıyor. (
Bu, doğal ki aramızda sır olarak kalacak.)
İrlanda sorunu böylece Fransa’da
gündeme getirildiği ve bu reziller, Paris yoluyla, tüm kıta Avrupası’nda gözler önüne serildikleri ve izlenmeye başlandıkları için, İngiltere hükümeti ve basın öfkeden küplere biniyor.
Aslına bakarsanız, bir taşla iki kuş vurduk; Dublin’de İrlandalı önderleri, gazetecileri, vb., bizimle ilişki kurmak zorunda bıraktık;
genel konsey daha önce bunu başaramamıştı!
Amerika’da aynı doğrultuda çalışmak için önünüzde geniş bir alan var.
Alman işçilerin İrlandalı işçilerle (ve kuşkusuz bunu benimseyen İngiliz ve Amerikalı işçilerle) güçbirliği elde edebileceğiniz en büyük başarı olur. Bu, Enternasyonal adına yapılmalıdır. İrlanda sorununun toplumsal önemi apaçık edilmelidir.
Gelecek kez özellikle İngiliz işçilerin konumuna ilişkin bir şeyler yazarım.
Sevgilerle ve kardeşlikle!
[sayfa 16]
Karl Marx
123
MARX’TAN MANCHESTER’DEKİ ENGELS’E
[LONDRA] 18 MAYIS 1870
... Fransa’daki üyelerimiz, Fransız hükümetine, gizli bir siyasal toplulukla, gerçek bir işçi derneği arasındaki farkın gözle görülür kanıtını veriyorlar. Hükümet Paris, Lyon, Rouen, Marsilya vb. komitelerinin bütün üyelerini (bazıları İsviçre’ye ve Belçika’ya kaçtı) tutuklar tutuklamaz,
iki kat daha fazla sayıda kurulan komiteler, gazetelerdeki en cesur ve en meydan okur türden bildirilerle, o komitelerin yerine kurulduklarını açıkladılar (ve ek bir ihtiyat önlemi olarak
özel adreslerini de belirttiler). Fransa hükümeti, uzun süreden beri yapmasını istediğimiz şeyi sonunda yaptı: Siyasal sorunu, yani imparatorluk mu cumhuriyet mi sorununu, işçi sınıfı için ölüm-kalım sorununa dönüştürdü!
Genelde plebisit
208 imparatorluğa kesin darbeyi zaten vurmuştu. Anayasal sözle süslenmiş imparatorluğa evet oyu verenlerin çok oluşuna bakarak Boustrapa,
sans phrase imparatorluğu, yani Aralık rejimini, teklifsizce diriltebileceğine inanıyor. Özel olarak alınan tüm bilgilere göre
10 Aralık Derneği209 Paris’te yeniden açıldı ve arı kovanı gibi kaynıyor.
Selamlar.
Sevgiler
K. M.
124
MARX’TAN HANOVER’DEKİ LUDWIG KUGELMANN’A
LONDRA, 27 HAZİRAN 1870
... Alman profesör baylar, son zamanlarda, saçma bir biçimde de olsa, şurada burada beni görme zorunluluğunu
[sayfa 17] duydular; örneğin A. Wagner toprak mülkiyeti üzerine bir broşürde ve Held (Bonn) Ren yöresindeki tarımsal krediler üzerine bir broşürde.
Bay Lange (
Über die Arbeiterfrage, ete, 2. Auflage)
yüksek perdeden bana övgüler düzüyor, ama kendisini önemli kılmak amacıyla. Çünkü bay Lange büyük bir keşif yapmış. Tüm tarih, büyük, tek bir doğa yasasının çerçevesi içine sokulabilir, diyor. Bu doğa yasası “yaşam savaşımı”
deyimidir (Darwin’in anlatımı böyle kullanılınca basit bir deyim haline geliyor), ve bu deyimin içeriği ise maltusçu nüfus yasası, daha doğrusu aşırı nüfus yasasıdır. Böylece, “yaşam savaşımı”nı çeşitli toplum biçimlerinde, tarihsel olarak göründüğü haliyle çözümlemek yerine, yapılması gereken tek şey her somut savaşımı “yaşam savaşımı” deyimiyle ve onu da maltusçu “nüfus fantezisi” ile açıklamak oluyor. İtiraf etmeli ki, bu, kasıntılı, sahte bilimsel ve şişirilmiş cehaletin ve entelektüel tembelliğin çok etkileyici bir yöntemi...
Aynı Lange’nin hegelci yöntem ve benim onu uygulayışım konusundaki sözleri ise gerçekten çocukça. Her şeyden önce Hegel’in yönteminden bir şey anlamıyor, ve bunun sonucu olarak, benim o yöntemi eleştirel tarzda uygulayışımdan ise hiç anlamıyor. Bir noktada bana Moses Mendelssohn’u anımsatıyor. O prototip geveze de Lessing’e yazdığı mektupta, Lessing’in nasıl olup da “Spinoza denen köpek ölüsü”nü ciddiye alabildiğini sormuştu. Benzer biçimde bay Lange de, Büchner’in, Dr. Dühring’in, Fechner’in, vb. – zavallı yaratıklar– uzun süre önce Hegel’i gömmüş olduklarında anlaşmalarına karşın, Engels’in, benim ve başkalarının Hegel denen köpek ölüsünü nasıl olup da ciddiye aldığımıza hayret ediyor. Lange, ampirik konuda benim “çok seyrek özgür davrandığımı” söyleyecek kadar bönlük ediyor. Hiç bilmiyor ki, bu “konuda hareket özgürlüğü”,
yöntemin, konuyu inceleme biçiminin, yani
diyalektik yöntemin açılımından başka bir şey değildir. ...
Meissner’in ikinci cilt için sabırsızlanmasına gelince,
[sayfa 18] çalışmamı kesen şey yalnızca bütün kış boyu çektiğim rahatsızlık değildi; ayrıca Rusçayı da inekleme zorunluğunu duydum; çünkü toprak sorununa eğilirken, Rus toprak mülkiyet ilişkilerini incelemek için orijinal kaynaklara gitmek kaçınılmaz oldu. Dahası, İrlanda toprak sorunuyla bağlantılı olarak İngiltere hükümeti, tüm ülkelerdeki tarımsal ilişkiler konusunda bir dizi Mavi Kitap (yakında tamamlanıyor) yayınladı. Son olarak –
entre nous– ben önce birinci cildin ikinci baskısını görmek isterdim. Ben ikinci cilde son biçimini verirken böyle bir şey olursa, bu yalnızca çalışmamı bozar.
Kugelmann ailesinin bütün bireylerine benim ve Jenny’nin en içten selamlarıyla.
Sevgiler
K. M.
125
MARX’TAN MANCHESTER’DEKİ ENGELS’E
[LONDRA] 28 TEMMUZ 1870
... Genel konsey geçen Salı günü Çağrı’dan bin adet basılmasını kararlaştırdı. Provaları bugün bekliyorum.
Fransa’da
Marseillaise’in söylenmesi, ikinci imparatorluğun her şeyi gibi bir parodi. Ama o alçak herif
en azından “Suriye’ye hareket”’in
210 bir işe yaramadığını anlıyor. Öte yandan Prusya’da böyle bir maskaralığa gerek yok. Sağına Bismarck’ı soluna Stieber’i alarak Wilhelm I’in söylediği “Tanrım sana sığınıyorum!”, Alman Marseillaise’idir. Darkafalı Alman, 1812 ve sonrasındaki gibi, yüreğindeki uşaklığı artık çekinmeden açığa vurabileceği için gerçekten mutlu olmalıdır. 1848’den yirmiiki yıl sonra, Almanya’da ulusal bir savaşın
böyle teorik ifadesi olabileceğini kim düşünebilirdi ki!
Bereket versin, bu gösterilerin tümü orta sınıfın eseri. Schweitzer’in doğrudan yandaşları dışında, işçi sınıfı bu işe katılmıyor. Her iki ülkede, Fransa’da ve Almanya’da, sınıflar
[sayfa 19] savaşı, bereket versin öyle bir noktaya ulaştı ki, hiçbir dış savaş, tarihin tekerleğini ciddi biçimde geri döndüremez....
126
ENGELS’TEN RAMSGATE’DEKİ MARX’A
MANCHESTER, 15 AĞUSTOS 1870
Sevgili Mohr,
Eğer insan benim gibi, üç gündür zorlu bir mide rahatsızlığı çekiyorsa, üstelik zaman zaman ateşi hafifçe yükseliyorsa, iyileşmeye başladığı sırada bile, Wilhelm’in
siyaseti üzerine yazması pek de zevkli değil. Ama madem ki istiyorsun, öyle olsun.
İradesi pek zayıf olan Bracke’nin ulusal heyecanının kendisini nereye kadar sürüklemesine izin verdiğini bilmiyorum, ve
Volksstaat211 iki haftada ençok
bir sayı elime geçtiği için, Bonhorst’un Wilhelm’e yazdığı ve genelinde serinkanlı olan ancak teorik belirsizlik gösteren mektubuna bakarak yapılabilecek bir değerlendirmenin dışında, Komitenin
aynı konudaki tutumunu değerlendirebilecek durumda da değilim. Bunun yanısıra, Liebknecht’in kendine duyduğu, dogmatizme dayalı, darkafalı güven, her zamanki gibi, ortalık yerde gerçekten çalım satıyor.
Durum bana şöyle görünüyor: Almanya Badinguet
tarafından, bir ulusal varoluş savaşına sürüklenmiş bulunuyor. Badinguet kazanırsa, bonapartizm yıllarca güçlenecek ve Almanya yıllarca, belki de kuşaklar boyu tükenecek. Böyle bir durumda bağımsız bir Alman işçi sınıfı hareketi artık daha fazla sözkonusu olamaz, çünkü Almanya’nın ulusal varlığını yeniden ayağa kaldırma savaşımı bütün güçleri soğuracak, ve en iyi durumda da Alman işçiler, Fransız işçilerin yedeğine alınacaktır. Yok Almanya kazanırsa, bu, Fransız bonapartizminin her durumda sonu olacaktır, Alman
[sayfa 20] birliğinin kurulmasına ilişkin sonu gelmez tartışma bitecektir, Alman işçiler, şimdiye kadar olduğundan oldukça farklı biçimde ulusal ölçekte örgütlenebileceklerdir, Fransız işçiler de şimdiki hükümetin yerine hangi tür hükümet gelirse gelsin, hiç kuşku yok, bonapartizmde olduğundan daha özgür bir ortama kavuşacaklardır. Her sınıftan Alman halkının tümü görmüştür ki, bu sorun her şeyden önce bir ulusal varoluş sorunudur; bu nedenle de kavgaya doludizgin dalmışlardır. Bu koşullarda bir Alman siyasal partisinin Wilhelm tarzında bir tümden engelleme öğütlemesi, ikincil noktaları birincilin önüne koyması bana olanaksız görünüyor.
Buna şunu da eklemeli: Fransız nüfusun kitlesinin, yani burjuvazinin, küçük-burjuvazinin, köylülerin ve Bona-parte’ın büyük kentlerde yarattığı köylü kökenli, imparatorluğa sadık, Haussmannist yapı-sanayisi proletaryasının
212 şovenizmi olmasaydı Badinguet bu savaşı asla ilan edemezdi. Bu şovenizmin tepesine yumruk indirilmedikçe, usturuplu ve kesin sonuç alacak bir yumruk indirilmedikçe, Almanya ile Fransa arasında barış olanaksızdır. Bir proleter devrimin bu görevi üstlenmesi beklenirdi, ama artık savaş çıktığına göre, Almanlara bu işi kendi başlarına ve hemen yapmaktan başka bir şey kalmıyor.
Şimdi de ikincil noktalar. Bu savaşı, Lehmann
, Bis-marck ve şürekası yönettiğine ve başarıyla götürürlerse utku onları geçici olarak yücelteceğine göre, Alman burjuvazisinin sefil haline teşekkür etmeliyiz. Çok tatsız, ama elden ne gelir ki. Bu çerçevede, anti-bismarkçılığı tek kılavuz ilke haline getirmek saçma olur. Her şeyden önce Bismarck 1866’da olduğu gibi şimdi de bir parça bizim işimizi yapıyor; gerçi bunu
kendi usulünce ve öyle olduğunu düşünmeksizin yapıyor, ama gene de yapıyor. Eskisine bakışla çok daha iyi bir biçimde, önümüzdeki pürüzleri temizliyor. Kaldı ki artık 1815 yılında değiliz. Güneyli Almanlar Reichstaga zorunlu olarak girecekler ve bu, prusyacılığa karşı bir denge geliştirecek. Sonra Bismarck’tan beklenen, senin yazdığın gibi, Ruslarla ittifakı
[sayfa 21] daha başından olanaksız kılan ulusal görevler var. Genel olarak, Liebknecht’vari bir tutumla, 1866’dan bu yana olup bitenleri, onun hoşuna gitmiyor diye tersine çevirmeye çalışmak anlamsız. Ama güneyli Alınanlarımız örneğini biliyoruz. Bu budalalardan ne köy olur ne kasaba. Sanırım bizim insanlarımız:
1) Almanya’nın savunulmasıyla sınırlı kaldığı ölçüde ve sürece (ki bu, barışa ulaşılıncaya dek belli koşullarda saldırıyı da dışlamaz) ulusal harekete –bu hareketin ne kadar güçlü olduğunu Kugelmann’ın mektubu da gösteriyor– katılabilir;
2) Aynı zamanda Alman ulusal çıkarlarıyla Prusya hanedanının çıkarları arasındaki farkı vurgulayabilir;
3) Alsace ve Lorraine’in ilhakına karşı çalışabilir – Bis-marck şimdilerde, bu toprakları Bavyera ve Baden’e katma niyetini ima ediyor;
4) Paris’te dümenin başına şovenist-olmayan cumhuriyetçi bir hükümet geçer geçmez, onunla saygın bir barış için çalışabilir;
5) Savaşı onaylamayan ve birbiriyle savaşmayan Alman ve Fransız işçiler arasındaki çıkar birliğini sürekli vurgulayabilir;
6)
Rusyalıya karşı tutum] Enternasyonalin Çağrı’sın-daki gibi.
Eğlendirici olanı Wilhelm’in
savı; Bismarck, Badin-guet’nin eski bir suç ortağı olduğu için, doğru tutumun, yansız kalmak olduğunu söylüyor. Almanya’daki genel kanı bu olsaydı, çarçabuk Ren konfederasyonunu yeniden kurardık ve soylu Wilhelm bu yapı içinde kendisinin nasıl bir rol oynayacağını ve işçi hareketinin ne olacağını görürdü. Bir Kalk ki tekme-tokattan başka bir şey görmez, gerçekten toplumsal devrimi yapacak halk işte o halktır, üstelik Wilhelm’in çok sevdiği o sayısız küçük devletlerinde!
[sayfa 22]
O zavallı küçük adamın,
Elberfelder Zeitung’da
213 yayınlandığı “varsayılan” bir yazı için beni hesap vermeye çağırması da pek hoş! Zavallı yaratık!
Fransa’daki çöküntü korkunç görünüyor. Her şey harabeye dönüyor, satılıyor, dolandırılıyor.
Chassepot’lar
214 çok kötü imal edilmiş ve çatışma sırasında tutukluk yapıyor; artık bu silahlar yok ve eski çakmaklı tüfek avına çıkmak gerekiyor. Gene de
yakında devrimci bir hükümet ortaya çıkarsa, umutsuzluğa kapılması gerekmez. Ama Paris’i kendi yazgısına terketmeli, savaşı güneyden yürütmelidir. O zaman silahlar alınıncaya ve düşmanı adım adım sınıra geri çekilmeye zorlayacak yeni ordular kuruluncaya kadar dayanma olasılığı vardır. Aslında bu, savaşın gerçek sonu olur, her iki ülke, ötekine, elegeçirilemez olduğunu kanıtlamış olur. Ama biraz geç kalınırsa, bu, oyunun sonu olur. Moltke’nin operasyonları örnektir –yaşlı William, anlaşılan ona dilediği gibi davranma serbestliği tanıyor– ve dördüncü-celp taburları orduya katılıyor, Fransız birlikleriyse henüz ortada yok.
Badinguet henüz Metz’den çıkmadıysa durumu kötüye gidebilir.
Deniz banyosu romatizmaya iyi gelmez. Ama Galler yöresinde dört hafta geçiren Gumpert
deniz havasının sağlığa özellikle yararı olduğunu söylüyor. Umarım yakında ağrıların geçer. Korkunç bir şey. Ama ne de olsa tehlikeli değil. Genel olarak sağlığına kavuşman çok önemli.
En iyi dilekler.
Sevgiler
F. E.
127
MARX’TAN MANCHESTER’DEKİ ENGELS’E
[RAMSGATE] 17 AĞUSTOS 1870
Sevgili Fred!
Böyle zor koşullarda katlandığın sıkıntı için yürekten teşekkürler (bayan Marx da kendisine yazdığın mektup için
[sayfa 23] teşekkür ediyor). Senin mektubun, benim kafamda tasarladığım yanıt planına tamı tamına uyuyor. Bununla birlikte böyle önemli bir konuda –çünkü sorun Wilhelm
sorunu değil,
Alman işçilerin davranış çizgisi için verilecek talimat sorunu215– sana danışmadan harekete geçmek istemedim. Wilhelm, benimle anlaşma içinde olduğunu:
1)
Enternasyonal’in, kuşkusuz önce kendi diline, Wilhelm’ceye çevirdiği Çağrısından çıkarıyor;
2) Kendisinin ve Bebel’in, Reichstag’daki açıklamalarını onaylamış olmamdan
216 çıkarıyor. O, ilkeler açısından ince eleyip sık dokumanın bir yürek işi olduğu “an” idi; ama bundan, o an hâlâ sürüyor anlamı çıkmaz, ve Alman proletaryasının ulusal nitelik kazanmış bir savaştaki tutumunun, Wilhelm’in Prusya’ya karşı duyduğu antipatide özetlendiği anlamı hiç çıkmaz. Bu, uygun zamanda İtalya’nın “bonapartist” kurtuluşuna karşı sesimizi yükselttiğimiz için, o savaşın sonunda İtalya’nın elde ettiği göreceli bağımsızlığa da karşı çıkmayı istememiz gerekirdi demeye benzer.
Alsace ve Lorraine için beslenen heves, iki çevrede egemen görünüyor: Prusya camarillası
ve güney Alman bira-yurtseverleri. Böyle bir şey Avrupa’nın ve özellikle Alman-ya’nın başına gelebilecek en büyük talihsizlik olur. Senin de görmüş olacağın gibi, Rus gazetelerin çoğu, daha şimdiden Avrupa’da güç dengesinin korunması için Avrupa’nın diplomatik müdahalesinin zorunluğundan sözediyorlar.
Kugelmann, savunma savaşı ile savunmaya dönük askeri operasyonları birbirine karıştırıyor. Demek ki adamın biri bana sokakta saldırırsa, ben yalnızca onun yumruklarını savuşturabilirim ama onu yere vuramam, yoksa
saldırgan olurum. Bu insanların ağzından çıkan her sözcükte, diyalektik eksikliği görünüyor.
Romatizma ağrılarım yüzünden arka arkaya dört gecedir gözümü kırpmadım, ve bütün bu zaman boyunca da Paris vb. hakkında fantastik düşünceler kafama doluşuyor. Bu
[sayfa 24] gece Gumpert’in uyku ilacından alacağım.
Başladığı gibi bir parodiyle
217 bitecek olan ikinci imparatorluğun ölüm çanlarını çalarak Bonaparte’ımı keşfetmiştim. İnsan, Napoléon’un 1814 harekatından daha hoş bir parodi düşleyebilir mi? Sanırım Boustrapa’nın
tüm vasatlığını daha en başından gören yalnızca ikimiziz, onu yalnızca bir şovmen olarak gördük, anlık başarılarının bizi yanıltmasına hiç izin vermedik.
Aklıma gelmişken söyleyeyim, burjuva Barış Derneği,
Manifesto’yu Fransızca ve Almanca yayınlaması için Enter-nasyonalin genel konseyine 20 sterlin gönderdi.
Selamlar.
Sevgiyle
K. M.
128
MARX VE ENGELS’TEN ALMANYA SOSYAL-DEMOKRAT
İŞÇİ PARTİSİ’NİN BRUNSWICK KOMİTESİ’NE218
[LONDRA, ~1 EYLÜL 1870]
... Askeri camarilla, profesörler, burjuvalar ve kabare politikacıları Almanya’nın Fransa’ya karşı savaştan sonsuza dek ancak böyle
korunabileceğini savlıyorlar. Tam tersi. Bu, savaşı bir
Avrupa kurumuna dönüştürmenin en etkin yoludur.
Batı Polonya’yı – Alsace ve Lorraine’i elde tutmanın zorunlu olduğunu öne sürmek, yeniden gençleşen Almanya’da, askeri despotizmi sürdürmenin gerçekten en güvenli yoludur. Yaklaşan barışı, Fransa yeterince toparlanarak yitirdiği toprakları yeniden geri isteyinceye kadar, yalnızca bir silah bırakışmasına dönüştürmenin en şaşmaz yolu budur. Hem Almanya’yı hem de Fransa’yı, mahvedici bir didişmeyle harabeye çevirmenin şaşmaz yöntemi budur.
Sonsuza dek sürecek bir barışın bu güvencelerini keşfeden düzenbazlarla budalalar, Prusya tarihinden ve
[sayfa 25] Napoléon’un, Tilsit Barış Anlaşmalarıyla
219 Prusya’yı yüzyüze bıraktığı ağır muameleden bilmek zorundadırlar ki, kendi ayakları üzerinde durabilen bir halkı böyle zorba önlemlerle barışa yanaştırmak, amaçlananın tam tersi etki yaratır. Alsace-Lorraine’i yitirdikten sonra bile olsa, Fransa’yı, Tilsit Barışı sonrasının Prusya’sıyla karşılaştırın!
Eğer Fransız şovenizmi,
eski rejimde, 1815’ten bu yana, birkaç muharebe yitirilmesinin başkent Paris ve ardından tüm Fransa’nın düşmanın insafına kalması anlamına geldiği olgusunda belli bir maddi haklılanma bulduysa, yeni sınır çizgisi doğuda Vosges’ten, kuzeyde Metz’ten geçtiğinde şovenizm kimbilir ne tür yeni gıdalar süzecektir?
En azgın
bir Toton
bile, Lorrainelilerle Alsacelı-ların,
Alman hükümetini şükranla anacaklarını düşünmeye cesaret edemez. Açıklanan, doğu yakasında uygulanması durumunda, Almanya ve Avrupa için iyi sonuçlar doğuracağı kabul edilen pan-germanizm ve “güvenli” sınırlar ilkesidir.
Günümüzdeki gürültü patırtının tümüyle korkutmadıkları ve Alman halkını aşırı ölçüde korkutmakta
çıkarı olmayanlar anlamalı ki, 1866 savaşı nasıl 1870 savaşına yolaçtıysa, 1870 savaşı da
Almanya ile Rusya arasında bir savaşa zorunlu olarak yolaçacaktır.
Zorunlu olarak, kaçınılmaz olarak diyorum;
Rusya’-da, bir
devrimin daha önce patlaması –olası olmayan bir olay– dışında.
Bu olası olmayan durum gerçekleşmezse, Almanya ile Rusya arasında bir savaş, şimdiden olmuş-bitmiş bir olgu olarak görülmelidir.
Bu savaşın yararlı mı zararlı mı olacağı, yengin Almanların bugünkü tutumuna bağlı olacaktır.
Alsace ve Lorraine’i alırlarsa, Fransa ile Rusya, Alman-ya’ya karşı savaş açacaklardır. Yıkıcı sonuçları belirtmenin gereği yok.
[sayfa 26]
Fransa ile saygın bir barış yaparlarsa, o zaman o savaş Avrupa’yı Moskova diktatörlüğünden kurtaracak, Prusya’yı Almanya içinde eritecek, kıta Avrupasının batı kesiminin barış içinde gelişmesine izin verecek ve son olarak, Rus halkının da yarar sağlayacağı Rus toplumsal devriminin –bu devrimin öğeleri, gelişebilmek için yalnızca böyle bir dış itkiyi gereksiniyor– patlamasına yardımcı olacaktır.
Ama Alman işçi sınıfı yığınsal olarak sesini yükseltmedikçe korkarım ki, düzenbazlarla budalalar çılgın oyunlarını engellenmeksizin sürdüreceklerdir. ... ‘
Şimdiki savaş, dünya tarihinde yeni bir çağın habercisidir; bunun kanıtı, Almanya’nın Alman Avusturyası olmadan da,
öteki ülkelerden bağımsız olarak kendi yolunda gitme gücünde olduğunu göstermesidir.
Birliğini ilkin
Prusya kışlalarında bulması yeterince hakettiği bir cezadır. Ancak bu koşullar altında bile ilk ağızda
bir sonuç elde edilmiştir. Örneğin, ulusal-liberal kuzeyli Almanlar ile güneyli Almanların Halk Partisi
220 arasındaki çatışma türünden önemsiz konular, artık yolu boş yere tıkamayacaktır. İlişkiler daha geniş bir çerçevede gelişecek, daha da yalınlaşacaktır. Alman işçi sınıfı, hakkı olan tarihsel rolü o zaman oynamazsa, bu kendi hatası olacaktır.
Bu savaş, kıta Avrupa-sındaki işçi sınıfı hareketinin çekim merkezini Fransa’dan Almanya’ya kaydırmıştır. Bu durum, Alman işçi sınıfına daha büyük sorumluluk yüklüyor. ...
129
ENGELS’TEN LONDRA’DAKİ MARX’A
MANCHESTER, 4 EYLÜL 1870
Was schert mich Weib, was sckert mich Kind,
Ich trage höhres Verlangen;
Lass sie betteln gehn, wenn sie hungrig sind–
Mein Kaiser, mein Kaiser gefangen!
Şairlerin en büyüğü kuşkusuz dünya tarihidir; Heine’yi bile parodileştirmeyi başardı. İmparatorum
, tutsak
[sayfa 27] imparatorum! Üstelik “pis kokulu Prusyalılar”ın imparatoru. Ve zavallı William
bir kenarda durmuş, herkese yüzüncü kez, kendisinin gerçekten masum olduğunu, tanrının böyle istediğini söylüyor, William bir okul çocuğu gibi davranıyor: “Dünyayı kim yarattı?”, “Affedersiniz öğretmenim, ben yaptım – ama bir daha yapmayacağım!”
Ve sonra sefil Jules Favre ortaya çıkıyor ve Palikao’nun, Trochu’nun ve birkaç Arcadialının
hükümeti kurmasını öneriyor. Şimdiye dek hiç böyle kötü bir takım olmadı. Ama her zamanki gibi, bu Paris’te duyulur-duyulmaz, bir şeyler olacağı beklenmeli. Bu haber selinin, bugün ya da yarın duyulunca, hiçbir etki yapmayacağına inanamam. Belki de sol bir hükümet, bir parça direnç gösterisinden sonra barışı sonuçlandıracaktır.
Savaş sona erdi-eriyor. Fransa’da artık ordu kalmadı. Bazaine teslim olur-olmaz, ki kuşku yok bu hafta olacak, Alman ordusunun yarısı Paris’e yürüyecek, öteki yarısı Loire’ın karşı yakasına geçerek bütün silahlı toplulukları temizlemek üzere ülkeyi tarayacak. ...
Alsace dolandırıcılığı –eski tötonik özelliklerinden ayrı olarak– esas itibarıyla stratejik bir yapıdadır ve Vosges ile Alman Lorraine’i hattını sınır bölgesi olarak almayı amaçlıyor. (Dil sınırı: Vosges’deki Donon’dan ya da Schirmeck’ten-Longwy’nin doğusuna doğru bir saatlik bir yolda, Belçika-Lüksemburg ve Fransa sınırlarının birleştiği noktaya düz bir çizgi çekersek, işte tam yer orasıdır; ve Donon’dan da Vosges boyunca İsviçre sınırına.) Donon’dan kuzeye doğru, Vosges, güneye doğru olduğu gibi çok yüksek ve sarp değildir. Bir ve çeyrek milyon kadar nüfusuyla bu dar şerit parçası kırpılırsa Fransa’nın “boğazının sıkılacağı” düşüncesini
[sayfa 28] ancak
Staatsanzeiger ile Brass ve şürekası taşıyabilir. Dar-kafalıların “güvence” feryadı tümden saçma; ama böyle derler, çünkü saray halkının kurallarına uyarlar....
Fransızlar Saarbrücken’e, ellerinden geldiğince zarar verdiler. Kuşkusuz topçu ateşi Strasbourg’daki gibi gece-gündüz haftalarca değil, birkaç saat sürdü.
Cacadou’nun
mektubunu teşekkürlerimle geri gönderiyorum. Çok ilginç. İçerde alışılmışın ötesinde bir şey olmazsa, Paris’in savunulması eğlendirici bir episod olacaktır.
Fransızların bu dur-durak bilmeyen küçük panikleri – paniğe kapılıyorlar, çünkü, sonunda gerçeği duymak zorunda kalacakları anın gelmesinden ödleri kopuyor– insana Terör Dönemi
konusunda çok daha iyi fikir veriyor. Biz bunu, terör öğütleyen insanların egemenliği diye anlıyoruz. Tam tersine, bu, terör felaketine uğramış insanların egemenliğidir. Terör daha çok, korkuya kapılmış insanların, kendilerine güven tazelemek için giriştikleri süreğen, yararsız gaddarlık anlamına gelir. İnanıyorum ki, 1793’teki Terör Döneminin günahı, hemen hemen tümden, çileden çıkan ve kendini yurtseverler düzeyine indirgeyen burjuvaların, korkudan tir tir titreyen küçük-burjuvaların ve terörden nasıl para kazanacağını bilen yeraltı dünyası serserilerinin omuzlarındadır. Şimdiki küçük terör de bu aynı sınıfların işidir.
Jollymeyer
ve Moore dahil hepimizden, hepinize en içten selamlar.
Sevgiyle
F. E.
130
ENGELS’TEN LONDRA’DAKİ MARX’A
MANCHESTER, 12 EYLÜL 1870
... Paris’te bir şeyler yapma olanağı olsaydı, işçilerin, barış imzalanmadan
önce işin içine girmelerinin engellenmesi
[sayfa 29] gerekirdi. Bismarck, ya Paris’i alarak ya da Avrupa’nın koşulları kendisini savaşı bitirmeye zorlayacağı için yakında barış yapma durumunda kalacak. Barış, nasıl gelirse gelsin, işçiler bir şeyler yapmadan önce imzalanmalıdır. İşçiler şimdi –ulusal savunma görevi yaparken– utku elde ederlerse, Bonaparte’ın ve şimdiki berbat cumhuriyetin mirasını yüklenmiş olacaklar ve durduk yere Alman orduları tarafından ezilecekler, bir yirmi yıl daha geri gidecekler. Oysa bekleyerek hiçbir şey yitirmezler. Olası sınır değişiklikleri ne olursa olsun geçicidir ve yeniden düzeltilecektir. Burjuvazi için Prusyalılara karşı savaşmak çılgınlık olur. Barışı hangi hükümet sonuçlandırırsa sonuçlandırsın, salt bu nedenle kısa ömürlü olacaktır; iç çekişmelerde ise, tutsaklıktan sonra geri dönen ordudan korkmak için, pek bir neden olmayacaktır. İşçiler için durum, barış sonrasından, öncesine göre çok daha elverişli olacaktır. Ama dışardan gelecek bir saldırının baskısı altında kendilerini tutamayarak Paris baskını öncesinde toplumsal cumhuriyeti ilan mı edecekler? Alman orduları, savaşı sona erdirmek için barikatlarda Parisli işçilerle çarpışmak durumunda kalırlarsa, bu korkunç olur. Bu bizi elli yıl geriye götürür ve her şey öylesine karışıklık içine atılır ki, herkes ve her şey kendini yanlış bir konumda bulur – ve bunun yanısıra, Fransız işçiler arasında ulusal nefret ve sözün egemenliği
o zaman yükselir! ...
131
MARX’TAN LONDRA’DAKİ EDWARD SPENCER BEESLY’YE
[LONDRA] 19 EKİM 1870
Sayın Bayım,
Deák işçilere karşıdır. O gerçekte, bir İngiliz Whiginin
Macaristan baskısıdır.
Lyon’a
221 gelince, ordan aldığım mektupları yayınlamak
[sayfa 30] uygun görünmüyor. İlkin her şey iyi gitti. Sonra “Enternasyonal” seksiyonunun baskısıyla, Paris henüz o adımı atmadan önce, cumhuriyet ilan edildi. Hemen, bir bölüğü “Enternasyonale bağlı işçilerden, bir bölüğü radikal orta-sınıf cumhuriyetçilerden oluşan bir devrim hükümeti –
La Commune– kuruldu. Oktruva
haklı olarak ve derhal kaldırıldı. Bonapartçılarla din adamları takımının entrikaları sindirildi. Tüm halkı silahlandırmak için enerjik önlemler alındı. Orta sınıf, gerçekten sempati duymuyorsa bile, yeni düzene sessizce katlanmaya başladı. Lyon’un eylemi, “Enternasyonal” seksiyonlarının güçlü olduğu Marsilya ve Toulouse’da hemen hissedildi.
Ama iki eşek, Bakunin ile Cluseret, Lyon’a gitti ve her şeyi berbat etti. Her ikisi de “Enternasyonal” üyesi olarak, ne yazık ki dostlarımızı yanlış yola sürükleyebilecek bir etkiye sahiptiler. Belediye Sarayı –kısa bir süre için– elegeçirildi ve
abolition de l’état ve benzeri saçmalıklar konusunda kararnameler yayınlandı. Kolayca anlayacağınız gibi, – orta sınıf gazetelerinde Bismarck’ın casusu diye gösterilen– bir Rusun,
Comité du Salut de la France’ın
önderi gibi davranması kamuoyu dengesini değiştirmeye yetti.
Cluseret’e gelince, o, bir budala ve bir tabansız gibi davrandı. Bu iki adam, başarısızlıklarından sonra Lyon’dan ayrıldılar.
Fransa’nın öteki sanayi kentlerinin çoğunda olduğu gibi Rouen’de Enternasyonal seksiyonları, Lyon örneğini izleyerek, işçilerin, “savunma komiteleri”ne
222 resmen kabul edilmeleri konusunda ısrarcı oldular.
Ama gene de Fransa’dan aldığım bilgilere göre, size bildirmeliyim ki, orta sınıf, bir bütün olarak, Prusya istilasını, sosyalist eğilimli bir cumhuriyetin utkusuna yeğ tutuyor.
Saygılarımla
[sayfa 31]
Karl Marx
132
MARX’TAN HANOVER’DEKİ LUDWIG KUGELMANN’A
LONDRA, 13 ARALIK 1870
Sevgili Kugelmann,
Uzun süren sessizliğimin nedeni, genel konseyin dış yazışmalarını sağlayanların çoğunun Fransa’ya gitmesine neden olan bu savaş boyunca,
Enternasyonalin hiç de az iş olmayan
yazışmalarının hemen hemen tümünü yürütmek zorunda kalmam. Onun yanısıra, şimdilerde Almanya’da, özellikle Kuzey Almanya Konfederasyonunda ve daha daha “özellikle” Hanover’de geçerli olan “haberleşme özgürlüğü” dikkate alınırsa, onlara savaş üzerine düşüncelerimi yazmam, –benim için değil, doğru, ama Almanya’da yazıştığım kişiler için– tehlikeli olur; şu günlerde de insan başka hangi konuda yazabilir ki?
Örneğin, savaş hakkındaki ilk Çağrı’mızı istiyorsun. Sana yollamıştım. Apaçık görülüyor ki, elkonmuş. Bu mektupla birlikte, bir kitapçık olarak yayınlanan iki Çağrı’yı,
profesör Beesly’nin
Fortnightly Review’daki makalesini
ve bugünkü
Daily News gazetesini gönderiyorum. Bu gazete Prusya eğilimli olduğu için bu mektup ve içindekiler olasılıkla eline ulaşacaktır. Profesör Beesly Comte’çudur; böyle olduğu için de bir şeyin bütün girdisini-çıktısını düşünme gereğini duyar; onun dışında çok yetenekli ve yürekli bir insandır. Londra üniversitesinde tarih profesörüdür.
Görünen o ki, Bonaparte, generalleri ve ordusu Al-manya’da tutsak edilmekle yetinilmedi; emperyalizmin bütünü, bütün kusurlarıyla, meşe ve ıhlamur ağaçları ülkesinin havasına suyuna alıştırıldı.
Alman burjuvaya gelince, istiladan sarhoş olmasına hiç şaşırmadım. Her şeyden önce açgözlülük, her burjuvazinin yaşamsal ilkesidir ve yabancı toprakları almak, her şey bir yana
[sayfa 32] “kazanma”dır. Dahası, Alman orta sınıfları, hükümdarlarından, özellikle Hohenzollern hanedanından o kadar çok tekme yemeye uysallıkla razı oldular ki, şimdi o tekmeleri bir yabancının yiyecek olmasından gerçek bir zevk duyacaklardır.
Her ne ise, bu savaş, bizi “orta-sınıf cumhuriyetçilerden kurtardı. Bu klik korku içinde yokoldu. Ve bu, önemli bir sonuçtur. Bu savaş, profesörlerimize, bütün dünyanın gözleri önünde köle bilgiçler olarak kendilerini itibarsız kişiler durumuna getirmenin de en güzel fırsatını verdi. Savaş sonucu ortaya çıkacak koşullar, bizim ilkelerimizin en iyi propagandası olacaktır.
Burada, İngiltere’de, savaşın başında kamuoyu aşırı ölçüde Prusya yanlısıydı; şimdi tam tersi. Örneğin
cafés chantants’larda
Alman şarkıcılar
Wi-Wa-Wacht am Rheinı
söyleyince ıslıklarla yuhalanırken
Marseillaise’i söyleyen Fransız şarkıcılara koroyla eşlik ediliyor. Halk yığınlarının Cumhuriyet için gösterdiği belirgin sempatiden, şimdi gün gibi açık olan Prusya-Rusya ittifakına itibar edilmesine duyulan kızgınlıktan, ve askeri başarının ardından Prusya diplomasisinin utanmaz tutumundan ayrı olarak, savaşın yönetim biçimi –yükümlülük sistemi, köylerin yakılması,
franc-tireur’lerin
vurulması, rehine alınması ve Otuz Yıl Savaşını anımsatan benzer eylemler– bu ülkede, genel öfke uyandırdı. Kuşkusuz aynı şeyi İngilizler Hindistan’da, Jamaika’da, vb., yaptılar, ama ne Fransızlar Hintli, Çinli, zenci; ne de Prusyalılar cennetten-çıkma İngiliz! Düzenli ordusu ortadan kalktıktan sonra bir halkın kendini savunmayı sürdürmesinin suç işlemek olduğu inancı, su katılmamış bir Hohenzollern düşüncesi. Gerçekte,
Landsturm Ordnung’u
223 ile
franc-tireur’lerin savaşını sistemleştiren Gneisenau’yu tarihsel açıdan değerlendiren profesör Pertz’in çalışmasında
[sayfa 33] da görüldüğü gibi, Prusya halkının Napoléon I’e karşı giriştiği savaş, zavallı Frederick William III için tam bir baş belasıydı. Halkın, kendi girişimiyle ve yüksek makamların buyruklarından bağımsız olarak savaşması, Frederick William III’te huzur bırakmamıştı.
Bununla birlikte, son söz henüz söylenmedi. Fransa’-daki savaş hâlâ çok “tatsız” bir dönüş yapabilir. Loire ordusunun
224 gösterdiği direnç hesapta “yoktu”; Prusya birliklerinin sağa ve sola doğru yayılması da yalnızca yüreklere korku salmaya dönüktür ama, gerçekte tek sonucu, her noktada savunma gücü yaratmak ve saldırı gücünü zayıflatmak olacaktır. Paris’i top ateşine tutma tehdidi de bir hileden başka bir şey değildir. Olasılık teorisinin bütün kuralları, böyle bir girişimin Paris kenti üzerinde hiçbir ciddi etkisi olamayacağını göstermektedir. Birkaç dış tahkimat yıkılır ve bir gedik açılırsa, kuşatılan, kuşatandan sayıca çoksa, bunun ne yararı olur? Ve kuşatılanlar yarma hareketlerinde olağanüstü bir çarpışma örneği verdikleri zaman, düşman, siperlerin gerisinde kendini savunma durumunda kalırsa, roller değiştiğinde ne ölçüde daha iyi çarpışabilirler?
Paris’i aç bırakmak tek gerçek çaredir. Ama bu, orduların kurulmasına ve taşrada halk savaşının ortaya çıkmasına elverecek ölçüde uzarsa, bunun da çekim merkezini başka yere kaydırmış olmanın ötesinde bir yararı olmaz. Dahası, bir avuç asker tarafından işgal edilemeyecek ve susturulamayacak olan Paris’in teslim olmasından sonra bile, işgalcilerin önemli bir bölüğü, harekat dışında kalmış olacaktır.
Ama nasıl sona ererse ersin, savaş, Fransız proletaryasına bir silah talimi olanağını vermiştir ve geleceğin en iyi güvencesi de budur. ...
[sayfa 34]
1871
133
MARX’TAN THE DAILY NEWS YÖNETMENİNE
LONDRA, 16 OCAK 1871
Bayım,
Fransız hükümetini, “basın ve ulusal temsilciler aracılığıyla düşünce açıklama özgürlüğünü Fransa’da olanaksız duruma getirmekle” suçlayarak Bismarck, kuşkusuz, tam bir Berlin
Witzi yapmak istemiş. “Doğru” Fransız düşüncesini öğrenmek istiyorsanız, Versailles’daki
Moniteur’ün
225 yönetmeni ve Prusya polisinin adı dillere düşmüş muhbiri bay Stieber’e başvurunuz.
Bismarck’ın yıldırım emriyle bay Bebel ve bay Liebk-necht vatana ihanet suçuyla tutuklandılar; Alman ulusal temsilcileri olarak görevlerini yerine getirme cesaretini gösterdikleri; yani Alsace ve Lorraine’in ilhakına karşı Reich-stag’da protestoda bulunma, yeni savaş ödeneklerine karşı oy kullanma, Fransa Cumhuriyetine sempatilerini ifade etme, ve Almanya’yı bir Prusya kışlası haline dönüştürme
[sayfa 35] girişimlerini kınama cesaretini gösterdikleri için. Aynı düşünceleri söyledikleri için Brunswick Sosyalist Demokratik Komitesinin üyelerine de geçen Eylül ayının başından bu yana kadırgalardaki kürek mahkumlarıymış gibi davranılıyor ve vatana ihanet türünden bir sahte suçlamayla haklarında kovuşturma yapılıyor. Brunswick bildirgesini dağıtan çok sayıda işçinin başına da aynı şey geldi. Benzer bir bahaneyle Leipzig’deki
Volksstaat’ın
226 yönetmen yardımcısı bay Hepner de vatana ihanet suçlamasıyla kovuşturuluyor. Prusya dışında yayınlanan bağımsız birkaç Alman gazetesi, Hohenzollern mülküne sokulmuyor. Fransa için saygın bir barış lehine gösteri yapan işçiler, her gün, polis tarafından dağıtılıyor. General Vogel von Falkenstein’ın bönce ortaya koyduğu resmi Prusya doktrinine göre, “Prusya’nın Fransa’yla savaşında öngördüğü amaçlara karşı durmaya çalışan” her Alman, vatana ihanet suçlusu. Bay Gambetta ve şürekası, Hohenzollern hanedanı gibi, kamuoyunu şiddet yoluyla bastırmak zorunda kalsalardı, yalnızca Prusya yöntemini uygulamakla yetinebilirler ve savaş bahanesiyle, tüm Fransa’da sıkıyönetim ilan ederlerdi. Alman topraklarındaki Fransız askerleri, yalnızca Prusya hapishanelerinde çürüyenlerdir. Ama gene de Prusya hükümeti, sıkıyönetimi olanca şiddetiyle sürdürmek zorunda olduğunu düşünmektedir, yani askeri despotizmin en kaba ve en isyan ettirici biçimini, tüm yasaların askıya alınmasını... Fransız toprağı yaklaşık bir milyon Alman istilacının akınına uğramıştır. Gene de Fransa hükümeti, bu “düşünceyi açıklama özgürlüğünü olanaklı kılma” Prusya yönteminden güvenle uzak durabilmektedir. Bir bu resme, bir de ona bakın; Bismarck’ın o her şeyi içine alan, düşünce özgürlüğü aşkına Almanya dar geliyor. Lüksemburglular Fransa’ya duydukları sempatiyi açığa vurunca, Bismarck, bu duygu gösterisini, Londra tarafsızlık anlaşmasını
227 artık tanımayacağının bir gerekçesi olarak ileri sürdü. Belçika basını, benzer bir günah işleyince, Brüksel’deki Prusya elçisi Herr von Balan, Belçika yönetimini, yalnızca Prusya karşıtı tüm gazete yazılarını yasaklamaya değil, aynı
[sayfa 36] zamanda, Fransızları bağımsızlık savaşında yüreklendireceği düşünülen haberlerin basılmasını da yasaklamaya çağırdı. Bu, Belçika anayasasının “
pour le roi de Prusse!”
askıya alınması için, çok alçakgönüllü bir istek gerçekten. Bazı Stockholm gazeteleri, Wilhelm Annexander’in
dillere düşmüş “dindarlığı” konusunda bazı ılımlı fıkralar aktarmaya başlamaları üzerine Bismarck, gaddar notalarla İsveç hükümetine yüklendi. St. Petersburg’un göbeğinde yayınlanan gazeteleri bile çok ahlaksızca hizaya getirmeyi başardı. Alçakgönüllü ricaları üzerine baş sansürcü, Petersburg’daki belli-başlı gazetelerin yönetmenlerini çağırarak, çarın Borusya’daki vasalının bağlılığı konusunda her tür eleştiriye karşı uyanık olmalarını emretti. Yönetmenlerden biri, bay Zaguljayev, bu
avertissement’ın
sırrını
Golos’un
228 sütunlarında açıklayacak ölçüde sakınım sızdı. Hemen Rus polisi tarafından avlandı ve ıssız bir yere postalandı.
Bu asayiş işlemlerinin, savaş hummasının feveranı olduğunu düşünmek hatadır. Tam tersine, bütün bunlar, Prusya yasa ilkelerinin yöntemli bir biçimde uygulanmasıdır. Gerçekte, Prusya ceza yasasında garip bir madde vardır. O madde uyarınca, her yabancı, kendi ülkesinde ya da herhangi bir başka ülkede eylemleri ya da yazıları nedeniyle, “Prusya kralına hakaret”ten ya da “Prusya’ya ihanet”ten kovuşturulabilir! Fransa şu günlerde yalnızca kendi ulusal bağımsızlığı için değil, ama aynı zamanda Almanya’nın ve Avrupa’nın özgürlüğü için de savaşıyor – bereket versin ki, davası umutsuz değil.
Saygılarımla.
[sayfa 37]
Karl Marx
134
MARX’TAN NEW YORK’TAKİ SIGFRIED MEYER’E
[LONDRA] 21 OCAK 1871
... Size daha önce söyledim mi bilmiyorum, 1870 başlarında Rusça öğrenmeye başladım, şimdi oldukça rahat okuyup anlayabiliyorum. Bunun nedeni bana, Flerovski’nin
Rusya’da Emekçi Sınıfın (özellikle köylülerin)
Durumu başlıklı çok önemli çalışmasının Petersburg’dan gönderilmesiydi; ayrıca Çernişevski’nin (kendisi, ödül olarak, Sibirya madenlerinde çalışmaya mahkum edildi, yedi yıldan beri orada mahkumiyetini çekiyor), ekonomiye ilişkin o mükemmel çalışmalarını da öğrenmek istiyordum Sonuç, benim yaşımda bir adamın, klasik, Germanik ve Latin dillerinden büyük ölçüde farklı olan bir dile hakim olmasına değdi. Rusya’da oluşan entelektüel hareket, yeraltının derinliklerinde bir mayalanma olduğu gerçeğini tanıtlıyor. Düşünen beyinler, her zaman, görünmez bağlarla halk gövdesine bağlı oluyor....
135
MARX’TAN HANOVER’DEKİ LUDWIG KUGELMANN’A
[LONDRA] 4 ŞUBAT 1871
Sevgili Kugelmann,
Son mektubundan, sağlık durumunun yeniden kötüye gittiğini öğrenmek beni üzdü. Gerçi benim de Hanover’de son kez yakalandığım öksürük hâlâ başıma dert oluyor ama sonbahar ve kış aylarında sağlığım eh işte, katlanılır türdendi.
Mektubumun
yayınlandığı
Daily News gazetesini sana göndermiştim. Sana yolladığım öteki şeyler gibi, ona da elkonmuş olmalı. Şimdi gazetenin kupürünü, genel konseyin ilk Çağrısıyla
birlikte gönderiyorum. Mektup, yalnızca
[sayfa 38] olguları içeriyor, ama etkili olmasının nedeni de o.
Orta sınıftan kahramanlar hakkındaki düşüncemi biliyorsun. Ancak, bay Jules Favre (Geçici Hükümet ve Cavaig-nac günlerinde adı dillere düşmüştü) ve şürekası, bütün beklentilerimi de aştılar. Her şeyden önce, Blanqui’nin haklı bir biçimde “
crétin militaire”
diye ad taktığı, “
sabre orthodox”
Trochu’nun “plan”ını uygulamasına izin verdiler. Bu plan, Paris’in
passive resistance’ını
olabileceği noktaya, yani açlık noktasına kadar uzatmaktan başka bir şey değildi; bir yandan bu sürerken bir yandan saldırı, sahte manevralarla, “
des sorties platoniques”le
ile sınırlı kalacaktı. Söylediklerim salt “varsayım” değil. Jules Favre’ın Gambetta’ya yazdığı bir mektubun içeriğini biliyorum; o mektubunda Favre, kendisinin ve hükümetin Paris’ten sorumlu olan kısmındaki öteki üyelerin, Trochu’yu, ciddi saldırı girişimlerine itmeye boş yere uğraştığından yakınıyor. Trochu, her seferinde böyle bir girişimin
Paris’te demagojiye yarayacağını söylüyor. Gambetta mektubu yanıtlıyor: “Kendi mahkumiyet hükmünüzü kendiniz verdiniz.” Trochu, –kendisine, Korsikalıların Louis Bonaparte’a verdikleri hizmetin aynısını veren– Breton korumalarının yardımıyla Kızılları Paris’te kontrol altında tutmayı, Prusyalıları yenmekten çok daha önemli buluyordu. Yalnızca Paris’teki değil, burjuvazinin, yerel yönetimlerin çoğunluğuyla görüşbirliği içinde, aynı ilke doğrultusunda davrandığı tüm Fransa’daki yenilgilerin gerçek gizi budur.
Trochu’nun planı sonuna kadar –yani Paris’in ya teslim olması ya aç kalması noktasına gelinceye kadar– uygulandıktan sonra Jules Favre ve şürekası Toul kalesi komutanının yaptığı gibi yapabilirlerdi. O teslim olmadı. Yiyecek sıkıntısı nedeniyle savunmayı bırakmak ve kale kapılarını açmak zorunda kaldığını Prusyalılara anlattı. Şimdi diledikleri gibi hareket etmekte özgürdüler.
[sayfa 39]
Ama Jules Favre, resmi bir teslim anlaşması
229 imzalamış olmaktan pek de hoşnut değil. Kendisini, hükümetteki arkadaşlarını ve Paris’i Prusya kralının
savaş tutsakları ilan ettikten sonra tutup,
tüm Fransa adına davranma küstahlığını gösteriyor. Paris’in dışında Fransa’daki durum hakkında ne biliyordu ki? Bismarck’ın lütfedip kendisine söylediklerinden başka, kesinlikle hiçbir şey.
Dahası var. Bu
Messieurs les prisonniers du roi Prus-se daha ileri gidiyorlar ve Fransa hükümetinin henüz Bor-deaux’da serbest olan kanadının kendi otoritesini yitirdiğini ve ancak onlarla, yani
Prusya kralının savaş tutsaklarıyla görüşbirligi içinde davranabileceğini ilan ediyorlar. Kendileri savaş tutsağı olarak, ancak utkun komutanın buyruğuyla hareket
edebileceklerine göre, böyle diyerek Prusya kralını Fransa’da
de facto,
en yüksek otorite ilan etmiş oluyorlar.
Louis Bonaparte bile, teslim olduktan ve Sedan’da tutsak alındıktan sonra böylesine utanmazca davranmamıştı. Bismarck’ın önerilerine karşı, Prusya’nın tutsağı olduğu için Fransa’da herhangi bir yetki kullanması olanağı kalmadığı, bu nedenle görüşmeye oturamayacağı yanıtını vermişti.
J. Favre’ın en fazlasından yapabileceği, tüm Fransa için
koşullu bir silah bırakışmasını yani böyle bir silah bırakışmasının maddeleri üzerinde anlaşmaya varmaya yetkili olan ve bunu yapabilecek güçte bulunan, Bordeaux hükümetince
230 onaylanması kaydıyla kabul etmek olabilirdi. O hükümet, Prusyalıların
doğu cephesini silah bırakışması dışında tutmasına asla izin vermezdi. Prusyalıların işgal bölgesini, böylesine kendi üstünlüklerine elverecek biçimde tamamlamalarına izin vermezlerdi.
Elindeki savaş tutsaklarının, yetkiliymiş gibi Fransız hükümetinin bir kanadı biçiminde davranmayı sürdürmelerinden ötürü iyice küstahlaşan Bismarck, şimdi Fransa’nın içişlerine fütursuzca müdahale ediyor. Gambetta’nın,
As-semblée için genel seçim karannı, Bismarck, bu soylu yürek,
protesto ediyor; çünkü ona göre, bu seçim karan, seçme özgürlüğüne
[sayfa 40] zarar verici niteliktedir! Gerçekten! Gambetta da, Reichstag’a seçme özgürlüğünü ortadan kaldıran Almanya’daki sıkıyönetimi ve öteki uygulamaları protesto ederek yanıt vermeliydi
Umarım Bismarck, kendi barış koşullarında ısrar eder. Savaş tazminatı olarak dörtyüz milyon sterlin – İngiltere’nin ulusal borcunun yarısı! Bunu, Fransız burjuvazisi bile anlayacaktır. Belki de anlayacaklar ki, savaşı sürdürerek, en kötü olasılıkla,
yalnızca kazançlı çıkabilirler.
Yığın, üst sınıf olsun, alt sınıf olsun görünüşe, işin dış yüzüne, ilk ağızdaki sonuçlara bakarak karar verir. Son yirmi yıl boyunca, tüm dünyada bu yığınlar Louis Bonaparte’ı tanrılaştırdı. Ben ise onu, doruk noktasındayken bile,
vasat bir alçak olarak teşhir ettim. Junker Bismarck hakkındaki görüşüm de budur. ...
136
ENGELS’TEN ULUSLARARASI EMEKÇİLER DERNEĞİ
İSPANYA FEDERAL KONSEYİ’NE
LONDRA, 13 ŞUBAT 1871
Yurttaşlar,
14 Aralık tarihli mektubunuzu genel konsey büyük bir kıvançla karşıladı. 30 Temmuz tarihli bir önceki mektubunuz da bize ulaşmıştı. O mektup, yanıtımızı sizlere iletme talimatıyla birlikte İspanya sekreteri yurttaş Serraillier’e aktarılmıştı. Ancak yurttaş Serraillier, çok kısa süre sonra cumhuriyet için çarpışmak üzere Fransa’ya gitti ve kent kuşatıldığında Paris’teydi Hâlâ onun elinde olan 30 Temmuz tarihli mektubunuza henüz yanıt almadıysanız nedeni budur. Genel konsey bu ayın 7’sinde yaptığı toplantıda, İspanya ile haberleşmeyi, bir süre için, bu mektubun altında imzası bulunan F. E.’nin yürütmesini kararlaştırdı ve son mektubunuzu ona verdi.
İspanyol işçi sınıfının şu gazetelerini düzenli olarak
[sayfa 41] alıyoruz: Barcelona
La Federación, Madrid
La Soli-daridad (Aralık 18 70’e kadar), Palma
El Obrero (kap atıl in caya kadar) ve yakınlarda Palma
La Revolución Social (yalnızca ilk sayısı). Bu gazeteler, İspanya’daki işçi hareketinde olup bitenlerden bizi haberdar ediyor. Toplumsal devrim düşüncesinin, giderek daha yaygın biçimde ülkeniz işçi sınıfının ortak malı durumuna gelmekte olduğunu büyük bir sevinçle izliyoruz.
Sizin de belirttiğiniz gibi, halkın dikkatini, kuşkusuz büyük ölçüde eski siyasal partilerin, içi boş, tantanalı konuşmaları çekiyor; bu da bizim propagandamızı büyük ölçüde engelliyor. Proletarya hareketinin ilk birkaç yılında, bu her yerde görülüyor. Fransa’da, İngiltere’de ve Almanya’da sosyalistler, aristokrat, burjuva, monarşist ve hatta cumhuriyetçi eski siyasal partilerin etki ve girişimlerine karşı savaşmak zorunda kalmışlardı; hâlâ da kalıyorlar. Deneyim her yerde gösteriyor ki, işçileri eski siyasal partilerin egemenliğinden kurtarmanın en iyi yolu her ülkede kendine özgü bir politikası olan, işçi sınıfının kurtuluşu için gerekli koşulları ifade etmek zorunda olduğu için öteki partilerin politikasından açıkça farklı bir politikası olan bir proletarya partisi oluşturmaktır. Her ülkenin özgül koşulları nedeniyle bu politika, ayrıntıda değişiklik gösterebilir; ama emek ile sermaye arasındaki temel ilişkiler her yerde aynı olduğuna göre ve mülksahibi sınıfların sömürülen sınıflar üzerindeki siyasal egemenliği her yerde varolan bir olgu olduğuna göre, en azından tüm batı ülkelerinde proleter politikanın ilkeleri ve amaçları özdeş olacaktır. Mülksahibi sınıflar –toprak aristokrasisi ve burjuvazi– emekçi halkı yalnızca zenginliklerinin gücüyle ya da salt, emeğin sermaye tarafından sömürülmesi yoluyla değil, ama aynı zamanda devlet gücüyle de – orduyla, bürokrasiyle, ve mahkemelerle– kendilerine köle ediyorlar. Politik alanda karşıtlarımızla savaşmaktan vazgeçmek, özellikle örgütlenme ve propaganda cephesinde en güçlü Silahlardan birini terketmek demektir. Genel oy hakkı, bize yetkin bir savaşım aracı veriyor. İşçiler, iyi örgütlenmiş siyasal bir partiye sahip oldukları Almanya’da ulusal meclis
[sayfa 42] denen yere altı milletvekili göndermeyi başardılar; orada dostlarımız Bebel ile Liebknecht’in fetih savaşına karşı örgütlediği muhalefet, toplantılarda ve basında yıllar ve yıllar boyu yürütülecek propagandanın sağlayabileceğinden çok daha güçlü bir uluslararası propaganda olanağı verdi. Şu sıralarda Fransa’da da işçi temsilcileri seçildi; onlar da ilkelerimizi gür bir sesle ilan edecekler. Gelecek seçimlerde İngiltere’de de aynı şey olacak.
Ülkenizdeki şubelerin topladığı üyelik ödentilerini bize gönderme niyetinde olduğunuzu mutlulukla öğrendik. Ödentileri şükranla kabul edeceğiz. Ödemeyi lütfen herhangi bir Londra bankasından saymanımız John Weston adına bir çekle yapın, ya da taahhütlü mektupla bana, konsey merkezine, 256, High Holborn Londra ya da ev adresime, 122 Regent’s Park Road adresine yollayın.
Federasyonunuza ilişkin olarak bize yollayacağınıza söz verdiğiniz istatistikleri de büyük bir ilgiyle bekliyoruz.
Enternasyonalin kongresine gelince, şimdiki savaş sürdükçe bunu düşünmenin bir yararı yok. Ama göründüğü gibi, barış yakında sağlanırsa, konsey bu önemli sorunu derhal ele alacak ve sizin dostça çağrınıza uyarak kongrenin Barselona’da yapılmasını görüşecektir.
Henüz Portekiz’de şubemiz yok; bu ülkenin işçileriyle ilişkiye girmek belki sizin için, bizim için olduğundan daha kolay olur. Bu böyleyse, lütfen bu konuda bize yeniden yazın. Gene en azından başlangıçta, Buenos Airesli basımevi işçileriyle ilişkiyi sizin kurmanızın daha yararlı olacağını düşünüyoruz; doğal ki elde edilen sonuçlardan bizi bilgilendirmeniz koşuluyla. Bu arada yakından tanımamız için bize
Anales de la Sociedad tipográfica de Buenos Aires’in
231 bir sayısını gönderirseniz, hem bize hem davaya çok yararı olur.
Öteki konulara gelince, uluslararası hareket, her türlü engele karşın yürüyüşünü sürdürüyor. İngiltere’de Bir-mingham ve Manchester’deki Merkez Sendika Konseyleri ve onlar kanalıyla, ülkedeki en önemli iki sanayi kentinin işçileri derneğimize doğrudan üye oldular. Bir yıl önce Fransa’da
[sayfa 43] Louis Bonaparte’ın başlattığı baskıların benzerini bizlere karşı şimdi Almanya’da hükümet uyguluyor. Elliden fazlası cezaevinde bulunan Alman arkadaşlarımız, enternasyonal dava uğruna acı çekiyorlar. Zorba fetih hareketine girişilmesi politikasına karşı çıktıkları ve Alman halkını Fransa halkıyla dayanışmaya teşvik ettikleri için tutuklandılar ve kovuşturuluyorlar. Avusturya’da dostlarımızdan birçoğu hapse atıldı, ama hareket gene de ilerliyor. Fransa’da şubelerimiz direniş hareketinin ruhunu ve işgale karşı direncin gücünü oluşturuyor. Güneydeki büyük kentlerde iktidarı elegeçirdiler; ve Lyon, Marsilya, Bordeaux ve Toulouse eşi görülmedik bir enerjiyle davrandılarsa, bu Enternasyonal üyelerinin çabasıyla oldu. Belçika’daki örgütümüz güçlü ve oradaki şubelerimiz altıncı bölge kongresini henüz yaptılar. İsviçre’de bir süre önce şubelerimiz arasında başgösteren ikilik, görünüşe göre yatışmaya başlamış bulunuyor. Amerika’dan aldığımız haberlere göre, yeni Fransız, Alman ve Çek (Bohemyalı) seksiyonlar bize üye oldular; bunun yanısıra
Emek Ligi232 ile, Amerikalı işçilerin bu büyük örgütü ile kardeşçe ilişkilerimizi sürüyoruz.
Sizden kısa sürede haber alma umuduyla kardeşçe selamlarımızı gönderiyoruz.
Uluslararası Emekçiler Derneği Genel Konseyi adına,
F. E.
137
MARX’TAN LEİPZİG’DEKİ WILHELM LIEBKNECHT’E
[LONDRA] 6 NİSAN 1871
Sevgili Liebknecht,
Senin, Bebelin ve Brunswicklilerin salıverildiği haberi, burada, merkez konseyde büyük bir sevinçle karşılandı.
Görünüşe göre Parisliler yenik düşüyor. Kendi hataları; ama çok fazla
kibar davranmaktan ileri gelen bir hata. Merkez komitesi ve daha sonra da Komün, Thiers’e, o fitne
[sayfa 44] cüceye, hasım güçleri toparlama zamanı bıraktılar; çünkü birincisi, budalalıktan, bir iç
savaş başlatmak istemediler – sanki Thiers, Paris’i zorla silahsızlandırarak iç savaşı zaten başlatmamış gibi; yalnızca Prusyalılarla savaş ya da barış konusunu görüşmek üzere toplantıya çağrılan ulusal meclis, sanki
cumhuriyete karşı derhal savaş ilan etmemiş gibi! İkincisi, iktidarı gaspetmiş görüntüsü üstlerine yapışmasın diye örgütlenmesi, vb., zaman alan Komün seçimleriyle çok değerli anları yitirdiler (Paris’te gericilerin yenilgisinden (
Place Vendômé)
233 hemen sonra Versailles’a yürümek zorunluydu).
Paris’teki iç olaylar hakkında gazetelerde yeralan yazıların tek sözcüğüne bile inanmamalısın. Tümü yalan ve aldatmaca. Burjuva gazetelere salt para için yazı yazan o bayağı heriflerin adiliği, hiç bu kadar açık biçimde ortaya çıkmamıştı.
Dış dünyada, Alman birliği imparatorunun,
birlik imparatorluğunun ve Berlin’deki birlik parlamentosunun dış dünya için
hiç yokmuş gibi görünmesi hayli karakteristik. Paris’ten gelen en küçük bir esinti, daha çok ilgi topluyor. ...
138
MARX’TAN HANOVER’DEKİ LUDWIG KUGELMANN’A
LONDRA, 12 NİSAN 1871
Sevgili Kugelmann,
Senin “tıbbi öğüdün”, doktorum bay Maddison’a danıştığım ölçüde etkili oldu; şimdilik, kendimi onun usta ellerine bıraktım. Akciğerlerimin çok iyi durumda olduğunu, öksürüğün bronşitten, vb,, ileri geldiğini söylüyor. Bu, bir olasılık karaciğeri de etkiliyor.
Tam rahatlatıcı olmasa da dün haber aldığımıza göre Lafargue (Laura’sız) şu sıralarda Paris’te.
18 Brumaire’imin son bölümüne bakarsanız şöyle
[sayfa 45] dediğimi göreceksiniz: Gelecek Fransız devrimi, bürokratik-askeri aygıtı artık bir elden ötekine aktarmaya çalışmayacak, ama onu
ezecek; ve bu kıta Avrupasındaki her gerçek halk devriminin önkoşuludur. Paris’te partili kahraman yoldaşlarımızın yapmaya çalıştığı da budur. Şu Parislilerin esnekliği, tarihsel inisiyatifi, özveri yeteneği müthiş doğrusu! Dış düşmandan kat kat fazlasıyla iç ihanetin neden olduğu açlık ve yıkımdan altı ay sonra, sanki Fransa’yla Almanya arasında savaş hiç olmamış ve düşman Paris’in kapılarında durmuyormuş gibi Prusya süngüleri karşısında ayağa kalkıyorlar! Tarih buna benzer bir büyüklük örneği bilmiyor! Yenilirlerse, kabahat yalnızca “iyi huylu”luklarında olacaktır. Önce Vinoy’un, ardından Paris ulusal muhafız örgütünün gerici bölümünün çekilmesinden hemen sonra Parislilerin derhal Versailles’a yürümeleri gerekirdi. Vicdanları elvermediğinden bu fırsatı kaçırdılar. Sanki fitne cüce Thiers, Paris’i silahsızlandırma girişimleriyle iç savaşı zaten çoktan başlatmamış gibi, Parisliler
bir iç savaş başlatmak istemediler! İkinci hata: Merkez komitesi, Komüne yer açmak amacıyla, iktidarını çok erken teslim etti. Bir kez daha, çok “saygın” bir vicdanın sesini dinleme tutumu! Her ne ise, Paris’te, şimdiki ayaklanma –eski toplumun kurtları, domuzları ve adi sokak köpekleri tarafından ezilse bile– Paris’teki Haziran başkaldırısından bu yana partimizin en şanlı eylemi. Paris’in devlerini, yetim doğmuşların maskaralıkları ve kışlanın, kilisenin, feodalitenin ve özellikle odun kafalıların pis kokularına karşın, Prusya-Alman Kutsal Roma İmparatorluğunun köleleriyle karşılaştırın.
Bu arada, L. Bonaparte’ın hazinesinden doğrudan parasal destek alanların listesine ilişkin
resmi bir yayında, 1859 Ağustosunda
Vogt’un 40.000 frank aldığına ilişkin bir not var! İlerde kullanılması için bu olgu hakkında Liebknecht’i bilgilendirdim.
Bana Haxthausen’in kitabını yollayabilirsin, çünkü
son zamanlarda yalnızca Almanya’dan değil, Petersburg’dan bile gönderilen çeşitli broşürler, zarar görmemiş durumda elime
[sayfa 46] geçiyor.
Yolladığın çeşitli gazeteler için teşekkür ederim. (Lütfen daha çok gönder, çünkü Almanya, Reichstag, vb., hakkında bir şeyler yazmak istiyorum.)
Kontese ve Käuzchen’e
derin saygılar.
Sevgiyle
K. M.
139
MARX’TAN HANOVER’DEKİ LUDWIG KUGELMANN’A
[LONDRA] 17 NİSAN 1871
Sevgili Kugelmann,
Mektubun zamanında elime ulaştı. Şu sıralar çok doluyum. Bu nedenle yalnızca birkaç satır.
À la 13 Haziran 1849
234 vb. küçük-burjuva gösterileri, Paris’teki bugünkü savaşımla nasıl karşılaştırabildiğin, benim için pek anlaşılır değil.
Bir savaşıma, ancak beklentilerin lehte olması koşuluyla girilmesi sözkonusu olsaydı, dünya tarihini yapmak gerçekten çok kolay olurdu. Öte yandan, “raslantılar”ın hiçbir rol oynamaması da o savaşıma çok gizemli bir görünüm verirdi. Bu raslantılar doğal olarak genel gelişme doğrultusunun bir parçasını oluşturur ve başka raslantılarla dengelenir. Hızlanma ve gecikme de, harekete ilk önce başıçeken halkın niteliği “raslantı”sı da dahil olmak üzere bu tür “raslantılar”a bağlıdır.
Bu kez, hiç mi hiç lehte olmayan “raslantı”, asla Fransız toplumunun genel durumunda değil, Prusya’nın Fransa’da bulunuşunda ve Paris önlerindeki konumunda aranmalıdır. Parisliler bunu çok iyi biliyorlar. Ama bunu, Ver-sailles’ın burjuva
canaille’i
de çok iyi biliyor. Parislileri ya savaşa girişme ya da herhangi bir savaşıma kalkışmaksızın yenilgiyi
[sayfa 47] kabullenme seçeneğiyle karşı karşıya bırakmaları da bundandır. İkinci durumda işçi sınıfının moral bir çöküntüye uğraması şu ya da bu kadar “önder”in mahvından çok daha büyük bir felaket olurdu. İşçi sınıfının kapitalist sınıfa karşı ve onun devletine karşı savaşımı, Paris’teki savaşımla yeni bir evreye geçmiştir. İlk ağızdaki sonuçları ne olursa olsun, dünya ölçüsünde önem taşıyan yeni bir hareket noktası kazanılmıştır.
Adieu!
K.M.
140
MARX’TAN PARİS’TEKİ LEO FRANKEL
VE LOUIS EUGÈNE VARLIN’E
[TASLAK]
[LONDRA] 13 MAYIS 1871
Sevgili Yurttaşlar Frankel ve Varlin!
Bu mektubu getirenle
birkaç kez görüştüm.
Versailles alçakları için tehlikeli olan belgeleri güvenli bir yerde saklamak yararlı olmaz mı? Böylesi bir önlem, hiçbir zaman zarar vermez.
Bordeaux’dan aldığım bir mektuba göre, son yerel seçimlerde Enternasyonalin dört üyesi seçildi. İller kaynamaya başlıyor. Ne yazık ki, oradaki eylem yalnızca yerel kalıyor ve “barışçı”.
Dünyanın, şubemiz olan her köşesine, sizin durumunuzu destekleyen yüzlerce mektup yazdım.
Ayrıca eklemeliyim ki, işçi sınıfı, başından beri Ko-münden yana oldu.
İngiltere’deki burjuva gazeteler bile, başlangıçtaki yırtıcılıklarından caydılar. Bu gazetelere, zaman zaman lehte birkaç paragraf sokuşturmayı da başardım.
Bana öyle geliyor ki, Komün, ufak-tefek sorunlarla ve
[sayfa 48] kişisel çekişmelerle çok fazla zaman harcıyor. Görünen o ki, işçilerin etkisinden öte, başka etkiler de rol oynuyor. Yitirilen zamanı telafi edecek vaktiniz olsaydı, bunlar önem taşımazdı.
Paris’in dışında, İngiltere’de ya da başka yerlerde her ne yapmak istiyorsanız, çabucak yapmanız, kesinlikle zorunlu. Prusyalıların, istihkamlarını (26 Mayısta)
235 kesin olarak barış yapıldıktan sonra Versailles hükümetine devretmeyecekleri doğrudur, ama hükümete Paris’e jandarmalarını yerleştirmesi için vereceklerdir. Thiers ve şürekası, bildiğiniz gibi Pouyer-Quertier tarafından imzalanan barış andlaşmasında büyük bir bağışı öngören maddeler içerdiğinden
236, Bismarck’ın önerdiği Alman bankaları yardımını kabul etmeyi reddettiler. Bu yardımı kabul etselerdi, bağışı yitirirlerdi.
Onların anlaşmasının geçerlik kazanmasının ön koşulu Paris’in zaptı olduğuna göre, Bismarck’tan Paris’in işgaline kadar ilk taksidi ödemeyi ertelemesini istediler. Bismarck bu koşulu kabul etti. Prusya, bu paraya çok ivedi olarak gerek duyduğu içindir ki, Paris’i işgal etmesi için Versailles hükümetine her kolaylığı gösterecektir. Dolayısıyla hazır olun!
141
MARX’TAN LONDRA’DAKİ EDWARD SPENCER BEESLY’YE
[LONDRA] 12 HAZİRAN 1871
Sayın Bayım,
Lafargue, ailesi ve kızlarım, İspanya sınırında, ama Fransız kesiminde Pirenelerdeler. Lafargue Küba doğumlu olduğu için İspanyol pasaportu alabildi. Bordeaux’da önemli rol oynadığı için, kesinlikle İspanya tarafında yerleşmesini arzu ediyorum.
Bee-Hive’daki yazılarınıza hayranlık duymama karşın, adınızı o gazetede görmekten ötürü çok üzgünüm. Bu arada bir akademisyen olarak gerçi çok az bilgim var ama, bir partili olarak Comte’çuluğa
237 karşı tümden hasım bir tutum
[sayfa 49] içinde olduğumu belirtmeme izin vermenizi rica ederim, İngiltere ve Fransa’da, tarihsel dönüm noktalarıyla (bunalımlarla), bir sekter olarak değil, sözcüğün en iyi anlamında bir tarihçi olarak ilgilenen tek Comte’çu olarak sizi görüyorum.
Bee-Hive, kendine işçi gazetesi süsünü veren bir gazetedir, ama gerçekte Samuel Morley ve şürekasına satılmış bir dönekler gazetesidir. Son Fransa-Prusya savaşı sırasında Enternasyonal genel konseyi bu gazeteyle bütün bağlantılarını kesmek ve sahte bir işçi gazetesi olduğunu kamuoyuna ilan etmek zorunda kaldı. Ne var ki, yerel Londra gazetesi
Eastem Post dışında büyük Londra gazeteleri, bu açıklamayı
yayınlamayı reddettiler. Bu koşullar çerçevesinde,
Bee-Hive ile işbirliği yapmanız, iyi bir dava uğruna fazladan bir özveridir.
Bir bayan arkadaşım, üç-dört güne kadar Paris’e gidiyor. Ona, halen Paris’te saklanan bazı Komün üyeleri için kuralına uygun hazırlanmış pasaportlar veriyorum. Sizin ya da bir arkadaşınızın orada herhangi bir görevi varsa, lütfen bana yazın.
Beni rahatlatan şey, yazılarım ve Komünle ilişkilerim konusunda “küçük basın”da her gün yayınlanan saçmalar; bunları her gün Paris’ten bana gönderiyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, Versailles polisinin elinde gerçek belgeler yok. Komünle ilişkilerimi, yıl boyunca Paris’le Londra arasında mekik dokuyan bir Alman tüccar
sağlıyor, iki konu dışında her şey sözlü iletiliyor.
Birincisi, belli bazı tahvilleri Londra borsasında nasıl satabileceklerine ilişkin bir soruya karşılık Komün üyelerine aynı aracı eliyle yolladığım bir mektup.
İkincisi, Bismarck’la Favre arasında Frankfurt’ta yapılan gizli anlaşmanın
238 tüm ayrıntılarını 11 Mayıs günü, felaketten on gün önce, onlara gene aynı yolla ilettim.
Bu bilgiyi Bismarck’ın sağ kolu olan bir adamdan, bir
[sayfa 50] zamanlar (1848’den 1853’e) önderi olduğum gizli bir örgüte bağlı olan bir adamdan
aldım. Bu adam, bana Almanya’dan ve Almanya hakkında gönderdiği tüm raporları hâlâ sakladığımı biliyor. Dolayısıyla benim ağzı sıkılığıma muhtaç. Bu nedenle sürekli olarak bana iyi niyetini kanıtlama çabası gösteriyor. Size daha önce söylediğim gibi, bu yıl Hanover de Dr. Kugelmann’ı ziyarete gidersem, Bismarck’ın beni tutuklatmakta kararlı olduğu konusunda beni uyaran da aynı kişi.
Ah Komün benim uyarılarımı bir dinleseydi ne olurdu! Komün üyelerine, Montmartre tepelerinin kuzey kesimini, Prusya kesimini takviye etmelerini salık vermiştim, bunu yapacak zamanları da vardı, aksi halde bir kapana kısılacaklarını önceden söyledim; Pyat’ı, Grousset’yi, Vésinier’yi onlara ihbar ettim; ulusal savunma üyeleri için tehlikeli olan belgeleri bir an önce Londra’ya göndermelerini istedim, böylece Komün düşmanlarının vahşeti bir ölçüde denetim altında tutulabilirdi – Versailleslıların tasarımları, böylelikle en azından kısmen boşa çıkarılmış olacaktı.
Versailleslılar bu belgeleri keşfetseydi sahtelerini yayınlamazlardı.
Enternasyonal Çağrısı
Çarşambadan önce yayınlanmayacak. O gün size bir kopyasını hemen yollayacağım. Dört-beş formalık materyal iki formaya sıkıştırıldı. Bu da sayısız düzeltmeye, değiştirmeye ve dizgi yanlışlarına neden oldu. Gecikme de bundan ötürü.
[sayfa 51]
Derin saygılarımla
Karl Marx
142
MARX’TAN LONDRA’DAKİ ADOLPHE HUBERT’E
[TASLAK]
[LONDRA] 10 AĞUSTOS 1871
... Versailles savcısı,
Enternasyonale karşı gülünç bir iddianame
239 hazırladı. Savunma için aşağıdaki olguların bay Bigot’ya iletilmesi herhalde yararlı olur:
1) Ekte,
genel konseyin Fransa-Prusya savaşı üzerine iki Çağrısı (No 1 işaretli) var. 23 Temmuz 1870 tarihli birinci Çağrısında
genel konsey, savaşın, Fransa halkının değil, imparatorluğun işi olduğunu ve aslında Bismarck’ın da Bonaparte kadar suçlu olduğunu ilan etmişti. Genel konsey aynı zamanda, Alman işçilere seslenmiş, Prusya hükümetinin, savunma savaşını bir fetih savaşına dönüştürmesine izin vermemelerini istemişti
2) 9 Eylül 1870 tarihli (cumhuriyetin ilanından beş gün sonraki) ikinci Çağrı, Prusya hükümetinin fetih tasarımının çok kesin biçimde kınanmasıdır. Alman ve İngiliz işçileri,
Fransa Cumhuriyetinin tarafını tutmaya çağırmıştır.
Gerçekte Almanya’da
Uluslararası Emekçiler Derne-ğine üye olan işçiler, Bismarck’ın politikasına öylesine sert karşı çıkmışlardır ki, Bismarck
Enternasyonalin bellibaşlı Alman temsilcilerini yasadışı bir tutumla tutuklatmış, düşmanla “komplo kurma” gibi uydurma bir suçlamayla Prusya kalelerine kapatmıştır.
Konseyin çağrısı üzerine İngiliz işçiler, kendi hükümetlerini Fransa Cumhuriyetini tanımaya ve Fransa’nın parçalanmasına vargücüyle karşı çıkmaya zorlamak için Lond-ra’da büyük toplantılar düzenlemişlerdir.
3)
Enternasyonalin savaş sırasında Fransa’ya verdiği desteği, şimdi Fransa hükümeti gözardı mı ediyor? Tam tersi. Bay Jules Favre’ın Viyana’daki konsolosu bay Lefaivre,
Enternasyonalin Alman Reichstag’ındaki iki temsilcisine, Liebknecht ile Bebel’e, Fransa hükümeti adına yazdığı teşekkür mektubunu yayınlama düşüncesizliğini bile göstermiştir.
[sayfa 52] O mektupta, diğer noktaların yanısıra (Lefaivre’in mektubunun Almanca versiyonunu yeniden çevireceğim): “Siz beyefendiler ve partiniz (yani
Enternasyonal)
büyük Alman geleneğini (yani hümaniter ruhu) yüce tuttunuz vb.” demiştir.
Evet, Sakson hükümetinin, Liebknecht ve Bebel aleyhine, Bismarck’ın zorlamasıyla açtığı ve şu sıralarda süregiden
vatana ihanet davasında bu mektup ortaya çıkarılmıştır. Bismarck, Alman Reichstag’ının tatile girmesinden sonra Bebel’i tutuklatmak için bu mektubu bahane bilmiştir.
Tam da alçak basının, beni, Bismarck’ın ajanı diye Thiers’e ihbar ettiği bir sırada, Bismarck, arkadaşlarımı, Almanya’ya ihanet suçlamasıyla tutuklatmış ve Alman toprağına ayak basarsam tutuklanmam için de emir vermiştir.
4) Silah bırakışmasından
240 bir süre önce, değerli Jules Favre, –genel konseyin
12 Haziran tarihli “
Times”da yayınladığı ve bir kopyası da ekte (No II) bulunan mektupta açıklandığı gibi– özel kalem müdürü Dr. Reitlinger aracılığıyla, bizden, “savunma hükümeti” lehine Londra’da halk gösterileri düzenlememizi istemiştir. Genel konsey’in
Times’a gönderdiği mektupta belirttiği gibi Reitlinger, “
cumhuriyet”ten değil, “Fransa”dan sözedilmesi gerektiğini eklemişti. Genel konsey,
bu tür gösterilere herhangi bir katkıda bulunmayı reddetmişti. Bütün bunlar Fransız hükümetinin kendisinin,
Enternasyonali Prusyalı fatihe karşı, Fransa Cumhuriyetinin bir müttefiki saydığını tanıtlıyor – ve gerçekten savaş boyunca, Fransa’nın tek müttefiki de oydu.
Kardeşçe selamlar.
K. M.
143
MARX’TAN NE W YORK’TAKİ FRIEDRICH BOLTE’YE
[LONDRA] 23 KASIM 1871
...
Enternasyonal, sosyalist ya da yarı-sosyalist, sektlerin yerine işçi sınıfının gerçek militan örgütlenmesini koymak
[sayfa 53] için kurulmuştur. İlk tüzüğe
ve kuruluş bildirgesine bir gözatmak bunu görmeye yeter. Öte yandan tarihin izlediği yol sekterliği ezip geçmiş olmasaydı, Enternasyonal, davasında dirençli olamazdı. Sosyalist sekterliğin ve gerçek işçi sınıfı hareketinin gelişimi, her zaman, birbiriyle ters orantılı olmuştur. İşçi sınıfı bağımsız tarihsel bir hareket için yeter olgunluğa erişmedikçe sektler (tarihsel olarak) haklıydı. İşçi sınıfı bu olgunluğa erişir erişmez, bütün sektler, özünde gerici bir konuma girmişlerdir. Bununla birlikte tarihin her yerde sergilediği özellikler, Enternasyonalin tarihinde de yinelenmiştir. Eski, modası geçmiş yaklaşımlar, ulaşılan yeni biçimlerin içinde de kendilerini yeniden ortaya koymaya ve sürdürmeye çalışmışlardır.
Enternasyonalin tarihi de, işçi sınıfının gerçek hareketine karşı kendilerini Enternasyonal içinde ortaya koymaya çabalayan sektlere ve amatör deneyimlere karşı,
genel konseyin sürekli savaşımının tarihi olmuştur. Bu savaşım
kongrelerde, ama daha da büyük çapta tek tek seksiyonlarla genel konsey arasındaki özel görüşmelerde yürütülmüştür.
Paris’te, derneğin ortak-kurucuları prudoncular (yardımlaşmacılar)
241 olduğu için, ilk birkaç yıl dizginleri doğal ki onlar elde tutmuşlardır. Daha sonra onların karşısına doğal olarak kolektivist, pozitivist vb., gruplar çıkmıştır.
Almanya’da – Lassalcı klik. Ben kendim, adı dillere düşmüş Schweitzer’le tam iki yıl boyunca yazıştım ve Lasal-le’ın örgütünün yalnızca sekter bir örgüt olduğunu ve bu durumuyla, Enternasyonal tarafından geliştirilen
gerçek işçi hareketinin örgütüne hasım olduğunu, yadsınamaz biçimde ona kanıtladım. Bunu anlamamakta kendine göre “nedenler” i vardı.
1868 sonunda Rus Bakunin, Enternasyonal içinde,
kendisinin önderi olduğu “
Alliance de la Démocratie Socia-liste”
adı altında
ikinci bir Enternasyonal kurma niyetiyle
Enternasyonale üye oldu. Her türlü teorik bilgiden yoksun olan bu adam, o ayrı örgüt içinde Enternasyonalin
bilimsel [sayfa 54] propagandasını temsil ettiğini savlıyordu ve bu propagandayı,
Enternasyonal içinde ikinci bir
Enternasyonalin özgül işlevi durumuna getirmek istiyordu.
Programı, sağdan ve soldan derlenmiş yapay bir türlü idi –
sınıfların eşitliği (!), toplumsal hareketin
başlangıç noktası olarak
miras hakkının kaldırılması (sen-simoncu saçma), üyelere bir
dogma olarak dayatılacak
tanrıtanımazlık, vb., ve başlıca dogma olarak (
prudoncu)
: siyasal eylemden uzak durma.
İşçi hareketinin maddi koşullarının henüz çok az geliştiği İtalya ve İspanya’da, ve İsviçre’nin Fransızca konuşulan kesimindeki ve Belçika’daki bir avuç kendini beğenmiş, hırslı, boş doktriner arasında bu çocukça söylence yandaş buldu (hâlâ da bir ölçüde yandaş buluyor).
Bay Bakunin için doktrin (Proudhon’dan St. Simon’-dan ve başkalarından ödünç aldığı döküntüler) ikincil bir konuydu ve şimdi de öyledir – yalnızca kendini pazarlama aracıdır. Teorisyen olarak gerçi bir hiçtir ama, entrikacı olarak üstüne yoktur.
Genel konsey, (belli bir noktaya kadar Fransız prudoncular tarafından, özellikle
Fransa’nın güneyinde desteklenen) bu komplocu girişime karşı yıllar boyu savaşmak zorunda kaldı. En sonunda, 1, 2, ve 3, IX, XVI ve XVII numaralı konferans kararlarıyla
242 uzun süre hazırlanmış darbeyi vurdu.
Söylemenin gereği yok, genel konsey, Avrupa’da savaştığı şeyi Amerika’da desteklemez. 1, 2, 3 ve IX numaralı kararlar, New York komitesine her türlü sekterliği ve amatör grupları ortadan kaldırmak, ve gerekirse onları azletmek için yasal olanakları sağlamaktadır.
İşçi sınıfının siyasal hareketinin sonal amacı, kuşkusuz politik iktidarı bu sınıf için elegeçirmektir ve bu doğal olarak, işçi sınıfı örgütünün, işçi sınıfının ekonomik savaşımından doğan bir örgütün, daha önce belli bir gelişme düzeyine erişmiş olmasını gerektirir.
Ama öte yandan da işçi sınıfının bir
sınıf olarak egemen sınıflarla karşı karşıya geldiği ve dışardan baskı yaparak
[sayfa 55] onları sınırlamaya çalıştığı her hareket, politik bir harekettir. Örneğin, grevler ve benzeri yollarla belli bir fabrikada ya da belli bir işkolunda tek tek kapitalistleri, işgününü azaltmaya zorlama girişimi salt bir ekonomik harekettir. Öte yandan, sekiz saatlik işgünü, vb. için bir
yasa çıkmasını zorlama hareketi
siyasal bir harekettir. Ve böylelikle, işçilerin yalıtık ekonomik hareketlerinden, her yerde
siyasal bir hareket, yani kendi çıkarlarını genel bir biçimde, toplumsal olarak zorlayıcı genel bir güce sahip olma biçiminde gerçekleştirmeyi amaçlayan bir
sınıf hareketi serpilip gelişir. Bu hareketler, belirli bir ön örgütün varlığını öngörmekle birlikte kendileri de böyle bir örgütü geliştirmenin araçlarıdırlar.
İşçi sınıfının, egemen sınıfların kolektif iktidarına, yani siyasal iktidarına karşı sonucu belirleyici bir kampanyaya girişmek, bunu sırtlamak için örgütlenmede henüz yeterince ilerlemediği yerlerde, bu iktidara karşı sürekli bir propagandayla ve egemen sınıfların politikasına karşı hasım bir tutumla mutlaka eğitilmesi gerekir. Aksi halde, Fransa’da Eylül Devriminin gösterdiği gibi ve şimdiye dek İngiltere’de, bay Gladstone ve şürekasının oynadığı oyunun da belli bir ölçüde kanıtladığı üzere, işçi sının, egemen sınıfların elinde oyuncak olur.
144
ENGELS’TEN, TORİNO GAZETESİ İL PROLETARIO
ITALIANO’NUN243 YAZIKURULUNA
LONDRA, 29 KASIM 1871
Yurttaşlar,
Torinolu işçilerin bir bildirisinin yeraldığı 39 no’lu sayınızda şöyle deniyor:
“
Proletario’nun yazıkurulu tarafından bize, yayınlanır yayınlanmaz duyurulan, Londra’daki genel konseyin, sosyalizmi, politikanın gerisinde tutma kararının, bizim gibi birçok Avrupa şubesince reddedileceğinden genel konseyce geri
[sayfa 56] çekildiği için, resmi bir niteliği olmadığını kamuoyuna duyururuz.”
Bu sav nedeniyle genel konsey ilan etmek zorunda kalır ki:
1) Sosyalizmi politikanın gerisine koyan hiçbir kararı, hiçbir zaman almamıştır;
2) Bu nedenle, böyle bir kararı geri alması sözkonusu değildir;
3) Hiçbir Avrupa ya da Amerika şubesi seksiyonunun böyle bir kararı reddetmesi sözkonusu olmadığı gibi, genel konseyin başka hiçbir kararı da reddedilmiş değildir.
Proletaryanın siyasal eylemi konusunda genel konseyin konumu yeterince açıklıkla tanımlanmıştır:
1) Genel tüzüğün
başlangıç bölümündeki 4.
madde “emekçi sınıfların ekonomik kurtuluşunun, (...) büyük amaç olduğunu ve
her türlü siyasal hareketin, bir araç olarak bu hedefe tabi olması gerektiğini”
söyler.
2) Tüzüğün uyulması zorunlu resmi yorumu olan dernek kuruluş bildirgesinin metni (1864) şöyle der: “Gene de toprağın ve sermayenin efendileri, kendi siyasal ayrıcalıklarını, ekonomik tekellerini savunmak ve süregenleştirmek için her zaman kullanacaklardır. Emeğin kurtuluşunu geliştirmek şöyle dursun, önüne her türlü engeli koymayı sürdüreceklerdir. ... Siyasal iktidarı elegeçirmek, işte bu nedenle işçi sınıfının birinci görevidir.”
3) Lozan kongresi (1867) kararı şu doğrultudadır: “İşçilerin toplumsal kurtuluşu, onların siyasal kurtuluşundan ayrılamaz.”
4) Londra konferansının (Eylül 1871) IX numaralı kararı, yukarda söylenenlere uygun olarak, Enternasyonal üyelerine, işçi sınıfının savaşımında ekonomik hareketinin ve siyasal eyleminin birbirinden ayrılmaz biçimde bir bütün olduğunu anımsatır.
[sayfa 57]
Konsey, bu çerçevede belirlenmiş olan çizgiyi her zaman izlemiştir ve izlemeyi sürdürecektir.
Bu nedenle,
Proletario’nun yazıkuruluna, kimliği bilinmeyen kişilerce yollanan yazının sahte ve iftira olduğunu ilan eder.
Genel konseyin talimatıyla ve onun adına
F. E.
İtalya Sekreteri
Not: Cenevre’de yayınlanan
Révolution Sociale244 elime henüz geçti; küçük bir Jura grubunun, Londra konferans kararlarını
245 reddettiğini yazıyor. Genel konseye herhangi bir resmi yazı gönderilmedi. Konsey böyle bir yazı alır almaz, gerekli önlemlere başvuracaktır.
[sayfa 58]
1872
145
ENGELS’TEN MİLANO’DAKİ THEODORCUNO’YA
LONDRA, 24 OCAK 1872
Sevgili Cuno,
Becker aracılığıyla yolladığınız mektubu henüz aldım ve yazdıklarınızdan öğrendiğime göre, 16 Aralık tarihli ayrıntılı mektubumu o lanet Mardocheanlar
alıkoymuşlar. Bu çok cansıkıcı, çünkü mektup, bakuninci entrikalarla ilgili tüm gerekli bilgileri içeriyordu ve sizin tam bir ay önce, her şeyden haberiniz olacaktı; ve ayrıca, yabancı olduğunuz ve sınır-dışı edilebileceğiniz için, size o mektupta propaganda çalışmalarında bir ölçüde ihtiyatlı olmanız gerektiğini, böylece orada kalabileceğinizi ve işinizi yürütebileceğinizi yazmıştım; bu arada o da gümbürtüye gitti. ...
Becker, Bakunin’in entrikaları konusunda size bilgi vereceğini yazıyor. Ancak bununla yetinmeyip ben size en gerekli bilgileri şimdi kısaca veriyorum, 1868’e kadar Enternasyonale karşı entrika çeviren Bakunin, Bern Barış Konferansında
246 [sayfa 59] tam bir fiyaskoyla karşılaştıktan sonra bize katıldı ve derhal
Enternasyonalin içinden genel konseye karşı tertiplere başladı. Bakunin’in prudonculukla komünizm karışımı kendine özgü bir teorisi vardır. Prudonculukla ilgili başlıca tezine göre ortadan kaldırılması gereken asıl kötülük, sermaye değil yani kapitalistlerle ücretli işçiler arasında, toplumsal gelişmeden doğan sınıf karşıtlığı değil,
devlettir. Sosyal-demokrat işçilerin büyük çoğunluğu, devlet erkinin, egemen sınıfların –toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin– toplumsal ayrıcalıklarını korumak için kurdukları örgütlenmeden başka bir şey olmadığı konusunda bizimle aynı görüşteyken, Bakunin, sermayeyi,
devletin yarattığına, kapitalistin, ancak
devletin lütfü sayesinde sermayeye sahip olduğuna inanıyor. Öyleyse, asıl kötülük kaynağı devlet olduğuna göre, her şeyden önce, ortadan kaldırılması gereken devlettir ve ardından da sermaye kendi kendine ortadan kaybolacaktır. Biz, tam tersine, diyoruz ki: Sermayeyi, tüm üretim araçlarının bir avuç insan tarafından sahiplenilmesini ortadan kaldırın, devlet kendi kendine çökecektir. Fark büyüktür: Önce bir toplumsal devrim olmaksızın devletin ortadan kaldırılması saçmadır; sermayenin kaldırılması tam bir toplumsal
devrimdir ve bütünüyle üretim tarzında bir değişikliği içerir. Ama Bakunin’e göre başlıca kötülük devlet olduğu için, devleti –yani cumhuriyet, monarşi ya da başka türlü olsun, herhangi bir devleti– sürdürmek için hiçbir şey yapılmamalıdır. Öyleyse
her tür siyasetten sakınmak gerekir. Siyasal bir eylemde bulunmak, özellikle bir seçime katılmak, ilkeye ihanet demek olur. Yapılacak olan propagandayı sürdürmek, devlete hakaret üstüne hakaret yağdırmak, örgütlenmek ve
bütün işçiler, dolayısıyla çoğunluk kazanıldığı zaman da bütün otoritelere son vermek, devleti ortadan kaldırmak, onun yerini Enternasyonal örgütünü koymaktır. Bin yıllık mutluluk dönemi başlangıcı olacak bu büyük harekete
toplumsal tasfiye deniyor.
Bütün bunlar son derece radikal görünüyor; öylesine de basit ki beş dakikada ezberlenir; İtalya’yla İspanya’da genç [
sayfa 60] hukukçular, doktorlar ve öteki doktrinerler arasında bakuninci teorinin hızla yayılmasının nedeni budur. Ama işçi kitlesi, hiçbir zaman kendi ülkesindeki kamu işlerinin, onun sorunu olmadığına inandırılamayacaktır; işçi kitleleri, doğaları gereği
politiktirler ve kim ki onları, politikayı bir yana bırakmaları gerektiğine inandırmaya çalışır, sonunda o, işçiler tarafından bir yana atılacaktır. İşçilere, hangi koşulda olursa olsun politikadan uzak durmayı öğütlemek, onları papazların ya da burjuva cumhuriyetçilerin kollarına atmak demektir.
Şimdi Enternasyonal, Bakunin’e göre, siyasal savaşım için değil, toplumsal tasfiye gerçekleşir gerçekleşmez eski devlet örgütünün yerini almak amacıyla kurulduğundan, bundan şu çıkar ki, Enternasyonalin, bakuninci gelecek toplum idealine olabildiği ölçüde yaklaşması gerekmektedir. Bu toplumda her şey bir yana hiçbir
otorite olmayacaktır; çünkü otorite = devlet = mutlak kötülük demektir. (Bu insanlar, bir merkezi otorite olmaksızın, son kertede kararı verecek bir irade olmaksızın bir fabrikanın nasıl işletileceğini, bir demiryolunun nasıl kullanılacağını, bir geminin nasıl yürütüleceğini düşündüklerini, bize kuşkusuz söylememektedirler.) Çoğunluğun azınlık üzerindeki otoritesi de sona erecektir. Her birey ve her topluluk özerk olacaktır; ama iki kişilik bile olsa bir toplumda her biri özerklikten vazgeçmedikçe bir toplumun nasıl olanaklı olabileceği konusunda Bakunin bir kez daha sessiz kalmaktadır.
Ve böylece Enternasyonal de bu modele göre düzenlenmelidir. Her seksiyon ve her seksiyondaki her birey özerk olmak durumundadır. Genel konseye, kendi moralini bile bozacak ölçüde tehlikeli bir otorite tanıyan
Basle kararlarının canı cehenneme! Bu otorite
gönüllü olarak tanınmış olsa bile, kaldırılmalıdır;
çünkü otoritedir!
İşte bu aldatmacanın başlıca noktaları. Peki ama, Basle kararlarının sahipleri kimlerdi?
Bay Bakunin’in kendisi ve arkadaşları!
Bu baylar, Basle Kongresinde, genel konseyi Cenev-re’ye [
sayfa 61] taşıma yani avuçlarının içine alma planlarının başarıya ulaşamayacağını gördükleri zaman, başka bir yol izlediler. Bakuninci İtalyan basınında örneğin
Proletario ve
Gazzettino Rosa’da bulacağınız bir bahaneyle, yani iddiaya göre sıcakkanlı Latin ırkları için, serinkanlı, yavaş hareket eden kuzeylilere göre, sesi daha yüksekten çıkan bir program gerektiği bahanesiyle, büyük Enternasyonal
içinde, enternasyonal bir dernek kurdular:
Alliance de la Démocratie Socialiste, Enternasyonal
içinde ayrı bir enternasyonal örgüt kurulmasına kuşkusuz hoşgörüyle bakamayacak olan genel konseyin direnişi sonucu, bu küçük tasarım hiçbir yere varamadı. Bu örgüt o zamandan bu yana, Enternasyonal programının yerine Bakunin programını koyabilmek için, Bakunin’in ve mürettebatının gayretleriyle ve onlarla bağlantılı olarak değişik biçimler altında tekrar tekrar ortaya çıktı. Öte yandan, ne zaman Enternasyonale saldırı sorunu sözkonusu olsa, Jules Favre ve Bismarck’tan, Mazzini’ye kadar tüm gericiler Bakunin’in boş, övüngen tümcelerine sarıldılar. Mazzini ile Bakunin’e karşı,
Gazzettino Rosa’da da yayınlanan 5 Aralık tarihli açıklama zorunluluğum bundandır.
Bakuninci güruhun çekirdeği, Jura’daki birkaç düzine insandır; onların ardından gidenlerin sayısı da taş çatlasa 200 işçiyi geçmez. Öncü kolları, her yerde kendilerine İtalyan işçilerin sözcüsü süsünü veren İtalya’daki bazı genç hukukçular, doktorlar ve gazetecilerdir; bunlardan birkaçı Barcelona ve Madrid’dedir; arada sırada Lyon’da ya da Brüksel’de bunlardan birine –aralarında bir işçi bulmak güçtür– raslarsınız; Londra’da ise bunlardan yalnızca bir tane var: Robin.
Yapılması olanaksızlaşan kongre yerine koşulların baskısı altında toplanan konferans
onlar için iyi bir bahane oldu; ve İsviçre’deki Fransız sığınmacılar da (prudoncular olarak) onların görüşüyle akraba çıktıkları için ve bazı kişisel nedenlerle karşı tarafa geçtiklerinden, saldırı kampanyasına giriştiler. Hesaplarını, Enternasyonal içinde kuşkusuz her [
sayfa 62] tarafta raslanabilecek bir kısım anlaşılmamış dehalara ve hoşnutsuzlara dayadılar, bu hesapta pek de haksız değillerdi.
Şimdiki durumda vurucu güçleri şöyledir:
1) Bakunin’in kendisi – bu kampanyanın Napoléon’u.
2) 200 Jura üyesi ve Fransız seksiyonunun 40-50 üyesi (Cenevre’deki sığınmacılar).
3) Brüksel’de
açıkça onlardan yana ortaya
çıkmasa da
Liberté’nin
yönetmeni Hins;
4) Burada, bizim hiçbir zaman tanımadığımız ve zaten birbiriyle çatışan 3 gruba bölünmüş olan, 1871 Fransız seksiyonunun
247 kalıntıları. Bir de bay von Schweitzer türünden, hepsi (
Enternasyonalden kitle halinde çekilme önerileri nedeniyle) Alman seksiyonundan çıkarılmış bulunan, aşırı merkezciliği ve katı bir örgütlenmeyi savundukları için anarşistler ve özerklik yanlıları birliğine tamı tamına uygun düşen 20 kadar lasalcı var.
5) Bakunin’in İspanya’da özellikle de Barcelona’da en azından teorik yönden işçileri kuvvetle etkileyen birkaç kişisel dostu ve yandaşı. Öte yandan İspanyollar, örgüt konusunda çok istekliler ve başkalarının örgütsüzlüğünü görmekte çok hızlılar. Bakunin’in orada ne ölçüde başarılı olmayı düşünebileceği Nisan’daki ispanya kongresine kadar belli olmayacak; orada işçiler duruma egemen olduğu için ben hiç kaygılanmıyorum.
6) Son olarak İtalya’da, Torino, Bolonya ve Girgenti seksiyonları, bildiğim kadarıyla,
olağanüstü kongre toplamaktan yana olduklarını açıkladılar.
Bakuninci basın 20 İtalyan seksiyonunun kendilerine katıldığını ileri sürüyor; onları bilmiyorum. Her ne ise, hemen her yerde önderlik Bakunin’in dostlarının ve yandaşlarının elinde, ve müthiş bir gürültü patırtı çıkarıyorlar. Ama daha yakından bir inceleme büyük bir olasılıkla, onların ardından gidenlerin çok sayıda olmadığını gösterecektir; çünkü İtalyan işçilerin büyük kısmı eninde sonunda gene de Mazzini yanlısıdır ve orada Enternasyonal politikadan uzak
[sayfa 63] durmakla özdeşlendiği sürece de öyle kalacaktır.
Her ne ise, şu sıralarda İtalya’da, Enternasyonalde egemen olan ses bakunincilerin sesidir. Genel konsey, bu durumdan yakınma niyetinde değil; İtalyanların, diledikleri saçmalığı yapma hakları var ve genel konsey onlara ancak, barışçıl tartışmalar yoluyla karşı koyacaktır. Karşı tarafa henüz katılmış ve hiçbir konuda kendilerine görev verilmemiş seksiyonlar, böyle bir sorunda, tartışmanın
her iki tarafını da dinlemeden yan tutarlarsa çok garip olur ama, bu insanlar dilerlerse Juravari bir kongre çağrısı da yapabilme hakkına sahiptirler! Torinolu üyelere, bu sorundaki çıplak gerçeği anlattım ve benzer açıklamalar yapan öteki seksiyonlara da anlatacağım. Çünkü, karşı tarafa katılırken yapılan bu tür açıklamalar, genelgede
248 genel konseye yöneltilen karaçalmaları ve yalanları dolaylı biçimde onaylamak demektir. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, genel konsey, bu soruna ilişkin olarak yakında kendi genelgesini
249 yayınlayacak. Milanoluları,
genelge ortaya çıkıncaya kadar, benzer bir açıklama yapmaktan alıkoyabilirseniz, sizden dileğimizi tümüyle yerine getirmiş olacaksınız.
Gülünç olanı, Juracılardan yana olduklarını ilan eden ve bizi otoriter davranmakla suçlayan Torinolular ile birdenbire genel konseyin şimdiye kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapmasını Torino’nun rakibi
Federazione Operaia’ya250 karşı otoriter önlemler almasını,
Ficcanaso’nun Enternasyonale üye bile olmayan Beghelli’sini aforoz etmesini vb. isteyenler aynı insanlardır. Ve bütün bunları,
Federazione Operaia’nın ne söyleyeceğini bile dinlemeden yapmamızı istemektedirler!
Geçen Pazartesi
size, Jura genelgesini yayınlayan
Révolution Sociale’i,
251 Cenevre’de yayınlanan
Égalité’nin bir sayısını (Jura’nın temsil ettiğinden yirmi kat daha fazla işçiyi temsil eden Cenevre’deki
Comité Fédéral’in yanıtının yayınlandığı sayıdan ne yazık ki, elimde hiç kalmadı) ve olay hakkında Almanya’daki insanların ne düşündüğünü size gösterecek
Volksstaat’ı yolladım. Sakson Yöresi Toplantısı
[sayfa 64] –60 yerden 120 temsilci– genel konseyi
oybirliğiyle destekledi.
Belçika kongresi (25-26 Aralık) tüzüğün değiştirilmesini, ama
olağan kongrede (Eylülde) değiştirilmesini istiyor. Fransa’dan her gün, bizi onaylayın açıklamalar alıyoruz. Kuşkusuz, bu entrikaların hiçbiri, burada, İngiltere’de hiçbir destek bulmuyor. Ve genel konsey hiç kuşkusuz, birkaç entrikacı ve işgüzarı hoşnut etmek için olağanüstü kongre toplayacak değil. Bu baylar meşru sınırlar içinde kaldıkları sürece genel konsey onlara seve seve kendi yollarında gitme olanağını verecek. Karmakarışık unsurlardan oluşan bu koalisyon yakında dağılacak; ama tüzüğe ya da kongre kararlarına karşı herhangi bir şeye kalkışırlarsa genel konsey görevini yerine getirecektir.
Enternasyonale karşı genel bir, yakalayın feryadının yükseldiği bir sırada bu insanların bir fesat girişimine kalkıştığı düşünülürse, insan bu oyunda uluslararası hafiyelerin parmağı olabileceğini düşünmeden edemiyor. Gerçekten de öyle. Cenevreli bakuninciler Béziers’de polis başkomiserini
kendi haberleşme sorumluları olarak seçtiler! Önde gelen iki bakuninci, Lyon’dan Albert Richard ve Blanc
buradaydı ve temasta bulundukları gene Lyonlu bir işçi olan, Scholl’a, Thiers’i devirmenin tek yolunun Bonaparte’ı yeniden tahta çıkarmak olduğunu söylediler; ve bu amaç için, sığınmacılar arasında
bonapartist restorasyon lehine propaganda yapmak için,
Bonaparte’ın parasıyla her yere gidiyorlardı! Bu bayların, politikadan uzak durmak dedikleri şey budur! Berlin’de Bismarck’ın beslemesi
Neue Social-Demokrat aynı telden çalıyor. Rus polisinin bu işe ne kadar bulaştığını, şimdilik askıda bırakıyorum, ama Bakunin’in de Neçayev olayına gırtlağına kadar battığı (o bunu yalanlıyor kuşkusuz, ama elimizde orijinal Rus raporları var; Marx da ben de Rusça bildiğimize göre bizi aldatamaz) biliniyor. Neçayev ya bir Rus
ajan provokatördür ya da öyleymiş gibi davranmıştır. Bakunin’in Rus dostları arasında, daha nice kuşkulu kimseler var.
[sayfa 65]
İşinizi yitirdiğiniz için çok üzgünüm. Size böyle bir şeye yolaçabilecek her hareketten sakınmanızı özellikle yazmıştım; Milano’da sizin varlığınızın, Enternasyonal için
kamuoyuna yapılan açıklamaların minik etkisinden çok daha önemli olduğunu, insanın sessiz-sakin çok daha fazla şey
başarabileceğini, vb., belirtmiştim. Size çeviri, vb., sağlayarak yardımcı olabilirsem, bunu çok büyük bir zevkle yapacağım. Ama lütfen bana hangi dillerden hangi dillere çeviri yapabildiğinizi ve size
nasıl yararlı olabileceğimi yazınız.
Demek polisler benim fotoğrafıma da elkoydular. Bu mektupla size bir fotoğraflım daha gönderiyorum ve sizden iki fotoğrafınızı rica ediyorum; bunlardan biri bayan Mara’ı, size babasının (bayan Marx, babasının birkaç iyi fotoğrafına hâlâ sahip olan tek kişi) bir fotoğrafını göndermeye ikna amacıyla kullanılacak.
Sizden, Bakunin’le bağlantılı
herhangi bir kişiyle ilişkilerinizde çok dikkatli olmanızı rica ediyorum. Bütün sektlerin karakteristik özelliği, birbirine sıkı sıkıya sarılmak ve entrika çevirmektir.
Onlara vereceğiniz herhangi bir bilginin sıcağı sıcağına Bakunin’e iletileceğinden emin olabilirsiniz. Sözünü tutmanın vb. basit burjuva önyargılar olduğu, davaya yararı olacaksa gerçek bir devrimcinin böyle şeyleri hor görmesi gerektiği, onun temel ilkesidir. Rusya’da bunu açıkça söylüyor, Batı Avrupa’da ise kendi grubunun bildiği gizli öğretisidir.
Eliniz değer değmez bana yazın. Milano seksiyonunu, öteki İtalyan seksiyonların korosuna katılmamaya ikna edebilirsek, bu çok iyi olacak.
Kardeşçe selamlar.
[sayfa 66]
Sevgiyle
F. Engels
146
MARKTAN MADRİD’DEKİ PAUL LAFARGUE’A
LONDRA, 21 MART 1872
Sevgili Toole,
İlişikte, genel konseyin işlevlerine ilişkin olarak muhaliflere karşı yayınlanan genelgeden
252 bir bölüm gönderiyorum.
Tüzüğü ve kongre kararlarını somut olaylara uygulamak için genel konseyin yapabileceği şey, bir hakem mahkemesi gibi kararlar vermektir. Ama bu kararların uygulanması, her bir ülkede Enternasyonale bağlıdır. Bu nedenle genel konsey, Enternasyonalin
genel çıkarlarını temsil eden bir araç olarak işlev göremez duruma geldiği anda Enternasyonal kocaman bir sıfır olur. Öte yandan genel konseyin kendisi, derneğin etkin güçlerinden biridir; derneğin bütünlüğünü koruma ve hasımlar tarafından elegeçirilmesini önleme açısından vazgeçilmez bir güçtür. Şimdiki konseyin (eksiklikleri bir yana) ortak düşman karşısında kazandığı moral etkinlik, Enternasyonali kendi kişisel ihtiraslarının bir aracı gibi görenlerin gururunu kırdı.
Her şeyin ötesinde anımsanmalı ki, bizim derneğimiz proletaryanın
militan örgütüdür ve doktriner amatörleri yetiştirme derneği değildir. Şu sıralarda örgütümüzü yıkmak, teslim olmakla eştir. Burjuvazi ve hükümetler için bundan iyisi can sağlığı. Orman kaçkını Sacaze’nin Dufaure’un yasa önerisi hakkındaki raporunu oku. Dernekte en çok korktuğu ve en çok hayran olduğu nedir? “Örgütlenmesi”.
253
Londra konferansından bu yana mükemmel bir ilerleme sağladık.
Danimarka’da, Yeni Zelanda’da ve Portekiz’de yeni federasyonlar kuruldu.
Birleşik Devletler’de,
Fransa’da (ki orada Malon ve şürekası
254 –kendi ağızlarıyla itiraf ettikleri gibi– tek bir seksiyona sahip değiller),
Almanya’da, Maca-ristan’da ve (Britanya Federal Konseyinin kuruluşundan beri) Britanya’da örgütümüz büyük ölçüde genişledi. Bu
[sayfa 67] yakınlarda
İrlanda seksiyonları kuruldu. İtalya’da yalnızca önemli seksiyonlar, Milano ve Torino’dakiler bize ait; ötekilere hukukçular, gazeteciler ve öteki doktriner burjuvalar önderlik ediyor. (Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim, Bakunin’in bana karşı kişisel bir öfkesi var; çünkü Rusya’da bütün etkisini yitirdi; devrimci gençlik benim yanımda.)
Londra konferansının kararları Fransa, Amerika, Britanya, İrlanda, Danimarka, Hollanda, Almanya, Avusturya, Macaristan ve İsviçre’de (Jura dışında
255), ayrıca İtalya’da da gerçek işçi sınıfı seksiyonlar ve son olarak Ruslarla Polonyalılar tarafından çoktan kabul edildi. Bu gerçeği tanımayanlar, böyle yaparak hiçbir şeyi değiştiremeyecekler, yalnızca Enternasyonalin engin çoğunluğundan, kendilerini koparmak zorunda bırakılacaklar.
İşim öylesine başımdan aşkın ki, tatlı Cockatoo’ya ve sevgili Schnappy’ye
(onun hakkında daha fazla haber istiyorum) bile yazacak zaman bulamadım. Enternasyonal gerçekten çok zamanımı alıyor; savaşımın bu döneminde konseyde bulunmanın hâlâ gerekli olduğuna ikna edilmeseydim, uzun zaman önce kendimi emekli ederdim.
İngiltere hükümeti 18 Martı kutlamamızı engelledi; bu nedenle, İngiliz işçilerle Fransız sığınmacıların toplantısında kabul edilen kararları
256 ekte gönderiyorum. ...
[sayfa 68]
1873
147
ENGELS’TEN MANCHESTER’DEKİ MARX’A
[LONDRA] 30 MAYIS 1873
Sevgili Mohr,
Bu sabah yatakta, doğa bilimleri konusunda şu diyalektik düşünceler aklımdan geçti:
Doğabilimin konusu – hareket halindeki madde, cisimler. Cisimler, hareketten ayrılamaz, cisimlerin biçimleri ve türleri ancak hareket halinde bilinebilir; insan hareketsiz cisimler hakkında, öteki cisimlerle ilintisi olmayan cisimler hakkında hiçbir şey söyleyemez. Bir cisim, ancak hareket halinde, ne olduğunu ortaya koyar. Doğabilim, bu nedenle, cisimleri, birbirleriyle ilişkileri içinde ve hareket halindeyken inceleyerek bilebilir. Hareketin farklı biçimlerini anlamak, cisimleri anlamakla birdir. Bu farklı hareket biçimlerinin araştırılması, bu nedenle, doğabilimin ana konusudur.
1) En basit hareket biçimi
yer değişimidir (zaman içinde – ihtiyar Hegel’i hoşnut etmek için) –
mekanik hareket.
a)
Tek bir cismin hareketi diye bir şey yoktur, ama
[sayfa 69] göreceli olarak,
düşme böyle sayılabilir. Birçok cisim için ortak olan bir merkeze doğru hareket. Ama tek bir cisim merkeze doğru olmayan
başka bir yönde hareket eder etmez o cismin henüz bağlı olduğu
düşme yasaları değişime uğrar:
b) Geçici ya da hareketin kendisinde gözlenen yörünge yasalarına doğru değişim geçirir ve doğrudan birçok cismin –gezegenlerin vb. hareketi, astronomi, denge– karşılıklı hareketine varır. Ancak bu tür hareketin
gerçek sonucu her zaman sonludur – hareket halindeki cisimlerin
teması, birbirlerinin üstüne düşerler.
c) Temas mekaniği – temas halindeki cisimler. Basit mekanik, manivela, eğik yüzey, vb.. Ama
temasın etkileri bu kadar değildir. Temas, iki biçimde görülür: sürtünme ve çarpma. Her ikisinin de özelliği odur ki, belli bir yoğunluk derecesinde ve belli koşullar altında artık yalnızca mekanik olmayan yeni etkiler üretirler:
ısı, ışık, elektrik, manyetizm.
2)
Asıl fizik, bu hareket biçimlerinin bilimi, her bir hareket biçimini inceledikten sonra, belli koşullar altında, bunların
birinin ötekine dönüştüğü gerçeğini saptar ve ensonu, hepsinin –harekete geçirilen farklı cisimlere göre değişen belli şiddet derecelerinde– fiziğin ötesine geçen etkiler yarattığını, cisimlerin iç yapısında değişikliklere yolaçtığını keşfeder: – Bunlar
kimyasal etkiler.
3)
Kimya. Daha önce anılan hareket biçimlerinin incelenmesinde cismin canlı ya da cansız olmasının pek önemi yoktur. Hatta cansız cisimler, fenomenleri en üst
saflık derecesinde sergiler. Öte yandan kimya, en önemli cisimlerin kimyasal yapısını yalnızca yaşam sürecinin ortaya çıkardığı özlerde ayırdedebilir; temel ödevi, bu özleri giderek daha çok miktarlarda yapay biçimde üretmeye dönüşür. Kimya, organizmalarla ilgilenen bilimlere geçişi biçimlendirir; ama diyalektik dönüşüm ancak, kimya, gerçek dönüşümü yaptığı ya da yapma noktasına geldiği zaman gerçekleştirilebilir.
4) Organizma. Bu noktada, şimdilik herhangi bir diyalektik üzerinde duracak değilim.
Sen orada, doğa bilimlerinin merkezinde olduğuna göre,
[sayfa 70] bunda bir şeyler olup olmadığını en iyi yargılayacak durumdasın.
Sevgiler
F. E.
148
ENGELS’TEN HUBERTUSBURG’DAKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 20 HAZİRAN 1873
Sevgili Bebel,
Önce sizin mektubunuzu yanıtlıyorum çünkü Liebk-necht’inki hâlâ Marx’ta, o da nereye koyduysa bulamıyor.
Ne yazık ki tümüyle lasalcı olan parti yöneticilerinin, sizin hapsedilmenizi fırsat bilerek
Volksstaat’ı “saygın” bir
Neue-Sozial-Demokrat’a dönüştüreceklerinden korku duymamızın nedeni Hepner değil, Yorck’un ona yazdığı komite tarafından imzalanan mektuptu. Yorck bu niyeti açıkça itiraf etti, ve komite de genel yayın yönetmenlerini atama ve azletme hakkı olduğunu öne sürdüğü için tehlike yeterince büyüktü. Hepner’in eli kulağında olan sürgün edilme kararı,
257 onlara, bu tasarımlarını gerçekleştirmekte bir başka bahane daha sağladı. Bu koşullarda, durumun ne olduğunu bilmek bizim için büyük önem taşıyordu, bu yazışmanın nedeni de işte bu. ...
Partinin lasalcılığa karşı tutumu konusunda, özellikle belli olaylarda, nasıl bir taktik uygulanması gerektiğini kuşkusuz siz bizden daha iyi bilebilirsiniz. Ama şu noktanın da dikkate alınması gerek. Sizin durumunuzda olduğu gibi, insan, Alman İşçiler Genel Derneği için bir ölçüde aday konumunda olduğu zaman rakiplerine karşı çok duyarlı davranır ve önce onları dikkate alma alışkanlığını edinir. Ne var ki, Alman İşçiler Genel Derneği olsun Sosyal-Demokrat İşçi Partisi olsun, her ikisi birarada, henüz Alman işçi sınıfının çok küçük bir kesimini oluşturuyor. Uzun bir pratiğin doğruladığını gördüğümüz bizim görüşümüz şu ki, propagandada doğru taktikler, şurada ya da burada, insanın rakibinden birkaç kişiyi ya da yerel grubu uzaklaştırıp kendi yanına çekmesi
[sayfa 71] değildir, henüz harekette yeralmamış büyük kitleler üzerinde çalışmaktır. İnsanın bizzat kendi elleriyle yetiştirip yoğurduğu tek bir birey, yanlış eğilimlerinin mikrobunu, kendileriyle birlikte her zaman partiye getirecek olan lasalcı on dönekten çok daha değerlidir. Ayrıca, insan
yerel önderleri olmaksızın, yalnızca yerel kitleleri kazansa, o bile bir şeydir. Ama gerçekte insan her zaman, eğer daha önceki görüşleriyle değilse, kamuoyu önünde söylediği sözlerle bağlı olan ve her şeyin ötesinde kendi ilkelerinden uzaklaşmadıklarını, tam tersine şimdi
hakiki lasalcılığı vaaz edenin Sosyal-Demokrat İşçi Partisi olduğunu kanıtlamak zorunda bulunan bu önderlerin tümünü anlaşmanın içine almalıdır. Eisenach’daki
258 talihsizlik bu olmuştur; belki de o zaman bundan sakınılamazdı, ama bu unsurlar partiye kuşkusuz zarar verdiler, ve o zamanki birleşme olmasaydı partinin bugün olduğundan daha az güçlü olacağından da emin değilim. Her ne ise, bu unsurlar güçlerini takviye ederlerse, bunu talihsizlik olarak görürüm.
İnsan, “birlik” çağrılarının, kendisini, yanlış yola sürüklemesine izin vermemelidir. Bu sözü dillerinden düşürmeyenler, uyuşmazlığın çoğuna neden olanlardır, tam şu sıralarda, bütün ayrılıkları kışkırtan ama hiçbir şey için, birlik için ettikleri kadar gürültü etmeyen İsviçre’deki Jura bakunincileri gibi. Bu birlik fanatikleri ya darkafalı insanlardır, ellerine geçeni içinde türlü şey bulunan bir mayalanma kazanma atarlar ve tam siz posa çökelsin diye kendi haline bırakınca, farklılıklar çok daha keskin biçimde ortaya çıkar çünkü hepsi aynı potanın içindedir (Almanya’da işçilerle küçük-burjuvazinin uzlaşmasını öğütleyen kişilerde bunun iyi bir örneğini görürsünüz) – ya da bilinçsizce (Mülberger gibi örneğin) ya da bilinçli olarak hareketin arılığını bozmak isteyenlerdir. Bu nedenledir ki, en büyük sekterler ve en büyük gürültücüler ya da külhanbeyleri, belli zamanlarda en üst perdeden birlik diye bağırırlar. Yaşamımız boyunca hiçkimse bize, bu birlik çığırtkanları kadar sorun yaratmadı, bu kadar tartışmaya neden olmadı.
Doğal ki her parti yönetimi, başarılar görmek ister ve bu
[sayfa 72] iyi bir şey. Ama bazı durumlar var ki,
anlık bir başarıyı, daha önemli şeyler için feda etme cesaretini göstermek gerekir. Özellikle bizimki gibi, sonal başarısı mutlak olarak kesin, ve yaşadığımız günlerde ve gözlerimizin önünde bu kadar müthiş gelişen bir parti için anlık başarı, her zaman için mutlaka gerekli değildir. Örneğin, alınız Enternasyonali. Komünden sonra olağanüstü bir başarı sağladı. Büyük korkuya kapılan burjuvazi, onun sınırsız gücü olduğuna inanıyor. Üyelerinin büyük çoğunluğu, işlerin sonsuza dek böyle kalacağına inanıyordu. Biz ise kabarcıkların patlamak
zorunda olduğunu çok iyi biliyorduk. Bütün ayaktakımı, umudunu buna bağlamıştı. İçerdeki sekterler küstahlaştılar ve en büyük budalalıklar ve kabalıklar yapmalarına izin verileceğini umarak Enternasyonali kötüye kullandılar. Buna tahammül edemezdik. Günün birinde kabarcıkların patlamak zorunda olduğunu çok iyi bildiğimden, bizim açımızdan sorun, felaketi geciktirme sorunu değildi, ama Enternasyonalin bundan arı ve kirlenmemiş çıkması için gereken özeni göstermekti. Kabarcık Lahey’de patladı ve bildiğiniz gibi kongre üyelerinin çoğunluğu, ülkesine düşkırıklığıyla döndü. Ama gene de Enternasyonalde evrensel dayanışma ve uzlaşma idealini bulabileceklerini hayal etmiş olan, düşkırıklığına uğramış bu insanların neredeyse tümü, kendi ülkelerinde Lahey’dekinden çok daha tatsız kavgalara giriştiler. Şimdi sekter kavgacılar uzlaşma vaaz ediyorlar ve bizi geçimsiz ve diktatör olmakla suçluyorlar. Lahey’de yatıştırıcı bir tutum takınsaydık, bölünmenin patlak vermesini örtbas etseydik, sonuç ne olurdu? Sekterler, özellikle bakuninciler Enternasyonal adına, daha büyük budalalıklar ve rezillikler yapabilecekleri bir yıl daha elde etmiş olurlardı; en gelişmiş ülkelerin işçileri tiksinti içinde arkalarını dönüp giderlerdi; kabarcıklar patlamazdı ama sinir bozucu kişiler tarafından delindiği için yavaş yavaş çökerdi ve bunalımı ortaya çıkarmak zorunda bulunan bir sonraki kongre,
ilkeler Lahey’de zaten bir yana konmuş olduğu için, çok acı bir kişisel çekişmeye dönüşürdü. İşte o zaman Enternasyonal gerçekten parça parça
[sayfa 73] olurdu – “birlik” yüzünden parça parça olurdu! Bunun yerine biz, çürümüş öğelerden onurumuzla kurtulduk – sonuncu ve kesin kararın verildiği oturumda hazır bulunan Komün üyeleri, Avrupa proletaryasına ihanet eden hainlerle meşgul olan bu yargısal oturumun kendileri üzerinde yaptığı korkunç etkiyi hiçbir Komün oturumunun yapmadığını söylüyorlar. On ay boyunca bütün enerjilerini yalanlarla, hakaretlerle, entrikalarla harcamalarına izin verdik – ve şimdi neredeler? Onlar, Enternasyonalin büyük çoğunluğunun temsilcisi olduklarını ileri süren bu kişiler, şimdi bizzat kendileri, gelecek kongreye gelme cesaretinde olmadıklarını ilan ediyorlar. (Bu mektupla aynı zamanda
Volksstaat’a gönderilen bir makalede daha fazla ayrıntı yeralıyor.) Yeniden yapmamız gerekseydi, genelde bundan daha değişik davranmazdık – taktik yanlışlıklar kuşkusuz her zaman olabilir.
Her durumda, lasalcılar arasındaki etkin unsurlar, önümüzdeki süre içinde kendi istekleriyle size katılacaklardır ve dolayısıyla, birlikçi güruhun isteğine uyarak meyveyi olgunlaşmadan koparmak akıllıca olmaz.
Dahası, ihtiyar Hegel bile diyor ki: Bir parti
bölünerek ve bölünmeyi göğüsleyerek utkusunu kanıtlar. Proletarya hareketi gelişmenin çeşitli evrelerini geçmek zorundadır; her evrede, bir bölük insan takılır kalır ve bir ileriki evreye katılmaz; yalnızca bu bile, “proletarya dayanışmasının neden, Roma İmparatorluğunda zulmün en kötüsü yaşanırken hıristiyan sektlerin yaptığı gibi, birbirleriyle ölüm-kalım kavgasına tutuşan farklı parti gruplarında gerçekleştiğini açıklamaya yeter.
Örneğin eğer
Neue Sozial-Demokrat Volksstaat’tan daha çok aboneye sahipse, her bir
sektin ister-istemez fanatik olduğunu ve bu fanatiklik sayesinde, özellikle yeni olduğu yörelerde (diyelim, Alman İşçiler Genel Derneği Schles-wig-Holstein’da), sekter garipliklere sapmaksızın, yalnızca gerçek hareketi temsil eden partiden daha büyük anlık başarılar elde ettiğini unutmamanız gerekir. Ama öte yandan fanatiklik de uzun ömürlü olmaz.
[sayfa 74]
Posta gönderilmek üzere olduğu için mektubuma son vermem gerekiyor. Çabucak şunu ekleyeyim: Fransızcaya çeviri
işi bitmeden önce (yaklaşık Temmuz sonu) Marx, Lasalle’la uğraşamayacak
259; çeviriden sonra da kesin olarak dinlenmesi gerek, çünkü çok aşırı çalıştı.
Hapis cezanızı çalışarak ve sabırla çekmeniz güzel bir şey. Gelecek yıl sizi burada görmekten hepimiz mutlu olacağız.
Liebknecht’e yürekten selamlar.
Saygılarımla
F. Engels
149
MARX’TAN HOBOKEN’DEKİ FRIEDRICH ADOLPH
SORGE’YE
[LONDRA] 27 EYLÜL 1873
... Avrupa koşullarını dikkate alınca, Enternasyonalin resmi örgütünün şimdilik geri plana çekilmesi yararlı olur; ama olanağı varsa, New York’taki merkezin denetimini elden kaçırmamalı ki, Perret gibi gerizekalılar ya da Cluseret gibi serüvenciler yönetimi elegeçirmesin ve saygınlığını lekelemesin. Olaylar ve işlerin kaçınılmaz gelişimi ve karmaşıklaşması sonucu, Enternasyonal, daha gelişkin bir yapıda yeniden yükselecektir. Bugünkü durumda, değişik ülkelerdeki en yetkin insanlarla bağlantının elimizden kayıp yitirilmemesi, işin gerisi için de Cenevre’deki yerel kararlara aldırılmaması, gerçekte o kararların gözardı edilmesi yeterlidir. Orada kabul edilen tek iyi karar, kongrenin iki yıl ertelenmesi kararı, bu davranış biçimini kolaylaştırıyor. Ayrıca,
yaklaşan gerici haçlı seferi sırasında Enternasyonal hayaletinden medet umulamayacak oluşu ve tam tersine burjuvazinin her yerde, hayaletin bütün bütün ortadan kalktığına inanması kıta Avrupası’ndaki hükümetlerin hesaplarını altüst edecektir. ...
[sayfa 75]
150
ENGELS’TEN HARROGATE’TEKİ MARX’A
LONDRA, 10 ARALIK 1873
Sevgili Mohr,
Bu mektupla birlikte beş poundluk üç banknotun yarı parçalarını gönderiyorum; aldığını lütfen hemen bildirirsen öteki yarılan yollayacağım.
Dün sabahtan beri yoğun bir sis var. Heath’e
yürüyüşe çıktığım için o sisten kısa bir süre kurtuldum. Bir sis denizinde orası, mavi göğü, ılık güneşiyle bir parlaklık adası.
Şu serseri Roderich Benedix, “Shakespearomania”ya karşı, geride, kalın bir cilt halinde kötü bir koku bıraktı. Shakespeare’in bizim büyük şairlerimize, hatta modern zamanların şairlerine şamdancılık bile yapamayacağını, tamı tamına kanıtladı. Herhalde Shakespeare, kaidesinden kaldırılıp atılır, yerine o tombul Benedix oturtulur.
Merry Wives’ın
yalnızca birinci perdesinde bile tüm Alman edebiyatından daha çok yaşam ve gerçeklik var; yalnızca Launce
ve köpeği Crab bile, Alman komedilerinin tümünden daha değerli. Şu tersliğe bak ki, gerçek yaşamda sıkıcı gevezeliklerden kaçınmak olanaksız olduğu halde, Benedix o muhteşem popo-suyla, Shakespeare’in, sonuç bölümlerini pat diye kısaltması ve böylece cansıkıcı gevezelikleri azaltması konusunda, ciddi, ciddi olduğu kadar da ucuz tartışmalara girişiyor. Ne hali varsa görsün.
Dün Ren yöresinin bir jeolojik haritası elime ulaştı. Ön hipotezlerim çoğunca doğrulandı.
Tussy’ye içten sevgiler.
[sayfa 76]
Sevgiyle
F. E.
1874
151
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKI PRIEDRICH ADOLPH
SORGE’YE
LONDRA, 12 [-17] EYLÜL 1874
... Senin de istifanla
260 eski Enternasyonal bütün bütün dürülüp büküldü ve sona erdi. Ve iyi oldu. Enternasyonal ikinci imparatorluk dönemine aitti, o dönemde Avrupa’da bir uçtan öteki uca egemen olan zulüm ve baskı o sıralarda henüz yeniden uyanan işçi hareketine bütün iç polemiklerden uzak durmayı ve birliği emrediyordu. Proletaryanın ortak kozmopolit
çıkarlarının öne çıkabileceği an, o andı. Almanya, İspanya, İtalya ve Danimarka, harekete ya henüz girmişlerdi ya da girmek üzereydiler. 1864’te hareketin teorik karakteri, Avrupa’nın her yerinde, yani kitleler arasında – gerçek yaşamda– henüz net ve açık değildi. Alman komünizmi, henüz bir işçi partisi olarak varlık kazanmamıştı. Prudonculuk, atlı karıncalarını döndürebilecek kadar güçlü değildi. Bakunin’in yeni saçması, henüz onun kafasında bile yoktu, ve hatta İngiliz işçi sendikalarının önderleri bile
[sayfa 77] tüzüğün başlangıç bölümünde ortaya konan program çerçevesinde harekete katılabileceklerini düşünüyorlardı. İlk büyük başarı, tüm hiziplerin bu naiv buluşmasını patlatıp havaya uçurmak zorundaydı. Bu ilk başarı kuşkusuz Enternasyonalin entelektüel bakımdan çocuğu olan –Enternasyonal onu doğurmak için parmağını oynatmamasına karşın– Komündü, ve Enternasyonal, bu açıdan tam bir yerindelikle Komünden sorumlu tutuldu. Komün sayesinde Enternasyonal, Avrupa’da moral bir güç haline gelir-gelmez de çekişmeler başladı. Her eğilim, bu başarıyı kendisi için istismar etmek istedi. Kaçınılmaz olan dağılma geldi çöreklendi. Eski kapsamlı programın çizgisi doğrultusunda çalışmayı sürdürmeye gerçekten hazır olan insanların –Alman komünistlerin– artan gücüne duyulan kıskançlık, Belçikalı prudoncuları, bakuninci serüvencilerin kollarına itti. Lahey kongresi gerçekte her iki taraf için de bir sondu. Enternasyonal adına hâlâ bir şeylerin yapılabileceği tek ülke Amerika’ydı ve şanslı bir önseziyle yönetim oraya aktarıldı. Şimdi Enternasyonalin saygınlığı orada da tükenmiş bulunuyor, ve ona yeni bir yaşam aşılamaya çalışmak budalalık ve boşuna uğraşmak olur. Enternasyonal on yıl boyunca Avrupa tarihinin bir tarafına –ki gelecek bu taraftadır– egemen olmuştur ve geriye dönüp yaptığı işlere övünçle bakabilir. Ama eski biçimiyle yararlı ömrünü doldurmuştur. Eski tarzda, tüm ülkelerdeki tüm proleter partilerin ittifakı biçiminde yeni bir Enternasyonal ortaya çıkarılabilmesi için, 1849-64 arasında olduğu gibi emek hareketinin genel bir baskı altında olması gerekir. Ama proletarya dünyası bunun için fazla büyük ve fazla geniş bir hale gelmiş bulunuyor, inanıyorum ki gelecek Enternasyonal –Marx’ın yazıları bir süre etkisini gösterdikten sonra– doğrudan komünist olacak ve bizim ilkelerimizi özdenlikle ilan edecektir. ...
[sayfa 78]
1875
152
ENGELS’TEN ZWICKAU’DAKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 18-28 MART 1875
Sevgili Bebel,
23 Şubat tarihli mektubunuzu aldım; sağlığınızın yerinde olmasına sevindim.
Birleşme konusunda ne düşündüğümüzü soruyorsunuz. Ne yazık ki, sizinle aynı durumdayız. Ne Liebknecht, ne de bir başkası bize herhangi bir bilgi iletmediğinden biz de ancak gazetelerde ne varsa onu biliyoruz; bir hafta kadar önce program taslağı
261 yayınlanıncaya dek gazetelerde de pek bir şey yoktu! Bu taslak bizi oldukça şaşırttı.
Partimiz lasalcılara o kadar sık uzlaşma ya da en azından işbirliği önermiş ve Hasencleverler, Hasselmannlar, ve Tölckeler tarafından o kadar çok ve o kadar kırıcı bir biçimde geri çevrilmişti ki, bugün, bu bayların kendileri gelerek bize uzlaşma öneriyorlarsa, çok büyük bir çıkmazda olduklarını artık bir çocuk bile anlayabilir. Ama bu insanların iyi bilinen karakterini gözönünde tutarak, onların bu güç
[sayfa 79] durumunu, her türlü güvenceyi madde madde belirlemek için kullanmak bizim görevimizdir; öyle ki, işçilerin gözünde sarsılmış konumlarını, partimizin zararına yeniden sağlamlaştıramasınlar. Bunları çok soğuk biçimde karşılamalı ve kendilerine güvenmediğimizi belli etmeli; birleşme, sekter sloganlarından, “devlet yardımı” yaklaşımlarından ne ölçüde vazgeçmeyi arzuladıklarına, ve 1869 Eisenach programını
262 ya da bugünkü duruma uygun bir revizyonunu ne ölçüde kabul ettiklerine bağlı olmalıdır. Teorik alanda ve bu nedenle program için kesinlikle neyin gerekli olduğu konusunda partimizin lasalcılardan
öğreneceği hiç, ama hiçbir şey yoktur; ama lasalcıların bizim partimizden öğrenecekleri bazı şeyler kesinlikle vardır; birleşmenin birinci koşulu, sekterlikten, lasalcılıktan vazgeçmeleri olmalıdır; buradan giderek de “devlet yardımı” denen her derde deva ilaç tümden bir yana bırakılmasa bile, birçok başka olası önlemin yanısıra bir geçiş dönemi önlemi olarak tanınmalıdır. Taslak program, bizim insanlarımızın teorik olarak lasalcı önderlerden yüz kez daha üstün olduğunu göstermektedir – ama siyasal kurnazlıkta da aynı ölçüde onlardan geridirler; “dürüstler”, dürüst olmayanlar tarafından bir kez daha oyuna getirilmişlerdir.
Birincisi, Lassalle’in cafcaflı ama tarihsel olarak yanlış tümcesi kabul edilmiştir: işçi sınıfı karşısında tüm öteki sınıflar yalnızca gerici bir yığındır. Bu önerme yalnızca kimi ayrıksın durumlarda doğrudur: örneğin Komün gibi bir proletarya devriminde ya da devleti ve toplumu yalnızca burjuvazinin kendi imgesine göre biçimlendirmediği, ama onun izinden giderek demokratik küçük-burjuvazinin de aynı biçimlendirmeyi en sonuna kadar götürdüğü ülkelerde doğrudur. Örneğin Almanya’da, demokratik küçük-burjuvazi, bu gerici yığına ait idiyse nasıl oldu da Sosyal-Demokrat işçi Partisi onunla –Halk Partisiyle–
263 yıllar yılı elele yürüdü? Nasıl oluyor da
Volksstaat, neredeyse tüm politik içeriğini küçük-burjuva demokrat
Frankfurter Zeitung’dan alabiliyor? Ve nasıl oluyor da bu programda yeralan en az yedi istem, doğrudan ve sözcüğü sözcüğüne Halk Partisinin programıyla
[sayfa 80] ve küçük-burjuva demokrasisiyle örtüşüyor? 1-5 ve 1-2 deki yedi politik istemi imliyorum; bunlardan
burjuva demokratik olmayanı yoktur.
264
İkincisi, işçi hareketinin enternasyonal bir hareket olduğu ilkesi bugün, her durumda, tümden yadsınıyor; hatta bu ilkeyi beş bütün yıl en güç koşullarda, en parlak biçimde uygulamış kişilerce yadsınıyor. Alman işçilerin, Avrupa hareketinin başında yeralmaları,
esas olarak onların savaş sırasında gerçekten enternasyonal bir tutum sergilemelerinden ileri gelmiştir, başka hiçbir proletarya böyle iyi davranamazdı. Ve şimdi tüm öteki ülkelerde, bu ilkeyi, herhangi bir örgütlenmenin bağrında gerçekleştirmeye çalışan her girişimi hükümetler vargüçleriyle bastırmaya çalışırken, Alman işçiler mi yadsıyacak! Ve işçi hareketinin enternasyonalizminden geriye ne kalır? Avrupalı işçilerin kendi kurtuluşları için gelecekteki işbirlikleri kadar olmayan zayıf bir umut, “insanların uluslararası dayanışması” gibi bir gelecek umudu, Barış Liginin
265 burjuva baylarının “Avrupa Birleşik Devletleri” umudu!
Enternasyonalden böyle sözetmek kuşkusuz zorunlu değildi. En azından 1869 programından geri adım atılmaz ve örneğin şöyle bir şey söylenebilirdi:
Gerçi, her şeyden önce Alman işçi partisi varolan devlet sınırları içinde çalışmaktadır ama (Avrupa proletaryası adına konuşma ve özellikle yanlış bir şey söyleme hakkına sahip değildir), bütün ülkelerin işçileriyle dayanışmasının bilincindedir ve şimdiye dek olduğu gibi bundan böyle de her zaman bu dayanışmanın kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirmeye hazır olacaktır. İnsan kendini Enternasyonalin parçası saymasa da, doğrudan açıkça ilan etmese de bu tür yüklenimler zaten vardır; örneğin grevlerde yardım ve grev kırıcılığından uzak durma; ülke dışındaki hareket konusunda Alman işçilerin bilgilendirilmesi için parti organlarının özen göstermesi; hanedan savaşlarının patlak vermesi tehlikesine karşı propaganda ve bu tür savaşlar sırasında, 1870 ve 1871’de örnek olacak biçimde gösterilen davranış benzeri bir tutum, vb..
Üçüncüsü, bizim insanlarımız, epey modası geçmiş bir
[sayfa 81] ekonomi görüşüne dayanan lasalcı “ücretlerin tunç yasasının, yani Malthus’un nüfus yasasına göre her zaman çok fazla işçi bulunduğu (lasalcı sav da budur) için, işçi ortalama olarak yalnızca
asgari ücret alır görüşünün, kendilerine yutturulmasına izin vermişlerdir. Oysa artık Marx
Kapital’de ayrıntılı olarak kanıtlamıştır ki, ücretleri düzenleyen yasalar çok karmaşıktır; koşullara göre bazan şu yasa egemen olur, bazan bu yasa; dolayısıyla bu yasalar hiçbir biçimde tunç katılığında değildir, tam tersine çok esnektir; bu çerçevede konu Lassalle’ın sandığı gibi birkaç sözle geçiştirilemez. Lassalle’ın Malthus’tan ve Ricardo’dan (ikincisinin teorisini çarpıtarak) kopya ettiği, örneğin
Arbeiterlesebuch’un 5’inci sayfasında bulunabilecek ve Lassalle’ın bir başka broşüründen alıntılanan maltusçu sav, Marx tarafından “Sermaye Birikimi” bölümünde ayrıntılı olarak çürütülmüştür. Bu durumda biz Lassalle’ın “tunç yasası”nı benimseyerek, kendimizi, yanlış bir temele dayalı yanlış bir teze bağlıyoruz.
Dördüncüsü, program, devlet yardımını, Lassalle’ın Buchez’den çaldığı, en yalın biçimiyle
tek toplumsal istem olarak öne sürüyor. Üstelik bunu, Bracke, bu istemin
hiçbir işe yaramazlığını açıkça ortaya koyduktan sonra ve partimizin sözcülerinin, tümünün değilse büyük çoğunluğunun lasalcılarla savaşımında bu “devlet yardımı”na karşı çıkmak zorunda kalmaları ardından yapıyor! Partimiz kendini bundan daha fazla aşağılayamazdı. Enternasyonalizm Amand Gögg’ün, sosyalizm de, bu istemi
sosyalistlere karşı, onlara üstün gelmek için öne süren burjuva cumhuriyetçi Buchez’in düzeyine düşürülüyor.
Ne var ki, lasalcı anlamda “devlet yardımı” olsa olsa programda “toplumsal sorunun çözümü yolunu hazırlamak” gibi –sanki bizim için teorik olarak hâlâ
çözülmemiş toplumsal bir
sorun varmış gibi– kusurlu biçimde tanımlanan bir sonucu elde etmek için düşünülmüş birçok önlem arasında
tek bir önlem olabilir, O zaman birisi şöyle dediğinde: Alman işçi partisi, sanayide ve tarımda ulusal ölçekte kolektif
[sayfa 82] üretimi gerçekleştirerek ücretli emeği ve onunla birlikte sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmak için çalışır; bu amaca ulaşmak için uygun olan her önlemi destekler! – o zaman hiçbir lasalcının, buna karşı söyleyecek hiçbir şeyi olmaz.
Beşincisi, işçi sınıfının, sendikalarda bir sınıf olarak örgütlenmesi konusunda tek söz söylenmiyor. Ve bu çok temelli bir noktadır; çünkü sendika, proletaryanın, sermayeyle gündelik savaşımlarını yürüttüğü, onun için bir okul olan gerçek sınıf örgütlenmesidir; ve (örneğin şu sıralarda Paris’te görülen) en kıyıcı gericilik bile artık onu ezemez. Bu örgütlenmenin Almanya’da da kazandığı önemi dikkate alarak, bizim görüşümüze göre, sendikalara programda yer vermek ve olabilirse parti örgütü içinde onlara belli bir rol vermek kesinlikle gereklidir.
İşte bizimkilerin, lasalcıların hoşnut olması için yaptıkları bunlar. Ve karşı taraf onlara ne verdi? Programda yeralan, kafası oldukça karışık
salt demokratik istemler, onların da birçoğu yalnızca bir moda olmaktan başka bir şey değildir; örneğin İsviçre’de, eğer bir işe yarıyorsa, yarardan çok zararı olan “halk taralından yasama” gibi. Halk tarafından
yönetim olsaydı, bu bir şeydi. Aynı ölçüde her türlü özgürlüğün ilk koşulu da eksik: bütün resmi görevlilerin her türlü resmi edimleri nedeniyle her yurttaşa karşı olağan mahkemeler ve yasa önünde sorumlu olmaları. Bilim özgürlüğü gibi, vicdan özgürlüğü gibi her liberal burjuva programda yeralan ve burada bir ölçüde garip biçimde belirtilen istemler konusunda daha fazla bir şey söyleyecek değilim.
Özgür halk devleti, özgür devlet olarak değiştirilmiş. Dilbilgisi açısından bakılırsa özgür devlet, devletin vatandaşlarla ilişkilerinde özgür olduğu bir devlet, yani despot bir hükümetin yönetimindeki bir devlettir. Devlet üzerine bu gevezeliklerin tümüne son vermek gerekir; özellikle artık sözcüğün tam anlamında bir devlet olmayan Komünden bu yana. Her ne kadar Marx’ın Proudhon’a karşı yazdığı kitap
ve daha sonra
Komünist Manifesto, sosyalist toplum düzeninin
[sayfa 83] kurulmasıyla devletin kendiliğinden çözüleceğini [
sich von selbst auflöst] ve ortadan kalkacağını ilan etmekteyse de anarşistler, “
halk devleti”ni gene de
ad nauseam suratımıza fırlatırlardı. Devlet, savaşımda, devrim sırasında, yalnızca karşıtları kuvvet zoruyla bastırmak için kullanılan bir geçiş kurumu olduğuna göre, özgür halk devletinden sözetmek tam bir saçmalıktır: Proletarya, devlete
gereksinim duyduğu sürece, onu, özgürlük olsun diye değil, karşıtlarını bastırmak için kullanır ve özgürlükten sözetmek olanaklı olduğu anda da devlet devlet olarak varolmaktan çıkar. Bu nedenle
devlet sözcüğü yerine her yerde Fransızca “
commune”ün anlamını pek iyi karşılayabilen, o güzelim eski Almanca sözcüğün,
Gemeinwesen’in [topluluk] kullanılmasını öneririz.
“Bütün sınıf farklılıklarının kaldırılması” yerine kullanılan “toplumsal ve siyasal tüm eşitsizliklerin kaldırılması” da sorgulanması gereken bir deyiştir. Bir ülkeyle bir başkası arasında, bir yöreyle öteki arasında, hatta bir yerel yöreyle öteki arasında yaşam koşullarında en aza indirmenin olası olduğu ama asla tümden yok edilemeyecek
belli bir eşitsizlik her zaman olacaktır. Alplerde oturanların yaşam koşulları, ovada oturanlardan her zaman farklı olacaktır.
Eşitlik alemi olarak sosyalist toplum düşüncesi, eski “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” kavramını model alan tek yanlı bir Fransız düşüncesidir – bu kavram, o zaman bir
gelişme aşaması olarak doğru ve yerinde bir kavramdı; ama insanların kafasında karışıklık yarattığına ve konunun ortaya konmasında daha kesin kavramlar bulunduğuna göre, eski sosyalist okulların tüm tek-yanlı düşünceleri için olduğu gibi bunun da artık üstesinden gelinmesi gerekir.
Bu programdaki her sözcük yavan ve gevşek bir biçimde yazılmış ve eleştirilebilir olsa da ben bu noktada duruyorum. Program öyle bir yapıda ki, kabul edilirse Marx ve ben, bu temelde kurulan
yeni partiye
hiçbir zaman bağlanamayacağız ve ona karşı –kamuoyu önünde de– tutumumuzun ne olması gerektiğini çok ciddi biçimde düşünmek zorunda
[sayfa 84] kalacagız. Anımsamanız gerekir, Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin her açıklamasından, her eyleminden, yurtdışında, biz sorumlu tutuluyoruz, örneğin Bakunin
Devlet ve Anarşi adlı kitabında,
Demokratisches Wochenblatt gazetesinin çıkışından beri Liebknecht’in yazdığı ya da söylediği her düşüncesiz sözün hesabını bize çıkarıyor. İnsanlar, tüm şovu bizim buradan yönettiğimizi düşünüyor, oysa benim kadar siz de biliyorsunuz ki, parti-içi sorunlarda biz şimdiye dek hemen hiç müdahalede bulunmadık; bunu yaptığımız zaman da bize göre gaflar ve
yalnızca teorik gaflar olduğunda, olabildiği ölçüde onları düzeltmek için yaptık. Ama sizin de kavrayacağınız gibi, bu program bizi kolaylıkla, bunu kabul eden bir parti için hiçbir sorumluluk taşımamak zorunda bırakabilecek, bir dönüm noktasını işaret etmektedir.
Genelde bir partinin resmi programı, partinin ne yaptığından daha az önemlidir. Ama
yeni bir program, her şeyden önce, kamuoyu önünde açılan bir bayraktır ve dış dünya, partiyi o programa bakarak değerlendirir. Bu nedenle, program hiçbir nedenle geri adım atmamalıdır; oysa Eisenach programıyla karşılaştırıldığı zaman geri adım atılmıştır. Bu program hakkında başka ülkeler işçilerinin ne diyeceğinin ve tüm Alman sosyalist proletaryasının lasalcılık önünde diz çökmesinin nasıl bir izlenim yaratacağının da dikkate alınması gerekir.
Üstelik inanıyorum ki,
bu temelde yapılacak birleşme, bir yıl sürmeyecektir. Partimizdeki en iyi beyinler, ücretlerin tunç yasası ve devlet yardımı gibi lasalcı buyrultuların değirmeninde yeniden ve yeniden sırayla öğütülmeye razı mı olacaklar? Örneğin sizi, bu durumda görmek isterdim! Bunu onlar yapsaydı, seyircileri tarafından ıslıkla yuhalanırlardı. Ve eminim ki, lasalcılar, programın
bu noktalarında yahudi Shylock’un bir pound ette
ısrar etmesi gibi ısrar edeceklerdir. Ayrılık gelecek; ama Hasselmann’ı, Hasenclever’i, Tölcke’yi ve şürekasını yeniden “saygın” kişiler yapmış olacağız;
[sayfa 85] ayrılıktan biz zayıflamış olarak çıkacağız, lasalcılar güçlenmiş olarak; partimiz politik masumiyetini yitirecek ve bir aralık kendi bayrağına işlediği lasalcı ifadelere artık yeniden vargücüyle karşı çıkmayı başaramayacak; ve lasalcılar o zaman bir kez daha kendilerinin en gerçek ve tek işçi partisi, buna karşılık bizim insanlarımızın burjuva olduğunu öne sürerlerse, bunun kanıtı program olacak. O programdaki tüm sosyalist önlemler
onlarındır, ve
bizim partimizin o programa soktuğu şey,
aynı belgenin, “gerici yığın”ın bir parçası olarak tanımladığı küçük-burjuva demokrasisinin istemleridir.
Siz, 1 Nisan günü, Bismarck’ın doğum günü onuruna salıverileceğiniz için bu mektubu burada beklettim, ve ülkeye gizlice sokulurken yakalanması riskini göze almak istemedim. Bu sırada program hakkında ciddi kuşkuları olan ve bizim görüşümüzü bilmek isteyen Bracke’nin mektubu geldi. Bu nedenle bu mektubu, size iletilmek üzere ona gönderiyorum; böylece o da okumuş olur ve aynı şeyleri bir kez daha yazmaktan kurtulurum. Aklıma gelmişken, çıplak gerçeği Ramm’a da bildirdim; Liebknecht’e yalnızca kısaca yazdım. İş işten geçinceye kadar bize bu konuda
hiçbir zaman, tek söz etmediği için (oysa Ramm ve ötekiler bize tam bilgi verdiğini düşünüyorlarmış) Liebknecht’i affedemiyorum. Gerçi o bunu her zaman yapardı –Marx’ın ve benim, onunla hiç de hoş olmayan bir yığın yazışmamızın nedeni de buydu– ama bu kez gerçekten çok kötü oldu ve
hiç kuşkusuz onunla birlikte olmayacağız.
Umanın yazın buralara gelirsiniz. Kuşkusuz benimle kalırsınız; hava da güzel olursa bir-iki günlüğüne deniz banyosu almaya gideriz; uzun cezaevi günlerinden sonra size çok yararı olur.
Dostça selamlar!
[sayfa 86]
Sevgiyle
F. E.
153
MARX’TAN BRUNSWICK’TEKİ WILHELM BRACKE’YE266
LONDRA, 5 MAYIS 1875
Sevgili Bracke,
Birlik programının eleştirel kenar notlarını okuduktan sonra, okumaları için Geib, Auer, Bebel ve Liebknecht’e gönderirseniz sevinirim. Ben hem aşın ölçüde meşgulüm, hem de doktorlarımın izin verdiği sınırın ötesine geçerek çalışmak zorunda kalıyorum. Bu yüzden de böyle uzun uzun yazmak pek de “zevkli” olmadı. Ama gene de gerekliydi; böylece daha sonra atacağım adımları, bu yazışmanın hedefi olan partili dostlarım yanlış yorumlamayacaklardır.
Çünkü birlik kongresi yapıldıktan sonra, Engels ve ben kısa bir açıklama yayınlayarak, konumumuzun sözkonusu ilke programından çok uzak olduğunu, bu programın bizimle hiçbir ilişiği bulunmadığını duyuracağız.
Bu kaçınılmaz, çünkü ülke dışında, Eisenach partisi diye bilinen hareketi bizim gizlice yönlendirdiğimiz gibi partinin düşmanlarının bıkıp usanmaksızın körüklediği bir inanış – tümden yanlış bir inanış– var. Örneğin, son zamanlarda yayınlanan Rusça bir kitapta
Bakunin, yalnızca partinin tüm programlarından vb. değil, ama Halk Partisiyle
267 işbirliği yapmaya başladığı günden bu yana Liebknecht’in attığı her adımdan bile beni sorumlu tutuyor.
Bundan ayrı olarak, benim gözümde, partiyi demoralize eden ve karşı çıkılması gerekli bir programa diplomatik bir suskunlukla dahi olsa onay vermemek benim görevimdir.
Gerçek hareketin her adımı bir düzine programdan daha önemlidir. Bu nedenle, Eisenach programının
ilerisine gitmek olanaklı değildiyse –ve günün koşulları buna elvermediyse– ortak düşmana karşı eylem için basitçe bir anlaşma yapılabilirdi. Ne var ki, (uzunca bir ortak etkinlik dönemi geçirerek ortamı hazırlayıncaya dek ertelemek yerine) bir ilkeler programı yaparak, tüm dünyanın gözü önünde parti hareketinin
[sayfa 87] düzeyini ölçecek nirengi noktaları ortaya konulmuş olur.
Lasalcı önderler geldiler, çünkü koşullar onları buna zorladı. Başından, onlara ilkeler üzerinde pazarlığın sözkonusu olmadığı söylenseydi, bir eylem programıyla ya da ortak eylem için örgütlenme planıyla yetinmek
zorunda kalırlardı. Bunun yerine, onların yetkilerle donatılmış olarak gelmelerine izin veriliyor ve bu yetkiler bağlayıcı sayılıyor, böylece bizzat yardıma gereksinimi olanlara koşulsuz teslim olunuyor. Bir de bütün işin üstüne tüy dikercesine,
uzlaşma kongresinden önce bir kongre yapıyorlar, bizim kendi partimiz kongresini
post festum topluyor.
268 Herhalde birileri, açıkça kendi partilerine hiçbir düşünme fırsatı vermeksizin el çabukluğuyla işi geçiştirmek istiyor. Birileri, birleşmenin işçileri tatmin edeceğini biliyor; ama bu anlık başarının pahalıya malolmadığına inanmak hatadır.
Üstelik programın, lasalcı iman kurallarını kutsamasının dışındaki kısımları da iyi değil.
Yakında size
Kapital’in
269 Fransızca baskısının son bölümlerini de göndereceğim. Fransız hükümeti yasakladığı için baskı bir süre durduruldu; bu hafta ya da gelecek hafta başında hazır olacak. Önceki altı bölümü aldınız mı? Lütfen bana Bernhard Becker’in adresini bildirin, son bölümleri ona da göndermem gerekiyor.
Volksstaat kitabevinin garip adetleri var. Örneğin şu ana kadar, bana
Kölner Kommunistenprozess’in [
Köln Komünist Duruşması]
270 tek kopyası bile gönderilmedi.
Derin saygılarımla.
Sevgiler
Karl Marx
154
ENGELS’TEN LEİPZİG’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 12 EKİM 1875
Sevgili Bebel,
Birleşmenin bizim açımız yanlış olduğu ve içinde gelecekteki
[sayfa 88] ayrılığın tohumlarını taşıdığı şeklindeki görüşümüzü, sizin mektubunuz da tümden doğruluyor. Bu ayrılma, gelecek Reichstag seçimlerinden
271 sonraya ertelenebilirse çok iyi olur. ...
Program
272 şimdiki biçimiyle üç bölümden oluşuyor:
1) Benimsenmesi partimiz için onursuzluk olacak olan lasalcı öneriler ve sloganlar. İki fraksiyon ortak bir program üzerinde görüşbirliğine varmak istediği zaman, üzerinde uyuştukları noktaları alırlar, görüşbirliğine varamadıkları noktalara el sürmezler. Doğru, lasalcı devlet yardımı Eisenach programında da vardı, ama birçok
geçici önlemden yalnızca
bir tanesi olarak var, ve edindiğim bütün bilgilere göre, birleşme
olmasaydı, bu yılki kongrede Bracke’nin öneri üzerine kaldırılıp atılacaktı. Şimdi bu yardım, her tür toplumsal hastalığın tek ve şaşmaz ilacı olarak beliriyor. “Ücretlerin tunç yasası”nın ve öteki lasalcı deyişlerin programa sokuşturulması da partimiz için çok büyük bir moral yenilgi oldu. Parti lasalcı imanı benimsedi. Bu artık yadsınamaz. Programın bu bölümü Caudine boyunduruğudur;
273 partimiz, kutsal Lassalle’ın daha büyük bir yüceliğe erişmesi için bu boyunduruğun altına girmiştir.
2) Tümüyle Halk Partisi
274 anlayışıyla ve diliyle yazılmış olan demokratik istemler;
3) “
Bugünkü devlet”ten çok karışık ve mantıkdışı istemler (öteki “istemler”in kimden olduğu açık değil);
4) Çoğu
Komünist Manifesto’dan ve Enternasyonalin tüzüğünden alınan ancak Marx’ın, bildiğiniz denemesinde
ayrıntılı olarak gösterdiği üzere yeniden yazılırken ya tümüyle yanlış önermelere ya da salt saçmalığa dönüştürülen genel ilkeler.
Programın tümü dağınık, karışık, bağlantısız, tutarsız ve onur kırıcı. Burjuva basında eleştirel kafalı tek bir kişi olsaydı, bu programı tümce tümce ele alır, her tümcenin gerçek içeriğini araştırır, apaçık biçimde saçmalığını gösterir, çelişkilerini ve gülünç ekonomik yanlışlarını (örneğin sanki
[sayfa 89] hiç topraksahibi yokmuş gibi, emek araçlarının bugün “kapitalist sınıfın tekelinde” olması; günümüzde emek
çok fazla özgür olduğundan, işçi sınıfının özgürleşmesi yerine “
emeğin özgürleşmesi”nden sözedilmesi!) ortaya koyar ve partimizi inanılmaz ölçüde gülünç duruma düşürürdü. Ama, burjuva gazetelerdeki eşekler, bu programı ciddiye aldılar; içinde olmayanları okudular ve onu bir komünist program olarak yorumladılar, işçiler de anlaşılan aynı şeyi yapıyor. Marx’la beni, kamuoyu önünde bu programla ilişiğimiz olmadığını açıklamaktan alıkoyan
tek neden budur. Hem hasımlarımız hem işçiler, onu, bizim düşüncelerimiz olarak bildikleri sürece suskunlukla geçiştirmeye çabalayabiliriz.
Yönetimin kimlerden oluşacağı sorununda ulaşılan sonuç sizi tatmin ediyorsa, biz istemlerimizi büyük ölçüde azaltmalıyız. Bizden iki, lasalcılardan üç! Bu noktada da bizimkiler eşit haklardan yararlanan bir müttefik değil, daha başından oyca azınlıkta kalmış yenikler. Komitenin
275 çalışmaları da bizim bildiğimiz kadarıyla yüreklendirici değil: 1) Bracke ve Becker’in lasalcılığa ilişkin iki çalışmasının,
276 parti yayınları listesine alınmaması kararı; bu karar geri alındıysa, bu, komitenin ya da Liebknecht’in sayesinde olmadı; 2) Vahlteich’ın kendisine Sonnemann tarafından önerilen
Frankfurter Zeitung muhabirliğini kabul etmesini yasaklayan talimat. Bu haberi Sonnemann’ın kendisi, Marx Frankfurt’tan geçerken, görüştüğünde ona vermişti. Beni, komitenin küstahlığından ve Vahlteich’ın, tanımaması gerekirken bu karara boyun eğmesinden de daha fazla şaşırtan şey, bu kararın inanılmaz budalalığıdır. Komite, tam tersine,
Frankfurter Zeitung gibi bir gazetede
yalnızca bizim insanlarımızın çalışmasını gerçekleştirmeye gayret etmeliydi. ...
Bu birleşme işinin, bugünkü koşularda da çok olumlu sonuçları olabilecek eğitici bir deneyim olduğunu söylerken oldukça haklısınız. Böyle bir birleşme, iki yıl bile sürse, büyük başarı olur. Ama hiç kuşku yok ki, bedeli daha az olabilirdi.
[sayfa 90]
155
ENGELS’TEN LEİPZİG’DEKİ AUGUST BEBEL’E
[LONDRA] 15 EKİM 1875
... Marx, 104’üncü sayıda, onun
Anti-Proudhon’undan
alıntılanan paragrafa eklenen anlaşılmaz not için (“sosyalistler kadar ekonomistler de [sendikalararası] birleşmeyi kınadılar”) eklenen anlaşılmaz notta, sosyalistlerin “Proudhon türü sosyalistler”
277 olduğunun öne sürülmesinden ciddi biçimde şikayetçi oldu. Her şeyden önce, o tarihlerde, Proud-hon’un kendisi dışında tek bir prudoncu sosyalist yoktu. İkincisi Marx’ın savı, –başta
Robert Owen olmak üzere– o tarihe kadar ortaya çıkmış ve [sendikalararası] birleşmeye ilişkin görüşlerini söylemiş sosyalistlerin (Fransa’da tanınmayan biz ikimiz hariç) hepsi için geçerliydi. Aynı şey ovmalarla Fransızlar arasında Cabet için de geçerlidir. Fransa’da [sendikalararası] birleşme hakkı bulunmadığı için, orada bu soruna çok az değinilmiştir. Ama Marx’tan önce orada yalnızca feodal, burjuva, küçük-burjuva ve ütopik sosyalizm varolduğu ve sosyalizm de bu öğelerden bazılarının karması olduğu için, açıktı ki, her biri kendine göre derdin devasını bildiğini öne süren ve gerçek işçi sınıfı hareketinin dışında duran tüm bu sosyalistler, gerçek hareketi
bütün biçimleriyle, ve dolayısıyla grevler ve [sendikalararası] birleşmeleri, kitleleri kurtuluşa götüren tek yoldan, doğru iman yolundan saptıran yanlış yollar olarak görüyorlardı. Gördüğünüz gibi sözünü ettiğim not yalnızca yanlış değil, aynı zamanda hepten saçmaydı. Ama bizim insanlarımızın, en azından bazılarının, kendi makalelerinde, yalnızca kendi bildikleriyle yetinmeleri olanaksız görünüyor. Kanıt olarak, şimdiye dek Alman hareketinin teorik üstünlüğünü yıkagelen en etkin araçlar olarak, ekonomik gaflarıyla, yanlış görüşleriyle ve sosyalist yazından bihaber oluşlarıyla, K-Z,
Symmachos
ve güruhun geri kalanı tarafından
[sayfa 91] kaleme alınan, içeriği teoride-sosyalist sayısız sütunları alın. Marx, neredeyse bu notla ilgili olarak bir açıklama yapmaya kalkışıyordu.
Neyse, bu kadar yakınma yeter. Umarım alelacele girişilen basiretsiz bütünleşme için beslenen umut ve beklentiler gerçekleşir, lasalcı kitleyi, Lassalle tapmandan uzaklaştırıp, kendi gerçek sınıf konumlarını yansıtan anlamlı bir kavrama inandırmak olasılığı bulunur, ve ortaya çıkması 2x2 = 4 kadar kesin olan bölünme, bizim yararımıza olacak koşullarda olur. Bütün bunlara inanmamın, çok fazla şey istemek olduğunu da biliyorum.
Almanya ve Avusturya’dan başka, dikkatimizi odaklaştırmamız gereken ülke Rusya’dır. Bu ülkede olduğu gibi orada da hükümet, hareketin ana müttefikidir. Ama bizim Bismarck’ımızdan, Stieber’imizden ve Tessendorf’umuzdan çok daha iyi bir müttefik. Dizginleri sağlamca ellerine alan Rus sarayının partisi ise, 1861’de ülkeye buyur edilen “yeni dönem” yıllarında verilen ödünleri, gerçek Rus yöntemleriyle bir bir geri almaya çalışmaktadır. Şimdi yeniden yalnızca “üst sınıfların erkek çocukları”nın eğitim görmesine izin verilecektir, ve bu politikanın gereğini yerine getirebilmek için de başkaları okulu bitirme sınavlarında başarısız gösterilmektedir. Yalnızca 1873’te, 24.000 genç insanı bekleyen yazgı bu olmuştur; ilkokul öğretmeni olmalarına bile açıktan açığa izin verilmeyen bu insanların bütün meslek gelecekleri önlenmiştir. Bir de insanlar, Rusya’da “nihilizm”in neden yayıldığına şaşıyorlar. Rusça bilen Walster,
liberal muhalefet tarafından yazılan ve Berlin’de B. Behr’in yayınladığı broşürlerden bazılarını iyice inceleseydi ya da Lemberg’in gazetelerini (yani
Dziennik Polski’yi ya da
Gazeta Narodowa’yı) okuyacak ve onlardan aktarmalar yapacak ölçüde lehçe bilen biri bulunabilseydi,
Volksstaat, Rusya sorunları üzerinde, Avrupa’daki en iyi gazete haline gelebilirdi. Gelecek dans Rusya’da başlayacakmış gibi görünüyor. Ve Alman-Prusya imparatorluğuyla Rusya arasındaki
kaçınılmaz savaşın
[sayfa 92] –ki çok olası– hazırlıkları sürerken başlarsa, Almanya’daki yansımaları da kaçınılmaz olacak.
Marx size en iyi dileklerini iletiyor.
Sevgiyle
F. Engels
Liebknecht’e dostça selamlar.
156
ENGELS’TEN LONDRA’DAKİ PYOTR LAVROVİÇ LAVROV’A
LONDRA, 12 [-17] KASIM 1875
Azizim Bay Lavrov,
Almanya’ya yaptığım bir yolculuk dönüşü, ilgiyle okuduğum makaleniz
278 üzerine eğilme olanağını en sonunda buldum. Daha özlü olmama elverdiği için Almanca yazdığım gözlemlerim şunlar:
1) Darvinci öğretinin
evrim teorisini kabul ediyorum, ama Darwin’in kanıt yöntemini (varolma savaşımı, doğal seçme) daha yeni bulunmuş bir gerçeğin ilk, geçici, eksik ifadesi sayıyorum. Şimdi her yerde yalnızca varolma
savaşımı gören insanlar (Vogt, Büchner, Moleschott, vb.) Darwin ortaya çıkıncaya kadar organik doğada
işbirliği olduğu görüşünü savunuyorlardı; bitki aleminin hayvanlar alemine oksijen ve besin sağlaması, buna karşılık hayvanlar aleminin bitkilere karbonik asit ve gübre vermesi olgusunu Liebig, özellikle vurguluyordu. Her iki yaklaşım da belli sınırlar içinde haklılanır, ama biri öteki kadar tek-yanlı ve dargörüşlüdür. Doğadaki cisimlerin –canlı ve cansız– karşılıklı etkileşimi, hem uyumu hem çatışmayı, hem savaşımı hem işbirliğini içerir. İşte bu nedenle, doğabilimci olduğunu öne süren biri tarihsel gelişimin tüm zenginliğini ve çeşitliliğini tek yanlı ve yetersiz bir “varolma savaşımı” formülüne, doğa alanında bile ancak
cum grano salis kabul edilebilecek bir formüle
[sayfa 93] indirgeme özgürlüğünü kullanırsa, böyle bir tutum, daha baştan kendi yenilgisini içerir.
2) “Übejdenniye darvinisti”den
sizin saydığınız üç kişi arasında adı anılmaya değer tek kişi Hellwald’dır. Seidlitz, diyelim hadi hadi, bilgili bir kişidir ve Robert Byr ise bir romancıdır; romanlarından biri,
Dreimal şimdilerde Über-Land und Meer’de
yayınlanıyor. Onun övünmelerine pek uygun bir yer.
3) Sizin, psikolojik olarak adlandırabileceğim yaklaşım yönteminizin üstün yanlarını yadsımıyorum; ama ben olsaydım başka yöntem seçerdim. Her birimiz, içinde bulunduğumuz entelektüel ortamdan az ya da çok etkileniriz. Halkını, benden daha iyi bildiğiniz Rusya için ve ahlak duygusuna seslenen bir propaganda dergisi için, sizin yönteminiz bir olasılıkla daha iyidir. Yapmacık duygusallığın çok zarar verdiği ve vermeyi sürdürdüğü Almanya için ise bu yöntem uygun olmazdı; yanlış anlaşılırdı, duygusal olarak saptırılırdı. Bizim ülkemizde gereksindiğimiz –en azından yakın gelecekte– sevgiden çok nefrettir; ve her şeyden çok da Alman idealizminin son kalıntılarının silinip süpürülmesi, ve maddi olguların kendi tarihsel haklarına yeniden kavuşturulmasıdır. Bu nedenle, bu burjuva darvincilerin hakkından şöyle gelmem gerekir – ve zamanı gelince herhalde öyle yapacağım :
Darvinci varolma savaşımı, eni-sonu, Hobbes’un
bellum omnium contra omnes doktrinini ve Malthus’un nüfus teorisiyle burjuva ekonomik rekabet doktrinini, toplumsal alandan, canlı doğaya taşımaktan başka bir şey değildir. Bu hüner gösterildikten sonra (madde I’de değindiğim gibi, özellikle maltusçu teori sözkonusu olduğunda darvinci teorinin her durumda doğruymuş gibi algılanmasını sorguluyorum) bu kez aynı darvinci teoriler organik doğadan, gerisin geriye tarihe aktarılıyor ve insan toplumunun önsüz-sonsuz
[sayfa 94] yasaları olarak geçerliliklerinin kanıtlandığı savlanıyor. Bu yaklaşımın çocuksuluğu öylesine açık ki üzerine daha fazla konuşup zaman kaybetmeye gerek yok. Ama soruna daha derinlemesine girmek isteseydim, onların önce kötü
ekonomistler olduklarını ve kötü doğabilimciler ve kötü filozoflar olmalarının ikinci sırada geldiğini gösterirdim.
4) İnsan ve hayvan toplulukları arasındaki en esas ayrım hayvanların
toplaması, insanların
üretmesidir. Bu tek ama temel ayrım bile hayvan toplumlarına ilişkin yasaların insan toplumlarına aktarılmasını dışlar. Sizin de çok yerinde işaret ettiğiniz gibi bu fark insana “
çelovek vel borbu nye tolko za suşçest vovaniye, no za naslajdeniye i za uvgeliçeniye
svoih naslajdeniy...
gotov bil dlya vısşevo naslajdeniya otreçsya ot nizşih”
Sizin bundan çıkardığınız sonuçları tartışmadan, kendi öncüllerimden yola çıkarak ben şu sonucu çıkarırdım: Belli bir aşamada insanın üretimi öylesine yüksek bir düzeye ulaşır ki, yalnızca temel tüketim maddeleri değil, aynı zamanda lüks maddeler de –ilkin bir azınlık için de olsa– üretilir. Varolma savaşımı –bir an için bu kategoriyi kabul edersek– böylece hazlar için savaşıma dönüşür, artık yalnızca
geçim araçları için değil,
gelişme araçları için,
toplumsal olarak üretilen gelişme araçları için savaşıma dönüşür; ve hayvanlar aleminden alınan kategoriler, artık bu aşamaya uygulanabilir değildir. Ne var ki, gerçek üreticilerin büyük bir kesimini, bu geçinme ve gelişme araçlarından yapay biçimde uzak tutmasından ötürü kapitalist üretim, şimdilerde olduğu gibi, kapitalist toplumun tüketebileceğinden çok daha fazla miktarlarda geçim ve gelişme aracı üretirse; bu toplum, kendisi için zaten çok büyük olan ve bu nedenle dönemsel olarak, her on yılda bir, yalnızca ürün yığınlarını değil, ama üretici güçleri de yıkma noktasına erişen bu üretimi, kendi yaşam yasası
[sayfa 95] gereği, sürekli olarak daha da artırmaya zorlanırsa – “varolma savaşımı”ndan sözetmenin herhangi bir anlamı kalır mı? Varolma savaşımı öyleyse yalnızca şu anlama gelir: Üreten sınıf, üretimin ve bölüşümün yönetimini şimdiye dek bu işi yapmış ama artık yapamaz duruma gelmiş olan sınıftan devralır; ve işte bu kesinlikle sosyalist devrimdir.
Aklıma gelmişken, daha öncelerdeki tarihi, bir dizi sınıf savaşımı olarak görmek bile, o tarihe “varolma savaşımı”nın çelimsiz bir türü olarak bakmanın ne kadar sığ olduğunu göstermeye yeter. Bu nedenle, bu sahte doğabilimcilere, hiçbir zaman bu zevki tattırmayacağım.
5) Aynı nedenle, özünde oldukça doğru olan aşağıdaki önermenizi, farklı sözcüklerle ifade ederdim: “
şto ideya soli-darnosti dlya oblegçeniya borbl mogla ...
vırasti nakonyets do tovo, stabi ohvatit vse çeloveçestro i proti vopostavit yevo, kak solidarnoye obşçestvo bratyev, ostal nomu miru mineralov, rasteniy ijivotrih”
6) Öte yandan,
bellum omnium contra omnes’in, insan gelişiminin ilk aşaması olduğu görüşünüze katılamıyorum. Benim görüşümce, insanın maymundan evriminin en önemli kaldıraçlarından biri toplumsal güdüydü. İlk insanların gruplar halinde yaşamış olmaları gerekir; geçmişi görebildiğimiz kadarıyla da durum böyle olmuştur.
[
17 Kasım]. Araya gene başka işler girdi ve mektup kesintiye uğradı. Bugün postaya vermek üzere bu son satırları yazıyorum. Gördüğünüz gibi benim söylediklerim özden çok biçime, yaklaşım yönteminize ilişkin. Umarım yeterince açık bulursunuz. Aceleyle yazdım ve yeniden okuyunca gördüm ki birçok sözcüğü değiştirebilirdim; ama korkarım o zaman da elyazması okunamaz hale gelirdi.
[sayfa 96]
İçten selamlarla
F. Engels
1876
157
ENGELS’TEN LONDRA’DAKİ MARX’A
RAMSGATE, 28 MAYIS 1876
Sevgili Mohr,
Senin için söylemesi kolay tabii. Sen sıcak yatağına uzanabilir ve hiç rahatsız edilmeden, özel olarak Rus tarım koşullarını, genel olarak rant sorununu araştırabilirsin – bense bir tahta sıranın üzerine oturacağım, soğuk şarap içeceğim, gene her şeyi aniden yarım bırakıp şu sıkıcı Dühring’in hakkından gelmeye çalışacağım. Ancak, sonu belirsiz bir tartışmanın taran olsam da kuşkusuz yapacak bir şey yok; çünkü bunu yapmadıkça huzurum olmayacak; üstelik Dühring’in
Cursus der Philosophie’si
[
Felsefe Dersi]
için dostumuz Most’un düzdüğü övgüler, bana, hangi noktalara nasıl saldırmam gerektiğini tamı tamına göstermiş bulunuyor. Bu kitabın öteki kitapla birlikte ele alınması gerekiyor; çünkü birçok önemli noktada,
Ekonomi’de
öne sürülen savların zayıf
[sayfa 97] yanlan ve temelleri, bu kitapta daha açıklıkla ortaya çıkıyor. Bu kitabı hemen sipariş edeceğim. Kitap felsefe –formal mantık, diyalektik, metafizik, vb.– hakkında açıkça hiçbir şey söylemiyor; içsel bağlantıları olduğu savlanan doğa, tarih, toplum, devlet, hukuk, vb.’nin içinde ele alındığı genel bir bilim teorisi ortaya koyulmaya girişiliyor. Ayrıca içinde geleceğin toplumunun, “özgür” denen toplumun, ekonomik yanı ağır basmayan yönleriyle tanımlandığı ve başka konuların yanısıra, ilk ve orta düzeyli okulların ders programlarının da belirlendiği koca bir bölüm var. Dolayısıyla bu kitapta bayağılıklar, ekonomi kitabına bakışla daha basit bir biçimde ortaya konuyor. Her iki kitabı birarada ele alarak, bu adam aynı zamanda bu yanıyla da gözler önüne serilebilir. Soylu beyefendinin tarih anlayışı eleştirisine gelince –Dühring’den önce bu dünyada süprüntüden başka bir şey yoktu– bu kitabın ek bir yararı var; insan bu kitaptan, onun kendi bayağı sözlerini alıntılayabilir. Her ne ise, onu kuyruğundan yakaladım şimdi. Planım hazır –
J’ai mon plan.
Her şeyden önce bu süprüntüyü salt nesnel ve açıktan açığa ciddi bir biçimde ele alacağım; bir yandan saçmalıkların öte yandan bayağılıkların kanıtları yığılmaya başlayınca, eleştiri şiddetlenecek ve sonunda, şiddetli dolu gibi yağacak. Böylece Most ve şürekası beni “kabalık”la vb., suçlama fırsatından yoksun kalacaklar; Dühring de hakettiğini bulmuş olacak. Bu baylara, bu tür insanlarla hesaplaşmanın birden çok yolu olduğunun gösterilmesi gerekiyor.
Umarım Wilhelm,
Most’un makalesini
Neue Welt’de yayınlar; anlaşılan o gazete için yazılmış. Her zamanki gibi Most (tek bir sözü] bile aynen kopya edemiyor; o yüzden de doğa bilimleri alanında en gülünç budalalıkların, örneğin
sabit yıldızların çevresindeki
haleleri (Kant’ın teorisine göre) ayırmak gibi budalalıkların faturası Dühring’e kesiliyor.
Wilhelm için sorun, yalnızca, Hepner ve Blos zamanında yapıldığı gibi, günün sorunları konusunda başka yazılarla
[sayfa 98] atlatılabilecek vb. türden makale sıkıntısı değil. Onun ihtirası bizim teorimizin yetersizliklerini düzeltmek, sokaktaki sıradan insanların itirazlarına bir yanıt bulmak ve o darkafalı insanların da hakkında soru sordukları geleceğin toplumunun bir resmini çizmektir; ve bütün bunlara ek olarak teorik açıdan, olabildiği ölçüde bizden bağımsız olmaktır. Tümüyle teori yoksunu olduğundan, bunda da, kendisinin sandığından da başarılı olmuştur. Ama böylece de beni öyle bir konuma sokuyor ki, kendi kendime,
Volksstaat’ın,
teoriyi eline yüzüne bulaştıranlarına kıyasla Dühring hiç değilse okumuş-yazmış bir kişidir; yapıtları da bu öznel ve nesnel olarak karanlık baylarınkilerden her durumda daha iyidir demeden edemiyorum....
Eskiçağ tarihini yeniden okumamın ve doğa bilimleri üzerindeki çalışmalarımın, Dühring konusunda bana çok büyük yararı oldu ve birçok bakımdan işimi kolaylaştırdı. Özellikle doğa bilimlerinde, ortamı daha iyi tanır oldum; artık bu alanda belli bir serbestlikle ve güvenle hareket edebilirim; ama gene de büyük bir ihtiyatla davranmam gerekiyor. Bu işin
de sonunu görmeye başlıyorum. Konu kafamın içinde biçimleniyor, ve burada deniz kıyısında aylaklık ederken ayrıntıları gevşek bir hava içinde dikkatle düşünebilmek çok işime yaradı. Bu geniş alanda insanın zaman zaman öğrenmeye ara vermesi ve yuttuğu lokmaları sindirmesi kesinlikle zorunlu görünüyor.
Bay Helmholtz kendinde-şey üzerinde 1853’ten bu yana ısrarla çalışıyor ama hâlâ kendini açıklığa kavuşturmadı. Adam,
Darwin’in yapıtının yayınından önce yayınlamış olduğu saçmaların şimdi yeniden yayınlanmasından utanç duymuyor.
Lizzie ve ben, hepinize en içten saygılarımızı sunuyoruz. Cumaya Londra’ya dönüyoruz. Pumps’ın biçemini böyle yetkinleştirmesine çok memnun oldum. Ben de kuşkusuz dikkat ediyorum, ama o kadar değil.
[sayfa 99]
Sevgiler
F. E.
1877
158
MARX’TAN HOBOKEN’DEKİ FRIEDRICH ADOLPH
SORGE’YE
LONDRA, 27 EYLÜL 1877
... Bu bunalım
Avrupa tarihinde yeni
bir dönüm noktasıdır. Koşullarını orijinal
Rus kaynaklarından, resmi ve resmi-olmayan kaynaklardan (resmi kaynaklar pek az kişiye açık, ama Petersburg’daki bazı dostlar o kaynakları benim için sağladılar) araştırdığım Rusya, uzun süredir bir kalkışmanın eşiğinde duruyordu; kalkışmanın bütün koşulları hazırdı. Cesur Türkler yalnızca Rus ordusuna değil, aynı zamanda Rus maliyesine ve orduya
komuta eden hanedana (çara, tahtın varisine ve öteki altı Romanof’a) vurdukları darbeyle, yıllar alabilecek bir süreyi kısaltarak patlamayı çabuklaştırdılar. Ayaklanma
secundum artem başlayacaktır; bazıları meşrutiyetçiliğe oynayacak, sonra hoş bir patırtı sökün edecek. Doğa ana bize oyun etmezse, eğlenceyi görecek kadar yaşayacağız!
[sayfa 100]
Rus öğrencilerin budalaca davranışlarının bir değeri yok, yalnızca bir belirti. Ama gene de bir belirti. Rus toplumunun bütün kesimleri tam bir ekonomik, moral ve entelektüel çözülme içinde.
Devrim bu kez, karşı-devrimin şimdiye dek aşılamamış siperi ve yedek ordusu olan Doğuda başlıyor.
Bay Bismarck bu dayaktan hoşnut; ama çok da aşırıya vardırılmamalı. Çok fazla zayıflamış bir Rusya, Fransa-Prusya savaşı sırasında olduğu gibi, Avusturya’yı gene kontrol altında tutamayabilir! Ve bütün bunlardan sonra orada bir de bir devrim olursa, Hohenzollern hanedanının en son güvencesinin başına neler gelir?
Şimdilerde en önemli olan, (Polonya krallığındaki) Polonyalıların, dikkat çekmemeleridir. Şu anda yeter ki orada ayaklanma olmasın! Bismarck hemen üstlerine yürür, ve Rus şovenizmi de yeniden çarın yanında yeralır. Öte yandan Polonyalılar, Petersburg ve Moskova alevler içinde kalıncaya kadar, gürültü-patırtı çıkarmadan beklerlerse ve ondan sonra Bismarck bir kurtarıcı olarak müdahale ederse, Prusya, kendi Meksikası’yla tanışacaktır!
279
Bunu temasta olduğum ve yurttaşları üzerinde herhangi bir etkisi olan tüm Polonyalılara, üzerine basa basa, tekrar tekrar anlatıyorum.
Doğudaki bunalımla karşılaştırıldığında
Fransa’nın bunalımı,
280 tamamen ikincildir. Gene de burjuva cumhuriyetin kazanmasını umut etmekten başka çare yok, yoksa eski oyun silbaştan başlayacak ve hiçbir ulus aynı budalalıkları sık sık yineleyemez.
Eşimden ve benden en içten saygılar.
[sayfa 101]
Sevgiyle
Karl Marx
159
MARX’TAN HOBOKEN’DEKI FRIEDRICH ADOLPH
SORGE’YE
[LONDRA] 19 EKİM 1877
... Almanya’daki partimizin içinde, kitleler arasında önderler (üst sınıf ve “işçiler”) arasında olduğu kadar olmasa da, küflü bir ruh kendini hissettiriyor. Lasalcılarla uzlaşı, öteki orta-yolcularla da uzlaşıya yolaçtı: Berlin’de (
Most aracılığıyla) Dühring ve onun “hayranlar”ı ile, dahası, yarı-olgunlaşmış öğrenciler çetesiyle ve sosyalizme, “üstün idealistçe” bir yönelim vermek isteyen; yani sosyalizmin (onu kullanmak isteyen herkesten ciddi nesnel bir çalışma isteyen) materyalist temelinin yerine tanrıçaları adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik olan bir modern söylence koymak isteyen üstün-zekalı felsefe doktorlarıyla uzlaşıya yolaçtı.
Zukunft’u
281 yayınlayan Dr. Höchberg bu eğilimin temsilcisidir; partide bir yeri belki de –”pek soylu” nedenlerle– “satın almıştır”; ama o “nedenler” beni ilgilendirmiyor. Şimdiye dek, onun
Zukunft programından daha sefilce pek az şey “daha alçakgönüllü bir küstahlıkla, gün ışığına çıktı.
Bay Most ve şürekası örneğinde olduğu gibi, işçilerin kendileri işi bırakıp
profesyonel yazın adamları olduklarında her zaman “teorik” zarara yolaçarlar; sözümona “bilgili” kasta mensup kafası-karışıklara katılmaya, her zaman hazırdırlar. Onlarca yıldır, onca emek ve çaba harcayarak Alman işçilerin kafasından silip atmaya çalıştığımız
ütopik sosyalizm –kafalarının bundan arınması, onları Fransız ve İngiliz işçiler karşısında teorik (ve dolayısıyla da pratik) bakımdan daha üstün duruma getirdi– gelecek toplum yapısının düşsel resimleriyle oynayarak yeniden şahlanmıştır, ve üstelik, yalnızca Fransız ve İngiliz ütopiklerle değil, Weitling’le bile karşılaştırıldığı zaman çok daha boş kalmaktadır. Doğal ki, materyalist eleştirel sosyalizmden
önce, [bu sosyalizmin] tohumlarını içinde taşıyan ütopik teoriler, şimdi bu gecikmeli gelişlerinde yalnızca budala, bayat ve temelde gericidirler. ...
[sayfa 102]
160
MARX’TAN HAMBURG’DAKİ WILHELM BLOS’A
LONDRA, 10 KASIM 1877
... Biz
popülerliğe, bir saman çöpü kadar değer vermeyiz. Bunun bir kanıtı da örneğin, kişilere tapılmasına nefret duyduğum için, Enternasyonal günlerinde, birçok ülkeden gelen çok sayıda takdir ifadesinin kamuoyuna yansıtılmasına asla izin vermeyişim ve bu takdir ifadeleriyle bunaltıldığım halde; ara sıra azarlamam dışında, hiç yanıtlamayışımdır. Engels ve ben gizli Komünist Derneğe ilk üye olduğumuz zaman, bu girişimizi, otoriteye iman etme biçimindeki boşinanı teşvik edecek her türlü hükmün tüzükten çıkarılması koşuluna bağladık. (Daha sonraları Lassalle, etkisini karşıt yönde kullandı.)
Ama, son parti kongresinde
282 görülen türden –partinin yurtdışındaki düşmanları tarafından iyice istismar edilmiş olan– olaylar bizi “Almanya’daki parti üyeleri” ile ilişkimizde dikkatli olmaya, ister istemez zorlamıştır.
Ayrıca sağlık durumum, doktorumun izin verdiği çalışma saatlerimi, yalnızca kitabımı tamamlamak için kullanmaya beni zorluyor; oldukça önemli birçok konu üzerinde çalışan Engels ise,
Vorwärts’a yazmayı sürdürüyor. ...
161
MARX’TAN OTEÇESTVENNIYE ZAPİSKİ283 YAZIKURULUNA
LONDRA, [KASIM 1877]
Sayın Redaktör,
Bay Zukovski Mahkemesi Önünde Karl Marx başlıklı makalenin yazarı
öyle görünüyor ki zeki bir adam; benim ilkel birikimi açıklayış biçiminde, kendi vardığı sonuçları destekleyecek tek paragraf bulsaydı, herhalde alıntılardı. Böyle bir paragraf bulamayınca,
Kapital’in ilk Almanca baskısının
[sayfa 103] ekinde yayınlanan bir Rus “yazın adamı”na
karşı yazılan bir tür polemiğe, konu dışı bir bölüme dört elle sarılma gereğini duyuyor. Ben bu yazarı neden dolayı kınıyorum? Rus komününü Rusya’da değil, ama Prusya devlet konseyi üyesi Haxthausen’in
yazdığı bir kitapta keşfetmesinden dolayı, ve Rus komününün, çürümüş eski Avrupa’yı panslavizmin utkusuna dayanarak yeniden canlandırma gereğini kanıtlayan bir sav olmasından dolayı. Benim bu yazar hakkındaki değerlendirmem doğru ya da yanlış olabilir; ama, “
russkich ljudej najti dlja svojego otecestva put, razvitija, otlicnyj ot togo, kotorym sla i idët zapadnaja jevropa”
çabalarına vb. ilişkin görüşlerim hakkında herhangi bir ipucu vermez.
Kapital’in Almanca ikinci baskısının son sözünde –ki Zukovski makalesinin yazarı bu sonsözden haberdardır, çünkü oradan alıntı yapmıştır– “büyük Rus araştırmacı ve eleştirmen”den
hakettiği derin saygıyla sözediyorum. Dikkate değer makalelerinde bu yazarın tartıştığı şudur: Rusya, liberal ekonomistlerinin ileri sürdüğü gibi, kapitalist rejime geçmek için, köy komünlerini yıkarak mı işe başlamalıdır, yoksa tam tersine, bu rejimin işkencesinden geçmeksizin tümden kendine özgü tarihsel koşulları geliştirerek mi, meyvelerini dermelidir? Yazar bu ikinci çözümden yana olduğunu açıklıyor. Şimdi, beni eleştiren o saygıdeğer kişi, benim panslaviste ve o “yazın adamı”na karşı giriştiğim polemikten, nasıl onlara karşı olduğum sonucunu çıkarabildiyse, bu “büyük Rus araştırmacı ve eleştirmen”e duyduğum saygıdan da onun görüşlerini paylaştığım sonucunu, aynı mantıkla çıkarabilirdi.
“Hiçbir şeyi tahmin hesabına” bırakmak istemediğim için, bu konuya son verirken, sözü döndürüp dolaştırmaksızın
[sayfa 104] esas noktaya geliyorum. Rusya’daki ekonomik gelişmeyi değerlendirmek için özel yeteneklerle donanmış olmam gerektiğini düşündüğüm için Rusça öğrendim ve uzun yıllar boyunca resmi yayınları ve konuya ilişkin öteki yayınları izledim. Vardığım sonuç şudur: Rusya 1861’den beri izlediği yolda yürümeyi sürdürürse, tarihin bir halka şimdiye dek sunduğu en güzel şansı yitirecek ve kapitalist rejimin bütün mahvedici değişikliklerini yaşayacaktır.
II
İlkel birikim üzerine bölümün, Batı Avrupa’da kapitalist ekonomik sistemin, feodal ekonomik sistemin rahminden çıkış yolunu izlemekten daha ötede bir şey yapmak gibi bir iddiası yok. Bu nedenle, üreticileri üretim araçlarından ayırarak ücretli işçilere (sözcüğün modern anlamında proleterlere) dönüştürürken, bir yandan da üretim araçları sahiplerini kapitaliste dönüştüren tarihsel süreci betimliyor. [İlkel birikimin] tarihinde “bütün devrimler, kapitalist sınıfın oluşması yolunda kaldıraç görevi gören çağ açıcı devrimlerdir; ama, her şeyden çok, büyük insan yığınlarının birdenbire ve zorla geçim araçlarından koparılarak özgür ve bağlantısız’ proleterler olarak emek pazarına fırlatılıp atıldığı anlar önem taşır. Tarımsal üreticilerin, köylülerin mülksüzleştirilmeleri, topraktan ayrılmaları, bütün bu sürecin temelidir. Şimdiye kadar bu sürecin tamamlandığı tek ülke İngiltere’dir ... ama Batı Avrupa’nın bütün ülkeleri aynı gelişmenin içinden geçiyorlar”, vb. (
Kapital, Fransızca baskı, [Paris 1875], s. 315
). Bölümün sonunda üretimin tarihsel eğilimi, şöyle özetleniyor: “Doğa yasasının kaçınılmaz zorunluluğu ile kendi yadsınmasını doğurur.”
; aynı zamanda toplumsal emeğin üretici güçlerinin o zamana dek eşi görülmedik ölçüde genişlemesinin ve her bireysel üreticinin evrensel gelişimini sağladığı için yeni ekonomik düzenin öğelerini bizzat yaratır;
[sayfa 105] şimdiden, fiilen kolektif üretim tarzına dayanan kapitalist mülkiyet, ancak toplumsal mülkiyete dönüştürülebilir. Bu noktada herhangi bir kanıt ortaya koymadım; çünkü bu savın kendisi, kapitalist üretim konusunda daha önceki bölümlerde uzun uzadıya anlatılanların genel bir özetinden başka bir şey değildi.
Şimdi, beni eleştiren kişi, bu tarihsel eskizden Rusya’-ya nasıl bir pay çıkarabilir? Yalnızca şunu: Rusya, Batı Avrupa ülkeleri örneğini izleyerek kapitalist bir ülke haline gelmek isterse –ve son birkaç yıldır bu doğrultuda büyük sıkıntılara katlanıyordu– ilkin köylülerinin büyük bir kesimini proletarya haline dönüştürmeden bunu başaramayacaktır; ve sonra, bir kez kapitalist ekonominin girdabına çekilince, öteki günah işlemiş ülkeler gibi kapitalizmin acımasız yasalarına katlanmak zorunda kalacaktır. Hepsi bu. Ama beni eleştiren kişi için bu yeterli değil. Batı Avrupa’da kapitalizmin başlangıcına ilişkin tarihsel eskizimi, hangi tarihsel koşullar içinde olurlarsa olsunlar, toplumsal emeğin üretici güçlerini azami ölçüde genişletmenin yanısıra insanın tam gelişimini güvenceye alan ekonomik sisteme sonunda varmaları için, tüm ulusların alnına yazılmış genel gelişme yolunun tarihsel-felsefi teorisine dönüştürmekte ısrar ediyor. Ama affını dilerim. (Beni çok onurlandırıyor, aynı zamanda çok fazla hakaret ediyor.) Bir örnek verelim.
Kapital’in birçok yerinde, eski Roma’daki pleblerin yazgısına değiniyorum. Başlangıçta onlar özgür köylülerdi; her biri kendi toprağını, kendi hesabına eker-biçerdi. Roma tarihinin akışı içinde mülksüzleştirildiler. Onları üretim ve geçim araçlarından koparıp ayıran hareket aynı zamanda, yalnızca büyük toprak mülkiyetinin değil ama büyük para-sermayenin de oluşumunu içeriyordu. Böylece güzel bir sabah, bir yanda emeğinden başka her şeyi elinden alınmış özgür insanlar, öte yanda da bu emeği sömürmeye hazır, tüm edinilmiş zenginliğin sahipleri vardı. Ne oldu? Romalı proleterler ücretli emekçiler haline değil, ama Birleşik Devletler’in güneyinde “yoksul beyazlar” diye bilinenlerden daha
[sayfa 106] sefil, hiçbir işi olmayan bir
ayaktakımı haline geldiler; ve onların yanısıra kapitalist olmayan ama köleliğe dayanan bir üretim tarzı gelişti. Böylece, çarpıcı biçimde birbirine benzeş olan ama farklı tarihsel çerçevelerde ortaya çıkan olaylar, tümüyle farklı sonuçlara ulaştı. Bu evrim biçimlerinin her birini ayrı ayrı araştırarak ve ondan sonra karşılaştırarak, bu fenomenin ipucu kolaylıkla yakalanabilir, ama yüce fazileti tarih-üstü olmak olan genel tarihsel-felsefî bir teoriyi maymuncuk gibi kullanarak bunu hiçbir zaman başaramaz.
[sayfa 107]
1878
162
MARX’TAN LEİPZİG’DEKİ WILHELM LIEBKNECHT’E
[LONDRA] 11 ŞUBAT 1878
... 1848’den bu yana süregelen bozulma dönemi, İngiliz işçi sınıfını gitgide daha derinden demoralize etmişti ve en sonunda da “büyük liberal parti”nin, yani kendisini
ezenlerin, kapitalistlerin kuyruğundan başka bir şey olmadığı bir noktaya geldi dayandı. Tümüyle, rüşvet yiyen sendika önderlerinin ve profesyonel ajitatörlerin elinde kaldı. Gladstonelar’ın, Brightlar’ın, Mundellalar’ın, Morleyler’in ve tüm bir fabrika sahipleri çetesinin, vb., izinden yürüyen bu adamlar, güney Galler yöresinde maden ocağı sahiplerinin açlıktan ölüme mahkum ettiği kendi kardeşleri için parmaklarını hiç oynatmamışken, çar için, ulusların kurtarıcısı için,
ad majorem gloriam diye haykırıyorlar. Sefiller! Tüm olayı taçlandırırcasına, Avam Kamarasındaki tek işçi temsilcileri, üstelik
horribile dictu madencilerin temsilcileri ve bizzat
kendileri [sayfa 108] eskiden
madenci olan bu kişiler –yani Burt ile sefil
MacDonald– “büyük liberal parti” kodamanlarının çoğu – Forsterlar, Lowelar, Harcourtlar, Goschenler, Hartingtonlar ve hatta (7 Şubatta) bizzat büyük John Bright– ordularını güç durumda bırakıp, oy ödünü vermemek için
oylamadan kaçarken 7 ve 8 Şubat günleri Avam Kamarasında “büyük liberal parti”nin kuyruk takımıyla birlikte oy kullandılar...
284 [sayfa 109]
1879
163
MARX’TAN ST. PETERSBURG’DAKİ
NIKOLAY FRANTSEVIÇ DANlELSON’A
LONDRA, 10 NİSAN 1879
... Ve şimdi de ilkin size söylemeliyim (
cela est tout-à-fait confidentiel)
ki, bana Almanya’dan bildirildiğine göre, benim ikinci cilt,
bugünkü rejim şimdiki sertlikte sürdükçe
yayınlanamayacak. Statükoyu dikkate alınca bu haber beni hiç şaşırtmadı, ve itiraf etmeliyim ki, hiç canımı sıkmadı. Şu nedenlerle:
Birincisi: Günümüzdeki İngiliz sanayi bunalımı doruğuna varmadıkça benim hiçbir koşulda ikinci cildi yayınlamamam gerekir. Bu kez tanık olduğumuz görüngülerin eşi benzeri yok; geçmişte olduklarından birçok açıdan farklılar, ve bu –öteki belirleyici koşullardan tümüyle bağımsız olarak– şimdi beş yıldır
Birleşik Devletler’de,
Güney Amerika’da,
Almanya’da,
Avusturya’da
vb. süren korkunç bunalımın, daha
[sayfa 110] önce hiç olmadığı gibi,
İngiliz bunalımını öncelediği olgusu ile kolayca açıklanır.
Bu nedenle insanın bu olayları “üretken” biçimde yani “
teorik olarak”
“tüketebileceği” bir olgunluk düzeyine erişinceye kadar olayların bugünkü gidişini gözlemlemesi gerekiyor.
Bugünkü durumun, şimdiye dek görülmemiş yanlarından biri şu: Bildiğiniz gibi, İskoçya’da ve özellikle batı kesiminde (Cornwall ve Galler) olmak üzere bazı İngiliz yörelerinde banka iflasları olageliyordu.
Ama para piyasasının gerçek
merkezi –yalnızca Birleşik Krallığın değil, dünyanın merkezi–
Londra, şimdiye dek pek etkilenmiyordu. Tam tersine, birkaç istisna dışında, İngiltere Bankası gibi geniş anonim şirketler, genel zayıflamadan
kazançlı çıkıyorlardı. İngiliz ticaretinde ve sanayisindeki sonradan görmelerin, güzel günlerin bir daha hiç gelmeyeceği umutsuzluğuna düşmüş olmalarına bakarak genel zayıflamanın ne ölçüde olduğunu tahmin edebilirsiniz! Ben 1857’de ve 1866’da da
285 Londra’daydım, ama daha önce bunun gibisini, böylesine moral çöküntüyü, hiç görmemiştim!
Londra para piyasasının yararına olan öğelerden biri, kuşkusuz, Fransa-İngiltere ilişkilerinin son zamanlarda gelişme göstermesi ardından İngiltere Bankası’nın
succoursale’i
durumuna gelen
Fransa Bankasının durumudur. Fransız banknotları henüz yeniden konvertibl hale gelmediğinden, Fransa Bankası çok miktarda külçe altını elde tutuyor ve Londra menkul kıymetler borsasında herhangi bir rahatsızlık belirtisi görülür görülmez, Fransız parası, değer yitiren pay senetlerini almak için an be an akıyor. Geçen sonbaharda, Fransız parası aniden geri çekilseydi, İngiltere Bankası,
extremis durumundaki son çareye başvurmaktan,
banka etkinliklerini askıya almaktan286 başka bir şey yapamazdı; ve bu durumda da parasal bir çöküşle karşı karşıya kalırdık.
Öte yandan, Birleşik Devletlerde nakit ödemelerin sessiz-sakin yeniden başlaması, İngiltere Bankası kaynaklarına
[sayfa 111] o taraftan gelen tüm baskıları kaldırdı. Ama Londra para piyasasında şimdiye kadar bir patlamayı önleyen asıl neden, kaynaklarının büyük bir kısmını imalatçıların kârlı-olmayan işlemleri için senet kırmaya ve avans vermeye yatırmakla kalmayıp, Oldham’da görüldüğü gibi sermayelerinin büyük bir kısmını yeni fabrikalar kurulması işinde de batıran
Lancashire ve (batıdaki maden yöreleri dışındaki) öteki yöreler bankalarının görünürdeki telaşsız halleridir. Bu arada, stoklar, özellikle pamuk stokları yalnızca konsinye
gönderildiği Asya’da (başlıca Hindistan’da) değil, ama Manchester’de de vb., her gün birikiyor. İmalatçılar arasında, buna bağlı olarak yerel bankalar arasında, etkisi doğrudan Londra para piyasasına yansıyacak olan genel bir çöküş olmaksızın, bu durumun nasıl geçip gideceğini tahmin etmek güçtür.
Bu arada grevler ve karışıklıklar yaygınlaşıyor.
En passant belirtmeliyim ki, geçen yıl boyunca –başka işler çok kötü durumdayken–
demiryolu işi gelişme gösterdi; ama bu yalnızca Paris sergisi
gibi olağandışı koşulların sonucuydu. Doğrusunu isterseniz, borçlarını biriktirerek
sermaye hesabını bir günden ötekine şişiren demiryolu işletmeleri, durumlarının iyi olduğu gibi bir izlenim yaratıyorlar.
Bu bunalım ne yolda gelişirse gelişsin –gerçi kapitalist üretimi araştıranlar ve profesyonel teorisyenler için bu bunalımın ayrıntılarını gözlemlemek çok önemli ama– eninde sonunda, daha öncekiler gibi geçip gidecek ve çeşitli gönenç evrelerini, vb., içeren yeni bir “sınai devre’ye yol verecek.
Ama bu “görünüşteki” sağlam İngiliz toplumunun örtüsü altında bir başka bunalım –toplumsal yapısında büyük ve ciddi değişiklikler yaratacak olan
tarımsal bunalım– saklanıyor. Bu konuya başka bir zaman döneceğim. Şimdi, konuyu çok dağıtır.
İkinci olarak: Yalnızca
Rusya’dan değil, ama
Birleşik Devletler’den, vb. de, getirttiğim materyal yığını, çalışmalarımı, yayınlamak üzere toparlamak yerine, sürdürmem için
[sayfa 112] hoş bir “bahane” oluyor.
Üçüncüsü: Sağlık danışmanım, birkaç saatlik ciddi bir çalışmadan sonra başdönmesi nedeniyle devam edememek gibi bir durumla, yani 1874 ve sonrasında karşılaştığım böyle bir durumla yeniden karşılaşmak istemiyorsam, “çalışma günü”mü büyük ölçüde azaltmam gerektiği konusunda beni uyardı.
Sizin çok dikkate değer mektubunuza gelince, ben yalnızca birkaç gözlemle yetineceğim. Demiryolları ilkin
modern sanayinin en çok geliştiği İngiltere’de, Birleşik Devletler’de, Belçika’da, Fransa’da, vb., “
couronnement de l’œuvre”
olarak pıtrak gibi bitti. Ben bunlara yalnızca, sonunda (okyanus-aşırı ilişkiler için buharlı gemiler ve telgrafla birlikte) modern üretim araçları için yeterli
iletişim araçları oldukları için değil, ama onun yanısıra dev anonim şirketlerin temeli oldukları için ve aynı zamanda bankalardan başlayarak tüm
öteki tür anonim şirketler için yeni bir başlangıç noktası oluşturdukları için “
couronnement de l‘œuvre”
diyorum.
Sermayenin yoğunlaşmasına ve ayrıca
ödünç verilebilir sermayenin hızlanan ve devcesine genişleyen
kozmopolit etkinliğine, tek sözcükle, hiç umulmadık bir hız verdiler; böylece tüm dünyayı finans dolandırıcılığının ve karşılıklı
borçluluğun ağı içine, “enternasyonal” kardeşliğin kapitalist biçimi içine aldılar.
Öte yandan, önde gelen kapitalist devletlerde, demiryolu ağının ortaya çıkması, kapitalizmin toplumun birkaç doruk noktasıyla sınırlı kaldığı devletlerin, birdenbire kendi kapitalist üstyapılarını üretimi büyük ölçüde geleneksel biçimde sürdüren toplumsal gövdeyle oranlı olmayacak boyutlarda yaratmalarına ve genişletmelerine izin verdi ve hatta zorladı. Bu nedenle, hiç kuşku yok ki, demiryolunun ortaya çıkışı bu ülkelerde toplumsal ve siyasal dağılmayı çabuklaştırdı, tıpkı daha ileri ülkelerde kapitalist üretimin sonal gelişimini ve dolayısıyla sonal değişimini hızlandırdığı gibi. İngiltere dışındaki bütün ülkelerde hükümetler, kamu maliyesinin
[sayfa 113] zararına, demiryolu şirketlerini zenginleştirdiler ve beslediler. Bu şirketler, Birleşik Devletler’de kamuya ait toprağın büyük bir kesimini, yalnızca demiryolu yapımı için gerekli toprağı değil, ama demiryolunun iki yanında uzanan millerce genişlikteki toprağı, ormanla, vb., kaplı toprağı armağan olarak aldılar. Böylece küçük göçmen çiftçiler, ürünlerinin güvenliği açısından hazır ulaşım olanağı sağlayan toprakları yeğ tuttukları için, şirketler en büyük topraksahibi oldular.
Fransa’da Louis Philippe’in başlattığı, demiryollarını küçük bir finans aristokrasisi çetesine teslim eden, onları uzun dönemli sahiplik hakkıyla ödüllendiren, kamu cebinden faiz güvencesi veren vb., vb, sistemi, rejimi, gerçekte esas olarak demiryolu imtiyazlarının ticaretine dayalı olan, bazılarına kanallar vb. armağan edecek kadar nazik Louis Bonaparte tarafından en uç noktaya kadar götürüldü.
Ama Avusturya’da ve özellikle İtalya’da demiryolları, taşınamaz ölçüde ağır bir devlet borçlanmasının ve kitlelerin ezilmesinin yeni kaynağı oldu.
Genelde demiryolları, kuşkusuz, dış ticaretin gelişimine çok büyük ölçüde hız verdi; ama temel olarak
hammadde ihraç eden ülkelerde ticaret, yığınların yoksulluğunu artırdı. Hükümetlerin, demiryolları yapımı için aldıkları yeni borçlar, halka bindirilen
vergi yükünü ağırlaştırmakla kalmadı, ama her yerel ürünün kozmopolit altına çevrilebilir olmaya başladığı andan itibaren, meyve, şarap, balık, geyik, vb. gibi büyük ölçüde satılabilir olmadığı için
eskiden ucuz olan maddeler,
pahalı hale geldi ve halkın tüketiminden çekildi; bir yandan da
üretimin kendisi, yani
ürünün özel
türü, ihraç için daha çok ya da daha az uygun oluşuna göre değişti; oysa eskiden esas itibarıyla üretim
in loco tüketime göre ayarlanmıştı. Bu çerçevede, Schleswig-Holstein’da tarım toprakları otlağa çevrildi, çünkü sığır ihracı daha kârlıydı; ama aynı zamanda, tarımsal nüfus da yöreden sürülüp çıkarıldı. Bütün değişiklikler büyük topraksahibi, tefeci, tüccar, demiryolları, bankerler vb. için gerçekten çok yararlıydı, ama
[sayfa 114] gerçek üretici için çok üzücüydü!
Mektubumu (posta vakti giderek yaklaştığı için) şu noktayla bitireceğim: Birleşik Devletler ile Rusya arasında gerçek benzerlikler bulmak olanaksız. Birleşik Devletler’de hükümet harcamaları her gün azalıyor, devlet borçları hızla ve yıldan yıla düşürülüyor; Rusya’da ise devletin iflası, giderek daha kaçınılmaz görünüyor. Birleşik Devletler (gerçi alacaklılar yararına,
menu peuple zararına en kepaze biçimde olduysa da) kendini kağıt paradan kurtardı; Rusya’da kağıt para furyasından geçilmiyor. Birleşik Devletler’de sermayenin yoğunlaşması ve yığınların adım adım mülksüzleştirilmesi, şimdiye dek eşi görülmemiş hızda bir sınai gelişmenin, tarımsal ilerlemenin vb. yalnızca taşıyıcısı değil, ama aynı zamanda (her ne kadar iç savaşla yapay biçimde hızlandırıldıysa da) doğal ürünü; Rusya ise, insana, Louis XIV ve Louis XV dönemlerini anımsatıyor – o zamanların mali, ticari, sınai üstyapısı ya da toplumsal
édifıce’in
facades’ı
(gerçi Rusya’da olduğundan çok daha sağlam bir temele dayanıyordu ama), üretimin (tarımsal olanın) büyük kesimindeki durgunluk ve üreticilerin açlığı üzerine bir hiciv gibi görünüyordu. Birleşik Devletler, ekonomik gelişmenin hızı bakımından daha şimdiden İngiltere’yi geçti, gerçi edinilmiş zenginliğin çapı açısından hâlâ gerideler, ama aynı zamanda halk yığınları kendi zararlarına sağlanan ilerlemenin biçimine karşı duydukları öfkeyi açıklamakta daha hızlılar ve ellerinde daha büyük siyasal araçlar var. Bu antitezleri çoğaltmam gerekmiyor.
Aklıma gelmişken sorayım: Kredi ve bankacılık konusunda en iyi Rusça kitap hangisi?
Bay Kaufmann büyük bir incelikle bana, “bankacılık teori ve pratiği” üzerine kitabını gönderdi; ama Peters-burg’daki
Vestnik Evropy’de beni eleştiren o zeki kişinin, kendini, modern menkul kıymetler dolandırıcılığının Pin-dar’ına
dönüştürmüş olmasına şaşırdım. Ayrıca, salt,
[sayfa 115] Fachstandpunkt bakılırsa ayrıntılarda orijinal olmaktan çok uzak – ben zaten bu tür kitaplardan genelde hiçbir şey beklemem. Kitabın en iyi bölümü, kağıt paraya karşı polemikleri.
Belli hükümetin yeniden borç almak istediği belli yabancı bankaların, güvence olarak bir anayasa yapılmasını istedikleri söyleniyor. Buna inanmıyorum, çünkü onların modern iş-görme yöntemi, en azından şimdiye dek, hükümet biçimlerine karşı çok kayıtsızdı ve doğal olan da budur.
Saygılarımla
A. Williams
164
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
(TASLAK]
[LONDRA] 17 HAZİRAN 1879
Ancak dün gelen 13 tarihli mektubunuza yanıt olarak saygıyla belirtmek isterim ki, arzuladığınız makaleleri sizin için gerçekten yetkin biçimde yazabilecek birini önerebilecek durumda değilim; üzgünüm.
287
Yıllardan beri, İngiliz işçi sınıfı hareketi, daha yüksek ücret ve daha kısa işgünü için girişilen dar bir grevler döngüsü içinde, bu grevleri geçici önlemler ya da propaganda ve örgütlenme aracı olarak değil, ama sonal bir amaç olarak görerek, dönüp duruyor. Sendikalar, tüzüklerine dayanarak ve ilke olarak, tüm siyasal eylemi, dolayısıyla işçi sınıfının bir sınıf olarak ortak bir etkinliğe katılmasını dışlıyorlar. İşçiler siyasal bakımdan muhafazakarlar ve liberal radikaller olarak, Disraeli (Beaconsfield) hükümeti yandaşları ile Gladstone hükümeti yandaşları olarak bölünmüş durumdalar. Dolayısıyla burada bir emek hareketinden ancak, kazanılsa da yitirilse de hareketi bir adım ileri götürmeyen grevler olduğu ölçüde sözedilebilir. Böyle grevleri –üstelik, işlerin kötü gittiği son birkaç yıldır olduğu gibi kapitalistlerin,
[sayfa 116] fabrikalarını kapamak için bir mazeret olsun diye, bile bile kışkırttıkları, işçi hareketinin hiçbir ilerleme sağlamasına elvermeyen grevleri– burada yayınlanan
Freiheit’ın
288 yaptığı gibi, alevlendirerek dünya çapında önem taşıyan savaşımlara dönüştürmeye çalışmak, benim görüşümce, yalnızca zarar verir. Bugünkü durumda, burada, kıta Avrupası’ndaki anlamıyla gerçek bir işçi hareketi bulunmadığı olgusunu gizlemeye çalışmamalıdır; bu nedenle, inanıyorum ki, buradaki sendikaların etkinlikleri üzerine raporlar almamakla çok şey yitirmezsiniz.
165
ENGELS’TEN CENEVRE’DEKİ JOHANN PHILIPP BECKER’E
LONDRA, 1 TEMMUZ 1879
... Liebknecht’in
Reichstag’daki zamansız uysallığının,
289 latin Avrupası’nda olduğu gibi Almanlar arasında da çok kötü karşılanmasında anlaşılmayacak bir şey yok. Bunu, mektubumuzda hemen belirtmiştik. Ara sıra altı haftayla altı ay arasında hapse girme karşılığında gevşek ajitasyon yapma biçimindeki eski rahat yol, Almanya’da kesin olarak sona erdi. Şimdiki durum nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, yeni hareket, şu ya da bu ölçüde devrimci bir temelde başlıyor ve dolayısıyla, artık geçmişte kalmış olan, hareketin ilk döneminden daha kararlı bir karaktere sahip olmak zorundadır. Amaca barışçıl yoldan ulaşılması deyimine artık gerek duyulmamalıdır, yoksa artık ciddiye alınmayacaktır. Bu deyimi olanaksız duruma getirerek ve hareketi devrimci yöne iterek Bismarck bize ajitasyona müdahalesinin neden olduğu hafif hasarı geniş ölçüde dengeleyen, büyük bir hizmet sunmuştur.
Öte yandan, Reichstag’a bu yumuşakbaşlı müdahalenin sonucu olarak, devrimci lafazanlık şövalyeleri yeniden görkemli atlarına atladılar, ve klikçilikle ve entrikayla, partiyi darmadağın etmenin yollarını aramaktalar. Buradaki
Emek-çiler Derneği290 bütün bu dolapların merkezidir....
[sayfa 117]
166
MARX VE ENGELS’TEN LEİPZİG’DEKİ
AUGUST BEBEL, WILHELM LIEBKNECHT
WILHELM BRACKE VE DİĞERLERİNE
(“SİRKÜLER MEKTUP”)291
[TASLAK]
[LONDRA, 17-18 EYLÜL 1879]
III. ÜÇ ZÜRİHLİNİN MANİFESTOSU
... Bu arada Höchberg’in
Jahrbuch’u elimize ulaştı; içinde, Höchberg’in bana söylediğine göre Zürih komisyonunun üç üyesi tarafından yazılan, “
Rückblicke auf die sozialistische Bewegung in Deutschland”
[“Geriye Doğru Bir Bakışla Almanya’daki Sosyalist Hareket”]
292 başlıklı bir makale vardı. Burada, hareketin günümüze kadar gelen döneminin otantik bir eleştirisini ve dolayısıyla, yeni organın, onların eline kaldığı sürece izleyeceği otantik programı buluyoruz.
Daha en başta şunu okuyoruz:
“Lassalle’ın ağırlıklı olarak siyasal diye düşündüğü, içine yalnızca işçileri değil, ama tüm dürüst demokratları çağırdığı,
başında bilimin bağımsız temsilcilerinin ve
gerçek bir insanlık aşkıyla dolu tüm insanların yürüyeceği hareket, Johann Baptist von Schweitzer’in başkanlığı altında
sanayi işçilerinin kendi çıkarları için yürüttükleri tek yanlı bir
savaşıma indirgendi.”
Bu tarihsel olarak doğru mu, doğruysa ne ölçüde doğru, buna değinmeyeceğim. Burada Schweitzer’e yöneltilen özel suçlama şu ki, o, burada, burjuva demokratik-insansever hareket olarak görülen lasalcılığı, sanayi işçilerinin burjuvaziye karşı sınıf savaşımının karakteristik özelliklerini
abartarak kendi çıkarlarını savunan tek yanlı bir savaşıma
indirgemiş. “Burjuva demokrasisini reddetmek”le de ayrıca suçlanıyor. Sosyal-demokrat partinin içinde burjuva demokrasisinin ne işi var? “Dürüst insanlar”dan oluşuyorsa [harekete] katılmayı zaten düşünmez; gene de katılmak isterse, bu yalnızca
[sayfa 118] sorun çıkarmak içindir.
Lasalcı parti “bir
işçi partisi olarak
özellikle tek-yanlı, davranmayı yeğlemiştir”. Bunu yazan bayların kendileri, işçi partisi olarak özellikle tek-yanlı davranmayı seçmiş olan bir partinin üyesidirler; o partide halen yüksek makamlarda oturmaktadırlar. Yazdıklarıyla yaptıkları kesinkes birbirine uymuyor. Yazdıklarına inanıyorlarsa partiden ayrılmalı ya da en azından görevlerinden istifa etmelidirler. Böyle yapmazlarsa, resmi konumlarını, partinin proleter karakteriyle savaşmak için kullanmak istediklerini kabul etmiş olurlar. Sonuç olarak, parti, onları görevleri başında bırakırsa kendine ihanet etmiş olur.
Demek ki, bu bayların görüşüne göre, sosyal-demokrat parti, tek yanlı bir işçi partisi
değil; ama “gerçek bir insanlık aşkıyla dolu tüm insanların” çok yanlı partisi olmalıdır. Parti, kaba proleter özlemlerini bir yana koyarak ve “iyi bir izlenim bırakmak”, “iyi görünmeyi öğrenmek” için kendini eğitilmiş insansever burjuvazinin rehberliğine teslim ederek bunu kanıtlamalıdır (s. 85). O zaman bazı önderlerin “çapaçul görünümü” yerini tepeden tırnağa saygın “burjuva görünüm”e bırakacaktır, (Sanki burada sözü edilenlerin çapaçul dış görünüşü onlara yöneltilebilecek en önemsiz suçlama değilmiş gibi!) O zaman “
eğitimli ve
mülk sahibi sınıfların çevresinden
sayısız yandaş gelecektir. Ama, yürütülen ajitasyon
elle tutulur bir başarı elde edecekse,,, ilkin
bunlar kazanılmalıdır,” Alman sosyalizmi “
yığınları kazanmaya o kadar çok önem verdi ki, bunu yaparken, toplumun üst katmanları denen katmanlar arasında enerjik [!] propagandayı gözardı etti”. Çünkü “partinin hâlâ kendini Reichstag’da temsil etmeye layık insanları yok”. Bu bakımdan, “ilgili materyali iyice öğrenmek için gerekli zamanı ve fırsatı bulmuş olanlara yetkiyi vermek hem arzu edilir, hem zorunludur. Sıradan işçiler ve zanaatçılar... nadir ve ayrıksın durumlarda böyle şeyler için zaman bulurlar.”
Öyleyse burjuvaları seçin!
Kısacası: İşçi sınıfı kendi gücüyle kendini kurtarma
[sayfa 119] yeteneğinden yoksundur. Bu amaçla kendini, işçiler için neyin iyi olduğunu bilmek için gerekli “zamana ve olanağa” sahip olan “eğitimli ve mülksahibi” burjuvanın önderliği altına sokmalıdır. Ve ikincisi, burjuvaziye hiçbir biçimde saldırılmamalı, tersine o enerjik bir
propagandayla
kazanılmalıdır.
Ama, toplumun üst katmanları ya da o katmanların yalnızca iyi niyetli olanları kazanılmak isteniyorsa, onlar hiçbir biçimde korkutulmamalıdır. Ve işte bu noktada üç Zürihli, güven verici bir keşif yaptıklarını düşünmektedirler:
“Tam da şimdi, Sosyalistler Yasasının baskısı altında, parti şiddete dayalı, kanlı devrim yolunu izleme
niyetinde olmadığını, ama ... legalite, yani
reform yolunu izlemeye kararlı olduğunu gösteriyor.”
Şu halde
–ülkenin her yanına dağılan ve toplam seçmenlerin onda-biriyle sekizde-biri kadar olan– 500.000 ile 600.000 arasındaki sosyal-demokrat seçmen, bir kişinin on kişiye karşı “kanlı devrimi”ne kalkışarak başlarını duvara çarpmak istemiyorlarsa, bu gösterir ki, onlar herhangi bir büyük dış olaydan ve aniden patlak veren devrimci bir kalkışmadan ve bunun sonucu olan çatışmada halkın kazandığı bir
utkudan yararlanmayı sonuna kadar
reddetmektedirler. Berlin bir başka 18 Martı
293 daha yaşayacak kadar cahillik ederse, sosyal-demokratlar, “barikat manyağı ayaktakımı” (s. 88) gibi çarpışmalara katılmak yerine, “legalite yolunu izlemeli”, frene basmalı, barikatları temizlemeli ve gerekirse, tek-yanlı, kaba, cahil kitlelere karşı şanlı ordunun yanında yürümelidir. Bu baylar, kastettiklerinin bu olmadığını ileri sürerlerse, o zaman neyi kastediyorlar?
Ama dahası var.
“Böylece” (parti) “varolan koşulları eleştirisinde ve onları değiştirme önerilerinde daha sakin, daha nesnel ve daha düşünceli oldukça, bilinçli gericilerin” (
Sosyalistler Yasasının294 çıkarılışında olduğu gibi) “bir kızıl hayalet masalı uydurarak şimdiki gibi, burjuvazinin gözünü başarılı biçimde yıldırmaları daha az olası hale gelecektir.” (s. 88).
Burjuvazideki son endişe izlerini de silmek için açıkça
ve
[sayfa 120] inandırıcı biçimde kanıtlanmalıdır ki, kızıl hayalet gerçekten yalnızca hayalettir ve yoktur. Peki ama, burjuvazi, kendisiyle proletarya arasında kaçınılmaz bir ölüm-kalım savaşımının korkusunu duymayacaksa, kızıl hayaletin gizemi nerde kaldı? Modern sınıf savaşımının kaçınılmaz sonucundan korku mu duyuluyor? Öyleyse sınıf savaşımını bir yana koyun, burjuvazi ve “bütün bağımsız insanlar”, “proleterlerle elele yürümekten çekinmeyeceklerdir”! Ve aldatılanlar yalnızca o proleterler olur.
Demek ki parti, Sosyalistler Yasasına çağrı çıkaran “aşırılıklarını ve densizliklerini” kesin olarak bir yana bıraktığını, saygılı ve alçakgönüllü tutumuyla kanıtlamalıdır. Parti, bu yasanın sınırları içinde davranma niyetinde olduğuna kendi isteğiyle söz verirse, Bismarck ve burjuvazi, yasayı kaldırma lütufkarlığını göstereceklerdir, çünkü o zaman, bu yasaya gerek kalmayacaktır!
“Kimse bizi yanlış anlamasın”; biz “partimizden ve programımızdan vazgeçmek” istemiyoruz; “ancak, bütün gücümüzü ve enerjimizi, öncelliği olan, daha uzun erimli esinlerin tasarlanmasına girişilmeden önce elde edilmesi gereken belli amaçlar üzerinde yoğunlaştırırsak, önümüzdeki yıllar için yapacak yeterince işimiz olduğunu düşünüyoruz.”
O zaman, “bizim uzun erimli istemlerimizden... korkarak şimdi bizden uzaklaşmış olan” burjuvalar, küçük-burjuvalar ve işçiler kitleler halinde bize katılacaklardır.
Program
yadsınmış olmayacak, yalnızca
ertelenecek – belirsiz bir dönem için. insan bir programı kendisi için, kendi yaşam süresi için değil, ama ölümünden sonrası için kabul eder, çocuklarına ve torunlarına kalıt olarak bırakmak için. Bu arada insan “bütün gücünü ve enerjisini” ufak-tefek işlere ve toplumun kapitalist düzeninin yırtığını-söküğünü dikip onarmaya ayırmalıdır; böylece burjuvaziyi ürkütmeksizin, en azından, bir şeyler yapılıyor görüntüsünü yaratır. Bu noktada, gelecek birkaç yüzyıl içinde kapitalist düzenin kaçınılmaz biçimde devrileceğine olan inancını, imanına kadar dolandırıcılık ederek, 1873’teki çöküşe
295 elinden geldiği
[sayfa 121] ölçüde katkıda bulunarak ve varolan düzenin çöküşü için
gerçekten bir şeyler yaparak kanıtlayan “komünist” Miquel’i övgüyle anmalıyım.
İyi şeylere yönelik bir başka kötülük, “şirket girişimcilerine yöneltilen abartılı saldırılar”dır; o insanlar eni-sonu, “kendi çağlarının çocuklarıdırlar; bu nedenle “Strousberg’i ve benzer kişileri ... karalamaktan geri durmak gerekir.” Ne yapalım ki “herkes kendi çağının çocuğu”dur; bu yeterli bir özürse, asla kimseye saldırmamak gerekir; bütün tartışma, bütün savaşımımız sona erer; karşıtlarımızın bütün tekmelerini ses çıkarmadan sineye çekeriz, çünkü öylesi bilge kişilerizdir ki, karşıtlarımızın yalnızca “kendi çağlarının çocukları” olduklarını ve başka türlü davranamayacaklarını biliriz. Tekmelerini faiziyle ödemek yerine, bu talihsiz kişilere acımakla yetinmemiz gerekir.
Sonra, Komünü desteklemenin de her şeyin ötesinde şu zararı olmuştur:
“Bize iyi gözle bakan insanları yabancılaştırmış ve genel olarak bize karşı
burjuvazinin nefretini artırmıştır.” Dahası, parti “gereksiz yere
burjuvazinin nefretim artırdığından Ekim yasasının
296 çıkarılmasında tümden de suçsuz değildir.”
İşte Zürih’in üç sansürcüsünün programı. Öylesine açık ki, hiçbir kuşkuya yer bırakmıyor. En azından, 1848 günlerinin bu laf salatasını yakından bilen bizler için. Burada seslerini yükseltenler, devrimci konumunun baskısı altında proletaryanın “aşırıya gidebileceği” korkusuyla dolup taşan küçük-burjuvazinin temsilcileri. Kararlı bir siyasal muhalefet yerine genel bir uzlaşma ruhu; hükümete ve burjuvaziye karşı savaşım yerine, onları ikna etme ve kazanma çabası; yukardan aşağı doğru kötü muameleye karşı meydan okuyan bir direniş yerine boynu bükük bir alçakgönüllülük ve cezanın hakedildiğinin itirafı. Tarihsel açıdan zorunlu olan çatışmaların tümü, yanlış anlama diye yorumlanıyor ve tüm tartışma, hepimiz ana nokta üzerinde görüşbirliğindeyiz güvencesiyle noktalanıyor. 1848’de burjuva demokrat olarak
[sayfa 122] ortaya çıkan insanlar, bugün kendilerini sosyal-demokrat olarak da adlandırabilirlerdi. Burjuva demokratlar için demokratik cumhuriyet nasıl erişilemez bir şey idiyse, sosyal-demokratlar için de kapitalist sistemin yıkılması o kadar gerçekleşemez bir şeydir; bu nedenle de bugünün pratik politikasında kesinlikle hiçbir önemi yoktur; kişi şefaat dilenebilir, uzlaşabilir ve doya doya insanseverlik gösterisine kalkabilir. Proletaryayla burjuvazi arasındaki sınıf savaşımı için de böyledir. Daha fazla yadsınamadığı için varlığı kağıt üzerinde itiraf edilmiştir, ama pratikte, örtbas edilmiş, sulandırılmış, hafifletilmiştir. Sosyal-demokrat parti bir işçi partisi
olmamalıdır; burjuvazinin ya da herhangi birinin nefretini çekmemelidir; her şeyin ötesinde burjuvazinin içinde enerjik bir propaganda yürütmelidir; burjuvaziyi ürkütüp kaçıran ve her şey bir yana bizim kuşağımızın ömrü içinde elde edilmesi olanaksız uzun erimli amaçları vurgulamak yerine, tüm gücünü ve enerjisini, eski toplum düzenine yeni destekler sağlayarak, belki de, sonal felaketi, aşama aşama, yavaş yavaş ve olabildiği ölçüde barışçıl bir çözülme sürecine dönüştürebilecek olan parça-buçuk küçük-burjuva reformlara adamalıdır. Bunlar, çenebazlık dışında, görünüşte, dursuz duraksız bir çabayla, yalnızca kendileri bir şey yapmamakla kalmayıp yapılabilecek herhangi bir şeyi de engellemeye çalışanlarla aynı kişilerdir; 1848 ve 1849’da eylemin her biçiminden duydukları korkuyla, her adımda hareketi engellemiş ve sonunda hareketin çöküşünü getirmiş olanlarla aynı kişilerdir; bunlar reaksiyonu hiçbir zaman göremeyen ve kendilerini sonunda direnişin de kaçışın da olanaksız olduğu bir çıkmaz sokağın dibinde bulunca hayretler içinde kalanlarla aynı kişilerdir; bunlar, tarih onlara aldırmaksızın kendi gündemini izlerken, tarihi kendi küçük-burjuva dar ufuklarının içine hapsetmeye çalışanlarla aynı kişilerdir.
Sosyalist içeriklerine gelince,
Manifesto’nun “Alman sosyalizmi ya da ‘hakiki sosyalizm” bölümünde o nokta zaten yeterince eleştirildi. Sınıf savaşımının, arzulanmaz “kaba” bir fenomen olarak bir kenara itildiği yerde, sosyalizm için,
[sayfa 123] “gerçek insanlık aşkı” ve “adalet” hakkında boş laf salatasından başka hiçbir temel kalmaz.
O an gelinceye kadar egemen sınıflardan olan insanların militan proletaryaya katılması ve ona kültürel öğeler sağlaması, gelişmenin oluşumu içinde kaçınılmaz bir fenomendir. Bunu da
Manifestoda, açıkça belirtmiştik. Ama bu konuda iki noktaya dikkat çekeceğiz:
Birincisi, proletarya hareketine yarar sağlaması için bu insanlar, o hareketin içine gerçek kültürel öğeler getirmelidirler. Ama Alman burjuva dönmelerin büyük çoğunluğu için durum böyle değildir. Ne
Zukunft,
297 ne
Neue Gesellschaft,
298 hareketi bir adım ileri götürebilecek bir katkıda bulunmuştur. Burada, teorik olduğu kadar pratik, mutlak bir gerçek bilgi eksikliği vardır. Bu olmayınca, onun yerine, yapay biçimde düzenlenmiş sosyalist düşünceleri, bu bayların üniversitelerden ya da başka yerlerden getirdikleri ve Alman felsefesinin kalıntılarının şu sıralardaki çözülüşü nedeniyle biri ötekinden karışık, aşırı ölçüde çeşitli teorik görüşlerle uyuşturma çabası egemen olmaktadır. Yeni bilimi derinlemesine çalışıp öğrenecek yerde, bunların her biri, o bilimi, kendisiyle beraber getirdiği görüşe uygun düşecek biçimde budamayı, kendine göre özel bir bilim durumuna getirmeyi ve onu öğretme gereksinimi varmışcasına öne çıkmayı yeğ tutmaktadır. Bunun sonucu olarak, bu sözde aydın katman içinde ne kadar kafa varsa o kadar da görüş vardır; tek bir sorunu aydınlatacak yerde onlar yalnızca umutsuz karmaşa üretegelmişlerdir – iyi bir talih eseri yalnızca kendi aralarında. Parti, ilk ilkesi, öğrenmediğini öğretmek olan bu tür entelektüeller olmaksızın da pekala işlerini götürebilir.
İkincisi. Başka sınıflardan bu tür insanlar proletarya hareketine katılırlarsa, ilk koşul, kendileriyle birlikte burjuva, küçük-burjuva vb. önyargıların kalıntılarını getirmemeleri, ama proletaryanın görüşünü koşulsuz benimsemeleri olmalıdır. Ama kanıtlandığı gibi, bu insanlar, burjuva ve küçük-burjuva kavramlarla dopdoludurlar. Almanya gibi bir
[sayfa 124] küçük-burjuva ülkesinde bu kavramların kendine göre haklılığı vardır. Ama ancak Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin
dışında. Bu baylar kendilerini sosyal-demokrat bir küçük-burjuva partisine dönüştürürlerse, bunu pekala yapabilirler, hakları vardır; o zaman insan, koşullara göre, onlarla görüşmeye oturabilir, bir blok oluşturabilir, vb.. Ama bunlar bir işçi partisi içinde, saflığı bozucu öğelerdir. Bir süre için onlara katlanmayı gerektiren nedenler olursa, onlara
yalnızca katlanmak, parti yönetiminde herhangi bir etki yapmalarına izin vermemek ve onlarla bir ayrılığın yalnızca bir zaman sorunu olduğunun bilincinde olmak görevimizdir. Üstelik, o zaman da gelmiş görünüyor. Parti, bu makalenin yazarlarını nasıl hâlâ hoşgörebilir anlamıyoruz. Parti önderliği, şu ya da bu ölçüde bu tür insanların eline geçerse, parti en hafifinden iğdiş edilmiş olur ve bu da proleter ateşliliğin sonu demektir.
Bize gelince, tüm geçmişimizin ışığında bize açık tek yol var. Neredeyse kırk yıldır biz, tarihin doğrudan devindirici gücünün sınıf savaşımı olduğunu ve özellikle burjuvaziyle proletarya arasındaki sınıf savaşımının, modern toplumsal devrimin büyük manivelası olduğunu vurgulayageldik; bu nedenle bizim, sınıf savaşımını bu hareketten koparıp atmak isteyen insanlarla işbirliği yapmamız olanaksızdır. Enternasyonal kurulduğu zaman, savaş haykırışını açıkça şöyle formüle etmiştik: “İşçi sınıfının kurtuluşu, işçi sınıfının kendi eseri olacaktır.” Bu nedenle, işçilerin kendilerini kurtaramayacak kadar cahil olduklarını, o yüzden de üst ve alt-orta sınıflardan insansever kişiler eliyle özgürleştirilmeleri gerektiğini açıkça belirten insanlarla biz işbirliği yapamayız. Yeni parti organı bu bayların görüşüne uygun bir çizgiyi, yani proleter-olmayan orta-sınıf görüş çizgisini benimserse, kamuoyu önünde, bu bizim için ne kadar üzücü olursa olsun, bu çizgiye muhalefetimizi ve yurtdışında Alman partisini temsil etmemizin nedeni olan dayanışma bağlarımızı kopardığımızı ilan etmekten başka yapacak bir şeyimiz kalmaz. Ama işlerin
böyle bir noktaya gelmeyeceği umulur. ...
[sayfa 125]
167
MARX’TAN HOBOKEN’DEKİ FRIEDRICH ADOLPH
SORGE’YE
LONDRA, 19 EYLÜL 1879
... İşler gerçekten öyle bir noktaya gelebilir ki, Engels ve ben, Leipziglilere ve Zürihli müttefiklerine karşı bir “açıklama” yayınlamak zorunda kalabiliriz.
Durum şöyle: Bebel bize, Zürih’te bir parti organı
299 çıkarmak istediklerini yazdı ve adlarımızı yayın ortağı olarak gösterme ricasında bulundu. Bize, Hirsch’in bir olasılıkla genel yayın yönetmeni olacağı bildirilmişti. Bunun üzerine
kabul ettik ve ben doğrudan Hirsch’e (o sıralar, ikinci kez sınır-dışı edildiği Paris’teydi) yazarak genel yayın yönetmenliği görevini kabul etmesini istedim; çünkü,
Zukunft’ta, vb., çalım satarak dolaşan,
Vorwärts’e
300 sızmaya çalışmış olan türden bir yığın doktor, öğrenci, vb., ve kürsü sosyalistinin dışarda tutulmasının, parti çizgisine özenle bağlı kalınmasının bizim için tek güvencesi oydu. ...
Teoride sıfır ve pratikte yetersiz olan bu kişiler (üniversite reçetesine göre yorumladıkları) sosyalizmin ve özellikle sosyal-demokrat partinin dişlerini sökmek, işçileri aydınlatmak, ya da karışık, yarımyamalak bilgilerinden kendi deyişleriyle işçileri “kültürel öğe” ile donatmak ve hepsinin ötesinde darkafalıların gözünde partiye saygınlık kazandırmak istiyorlar. Bunlar zavallı
karşı-devrimci gevezelerdir. ...
Şimdi
Wochenblatt –parti organı– Höchberg’in
Jahr-buch’uyla başlatılan çizgi doğrultusunda
ilerlerse, partinin ve teorinin, böylece değersizleştirilmesine karşı kamuoyu önünde tavır koymak zorunda kalacağız! Engels, Bebel ve ötekiler için (kuşkusuz yalnızca Alman parti önderleri arasında
özel olarak dolaştırılmak üzere) tutumumuzun hiçbir kayıt konmaksızın sergilendiği bir sirküler (mektup)
taslağı hazırladı. Bu baylar, böylece önceden uyarılmış oldu; bunun ya eğil ya kırıl demek olduğunu, bizi çok iyi tanıdıkları için biliyorlar! Kendileri ödün vermek istiyorlarsa versinler,
[sayfa 126] onlar için çok kötü olur!
Bizi hiçbir biçimde ödün vermeye sürüklemelerine izin verilmeyecek. Örneğin parlamentarizmin daha şimdiden onları ne derece düşük bir düzeye getirdiğini, Hirsch’i büyük bir suç işlemekle suçlayışlarından görebilirsiniz – niçin? Çünkü Bismarck’ın gümrük tarife yasası
301 üzerine utanç verici konuşması nedeniyle Kayser’i,
Laterne’de biraz hırpaladı da ondan. Şimdi partinin, yani partinin parlamentodaki bir avuç temsilcisinin, böyle konuşması için Kayser’e yetki verdiğini söylüyorlar! Bu bir avuç insan için daha da utanç verici! Üstelik zavallı bir özür. Gerçekte Kayser’in kendisi ve seçim çevresi adına konuşmasına izin verirken yeterince budalalık ettiler; ama o parti adına konuştu. Her ne ise, zaten parlamenter idiotluktan o kadar etkilendiler ki,
eleştiri-üstü olduklarını düşünüyorlar ve eleştiriyi bir suç olarak kınıyorlar:
lèse-majesté. ...
168
ENGELS’TEN LEİPZİG’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 14 KASIM 1879
... Ve bu beni rapora
302 getiriyor. Gerçi başlangıç çok iyi ve koruyucu gümrük tarifesi tartışmasının ele alınış biçimi –bu koşullarda– ustaca, ama üçüncü bölümde darkafalı Almanlara verilen ödünler hoş değil. “İç savaş” konusunda tümüyle gereksiz olan o paragraf da ne oluyor, Almanya’da darkafalı birahane müdavimlerinin görüşünden oluşacak olan o “kamuoyu” önündeki secde neden? Hareketin sınıf karakteri neden tümden yok ediliyor? Anarşistlere neden böylesi bir şenlik fırsatı veriliyor? Ve üstelik tüm bu ödünler yararsız. Alman darkafalı, insan biçimine girmiş korkaklıktır; ancak kendisine korku verene saygı duyar. Ona uysal bir çocuk gibi görüneni, kendi türünden biri olarak algılar ve kendi türüne ne kadar saygı duyarsa, ona da o kadar duyar, yani hiç saygı duymaz. Ve şimdi kamuoyu dedikleri, şu
[sayfa 127] birahane müdavimi darkafalıların öfke “fırtınası”, genel olarak kabul edildiği üzere, yatışmış görünüyor; yüklü vergiler o insanlarda ruh falan da bırakmadığına göre, şimdi bu tatlı dil neyin nesi? Ah, yurtdışında bu tatlı dilin nasıl algılandığını bir bilebilseniz! Parti organlarının yayın yönetmenliğini, parti içinde ve savaşımın en sıcak noktasında bulunanların yapması iyi bir şey. Ama yalnızca altı ay yurtdışında bulun-saydınız, partili milletvekillerinin, şu darkafalı kişilerin önünde kendilerini gereksiz yere küçük düşürmelerini çok başka gözle görürdünüz. Komünden sonra Fransız sosyalistlerin başı üzerinde kopan fırtına, Nobiling olayı
303 hakkında Almanya’da koparılan feryatlardan oldukça farklıydı. Fransızın tahammülü ne kadar onurlu ve gururluydu! Onların arasında böyle zayıflıklar, böyle karşıtına gülücükler yağdırma gibi şeyler ne gezer! Özgürce konuşamadıkları zaman sessiz kaldılar; o günün nasıl olsa geleceğini bilerek, darkafalıların diledikleri kadar yırtınmasına ses etmediler; ve işte o gün geldi...
Öteki noktalara gelince, yalnızca Auer’in imasına değinmek istiyorum; biz burada, ne partinin Almanya’da üstesinden gelmek zorunda olduğu güçlüklerin ve her şeye karşın elde edilen başarıların ne de partili
kitlelerin örnek biçimde yönlendirilmelerinin değerini takdir etmiyor değiliz. Doğaldır ki, söylemeye bile gerek yok, Almanya’da kazanılan her utku, başka yerlerde kazanılanlar gibi bizi yürekten sevindiriyor; hatta daha fazla sevindiriyor, çünkü, daha başından Almanya’daki partinin gelişimi, bizim teorik açıklamalarımızla ilişkilendirildi. Ama işte tam da bu nedenledir ki, Almanya’daki partinin yönetim pratiğinin ve hele hele parti önderliğinin kamuoyu önündeki açıklamalarının genel teoriyle uyum içinde olmasını görmeye özellikle ilgi duyuyoruz. Eleştirilerimiz bazı kişiler için kuşkusuz hiç de hoş değil. Ama eleştirel olmayan iltifatlar yerine, karmaşık yerel koşulların ve savaşıma ilişkin ayrıntıların etkisinden uzakta, yurtdışında, olayları ve konuşmaları, modern proleter hareketler için geçerli teorik esaslarla ölçümleyen ve eylemlerinin
[sayfa 128] Almanya dışında bıraktığı izlenimi kendisine ileten birkaç kişi bulunması parti ve önderliği için daha değerli olmalıdır.
Dostlukla
F. Engels
169
ENGELS’TEN LEİPZİG’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 16 ARALIK 1879
... Sosyal-demokrasiye kapıları ilk kez ardına kadar açan 1848 Devrimi için açıkça
hayıflanılabilen bir gazetede bizim yerimiz yoktur. Gerek bu makaleden gerek Höchberg’in mektubundan açıkça görülüyor ki, yıldız üçlü, ilkin
Jahrbuch’da açıkça dile getirilen kendi küçük-burjuva sosyalist görüşlerini,
Sozialdemokrat’ta, proleter görüşlerin yanında, ortaya koyma hakkını kendinde buluyor. Ve işler bu noktaya geldikten sonra, sizin Leipzig’de, resmen bir kavgaya girişmek-sizin bunu nasıl önleyebileceğinizi düşünemiyorum. Siz bu kişileri partili yoldaşlar olarak görmeyi sürdürüyorsunuz. Biz böyle yapamayız.
Jahrbuch’daki makale aramıza kesin ve belirgin bir çizgi koyuyor. Bu insanlar, bizim bağlı olduğumuz partiye ait olduklarını öne sürdükleri sürece, onlarla görüşemeyiz bile. Sözkonusu noktalar, bir proletarya partisinde artık tartışılamayacak olan noktalardır. Bunları parti içinde tartışma konusu yapmak, proleter sosyalizmi tümüyle sorgulamak demek olur.
Gerçekte, bu koşullar altında, bizim işbirliği yapmamamız daha iyi olur. Aslında biz sürekli protestoda bulunmuş olmalıydık ve birkaç hafta sonra da çekildiğimizi kamuoyu önünde açıklamalıydık; tüm bunlardan sonra bunun da yararı olmazdı.
Şu baskı döneminde sizi koşulsuz olarak destekleyemediğimiz için büyük ölçüde üzüntü duyuyoruz. Almanya’da parti, proleter karakterine bağlı kaldığı sürece, bütün öteki
[sayfa 129] düşünceleri bir yana koymuştuk. Ama şimdi, resmen içimize alınan küçük-burjuva unsurlar gerçek renklerini gösterdikten sonra durum değişti. Kendi küçük-burjuva düşüncelerini, Almanya’daki partinin yayın organına yavaş yavaş sızdırma olanağı buldukları sürece, bu organ bize kapalı olacaktır.
Öteki konulara gelince, dünya tarihi, bu bilge ve ılımlı darkafalıları dikkate almaksızın kendi yolunu izliyor. Rusya’da birkaç aya kadar işler, bir dönüm noktasına gelecektir. Ya mutlakiyet yıkılacak ve ondan sonra, gericiliğin büyük kaynağının devrilmesinin ardından Avrupa’yı derhal farklı bir hava kaplayacaktır ya da bir Avrupa savaşı patlak verecek ve o savaş, Almanya’da
şimdiki partiyi, her bir halkın kaçınılmaz ulusal varolma savaşımının altına gömecektir. Böyle bir savaş bizim için en büyük talihsizlik olur; hareketi yirmi yıl geri götürebilir. Ama eninde sonunda ortaya çıkmak zorunda olan yeni parti, tüm Avrupa ülkelerinde, şimdi her yerde hareketi frenleyen, kararsızlıklardan ve çapsızlıklardan kurtulmuş olacaktır.
[sayfa 130]
Dostlukla
F.E.
1880
170
MARX’TAN HÖBOKEN’DEKİ FRIEDRICH ADOLPH
SORGE’YE
[LONDRA] 5 KASIM 1880
... İşler, kıta Avrupası’nda gerçekten devrimci olan partinin içinde olduğu gibi, genelde de (bununla Avrupa’daki genel gelişimi kastediyorum) çok iyi gidiyor.
Belki de dikkatini çekmiştir,
Égalité304 (daha çok
Guesde’nin bizim tarafımıza geçmesi ve damadım Lafar-gue’ın çalışmaları sayesinde) sözcüğün gerçek anlamında ilk “Fransız”
işçi gazetesi oldu.
Malon’da, her ne kadar onun o eklektik doğasından ayrılamaz olan tutarsızlıkları varsa da, (eskiden
Alliance’ın ortak kurucuları arasında olduğu için o ve biz düşmandık)
Revue Socialiste’de
305 socialisme moderne scientifique’i
yani
Alman sosyalizmini kabul etmek zorunda kaldı. “
Questionnaire”ı
306 onun için yazdım; ilkin
Revue Socialiste’de yayınlandı, sonra yeniden basıldı ve Fransa içinde çok sayıda dağıtıldı. Ondan kısa süre sonra Guesde, bizimle (Engels, Lafargue ve ben) birlikte yaklaşan genel seçimler
[sayfa 131] için bir işçi seçim programı
307 hazırlamak üzere Londra’ya geldi. Bizim protestolarımıza karşın Guesde’nin Fransız işçilere sunmayı gerekli gördüğü,
asgari ücreti yasayla belirlemek gibi bazı saçmalıklar dışında (kendisine şöyle dedim: “Fransız proletaryası hâlâ böyle bir yeme gerek görecek ölçüde çocuksu ise, herhangi bir program hazırlamanın gereği yoktur”) bu çok kısa belge, ekonomik bölümünde, bizzat işçi hareketinin gerçekten kendiliğinden ortaya çıkan istemlerini içeriyor. Ayrıca, komünist amacın birkaç satırla tanımlandığı bir sunuş bölümü var. Belge, Fransız işçileri laf salatasının sisinden sıyırıp ayaklarını yere bastıran enerjik bir adımdı; geçimini “sis üretimi”nden sağlayan Fransız martavalcılara büyük ölçüde saldırıyordu. Anarşistlerin o şiddetli muhalefetinden sonra ilkin
Région centrale’de –yani Paris ve çevresinde– ve sonra daha başka birçok işçi merkezinde kabul edildi. Programın “pratik” istemlerinin çoğunu kabul eden muhalif işçi gruplarının (gerçek işçilerden değil ama
déclassés’den
oluşan anarşistler ve onların sıradan askerleri olan bazı safdiller dışında) eş-zamanlı olarak kurulması ve öteki sorunlarla ilgili olarak birbirinden çok farklı görüşlerin ortaya konduğu gerçeği, bana bunun Fransa’daki
ilk gerçek emekçi hareketi olduğunu kanıtlıyor. Şimdiye dek orada, sloganlarını, doğal olarak, hizip kurucusundan alan hizipler vardı; proletaryanın ana gövdesi radikal ya da sahte-radikal burjuvayı izlemiş ve sonucu belirleyici gün iktidara getirdiği kişiler tarafından ertesi gün boğazlanmak, sınırdışı edilmek, vb. için dövüşmüştü.
Son birkaç günden beri Lyon’da yayınlanan
Émanci-partion, Alman sosyalizmi temelinde gelişen “işçi partisi”nin yayın organı olacak. ...
Kapital’in en çok okunduğu ve takdir edildiği Rusya’-da başarımız daha da büyük. Bir yanda
eleştirmenler (çoğu genç üniversite profesörleri, bazıları benim kişisel dostlarım, ve bazı yayıncılar), öte yanda bu yakınlarda Petersburg’da gizlice basılan ve yayınlanan
programı, Cenevre’de
[sayfa 132] Kara Paylaşım’ı (Rusça’dan sözcüğü sözcüğüne çevirisi aynen böyle) çıkaran
İsviçre’deki Rus anarşistlerin büyük öfkesini çeken
terörist merkez komitesi var. İsviçre’deki bu kişiler –çoğu (hepsi değil) Rusya’dan
gönüllü olarak ayrılmış– yaşamlarını tehlikeye atan teröristlere karşı propaganda partisi denen grubu oluşturuyor. (
Rusya’da propaganda yapmak için
Cenevre’ye
taşınıyorlar! Ne
quid pro quo ama!) Bu baylar, her tür siyasal-devrimci eyleme karşı. Rusya anarşist-komünist-ateist bir bin yıllık mutluluk dönemine perendeyle sıçrayacak! Bu arada bu sıçramaya, sözümona ilkeleri merhum Bakunin’den bu yana moda olan, sıkıcı propagandayla hazırlanıyorlar.
Şimdilik bu kadar. Senden kısa sürede yanıt bekliyorum. Eşim derin saygılarını iletiyor.
Totus tuus
Karl Marx
171
MARX’TAN LONDRA’DAKİ HENRY MAYER HYNDMAN’A
[LONDRA] 8 ARALIK 1880
... Partimin İngiltere konusundaki görüşlerini paylaşmıyorsanız, tek söyleyebileceğim şudur ki o parti bir İngiliz devrimini
gerekli değil ama –tarihsel örneklere göre–
olası görüyor. Sakınılamaz olan evrim bir devrime dönüşürse, bu yalnızca egemen sınıfların değil, ama aynı zamanda işçi sınıfının da hatasından ötürü olacaktır. Egemen sınıfların verdiği her barışçıl ödün, “dışardan baskı” sonucu koparıldı. Davranışları baskıya ayak uydurdu; ve işçi sınıfı giderek daha zayıfladıysa, bu, İngiliz işçi sınıfının yasal olarak sahip olduğu gücü ve özgürlükleri nasıl kullanacağını bilmeyişindendir.
Almanya’da işçi sınıfı, başından beri ne yaptığının farkındaydı; askeri despotizmi, devrimden başka bir yolla safdışı edemeyeceğini biliyordu. Aynı zamanda anlamışlardı ki,
[sayfa 133] böyle bir devrim ilk başta başarılı olsa bile, önceden kurulmuş bir örgüt, bilgilenme, propaganda ve ...
olmazsa sonunda kendilerine karşı dönerdi. Bu yüzden kesin olarak
yasal sınırlar içinde kaldılar. Yasadışılık, işçi hareketini
en dehors la loi ilan eden hükümetin sırtında kaldı. İşçilerin suçu, eylemler değil, egemenlerin hoşuna gitmeyen
fikirlerdi. İyi bir talih eseri aynı hükümet –işçi sınıfı, burjuvazinin de yardımıyla geri plana itildikten sonra–, şimdi en duyarlı noktalarına –ceplerine– dokunduğu için o burjuvazi tarafından giderek taşınamaz duruma geliyor. Bu durum uzun süremez....
[sayfa 134]
1881
172
ENGELS’TEN VİYANA’DAKİ KARL KAUTSKY’YE
LONDRA, 1 ŞUBAT 1881
... Kürsü sosyalistleri
308 biz proleter sosyalistlere, aşırı nüfus artışını ve bunun sonucu olarak yeni toplumsal düzenin varlığına yönelik tehdidi nasıl önleyeceğimizi ısrarla soruyorlarsa da ben onlara böyle bir lütufta bulunmam için hiçbir neden görmüyorum. Bu insanların karmakarışık süper bilgeliğinden kaynaklanan kuşku ve kuruntularını gidermeyi ve hatta, örneğin yalnızca Schäffle’nin çok sayıda büyük ciltler dolduran sıkıcı saçmalarını bile yadsımayı zaman israfı olarak görüyorum. Bu bayların
Kapitalden yanlış alıntıladıkları paragrafları düzeltmek için bile oldukça kalın bir kitaba gerek var. Sorularına yanıt istemeden önce, ilkin doğru dürüst okumayı ve aynen kopya etmeyi öğrensinler....
İnsan nüfusunun çok çoğalması ve daha fazla artmasının denetim altına alınması bir soyut olasılık olarak kuşkusuz var. Komünist toplumun, nesnelerin üretimini düzenleyecek oluşu gibi, insan üretimini düzenlemesi gereği de ortaya
[sayfa 135] çıkarsa, bunu güçlükle karşılaşmaksızın o, ama yalnızca o yapabilir. Bana öyle görünüyor ki, herhangi bir plan olmaksızın Fransa’da ve aşağı Avusturya’da doğal biçimde ortaya çıkan şeyi, planlı bir yoldan elde etmek, böyle bir toplum için zor olmayacaktır. Her ne ise, bu konuda gerekirse, ne zaman, ne yapılacağına, hangi yöntemler uygulanacağına karar vermek o insanlara ait olacaktır. Kendimi, bu konuda onlara tavsiyede bulunmaya yeterli görmüyorum. En az bizim kadar zeki olacaklar.
Aklıma gelmişken söyleyeyim, daha 1844’te şöyle yazmışım (
Deutsch-Französische Jahrbücher, s. 109): “... Malthus kesinlikle haklı olsaydı bile, bu (sosyalist) dönüşümün derhal gerçekleştirilmesi gerekirdi; Malthus’un aşın nüfus için en etkin ve en kolay çare olarak gördüğü şeyi, yani üreme güdüsünün moral yönden gemlenmesini, yalnızca bu dönüşüm ve bu dönüşümün sağlayacağı eğitim olanaklı kılardı.”
Şimdilik bu kadar yeter, diğer noktaları buluştuğumuz zaman tartışırız. ...
173
MARX’TAN ST. PETERSBURG’DAKİ
NİKOLAY FRANTSEVİÇ DANİELSON’A
LONDRA, 19 ŞUBAT 1881
... Bir süre önce size yazdığım mektupta,
İngiltere’nin içinden geçtiği büyük sanayi ve ticaret bunalımı, Londra’da malî bir çöküntüye yolaçmadıysa, bu
ayrıksın görüngünün yalnızca bir şeyden ileri geldiğini söylemiştim – Fransız parası. Şimdi bunu İngiliz
routinier’ler
de görüyor ve kabul ediyor.
Statist (29 Ocak 1881) şöyle yazıyor:
“Para piyasası, geçen yıl boyunca olduğu gibi,
şans eseri [sayfa 136] çok rahattı.
Fransa Bankası güz başında altın stoklarının 30 milyon sterlinden 22 milyon sterline düşmesine izin verdi. ...
Kuşku yok, geçen güz, kupayı atlatıldı.”(!)
İngiliz
demiryolu sistemi, Avrupa
kamu kesimi borçlanma sistemi gibi eğik bir düzlemde çalışıyor. Değişik demiryolu ağlarının yöneticileri arasındaki egemen kodamanlar –adım adım–
kendi ağlarını, yani mutlakiyetçi hükümdarlar gibi yönettikleri kendi “toprak”larını
genişletmek için yalnızca yeni borçlar almakla kalmıyorlar; ama kendi demiryolu ağlarını, onların borç faizlerini, tercihli hisse senetlerinin getirilerini vb. ödemelerini, onun yanısıra, çok istismar edilen adi hisse senetleri sahiplerine, bir tür ekstra getiri biçiminde, zaman zaman susmalık vermelerini olanaklı kılan
yeni borçlar almak için yeni mazeret bulmak amacıyla genişletiyorlar. Bu hoş yöntem, er ya da geç, çirkin bir çöküntüyle son bulmak zorundadır.
Birleşik Devletler’de demiryolu kralları, daha önceki gibi yalnızca
batının çiftçileriyle öteki sınai “
girişimcilerinin değil, ama aynı zamanda ticaretin büyük temsilcisi
New York Ticaret Odasının da hedef tahtası durumuna geldi. Octopus demiryolu kralı ve mali dolandırıcı
Gould, kendi açısından bakarak, New York’un ticari patronlarına şunları söyledi:
“Şimdi demiryollarına saldırıyorsunuz; çünkü, bugünkü kötü şöhretlerini dikkate alarak, yaralanabilir olduklarını düşünüyorsunuz; ama bana kulak verin: demiryollarından sonra
her tür korporasyon (bu, yanki diyalektinde
anonim şirket demektir) kendi payına düşeni alacak; ondan sonra,
her tür ortaklık sermayesi; ensonu
her tür sermaye; böylece siz, eğilimleri halk arasında giderek yaygınlaşan
komünizmin yolunu hazırlıyorsunuz.” M. Gould “
a le flair bon”.
Hindistan’da, İngiltere hükümetini, genel bir patlama değilse, ciddi komplikasyonlar bekliyor. İngilizin onlardan her yıl rant olarak aldıkları, Hindulara hiçbir yararı olmayan demiryollarının hisse payı olarak aldıkları; sivil ve askeri görevlilerin emekli aylıkları için, Afganistan’daki ve
[sayfa 137] diğer savaşlar, vb., vb. için aldıkları; –
herhangi bir karşılık vermeksizin onlardan aldıkları ve her yıl Hindistan
içinde kendileri için elkoyduklarından
ayrı olarak– yalnızca
meta değeri üzerinden, Hintlilerin her yıl
bedavaya İngiltere’ye
gönderdikleri, 60 milyon Hintli tarım ve sanayi emekçisinin toplam gelirinden fazla tutuyor! Bu müthiş bir kanama sürecidir! Açlık yılları, Avrupa’nın hiç düşünemediği
boyutlarda, birbirini izliyor! Gerçekte Hindularla müslümanlar, işbirliği içinde bir kalkışmaya hazırlanıyorlar; İngiltere hükümeti, bir şeylerin “kaynamakta olduğunun” farkında; ama kendi parlamenter düzenlerinin gösterdiği doğrultuda konuşmanın ve düşünmenin aptallaştırdığı bu sığ adamlar (oradaki yöneticileri kastediyorum) olup bitenleri net bir biçimde görmeyi, yaklaşan tehlikeyi olanca genişliğiyle idrak etmeyi istemiyorlar bile! Başkalarını yanıltmak ve başkalarını yanıltarak kendini yanıltmak – kısacası bu:
parlamenter basiret! Tant mieux!
...
174
MARX’TAN LAHEY’DEKİ
FERDİNAND DOMELA NIEUWENHUIS’E
LONDRA, 22 ŞUBAT 1881
... Beni haberdar ettiğiniz yaklaşan Zürih kongresiyle ilgili “soru”,
309 bana hatalı görünüyor. Gelecekte, belli bir anda ne yapılması gerekeceği, ve
derhal ne yapılacağı, kuşkusuz insanın içinde davranmak zorunda kaldığı belli tarihsel koşullara bağlı olacaktır. Ancak bu soru
bulanık bırakılmıştır, bu nedenle hayalî bir sorudur; buna tek yanıt,
sorunun kendisini
eleştirerek verilebilir. Hiçbir denklem verileri çözüm öğelerini içermedikçe çözülemez. Bu arada yeri gelmişken, halkın utkusu sonucu birdenbire ortaya çıkan bir hükümetin karşılaşacağı güçlüklerin özgül olarak “sosyalist” hiçbir yönü de yoktur. Tam tersine. Utkun burjuva
[sayfa 138] politikacılar, kendi “utkularının sıkıntısını duyarken, sosyalistler hiç değilse, herhangi bir sıkıntı duymaksızın çalışmaya koyulurlar. Ne olursa olsun emin olabileceğiniz bir şey var ki: Bir ülkede sosyalist bir hükümetin, kalıcı girişimler için yeterince zaman kazanmak üzere, burjuva yığına gözdağı vermek –ilk
desideratum– için gerekli önlemleri hemen alabileceği koşullar gelişmedikçe o ülkede sosyalist bir hükümet iktidara gelmeyecektir.
Herhalde bana Paris Komününü anımsatacaksınız; ne var ki, onun, ayrıksın koşullarda bir kentin ayaklanışı olması olgusu bir yana, Komünün çoğunluğu hiçbir biçimde sosyalist değildi; olamazdı da. Bir damlacık sağduyu olsaydı, Komün tüm halk kitlesi yararına Versailles’la bir uzlaşmaya varabilirdi – o sıralarda elde edilebilecek tek şey buydu. Fransa Bankasına elkonması, Versailleslıların övüngenliğini sindirmek için yeterli olurdu vb., vb.
1789’dan önce Fransız burjuvazisinin genel istemleri,
mutatis mutandis kapitalist üretim tarzının egemen olduğu bütün ülkelerde hemen hemen birörnek olmak üzere, proletaryanın bugünkü ilk doğrudan istemlerinin tanımlandığı biçimde tanımlanmıştı. Ama acaba onsekizinci yüzyılda yaşayan herhangi bir Fransız, Fransız burjuvazisinin istemlerinin hangi biçimde öne sürüleceği hakkında önceden,
a priori en küçük bir fikre sahip miydi? Gelecekteki bir devrimin eylem programını doktriner, dolayısıyla düşsel biçimde öngörme, insanı yalnızca o günün savaşımından saptırır. Dünyanın son günlerinin yaklaştığı düşü, ilk hıristiyanların Roma imparatorluğuyla savaşımlarında esin kaynağı olmuş ve utkudan emin olmalarına yolaçmıştı. Mevcut toplum düzeninin kaçınılmaz olan çözülüşüne, gözlerimizin önünde sürekli biçimde olagelen çözülüşe bilimsel bakışla yaklaşım; eski hayalet hükümetlerin kitleleri her gün içine ittiği giderek artan öfke; ve aynı zamanda üretim araçlarının devcesine olumlu gelişimi – bütün bunlar, gerçek bir proleter
[sayfa 139] devrim patlak verir vermez, o devrimin bir sonraki
modus operandi’si
(her ne kadar pastoral olmayacaksa da) koşullarının derhal ortaya çıkacağının yeter güvencesidir.
Benim inancım o ki, yeni bir Uluslararası Emekçiler Derneği kurulması için kritik zaman henüz gelmedi; ve bu nedenle de bütün işçi kongrelerini ve sosyalist kongreleri, şu ya da bu ülkedeki mevcut koşullarla doğrudan ilgili olmadıkları sürece, yalnızca yararsız değil, ama aynı zamanda zararlı sayıyorum. Bu kongreler, her zaman sayısız kez yinelenmiş genel bayağılıklarla hiç etki yapmayacak biçimde biterler.
Saygılarımla
Karl Marx
175
MARX’TAN CENEVRE’DEKİ VERA İVANOVNA ZASULİÇ’E
LONDRA, 8 MART 1881
Aziz yurttaş,
Son on yıldan beri dönemsel olarak geri gelen bir sinir hastalığı, 16 Şubat tarihli mektubunuza
310 daha önce yanıt vermemi engelledi. Sorarak beni onurlandırdığınız soruya, yayınlanmak üzere bir yanıt veremeyeceğim için çok üzgünüm. Aylar önce St. Petersburg komitesine
aynı konuda bir inceleme sözü vermiştim. Bununla birlikte, benim teorim denen şeyle ilgili yanlış anlama konusunda zihninizde beliren kuşkulan dağıtmam için birkaç satır yetecektir, umarım.
Kapitalist üretimin doğuşunu çözümlerken şöyle diyorum:
“Bu nedenle kapitalist üretim, üreticinin, üretim araçlarından kesinkes ayrılması üzerine dayandırılmıştır. ... Tüm bu gelişmenin temeli
tarımsal üreticinin mülksüzleştirilmesidir. Bu köktenci bir biçimde yalnızca İngiltere’de başarılmıştır...
[sayfa 140] Ama
Batı Avrupa’nın bütün öteki ülkeleri aynı süreçten geçmektedirler.” (
Kapital, Fransızca baskı, s. 315.)
Görülüyor ki, bu sürecin “tarihsel kaçınılmazlığı”
açıkça, Batı Avrupa ülkeleriyle sınırlandırılmıştır. Bu sınırlamanın nedeni XXXII, bölümün şu paragrafında gösterilmiştir:
“Bireyin çalışmasıyla üretilen
özel mülkün yerini, ... başkalarının emeğinin sömürülmesine, ücretli emeğe dayanan
kapitalist özel mülk almıştır” (
agy, s. 341.)
Batı Avrupa’daki bu gelişmede
bir özel mülkiyet biçiminin bir başka özel mülkiyet biçimine dönüşmesi sözkonusudur, Rus köylüleri durumunda, tam tersine,
onların komün mülkiyetini, özel mülkiyete dönüştürmek gerekmektedir.
Görüldüğü gibi,
Kapital’deki çözümleme, kırsal komünün yaşayabilirliği lehinde ya da aleyhinde herhangi bir kanıt getirmemektedir; ancak bu konuda yaptığım özel araştırma ve bu araştırma için orijinal kaynaklarından getirttiğim materyal beni bu komünün Rusya’nın toplumsal canlanışının dayanak noktası olduğuna inandırmıştır; ama onun bu işlevini yerine getirebilmesi için, her yönden bu topluma yönelen saldırılar bertaraf edilmeli ve ardından kendiliğinden gelişmenin normal koşulları ona sağlanmalıdır.
Derin saygılarımı lütfen kabul buyurunuz.
Saygılarımla
Karl Marx
176
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 12 MART 1881
... Devletin serbest rekabete her müdahalesini –koruyucu gümrük tarifelerini, loncaları, tütün tekelini, belli sanayi kollarının uysallaştırılmasını, dış ticaret derneğini ve
[sayfa 141] krallık porselen fabrikasını – “sosyalizm” diye adlandırmak Manchester burjuvazisinin, kendi çıkarı için yaptığı bir çarpıtmadır. Bunu
eleştirmeli, ama buna
inanmamalıyız. İnanır ve bu inanç temelinde bir teori geliştirirsek, sosyalizm olduğu savlanan bu şeyin bir yandan feodal bir gericilik, öte yandan hem para sızdırma mazereti, hem de olabildiği ölçüde proleteri devlete bağlı memur ve emekli durumuna getirmenin, böylece de disiplinli bir ordunun ve devlet memurları ordusunun yanısıra bir işçi ordusu kurmanın mazereti olduğu basitçe kanıtlandığı zaman, o teori, tüm dayanaklarıyla çöker. Fabrikalardaki ustabaşılar yerine devlet mekanizmasındaki amirlerin sağladığı zorunlu oy – ne hoş bir sosyalizm türü! Burjuvazinin inanmadığı, ama inanmış göründüğü şeye, yani devlet demek sosyalizm demektir düşüncesine inanırlarsa, insanların varacağı nokta işte budur. ...
177
MARX VE ENGELS’TEN, SLAVLARIN 21 MART 1881
TARİHİNDEKİ PARİS KOMÜNÜNÜN YILDÖNÜMÜ
TOPLANTISI311 BAŞKANINA
21 MART 1881
Yurttaş!
Toplantınıza katılma olanağına sahip olmadığımızı bildirmekten derin üzüntü duyuyoruz.
Paris Komünü, “düzen”i savunanların düzenlediği çirkin bir genel kıyıma yenik düştüğü zaman, utkuyu kazananlar, on yıldan az bir süre içinde çok uzaklardaki Peters-burgda
312 bir olay olabileceğini ve belki de bu olayın uzun ve şiddetli bir savaşımdan sonra bir Rus Komününün kurulmasına varacağını hiç düşünmemişlerdir.
Paris’i kuşatarak ve egemen burjuvaziyi, halkı silahlandırmaya zorlayarak Komünü hazırlayan Prusya kralının
on yıl sonra kendi başkentinde sosyalistler tarafından kuşatılacağını
[sayfa 142] ve tahtını, ancak kendi başkenti Berlin’de olağanüstü durum
313 ilan ederek kurtarabileceğini hiç düşünmemişlerdir.
Öte yandan, Komünün düşmesinden sonra, zulümleriyle, Uluslararası Emekçiler Derneğini resmi, dış örgütünden vazgeçmek zorunda bırakan kıta Avrupası hükümetleri – büyük uluslararası emek hareketini kararnamelerle ve özel yasalarla ezebileceklerine inanan bu hükümetler– on yıl sonra aynı uluslararası emek hareketinin, eskisinden çok daha güçlü biçimde, yalnızca Avrupa’daki değil, ama aynı zamanda Amerika’daki işçi sınıflarını da kucaklayacağını; ortak düşmana karşı ortak çıkarlar için ortak savaşımın onları yeni ve daha büyük ve kendiliğinden oluşuveren dernekleşmenin bütün dış biçimlerini taşacak ölçüde büyüyen bir Enternasyonalde birbirlerine kenetleyeceği hiç düşünmemişlerdir.
Böylece, eski dünya güçlerinin yeryüzünden silindiğine inandıkları Komün, daha da güçlü olarak yaşamaktadır; biz de sizinle birlikte haykırabiliriz:
Vive la Commune!
178
MARX’TAN HOBOKEN’DEKİ FRIEDRICH ADOLPH
SORGE’YE
[LONDRA] 20 HAZİRAN 1881
... Gönderdiğin Henry George
elime ulaşmadan önce, iki tane daha gelmişti, biri Swinton’dan öteki Wil-lard Brown’dan; bu yüzden ben de birini Engels’e, birini Lafargue’a verdim. Bugün yalnızca, kitap hakkındaki düşüncemi kısaca toparlamaya çalışacağım.
Teorik olarak adam, bütün bütün geri.
Artı-değerin doğasını hiç mi hiç anlamıyor; bu nedenle de artı-değerin özerk duruma gelen öğeleri hakkında, yani kâr, rant, faiz, vb, ilişkisi hakkında –İngiliz modelini izleyen ama ondan da geri
[sayfa 143] kalan– spekülasyonlara dalıyor. Toprak rantı devlete ödenmiş olsaydı her şey yolunda olurdu – onun temel dogması budur. (
Komünist Manifesto’daki
geçiş-dönemi önlemleri arasında bu tür ödemeler bulursun.) Bu düşünceyi burjuva ekonomistler başlatmıştır; ilkin (onsekizinci yüzyılın sonundaki benzer bir istemden ayrı olarak) Ricardo’nun hemen ölümünden sonra, onun
radikal havarileri ortaya atmıştır. Bu konuda Proudhon’a karşı 1847’de yayınladığım kitabımda şöyle diyorum: “Mill” (baba, oğul John Stuart değil, hoş o da bir ölçüde yumuşatılmış biçimiyle aynı istemi yineliyor ya) “Cherbuliez, Hilditch ve benzeri iktisatçıların, rantın, vergilerin yerini almak üzere, devlete verilmesini talep etmelerini anlıyoruz. Bu, sanayi kapitalistinin, yararsız bir şey, burjuva üretimin genel yapısı üzerinde bir fazlalık gibi gördüğü topraksahibine karşı beslediği nefretin içten bir ifadesidir.”
Zaten belirttiğim gibi,
Manifesto’da anlatıldığı üzere, kendisiyle çelişik olan ve olması gereken
birçok geçiş-dönemi önlemi arasında, bu toprak rantının devletçe alınmasını, biz kendimiz de benimsemiştik.
Ne ki, İngiliz
radikal burjuva ekonomistlerin bu
desideratum’unu,
sosyalist ilaca çeviren, bu işlemi şimdiki üretim biçiminde bulunan çelişkilerin çözüm çaresi ilan eden ilk kişi
Colins idi. Belçika’da doğan, Napoléon’un süvari birliklerinde subay olarak görev alan, Guizot’nun son dönemlerinde küçük Napoléon’un
314 ilk zamanlarında Paris’te oturan Colins bu “keşfi”ni, dünyaya kalın ciltlerle sunmuştu. Bir başka keşif daha yapmıştı: Tanrı yoksa bile, “
ölümsüz”
bir insan ruhu vardır, ve hayvanların “hiçbir duygusu” yoktur. Çünkü hayvanların duygusu, yani ruhu olsaydı, o zaman bizler yamyam olurduk ve yeryüzünde adalet hiçbir zaman egemen olmazdı. Çoğu Belçikalı olmak üzere onun izinden giden birkaç kişi, yıllarca onun “topraksahipliği karşıtı” teorisini, ruh teorisiyle vb., birlikte, her ay Paris’teki
Philosophie de l’Avenir’de öve öve bitiremediler. Kendilerine “
rasyonel kolektivistler”
adını veriyorlardı ve Henry George’u da övüyorlardı.
[sayfa 144]
Onlardan sonra ve onların yanısıra, daha başkaları gibi, bu “sosyalizm”i kalın bir kitaba yayan bir başka kişi, bir ara piyango bayiliği de yapmış olan doğu Prusyalı sığ beyinli bankacı Samter’di.
Colins’den bu yana bütün bu “sosyalistler”in ortak yanı şu ki,
ücretli emeği ve dolayısıyla
kapitalist üretimi yerli yerinde bırakırlar ve toprak rantı devlete ödenen bir vergiye dönüştürülürse, kapitalist üretimin
tüm kötülüklerinin ortadan kalkacağı inancıyla kendilerini ve dünyayı aldatmaya çalışırlar. Böylece yapılan tüm iş,
kapitalist egemenliği koruma, hatta şimdikinden
daha geniş bir temel üzerinde
yeniden kurma çabasının sosyalistçe donatılmasıdır.
Bu şeytanlık –aynı zamanda eşeklik– Henry George’-un açıklamalarından da hiç kuşkuya yer bırakmayacak biçimde dışarı sızıyor. Bunu o yaptığı zaman affedilmesi daha da güç, çünkü ötekilerin aksine onun, kendine şu soruyu sormuş olması gerekirdi: Uygar Avrupa’yla karşılaştırıldığı zaman, göreceli olarak, geniş halk yığınlarının toprak elde etmelerinin daha olanaklı olduğu ve halen öyle kaldığı Birleşik Devletlerde, nasıl oldu da kapitalist ekonomi ve ona uygun olarak işçi sınıfının köleleştirilmesi, bir ölçüde (gene göreceli olarak) başka herhangi bir ülkede olduğundan
daha hızlı ve
daha utanmasızca gelişti?
Öte yandan, George’un kitabı ve onun sizler arasında yarattığı heyecan dikkate değer; çünkü bu kitap
; ortodoks ekonomi politikten kurtuluşun, başarısız da olsa ilk denemesidir.
Yeri gelmişken söyleyeyim, Henry George, teori adamı olmaktan çok pratik kişiler olan
Amerikalı rant-karşıtlarının315 tarihi hakkında da hiçbir şey bilmiyormuş gibi görünüyor. Bunun dışında, örneğin California hakkında
Atlantic’de çıkan yazısının da gösterdiği gibi yetenekli bir yazar (Yanki reklam yeteneği de var). Ayrıca, bütün bu tür ilaç tacirlerini kaçınılmaz olarak derhal ayırdeden bir itici küstahlığı ve kabalığı da var.
Aramızda kalmak koşuluyla, maalasef eşimin hastalığı,
[sayfa 145] tedavi edilebilir türden değil. Birkaç güne kadar onu Eastbourne’a deniz kıyısına götüreceğim. Kardeşçe selamlar!
Sevgiyle
K. Marx
179
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 25 EKİM 1881
... Ama, Fransız İşçi Partisi program
taslağının biçimlendirilmesi sözkonusu olduğu zaman Guesde’in buraya geldiği doğru. Programın başlangıç bölümünü, burada benim odamda Lafargue’la benim önümde, harfi harfine, Marx söyledi, o yazdı: İşçi ancak, kendi emek araçlarına sahip olduğu zaman özgürdür –bu, iki biçimde olabilir: bireysel ya da kolektif; ekonomik gelişme nedeniyle bireysel sahipliğin modası geçmiştir ve her gün daha da geçmektedir; bu yüzden geriye yalnızca kolektif sahiplik kalır, vb.– kitleler için açıkça ve özlü biçimde yazılan, şimdiye dek eşine az raslanır türden inandırıcı bir başyapıt; bu kısa deyimleme beni şaşırttı. Sonra program içeriğinin geri kalan bölümleri görüşüldü; şuraya buraya bir şeyler ekledik, bir şeyler çıkardık. Ama Guesde’in, o aptalca asgari ücret istemini programa koymakta direnmesi gösteriyor ki, o hiç de Marx’ın sözcüsü değildir; gerçi o teorik olarak bunun saçma olduğunu itiraf etti ama, sorumluluğu bize değil Fransızlara ait olduğu için, sonunda dilediğin gibi davran dedik.
O sıralar Brousse Londra’daydı, seve seve katılmak isterdi. Ama Guesde’in zamanı azdı; ayrıca Brousse’un, yanlış anlaşılmış anarşist ifadeler üzerinde uzun uzadıya tartışmalara girişeceğini düşünüyordu; haksız da değildi. Gues’de Brousse’un o toplantıya katılmamasında, bu nedenle ısrar etti. Bu onun işiydi. Ama Brousse, onu hiçbir zaman affetmedi; Guesde’e karşı çevirdiği dolaplar da o tarihten başlar.
[sayfa 146]
Fransızlar daha sonra programı tartıştılar ve ufak-tefek değişikliklerle onayladılar; bu değişikliklerden Malon’un önerdikleri, hiçbir biçimde iyileştirme sayılamaz.
Bunun yanısıra ben
Égalité’nin II. sayısı için “Le socialisme de M. Bismarck” başlıklı iki makale yazdım; bildiğim kadarıyla Fransız hareketine bizim aktif katılımımız işte bu kadar.
Ne var ki, hiçbir halt olmayan ama bir şeyler olmak isteyen küçük homurtucular açısından en can sıkıcı olan şu: Teorik ve pratik başarılarıyla Marx kendisine öyle bir yer yaptı ki, birçok ülkede işçi sının hareketinin en iyi temsilcileri, ona yürekten güveniyor.
Kritik dönüm noktalarında ondan öğüt isterler ve genelde o öğütlerin en iyisi olduğunu görürler. Küçük ülkeler bir yana, Almanya’da, Fransa’da, Rusya’da onun konumu budur. İşte bu nedenle Marx’ın insanlara düşüncesini dayatması, hele hele arzusunu dayatması sözkonusu değildir; sözkonusu olan, insanların ona gelmesidir. Marx’ın hareket için çok büyük önem taşıyan özel etkisinin nedeni budur.
Malon da buraya gelmek istiyordu, ama Lafargue’ı araya koyarak, Marx’ın kendisine özel bir davet çıkarmasını sağlamaya çalışıyordu; doğal ki, bunu elde edemedi. Başkalarıyla nasıl görüşülüyorsa, onunla da seve seve görüşülürdü, ama onu davet etmek niye? Şimdiye dek kim böyle davet edildi?
Marx ve ikinci olarak da ben, öteki ulusal hareketlere karşı olduğu gibi Fransızlara karşı da bu tutumu benimsedik. Zamanımızı harcamamıza değdiği ölçüde ve fırsat oldukça biz onlarla devamlı teması sürdürürüz. Ama bu insanları kendi arzularına karşın etkilemeye çalışmak, yalnızca zarar verir; Enternasyonal günlerine kadar geri giden eski güveni yıkar. Gerçekten de biz devrimci sorunlarda çok fazla deneyim kazandık. ...
[sayfa 147]
180
MARX’TAN HOBOKEN’DEKİ FRIEDRICH ADOLPH
SORGE’YE
[LONDRA] 15 ARALIK 1881
... İngilizler son zamanlarda
Kapital’le vb., daha fazla meşgul olmaya başladılar.
Contemporary’nin geçen
Ekim sayısında (ya da Kasım, tam emin değilim)
John Rae’nin, sosyalizm konusunda bir makalesi vardı. Çok yetersiz, yanlışlarla dolu, ama önceki gün bir İngiliz arkadaşımın bana dediği gibi “dürüstçe”. Peki niçin dürüstçe?
Çünkü John Rae, tehlikeli teorilerimi kırk yıldan beri “
kötü”
itilerle yaydığımı
sanmıyormuş. “
Seine Grossmut muss ich loben”.
Eleştirdiğiniz konuyu hiç değilse yeter ölçüde bilecek kadar kendinizi bilgilendirmenizin dürüstlüğü, öyle anlaşılıyor ki, Britanyalı darkafalılığın yazarlarınca pek bilinmiyor.
Bundan önce Haziran başında,
Hyndman diye biri (daha önce evime de sızmıştı) küçük bir kitap yazdı:
England for All.
Kitabın, yarı-burjuva, yarı-proleter İngiliz ve İskoç farklı radikal toplulukların derneği olarak bu yakınlarda kurulan “
Demokratik Federasyon”unu
316 programı için bir
exposé olarak yazıldığı öne sürülüyor. Kitabın emek ve sermaye üzerine bölümleri, ya Kapital’den harfi harfine alınmış parçalar, ya da dolambaçlı olarak söylenmiş biçimleri; ama bu ahbap ne kitabın adını anıyor ne yazarının, yalnızca teşhir edilmekten, önsözdeki şu sözlerinin arkasına sığınarak kendini koruyor:
“II. ve III. bölümlerdeki konuların ve düşüncelerin çoğunu, büyük düşünür, orijinal yazar, vb., vb.’nin çalışmasına borçluyum.”
Bana
vis-à-vis bu ahbap, aptal özür mektupları yazdı; örneğin, “İngilizlerin yabancıların kendilerine ders vermesinden hoşlanmadığı” gibi, ya da “benim adımdan çok
[sayfa 148] nefret edildiği” gibi, vb.. Bütün bunlar bir yana, gerçi adam “zayıf bir taşıyıcı ve –bir şeyi öğrenmenin ilk koşulu olan– konuyu iyice araştırma sabrını bile göstermekten yoksun ama, –
Kapital’den aşırma yaptığı ölçüde– küçük kitabı iyi bir propaganda oluyor. Bütün bu sevimli orta-sınıf yazarlar –eğer uzman değillerse– herhangi bir lehte rüzgar sayesinde elegeçirdikleri herhangi bir yeni düşünceden
derhal para kazanmak, ün yapmak ya da siyasal sermaye çıkarmak için kıvır kıvır kıvranıyorlar. Bu ahbap da beni dışarı davet edip kolay yoldan öğrenmek için birçok akşamımı çaldı.
Son olarak geçen Aralık ayının ilk günü aylık dergi
Modern Thought’da
Ernest Belfort Bax’ın bir makalesi (sana bir kopyasını göndereceğim) vardı: “Modern Düşüncenin Önderleri”; No. XXIII -
Karl Marx.
Bu, yeni fikirlere karşı gerçek bir hevesle dolup taşan ve İngiliz darkafalılığına cesaretle karşı koyan ilk İngiliz yayını. Bu, benim özgeçmişim hakkında yazarın verdiği bilgilerin çoğunun yanlış olmasını vb. engellemiyor. Benim ekonomik ilkelerimin ortaya konuşu ve onun yaptığı çevirilerde (yani
Kapital’den alıntılarda) çoğu şey yanlış ve karmakarışık; ama bunlara karşın, Londra’nın göbeğindeki duvarlarda kocaman harflerle yazılmış afişlerle ilan edilen bu makalenin yayınlanması büyük heyecan yarattı. Benim için en önemli olanı da şuydu:
Modern Thought’un andığım sayısını 30 Kasımda aldım ve sevgili eşim yaşamının son günlerini keyifli geçirdi. Bu tür şeylere duyduğu tutkulu ilgiyi bilirsin.
[sayfa 149]
1882
181
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 25 OCAK 1882
... Almanya’daki “liderler” arasında olup-bitenlerle ilgili haberler bizi çok ilgilendiriyor. Özellikle parti, –basın ve ajitasyon sayesinde– liderleri için tereyağı üreten sağmal inek durumuna geldiğinden beri, Almanya’daki yığınların, benim gözümde, yönetimdeki baylardan çok daha iyi olduklarını hiçbir zaman saklama gereğini duymadım; ve şimdi de Bismarck’la burjuvazi aniden sağmal ineği kesiverdiler. Bu yüzden ekmek kapısını yitiren bin kişi, bir de doğrudan devrimci yerine konmadığı, yani sürgüne gönderilmediği için kişisel talihsizlikle karşılaştı. Böyle olmasaydı, şimdi talihinden yakınanların çoğu Most’un kampında yeralır ya da şu ya da bu biçimde
Sozialdemokrat’ı
317 çok uysal bulurdu. O insanların çoğu Almanya’da kaldı ve kalmak zorundaydı; çoğu gerici yerlere gittiler, toplumsal yönden sürgünde gibiydiler; geçimleri için darkafalı görgüsüzlere bağımlıydılar; çoğuna da darkafalılık bulaştı. Kısa sürede, tüm umutlarını
[sayfa 150] Sosyalistler Yasasının yürürlükten kaldırılmasına bağladılar. Darkafalılığın baskısı altında, yumuşak başlı davranırlarsa, bunun başarılabileceği gibi, gerçekten saçma bir düşüncenin onları sarmasına hiç şaşmamak gerek. Almanya, iradesi zayıf insanlar için melun bir ülkedir. Siyasal ilişkiler kadar sivil ilişkilerin de darlığı ve hasisliği, büyük kentlerin bile küçük kasaba karakteri, polisle ve bürokrasiyle didişmelerde karşılaşılan küçük ama giderek artan sıkıntılar – bütün bunlar, insanı tüketir ve direnci mahmuzlamaz ve bu büyük anaokulunda birçok kişi çocuklaşır. Çapsız ilişkiler, çapsız görüşlere babalık eder; bu nedenle, Almanya’da yaşayan birinin yakın çevresinin ötesini görebilmesi, dünya olayları arasındaki iç bağlantıları gözden kaçırmaması ve burnunun ötesini göremeyen, bu yüzden de bu tür binlerce kişi tarafından paylaşıldığı zaman bile darkafalı bir öznellikten öteye geçmeyen kendinden emin bir “nesnelliğe” saplanıp kalmaması, büyük bir zekayı ve enerjiyi gerektirir.
Ne var ki, “önsezi eksikliğini ve kararsızlığı, nesnel” bir bilgiçlikle maskeleyen bu eğilimin yükselişine karşı, bu yükseliş ne kadar doğal olursa olsun, kararlı biçimde savaşılmalıdır. İşte burada en sağlam dayanak, işçi yığınların kendileridir. Almanya’da az-çok modern koşullar altında yaşayanlar yalnızca onlardır; büyük-küçük bütün dertleri, sermayeden kaynaklanan baskıda odaklaşır; Almanya’daki tüm öteki kavgaların, siyasal olduğu kadar toplumsal kavgaların hepsi, başka yerde şimdiye dek çoktan halledilebilir türden küçük ve önemsiz kavgalar olduğu halde, işçilerin kavgası, eşsiz bir biçimde verilen tek kavgadır, şimdiye dek savaşçılarını tüketip bitirmeyen, onlara hep yeni enerji veren tek kavgadır....
182
ENGELS’TEN CENEVRE’DEKİ JOHANN PHILIPPBECKER’E
LONDRA, 10 ŞUBAT 1882
... Sizin önerinizi ele aldık, uzun uzun değerlendirdik; uygulamaya konması için henüz zamanın gelmediğini, ama
[sayfa 151] yaklaşmakta olduğunu düşünüyoruz.
Her şeyden önce yeni, resmen örgütlenmiş bir Enternasyonal Almanya’da, Avusturya’da, Macaristan’da, İtalya ve İspanya’-da yeni yeni zulümlere yolaçar ve sonunda insanı ya tüm işten vazgeçme ya da
gizli sürdürme seçeneğiyle karşı karşıya bırakır. İkincisi kaçınılmaz biçimde fesatçılık ve komplo arzularına ve polis muhbirlerinin kaçınılmaz sızmalarına yolaçacağı için talihsizlik olur. Fransa’da bile. feshedilmemiş olan Enternasyonale karşı yeni bir yasa çıkarılması olanaksız değildir.
İkinci olarak,
Égalité ile
Proléaire318 arasındaki tartışma sürüp giderken, Fransızlara bel bağlamamak gerekir. Taraflardan birinin yanında yeralmak zorunda kalınacak, ve bunun da kendi sakıncaları var. Kişi olarak bizler sözkonusu olduğumuz zaman,
Égalité’den yanayız; ama onları
şimdiki durumda açıkça desteklememeye özen gösteriyoruz; çünkü açıkça uyarmamıza karşın ardarda taktik gaflar yapıyorlar.
Üçüncüsü, şimdilerde İngilizler her zamankinden daha uzak duruyor. Eski çartist hareketi başlangıç noktası alarak, başyazılarını yazdığım
Labour Standart319 aracılığıyla, beş ay boyunca düşüncelerimizi yaymaya ve herhangi bir tepki gelip gelmeyeceğini görmeye çalıştım. Ama çıt çıkmadı; sonunda iyi niyetli ama ürkek biri olan yayın yönetmeni, kıta Avrupası üzerine gazetede yazdığım münkirce yazılardan korkmağa başlayınca, vazgeçtim.
Şimdi bu durumda geriye, Belçika’nın dışında,
yalnızca sığınmacılarla sınırlı bir Enternasyonal kalabilir; çünkü bir olasılıkla Cenevre ve çevresi dışında İsviçre’ye bile bel bağlanamaz –
vide Arbeiterstimme ve Bürkli.
Ama, yalnızca sığınmacılara dayanarak bir örgüt kurmaya da değmez; çünkü Hollandalılar, Portekizliler ve Danimarkalılar bu bakımdan pek farketmez, Sırplara ve Romenlere de ne kadar az bel bağlanırsa o kadar iyidir.
[sayfa 152]
Öte yandan, Enternasyonal gerçekte
varlığını sürdürüyor. Uygulanabilirliği ölçüsünde, tüm ülkelerdeki devrimci işçiler arasında bir bağlantı mevcuttur. Her sosyalist gazete, enternasyonal bir merkezdir; Cenevre’den, Zürih’ten, Londra, Paris, Brüksel ve Milano’dan her yöne doğru, birbirini kesen ve yeniden kesen bir ağ yayılmaktadır; öyle ki, bu küçük merkezleri büyük bir ana merkez çevresinde yeniden gruplamanın, harekete bugün için nasıl bir yeni güç katacağını gerçekten düşünemiyorum. Çok olasıdır ki, yalnızca sürtüşmeyi artırır. Ama güçleri toparlama zamanı geldiğinde, bu bir an meselesi olacaktır ve uzun hazırlıklara da gerek göstermeyecektir. Her ülkenin önde gelen savaşçılarının adları, bütün öteki ülkelerde bilinmektedir; onların tümünün imzalayıp onaylayacağı bir manifesto, genelde tanınmayan eski genel konseydeki üyelerin adlarının yaratacağı etkiden oldukça farklı müthiş bir izlenim yaratır. İşte tam da bu nedenle, böyle bir gösteri, belirleyici bir etki yapabileceği an için, yani Avrupa’daki olayların gerektireceği an için saklı tutulmalıdır. Aksi durumda, gelecekteki etki zarar görür ve boşluğa kurşun sıkılmış olur. Ne var ki, bu tür olaylar, devrimin öncüsünün savaşa tutuşacağı Rusya’da giderek olgunlaşıyor. Bizim görüşümüze göre, bunu ve Almanya üzerinde yapacağı kaçınılmaz etkiyi beklemek gerekir; ondan sonra, artık bir propaganda topluluğu değil bir eylem topluluğu olması gereken Enternasyonalin
resmen kurulmasının ve büyük bir gösterinin zamanı gelecektir. Bu nedenle, böyle mükemmel bir çarpışma aracının devrimin henüz öngününde olduğumuz, havanın göreceli olarak hâlâ sakin olduğu bir dönemde kullanılarak ve aşındırılarak zayıflatılmaması gerektiği düşüncesindeyiz.
Konuyu yeniden gözden geçirdiğiniz zaman, bizimle aynı görüşü paylaşacağınıza inanıyorum. Bu arada, her ikimiz size geçmiş olsun diyoruz, sağlığınıza hızla kavuşmanızı diliyoruz ve tamamıyla iyileştiğinize ilişkin bir haberi kısa sürede sizden alacağımızı umuyoruz.
[sayfa 153]
Her zamanki gibi sevgiyle
F. E.
183
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 3 MAYIS 1882
... Derneğin, Demokratik Federasyon konusunda sizi aldatmasına izin vermeyin. Şimdiye dek hiçbir değeri olmadı. Başında, yalnızca İrlandalıların yardımıyla ve özellikle İrlandalıların amaçları için büyük bir toplantı düzenleyebilen; parlamento için aday adayı, eski bir muhafazakar olan Hyndman adında muhteris biri var. O zaman bile, ancak üçüncü planda rol oynayabilir; yoksa İrlandalılar tozunu attırırlar.
Gladstone, kendini müthiş ölçüde itibardan düşürdü. İrlanda politikası tümden karaya oturdu. Forster’ı ve İrlan-da’daki lord
lieutenant Cowper-Temple’ı (babası, ana tarafından bir Palmerston’dur) görevden almak v
e pater peccavi demek zorunda. İrlandalı milletvekilleri serbest bırakıldı; Olağanüstü Durum Yasası yeniden uzatılmadı; çiftçilerin kira borçlarının bir bölümü affedilecek, bir bölümü de adil bir amortisman karşılığı devlet tarafından yüklenilecek. Öte yandan Toryler,
ne kurtarılabilirse onu kurtarmak istedikleri bir aşamaya geldiler: Çiftçiler toprağa
elkoymadan, Prusya modeline göre, devlet yardımıyla kiraları ödemeleri gerekiyor ki, toprak sahipleri, hiç değilse
bir şeyler alabilsin. İrlandalı bizim tembel John Bull’umuza
yerinden kıpırdamayı öğretiyor. Silahlı çatışmadan çıkan şey bu oldu!
184
ENGELS’TEN VİYANA’DAKİ KARL KAUTSKY’YE
LONDRA, 12 EYLÜL 1882
... İngiliz işçilerin, sömürge politikası hakkında ne düşündüğünü soruyorsunuz. Evet, politika hakkında genel olarak ne düşünüyorlarsa onu; burjuva ne düşünüyorsa onu. Burada işçi
[sayfa 154] partisi yok, yalnızca muhafazakarlar ve liberal-radikaller var; işçiler de İngiltere’nin dünya pazarındaki ve sömürgelerdeki tekelinden kendi paylarına düşeni, keyifle tüketiyorlar. Benim görüşüme göre, asıl koloniler, yani Avrupalı nüfusun yerleştiği ülkeler –Kanada, Kap, Avustralya– hepsi bağımsız hale gelecek; öte yandan boyun eğdirilmiş ülkeler olan yerli nüfusun yaşadığı –Hindistan, Cezayir ve Hollanda’nın, Portekiz’in ve İspanya’nın ellerine bulunan– ülkeler şimdilik proletarya tarafından devralınmalı ve olabildiği ölçüde hızla bağımsızlığa ulaştırılmalıdır. Bu süreç nasıl gelişir, söylemesi güç. Hindistan belki, hatta çok olasıdır ki, bir devrim yapacaktır; ama proletarya kendi kurtuluşu sürecinde herhangi bir sömürge savaşını yürütemeyeceği için, Hindistan’a ne yapması gerektiği söylenemeyecektir; kuşkusuz böyle işler, her türlü yıkımı yapmadan geçip gitmez, ama tüm devrimlerde böyle şeyler olur. Aynı şey başka yerlerde de örneğin Cezayir’de ve Mısır’da da olabilir; ve
bizim için en iyisi kuşkusuz bu olacaktır. Bizim, kendi ülkemizde yapacak yeterince işimiz var. Yeniden örgütlenmiş bir Avrupa ve bir Kuzey Amerika öylesine dev bir güce erişecek ve öylesine bir örnek oluşturacaktır ki, yarı-uygarlaşmış ülkeler otomatik olarak onların izinden yürüyecektir; yalnızca ekonomik nedenler bile onları bu doğrultuya itecektir. Bana öyle görünüyor ki, bu ülkelerin bizim gibi, aynı biçimde, sosyalist örgütlenmeye ulaşmadan önce geçmek zorunda oldukları toplumsal ve siyasal evreler üzerine yapacağımız varsayımlar yalnızca boşuna olur. Tek bir şey kesin: Utkun proletarya, öyle yaparak kendi utkusunu dinamitlemeden, hiçbir yabancı halka mutluluk dayatamaz. Bu kuşkusuz değişik türden savunma savaşlarını dışlamaz....
185
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 20 EKİM 1882
Azizim Bay Bernstein,
Size uzun zaman var ki, Fransa olayları konusunda
[sayfa 155] yazmak istiyordum, ancak şimdi zaman bulabildim. Bunun iyi yanı şu ki şimdi bir taşla iki kuş vurabilirim.
1.
St.-Étienne. Belçikalıların iyi niyetli öğütlerine karşın, kaçınılmaz olan şey oldu, uzlaşmaz unsurlar ayrıldı.
320 İyi de oldu. Başlangıçta,
parti ouvrier kurulduğu zaman, programı kabul eden herkesin üyeliğe alınması gerekiyordu; bunu gizli düşüncelerle yapmışlarsa, sonunda zaten ortaya çıkardı. Biz burada, Malon ve Brousse hakkında hiç yanılmadık. Her ikisi de bakuninci entrika okulunda yetişmişlerdi. Hatta Malon, gizli bir “ittifak” kurulmasında Bakunin’in suç ortağıydı (17 kurucu üyeden biriydi). Ama, bakuninci teoriyle birlikte bakuninci pratikten de vazgeçip vazgeçmediklerini göstermeleri için kendilerine bir şans verilmeliydi. Olayların akışı, programı, kesintiye uğratmak gibi gizli bir niyetle kabul ettiklerini (ve saflığını bozdular – Malon onu daha da kötüleştiren birçok değişiklik yaptı) ortaya koydu. Rheims’da ve Paris’te başlatılan, St.-Étienne’de bitirildi. Programın, proleter sınıf karakteri makaslandı. 1880 tarihli komünist öndeyiş bölümü kaldırıldı, onun yerine Fransız prudoncular çok geri oldukları, ama onları dışlamamak da gerektiği için öyle geniş çerçevelenen, 1866 tarihli Enternasyonal tüzüğü kondu. Her yerel örgüte, dilediği zaman herhangi bir özel amaç için özel program yapma hakkı verildiğinden, programın pozitif istemler bölümü kaldırıldı. Sözümona St.-Étienne Partisi, işçi partisi değildir, herhangi bir parti bile değildir, çünkü gerçekte programı yok. En fazlasıyla bir Malon-Brousse partisidir. Bu ikilinin, eski programa yöneltebildikleri en güçlü itiraz, çektiğinden fazla insanı ittiğiydi. Bu şimdi düzeltildi: Artık ne prudoncuların ne de radikallerin parti dışında kalma gerekçeleri var; Malon ve şürekası fırsatım bulurlarsa, Fransız proletaryasının resmi söylemi, Vollmar’ın yakındığı “devrimci karmaşa” olur.
Tüm Latin ülkelerinde (ve belki başka yerlerde de) kongre üyelerinin yeterliliği konusunda büyük bir gevşeklik egemen. Çoğu gün ışığına dayanamaz. Bu aşırıya kaçmadığı ve
[sayfa 156] yalnızca ikincil önemde sorunlarla sınırlı kaldığı sürece, verdiği zarar az olmuştu. Ancak bakuninciler, bu pratiği kural durumuna getirdiler (önce Jura’da); sahte üyelikler yaratmayı düzenli bir iş durumuna getirdiler; bu yoldan tepeye tırmanmaya çalıştılar. Şimdi aynı şey, St.-Étienne’de oldu. Her yolu –yalan, karalama, gizli klikçilik– mubah sayan eski bakuninci taktikler, genelde, kongre hazırlıklarına egemen oldu. Brousse’un usta olduğu tek meslek budur. Jura gibi küçük bir alanda küçük bir kesimde başarılı olabilen pratiklerin, büyük bir ülkenin gerçek işçi partisine uygulandığı zaman, bu yöntemleri ve savaş manevralarını kullananları eninde sonunda yıkacağını insanlar unutuyorlar. St.-Étienne’deki sahte utku çok sürmeyecek ve Malon’un ve Brousse’un sonu, kuşku yok, yakında gelecek.
Öyle görünüyor ki, büyük bir ülkenin
her işçi partisi, genelde diyalektik gelişmenin yasalarıyla tutarlı olan iç savaşım yoluyla gelişebilir. Almanya’daki parti, şimdi bulunduğu noktaya Eisenach’çılarla lasalcılar arasındaki savaşım sonucu geldi; kavganın büyük rolü oldu. Birleşme ancak, Lassalle’ın maşa olarak kullanmak için bilerek eğittiği bir alçaklar çetesi ömrünü tamamladıktan sonra olanaklı oldu; ve o zaman bile alelacele bizim tarafımızdan gerçekleştirildi. Fransa’da, bakuninci teoriyi kurban verse de bakuninci savaşım yöntemlerini kullanmayı sürdüren, aynı zamanda kendi özel çıkarları uğruna hareketin sınıf karakterini kurban etmek isteyen insanlar da yararlı olmaktan çıkmalıdırlar ki, birleşme yeniden olanaklı olsun. Şimdiki koşullarda birlik için öğüt vermek ancak budalalık olur. Bugünün koşullarında sakınılamaz olan çocukluk hastalıklarına karşı ahlaksal öğüt vermenin hiçbir yararı yoktur.
Aklıma gelmişken, Roanne’lılar da sürekli ve sert eleştiriyi hakediyorlar. Devrimci lafazanlığa ve eylem güdüsü zayıflığına kendilerini çok sık kaptırıyorlar. ...
[sayfa 157]
186
ENGELS’TEN LEİPZİG’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 28 EKİM 1882
... İkinci makaleyi
iki-üç kişi konuşmalarıyla okumamı sürekli keserlerken alelacele okudum. Yoksa, Fransız Devrimini algılayış biçiminden giderek ondaki Fransız etkisini ve kuşkusuz bununla birlikte Vollmar’ımı da yakalardım. Siz bu yanını çok doğru yakalamışsınız. Bu, ensonu, “tek gerici yığın” üzerine söylenenlerin düşlenen gerçekleşmesidir. Bütün resmi partiler
burada bir yumak içinde birleştiler ve biz sosyalistler
şurada bir müfrezeyiz – sonucu belirleyici büyük çarpışma; bütün cephe hattında bir darbeyle utku. Gerçek yaşamda işler bu kadar basit değil. Gerçek yaşamda, sizin de değindiğiniz gibi, devrim öteki türlü başlıyor, halkın büyük çoğunluğunun ve ayrıca resmi partilerin çoğunluğunun hükümete karşı toparlanmasıyla ve böylece tek başına bırakılan hükümeti devirmesiyle başlıyor; ve resmi partilerden hâlâ ayakta kalmış olanlar karşılıklı olarak, ortaklaşa ve başarıyla biri ötekinin yıkımını gerçekleştirdikten sonra Vollmar’ın sözünü ettiği, bizim yönetim şansımızı da beraberinde getiren büyük bölünme ortaya çıkıyor. Vollmar gibi, doğrudan devrimin
son eylemi ile başlamak isteseydik, çok kötü bir durumda kalırdık. ...
Fransa’da uzun süreden beri beklenen bölünme gerçekleşti. Guesde ve Lafargue’ın, Malon ve Brousse’la ilk başlarda giriştikleri işbirliği, parti kurulurken belki de sakınılamaz bir şeydi; ama Marx ve ben, bunun süreceği yanılsamasına hiç kapılmadık. Konu tamamen bir ilke sorunudur: Savaşım, proletaryanın burjuvaziye karşı
bir sınıf savaşımı olarak mı yürütülecek, yoksa en âlâsından oportünist bir (ya da bu sözcüğün sosyalist çeviride kullanıldığı biçimiyle:
possibilist)
[sayfa 158] tutumla, daha çok oyun, daha çok “yandaş”ın kazanılabilecek olduğu durumlarda ve yerlerde, programla birlikte hareketin sınıf karakterinin de bir yana bırakılmasına izin mi verilecek? Malon ve Brousse, kendilerinin ikinci seçenekten yana olduklarını ilan ederek hareketin proleter sınıf karakterini kurban etmişler ve bölünmeyi kaçınılmaz hale getirmişlerdir. Pek güzel. Proletaryanın gelişmesi her yerde, iç savaşımdan geçer ve şimdi ilk kez bir işçi partisi kuran Fransa, ayrıksın değildir. Almanya’da biz, (lasalcılarla) iç savaşımın ilk evresini geride bıraktık; henüz önümüzde başka evreler var. Olabildiği zaman birlik iyi bir şeydir; ama birliğin üstünde olan başka şeyler de var. Bir insanın tüm yaşamı, Marx’la benim gibi, başkalarına karşı olduğundan daha şiddetle, sosyalistliği kendinden menkul olanlarla savaşarak geçmişse (çünkü biz burjuvaziyi her zaman bir sınıf olarak gördük ve burjuva bireyle çatışmaya girmedik) o zaman o insan kaçınılmaz savaşım patlak verdi diye büyük bir kedere kapılmaz.
Umarım, onlar sizi parmaklıkların arkasına koymadan önce bu mektup elinize ulaşır. Marx’la Tussy’den yürekten sevgiler. Marx hızla iyileşiyor, zatülcenpi geri gelmezse gelecek sonbaharda, yıllardan beri olmadık biçimde iyi olacak.
Käfigturm’da
(Bern’de böyle derler) Liebknecht’i görürseniz, hepimizin derin saygılarını söyleyiniz.
Sevgiyle
F. E.
187
ENGELS’TEN VENTNOR’DAKİ MARX’A
LONDRA, 15 ARALIK 1882
Sevgili Mohr,
Mark’a
eki ilişikte gönderiyorum. Lütfen
Pazara, geri gönder ki, ben de Pazartesi günü onu yeniden gözden
[sayfa 159] geçirebileyim – son revizyonu bugün yapamadım.
Ortaçağ köylüsünün durumu ve onbeşinci yüzyılın ortasında
ikinci serfliğin ortaya çıkışı konusunda burada ortaya konan görüşü, tümüyle yadsınamaz buluyorum. İlgili bölümleri bulmak için Maurer’i başından sonuna okudum ve öne sürdüğüm görüşlerin hemen hepsinin
dayanağını, üstelik kanıtlarıyla orada buldum; onların yanısıra, görüşlerimin tam tersini de gördüm ama hem kanıtlarla desteklenmemişti, hem de tartışma konusu döneme ilişkin
değildi. Bu, özellikle
Fronhöfe, cilt 4, sonuç bölümü için doğru.
Maurer’deki bu çelişkilerin nedeni: 1) her dönemden örnekler ve kanıtlar alma ve hepsini birbirine karıştırma alışkanlığı, 2) sorun bir
gelişme sürecinin anlaşılması olduğu zaman, yolunu tıkayan tüzel yetersizliğinin kalıntıları, 3)
zora ve zorun oynadığı role yeterince önem vermemesi, 4) karanlık ortaçağdan bu yana işlerin daha iyiye dönmesi doğrultusunda kararlı bir ilerlemenin olması
gerektiği yolundaki aydınlanmacı önyargı; bu, onun, yalnızca, gerçek ilerlemenin karşıt niteliğini değil, gerilemenin belli olgularını da görmesini engelliyor.
Yazdıklarımın, tek bir parça değil, ama biraraya getirilmiş bir yamalı bohça olduğunu göreceksin. İlk taslak tek bir bütündü, ama ne yazık ki yanlıştı. Materyali parça parça inceledim, yamanın çok olmasının nedeni de bu.
Aklıma gelmişken söyleyeyim, serfliğin genel olarak yeniden anlatılmasının nedenlerinden biri, onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda Almanya’da sanayinin neden hiç gelişemediğini göstermekti. Her şeyden önce, loncalar arasında
tersine bir işbölümü vardı – manüfaktürdekinin karşıtı; atelye
içinde işbölümü yerine,
loncalar arası işbölümü. Bu evrede, İngiltere’de loncaların bulunmadığı taşraya göç gerçekleşmişti; ama Almanya’da köylülerin ve kırsal komün halkının serfe dönüşmesi, bunu engelledi. Ama bu, yabancı manüfaktür rekabetinin başlamasıyla beraber, loncaların da
[sayfa 160] kesin olarak çökmesine neden oldu. Almanya’da Alman manüfaktürünü geciktirmekte rol oynayan öteki nedenleri burada anmayacağım.
Bugün gene bütün gün sis ve gaz lambaları vardı. Hartmann’ın bataryası anlaşılan aydınlanmada bir işe yaramıyor, olsa olsa telgraf, vb. için kullanılabilir. Kesin bir şey ortaya çıkınca, bu konuda daha ayrıntılı yazarım.
Sağlıcakla kal. Yakında havanın, dışarıya çıkmana elvereceğini umarım.
[sayfa 161]
Sevgiyle
F. E.
1883
188
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 18 OCAK 1883
... Grillenberger’in ve
Sozialdemokrat’ın, Puttkamer’in ikiyüzlülüğüne verdikleri yanıtlar
321 çok hoşumuza gitti. İşte böyle yapılır. Birçoğunun hâlâ yaptığı gibi, hasmının darbeleri altında kıvrılıp bükülmek değil, hiç zarar verme kastının olmadığı biçiminde özürler kekelemek, yalvarıp yakarmak değil. İnsan karşı darbeyi vurmalı, düşmanın bir darbesine karşılık iki ya da üç darbe savurmalı. Bizim taktiğimiz, öteden beri böyleydi ve bütün düşmanlarımıza üstün geldik. Fritz
generallerine verdiği talimatlardan birinde “bundan ötede, bizim askerlerimizin dehası, saldırılarındadır ve bu çok iyi” demişti; Almanya’daki işçilerimizin davranış biçimi de budur. Ama örneğin Kayser, tüm sıradışı yasaların görüşülmesi sırasında kendini geri çeker –
cnin
özeti doğru
[sayfa 162] ise– biz yalnızca Pickwick
tipi devrimcileriz diye hayıflanırsa, ne hükmü kalır? Oysa denmeliydi ki: Tüm Reichstag ve Bundesrat üyeleri, orada oluşlarını bir devrime borçludurlar; ihtiyar Wilhelm da üç tacı ve bir özgür kenti
322 yuttuğu zaman devrimciydi; tüm meşruiyet fikri, tüm yasallık temeli dedikleri de halkın istencine karşın yapılan ve halka karşı yöneltilen sayısız devrimlerin ürününden başka bir şey değildir. Ah, binbir çabayla, “devşirmelerde birlikte partiye aşılanan şu körolası Alman düşünce ve irade zayıflığı! Bundan artık bir kurtulsak!..
189
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 27 ŞUBAT [-1 MART] 1883
... Alman partisine, Fransız, Amerikan ya da Rus partilerine ait olduğumuzdan hiç de daha fazla ait değiliz, ve kendimizi minimum programa
ne kadar az bağlı sayıyorsak Alman programına da o kadar az bağlı sayabiliriz. Biz,
uluslararası sosyalizmin temsilcileri olarak bu özel statümüze ağırlık veriyoruz. Bu statü, Almanya’ya dönüp oradaki savaşımda doğrudan yeralıncaya dek herhangi bir ulusal partiye bağlı olmamızı da yasaklıyor. Şimdi ise anlamsız olur....
Parti içindeki küçük-burjuva ve darkafalı zihniyetle savaşmak için elimizden gelen her şeyi yaptık, çünkü, Otuz Yıl Savaşı sırasında gelişen bu zihniyet, Almanya’daki
bütün sınıflara musallat oldu; Almanlar için kalıtımsal bir bela halini aldı; köleliğin, boyun eğmenin ve bütün kalıtımsal kötü huyların kardeşi oldu. Bizi yurtdışında gülünç duruma düşüren, hakarete uğratan da bu. Aramızda egemen olan karakter gevşekliğinin ve zayıflığının ana nedeni de bu; kralın
[sayfa 163] tahtında da o oturuyor, ayakkabı tamircisinin kulübesinde de o. Almanya’da, ancak
modern proletaryanın ortaya çıkışından bu yana, bu kalıtımsal Alman hastalığından hiç etkilenmeyen bir sınıf, savaşımda sağlamlığını, mizah-severliğini, enerjisini ve aydınlık görüşünü sergileyen bir sınıf gelişti. Almanya’daki tek sağlıklı sınıf olan bu sınıfa, kalıtımsal dar-kafalı gevşekliğinin ve ham halat darkafalılığının zehirini yapay biçimde akıtma çabalarının her türlüsüyle savaşmamız gerekmez mi? Ne ki, bazı suç girişimlerinden
323 ve Sosyalistler Yasasından
324 hemen sonra kapıldıkları korku içinde önderler öylesine kaygıya kapıldılar ki, bu, onların darkafalılar arasında çok fazla yaşadıklarını ve darkafalıların görüşlerinden çok fazla etkilendiklerini ortaya koydu. O tarihlerde niyetleri, parti darkafalı bir parti
haline gelmese de öyle
görünmesi idi. Bereket versin, artık bütün bunların üstesinden gelindi; ama Sosyalistler Yasasından kısa süre önce partiye alınan ve özellikle üniversite bitirmişlerle sınavlarını henüz vermemiş üniversite öğrencileri arasında görülen bu darkafalı unsurlar hâlâ oradalar ve dikkatle izlenmelidirler. ...
190
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 14 MART 1883
Sevgili Bernstein,
Telgrafımı almış olmalısınız. Her şey müthiş bir hızla olup bitti. Tam da umutlanmışken, bu sabah ani bir güç yitimi ve sonra uykuya dalıverdi. İki dakika içinde bu deha beynin düşünmesi durdu, üstelik tam da doktorların, iyileşeceği umutlarıyla bizi yüreklendirdikleri bir sırada. Bu insanın, hem teori açısından, hem önemli anlarda pratik sorunlar açısından bizim için değerini, ancak, onunla sürekli birlikte olmuş biri bilebilir. Onun geniş ufukları, onunla birlikte, gelecek uzun yıllar için sahneden çekilip gidecek. Geride kalan
[sayfa 164] bizler, henüz o yetenekte değiliz. Hareket kendi yolunda yürüyecek, ama onun şimdiye dek kendisini nice yıpratıcı hatalı yollardan kurtarmış olan sakin, zamanında yapılmış, enikonu düşünülmüş müdahalelerini özleyecek.
Ayrıntıları daha sonra yazacağım. Şimdi gece yarısı ve yarın da tüm gün ve akşam mektuplar yazmalı ve her türlü işle ilgilenmeliyim.
Sevgiyle
F.E.
191
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGET’E
LONDRA, 15 MART 1883, SAAT 23.45
Azizim Sorge,
Telgrafın bu gece geldi. Yürekten teşekkürler.
Marx’ın sağlık durumu hakkında sana düzenli haber vermek olanaklı değildi, çünkü sürekli değişiyordu. İşte kısaca, temel gerçekler.
Eşinin ölümünden kısa süre önce Ekim 1881’de zatülcenp geçirmişti. İyileştikten sonra, 1882 Şubatında Cezayir’e gönderildi; yolculuk sırasında hava soğuk ve yağmurluydu;
döndüğünde yine zatülcenp olmuştu. Berbat hava sürdü; iyileştikten sonra, yaklaşan yaz mevsiminin sıcak havasından sakınabilmek için Monte Carlo’ya (Monaco) gönderildi. Döndüğünde bir kez daha zatülcenp geçiriyordu; ama bu kez hafifti. Yeniden çok kötü hava koşulları. Sonunda iyileşti ve kızı madam Longuet’nin yanına Paris yakınlarındaki Argenteuil’e gitti. Uzun süredir çektiği bronşit için o yakınlardaki sülfür kaynaklan olan Enghien içmelerine gitti. Orada da hava korkunçtu ama, tedavi bir parça iyi geldi. Sonra Vevey’de üç hafta geçirdi, ve Eylülde geri döndü; neredeyse tümden iyileşmişti. Kışı İngiltere’nin güney kıyılarında geçirmesine izin verildi. Hiçbir şey yapmadan dolaşmaktan
[sayfa 165] kendisi de çok yorulmuştu. Avrupa’nın güneyine yeni bir sürgün dönemi, bedenen yararı olduğu kadar moral bakımdan ona zarar verebilirdi. Londra’da sis mevsimi başlayınca Wight adasına gönderildi. Orada yağmur hiç durmaksızın yağıyordu; yeniden soğuk aldı. Schorlemmer’le ben, yeni yılda onu orada ziyareti tasarlıyorduk ki, Tussy’nin hemen oraya gitmesini gerektiren haber geldi. Bundan hemen sonra da Jenny’nin
ölüm haberi ulaştı; o yeni bir bronşit rahatsızlığıyla geri döndü. Daha önceki rahatsızlıklar ve yaşı düşünülürse, bu son bronşit tehlikeliydi. Bazı komplikasyonlar da oldu; özellikle akciğerde abse ve çok büyük halsizlik gibi. Buna karşın, hastalığın genel gidişi, olumlu görünüyordu; ve geçtiğimiz Cuma günü, kendisini tedavi eden doktorların, ona Edwin Ray Lankester’in özellikle salık verdiği, Londra’nın en önde gelen doktorlarından biri olan şef doktor, onun iyileşeceği yolunda büyük umutlar verdi. Ama, akciğer dokularını, mikroskop altında incelemiş olanlar bilir, iltihaplı bir akciğerdeki yırtılmış bir kan damarı çok tehlikelidir. İşte bu nedenle, son altı hafta boyunca her sabah köşeyi döndüğüm zaman perdeleri kapalı bulmaktan ölümcül bir korku duydum. Dün, gün boyunca onu en iyi ziyaret saati olan 2.30’da geldiğimde, evi gözyaşları içinde buldum. Anlaşılan son yakındı. Etrafı rahatlatmak için ne olduğunu sordum, sorunu öğrenmeye çalıştım. Hafif bir kanama olmuştu; ama birdenbire hızla çökmeye başlamıştı. Herhangi bir annenin çocuğuna bakabileceğinden çok daha iyi biçimde ona bakan bizim emektar Lenchen, üst kata çıktı ve yeniden aşağı indi. Yarı uyur, yarı uyanık, dedi; kendisiyle birlikte gidebileceğimi söyledi. Odaya girdiğimizde uyuyordu, ama bir daha uyanmamak üzere. Nabzı durmamıştı, nefes alıyordu. İki dakika sonra, huzur içinde ve acı duymak sızın göçmüştü.
Doğal zorunluluk sonucu olan bütün olaylar, ne kadar korkunç olurlarsa olsunlar kendi tesellilerini birlikte getirirler. Bu olayda da öyle. Tıbbın hüneri, ona birkaç yıl daha, bir bitkisel yaşam; çaresiz kalmış bir varlığa –hekimlerin
[sayfa 166] mesleki başarıları uğruna– ani bir ölümle değil, azar azar biten bir yaşam sağlayabilirdi. Oysa, bizim Marx’ımız, bunu asla taşıyamazdı. Önünde bitmemiş bir sürü çalışmayla ve onları tamamlama boş umuduyla yaşamak, ama bunu yapamamak, onu alıp götüren yumuşak bir ölümden ona bin kez daha acı gelirdi. Epikuros’un, “Ölüm, ölen için değil, geride kalan için mutsuzluktur” sözünü sık yinelerdi. Ve tıbbın şanı için bu kudretli dehanın çökmüş bir beden olarak aramızda dolaşmasını ve sağlığının yerinde olduğu günlerde tozunu attırdığı darkafalıların eğlence konusu olmasını görmek – hayır, böylesi bin kez daha iyi, bir sonraki gün onu, eşinin yattığı mezarda toprağa verecek oluşumuz bin kez daha iyi.
Daha önce olanları ve doktorların benim kadar iyi bilmediği bazı şeyleri düşününce, bana göre, yapılabilecek başka şey yoktu.
Öyle olsun. İnsanlık bir baş yitirdi, hem de çağımızın en büyük başını. Proletarya hareketi yürüyüşünü sürdürecektir; ne var ki, her kez dahice ve tam bilgiyle vereceği açık ve çürütülemez öğüdü almak için Fransızların, Rusların, Amerikalıların ve Almanların kritik anlarda kendiliğinden yöneldikleri merkez yitirilmiştir. Yarı aydınların, küçük yeteneklerin –hilekarların değilse– elleri serbest kaldı. Sonal utkudan hiç kuşku yok, ama sapmalar –kaçınılmaz olan– geçici ve yerel hatalar, şimdi daha sık olacak. Bunların geçip gitmesine yardım etmeliyiz; burada başka işimiz ne? Bu nedenle cesaretimizi yitirecek değiliz.
Sevgiyle
F. Engels
192
ENGELS’TEN NEW YORK’TAKİ PHILIP VAN PATTEN’E325
[TASLAK]
LONDRA, 18 NİSAN 1883
Saygıdeğer yoldaşlar,
Karl Marx’ın genel olarak anarşistler ve özel olarak
[sayfa 167] Johann Most’la ilgili konumu konusunda 2 Nisan tarihli mektubunuzla sorduğunuz soruya karşı açıklamam kısa ve kesin olacak.
1845’ten bu yana Marx’ın ve benim taşıdığımız görüş, gelecekteki proletarya devriminin sonal sonuçlarından birinin,
devlet denen ve amacı, silahlı gücün yardımıyla, çalışan çoğunluğu, mülksahibi azınlığa başeğdirmeyi güven altına almak olan örgütün adım adım çözülmesi ve en sonunda ortadan kalkması olacağıydı. Mülksahibi azınlığın ortadan kalkmasıyla, silahlı, baskıcı bir devlet gücü gereği de ortadan kalkar. Aynı zamanda, hem bu sonuca, hem de gelecekteki toplumsal devrimin, öteki çok daha önemli amaçlarına ulaşabilmek için, proleter sınıfın ilkin devletin örgütlü politik gücüne sahip olması ve onun yardımıyla kapitalist sınıfın direncini kırıp toplumu yeniden örgütlemesi gerektiğini her zaman belirttik. Bütün bunlar, 1847 tarihli
Komünist Manifesto’da
, bölüm II’nin sonunda daha önce söylenmişti.
Anarşistler, konuyu tersyüz ediyor. Proleter devrimin, politik devlet örgütünü ortadan kaldırarak işe
başlaması gerektiğini söylüyorlar. Oysa proletaryanın utkusundan sonra, utkun işçi sınıfının eli altında kullanıma hazır bulacağı tek örgüt, devlet örgütüdür. Kuşkusuz, bu devlet onların yeni işlevlerini yerine getirebilmeden önce önemli değişiklikler gerektirir. Ama onu, öyle bir anda yıkmak, utkun işçi sınıfının, yeni elegeçirdiği iktidarı, kapitalist düşmanlarını bastırmak ve toplumun ekonomik devrimini gerçekleştirmek için kullanacağı tek organizmayı yıkmak olur; onsuz, tüm utku, yenilgiyle ve Paris Komününden sonra olduğu gibi işçi sınıfının genel kırımıyla sonuçlanmak zorundadır.
Bugünkü biçimiyle Bakunin’in başlattığı bu anarşist saçmalıklara, Marx’ın daha ilk günden karşı çıktığını belirtmeme bilmem gerek var mı? Uluslararası Emekçiler Derneğinin tüm iç tarihi, bunu kanıtlamaya yeter. Anarşistler, 1867’den itibaren en kirli yollardan, Enternasyonalin önderliğini elegeçirmeye çalıştılar; ve önlerindeki en büyük engel Marx’tı.
[sayfa 168]
Beş yıl süren savaşımın sonunda, Eylül 1872’deki Lahey kongresinde anarşistler Enternasyonalden çıkarıldı; ve bunu sağlamak için en çok çaba gösteren de Marx oldu. O kongrede delege olarak hazır bulunan Hoboken’den eski dostumuz F. A. Sorge, dilerseniz size daha ayrıntılı bilgi verebilir.
Şimdi, Johann Most’a gelince. Biri çıkar da, Most’un, anarşist olduktan sonra, Marx’la herhangi bir ilişkisi olduğunu ya da Marx tarafından desteklendiğini söylerse, o ya budaladır, ya kasıtlı bir yalancı. Londra’da
Freiheit’ın
326 ilk sayısı yayınlandıktan sonra Most, Marx’ı ve beni bir ya da en fazla iki kez aramıştır. Biz de, onun yeni moda anarşizmi o gazetede ortaya döküldükten sonra ne onu aradık ne de herhangi bir yerde raslaştık. Aslında, gazeteyi de kesinlikle “içinde hiçbir şey bulunmadığı” için, almaktan vazgeçtik. Onun anarşizmi öğrendiği kişileri nasıl önemsemediysek, onun anarşizmini ve anarşist taktiklerini de aynen öyle önemsemedik.
Henüz Almanya’da otururken Most,
Das Kapital’in “popüler” özetini yayınladı. İkinci baskı için Marx’tan bu kitabı gözden geçirmesi istendi. Bu işte Marx’a yardım ettim. Tüm kitabı başından sonuna yeniden yazmadıkça, en büyük yanlışları düzeltmek dışında yapılabilecek bir şey yoktu; Marx, bu Johann Most prodüksiyonunun gözden geçirilmiş ikinci baskısı ile kendi adının hiçbir biçimde ilintilendirilmemesi koşuluyla, yaptığı düzeltmelerin eklenmesine rıza gösterdi.
Bu mektubu, dilerseniz
Voice of the People’da yayınlamakta özgürsünüz.
Kardeşçe selamlar
F. E.
193
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
EASTBOURNE 27 AĞUSTOS 1883
... Bonapartist monarşinin (ki karakteristik özelliklerini Marx
18 Brumaire’de, ben de
Konut Sorunu, II’de, ve daha
[sayfa 169] başka yerlerde ortaya koymuştuk) proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşımında oynadığı rol, eski mutlakiyetçi monarşinin feodalizm ile burjuvazi arasındaki savaşımda oynadığı role benzer. Ama nasıl ki bu savaşım, eski mutlakiyetçi monarşinin yönetimi altında değil de meşrutiyetçi bir monarşide (İngiltere; 1789-1792 ve 1815-1830 Fransası) sonuçlandırılabildiyse, burjuvazi ile proletarya arasındaki de ancak bir cumhuriyette sonuçlandırılabilir. Bu çerçevede, elverişli koşullar ve devrimci bir geçmiş Fransızlara Bonaparte’ı devirip bir burjuva cumhuriyet kurmakta yardımcı olduysa, onlar, yarı-feodalizm ve bonapartizm türlüsü bir ortamda bata-çıka yürümeye çalışan bize göre üstünlüğe sahiptir; bizim henüz
fethetmek zorunda olduğumuz, içinde savaşımın verilip bitirileceği biçime onlar çoktan ulaşmıştır. Siyasal bakımdan onlar, bizden bir tam aşama öndeler. Bu nedenle, Fransa’da monarşinin restorasyonu, sonuç olarak,
burjuva cumhuriyetin restorasyonu için savaşımı bir kez daha gündeme getirebilir. Öte yandan, cumhuriyetin sürmesi, proletarya ile burjuvazi arasındaki
doğrudan, açık sınıf savaşımının bir bunalım noktasına ulaşıncaya dek yoğunlaşacağını gösterir.
Bizim ülkemizde de
biçime ilişkin olarak, devrimin ilk ve doğrudan sonucu
burjuva cumhuriyetten başka bir şey olamaz, olma
malıdır. Ama bu kısa bir geçiş dönemi olacaktır; çünkü iyi bir şans eseri, bizde salt cumhuriyetçi olan bir burjuva parti yoktur. Belki de ilerlemeci partinin önderlik edeceği burjuva cumhuriyet, başlangıçta, bizim
büyük işçi yığınlarını devrimci sosyalizme kazanmamıza olanak sağlayacaktır. Bu, bir-iki yıl içinde yapılacak ve bizim partimizden ayrı olarak hâlâ varlığını sürdüren bizim dışımızdaki tüm ara-dönem oluşumlarının tükenmelerine ya da kendilerini bitirmelerine varacaktır. Biz ancak ondan sonra başarıyla işe elkoyabiliriz.
Almanların yaptığı büyük hata, devrimi, bugünden yarına yapılabilecek bir şey gibi düşünmeleridir. Gerçekte bu, kitlelerin, hızlandırıcı koşullar altında bile yıllar süren gelişmesi
[sayfa 170] sürecidir. Bir gün içinde tamamlanan devrim ya yalnızca, zaten ümitsiz bir gericiliği yerinden atmıştır (1830) ya da kendisinden umulanın tam tersine götürmüştür (1848, Fransa).
Sevgiyle
F. E.
194
ENGELS’TEN LEİPZİG’DEKİ AUGUST BEBEL’E
EASTBOURNE, 30 AĞUSTOS 1883
... Londra’daki Demokratik Federasyonun manifestosu
327, en azından yirmi yıldır farklı adlar altında (hep aynı kişilerin oluşturduğu) öne çıkmaya çalışan, ve her seferinde başarısız kalan yirmi-otuz dernek tarafından yayınlandı. Şimdi tek önemli olan şu ki, en sonunda bizim teorimizi kendi teorileri olarak ilan etmek zorunda kaldılar; oysa Enternasyonal döneminde bu teorinin kendilerine dışardan dayatıldığı düşüncesindeydiler ve, bir başka önemli şey de son zamanlarda, sorunları daha iyi anlayan ve işçilere göre işe daha bir şevkle sarılan, burjuvaziden gelme, çoğu genç bir sürü insanın ortaya çıkmasıdır – belirtmeli ki, bu İngiliz işçiler için bir yüzkarasıdır. Demokratik Federasyonda bile işçiler, çoğunca, yeni programı isteksizce, üstelik yalnızca bir kalıp olarak kabul ediyorlar. Demokratik Federasyonun önderi Hyndman, eski bir muhafazakar ve sırılsıklam şovenisttir, ama aptal bir kariyerist değildir; (Rudolph Meyer tarafından tanıştırıldığı) Marx’a çok laubali davranmıştı; bu yüzden de biz kendisiyle kişisel ilişkiyi kesmiştik. Burada gerçek bir proleter hareket olduğunu düşünmeye yöneltecek hiçbir aldatmacaya kendinizi sakın kaptırmayın. Bu konuda Liebknecht’in kendisini ve tüm dünyayı aldatmaya çalıştığını biliyorum, ama işler öyle değil. Hali hazırda aktif olan unsurlar, bizim teorik programımızı kabul ederek kendilerine bir temel sağladıkları için, burada işçiler arasında kendiliğinden bir eylem patlak verir de onlar da bu eylemi
[sayfa 171] denetimlerine alabilirlerse, şimdi önem kazanabilirler. O zamana kadar, arkalarında, kırklı yılların büyük hareketinden arta kalan kafası karışık hizipler türlüsünden başka hiçbir şey bulunmayan bireysel beyinler olarak kalacaklardır. Ve –beklenmeyenin dışında– burada gerçek bir genel işçi hareketi, ancak İngiltere’nin dünya tekelinin kırıldığı işçilerin kafasına dank ettiği zaman ortaya çıkacaktır. Dünya pazarındaki egemenlikten pay alıyor olmaları, İngiliz işçilerin siyasal battallığının ekonomik nedeniydi ve halen de öyledir. Bu tekelin ekonomik sömürüsünde burjuvazinin kuyruğu olan, ama gene de yararlarını paylaşan işçiler, siyasal bakımdan da kuşkusuz “büyük liberal parti’nin kuyruğudurlar. Parti de buna karşılık kendine düşen ufak-tefek şeyleri yapagelmiştir: Sendikaları ve grevleri yasal faktörler olarak tanımıştır; sınırsız işgünü için savaşım vermekten vazgeçmiştir ve daha iyi durumda olan işçi yığınlarına oy hakkı tanımıştır. Ama bir kez Amerika ve öteki sınai ülkelerin ortak rekabeti, bu tekelde yeterince büyük bir gedik açınca (ki demirde, bu hızla oluyor, pamukta ne yazık ki henüz değil) burada çok şeyler olacağını göreceksiniz. ...
[sayfa 172]
1884
195
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 1 OCAK 1884
...
Manifesto’nun
328 önsözünde
Der Bürgerkrieg in Frankreich’tan
alınan bölümle ilgili sorunuza gelince, orijinalde (
Der Bürgerkrieg... sayfa 19 vd.)
verilen yanıttaki görüşe katılacağınızı düşünüyorum. Belki orada yoktur diye size bir adet gönderiyorum. Konu yalnızca, utkun proletaryanın, kendi amaçları için kullanmadan önce yönetsel bakımdan merkezi, eski bürokratik devlet aygıtını yeniden biçimlendirmesi sorunudur; oysa
bütün burjuva cumhuriyetçiler, 1848’den bu yana, muhalefette oldukları sürece bu makineyi yerden yere vurmuşlar, ama bir kez iktidara gelince değiştirmeksizin aynen almışlar ve kısmen gericiliğe karşı, ama daha çok da proletaryaya karşı kullanmışlardır.
İç Savaş’ta Komünün
içgüdüsel eğilimlerinin, az-çok bilinçli planlar olarak Komünün lehine sayılması, haklıydı ve hatta o koşullarda
[sayfa 173] zorunluydu. Ruslar
Manifesto’nun [Rusça] çevirisine çok isabetli bir yaklaşımla,
İç Savaş’tan aldıkları bu bölümü eklediler. O sıralar yayın aceleye gelmemiş olsaydı bunu ve birkaç başka değişikliği biz de yapardık....
196
ENGELS’TEN LEİPZİG’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 18 OCAK 1884
... Kitabınız
Die Frau329 için çok teşekkürler. Büyük bir ilgiyle okudum; çok değerli materyaller içeriyor. Alman-ya’da sanayinin gelişimi konusunda söyledikleriniz özellikle akıcı ve iyi. Konu üzerinde bu yakınlarda ben de bazı araştırmalar yapmıştım, ve zamanım olursa bu konuda
Sozialdemokrat’a
330 bir şeyler yazmayı isterim. Dar kafalılar in çok ah-vah ettikleri “serseri belası”nın, Alman tarım ve el zanaatlarının içinde bulunduğu koşullarda geniş-ölçekli sanayinin ortaya çıkışının zorunlu sonucu olduğunu anlamayışları, çok garip; ve Almanya’daki geniş-ölçekli sanayinin gelişiminin –Almanya her yere gecikerek vardığı için– karşı pazar koşullarının sürekli baskısı altında gerçekleşmek zorunda olduğunu anlayamayışları çok garip. Almanlar ancak açlık düzeyine indirgenmiş düşük ücretler ödeyerek ve kendi fabrika üretimlerine geri desteği olarak hizmet gören küçük çaplı ev sanayisini [
cottage industry] gittikçe artan ölçüde sömürerek rekabet edebiliyorlar. El zanaatlarının küçük çaplı ev sanayisine dönüşmesi ve onun da kârlı olduğu ölçüde fabrika ve makineli üretime dönüşmesi – Almanya’nın yürüdüğü yol bu. Şimdiye kadar sahip olduğumuz gerçekten büyük tek sanayi, demir. El dokumacılığı, tekstil sanayisinde hâlâ egemense, bu dokumacıların küçük patates tarlalarının varoluşu ve ancak aç kalmamaya yetebilen düşük ücretler sayesinde oluyor.
Burada da sanayi, farklı bir karaktere büründü. 1870’-ten beri Amerikan ve Alman rekabeti, İngiltere’nin dünya
[sayfa 174] pazarındaki tekelini sona erdirmeye başladığı için, on yıllık döngü şimdi kırılmış görünüyor. Sanayinin bellibaşlı alanları 1868’den bu yana durgunluk içindeydi; üretim çok yavaş artıyordu; şimdi burada ve Amerika’da –İngiltere’de bir gönenç döneminin öncelemediği– yeni bir bunalımın eşiğindeyiz gibi görünüyor. Burada şimdi sosyalist hareketin –üç yıldan beri yavaş yavaş hazırlansa da– birdenbire ortaya çıkışının sim bu. Şimdilik örgütlü işçiler –sendikalar– hareketten oldukça uzak duruyorlar; hareket, şurada burada kitlelerle temas kurmanın yollarını arayan ve bazı yerlerde de bulan burjuvaziden “devşirme” unsurlar arasında öne çıkıyor. Bu insanlar birbirinden çok farklı moral ve entelektüel değerlere sahipler, ve kendilerine bir çeki-düzen verip ayrışmaları ve durumun açıklığa kavuşması zaman alacak. Ama işler, artık bir kez daha tümden yatışmayacak. Henry George, toprağı kamulaştırma tasarımı
331 ile herhalde bir meteor rolü oynayacak; çünkü bu konu burada, büyük toprak mülkiyeti nedeniyle ve geleneksel olarak büyük önem taşıyor. Ama uzun vadede, dünyanın en önde gelen sanayi ülkesinde, dikkatler yalnızca bu kamulaştırma konusu üzerinde yoğunlaştırılacak değil. Henry George, üstelik, gerçek bir burjuva ve
onun, bütün hükümet harcamalarını toprak rantından karşılama planı,
Ricardo ekolünün planının yalnızca yinelenmesidir, yani su katılmadık burjuva.
197
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ KARL KAUTSKY’E
LONDRA, 16 ŞUBAT 1884
... Birinin şu sıralarda hayli yaygınlaşan devlet sosyalizminin maskesini, uygulamada ortaya serildiği
Java örneğinden yararlanarak, indirme zahmetine katlanması gerekiyor. İlgili bütün materyaller avukat J. W. B. Money’nin iki ciltlik
Java, or How to Manage a Colony adlı, 1861’de Londra’da
[sayfa 175] yayınlanan kitabında bulunabilir. O kitapta Hollandalıların, üretimi, eski kabile (
gentilice) komünizmi temelinde, devlet denetiminde nasıl örgütledikleri ve rahat bir yaşam diye düşündükleri şeyi halka nasıl sağladıkları görülecektir. Sonuç: Halk ilkel aptallık aşamasında tutulmakta ve Hollanda devlet hazinesi yılda 70 milyon mark (ola ki şimdi daha çok) toplamaktadır. Bu olay çok ilginç ve kolaylıkla pratik sonuçlar çıkarılabilir. Aklıma gelmişken söyleyeyim, bu durum gösteriyor ki, bugün ilkel komünizm de (modern komünizmin bazı öğeleriyle yenilenmediği sürece), Hindistan ve Rusya’da olduğu gibi, sömürü ve despotizm için çok iyi bir temel, çok geniş bir olanak sağlamaktadır, ve modern toplumun koşulları düşünülünce, orijinal kantonların bağımsız mark
toplulukları kadar bağıran bir anakronizmdir – ya ortadan kaldırılması ya da geriletilmesi gerekir.
İlkel toplumun koşulları üzerine, Darwin biyolojide ne kadar önemliyse o kadar önemli olan bir kitap, kuşkusuz gene Marx’ın keşfettiği bir kitap var:
Ancient Society;
yazarı Morgan, 1877’de yayınlanmış. Marx bu kitap hakkında bana bazı şeyler anlatmıştı; ama o sıralar kafam birçok başka şeyle doluydu; ve o da bu konuya bir daha dönmedi. Belki de böylesi işine geldi; herhalde kitabı Almanlar arasında
kendisi tanıtmak istiyordu ki, gördüğüm kadarıyla kitaptan çok miktarda alıntı çıkarmıştı. Morgan, kendi konusunun elverdiği sınırlar içinde, marksistçe
materyalist tarih anlayışını kendi bağımsız çalışmasıyla keşfetmiş bulunuyor ve bugünün toplumuna ilişkin olarak doğrudan komünist öneriler getiriyor. Roma ve Grek gensleri,
yabanıllar, özellikle Amerika yerlileri esas alınarak ilk kez açık-seçik ortaya konuyor, böylece ilkel çağların tarihi için sağlam bir temel yaratılıyor. Zamanım olsaydı, Marx’ın notlarıyla birlikte, bu
[sayfa 176] materyali işler ve
Sozialdemokrat ya da
Neue Zeit için bir makale hazırlardım, ama olanaklı değil. Tylor’un, Lubbock’un ve şürekasının, kabile-içi evlenme (
endogamy)
, kabile-dışı evlenme (
exogamy)
ya da bu saçmaya başka ne deniyorsa işte onun hakkındaki tüm martavalları, kesin olarak yamyassı ediliyor. Bu baylar, kitabı burada olabildiğince saklamaya çalışıyorlar. Kitap Amerika’da basıldı. Bir Londra firması, kitabın kapağında ortak yayıncı olarak görünüyor ama ben kitabı beş hafta önce sipariş ettim, hâlâ alamadım. Derin saygılar.
Sevgiyle
F. E.
198
ENGELS’TEN CENEVRE’DEKİ VERA İVANOVNA ZASULİÇ’E
LONDRA, 6 MART 1884
Sevgili Yurttaş,
Misère de la philosophie’nin
Rusça baskısının yayınlandığı
gün, Marx’ın kızları ve benim için büyük bir gün olacak. Söylemeye gerek yok, bunun için size yararı olabilecek tüm materyali emrinize vermek benim için zevktir.
332 Önerim şu:
Almanca çevirinin yanısıra, şu günlerde Paris’te yeni bir Fransızca baskı yapılıyor. Bu iki baskı için bazı açıklayıcı notlar hazırlıyorum; onları size göndereceğim.
Berlin’deki
Social-Demokrat’ta (1865)
333 Proudhon hakkında Marx’ın yazdığı bir makale, gereken hemen her şeyi içeriyor; önsöz olarak kullanılabilir. Fransızca ve Almanca iki yeni baskı bu yazıyla başlayacak. Yazının yalnızca bir kopyası var, ve o da Zürih’teki partimizin arşivine ait. Marx’ın ya da benim kağıtlarım arasında başka kopyasını bulamazsak (bunu birkaç haftaya kadar öğreneceğim) o zaman siz, Bernstein aracılığıyla, kolayca bir kopya çıkarttırabilirsiniz.
Gerici sosyalistlerin Marx’ın
Kapital’de Rodbertus’dan çalıntı yaptığı yolunda ortaya attığı saçma savı çürütmek ve
[sayfa 177] tam tersine, Rodbertus
Sociale Briefe’i yazmadan önce Marx’ın, onu
The Poverty’de
eleştirdiğini kanıtlamak için Almanca baskıya özel bir giriş yazacağım. Bizim sahte-sosyalistlerimiz henüz Rusya’ya sızmadığı için, bunun Rus kamuoyunu ilgilendireceğini sanmıyorum. Ama karan siz verin. Kullanmak isterseniz önsöz emrinizdedir.
Rusya’da sosyalist teoriye ilişkin olarak giderek artan kitap çalışmaları hakkında söyledikleriniz bana büyük zevk verdi. Bizim Alman okullarımızdan neredeyse bütün bütün silinip yokolan teorik ve eleştirel düşünce, öyle görünüyor ki, Rusya’ya sığınmış. Çeviri için size kitap salık vermemi istiyorsunuz. Ama siz Marx’ın hemen tüm yapıtlarını zaten ya çevirdiniz ya çevirme sözü verdiniz. Benimkilerin kremasını aldınız. Bizim geri kalan Almanca kitaplar ya teorik olarak zayıftır, ya da az-çok Almanya’ya ilişkin sorunlarla sınırlanmıştır. Son zamanlarda Fransızlar epey güzel yapıtlar verdiler; ama bunlar henüz başlangıç. Deville’in
Kapital özetinin teorik bölümü iyi; ama açıklamalı bölüm o kadar gelişgüzel yapılmış ki, orijinali bilmeyen birinin onu anlaması neredeyse olanaksız. Üstelik kitabın kendisi de bir özet için çok kalın. Ama gene de inanıyorum ki, üzerinde çalışılırsa, ondan güzel bir şey çıkarılabilir; ayrıca,
Kapital özeti, kitabı elde etmenin güç olduğu bir ülkede her zaman yararlıdır.
Ben Rusya’daki durumdan sözettiğim zaman kuşkusuz başka noktaların yanısıra, aklımda özellikle –ama salt o değil– mali durumu vardı. Petersburg hükümeti gibi hangi yöne döneceğini bilemeyen bir hükümet ve Gatchina
334 münzevisi gibi bir mahpus olan çar için durum olsa olsa giderek daha da gerginleşebilir. Soylularla köylüler mahvedildi; ordunun şovenist duyguları incitildi; saklanan çarın gündelik gösterileri skandal yaratıyor; “şeytanca ihtiraslar” ve genel hoşnutsuzluk için bir çıkış yolu açmak üzere dışarda bir savaş gerekli hale geliyor, ve aynı zamanda, para sıkıntısı ve siyasal görünümün lehte olmaması bir savaş başlatmayı olanaksızlaştırıyor; kendisini zincire bağlı tutan prangalarını
[sayfa 178] kırma arzusuyla yanıp tutuşan güçlü ulusal-entelijensiya – ve bütün bunlara ek olarak korkunç para sıkıntısı ve hükümetin gırtlağına dayanmış devrimci bıçağı–bana öyle görünüyor ki, durum aydan aya kötüye gidecektir, ve kafası anayasal düzene yatkın, cesaretli bir grandük
bulunabilirse, Rus “toplum”u bu çıkmazdan kurtulmanın tek yolunun bir saray darbesi olduğunu görmek zorunda kalacaktır. Bismarck ve Bleichröder, şimdi yeni dostlarını kurtaracaklar mı? Kuşku duyarım. Ben kendime daha çok, hangi tarafın ötekini soyacağı sorusunu sorma eğilimini taşıyorum.
İlişikte, Marx’ın bir elyazmasını (kopya) gönderiyorum, uygun göreceğiniz biçimde kullanın.
Slovo mu,
Ote-çestvenniye Zapiski mi pek anımsamıyorum; ama bunlardan birinde Marx bir yazı bulmuştu: “Bay Zukovski Mahke-mesi Önünde Karl Marx”. Bu yanıtı hazırladı; yazımına bakınca, Rusya’da yayınlanması için hazırlanmış gibi görünüyor; ama yalnızca adının bile, bunu yayınlayacak derginin varlığını tehlikeye atar korkusuyla yazıyı Petersburg’a göndermedi.
335
Derin saygılarımla
F. Engels
Broşürümü çevirinizi mükemmel buldum.
336 Rus dili ne kadar güzel! Almanca’nın korkunç kabalığı dışında bütün iyi yanlarını almış.
199
ENGELS TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 24 MART 1884
... Mart makalesi, her şeye karşın çok iyiydi, ve başlıca noktalar gereği gibi vurgulanmıştı. Aynı şey, gelecek sayıda
337 Halk Partisi üyesinin köylülere öğüdü konusunda yayınlanacak makale için de geçerli; oradaki tek kusurlu nokta, demokrasi “kavram”ına başvurulması. Demos
değiştikçe
[sayfa 179] bu kavram da değişiyor, dolayısıyla bizi bir adım ileri götürmüyor. Benim görüşüme göre söylenmesi gereken şuydu: Proletarya da siyasal iktidarı elegeçirmek için demokratik
biçimleri gereksinir, ama bu, tüm siyasal biçimler gibi, onun için yalnızca bir araçtır. Ama bugün demokrasi
amaç olarak isteniyorsa, köylüye ve küçük-burjuvaziye, yani çözülme sürecinde bulunan ve kendilerini yapay olarak sürdürmeye çalıştıkları için proletarya karşısında
gerici olan sınıflara da dayanılması gerekir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, burjuva egemenliğin
tutarlı biçimi, demokratik cumhuriyetin ta kendisidir; ne var ki, proletaryanın ulaşmış olduğu gelişme düzeyinde, bu biçim de çok tehlikeli hale gelmiştir; ama Fransa ve Amerika, salt burjuva yönetim olarak hâlâ olanaklı olduğunu gösteriyor. Bu çerçevede, liberalizm “ilke”sinin, “kesin, tarihsel olarak oluşmuş” bir şey gibi düşünülmesi, bir tutarsızlıktan başka bir şey değil. Liberal anayasal monarşi, burjuva egemenliğin uygun bir biçimidir: 1) Başlangıçta, henüz burjuvazinin mutlakiyetçi monarşiden tam kurtulmadığı zaman ve 2) sonunda, proletarya, demokratik cumhuriyeti çok tehlikeli hale getirdiği zaman. Ve yine de demokratik cumhuriyet burjuvazinin içinde parça parça olacağı
son burjuva yönetim biçimi olarak kalır. Bu gevezeliği burada noktalıyorum.
Nim
saygılarını gönderiyor. Dün Tussy’yi görmedim.
Sevgiyle
F. E.
200
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ KARL KAUTSKY’YE
LONDRA, 26 NİSAN 1884
Sevgili Kautsky,
Buradaki herkese söylediğim gibi, Bismarck’a bir oyun oynamaya ve yasaklayamayacağı bir şey (Morgan) yazmaya karar verdim. Ama tüm çabama karşın, yürümüyor. Tek eşlilik
[sayfa 180] üzerine bölümü,
ve sınıf karşıtlıklarının bir kaynağı olarak, aynı zamanda eski topluluk sisteminin dağılışının kaldıracı olarak özel mülkiyet üzerine olan son bölümü, Sosyalistler Yasasına takılmayacak biçimde sözcüklere dökemiyorum. Luther’in dediği gibi, beni şeytan götürsün, başka türlü yapamıyorum.
Eleştirel bir biçimde olmayacaksa, yeni bulgulardan yararlanılmayacaksa ve bizim görüşlerimizle ve esasen ulaşılmış olan sonuçlarla bağlantılı olarak sunulmayacaksa, sanki ben Morgan hakkında “nesnel” bir haber veriyormuşum gibi bir şey yazmanın herhangi bir anlamı yok. Bizim işçilerimiz, böyle bir şeyden herhangi bir yarar sağlayamaz. Demek ki: ya iyi ama yasaklanmaya mahkum; ya izin verilmiş ama berbat. İkincisini yapamam.
Galiba gelecek hafta bitireceğim (Schorlemmer Pazartesiye kadar gene burda). Tümü dört forma ya da biraz daha fazla olacak. Sizler, okuduktan sonra bunu
Neue Zeit’ta
338 yayınlayarak şansınızı denemek isterseniz, dökülecek tüm kanların sorumluluğunu yüklenmeli ve sonradan beni suçlamamalısınız. Ama bir makale için tüm dergiyi riske atmamaya ve basireti elden bırakmamaya karar verirseniz, bunu bir broşür olarak ya Zürih’te ya da
Die Frau339 gibi bastırın. Karar size kalmış.
Sanırım, genel dünya görüşümüz açısından bu, özel bir önem taşıyacak. Morgan, tarih öncesine, şimdiye dek bilinmeyen bir temel sağlayarak, bizim, konulara tamamen yeni bir görüş açısından bakmamızı olanaklı hale getirmiştir. İlk çağların ve “yabanıllar”ın tarihindeki ayrıntılarda ne tür kuşkularınız olursa olsun, gensler, esasta sorunu çözüyor ve eski toplumun tarihi aydınlanıyor. Bu yüzdendir ki, çalışmanın ciddiyetle, dikkatle düşünülerek ve bütün içbağlantılarıyla ortaya konarak, ama aynı zamanda
Sosyalistler Yasasına asla kulak asmaksızın hazırlanması gerekiyor.
Bir önemli nokta daha var: Fourier’nin dehasının,
[sayfa 181] Morgan’ın söylediklerinin birçoğunu nasıl önceden tahmin ettiğini de göstermeliyim. Fourier’nin uygarlığa yönelttiği eleştirinin parlaklığına hakettiği rahat nefesi aldırtan, Morgan’ın çalışmasıdır. Ve bu çok çalışmayı gerektiriyor....
201
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ EDUARD BERNSTEIN’A
LONDRA, 23 MAYIS 1884
... Aslında Sosyalistler Yasasının kaldırılmayıp yürürlükte bırakılmasından memnunum. (Yasa kaldırılsaydı) liberal darkafalı, Sosyalistler Yasası yürürlükte kalsın diye yalnızca her güçlüğe göğüs germeye değil ama pisliğin en derinine bile bulanmaya hazır olduğu için, seçimlerde muhafazakarlar büyük bir başarı sağlardı. O zaman da yeni ve daha katı bir yasa çıkarılırdı. Şimdi öyle görünüyor ki, yasa büyük bir olasılıkla son kez uzatıldı, ve yaşlı Wilhelm böbrek rahatsızlığından nalları dikerse, yasa pratikte uygulanır olmaktan çıkar. Alman liberallerin
340 ve Merkezin,
341 oylamada
342 kendilerini tepeden tırnağa rezil etmeleri ve daha çok da Bismarck’ın çalışma hakkı anılmaya değer. O sersem bu işe el attığından beri, bizim Geiser gibi yalnızca ah-vah edip yakınmakla yetinenlerden kurtulma olasılığımız artıyor. Aslında olağandışı yasalarla bile denetim altında tutulamayan emekçi hareketi karşısında, öyle bir aptallık yapmaya kalkışması bir Bismarck’a malolur. Bu arada bizimkiler, onu bu işe iterek daha çok bulaşmaya zorlarken tamamen haklılar. Bu adam, kendini bu işe biraz daha adar adamaz (o bunu hemen şimdi yapmak istemiyor), bugüne kadarki tüm yalan-dolan, Prusya polis yönetiminde son bulacak. Boş laflar, ona bir seçim programı olarak hiç mi hiç yardım etmeyecek.
Çalışma hakkını ilk kez Fourier ortaya atmıştı; ama ona göre bu, pratik olarak, ancak
phalanstörè’lerde
gerçekleştirilir, bu nedenle doğal olarak
phalanstère düzeninin
[sayfa 182] uygulanmasını öngerektirir. Furyeciler –
Démocratie pacifique’in –gazetelerinin adı bu– barışsever darkafalıları, bu tümceyi yaymışlardı, çünkü zararsız görünüşlüydü. Parisli işçiler 1848’de – teorik konularda çok karışık olan kafalarıyla bu tümcenin kendilerine dayatılmasına izin verdiler; çünkü onlara çok pratik, ütopik-olmayan ve hemen gerçekleştirilebilir görünmüştü. Hükümet bunu anlamsız atelyeler kurarak kapitalist toplumda gerçekleşebilir tek bir biçimde uygulamaya koydu. Çalışma hakkı Lancashire’da, 1861-1864 pamuk bunalımı sırasında, belediye atelyeleri kurularak aynı biçimde gerçekleştirildi. Almanya’da da çalışma hakkı, işçiler için, şimdi darkafalıların hevesini gıdıklayan, açlık ve dayak kampları kurarak uygulamaya geçirildi.
Ayrı bir istem olarak öne sürülen çalışma hakkı, başka bir biçimde gerçekleştirilemez. Kapitalist toplumdan bu hakkı gerçekleştirmesi istenir, ama bu toplum bunu ancak
kendi varoluş koşullarının çerçevesi içinde uygulayabilir, ve
bu toplumda çalışma hakkı istemek bu verili kesin koşullara tabi olarak gerçekleşmesini istemek olur; dolayısıyla ulusal atelyeler, işçi evleri ve koloniler kurulmasını istemek olur. Ama çalışma hakkı isteminin, kapitalist üretim tarzının dönüştürülmesi istemini
dolaylı olarak içerdiği varsayılırsa, bu, hareketin bugünkü durumuna bakışla korkak bir geri adımdır; Sosyalistler Yasasına verilmiş bir ödündür; izlemeleri gereken amaç ve amaçlarına ulaşabilecekleri temel koşullarda işçilerin kafasını karıştırmaktan ve bulandırmaktan başka bir amaca hizmet etmeyecek bir ifadedir....
202
ENGELS’TEN LEİPZİG’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 6 HAZİRAN 1884
... Liberal partilere, kendilerini pratikte rezil etme fırsatı verilmedikçe, devlet dümeninin başına geçerek, hiçbir şey yapamadıklarını göstermelerine izin verilmedikçe, kitleleri
[sayfa 183] onlardan çekip uzaklaştıramayacağız. 1848’de olduğumuz gibi, şimdi de hâlâ geleceğin muhalefetiyiz; bu nedenle karşısında şimdinin muhalefeti olabilmemiz için, bugünkü partilerden en aşırı olanın dümenin başına geçmesi gereklidir. Siyasal durağanlık, yani şimdi olduğu gibi, resmi partiler arasında hedefsiz ve amaçsız savaşım, uzun vadede bize hizmet etmez. Ama bu partilerin, çekim merkezini yavaş yavaş sola kaydıran aşamalı savaşımı, bize hizmet edebilir. Siyasal savaşımın öteden beri klasik biçimiyle yürütüldüğü Fransa’da şimdi olan budur. Birbirini izleyen hükümetler giderek daha fazla sola kayıyorlar ve bir Clemenceau hükümeti de ufukta görünmüş bulunuyor. Bu, en aşırı burjuva hükümet olmayacak. Sola doğru her kayışta, işçilere ödünler dağıtılıyor (Denain’de, askerlerin ilk kez müdahale etmediği son grevi ötekilerle karşılaştırın) ve daha önemlisi, sonucu belirleyecek çarpışma için ortam daha büyük bir güçle temizleniyor; partilerin konumu daha açık ve daha ayrık hale geliyor. Fransız Cumhuriyetinin zorunlu sonucuna doğru bu yavaş ama hiç durmaksızın sürüp giden gelişimini –radikal, sahte-sosyalist burjuva ile gerçekten devrimci işçiler arasındaki karşıtlık– en önemli olaylardan biri sayıyorum ve umanın kesintiye uğratılmayacaktır; ve bizim insanlarımızın, Paris’te devrimci sloganlarla komplolara sürüklenecek kadar güçlü olmamalarından (ama taşrada güçlüler) memnunum.
Kafası karışık Almanya’da gelişmeler, Fransa’da sergilenen saf klasik çizgileri doğal olarak izlemiyor. Biz bunu yapmak için çok geriyiz ve her şeyi, başka yerlerde modası geçtikten sonra deniyoruz. Ama resmi partilerimiz çok kokuşmuş da olsa dış politika alanındaki entrikalar dışında bir yaprağın bile kıpırdamadığı şimdiki siyasal cansızlık yerine her ne türden olursa olsun siyasal bir yaşam bizim çok daha yararımızadır. ...
[sayfa 184]
203
ENGELS’TEN LONDRA’DAKİ EUGENIE PAPRITZ’E
[LONDRA] 26 HAZİRAN 1884
Madam,
Bana sözünü ettiğiniz taşbasması dergiyi
343 daha önce görme şansım hiç olmadı ama, ününü duymuştum.
Yurttaşlarınıza biraz haksızlık etmiş olmuyor musunuz? Biz ikimizin, Marx’la benim, onlardan şikayet için hiçbir nedenimiz olmadı. Bazı ekoller, bilimsel çalışmalarından çok devrimci çabalarıyla öne çıktılarsa, şurada burada elyordamıyla bazı arayışlar vardı ve hâlâ varsa, öte yandan da orada eleştirel bir ruh ve Dobrolyubov’la Çernişevski’yi üreten bir ulusa yaraşır saf teoride araştırmaya kendini adamışlık vardır. Yalnızca aktif devrimci sosyalistleri kastetmiyorum, Rus yazınındaki tarihsel ve eleştirel ekolü de kastediyorum; o ekol Almanya’da ve Fransa’da resmi tarih biliminin aynı doğrultuda ürettiklerini fersah fersah aşmıştır. Hatta aktif devrimciler arasında bile, bizim fikirlerimiz ve Marx’ın yeniden kalıba döktüğü ekonomi politik bilimi her zaman sempatik bir anlayışla karşılanmıştır. Kuşkusuz biliyorsunuzdur, bu yakınlarda bizim birçok çalışmamız Rusçaya çevrildi ve yayınlandı; başkaları izleyecek, özellikle Marx’ın
Misère de la philosophie’si. 1848’den önce yayınlanan küçük çalışması
Lohnarbeit und Kapital’i
de aynı dizide ve aynı başlıkla yayınlandı.
Benim
Outlines’ı,
vb. çevirmenin yararlı olacağı inancınız beni fazlasıyla şımarttı. Gerçi toplumbilimdeki bu ilk çalışmamla hâlâ bir parça gururlanıyorum ama, gene de tamamen eskimiş olduğunu, yalnızca hatalarla değil, gaflarla da dolu olduğunu çok iyi biliyorum. Korkarım, yapacağı iyilikten daha fazla yanlış anlamaya neden olur.
Size postayla
Dührings Umwälzung...’u
gönderiyorum.
[sayfa 185]
Bizim eski gazete makalelerimize gelince, aradan bunca zaman geçtikten sonra onları bulmak güç olabilir. Çoğu zaten bugün için güncel değil. Marx’ın geride bıraktığı elyazmalarının yayınlanması bana yeterince boş zaman bırakınca, o gazete makalelerini, açıklayıcı notlarla vb. birlikte bir derleme biçiminde yayınlamayı düşünüyorum. Ama bu, biraz uzak bir geleceğin işi.
İngiliz işçilere seslenen hangi çağrıdan sözettiğinizi tam anlayamadım.
Fransa’da İç Savaş, Enternasyonalin Paris Komünü üzerine Çağrısı, olabilir mi? Onu size gönderebilirim.
Sağlığım elverirse, sizi ziyarete gelmem için izninizi isteyebilirim.
Evdeyken kendimi oldukça iyi hissediyorsam da ne yazık ki kente çıkıp yürümem yasak. Beni ziyaret ederek onurlandırmayı dilerseniz, akşamları saat yedi ya da sekiz gibi beni hep emrinizde bulacaksınız.
Saygılarımla.
F. Engels
204
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ KARL KAUTSKY’YE
LONDRA, 26 HAZİRAN 1884
Sevgili Kautsky,
Anti-Rodbertus elyazmasını
yarın taahhütlü postayla geri gönderiyorum. Birkaç noktaya değinmek istedim; yorumlarımı kurşun kalemle yazdım. Ek olarak bir de şunlar var:
1) Roma hukuku
basit, yani pre-kapitalist
meta üretiminin yetkin hukukuydu; bununla birlikte kapitalist dönemin tüzel ilişkilerinin çoğunu da içeriyordu. İşte bu nedenle, bizim kentlerimizin burjuvalarının, yükseliş döneminde
gereksindikleri, ama yerel katı yasalarında bulamadıkları şeyin ta kendisiydi.
[sayfa 186]
10’uncu sayfa için bazı itirazlarım var.
1) Köleler ve serflerle yapılan üretimde
artı-değer yalnızca ayrıksındı.
Artı-ürün diye yazılmalıydı; onun çoğu doğrudan tüketilirdi,
değere katılmazdı.
2) Üretim araçlarına yaklaşımın tam doğru değil. Doğal olarak gelişmiş bir işbölümüne dayanan bütün toplumlarda ürün ve dolayısıyla bir ölçüye kadar üretim araçları, en azından belli durumlarda, üreticilere egemendir: Ortaçağda toprak, toprağa yalnızca bir eklenti olan köylüye egemendi; aletler, loncaya bağlı elzanaatı ustasına egemendi. İşbölümü, emekçinin kapitalist anlamda olmasa da, emek araçları tarafından doğrudan egemenlik altına alınmasıydı.
Benzer bir kalem sürçmesi, üretim araçlarını açıklayan bölümün sonunda da olmuş.
3)
Tarımı ve de
teknolojiyi 21 ve 22’nci sayfalarda yaptığın gibi, ekonomi politikten ayırmamalısın. Almaşık ekim, yapay gübre, buharlı makine ve otomatik dokuma tezgahı kapitalist üretimden ayrılamaz, tıpkı yabanılın ya da barbarın aletlerinin,
onun üretiminden ayrılamaması gibi. Yabanılın aletleri,
onun toplumunu koşullandırır, tıpkı modern aletlerin kapitalist toplumu koşullandırması gibi. Senin görüşün şuna varıyor: Üretim
şimdi toplumsal kurumları belirliyorsa da, bunu kapitalist üretimden önce yapmıyordu, çünkü aletler ilk günahı henüz işlememişti.
Üretim araçlarından sözettiğiniz an, toplumdan, üretim araçlarının
belirlediği toplumdan sözetmiş olursunuz. Toplumun dışında ve toplumun üzerinde etki yapmayan
kendinde üretim araçları, tıpkı
kendinde sermayenin olmaması gibi, yoktur.
Ama, üretim araçlarının, basit meta üretimi dahil önceki dönemlerde, bugünkü durumla karşılaştırıldığında yalnızca ılımlı bir egemenliği varken, şimdilik despotik egemenliğine nasıl ulaştığı, kanıtlanması gereken bir noktadır; sizin kanıtınız bana yetersiz görünüyor, çünkü kutuplardan birini anmıyor: artık hiçbir üretim aracına dolayısıyla hiçbir geçim aracına sahip olmayan ve dolayısıyla kendini gün gün
[sayfa 187] satmak zorunda kalan sınıfın ortaya çıkışını.
Rodbertus’un pozitif önerileriyle ilgili olarak, onun prudonculuğunun vurgulanması gerek – çünkü kendisini, Fransız Proudhon’un gelişini önceleyen I. Proudhon diye ilan etmişti! Rodbertus’un daha 1842de keşfettiği oluşturulmuş değerin, saptanması gerek. Bray’ın önerdiğiyle ve Proudhon’un değişim bankasıyla karşılaştırıldığı zaman, bu öneriler acınacak kadar geri adımdır. İşçi ürünün ancak dörtte-birini alacak, ama bu kesin! Bu konuyu daha sonra yeniden konuşabiliriz.
Dinlenme (bedenen) bana çok iyi geliyor. Kendimi günden güne daha iyi hissediyorum, ve bu kez tamamen iyileşeceğim.
Kapital’in ikinci cildinin dikte ettirilmesi çok iyi gidiyor. Daha şimdiden II. Bölüme ulaştık, ama orada büyük boşluklar var. Kuşkusuz yalnızca geçici bir yayına hazırlama; ama bütün bunlar yapılacak. Önümü açık-seçik görebiliyorum, ve bu da yeterli.
Ede’nin
mektubunu aldım. Teşekkürler. Ama sizler, sabırlı olmalı ve benim haberleşme tarzıma tahammül göstermelisiniz. Sağlığım yeniden bozulmamalı, ve giderek biriken müthiş bir materyal yığını var; hem iş hem haberleşme.
Selamlar.
Sevgiyle
F. E.
Kapital und Lohnarbeit [Ücretli Emek ve Sermaye], karşılaştırılır karşılaştırılmaz gönderilecek; belki de yarın.
205
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ KARL KAUTSKY’YE
LONDRA, 20 EYLÜL 1884
Sevgili Kautsky,
Ekte, elyazmalarını
344 taahhütlü olarak gönderiyorum. Rodbertus hakkındaki makaleniz, iktisadi açıdan çok iyi. Bir kez daha itiraz ettiğim şey, emin olmadığınızı
[sayfa 188] hissettiğiniz ve Schramm’ın yeter ustalıkla yakalayıverdiği zayıf noktalarınızı gözler önüne serdiğiniz yerlerdeki, itiraz kabul etmeyen savlarınız.
Bu sizin genel olarak çok fazla yerdiğiniz “soyutlama” için özellikle doğru. Bu konuda fark şurada:
Marx, şeyler ve ilişkilerdeki ortak gerçek içeriği özetler ve genel kavramsal ifadesine indirger. Onun soyutlaması, bu nedenle, şeylerde zaten varolan içeriği, ussal biçimde yalnızca yansıtır.
Rodbertus, tersine, az-çok yetkin bir kavramsal ifade icad eder ve şeylerin uymak zorunda olduğu bu kavramla şeyleri ölçümler. Rodbertus, içeriği özsel bakımdan geçici olan toplumsal ilişkilerde ve şeylerde, doğru,
önsüz-sonsuz bir içerik arıyor. Öyleyse, o, bu kavramın ancak yetkin-olmayan gerçekleşmesi olan
bugünkü sermayeyi değil,
doğru sermayeyi arıyor. Sermaye kavramını, gerçekten varolan tek sermayeden, bugünkü sermayeden çıkarsamak yerine, bugünkü sermayeden doğru sermayeye varabilmek için yalıtık insanın yardımına başvuruyor ve böyle bir insanın üretim sürecinde neyin sermaye olarak iş yapabileceğini soruyor. Kuşkusuz, bu, basit üretim araçlarıdır. Böylece doğru sermaye, koşullara bağlı olarak sermaye olabilecek ya da olamayacak üretim araçlarıyla hemen özdeşleştiriliyor. Böylelikle de sermayenin bütün
kötü özellikleri, yani
gerçek özellikleri, sermayenin dışında bırakılıyor. Şimdi artık, gerçek sermayenin bu kavrama uymasını, yani yalnızca basit toplumsal üretim araçları olarak iş görmesini, onu sermaye yapan her şeyi çıkarıp atmasını ve gene de sermaye olarak kalmasını ve yalnızca bu işlemle sonunda doğru sermaye haline gelmesini isteyebilir....
206
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 11 ARALIK 1884
... Bizim büyük avantajımız, sanayi devriminin, Fransa’yla İngiltere’de esas olarak tamamlanmış olmasına [sayfa 189] karşılık bizim ülkemizde henüz tam hız gidiyor olmasıdır. Oralarda kent-kır ayrımı, sanayi ve tarım bölgeleri ayrımı o kadar gelişkin bir düzeydedir ki, artık değişme çok yavaş oluyor. İnsanların büyük kesimi, daha sonra içinde yaşamak zorunda olacakları koşullarda büyüyor; o koşullara alışıyor; hatta dalgalanmaları ve bunalımları bile, pratikte olağan bir şeymiş gibi alıyorlar. Buna ek olarak bir de eski hareketlerin başarısız girişimleri hep anımsanıyor. Öte yandan, bizde henüz her şey tam bir akış halinde. Başka yerlerde kapitalist ev sanayisi makineli üretime yenik düşerken, [bizde] köylülerin eskiden, kendi gereksinimlerini karşılamak amacıyla yaptıkları sanayi üretiminin kalıntılarının yerini şimdilerde kapitalist ev sanayisi alıyor. En arkadan topallaya topallaya gelen sanayimizin doğası ise, toplumsal alt-üst oluşu daha da temelli bir sorun haline getiriyor. Kitlesel ve lüks tüketim mallarının kitlesel üretimini İngilizlerle Fransızlar kendi tekellerine aldıklarından, ihraç için bize ufak-tefek şeyler artakalıyor; ama bunlar da büyük miktarlara ulaşıyor; ilkin ev sanayisi tarafından üretilirken, sonra makinelerin yardımıyla bu üretim hattı da kitlesel üretime dönüştürülüyor. Böylece (kapitalist) ev sanayisi giderek daha geniş alanlara sokuluyor ve yolu temizleyip açıyor. Doğu-Elbe Prusyası’nı yani doğu ve batı Prusya, Pomeranya, Posen ve Brandenburg’un büyük bir kesimiyle eski Bavyera’yı da saymazsam, köylülerin giderek daha geniş ölçüde ev sanayisine sürüklenmediği pek az yer kalıyor. Sınai bakımdan devrimcileşen alan böylece bizim için, diğer yerlerde olduğundan daha fazla genişliyor.
Dahası var. Ev sanayisinde çalışan işçi, çoğunca, tarımı da bir ölçüde sürdürdüğü için, başka herhangi bir yerde görülemeyecek biçimde, ücretleri düşürmek olanaklı hale geliyor. Küçük adamın, eskiden mutluluğunu sağlayan şey, tarımın ve bir sınai etkinliğin bileşimi, şimdi çok güçlü bir kapitalist sömürü aracı haline geliyor. Patates tarlacığı, inek, bir parçacık tarım, emek-gücünün kendi fiyatı altında satılmasını olanaklı kılıyor; işçiyi, ancak bir ölçüde besleyen toprağa [sayfa 190] bağlayarak, bu durumu zorunlu biçimde ortaya çıkarıyor. Bu durumda, bizim sanayimizi, ihracat temelinde yürütmeyi olanaklı hale getiren şey, alıcıya genelde, hemen hemen artı-değerin tümünün armağan edilmesi, buna karşılık kapitalist kârın, normal ücretten yapılan indirimle oluşmasıdır. Bütün kırsal kesim sanayisinde durum aşağı yukarı böyledir, ama hiçbirinde bizdeki ölçüde değil.
Buna ek olarak bir gerçek de şu: Burjuvazinin ilerlemesinde sağladığı (ilk zamanlar zayıf olsa da) gelişme ile 1848 Devriminin harekete geçirdiği sanayi devrimimizi, 1) 1866’dan 1870’e kadar iç engellerden kurtulunması ve 2) kapitalist yolda yatırılacak olan Fransız milyarları,345 müthiş ölçüde hızlandırmıştır. Böylece öteki ülkelerinkinden daha derin, daha yetkin, daha geniş bir alana yayılmış ve daha kapsamlı bir sanayi devrimi başardık; bununla başardığımız bir başka şey, yenilgilerle morali çökmemiş –ve ensonu Marx sayesinde– ekonomik ve politik gelişmelerin nedenleriyle öncellerimizden hiçbirinin yakalayamadığı, kapının eşiğindeki devrimin koşullarını kavrayabilme yeteneğinde, mükemmel biçimde dinç ve bozulmamış bir proletaryadır. Ama tam da bu nedenle utkun olmak görevimizdir.
Saf demokrasiye ve onun ilerdeki rolüne gelince, sizinle aynı kanıda değilim. Demokrasi, apaçık ki Almanya’da, sınai gelişimi daha eski olan ülkelerde olduğundan, çok daha ikincil bir rol oynuyor. Ama bu, demokrasinin, devrimci durumda, Frankfurt’ta346 daha önceden gözlemlendiği gibi, aşırı burjuva taraf biçiminde, tüm burjuva ve hatta feodal ekonomi için son kurtuluş umudu olarak, demokrasinin geçici bir önem kazanmasını engellemez. Böyle bir anda tüm gerici kitle onun arkasında toplanır ve ona güç verir; öteden beri gerici olagelenler, sanki demokratmış gibi davranırlar. 1848’de Mart-Eylül arasında tüm feodal-bürokratik yığın, devrimci kitleleri bastırmak ve bu bir kez başarıldıktan sonra, onların gerisine de tekmeyi vurmak üzere, liberalleri desteklediler. Fransa’da Mayıs 1848’den Aralıkta Bonaparte’ın seçilmesine kadar, partiler arasında en zayıf olan, saf [sayfa 191] cumhuriyetçi parti National,347 tüm gerici gövde onun gerisinde saf tuttuğu için iktidarda kaldı. Her devrimde böyle olagelmiştir: Şu ya da bu biçimde hâlâ hükümet olabilme olanağı bulunan en uysal parti, yenik tarafa son kurtuluş olasılığı olarak göründüğü için, iktidara gelir. Şimdi, bunalım anında, seçmenlerin ve dolayısıyla ulusun çoğunluğunu arkamızda bulacağımız beklenmemelidir. Orta sınıfın tümü, feodal mülk sınıfının kalıntıları, alt-orta sınıfın geniş bir kesimi ve kırsal nüfus, o zaman aşırı devrimci bir tutum takınacak olan bu aşırı burjuva partinin çevresinde toplanacaktır; o zaman bu partinin, Geçici Hükümette temsil edilmesini, hatta geçici olarak hükümetin çoğunluğunu oluşturmasını çok olası görürüm. Azınlığın, böyle bir durumda, nasıl davranmaması gerektiğini, 1848 Şubatındaki Paris hükümetinin sosyal-demokrat azınlığı göstermiştir. Ancak, şu anda bu henüz akademik bir konudur.
Kuşkusuz olaylar Almanya’da askeri nedenlerden dolayı farklı bir seyir alabilir. Şimdiki durumda, bir dış itki, gelse gelse Rusya’dan gelir. Böyle bir şey olmazsa, itkiyi Almanya verirse, o zaman devrimi ancak ordu başlatabilir. Askeri açıdan, modern silahlarla donatılmış bir orduya karşı silahsız bir ulus gözardı edilebilir bir etmendir. Bu durumda, –oy hakkı olmayan ama talim görmüş 20-25 yaş arası yedekler, harekete katılırlarsa– saf demokrasi aşaması atlanabilir. Ama bu nokta da henüz akademiktir; ne var ki, partinin bir tür genelkurmayının temsilcisi olarak, bu noktayı da dikkate almak zorunluğunu hissettim. Her ne ise, bunalım günü ve onun ertesinde bizim tek hasmımız, saf demokrasinin gerisinde yığılacak olan gericiliğin bütünüdür ve bu sanırım gözden uzak tutulmamalıdır. ... [sayfa 192]
1885
207
ENGELS’TEN CENEVRE’DEKİ VERA İVANOVNA ZASULİÇ’E
LONDRA, 23 NİSAN 1885
Sevgili yurttaş,
14 Şubat tarihli mektubunuza hâlâ bir yanıt borcum var. Gecikme, kuşkusuz tembelliğimden değil, şu nedenlerden ileri geldi:
Plehanov’un
Naşt raznoslatsi’ya
başlıklı kitabı konusunda görüşümü sormuştunuz. Bunu yapabilmek için kitabı okumak gerekiyor. Rusçayla bir hafta haşır-neşir olursam, kolaylıkla okuyabilirim. Ama çoğu zaman yılın yarısı, elime bir Rusça kitap almadan geçer; tabii o zaman da pratiğimi yitiriyorum ve yeni baştan öğrenmem gerekiyor.
Raznosl konusunda durum bu.
Marx’ın, bir sekretere dikte ettiğim elyazmaları, tüm gün beni meşgul ediyor; akşamları, insanın geri çeviremeyeceği konukları geliyor; okunacak provalar, yazılacak mektuplar ve ensonu, benim
Ursprung der Familie’nin
(İtalyanca,
[sayfa 193] Danimarkaca, vb.) çevirileri var; kitabı gözden geçirmem istendi; bu da çoğu yerde ne gereksiz ne kolay. Evet, bütün bu kesintiler,
Raznost’un 60 sayfasından öteye geçmemi engelledi. Kendime üç gün ayırabilseydim, bitirebilirdim, Rusça bilgimi de tazelemiş olurdum.
Bununla birlikte, kitabın okuduğum bu küçük parçası, sözkonusu farklılıkları, azçok anlamam için sanırım yeterli oldu.
Her şeyden önce bir kez daha belirtmek isterim ki, Rus gençleri arasında Marx’ın büyük ekonomik ve tarihsel teorilerini kaçamaksız ve içtenlikle benimseyen ve kendi öncellerinin anarşist ve ayakta kalmış birkaç slavcı geleneğinden kesinlikle kurtulmuş bir grup bulunuşundan gurur duyuyorum. Biraz daha uzun yaşasaydı, Marx da aynı gururu duyardı. Bu, Rusya’daki devrimci gelişme için büyük önem taşıyan bir ilerlemedir. Benim için, Marx’ın tarih teorisi,
sürekli ve
tutarlı tüm devrimci taktiklerin temel koşuludur; bu taktikleri keşfetmek için, bu teorinin, sözkonusu ülkenin ekonomik ve siyasal koşullarına uyarlanması gerekir.
Ama bunu yapabilmek için, bu koşulları bilmek gerekir; bense, Rusya’daki güncel durum hakkında o kadar az şey biliyorum ki, kendimi, belli bir anda orada gereksinilecek taktikleri ayrıntısıyla değerlendirecek yeterlikte sayamıyorum. Ayrıca, Rus devrimci partisinin iç ve gizli tarihini, özellikle, son birkaç yılınkini, neredeyse hiç bilmiyorum.
Narodovoltsi’den arkadaşlarım bu konuda bana hiçbir şey anlatmadılar. Bu da bir görüşe varmak için gözardı edilemeyecek bir öğe.
Benim Rusya’daki durum hakkında bildiğim ya da bildiğime inandığım şey, bana, Rusların kendi 1789’larına yaklaştıklarını düşündürüyor. Devrim, orada belli bir zaman içinde patlak vermek
zorunda; her gün patlayabilir. Bu koşullarda ülke, yalnızca bir kibriti gerektiren doldurulmuş bir mayına benziyor. Özellikle 13 Marttan bu yana.
Bu, bir avuç insanın devrim
yapmasını, yani küçük bir ilk itkiyle (Plehanov’un bir mecazıyla söylersek) çok kararsız bir
[sayfa 194] dengeye dayanan tüm sistemin yıkılıp çökmesini ve kendisi hiç de önemli olmayan bir eylemle artık zaptedilemeyen patlayıcıları serbest bırakmasına olanak sağlayan, çok ayrıksın durumlardan biridir. Evet, blankiciliğin –küçük bir fesatçılar grubunun tüm toplumun altını üstüne getirmesi fantezisi– bir kez olsun bir
raison d’être’i
olduysa, bu kuşkusuz şimdi Petersburg’dadır. Bir kez barut ateşlenince, bir kez kuvvetler serbest bırakılıp ulusal enerji (Plehanov’un sevdiği güzel bir imgeyle) potansiyel olmaktan çıkıp kinetik enerjiye dönüşünce – bombayı ateşlemiş olanlar kendilerinden bin kat daha güçlü olan ve ekonomik güçlerle direnişçi güçlerin belirleyeceği yerlerde çıkış noktasını arayan patlamaların önüne katılıp sürükleneceklerdir.
Bu insanların, iktidarı elegeçirebileceklerini imgelediklerini varsayalım; ne zararı olur ki? Bendi çökertecek deliği açtılarsa, selin kendisi, kısa sürede onları yanılsamalarından koparacaktır. Bu yanılsamalar, onlara daha büyük bir irade gücü verirse, bundan niye yakınmak? Devrim
yaptık diye övünen insanlar, daha ertesi gün ne yaptıklarına ilişkin hiçbir fikirleri olmadığını;
yapılan devrimin, onların yapmaya niyetlendikleriyle uzaktan yakından benzeşmediğini hep görmüşlerdir. Bu Hegel’in, tarihin ironisi dediği şeydir, pek az tarihsel kişiliğin sakınabildiği bir ironi. Kendi iradesine karşın devrimci olan Bismarck’a ve tapındığı çarla sonunda yumruklaşan Gladstone’a bakın.
Benim için önemli olan Rusya’da o ilk itkinin verilmesi, devrimin patlak vermesidir. İşareti şu ya da bu hizip vermiş, şu ya da bu bayrak altında olmuş, benim için hiç mi hiç farketmez. Bir saray darbesi olsaydı, ertesi gün silinip süprülürdü. Durumun bunca gergin olduğu; devrimci öğelerin böylesine yığınak yaptığı; çok büyük halk yığınlarının ekonomik durumunun her geçen gün daha da güçleştiği; ilkel komünden geniş-ölçekli modern sanayi ve yüksek finansa kadar, toplumsal gelişmenin her aşamasının temsil edildiği; bütün bu çelişkilerin eşi görülmedik bir despotizm tarafından keyfi
[sayfa 195] olarak denetim altında tutulduğu; kişiliğinde bir ulusun onuru ve zekasının birleştiği gençlik için giderek taşınamaz hale gelen bir despotizmin varolduğu bir ülkede – 1789 bir kez başlatıldığı zaman, 1793 pek uzaklarda olmayacaktır.
Sevgili yurttaş, artık hoşçakalın deme zamanı. Saat gecenin iki-buçuğu; yarın sabah postadan önce bir şey ekleyecek zamanım olmayacak. Yeğlerseniz, bana Rusça yazın, ama lütfen unutmayın, Rusça
yazı, her gün karşı karşıya gelip okuduğum bir şey değil.
Saygılarımla
F. Engels
208
ENGELS’TEN BEUTHEN’DEKİ
GERTRUD GUILLAUME-SCHACK’A
[TASLAK]
[LONDRA, ~5 TEMMUZ 1885]
Sevgili Madam,
Sorunuza
348 yanıt olarak söyleyebileceğim tek şey, Mary’ın ve benim belli bazı siyasal çalışmalardaki
gizli işbirliğimiz hakkında, yayınlanmasına niyet edilmiş bilgileri vermeye hakkım olmadığıdır. İşlerin gelişimi çerçevesinde en fazlasından görüşümüzün sorulduğu bir Fransız genel programı için ne Marx adına, ne kendi adıma sorumluluk yüklenmem sözkonusudur. Ne var ki,
aramızda kalmak koşuluyla, size,
Parti Ouvrier’nin
Roanne kanadının
349 programının
Giriş bölümünün Marx’ın olduğunu söyleyebilirim.
Kadın emeğinin sınırlandırılması konusundaki Fran-sız istemleri, Almanlarınkinden daha az ısrarlıdır; çünkü Fransa’da, özellikle Paris’te, fabrikada kadınların yaptığı işler, göreceli olarak daha küçük bir rol oynar. Ücretler tümden ortadan kaldırılmadığı sürece, her iki cinsiyet için eşit işe eşit ücret, bildiğim kadarıyla tüm sosyalistler tarafından istenmektedir. Çalışan kadının kendi cinsiyetine özgü fizyolojik
[sayfa 196] işlevleri nedeniyle kapitalist sömürüye karşı özel bir korumayı gereksindiği düşüncesi bana apaçık bir düşünce olarak görünüyor. Kadınların kapitalistler tarafından erkekler gibi sömürülmelerine izin verebilmeleri hakkının resmen kendilerine tanınmasının şampiyonluğunu yapan İngiliz kadınlar, doğrudan ya da dolaylı olarak daha çok her iki cinsiyetin kapitalist sömürüsüyle ilgilenmişlerdir. İtiraf etmeliyim ki, ben kapitalist üretim biçiminin son yıllarında, kadınlarla erkeklerin biçimsel olarak mutlak eşitliğinden çok, gelecek kuşakların sağlığıyla ilgilendim. Benim inancım o ki, kadınlarla erkeklerin gerçek eşitliği, her ikisinin de sermaye tarafından sömürülmesine son verildiği ve özel ev işi toplumsal üretimin bir dalına dönüştürüldüğü zaman gerçekleşebilir.
209
ENGELS’TEN PLAUEN-DRESDEN’DEKI AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 28 EKİM 1885
... Sanayinin önemli her dalındaki kronik çöküntü, Fransa ve Amerika’da olduğu gibi burada da sürüyor. Özellikle demirde ve pamukta. Bu şimdiye dek eşi görülmedik bir durum ama kapitalist sistemin kaçınılmaz sonucu: ekonomiyi bunalım noktasına bile getiremeyen devcesine bir aşırı-üretim! Yatırım için yer arayan kullanılabilir sermayenin aşırı-üretimi öylesine büyük ki, burada iskonto haddi, yıllık yüzde 1 ile 1½ arasında dalgalanıyor; kısa vadeli kredilerde kullanılan ve istendiği gün geri çekilebilen (vadesiz mevduat) para ise yıllık yüzde ½’yi zarzor sağlayabiliyor. Ne var ki, para kapitalistinin, yeni sanayi yatırımları yerine parasını bu yolda yatırmayı yeğlemesi, tüm iş yaşamının ona kokuşmuş göründüğünü gösteriyor. Ve bu yeni yatırımlar korkusu ve kendini 1867 bunalımında ortaya koymuş olan eski-zaman spekülasyonu, işlerin bunalım noktasına gelmeyişinin ana nedeni. Ama sonunda, çaresi yok gelecek ve umulur ki, burada, eski sendikaların da sonunu getirsin. Bu sendikalar daha ilk baştan kendilerine yapışan, ama artık her geçen gün taşınamaz hale [sayfa 197] gelen esnaf karakterini bırakmadılar. Sanırım, teknisyenlerin, mobilya yapımcılarının, duvarcıların, vb., kendi mesleklerinden olanları, fazla gürültü çıkarmaksızın sendikaya kabul ettiğini düşünüyorsunuz. Hiç öyle değil. Sendikaya kim girmek isterse, sendikaya üye olan birinin yanında belli bir süre (genelde yedi yıl) çırak olarak çalışması gerek. Bunun amacı, işçi sayısını sınırlı tutmak, ama bunun ötesinde, parmağını kıpırdatmadığı halde çırağın sırtından ustanın para kazanması dışında, hiçbir anlam taşımıyor. Bu durum, 1848’e kadar sineye çekildi. Ama o zamandan bu yana, sanayinin devcesine büyüyüşü bir işçi sınıfı yarattı; şimdi sendikalarda ne kadar “nitelikli” işçi varsa bir o kadar hatta daha fazla, üretimi “nitelikli” olanların üretimine benzer düzeyde ya da daha fazla olan, ama asla sendikanın asıl üyesi olamayan işçi var. Bu insanları tamamen sendikaların esnaf kuralları ortaya çıkardı. Sendikalar bu budalaca saçmalardan kurtulmayı günün birinde düşünürler mi dersiniz? Hiçbir zaman. Sendikalar Konfederasyonu genel kurullarının birinde bir gün olsun bu yolda bir öneri verildiğini okuduğumu anımsamıyorum. Budalalar, topluma yeni bir biçim verip kendilerine uydurmak istiyorlar da kendilerine yeni bir biçim verip de toplumun gelişmesine ayak uydurmak istemiyorlar. Bu saçmalığa son vererek sayılarını ve güçlerini bir kat artırmak ve şimdi her gün uzaklaştıkları şeye, yani bir meslekteki bütün işçilerin kapitalistlere karşı birliğine ulaşmak yerine, kendilerine yalnızca zarar veren geleneksel boşinanlanna dört elle sarılıyorlar. Bu, sanıyorum bu ayrıcalıklı işçilerin davranışları konusundaki birçok noktayı size açıkça anlatacak....
210
ENGELS’TEN ST. PETERSBURG’DAKİ
NİKOLAY FRANTSEVİÇ DANİELSON’A
LONDRA, 13 KASIM 1885
Sayın Bayım,
6 (18) ve 9 (21) Ağustos tarihli iki mektubunuzu,
[sayfa 198] Jersey’de bulunduğum sırada aldım ve
Severny Vestnik350 için istediğiniz mektubu derhal gönderdim. Ondan sonra da işlerin baskısı, daha ayrıntılı bir yanıt yazmama ve 25 Ağustos (5 Eylül) tarihli mektubunuzu yanıtlamama engel oldu.
Hiç kuşkum yok ki, ikinci cilt
bana verdiği zevkin aynısını size de verecektir. İçerdiği gelişmeler gerçekten öylesine üst düzeyde ki, piyasa romanı okuru onları anlama ve sonuna kadar okuma zahmetine katlanmayacaktır. Ekonomi politik dahil, tüm tarih biliminin daha aşağı düşemeyeceği ölçüde düştüğü Almanya’da durum böyle. Teorik açıdan, bizim kürsü sosyalistleri hafifçe insansever olan vülger iktisatçılardan daha fazla değildi; ve şimdi her ikisi de öyle bir düzeye indiler ki, Bismarck’ın devlet sosyalizminin basit savunucuları düzeyine indiler. Onlar için ikinci cilt, kapağı hiç açılmamış bir kitap olarak kalacak. Alman tarih biliminin, Otuz Yıl Savaşından sonra Almanya’nın karşılaştığı derin siyasal düşkünlüğün sonucu olarak indiği aşağılık düzeye, bu kez Almanya’nın Avrupa’daki birinci güç haline gelişi sonucu düşmesini Hegel çok güzel bir deyişle
Ironie der Weltgeschichte diye adlandırıyor. Ama, gerçek bu. Ve işte bu nedenle Alman “bilim”i bu yeni cilde, gözünü dikmiş, anlamaksızın bakıyor; yalnızca tekin değildir korkusu, kamuoyu önünde açıkça eleştirmelerini önlüyor ve resmi ekonomi literatürü bu yapıta karşı ihtiyatlı bir suskunluk içinde bulunuyor. Ama gene de, üçüncü cilt onların dilini çözecek.
3’üncü cilde gelince, orijinali okunabilir bir biçimde temize çekme işini tamamladım. Şu anda dörtte-üçü, yayınlanabilecek durumda ama son çeyrek belki de üçüncü çeyrek, daha epey emek gerektirecek: Birinci bölüm (
Mehrwertsrate-Profıtrate ilişkisi
) ve
Kredit ve bir ölçüde
Grundrente konusundaki izleyen bölümler; bunun yanısıra, hemen bütün öteki bölümlerin belli bazı kesimleri. Son iki ay içinde, epeydir savsakladığım başka bazı işlerle uğraşmak zorunda
[sayfa 199] kaldım; daha önce tüm çabamı 2’inci ve 3’üncü ciltler üzerinde yoğunlaştırmıştım. Bu çalışma, daha bir zaman sürecek; ondan sonra belki de, 1’inci cildin hemen hemen tamamlanan İngilizce çevirisi bir ayımı alacak, ardından 3’üncü cildi yeniden ele alacağım ve bitireceğim. Yaklaşık 1000 sayfa olacağı için, belki de iki bölümde basılacak.
Yazarın 1879’dan 1881’e kadar yazdığı mektuplardan
seçtiğiniz parçalar için çok teşekkür ederim. Onları hüzünlü bir gülümsemeyle okudum. Ah, çalışmayı tamamlamamanın bu tür mazeretlerine çok alışığız! Sağlığı, ne zaman çalışmayı sürdürmesini olanaksızlaştırsa, bu olanaksızlık onun zihnine öylesine ağırlık verirdi ki, yalnızca çalışmanın neden tamamlanmaması gerektiğine ilişkin teorik bir mazeret bulduğunda çok mutlu olurdu. Bütün bu kanıtları o zaman
vis-à-vis de moi öne sürmüştü; bilincini rahatlatıyor gibiydiler.
3’üncü cildi tamamladıktan ve öteki elyazmalarından yayınlanabilecek durumda olanları seçtikten sonra, çok olasıdır ki, yazarın bilimsel açıdan önemli olan yazışmalarını toplamaya çalışacağım. İşte bu mektuplar arasında yazarın size yazdığı mektuplar ilk sırayı tutuyor. Bu çerçevede zamanı geldiğinde, bu mektupların kopyalarını bana verme önerinizden yararlanacağım.
Size sık sık broşürleri vb., yazarın ve benim yazılarımızın yeni baskılarını vb. yolluyorum, ama bunları size doğrudan yollamanın sağlam bir iş olup olmadığını da bilmiyorum. Lütfedip ne yapmam gerektiğini bildirirseniz, memnun olurum.
Doktorlarının, hastalık süresi hakkındaki kötü tahminleri bir yana, umarım ortak dostumuzun
sağlık durumu iyiye gidiyordur. Onunla ilgili haberleri merakla bekliyorum.
Yazarın size mektubunda sözünü ettiği şu bunalım, gerçekten çok ayrıksın bir bunalımdı.
Gerçek şu ki, hâlâ sürüyor; tüm Avrupa ve Amerika, bunalımın sıkıntılarını hâlâ çekiyor. Mali çöküntü olmayışı, bunun nedenlerinden biri.
[sayfa 200] Ama temel neden, kuşkusuz
Weltmarkt’ın
tümden değişmiş olan durumu. 1870’ten bu yana Almanya ve özellikle Amerika, modern sanayide İngiltere’nin rakibi haline geldiler; öteki Avrupa ülkelerinin çoğu da kendi üretimlerini geliştirerek İngiltere’ye bağımlı olmaktan çıktılar. Bunun sonucu şu oldu: Eskiden esas olarak İngiltere’yle sınırlı kalan aşırı üretim süreci, çok daha geniş bir alana yayılmaya başladı ve – şimdiye kadar– vahim olmaktan çok kronik bir karakter kazandı. Böylelikle, eskiden her on yılda bir havayı temizleyen fırtınayı erteleyerek, bu kronik çöküntü aslında, şimdiye dek hiç görülmedik yaygınlıkta ve şiddette bir yıkımın yolunu hazırlıyor olmalı. Ve üstelik yazarın sözünü ettiği tarımsal bunalımın da halen devam ediyor olması, hemen nerdeyse bütün Avrupa ülkelerine yayılması ve batı Amerika’daki otlakların bakir
çernozemi tükenmedikçe de sürmesi, işin cabası.
Derin saygılarımla
P. W. Rosher
211
ENGELS’TEN VİYANA’DAKİ MINNA KAUTSKY’YE
LONDRA, 26 KASIM 1885
...
Die Alten und die Neuen’i [
Eskiler ve Yeniler]
de
okudum; kitap için yürekten teşekkür ederim. Tuz madeni işçilerinin yaşamı,
Stefan’daki
köylülerin portresini çizen kalemin ustalığıyla anlatılıyor. Viyana sosyetesinin yaşamının tanımı da birçok yerinde pek hoş. Viyana, gerçekte sosyetesi olan tek Alman kenti; Berlin’in yalnızca “belli çevreler”i vardır ve ondan da fazlasıyla belirsiz çevreleri; Berlin toprağının yalnızca yazarlar, resmi görevliler ya da aktörler hakkında roman üretmesinin nedeni budur. Yapıtınızın Viyana bölümündeki kurgunun bazan çok hızlı mı geliştiğini siz daha iyi yargılayacak konumdasınız. Bize bu izlenimi veren birçok
[sayfa 201] şey, kentin kendine özgü uluslararası karakteri ve güney ve doğu Avrupalılarla içice geçmişliği düşünülürse, Viyana’da belki de çok doğal görülebilir. Her iki alanda da karakterler, yapıtınızın olağan yanlarından biri olan keskin bir bireyleşme sergiliyor. Her biri hem bir tip, ama aynı zamanda belli bir birey, ihtiyar Hegel’in dediği gibi bir “
Dieser”;
zaten böyle olmalı. Şimdi, tarafsız olmak için, bir yerlerde hata bulmalıyım ve böylece geliyoruz Amold’a. O gerçekte haddinden fazla çok iyi ve sonunda bir toprak kaymasında öldüğü zaman, insan onun bu dünya için gereğinden fazla iyi oluşuyla böylesine ölmesini birbiriyle ancak şairane bir adaletle bağdaştırabilir. Ama bir yazarın kendi yarattığı kahramana tapınması çok kötüdür; bana göre sizin de burada bir ölçüde düştüğünüz hata budur. Elsa tipinde, aynı zamanda idealleştirilmiş olmakla birlikte, belli bir bireyselleştirme de var; ama Arnold’da kişilik ilkeyle daha çok bütünleşiyor.
Romanın kendisi, bu eksikliğin kaynağını da açığa çıkarıyor. Görünen o ki, kitabınızda görüşlerinizi ortaya sermek, tüm dünyanın önünde inançlarınızı sınamak istediniz. Bu şimdi yapılmış oldu; bu içinden geçtiğiniz bir aşama ve artık bu biçimiyle yinelemeniz gerekmez. Partizan şiire, öyle olduğu için karşı duruyor değilim. Hem trajedinin babası Aeschylus, hem komedinin babası Aristophanes epey koyusundan partizan şairlerdi; Dante ve Cervantes de daha azı değildiler; ve Schiller’in
Kabale und Liebe’si [
Entrika ve Aşk] için söylenebilecek en iyi şey, onun ilk Alman siyasal sorun draması olmasıdır. Mükemmel romanlar yazmış olan modern Rusların ve Norveçlilerin hepsi bir amaçla yazarlar. Ne var ki, amaç, açıkça belirtilmeksizin, durumun ve eylemin kendisinden çıkmalıdır; yazar da anlattığı toplumsal çatışmaların gelecekteki tarihsel çözümünü okura bir tepsi içinde sunmak zorunda değildir. Buna şunu da eklemek gerekir ki, bizim koşullarımızda romanlar daha çok burjuva çevrelerden, yani doğrudan bizim olmayan çevrelerden okurlara sesleniyor. Bu nedenle, sosyalist sorun romanı, bana göre, gerçek koşullara
[sayfa 202] sadık bir anlatımla, burjuvalara egemen olan yanılsamaları dağıtırsa; burjuva dünyasının iyimserliğini sarsarsa, sözkonusu soruna kendisi doğrudan çözüm sunmaksızın hatta zaman zaman görünürde taraf tutmaksızın, şimdi varolanın önsüz-sonsuz geçerliğine kuşku düşürürse, kendisinden bekleneni tamamen yerine getirmiş olur. Burda, sizin hem Avusturya köylülerini hem de Viyana “sosyetesi”ni tam bilgiyle ve hayran olunacak biçimde taze ve canlı sunuşunuzu destekleyen geniş materyal var, ve Stefan tipinde, karakterlerinizi, yazarın, yarattığı varlıklar üzerindeki egemenliğine işaret eden hoş ironiyle ele alma yeteneğinizi gösteriyorsunuz. ...
[sayfa 203]
1886
212
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 20[-23] OCAK 1886
... Ekonomik alanda Alman liberallerin çözülmesi, İngiliz radikaller arasında olup bitenlerle çakışıyor. Eski à la John Bright Manchester ekolünden olanlar birer ikişer dökülüyor; ve genç kuşak, Berlinliler gibi, parça-buçuk toplumsal reformlara merak sarıyor. Şu var ki, burada burjuva, seçimlerde kendisine iyi bir hizmet vermiş olan tarım işçisine yardım ettiği kadar sanayi işçisine yardım etmek istemiyor ve İngilizlerin tarzı devlet müdahalesinden çok belediyenin müdahalesidir. Tarım işçileri için küçük bahçeler, patates tarlacıkları; kentli işçiler için sağlığa ilişkin iyileştirmeler ve benzeri işler – işte programları bu. Burjuvazinin kendi klasik iktisat teorisini kurban etmek zorunda kalması çok iyi bir işaret; bu bir ölçüde siyasal düşüncelerden, ama bir ölçüde de bu teorinin pratik sonuçları yüzünden, kendilerinin kuşku duymaya başlamalarından ötürü. Bunu, burada ve Fransa’da, [sayfa 204] akademik koltuklarda, klasik iktisat teorisinin ayağını şu ya da bu biçimde kaydırıp yerine oturan kürsü sosyalizminin351 gelişimi de kanıtlıyor. Üretim tarzından kaynaklanan güncel çelişkiler öylesine göze-batar hale geldi ki, artık bir teori değil ama saçma sapan bir şey olan şu kürsü sosyalisti türlüsü olmasa, hiçbir teori bu çelişkileri daha fazla saklayamaz.
Altı hafta önce burada, ticarette iyileşme belirtilerinin kendini göstermekte olduğu söylenmişti. Ama şimdi bu umut da gene sararıp soldu; sıkıntı eskisinden büyük, olumlu belirtilerin eksikliği de öyle, üstelik, alışılmadık sertlikte bir kış geçiriyoruz. Bu yıl, aşırı üretimin piyasalardaki baskısının sekizinci yılı ve düzelecek yerde gittikçe bozuluyor. Durumun, eskiye bakışla temelli biçimde değiştiğinden artık hiç kuşku duyulmuyor; İngiltere dünya pazarlarında önemli rakiplerle karşılaştığından beri, o zamana dek bilindiği anlamıyla bunalım dönemi, sona erdi. Bunalımlar, düzeltme kabul etmez olmaktan çok kronikleştiyse ve aynı zamanda şiddetinden hiçbir şey eksilmiyorsa, sonuç ne olacak? Yığılan meta emildiği zaman, kısa süreli de olsa bir gönenç döneminin, sonunda geri dönmesi beklenir; ama bunun nasıl olacağını görmekte sabırsızlanıyorum. Bununla birlikte, iki şey kesin: Eski toplumun varoluşu açısından, on yılda bir gelen bunalım dönemlerine oranla, çok daha tehlikeli bir döneme girdik; ve ikincisi, gönenç dönemi geri geldiği zaman, İngiltere bundan, eskisine göre dünya pazarının kremasını tek başına yediği döneme göre, çok daha az nasiplenecek. Bu anlaşıldığı gün, buradaki sosyalist hareket ciddi olarak başlayacak; daha önce değil.
213
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ
FLORENCE KELLEY-WISCHNEWETZKY’TE
[LONDRA] 3 HAZİRAN 1886
Hareketin önderlerinin ve bir ölçüde yeni yeni uyanan kitlelerin de hataları ve
Borniertheit’ı
ne olursa olsun, bir şey
[sayfa 205] kesin: Amerikan işçi sınıfı yürüyor ve hata yapmıyor. Ve birkaç zamansız starttan sonra, yakın bir zamanda doğru kulvara girecekler. Amerikalıların sahneye bu çıkışını, yılın en büyük olaylarından biri sayıyorum. Rus çarlığının yıkılması, Avrupa’nın büyük askeri monarşileri için ne anlama gelirse, – başlıca dayanaklarının çatırdaması–, Amerika’da bir sınıf savaşının patlak vermesi de tüm dünya burjuvazisi için o anlama gelir. Çünkü Amerika, her şey bir yana bütün burjuvazi için idealdi; zengin, geniş, genişleyen, feodal kalıntılarla ya da monarşik geleneklerle mayalanmamış salt burjuva kurumlan olan, sürekli ve kalıtımsal bir proletaryası olmayan bir ülke. Burada herkes, kapitalist olmasa bile, kendi araçlarıyla, kendi hesabına üreten ya da ticaret yapan bağımsız bir kişi olabilirdi. Ve çıkarları birbirine karşıt sınıflar
henüz olmadığı için, bizim –ve sizin– burjuva, Amerika’nın sınıf karşıtlıkları ve savaşımlarının
üstünde olduğunu düşünmüştü. Bu aldanma artık çöktü; yeryüzündeki son burjuva cennet hızla Purgatorio’ya
dönüşüyor ve Avrupa gibi bir cehennem haline gelmesi, ancak, tüyleri henüz biten Amerikan proletaryasının gelişme adımlarına izin verilerek önlenebilir. Sahneye çıkış biçimleri çok olağandışı oldu: altı ay önce hiçkimse, hiçbir şeyden kuşkulanmıyordu; ve şimdi birdenbire tüm kapitalist sınıfı dehşete düşürecek bir örgütlü kitle olarak ortaya çıkıver-diler. Keşke Marx, bunu görecek kadar yaşayabilseydi!...
214
ENGELS’TEN PARİS’TEKİ LAURA LAFARGUE’A
LONDRA, 2 EKİM 1886
... Korkarım, Paul sanayi burjuvazisinin sosyalist düşüncelere yakınlaşmasının belirtisi olarak görmekle Paris mahkeme kararının
352 önemini abartıyor. Tefeciyle sanayi kapitalisti arasındaki savaşım, burjuvazinin kendi içindeki savaşımdır; yakında
de la part des boursiers yapılacak
[sayfa 206] kamulaştırmalar sonucu, bazı küçük-burjuvalar, kuşku yok ki bizim yanımıza itileceklerse de, onları kitle halinde yanımıza çekmeyi hiçbir zaman umut edemeyiz. Ayrıca, kendi dar sınıf önyargılarını kendileriyle birlikte getireceklerinden, bu, arzu edilir bir şey de değildir. Almanya’da, bizde onlardan çok var; partinin yürümesini engelleyen de bu ayak bağlarıdır. Küçük-burjuvazinin –bir kitle olarak– yazgısı her zaman, iki büyük sınıf arasında kararsızca yüzer-gezer konumda kalmak olacaktır; bir bölüğünü sermayenin merkezileşmesi ezecek, bir bölüğünü proletaryanın utkusu. Karar günü geldiğinde onlar her zamanki gibi sendeleyecekler, yalpalayacaklar ve çaresiz
se laisseront faire;
ve bizim istediğimiz de yalnızca budur. Bizim görüşümüze gelseler bile şöyle diyecekler: Kuşkusuz komünizm sonal çözümdür, ama henüz çok uzakta, belki de gerçekleşmesi yüz yıl alacak – bir diğer deyişle: ne kendi ömrümüzde, ne çocuklarımızın ömründe onun gerçekleşmesi için çalışıyoruz. Almanya’daki deneyimimiz budur.
Bunun ötesinde, mahkeme kararı büyük bir utkudur ve ileri doğru kararlı bir adımın başlangıç noktasıdır. Burjuvazi, bilinçli ve örgütlenmiş proletaryayla karşıkarşıya geldiği andan beri,
şurada liberal ve demokrat eğilimleri ile,
burada proletaryaya karşı savunma savaşımının baskıcı gerekleri arasındaki umutsuz çelişkiler yumağına dolaşır. Alman ve Rus burjuvazisi gibi yüreksiz bir burjuvazi, genel sınıf eğilimlerini, kaba baskının anlık avantajlarına kurban eder. Ama İngiliz ve özellikle Fransız burjuvazisi gibi, devrimci bir tarihi olan bir burjuvazi bunu bu denli kolay yapamaz. İşte burjuvazinin kendi içindeki savaşımının nedeni de budur; ve bu savaşım, sıklıkla şiddet ve baskıya başvurmasına karşın, onu bir bütün olarak ileri götürür – İngiltere’de Gladstone’un çeşitli seçim reformları ve Fransa’da radikalizmin ilerlemesi gibi. Bu mahkeme kararı yeni bir aşamadır. Ve böylece burjuvazi, kendi işini yaparken, bizim işimizi de yapıyor. ...
[sayfa 207]
215
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGE’YE
LONDRA, 29 KASIM 1886
Sevgili Sorge,
Bu sabah Önsöz’ün
düzeltilmiş son provalarını yayıncıya götürdüm ve böylece bu karabasandan en sonunda kurtuldum. Çevirinin bir kopyasını sana iki haftaya kadar gönderebileceğimi umuyorum. New York’tan önceki gün ayrılan kocasını beklemek üzere bayan Liebknecht öbür gün buraya geliyor.
Henry George patlaması
353 muazzam bir sahtekarlık dağını gün ışığına çıkardı; ve orada olmadığıma memnunum. Ama buna karşın, çağ açan bir gündü o gün. Almanlar, Amerikalı kitleleri harekete geçirmek için kendi teorilerini, bir kaldıraç olarak nasıl kullanacaklarını bilmiyorlar; çoğu teoriyi, zaten anlamıyor; sanki ezberlenecek ve ondan sonra zahmetsizce bütün gereksinimleri karşılayacak bir şeymiş gibi, teoriye doktriner ve dogmatik bir biçimde yaklaşıyor. Onlar için teori bir eylem kılavuzu değil bir amentüdür. Dahası, ilke olarak hiç İngilizce öğrenmezler. Bu yüzden de Amerikan kitleleri, kendi yollarını kendileri aramak zorunda kalırlar ve karışık ilkeleri ve gülünesi örgütü, kendi kafa karışıklıklarına uygun düşen
Emek Şövalyelerinde,
354 bir an için yollarını bulmuş gibi olurlar. Ama duyduğuma göre, Emek Şövalyeleri, özellikle New England’da ve batıda gerçek bir güç ve kapitalistlerin vahşice karşı çıkışı nedeniyle her geçen gün daha da güçleniyor. Sanırım, bu örgüt içinde çalışmak, henüz plastik bir kitle olan bu örgütün içinde hareketi ve amaçlarını anlayan ve kaçınılmaz olan yani bugünkü “düzenin beklenen çöküntüsü gerçekleştiği zaman önderliği ele alacak bir çekirdek, ya da en azından bir grup oluşturmak gerekiyor. Emek Şövalyelerinin en kötü yanı, Powderly’lerin, vb., hileli yollara sapmaları sonucunu veren politik yan-tutmazlığıydı; ama
[sayfa 208] kitlelerin Kasım seçimlerinde özellikle New York’ta takındıkları tutum, hareketin bu yönünü törpüledi. İşçi hareketine giren her ülkede önemli olan ilk büyük adım, her zaman işçilerin bağımsız bir parti olarak ortaya çıkmasıdır; ayrı bir işçi partisi olduğu sürece, bunun nasıl olduğu önemli değildir. Bu adım, bizim bekleyebileceğimizden de daha çabuklukla atılmıştır; ve esas olan da budur. Bu partinin ilk programının hâlâ karışık ve aşırı ölçüde eksik olması, Henry George’un bayrağını yükseltmesi, sakınılamayacak bozukluklardır, ama yalnızca geçicidirler de. Kitleler gelişmek için zamana ve olanağa sahip olmalıdırlar; ancak içinde hatalarıyla ve deneyimlerinden öğrenerek ilerleyecekleri kendi hareketlerine sahip oldukları zaman olanağa sahip olurlar –
kendi hareketleri olduğu sürece, biçiminin ne olduğu önemli değildir. Amerika’daki hareket, bizim ülkemizde 1848 öncesindeki aşamadadır; gerçekten zeki insanlar, orada, ilkin, 1848’den önce işçi dernekleri arasında Komünist Birliğin oynadığı rolü oynamak zorundadırlar. Ama, Amerika’da işler, son derece büyük bir hızla gerçekleşecektir. Çünkü ortaya çıkışının üstünden henüz sekiz ay geçmiş olan bir hareketin böyle bir seçim başarısı kazanması görülmüş şey değil. Ve şu anda eksik olan ne varsa onlar da burjuvazi sayesinde sağlanacak; burjuvazi dünyanın hiçbir yerinde, orada olduğu kadar utanmazca ve gaddarca davranmıyor; sizin yargıçlarınız da Bismarck’ın imparatorluk madrabazlarını aratmıyor. Burjuvazinin, savaşımı bu tür yöntemlerle yürüttüğü bir yerde, kritik aşamaya hızla ulaşılır ve biz Avrupadakiler elimizi çabuk tutmazsak, Amerikalılar kısa sürede arayı açacak. Ama şu anda iki kat gerekli olan şey, teoriyi ve olumlu sonuç vermiş taktikleri çok iyi kavramış, ayrıca İngilizce konuşabilen ve yazabilen kişilere sahip olmamızdır; bazı geçerli tarihsel nedenlerle Amerikalılar, bütün teorik sorunlarda korkunç biçimde geridedirler; Avrupa’dan Amerika’ya ortaçağ kurumlarını getirmedilerse de, yığınla ortaçağ geleneğini, dini, İngiliz örf-adet (feodal) hukukunu, boşinanları, tinselciliği (
spiritualism)
– kısacası, iş yaşamı için doğrudan zararlı olmayan ve kitleleri
[sayfa 209] uyuşturmak için çok işe yarayan her türlü budalalığı getirdiler. Orada, Amerikalılara, kendi hatalarının sonuçlarını önceden söyleyebilecek ve sonal amaç olarak ücret sisteminin yıkılmasını sürekli gözönünde tutmayan her hareketin sonunda yoldan çıkmaya ve başarısızlığa mahkum olduğunu onlara anlatabilecek, teorik açıdan duru beyinler varsa – o zaman birçok saçmadan kaçınılabilir ve süreç büyük ölçüde kısalır. Ama bütün bunlar İngiliz tarzında yapılmalı, özgül Alman karakteri bir yana konmalıdır;
Sozialist’teki baylar bunu yapabilecek yeterlikte değiller,
Volkszeitung’dakiler ise yalnızca
iş yaşamı sözkonusu olduğunda zekiler.
Kasımdaki Amerikan seçimlerinin Avrupa’daki etkisi müthiş oldu. İngiltere’de ve özellikle Amerika’da şimdiye dek emekçi hareketinin olmayışı, her ülkedeki ve özellikle Fransa’daki radikal cumhuriyetçilerin kozuydu. Bu baylar şimdi kahroldular; özellikle bay Clemenceau, 2 Kasımda, tüm politikasının temelden çöktüğünü gördü; sürekli yinelediği şuydu: “Amerika’ya bakın, nerede gerçek bir cumhuriyet varsa, orada yoksulluk ve işçi hareketi yoktur!” Şimdi, Al-manya’da ve burada ilerlemeciler ile “demokratların başına da aynı şey geliyor – burada da kendi hareketlerinin başlayışına tanıklık ediyorlar. Hareketin çok keskin biçimde bir işçi hareketi olarak vurgulanması ve bu kadar ani ve bu kadar güçlü biçimde ileri fırlaması, bu insanları şaşkına çevirdi.
Burada bir yandan rekabet yokluğu, öte yandan hükümetin budalalığı,
Sosyal-Demokrat Federasyondaki
355 bayları, üç ay önce düşlemeye bile cesaret edemeyecekleri bir konuma ulaştırdı. 9 Kasımda Londra belediye başkanının gösteri alayının arkasında –ciddiye alınacağı hiç düşünülmeyen– bir gösteri yürüyüşü yapma planının yarattığı gürültü ve daha sonra, 21 Kasımda Trafalgar alanında bir miting yapılması konusunda çıkan benzer gürültü, topçu birliklerinin harekete geçirileceğinden sözedilmesi, sonra hükümetin geri adım atması – bütün bunlar Sosyal-Demokrat Federasyondaki bayları, ayın 21’inde, boş övünmelere ve sahte devrimci gösterilere başvurmaksızın,
obbligato* ayaktakımının
[sayfa 210] eşliğinde çok alelade bir toplantı yapmak zorunda bıraktı; ve darkafalılar, onca gürültüyü çıkardıktan sonra bu kadar saygın davranan kişilere birdenbire saygı beslemeye başladılar. İş yaşamındaki kronik durgunluk nedeniyle her kış mevsiminde çok sayıda insanı içine çeken ve aşırı sıkıntıya yolaçan işsizliğe hiçkimse önem vermezken, şimdi Sosyal-Demokrat Federasyon yüzünden dikkat etme gereğini duyduğu için, S. D. F., partiyi kazanıyor. Burada işçi hareketinin doğuşunu görüyoruz ve bu gün gibi ortadadır; hasadı ilk toplayan S. D. F. ise, bu, radikallerin yüreksizliğinden ve anarşistlerle kavgaya tutuşan ama onlardan kurtulamayan, bu nedenle de burnunun dibinde diri hareketle ilgilenecek zaman bulamayan
Sosyalist Lig’in
356 budalalığından ileri geliyor. Aklıma gelmişken söyleyeyim, Hyndman ve şürekasının, bir ölçüde rasyonel olan şimdiki davranış biçimlerini ne kadar sürdürecekleri belli değil. Ama, yakında gene muhteşem gaflar yapacaklarını sanırım; çünkü fazlasıyla telaş içindeler. Ve o zaman, bunun ciddi bir harekette yapılamayacağını görecekler.
İşler, Almanya’da gittikçe şirinleşiyor. Leipzig’de “ayaklanma” suçundan dört yıla kadar varan
ağır hapis cezaları veriliyor. Ne pahasına olursa olsun bir isyanı kışkırtmak istiyorlar.
Şu anda masamda yedi küçük iş var –İtalyanca ve Fransızca çeviriler, önsözler, yeni baskılar, vb.– ve ondan sonra dursuz duraksız, 3’üncü cilt üzerinde çalışacağım.
Yaşlı dostunuz
F. E.
216
ENGELS’TEN NEW YORK’TAKİ
FLORENCE KELLEY-WISCHNEWETZKY’YE
LONDRA, 28 ARALIK 1886
... Benim önsözüm,
357 kuşkusuz bütünüyle, Amerikan işçilerinin geçtiğimiz on ay içinde yaptıkları muhteşem
[sayfa 211] sıçramaya eğilecek ve doğal olarak, Henry George’a ve onun toprak tasarımına
358 da değinecek. Ama, bu tasarımla uzun uzadıya ilgileniyor görünemez. Bunun zamanının geldiğini de sanmıyorum. Hareketin yayılması, uyum içinde yürütülmesi, kök salması ve tüm Amerikan proletaryasını olabildiğince çok kucaklaması, başından itibaren teorik olarak kusursuz bir çizgide başlayıp ilerlemesinden çok daha önemlidir. Teorik kavrayış açıklığına giden en iyi yol, insanın hata yaparak öğrenmesidir, “
durch Schaden klug werden.”
Ve tüm bir geniş sınıf için, özellikle Amerikalılar gibi pratikliğin doruğunda olan ve teoriyi çok aşağı gören bir ulus için başka yol yoktur. Önemli olan işçi sınıfını,
bir sınıf olarak harekete geçirmektir; bu bir kez elde edildikten sonra doğru yönü çabucak bulacaklardır ve direnenlerin tümü, Henry George ya da Powderly, kendi küçük hizipleriyle bir yana atılacaklardır. Bu nedenle, Emek Şövalyelerinin
359 de hareket içinde önemli bir etmen olduğunu düşünüyorum; dışardan küçümsenip alaya alınmaması, ama içerden devrimcileştirilmesi gerekir; ve oradaki Almanların çoğunun, kendi eserleri olmayan muktedir ve şanlı bir hareket karşısında kendi ithal edilmiş ve pek de anlaşılmamış olan teorilerini bir tür
alleinseligmachendes Dogma**
yapmaya ve o dog- mayı kabul etmeyen herhangi bir hareketten uzak durmaya çalışırken, ağır bir yanılgıya düştükleri inancındayım. Bizim teorimiz bir dogma değildir; bir evrim sürecinin açıklamasıdır ve bu süreç birbirini izleyen evreleri içerir. Amerikalıların, daha eski sanayi ülkelerinde biçimlendirilmiş bir teorinin tam bilinciyle başlamalarını beklemek, olanaksız olanı beklemektir. Almanların yapması gereken şey, kendi teorilerine göre davranmaktır –bizim 1845 ve 1848’de yaptığımız gibi bunu anlarlarsa– genel, gerçek bir işçi hareketine katılmak, onun
faktischesini***
, o biçimiyle başlangıç noktası kabul etmek ve yapılan her hatanın, katlanılan her gerilemenin, orijinal programdaki hatalı teorik görüşün zorunlu sonucu olduğunu
[sayfa 212] göstererek, adım adım teorik bir düzeye getirmektir:
Komünist Manifesto’nun deyişiyle onlar:
in der Gegenwart der Bewegung die Zukunft der Bewegung zu Repräsentieren*
zorundadırlar. Ama her şeyin ötesinde harekete, kendini sağlamlaştıracak zamanı vermelidirler; insanlara ilkin gereği gibi anlayamayacakları ama bir süre sonra öğrenecekleri şeyleri zorla yutturmaya çalışarak, ilk baştaki kaçınılmaz karışıklığı daha kötüsünden bir şaşkınlığa çevirmemelidirler. Gelecek Kasımda işçilerin
bona fide**
bir partisi için bir-iki milyon işçinin oyu, doktriner açıdan kusursuz olan bir platform için verilecek yüzbin oydan son derece daha değerlidir. Hareket halindeki yığınları ulusal bir temelde sağlamlaştıracak ilk girişim –hareket ileri doğru yürürse yakında bu olacaktır– onları George’cularla, Emek Şövalyeleriyle, sendikacılarla vb. yüzyüze getirecektir; o zamana kadar Alman dostlarımız ülkenin dilini bir tartışmaya girebilecek ölçüde öğrenirlerse, o zaman başkalarının görüşlerini eleştirebilirler ve böylece değişik bakış açılarının tutarsız yanlarını göstererek, onların adım adım kendi güncel konumlarını, sermaye ile ücretli emek arasındaki ilişkinin ortaya çıkardığı konumlarını anlamalarını sağlayabilirler. Ne var ki, işçilerin partisinin ulusal düzeyde kendini –hangi platformda olursa olsun– sağlamlaştırmasını geciktirebilecek ya da engelleyebilecek herhangi bir şeyi büyük hata sayarım; ve bu nedenle de Henry George’la ya da Emek Şövalyeleriyle ilgili olarak derinliğine konuşmanın henüz zamanı gelmediğini düşünüyorum. ...
[sayfa 213]
1887
217
ENGELS’TEN NE W YORK’TAKİ
FLORENCE KELLEY-WISCHNEWETZKY’YE
[LONDRA] 27 OCAK 1887
... Amerika’daki hareket, şu sıralarda, sanırım en iyi, okyanusun bu kıyısından görülüyor. Oradan bakınca, kişisel çekişmeler ve yerel anlaşmazlıklar, onun görkemini gölgeliyor olmalı. Ve hareketin yürüyüşünü geciktirebilecek tek şey, bu farklılıkların, yerleşik sektlerde kemikleşmesi olur. Bu, bir ölçüde kaçınılmaz olacak; ama ne kadar az olursa o kadar iyi. Buna karşı da en çok Almanların uyanık olması gerekli. Bizim teorimiz evrimin teorisidir, ezberlenecek ve mekanik olarak yinelenecek bir dogma değildir.
Je weniger sie den Amerikanern von aussen eingepaukt wird und je mehr sie sie durch eigne Erfahrung –
unter dem Beistand der Deutschen–
erproben, desto tiefer geht sie ihnen in Fleisch und Blut über.
1848 baharında Almanya’ya döndüğümüzde,
[sayfa 214] işçi sınıfının bize kulak vermesini sağlamanın tek olası aracı olarak demokrat partiye katılmıştık; bu partinin en ileri kanadı bizdik, ama eni-sonu yalnızca bir kanat. Marx Enternasyonali kurduğunda, tüzüğü öyle hazırlamıştı ki, o dönemin
bütün işçi sınıfı sosyalistleri katılabilirdi – prudoncular, Pierre-Leroux yanlıları ve hatta İngiltere sendikalarının en ileri kesimleri bile; ve Enternasyonal, ancak bu açıklık sayesinde Enternasyonal oldu; Komünden sonraki vahşi burjuva gericiliğin etkisiyle birçok ülkede birdenbire ortaya çıkan ve bu nedenle, kendi kendini tüketmeye güvenle bırakabildiğimiz ve zaten öyle de olan anarşistler dışındaki tüm küçük sektleri yavaş yavaş emen ve içinde eriten bir Enternasyonal oldu. 1864-73 döneminde, yalnızca bizim platformumuzu benimseyenlerle birlikte çalışmakta ısrarcı olsaydık – bugün nerede olurduk? Bizim tüm pratiğimizin, genel işçi sınıfı hareketinin her aşamasında, kendi ayrı konumumuzu ve hatta örgütümüzü saklamaksızın ve ondan vazgeçmeksizin çalışmanın olanaklı olduğunu gösterdiğini düşünüyorum; Amerika’daki Almanların farklı bir çizgi izlerlerse, büyük hata edeceklerinden korkarım. ...
[sayfa 215]
1888
218
ENGELS’TEN LONDRA’DAKİ MARGARET HARKNESS’E
[TASLAK]
[LONDRA, NİSAN 1888 BAŞI]
Sevgili Bayan Harkness,
Vizetellyler aracılığıyla yolladığınız
City Girl için çok teşekkür ederim. Çok büyük bir keyifle ve şevkle okudum. Çevirmeniniz, dostum Eichhoff’un da dediği gibi, gerçekten ein kleines Kunstwerk;
o, sizi de kıvandıracak bir şey daha ekliyor: bu nedenle, herhangi bir atlama ya da zorlama, orijinalin değerine zarar vereceği için, çevirisinin, sözcüğü sözcüğüne olması gerekiyor.
Öykünüzde beni en çok çarpan şey, gerçekçi doğrulukları yanısıra, hakiki bir sanatçının cesaretini sergilemesidir. Cesaretiniz yalnızca
Salvation Army’yi
mağrur saygıdeğerlilik –ki saygıdeğerlilik
Salvation Army’nin halk kitleleri
[sayfa 216] arasında
niçin böylesine tutulduğunu, belki de ilk kez sizin öykünüzden öğrenecek– çerçevesinde ele alışınızda kalmıyor. Çok, ama çok eski bir konuyu, burjuva sınıftan bir erkeğin bir proleter kızı baştan çıkarma öyküsünü, hiç süssüz bir biçem içinde tüm yapıtın ekseni yapmanız da cesurcadır. Bayağılık, kurgunun beylik karakterini yapay örgünlüğün ve süslerin yığını altında gizleme gereğini duyardı, ama gene de teşhis edilme yazgısından kendini kurtaramazdı. Siz, eski bir öyküyü anlatabileceğinizi hissettiniz, çünkü, yalnızca doğru anlatarak onu yeni bir öykü yapabilecektiniz.
Bay Arthur Grant’ınız bir şaheser.
Eleştireceğim bir şey kaldıysa, o da belki öykünün yeterince gerçekçi olmadığı. Gerçekçilik bana göre, ayrıntının doğruluğunun yanısıra, tipik koşullardaki tipik karakterlerin yeniden üretiminde de doğruluğu gereksinir. Şimdi, sizin karakterleriniz, kendi çerçeveleri içinde yeterince tipik; ama onları çevreleyen ve onları harekete geçiren koşullar, galiba pek öyle değil.
City Girl’de işçi sınıfı, kendisine yardım edemeyen ve hatta kendine yardım etme çabası bile gösteremeyen, edilgen bir yığın olarak beliriyor. Onu uyuşuk sefaletinden çekip çıkarma girişimleri, tümüyle dışardan, yukardan geliyor. Şimdi bu 1800 ya da 1810’ların, Saint-Simon ve Robert Owen günlerinin doğru tanımı olsa bile, neredeyse elli yıldır militan proletaryanın savaşlarının çoğunu paylaşma onuruna ermiş bir insana 1887 yılında böyle görünemez. İşçi sınıfının kendisini çevreleyen baskıcı ortama isyankar tepkisi, insan olma statüsünü kazanmak için –umutsuzca, yarı-bilinçli ya da bilinçli– çabaları tarihe kayıtlıdır, ve bu nedenle gerçekçilik alanında kendi yerini alabilir.
Sizde, doğrudan bir sosyalist roman, biz Almanların “
Tendenzroman”
dediğimiz, yazarların toplumsal ve siyasal görüşlerini yücelten türden bir roman yazmama hatası aramanın çok uzağındayım. Kastettiğim hiç mi hiç bu değil. Yazarın görüşleri ne ölçüde gizli kalırsa, sanat yapıtı için o kadar iyi olur. Benim sözünü ettiğim gerçekçilik, yazarın
[sayfa 217] görüşlerine karşın açığa çıkabilir. Bir örnek vereyim: [
P]
assés, présents et à venir tüm Zolalar’dan daha büyük bir gerçekçilik ustası saydığım Balzac,
La Comédie humaine’de,
1815’ten sonra toparlanıp
la vieille politesse française’i
yeniden canlandıran soylular toplumuna karşı yükselen burjuvazinin ilerici saldırılarını 1816’dan 1848’e dek, neredeyse yılı yılına, kronik tarzında betimleyerek, bize Fransız “toplumunun”, özellikle de “
le monde parisien”in çok olağanüstü gerçekçi bir tarihini sunar. Balzac, örnek saydığı bu toplumun, paralı kaba türedilerin zorlaması karşısında nasıl giderek çöktüğünü, ya da yıprandığını betimler; evlilik sadakatsizlikleri kendisini kanıtlama aracından başka bir şey olmayan ve evlilikte ona verilen yere tam karşılık gelen
la grande dameın yerini, nasıl, kocasını para aşkı ve hoppalık için boynuzlayan burjuvanın aldığını anlatır; ve bu merkezi resmin Çevresinde Fransız toplumunun tam bir tarihini toparlar. Ekonomik ayrıntıları (örneğin devrimden sonra taşınmaz mülkiyetin ve kişisel mülkiyetin yeniden düzenlenmesi) bile eksik olmayan bu tarihten öğrendiklerim, o dönemin sözde tarihçilerinin, iktisatçılarının ve istatistikçilerinin topundan öğrendiklerime oranla daha çoktur. Peki ama, Balzac politik bakımdan bir meşruiyetçiydi (
legitimist)
; büyük yapıtı, iyi toplumun kaçınılmaz çöküşüne bir ağıttır; gönlü, yazgısı tükenmek olan bir sınıftan yanadır. Ama içtenlikle gönüldeş olduğu gerçek erkeklere ve kadınlara –soylulara– olduğundan daha sert yergisi, daha acı alayı yoktur. Ve her zaman gizlenmemiş bir hayranlıkla sözettiği eşsiz insanlar, kendisinin en acımasız politik hasımları, Cloître Saint-Méry’nin
360 cumhuriyetçi kahramanları, o zaman (1830-1836) halk yığınlarının gerçekten temsilcileri olan insanlardır. O Balzac, böylece, kendi sınıf duygudaşlıklarına ve politik önyargılarına karşı gelmeye zorlandı ve gözdesi olan soyluların çöküşündeki zorunluluğu
gördü, ve onları daha iyi bir yazgıya yaraşmayan insanlar olarak betimledi; ve
[sayfa 218] geleceğin gerçek insanını, o sırada, yalnız onların bulunduğu yerde gördü – ki bunu, gerçekçiliğin en büyük utkularından biri, koca Balzac’ın da en yüce özelliklerinden biri sayarım.
Sizi savunmak için doğrulamalıyım ki, emekçiler, uygar dünyanın hiçbir yerinde, Londra’nın doğu ucundakinden daha az etkince direngen, yazgıya daha edilgince boyun eğer, daha
hébétés değildir. İşçi sınıfının etkin yanını başka bir yapıtınıza saklayıp bu kez edilgin yanını sunmakla yetinmeniz için çok iyi gerekçeleriniz olup olmadığını nasıl bilirim?
[sayfa 219]
1889
219
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGE’YE
LONDRA, 8 HAZİRAN 1889
... Sosyal-Demokrat Federasyon
361 dışında,
tüm Avru-pa’da Possibilistlerin
362 yanında yeralan tek bir sosyalist örgüt yok. Bu nedenle sosyalist-olmayan sendikalara dayanmak zorundalar ve ellerinden gelseydi dünyaya burdaki eski sendikaları, Broadhurst ve şürekasını salık verirlerdi; ama burada, Londra’da, Kasım ayında olup bitenler
Broad-hurst’ü bile bezdirdi. Amerika’dan bir Emek Şövalyesi alacaklar.
Bu çerçevede esaslı nokta –ve benim bunca çabamın nedeni de bu– şu ki, Enternasyonaldeki eski bölünme, Lahey’deki eski savaş burada bir kez daha ortaya çıkıyor. Hasımlar aynı, yalnızca anarşistlerin bayrağının yerini Possibilistlerin bayrağı aldı: ufak-tefek ödünler karşılığı, özellikle önderler için (belediye meclislerinde, işçi bulma kurumlarında,
[sayfa 220] vb.) iyi ücretli işler karşılığı ilkelerin burjuvaziye satılması. Ve taktikler de tamamen aynı. Sosyal-Demokrat Federasyonun, Brousse tarafından yazıldığı anlaşılan manifestosu, Sonvillier genelgesinin
363 yeni bir baskısıdır. Ve bunu Brousse da biliyor; aynı yalanlar ve karalamalarla otoriter marksizme saldırmayı sürdürüyor, Hyndman da onu taklit ediyor – Enternasyonal ve Marx’ın siyasal etkinliği hakkındaki ana haber kaynağı, genel konseydeki yerel hoşnutsuzlar: Eccarius, Jung ve şürekası.
Possibilistler ile Sosyal-Demokrat Federasyonun ittifakı Paris’te kurulacak yeni Enternasyonalin çekirdeğini oluşturacaktı; Almanlar katılırlarsa ittifakın üçüncü üyesi olarak onlarla, katılmazlarsa onlara karşı olacaktı. Birbiri ardından yapılan, sayılan giderek artan küçük kongrelerin nedeni bu; ittifakın, bütün öteki Fransız ve İngiliz eğilimleri yok sayarak dışlamasının nedeni bu; ve özellikle, Bakunin’i de desteklemiş olan küçük uluslara karşı çevirdiği entrikaların nedeni bu. Ama tüm bu işleri yürütenler, St. Gali kararı
364 çerçevesinde Almanlar da gayet bönce –başka yerlerde ne olup bittiğinin mutlak bilisizliği içinde– kongre hareketine girişince telaşa kapıldılar. Bu ufak insanlar aslında, Almanlarla birlikte olmaktansa onlara karşı çıkmayı –çünkü Almanlar çok fazla marksçıllaşmış sayılıyordu– yeğledikleri için, savaşım kaçınılmaz oldu. Ama Almanların ne kadar saf olduğunu bilemezsiniz. Ne olup bittiğini Possibilistler çok iyi bildiği ve her gün ilan ettikleri halde, benim bunu Bebel’e bile anlatmak için büyük çaba göstermem gerekti. Bütün bu hatalar yüzünden işlerin düzelebileceğinden pek umudum yoktu; yavaş yavaş kendisinin bilincine evrilen içkin usun, bu olayda bu kadar çabuk üstün geleceğini düşünemiyordum. 1873 ve 1874’tekine benzer olayların artık bugün olamayacağının kanıtını görmekten de çok mutluyum. Entrikalar yenik düşürüldü; kongrenin – bir yenisini gerektirip gerektirmediği bir yana– önemi, Avrupa’daki sosyalist partilerin görüşbirliği içinde olduğu ve birkaç entrikacının, boyun eğmezlerse ayazda bırakılabilecekleri gerçeğini bütün dünyaya göstermiş olmasındadır. ...
[sayfa 221]
220
ENGELS’TEN VİYANA’DAKİ VICTOR ADLER’E
LONDRA, 4 ARALIK 1889
Sevgili Adler,
Avenel’in
Cloots’unu
gözden geçirmenizi, şu nedenlerle salık vermiştim:
Benim görüşüme göre (ve Marx’ın görüşüne göre) kitap,
Fransız Devriminin kritik döneminin yani 10 Ağustostan 9 Thermidor’a kadar olan dönemin, arşiv araştırmasına dayandırılan ilk doğru sunumunu içermektedir.
Paris Komünü ve Cloots, tek kurtuluş yolu olarak propaganda savaşını savunuyorlardı; oysa kamu güvenliği komitesi,
diplomatlığa oynuyordu; Avrupa koalisyonundan korkuyordu, ve koalisyonu
bölerek barışı elde etmeye çalışıyordu. Danton İngiltere’yle, yani Fox’la ve seçimlerde iktidara gelmeyi uman İngiliz muhalefetiyle barış istiyordu; Robespierre Basle’de Avusturya ve Prusya ile gizlice görüşmeler yaparak,
onlarla bir ortak anlaşmaya varmaya çalışıyordu. Her ikisi de her şey bir yana, propaganda savaşını ve Avrupa’nın cumhuriyetçileşmesini isteyen halkı devirmek için Komüne karşı birleştiler. Başardılar, Komünün (Hébert, Cloots, vb.) başı kesildi. Ama ondan sonra da, barışı yalnızca İngiltere’yle yapmak isteyenlerle, yalnızca Alman güçleriyle yapmak isteyenler arasında anlaşma olanaksızlaştı. İngiliz seçimleri Pitt’in lehine sonuçlandı, Fox yıllarca hükümet dışında kaldı; bu Danton’un konumunu çökertti, Robespierre kazandı ve Danton’u giyotine gönderdi. Ne var ki –ve bu noktayı Avenel
yeterince vurgulamış
değil– varolan iç koşullarda Robespierre’i iktidarda tutmak için gerekli olan terör fırtınası çılgınlığın en üst düzeyine tırmanırken, yalnızca sınırları temizlemekle kalmayıp, Belçika’yı ve dolaylı olarak Ren’in sol yakasını Fransa’nın eline veren 26 Haziran 1794’teki Fleurus utkusu terörü bütün bütün gereksiz duruma getirmişti.
[sayfa 222] Böylece Robespierre de gereksiz duruma geldi ve 28 Temmuzda düştü.
Fransız Devrimi bütünüyle Koalisyon Savaşının egemenliği altındaydı, nabzı savaşla atıyordu. Koalisyon ordusu Fransa’nın içlerinde ilerlerse – vagus sinirinin
etkinliği artıyor, şiddetli kalp çarpıntısı başlıyor, devrimci bunalım kabarıyordu. Püskürtülürse – sempatik sinir sistemi harekete geçiyor, kalp atışları yavaşlıyor, gerici öğeler yeniden öne çıkıyordu; plebler, daha sonraki proletaryanın öncelleri, –ki devrimi yalnızca onların enerjisi kurtarmıştı– makul olmaya ve nizama-intizama çağırılıyorlardı.
Trajik olan şu ki, à
outrance savaşı, halkların kurtuluşu için savaşı destekleyen taraf ve tüm Avrupa’da cumhuriyetin üstünlüğü sonunda haklı çıkmıştı; ama ancak o tarafın, başı çoktan kesildikten sonra; ve propaganda savaşının yerini de
Basle Barışı365 ve
Direktuarın
366 burjuva sefahati almıştı.
Kitap tümüyle gözden geçirilmeli ve kısaltılmalıdır – süslü laflar atılmalı, olaylara ilişkin bilgiler, sıradan tarih kitaplarında verilen maddi bilgilerle desteklenmeli ve açıklığa kavuşturulmalıdır. Cloots geri planda bırakılabilir,
Lundis révolutionnaires’den
en önemli bölümler eklenebilir ve böylece devrim üzerine şu ana kadar sahip olmadığımız bir yapıt ortaya çıkmış olur.
Fleurus savaşının terör fırtınasını nasıl sona erdirdiğine ilişkin bir açıklama, K. F. Koppen’in (ilk)
Rheinische Zeitung’da 1842’de yayınlanan, H. Leo’nun
Geschichte der französischen Revolution [
Fransız Devriminin Tarihi] adlı yapıtını eleştiren yazısında yeralıyor.
Eşinize ve Louise Kautsky’ye derin saygılar.
[sayfa 223]
Sevgiyle
F. E.
221
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGE’YE
LONDRA, 7 ARALIK 1889
Sevgili Sorge,
8 ve 29 Ekim tarihli mektuplarını aldım. Teşekkürler.
İşler,
Sosyalist İşçi Partisinin
367 tasfiyesini sağlayacak kadar iyi gitmeyecek. Rosenberg’in Schewitsch’ten başka, daha birçok varisi var; oradaki kendini beğenmiş doktriner Almanlar da “ham” Amerikalıları eğitmek gibi, kendi kendilerine yüklendikleri bir görevden vazgeçme niyetinde değiller. Aksi halde bir hiç olacaklardı.
Bu yakada, büyük bir ulusun kafasına doktrinleri ve dogmaları tıkıştırmanın o kadar kolay olmadığı kanıtlandı; hatta insan, kendi yaşam koşulları çerçevesinde oluşan teorilerin en iyisine ve Sosyalist İşçi Partisininkinden göreceli olarak daha iyi öğreticilere sahip olsa bile, bu böyle. Şimdi hareket, sonunda rayına otur
muş görünüyor; inanıyorum ki kalıcı olarak gitmek üzere. Ama hemen sosyalist değil; bizim teorimizi İngilizler arasında en iyi anlamış olanlar hareketin dışında kalıyor: Hyndman ıslah edilemeyecek kadar çekişmeci olduğundan ve entrikacılığı sevdiğinden Bax kitap kurdu olduğundan. Hareket resmen ve her şeyden önce bir sendika hareketi, ama nitelikli işçilerin, işçi aristokrasisinin
eski sendikasından tümden farklı. İnsanlar, eskiye göre çok daha fazla çaba harcıyorlar; çok daha geniş kitleleri savaşımın içine çekiyorlar; toplumu çok daha derinden sarsıyorlar; çok daha uzun erimli istemlerle ortaya çıkıyorlar: sekiz saatlik işgünü, tüm örgütler için bir genel federasyon ve tam bir dayanışma. Tussy’nin çabaları sonucu, Gaz İşçileri ve Genel İşçiler Sendikası,
ilk kez kadın seksiyonlarına kavuştu. Dahası, insanlar henüz hangi sonal amaç için çalıştıklarını bilmiyorlar ama, ilk ağızdaki istemlerini yalnızca bir başlangıç sayıyorlar. Amaç bulanık görünse de onları,
yalnızca tepeden tırnağa sosyalist olanları önder seçmelerini sağlayacak
[sayfa 224] ölçüde sarmalıyor. Herkes gibi onlar da deneyimlerinden, kendi hatalarının sonuçlarından öğrenmeliler. Ama eski sendikaların aksine, sermaye ile emek arasındaki çıkar özdeşliğine ilişkin her öneriye tepeden gülerek baktıklarından bu uzun sürmeyecek. ...
Buradaki en tiksindirici şey, işçilerin kemiklerine kadar işleyen burjuva “saygınlık”. Toplumun sayısız katmanlara bölünmüş olması, her birinin sorgusuz-soruşuz tanınması, her birinin kendi onurunun yanısıra “iyilerine ve ‘’üstünlerine karşı doğuştan saygısı
o kadar eski ve sağlam yerleşmiş ki, burjuva, oltaya taktığı yemin yutulmasını, hâlâ çok kolayca başarabiliyor. Örneğin John Burns’ün kendi sınıfı içindeki popülerliğine kıyasla kardinal Manning, Londra belediye başkanı ve genel olarak burjuva çevrelerdeki popülerliğinden içten içe daha fazla hoşnutluk duymadığından emin değilim. Ve Champion –eski bir subay– papazların kilise kongresinde, vb., sosyalizm vaazı verirken, gizliden burjuvaziyle ve özellikle tutucularla entrika çevirdi. Hatta, bu grubun en iyisi diye düşündüğüm Tom Mann, Londra belediye başkanıyla öğle yemeği yiyeceğini söylemekten pek keyif alır. İnsan bunları Fransızlarla karşılaştırırsa, devrimin her şey bir yana ne işe yaradığını daha iyi kavrar. ...
222
ENGELS’TEN KOPENHAG’DAKİ GERSON TRIER’E
[TASLAK]
LONDRA, 18 ARALIK 1889
Sayın Bay Trier,
8 tarihli ilginç mektubunuz için çok teşekkür ederim.
Bu yakınlarda Kopenhag’da
368 kopan, sizin de zararını gördüğünüz fırtına konusunda düşüncemi söyleyeceksem, sizinle aynı görüşte olmadığımı belirterek başlayacağım.
Siz ilke olarak, öteki partilerle, en geçici olanıyla bile her ne tür olursa olsun işbirliğini reddediyorsunuz. Ben, belli
[sayfa 225] koşullarda daha yararlıysa ya da en azından daha az zararlıysa, bu araçları bile yadsımayacak kadar devrimciyim.
Şunda görüşbirliği içindeyiz: Proletarya, şiddete dayalı bir devrim olmaksızın politik iktidarı, yeni topluma açılan tek kapıyı, fethedemez. Proletaryanın, sonucu belirleyecek günde yeterince güçlü olması için ötekilerden tamamen ayrı, onlara karşı duran ayrı bir parti, sınıf bilinçli bir parti kurması zorunludur – Marx ve ben 1847’den bu yana bunu savunduk.
Ama bu, böyle bir parti belli zamanlarda, kendi amaçları için öteki partilerden yararlanmaz demek değildir. Bu, öteki partilerin, doğrudan proletarya yararına olan ya da ekonomik gelişimi ya da politik özgürlüğü ileri götürücü nitelikte olan önlemlerini, geçici olarak desteklemez demek de değildir. Almanya’da büyük evlat hakkını ve öteki feodal kalıntıları, bürokrasiyi, koruyucu gümrük tarifelerini, Sosyalistler Yasasını, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü üzerindeki sınırlamaları kaldırmak için kim gerçek bir savaşıma girişirse, ben onu desteklerim. Bizim Almanya İlericiler Partisi ya da sizin Danimarka
Venstre, gerçek radikal-burjuva partisi olsalardı, Bismarck’ın ya da Estrup’un ilk tehdidinde kaçacak delik arayan adi gevezelerin partisi olmasalardı, onlarla belli amaçlarla yapılacak herhangi bir geçici işbirliğine hiçbir durumda
koşulsuz olarak karşı çıkmazdım. Ayrıca, bir başka parti tarafından sunulan önergelerin oylaması sırasında bizim milletvekillerimizin oy vermesi de bir tür işbirliğidir – ve bunu da sık sık yapmak zorundadırlar. Ama işbirliği bize doğrudan yarar sağlıyorsa ya da ülkenin tarihsel gelişiminin ekonomik ve politik devrim doğrultusunda olduğu tartışmasız açıksa ve yararlıysa; ve partinin proleter sınıf karakteri tehlikeye atılmıyorsa, ancak o zaman işbirliğinden yanayım. Bu benim için kesin sınırdır. Bu politikanın, daha 1847’de
Komünist Manifesto’da belirlenmiş olduğunu görürsünüz; biz 1848’den bu yana Enternasyonalde ve her yerde bu siyaseti izledik. ...
[sayfa 226]
1890
223
ENGELS’TEN NEW YORK’TAKİ HERMAN SCHLÜTER’E
LONDRA, 11 OCAK 1890
... Hareketin geçen yazki fırtınamsı kabarması bir ölçüde yatıştı. Bunun en iyi yanı, işçi hareketine karşı gösterilen ama bir düşünce ürünü olmayan sempatinin, örneğin dok işçileri grevi sırasında orta-sınıf kalabalıkların gösterdiği sempatinin de yatışması oldu; ve bunun yerini şimdi daha doğal olan güvensizlik ve huzursuzluk duygusu alıyor. Güney Londra’da gaz şirketinin işçileri zorla ittiği gaz grevi sırasında, işçiler bir kez daha bütün darkafalıların kendilerini ter-ketmiş olduğunu gördüler. Bu çok iyi ve yalnızca günün birinde Burns’ün önderliğindeki bir grevde aynı şeylerin onun başına da gelmesini diliyorum – bu konuda çok hayal besliyor.
Dahası, beklendiği gibi her türlü sürtüşme, örneğin gaz işçileriyle dok işçileri arasında sürtüşme de gözlendi. Ama buna karşın, tüm kitleler hareket halindeydi ve artık onları durdurup geriletmek de olanaklı değil. Önüne set çekilen
[sayfa 227] akarsu ne kadar uzunsa, şeddi yıkıp geçtiği zaman da o kadar güçlü olur. Bu niteliksiz işçiler, eski sendikaların fosilleşmiş insanlarından çok farklılar; eski biçimci ruhun ve örneğin makine işçilerinin zanaatı kendilerine özgü tutmalarının bunlarda izi bile yok; tam tersine,
bütün sendikaların
bir kardeşlikte örgütlenmesi ve sermayeye karşı doğrudan bir savaşım için genel çağrı yapıyorlar. Örneğin dok grevinde, ticari doklarda, motorları çalışır durumda tutan
üç makine işçisi vardı. Burns ile Mann’dan –her ikisi de makine işçisi ve Burns Birleşik Makine İşçileri Sendikası yönetim kurulu üyesi– bu üç kişiyi işi bırakmaya ikna etmeleri istendi; böylece vinçler çalıştırılamayacak ve dok şirketi gerilemek zorunda kalacaktı. Üç makine işçisi isteği geri çevirdi. Makine İşçileri Sendikası yönetim kurulu müdahale etmedi ve grev uzadı gitti! Dahası, Silvertown lastik fabrikalarında, oniki haftadır süren grev vardı; greve katılmayan ve hatta kendi sendikalarının kurallarına
karşın işçilerin işini de yapan makine işçileri yüzünden başarısızlıkla sonuçlandı! Niçin? “İşçi gelişini düşük tutmak için”, bu budalaların bir kuralı var:
Düzenli çıraklık dönemini geçirmemiş hiçkimse sendikalarına kabul edilemez. Bu yüzden, adı grev-kırıcıya çıkmış bir rakipler ordusu yarattılar; onlar da sendikalılar kadar nitelikliler ve seve seve sendikaya katılabilirler; ama günümüzde hiçbir anlamı kalmayan bu bilgiçlik taslayan kural yüzünden sendika dışında tutuluyorlar ve grev-kıncı olarak kalmaya zorlanıyorlar. Ve sendikalılar, hem ticari doklarda, hem Silvertown’da, bu grev-kırıcıların hemen kendi yerlerini alacak olduğunu bildikleri için, greve katılmadılar ve grevcilere karşı bizzat kendileri grev-kırıcı durumuna düştüler. Farkı görüyorsunuz: Yeni sendikalar birbirine dört elle sarılıyor; şimdiki gaz grevinde, gemi işçileri ve (buharlı gemilerin işçileri), itfaiyeciler, mavna işçileri ve kömür arabası kullanan işçiler, vb., hepsi birleştiler, ama makine işçileri değil; onlar çalışmayı sürdürdü!
Her ne ise, kabadayılık taslayan bu eski, büyük sendikalar, yakında küçücük kalacaklar; onların başlıca dayanağı
[sayfa 228] olan
Londra Sendikaları Konseyi,
369 adım adım yeni sendikalar tarafından fethediliyor; ve iki-üç yıla kadar İşçi Sendikaları Konfederasyonu da tepeden tırnağa değişecek. Hatta gelecek kongrede, Broadhurstlar, yaşamlarının sürpriziyle karşılaşacaklar.
Rosenberg ve şürekasından kurtulmuş olmanız olgusu, sizin Amerikan sosyalist demliğinizdeki devrimin esas noktasıdır. Oradaki Alman taraf da
böyle ezilmelidir, en kötü engel odur. Amerikalı işçiler de yavaş yavaş yetkinleşiyor, ama İngilizler gibi kendi yollarında yürüyorlar. İnsan hemen işin başından teoriyi onların beynine zorla akıtamaz; ama kendi deneyimleri, kendi gafları ve bunların berbat sonuçları, onları kısa sürede teoriye toslatacaktır – ve ondan sonra her şey düzelecek. Bağımsız uluslar kendi yollarında yürürler, ve bunlar arasında da İngilizler ve onların çocukları en bağımsız olanlardır. Ada halklarına özgü dikbaşlı inatçılıkları yeterince sıkıcıdır; ama aynı zamanda, bir kez bir işe koyulunca, başlatılanın bitirileceğinin güvencesidir.
224
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGE’YE
LONDRA, 19 NİSAN 1890
Sevgili Sorge,
Nationalist düzenli olarak bana geliyor, ama ne yazık ki, içinde ilgi çekici pek az şey var. Onlar, bu ülkedeki fabianların kötü bir taklidi. Şeytan bataklığı
gibi sığ ve yapay, ama işçileri kurtarmaya tenezzül ettikleri soylu yüce ruhluluklarından gurur duyan “eğitilmiş” burjuvalar; buna karşılık işçiler çenelerini kapamalı ve bu “eğitilmiş” kafadan kontakların ve onların
izm’lerinin buyruklarını sadakatle yerine getirmelidir. Bırakalım bir süre kendilerini eğlendirsinler, ama güzel bir gün, hareket bütün bunları silecek. Fransız
[sayfa 229] Devriminin etkisini çok farklı bir yönde hissetmiş olan biz kıta Avrupası insanlarının avantajı
şu ki, burada böyle şeyler tamamen olanaksızdır. ...
Böylesine eski bir politik harekete ve işçi hareketine sahip bir ülkede, her zaman geleneksel olarak miras alınmış, yavaş yavaş kurtulunması gereken bir saçmalık yığını olur. Nitelikli işçiler sendikalarının –makine işçileri, duvarcılar, marangozlar ve mobilya ustaları, dizgi işçileri, vb.– tümünün kaldırılıp atılması zorunlu olan önyargıları var; bazı sendikalarda, önderlerinin elinde ve kafasında açıktan düşmanlığa ve sinsi didişmelere kadar vardırılan küçük kıskançlıklar var; önderlerin birbiriyle çatışan ihtirasları ve entrikaları var; biri parlamentoya girmek ister, öteki de öyle yapar, bir üçüncüsü belediye meclisine ya da okul yönetim kuruluna üye olma arzusundadır, bir başkası tüm işçileri kapsayan genel bir merkez örgütü oluşturmaya çalışır, bir başkası gazete çıkarmak ister, biri kulüp kurma peşindedir, vb., vb.. Kısacası, istemediğiniz kadar sürtüşme! Bunların arasında doğrudan devrimci olmayan (sizde olduğu gibi burada İngiltere’de de şu anlama geliyor: kendilerini, laf yapmakla ve başka bir şey yapmamakla sınırlamayanlar) her şeyi horgören Sosyalist Lig
370 var; ve Federasyon
371, harekette bu yakınlarda görülen canlılık sayesinde yeniden bir miktar yandaş kazanan ama hâlâ başka herkes eşek ve beceriksizmiş gibi davranan
Federasyon var. Kısacası, yalnızca yüzeyden bakan, hepten kargaşa ve kişisel çekişme var, der. Ama bu yüzeyin
altında, hareket gelişiyor, daha geniş kesimleri ve şimdiye kadar çok durağan kalmış
en alt katmanı kucaklıyor. Bu kitlenin birdenbire
kendini bulacağı, şafağın, ilerleyen bu dev kitle üzerine doğacağı gün uzak değil ve o gün geldiği zaman bütün adilikler ve sürtüşmeler işsiz kalacak. ...
[sayfa 230]
225
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ PAUL ERNST’E
[TASLAK]
LONDRA, 5 HAZİRAN 1890
... Konuyu materyalistçe ele almanız sözkonusu olduğunda her şeyden önce şunu söylemeliyim ki, materyalist yöntem, tarih araştırmasında kılavuz ilke olarak değil de, insanın tarihsel gerçekleri kendine göre biçimlendirdiği bir hazır-kalıp gibi alınırsa, karşıtına dönüşür. Ve bay Bahr, sizi bu yanlış yolda yakaladığını düşünüyorsa, bana büsbütün de yanlış değil gibi görünüyor.
Bütün Norveç’i ve orada olup biten her şeyi bir kategoriye koyuyorsunuz: darkafalılık; ve sonra da bu Norveç darkafalılığına, hiç ikirciklenmeksizin, sizin görüşünüzce
Alman darkafalılığının ayıdedici niteliklerini yakıştırıyorsunuz. Ama burada yolumuzu iki olgu kesiyor.
Birincisi: Bütün Avrupa’da Napoléon’a karşı kazanılan utku, gericiliğin devrim üzerindeki utkusu haline geldiğinde ve yalnızca devrimin beşiğinde, Fransa’da, geri dönen meşruiyetçi rejime karşı, devrim henüz yeterince korku salabildiği için bir liberal burjuva anayasası kopardığında, tam o sırada Norveç, çağdaş Avrupa’nın herhangi bir anayasasından çok daha demokratik bir anayasa yapma olanağını buldu.
İkincisi: Norveç son yirmi yılda, edebiyat alanında aynı dönemde Rusya’dan başka hiçbir ülkede benzeri olmayan bir gelişme yaşadı. Darkafalı ya da değil, bu insanlar başkalarından çok daha başarılı oldular ve başka halkların edebiyatına damgalarını vurdular, ve kuşkusuz Alman edebiyatını da etkilediler.
Benim görüşüme göre, bu olgular, Norveçli darkafalılığın özgül özelliklerini bir parça araştırmayı gerektirir.
Ve burada, çok temelli bir farklılık olduğunu göreceksiniz, sanırım. Almanya’da darkafalılık karaya oturmuş bir devrimin, kesintiye uğramış, bastırılmış bir gelişmenin sonucudur. Korkaklık, sınırlılık, zavallılık ve inisiyatif almada
[sayfa 231] yeteneksizlik –Alman darkafalılığının bu özgül ve anormal ölçüde gelişmiş özellikleri,
Otuz Yıl Savaşının
372 ve onu izleyen dönemin, öteki bütün büyük halkların hızla yükseldiği bu dönemin sonucudur. Almanya tarihsel harekete yeniden sürüklendiğinde bile Alman darkafalılığı bu ayırdedici özelliklerini korumuştur. Bu özellikler o ölçüde güçlüydü ki, bizim işçi sınıfımız, sonunda bu dar sınırları kırana kadar, az-çok genel Alman tipi olarak, toplumun bütün öteki sınıflarına damgasını vurmuştur. Alman işçilerin “yurtseverlik-dışı” tutumunu [“
non-patriotizm”]
en güçlü bir biçimde ifade eden olgu, tüm Alman darkafalı sınırlılığı kaldırıp atmış olmaları olgusudur.
Bu nedenle Alman darkafalılığı, normal bir tarihsel evre değil, aşırı bir karikatür, bir yozlaşma örneğidir; Polonyalı yahudinin, yahudiliğin karikatürü olması gibi. İngiliz, Fransız vb. küçük-burjuva hiçbir biçimde Alman [küçük-burjuva] ile aynı düzeyde değildir.
Öte yandan, Norveç’te küçük köylülük ve –İngiltere ve Fransa’da onyedinci yüzyılda olduğu gibi– biraz orta-boy burjuvaziyi de içeren küçük-burjuvazi, yüzyıllar boyunca toplumun normal durumunu oluşturmuştur. Ülkeyi modası geçmiş bir ortama zorla sürükleyip götüren ne bir Otuz Yıl Savaşı ne de başarısız kalmış bir büyük hareket sözkonusudur. Ülke, yalıtılmışlığı ve doğal koşullan nedeniyle geriden geliyordu; ama ülkenin genel durumu, üretim koşullarına tümüyle tekabül ediyordu, ve bu nedenle de normaldi. Ancak pek yakın bir zamanda ülkeye biraz modern sanayi, o da dağınık biçimde girdi; ama sermaye yoğunlaşmasının en güçlü kaldıracı olan borsaya yer yok; ve deniz ticaretinin görülmedik gelişmesi tutucu bir etki yaratıyor. Çünkü, her yerde yelkenli gemilerin yerini buharlı gemiler alırken, Norveç yelkenli gemiler filosunu çok büyük ölçüde artırmaktadır ve en büyük değilse bile, dünyanın ikinci büyük yelkenli gemi filosuna sahiptir; bu filo daha çok küçük ve orta-boy gemi sahiplerinin malıdır; bu duruna, 1720’ler İngilteresi’ndekine benzer. Gene de bu, eski durağan yaşama hareket getirdi ve bu hareket, edebiyatın dirilişinde de ifadesini bulmaktadır.
[sayfa 232]
Norveç köylüsü,
hiçbir zaman serf olmamıştır ve bu durum, tüm gelişme için, bir bakıma Castile’dekine benzer bir biçimde, tamamen farklı bir arka-plan sağlamaktadır. Norveçli küçük-burjuva, özgür bir köylünün oğludur ve bu koşullarda, bozulmuş Alman darkafalıyla karşılaştırıldığı zaman adamdır. Bunun gibi Norveçli küçük-burjuva kadın, darkafalı Almanın eşinden son derece üstündür. Ve örneğin İbsen’in oyunları, eksiklikleri ne olursa olsun, küçük ve orta-boy burjuvazinin dünyasını yansıtır; ama o dünya ile Almanya’daki durum arasında çok büyük bir fark vardır; İbsen’in oyunları insanların hâlâ sağlam karakterli ve girişken olduğu, başka ülkelerde geçerli olan kavramlara göre, çoğu zaman hareketleri garip görünse de insanların bağımsız davranabildiği bir dünyayı yansıtır. Sonal bir yargıya varmadan önce, bu noktaları iyice araştırmayı yeğlerim.
226
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ CONRAD SCHMIDT’E
LONDRA, 5 AĞUSTOS 1890
... Viyana’da yayınlanan
Deutsche Worte’de Paul Barth’ın kitabı
hakkında uğursuz Moritz Wirth’in bir eleştiri yazısını gördüm; ve bu eleştiri bende kitabın kendisi hakkında da olumsuz bir izlenim bıraktı. Kitaba bir gözatacağım; ama Moritzçiğin yazdığı doğruysa Barth, felsefenin, vb., maddi yaşam koşullarına bağımlılığı konusunda, Marx’ın tüm yapıtlarında bulabildiği tek örneğin, Descartes’ın hayvanları makinelerle özdeşleyişi olduğunu öne sürüyor; böyle bir şey yazabilen insan bende acıma duygusu uyandırır. Her ne kadar maddi yaşam tarzı
primum agens ise de, bunun, ideolojik alanların, bu tarz üzerinde tepkide bulunmasını ve onu etkilemesini dışlamadığını ama bunun ikincil bir etki olduğunu
[sayfa 233] keşfetmediyse, bu adam incelediği konuyu kuşkusuz anlamamıştır. Ancak dediğim gibi, bütün bunlar henüz ikinci elden bilgiler ve Moritzçik de tehlikeli bir dost. Günümüzde materyalist tarih anlayışının, bunu tarihi incelememenin özrü olarak kullanan bir sürü tehlikeli dostu var. Tam da Marx’ın, 70’lerin sonlarındaki Fransız “marksistler” hakkında konuşurken dediği gibi: “Tek bildiğim marksist olmadığımdır.”
Volks-Tribune’de de, gelecekteki toplumda ürünlerin bölüşümünün, harcanan emeğin niceliğine göre mi yoksa başka türlü mü yapılacağı konusunda bir tartışma yeralıyordu. Adalet üzerine ünlü idealist sözlere karşıt olarak soruna “materyalistçe” yaklaşılıyordu. Epey garip ama, bölüşüm tarzının esas olarak bölüşülecek ürünlerin
niceliğine bağlı bulunduğu ve bunun, üretim ve toplumsal örgütlenmenin ilerlemesiyle kuşkusuz değişmesi gerektiği ve bunun sonucu olarak bölüşüm tarzının da değişeceği kimsenin aklına gelmiyordu. Tartışmaya katılan herkes, “sosyalist toplum”u sürekli değişen ve ilerleyen bir şey olarak değil, ama sabit ve hiç değişmeyecek biçimde kurulmuş bir şey gibi, bu nedenle de hiç değişmeyecek biçimde kurulmuş bir bölüşüm tarzına sahipmiş gibi tanımlıyordu. Usauygun davranılırsa yalnızca şu yapılabilirdi: 1°
başlangıçta kullanılacak bölüşüm tarzını keşfetmeye çalışmak, ve 2° onu izleyecek gelişmenin
genel eğilimini bulmaya çabalamaktır. Ama tüm tartışmada bu konuda tek sözcüğe raslamadım.
Genelde “materyalist” sözcüğü, Almanya’daki birçok genç yazar tarafından, derinlemesine inceleme yapmaksızın herhangi bir şeyin ve her şeyin üstüne yapıştırılan bir etiket gibi kullanılıyor; söyledikleri her şeye bu etiketi yapıştırmanın yeterli olduğunu sanıyorlar. Oysa bizim tarih anlayışımız, her şeyden önce bir araştırma rehberidir; hegelcilerin tarzında yorum üretmeye [
construction] yarayan bir kaldıraç değildir. Bütün tarih yeni baştan incelenmelidir, farklı toplumsal oluşumların varoluş koşullarından, bunlara tekabül eden siyasal, hukuksal, estetik, felsefî, dinsel, vb, görüşler çıkarsamaya çalışılmadan önce, bu koşullar ayrıntılı olarak
[sayfa 234] incelenmelidir. Şimdiye dek bu çerçevede çok az şey yapıldı, çünkü pek az insan bu konuya ciddi olarak eğildi. Bu alanda büyük yardıma gerek var; çünkü çok geniş bir konu ve kim bu alanda ciddi olarak çalışırsa, çok şey başarabilir ve başkalarından farklılaşır. Ama bunun yerine birçok genç Alman, tarihsel materyalizm deyimini (ve
her şey bir deyime dönüştürülebilir), kendi göreceli sınırlı tarih bilgilerini –çünkü ekonomik tarih henüz bebeklik çağında değil mi!– çabucak düzgün bir sisteme oturtmak için kullanıyor; ondan sonra da müthiş bir şey başardıklarını düşünüp keyifleniyorlar. Ve tam da bu anda bir Barth ortaya çıkabiliyor ve kendi çevresinde boş bir söze indirgenmiş bir konuya saldırabiliyor.
Ne var ki, bunların hepsi düzelecek. Biz Almanya’da artık, çok şeye dayanacak kadar güçlüyüz. Sosyalistler Yasasının
373 bize yaptığı en büyük hizmetlerden biri, kendisine hafifçe sosyalizm bulaşmış Alman araştırmacıların çağrısız konukluğundan bizi kurtarmasıdır. Şimdi kendisine yeniden büyük havalar veren Alman araştırmacıları da hazmedecek kadar güçlüyüz. Gerçekten bir şeyler yapmış olan siz de, kendini partiye bağlamış genç yazı adamlarından ne kadar azının iktisat, iktisat tarihi, ticaret tarihi, sanayi ve tarım tarihi, toplumsal oluşumlar tarihi üzerine çalıştığının farkına varmışsınızdır. Adı dışında, Maurer hakkında kim ne bilir! Gazetecinin kendini beğenmişliği her şeyin üstesinden gelmelidir ve sonuç da öyle görünüyor! Çoğu zaman, işçiler için yeter ölçüde iyi olanı sanki bu baylar düşünürmüş gibi görünüyor. Marx’ın, en iyi yapıtlarının bile işçiler için yetersiz olduğunu düşündüğünü ve işçilere en iyinin dışında bir şey sunmayı suç saydığını bu baylar bir bilselerdi!..
227
ENGELS’TEN KÖNİGSBERG’DEKİ JOSEPH BLOCH’A
LONDRA, 21[-22] EYLÜL 1890
... Materyalist tarih anlayışına göre tarihte belirleyici etken,
son kertede gerçek yaşamın üretimi ve
[sayfa 235] yeniden-üretimidir. Marx da ben de bundan daha çoğunu hiçbir zaman ileri sürmedik. Bundan ötürü, herhangi bir kimse ekonomik etken
biricik belirleyicidir dedirtmek üzere bu önermenin anlamını zorlarsa, onu, boş, soyut, anlamsız bir söz haline getirmiş olur. Ekonomik durum temeldir, ama çeşitli üstyapı öğeleri – sınıf savaşımının politik biçimleri ve sonuçları – savaş bir kez kazanıldıktan sonra kazanan sınıf tarafından hazırlanan anayasalar vb. – hukuksal biçimler, hatta bütün bu gerçek savaşımların onlara katılanların beyinlerindeki yansımaları, siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve daha sonra bunların dogmatik sistemlere gelişmeleri – hepsi de tarihsel savaşımların gidişi üzerinde etki yapar ve birçok durumda özellikle onların
biçimini belirlerler. Bütün bu öğeler arasında bir etkileşim vardır; bu etkileşimde bütün sonsuz ilinekler (
accidents)
(yani, aralarındaki iç bağlantı o kadar uzak ya da ortaya konulması o kadar olanaksız olduğundan var-değil sayıp gözardı edebileceğimiz şeyler ve olaylar) çokluğu ortasında, ekonomik devinim, sonunda kendisini olurlamak zorundadır. Yoksa teorinin herhangi bir tarihsel döneme uygulanması, birinci dereceden basit bir denklemin çözümünden daha kolay olurdu.
Tarihimizi, biz kendimiz yaparız, ama, her şeyden önce, çok belirlenmiş öncüllerle ve koşullar içinde. Bunlar arasında en sonunda belirleyici olanlar ekonomik koşullardır. Ama siyasal olanlar, vb., ve hatta insanların beyinlerine musallat olan gelenekler bile, kesin belirleyici olmasalar da, bir rol oynarlar. Prusya devletini oluşturan ve onun gelişmesini sürdüren, tarihsel ve, son kertede, ekonomik nedenlerdir. Ama kuzey Almanya’daki birçok küçük devlet arasından kuzeyle güneyin ekonomik, dilsel ve Reformasyondan sonra dinsel farklılıklarını kendisinde toplayan Brandenburg’un büyük bir güç haline gelişinin ekonomik gerekirlik sonucu olduğunu, ve başka öğelerin de (hepsinden önce, Prusya’nın malı oluşu nedeniyle Polonya’yla ve dolayısıyla uluslararası siyasal ilişkilerde başının derde girmesi – ki Avusturya hanedan devletinin oluşumunda da bu belirleyiciydi) bu sonuçta
[sayfa 236] payı olmadığını bilgiçlik taslamaksızın ileri sürmek zordur. İnsanın, kendini gülünç duruma düşürmeden, geçmişte ve bugün Almanya’daki her küçük devletin varlığını ya da Südetler’den Taunus’a uzanan sıradağların oluşturduğu coğrafi bölünmeyi, boydan boya Almanya’yı aşan düzenli bir bölünmeye dönüştüren yüksek Almancadaki sessiz harf kaymasının kökenini, ekonomik olarak açıklamaya çalışması pek olanaklı değildir.
Bununla birlikte, ikinci olarak tarih öyle bir biçimde ilerler ki, sonal sonuç, her zaman birçok bireysel istenç arasındaki çelişkilerden çıkar; bu bireysel istençlerden her birini, ne ise o yapan şey de bir yığın tikel yaşam koşullarıdır. Böylece, bir bileşke –tarihsel olay– doğuran, birbiriyle kesişen sayısız güç, sonsuz bir kuvvetler paralelkenarı dizisi vardır. Bu bileşkenin kendisi de bir bütün olarak
bilinçsiz ve istençsiz işleyen bir gücün ürünü olarak görülebilir. Çünkü her bireyin istencini başka herkes engeller, ve sonuçta ortaya çıkan, kimsenin istemiş olduğu şey değildir. İşte böyle, tarih, günümüze dek bir doğal süreç gibi ilerler ve esas olarak aynı hareket yasalarına tabidir. Ne var ki, bireylerin istençlerinin –her bir birey fizik yapısının ve dış, son kertede ekonomik, koşulların (ya kendi kişisel koşulları ya da genelde toplumsal koşulların) kendisini ittiği şeyi ister– istediklerini sağlayamamaları, ama hepsinin bir dernişik istençte, ortak bir bileşkede kaynaşmaları olgusundan, sıfıra eşit oldukları sonucu çıkarılmamalıdır. Tam tersine, her biri bileşkeye katkıda bulunur ve o ölçüde onda içerilir.
Size bu teoriyi, ikinci elden değil, orijinal kaynaklarından incelemenizi öneririm; böylesi gerçekten çok daha kolaydır. Marx, içinde bu teorinin rol oynamadığı herhangi bir şey pek yazmadı. Ama özellikle
Der 18. Brumaire des Louis Bonaparte [
Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i] bu teorinin uygulanışının en yetkin örneğidir.
Kapitalde de bu uygulanışa pek çok gönderme vardır. Size benim çalışmalarımı da salık verebilirim:
Herrn Eugen Dühring’s Umwälzung der Wissenschaft [
Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor] ve
Ludwig [sayfa 237] Feuerbach und der Ausgang der klassischen deutschen Philosophie’de [
Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu] tarihsel materyalizmin, bildiğim kadarıyla şimdiye dek yazılmış en ayrıntılı açıklamasını verdim.
Gençlerin zaman zaman ekonomik yana gerektiğinden daha çok ağırlık vermelerinden Marx’la benim de kısmen sorumlu tutulmamız gerekir. Hasımlarımız
karşısında, onların yadsıdıkları ana ilkeyi vurgulamamız gerekiyordu ve etkileşime katılan öbür etkenleri onlara uygun ölçüde vurgulayacak ne zaman, ne yer, ne de fırsat bulabildik. Ama bir tarih kesimini sunmak, yani, pratik uygulamaya geçmek sözkonusu olur olmaz sorun farklıydı ve hiçbir yanılgıya yer yoktu. Ama ne yazık ki, yeni bir teorinin ana ilkelerini, her zaman doğru bir biçimde olmasa bile, benimser benimsemez o teoriyi tümüyle anladıklarını sananlar pek sık görülüyor. Şimdilerde yeni “marksist” olmuşların birçoğunu bu kınamanın dışında tutamam; çünkü en şaşırtıcı saçmalıklar o çevrede üretiliyor. ...
228
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ CONRAD SCHMIDT’E
LONDRA, 27 EKİM 1890
Sevgili Schmidt,
İlk serbest kaldığım saatte size yazıyorum. Sanının Zürih’teki görevi kabul etmek akıllıca olur. Özellikle Zürih’in para ve spekülasyon yönünden üçüncü derecede bir piyasa olduğunu; o nedenle orada algılanan izlenimlerin, iki ya da üç kat zayıflamış yansımalar ya da kasıtlı çarpıtmalar olduğunu; bunu düşünürseniz, orada ekonomi konusunda kesinkes çok şey öğrenebilirsiniz. Mekanizma hakkında pratik bilgiler edinirsiniz; Londra, New York, Paris, Berlin ve Viyana menkul kıymetler borsalarını ilk elden izlersiniz ve para ve menkul kıymetler borsalarına yansıyan dünya pazarı durumu hakkında bilgi sahibi olursunuz. Ekonomik, politik ve
[sayfa 238] başka her türlü yansıma, insan gözündeki yansımalar gibidir: dışbükey bir mercekten geçerler o nedenle de başları üzerinde, tersine duruyor görünürler. Tek fark, bunları imgelemimizde yeniden ayakları üzerine koyan sinir sisteminin olmayışıdır. Para piyasasındaki insan, sanayinin ve dünya pazarının hareketlerini paranın ve menkul kıymetlerin tersten yansımaları olarak görür; ve böylece sonuç, ona göre, neden konumuna girer. Daha kırklı yıllarda Manchester’de farkettiğim şu oldu: Sanayinin çizdiği grafiği ve onun dönemsel tavan ve taban iniş-çıkışlarını anlama açısından, Londra menkul kıymetler borsası haberleri bütünüyle yararsızdı; çünkü bu baylar her şeyi, para piyasasındaki bunalımlarla açıklamaya çalışıyorlardı; oysa o bunalımlar genelde, yalnızca belirtilerdi. O sıralarda asıl olan, geçici aşırı-üretimin, sınai bunalımın nedeni olmadığını, ama bunalımın, çarpıtmaya neden olan yanını oluşturduğunu kanıtlamaktı. Artık böyle bir mesele –en azından bizim için hiç– sözkonusu değil; ayrıca şu bir gerçek ki, para piyasasının da kendine özgü bunalımları olabilir; o bunalımlarda, doğrudan doğruya sanayiden kaynaklanmış rahatsızlıkların payı, yalnızca ikincil ya da hiç olabilir; ve bu alanda henüz birçok şeyin, özellikle son yirmi yılın tarihi çerçevesinde, araştırılması ve incelenmesi gerekmektedir.
Toplumsal boyutta bir işbölümünün olduğu her yerde, ayrı emek süreçleri birbirinden bağımsızlaşır. Son konumda belirleyici etken üretimdir. Ama değişime giren ürünler esas üretimden bağımsız hale gelir gelmez, kendine özgü bir hareket tarzı edinir; bu hareket tarzı, büyük ölçüde, üretimin hareket tarzı tarafından yönetilirse de, özel hallerde ve bu genel bağımlılık çerçevesinde, bu yeni öğenin içinde saklı olan kendi yasalarına uyar; bu hareketin kendine özgü evreleri vardır ve onlar da üretimin hareketlerine tepki gösterir. Amerika’nın keşfi daha önce Portekizlileri Afrika’ya iten (Soetbeer’in
Edelmetall-Produktion [
Kıymetli Madenlerin Üretimi] ile karşılaştırın) altın susuzluğunun sonucudur; çünkü ondördüncü ve onbeşinci yüzyıllarda aşırı büyüyen Avrupa
[sayfa 239] sanayisi ve dolayısıyla ticareti, 1450’den 1550’ye kadar büyük gümüş ülkesi, Almanya’nın sağlayabildiğinden daha fazla değişim aracına gerek duyuyordu. Portekiz, Hollanda ve İngiltere’nin Hindistan’ı fethetmesi, Hindistan’dan
ithalat amacını güdüyordu, hiç kimse oraya ihracat yapmayı düşlemedi. Ama yine de yalnızca ticaret amacıyla girişilen bu keşifler ve fetihler, sanayi üzerinde çok büyük yankı yaptı; modern, geniş-ölçekli sanayiyi yaratan ve geliştiren, o ülkelere
ihracat gereksiniminden başka bir şey değildir.
Para piyasası için de böyle olmuştur. Meta ticaretinden ayrıştığı andan itibaren para ticareti –üretim ve meta ticareti tarafından belirlenen belli koşullar altında ve sınırlar içinde– kendine özgü bir gelişmeye, bizzat kendi doğasının belirlediği özgün yasalara ve ayrı evrelere sahip olur. Buna bir de, para ticaretinin, daha ileri gelişme evresinde tahvil ve bono ticaretini de içermesini; bunların yalnızca devlet tahvilleri olmayıp, aynı zamanda sanayi ve ulaştırma sektörünün pay senetleri olmasını; bunun sonucu olarak para ticaretinin üretimin bir bölümü üzerinde doğrudan kontrol gücünü kazanmasını; buna karşılık üretimin o bölümünün de para ticaretini bir bütün olarak kontrol altına almasını; böylece para ticaretinin üretim üzerindeki yansımalarının daha kuvvetli ve daha örgün bir hale gelmesini ekleyin. Para ticareti yapanlar, demiryollarının, madenlerin, demirçelik tesislerinin, vb., sahibi olurlar. Bu üretim araçları iki görünüm alırlar: işletilmelerine bazan doğrudan üretimin çıkarları egemen olur, bazan da, para ticareti yapan kişiler oldukları ölçüde, pay sahiplerinin gereksinimleri egemen olur. Bunun en çarpıcı örneği, kuzey Amerika demiryollarıdır; işleyişi bir Jay Gould’un ya da bir Vanderbilt’in, vb., belli bir demiryoluyla ya da ulaşım aracı olarak çıkarlarıyla hiçbir ilişiği olmayan borsa oyunlarına bağımlıdır. Ve burada İngiltere’de bile, farklı demiryolu şirketleri arasında, kendi egemenlik alanlarının sınırları konusunda onlarca yıl süren bir rekabete tanık olduk – bu rekabette, büyük miktarda para ziyan edildi, üretimin ve ulaşımın çıkarına değil, ama tek amacı,
[sayfa 240] aynı zamanda pay sahibi olan, para tüccarlarının menkul kıymet alım-satımlarını kolaylaştırmak olan bir rekabet için. Üretimin meta ticaretiyle ve her ikisinin para ticaretiyle ilişkisi hakkındaki bu kısa açıklamalarımla, sizin “tarihsel materyalizm” konusundaki sorunuzu genel olarak yanıtladım. Konu, en kolay, işbölümü açısından kavranılır. Toplum vazgeçilemeyecek belli bazı ortak işlevler yaratır. O işlevlerin yerine getirilmesi için atanan kişiler,
toplum içinde, işbölümünün yeni bir dalını oluştururlar. Bu kişilerin, kendilerini yetkilendirenlerin çıkarlarından farklı çıkarları, ortaya çıkmaya başlar; kendilerini yetkilendirenlerden bağımsızlaşırlar – devlet oluşum halindedir. Ve artık işler, meta ticaretindekine ve daha sonra para ticaretindekine benzer biçimde yürür: Yeni bağımsız güç, asıl olarak üretimin hareketini izleme durumunda kalarak gelişmiştir; ama hareket sırası kendine gelince, içsel, göreceli bağımsızlığıyla –yani ona aktarılan ve adım adım daha ileriye gelişen göreli bağımsızlığıyla– bu kez o üretimin gidişini ve koşullarını etkiler. Bu, eşit olmayan iki gücün karşılıklı etkileşimidir: bir yandan ekonomik hareket, öte yandan olabildiği ölçüde bağımsız olma çabası gösteren ve bir kez oluşturulduktan sonra kendine özgü hareket edebilmekle donatılan yeni siyasal güç. Genelde ekonomik hareket egemendir, ama bizzat kurduğu ve bir yandan devlet gücünün hareketinden, öte yandan aynı anda yaratılan muhalefetin hareketinden bir ölçüde bağımsızlıkla donattığı siyasal hareketin tepkilerine de katlanmak zorundadır. Sınai piyasa hareketinin esas itibarıyla ve belirtilen kayıtlar altında, para piyasasına yansıması ve kuşkusuz
tersyüz edilmiş biçimde yansıması gibi, çoktan ortaya çıkmış olan ve birbiriyle çatışan sınıflar arasındaki savaşım da hükümetle muhalefet arasındaki savaşıma yansır; ama yukardaki gibi, bu yansıma da tersyüz edilmiş bir yansımadır; yani artık doğrudan ya da dolaylı bir sınıf savaşımı olarak değil, ama siyasal ilkeler için çatışma gibidir; üstelik öylesine çarpıtılmıştır ki, sorunun özüne ulaşabilmek, binlerce yılımızı almış bulunuyor.
[sayfa 241]
Devlet gücünün, ekonomik gelişme üzerinde, geçmişi de kapsayan etkisi üç tür olabilir: Ekonomik gelişmeyle aynı yönde hareket edebilir, işler çok daha hızlanır; ters yönde hareket edebilir, bu durumda, günümüzde (devlet) her büyük halkta uzun vadede parça parça olur; ya da devlet ekonomik gelişmenin belli doğrultularda yürümesini engeller ve başka doğrultular belirler. Bu üçüncü durum, sonunda, ilk iki durumdan birine gelir dayanır. Ama apaçık ortada olan şu ki, ikinci ve üçüncü durumlarda siyasal iktidar ekonomik gelişmeye büyük zarar verebilir ve çok geniş ölçüde enerji ve materyal yitirilmesine neden olabilir.
Ayrıca ekonomik kaynakların fethedilmesi ve vahşice tahribi durumu da vardır; eskiden olsaydı, böyle bir durumun sonucu olarak, belli koşullarda, belli bir yörede ya da ülkede tüm ekonomik gelişme bütünüyle çökebilirdi. Günümüzde böyle bir durum, en azından büyük uluslar için tam tersine etki yapmaktadır; uzun vadede yenik düşmüş olan, ekonomik, siyasal ve moral olarak, utkun olandan daha kazançlı çıkar.
Hukukta da benzer bir durum var. Profesyonel hukukçuları yaratan yeni bir işbölümü zorunlu hale gelir gelmez, yeni ve bağımsız bir alan açılır; üretime ve ticarete genel bağımlılığına karşın, o da bu alanlar üzerinde özel bir etki kapasitesine sahiptir. Modern bir devlette hukuk yalnızca genel ekonomik duruma tekabül etmekle ve onun ifadesi olmakla kalmamalıdır; ama aynı zamanda, ülke içindeki çekişmelere uyarak kendisiyle çelişmeyen,
içsel olarak tutarlı bir ifadesi olmalıdır. Ve bunu başarabilmek için, ekonomik koşulların [hukuka] tıpatıp yansımasından giderek daha çok fedakarlık edilir. Yasanın, bir sınıfın egemenliğini pervasız, yumuşatılmamış, hile karıştırılmamış biçimde ifade etmesi –ki bu “hak kavramı”nın ihlalinin kendisidir– ne kadar seyrek olursa bu fedakarlık o kadar sık görülür.
Code Napoléon’da bile, 1792-96 dönemi devrimci burjuvazisinin savunduğu saf, tutarlı hak kavramı birçok yönden yumuşatılmıştı ve yasada yeraldığı kadarıyla da, proletaryanın artan
[sayfa 242] gücüne uygun olarak, her gün sağından solundan kırpılıyordu. Bu,
Code Napoléon’un, dünyanın her yerinde yeni yasaların temeli olmasını engellemez. Böylece büyük ölçüde “hukukun gelişiminin yolu, ilkin, ekonomik ilişkilerin hukuk ilkelerine doğrudan aktarılmasından ortaya çıkacak çelişkileri gidermesi ve uyumlu bir hukuk sistemi kurma çabasıyla ve ondan sonra da yeni yeni çelişkilere yolaçan daha ileri aşamadaki ekonomik gelişmelerin etkisi ve zorlamasıyla bu hukuk sisteminde ihlallerin tekrarına başvurulmasıyla sınırlı kalıyor. (Burada, şimdilik yalnızca medeni hukuktan sözediyorum.)
Ekonomik ilişkilerin hukuk ilkeleri biçiminde yansıması da ötekiler gibi tersyüzdür: Bu yansıma, onun bilincine vararak hareket eden kişi olmaksızın devam eder; hukukçu,
a priori önermeler çerçevesinde davrandığını düşünür; oysa o önermeler gerçekte yalnızca ekonomik yansımalardır; bu nedenle her şey başaşağıdır. Ve bu tersyüzlüğün, farkına varılmadığı sürece,
ideolojik bakış dediğimiz şeyi oluşturduğu, karşılık olarak ekonomik temeli etkilediği ve belli sınırlar içinde, değiştirebildiği, çok açık görünüyor. Miras hakkının temeli, ailenin gelişme düzeyinin aynı olması koşuluyla, ekonomik bir temeldir. Ama örneğin İngiltere’de miras bırakan kişinin mutlak özgürlüğünün ve Fransa’da miras bırakan hakkında uygulanan sert ve çok ayrıntılı sınırlamaların, yalnızca ekonomik nedenlerden ileri geldiğini kanıtlamak yine de çok güçtür. Ama onlar da karşılık olarak ekonomik alan üzerinde çok dikkate değer bir etki yaparlar; çünkü mülkün dağılımını etkilerler.
Daha da yükseklerdeki ideoloji alanlarına, –din, felsefe vb.– gelince, onların tarihsel dönemde önceden var durumda bulunup benimsenmiş, şimdi saçma diyebileceğimiz bir tarih-öncesi içeriği vardır. Doğa, insanın kendi varlığı, ruhlar, büyülü güçler vb. ile ilgili türlü yanlış kavramların temelin, çoğunlukla, olumsuz bir ekonomik etkendir; tarihöncesi dönemin zayıf ekonomik gelişiminin tümleyicisi, ve koşullayıcısı da, ve hatta nedeni, doğanın yanlış kavranmasıdır.
[sayfa 243] Her ne kadar ekonomik gereksinim doğanın bilinmesinde kaydedilen ilerlemenin başlıca işleme aracı olduysa da, gittikçe de böyle olmaktaysa da, böyledir diye bütün bu ilkel saçmalığa ekonomik nedenler bulmaya kalkmak bilgiçlik taslamak olur. Bilim tarihi, bu saçmalıktan adım adım kurtulmanın ya da daha doğrusu onun yerine yeni ama daha az anlamsız bir saçmalık konmasının tarihidir. Bu işi üzerlerine alan kişiler kendileri de işbölümünün yeni alanlarıyla ilişkilidirler ve bağımsız bir alanda çalıştıklarını sanırlar. Ve, toplumsal işbölümünün bağrında bağımsız bir grup oluşturdukları ölçüde, onların üretimleri ve onların yanılgıları, bütün toplumsal gelişme üzerinde, hatta ekonomik gelişme üzerinde etkin olur. Ama bütün bunlara karşın, kendileri de ekonomik gelişmenin egemen etkisi altında olmaktan uzak değildirler. Bu durum, örneğin burjuva dönem için en kolay bir biçimde felsefe alanında tanıtlanabilir: Hobbes (18. yüzyıl materyalisti anlamında) ilk modern materyalistti, ama aynı zamanda, mutlak monarşinin bütün Avrupa’da en parlak çağını yaşadığı ve İngiltere’de halka savaş açtığı bir sırada, mutlakiyetçiydi. Locke, politikada olduğu gibi, dinde de, 1688 sınıf uzlaşmasının oğlu oldu. İngiliz yaradancıları
ve onların en tutarlı ardılları Fransız materyalistler, burjuvazinin has filozoflarıydılar – aynı biçimde Fransızlar da burjuva devrimin. Alman darkafalılığı, Kant’tan Hegel’e değin Alman felsefesinde, kimi kez olumlu, kimi kez de olumsuz bir biçimde görünegelir. İşbölümünde belirli bir alan olarak, her çağın felsefesi, kendisinden önce gelen felsefelerin devrettikleri ve kendisinin çıkış noktası olarak aldığı belirli bir düşünce materyalini varsayar. Ekonomik bakımdan geri ülkelerin, felsefede gene de başrol oynayabilmeleri bundandır: 18. yüzyılda, felsefesine dayandığı İngiltere’ye göre Fransa, ve daha sonra her ikisine göre Almanya. Ama Almanya’da olduğu gibi Fransa’da da bu çağda genel olarak bütün edebiyattaki açılıp gelişme gibi felsefe de ekonomik bir canlanışın
[sayfa 244] ürünüdür. Ekonomik gelişmenin sonal üstünlüğü, bana göre, bu alanda da sabittir, ama bu, özgül alanın bizzat ön-belirlediği koşullarda gerçekleşir; örneğin felsefede öncellerden devralınmış, varolan felsefi materyal üzerindeki (genellikle işlevlerini ancak politik vb. kılığa bürünerek yerine getiren) etkilerle. Ekonomi burada yeniden hiçbir şey yaratmaz, ama varolan düşünce materyalinin değiştirilme ve daha da geliştirilme yolunu çoğunlukla da dolaylı olarak belirler; çünkü felsefeye dolaysız en büyük etkiyi yapan, politik, hukuksal, ahlaksal yansımalardır.
Din konusunda, söylenmesi zorunlu olanı,
Feuer-bach’ın son bölümünde söyledim.
Dolayısıyla Barth, ekonomik hareketin siyasal yansımalarının vb., bizzat bu hareket üzerindeki bütün tepkisini neredeyse yadsıdığımızı öne sürerken, yel değirmenlerine karşı savaşmaktan başka bir şey yapmıyor. Hemen hemen yalnızca, siyasal savaşımların ve olayların, doğal ki ekonomik koşullara
genel bağımlılıkları sınırı içinde oynadıkları
özel rolü konu edinen Marx’ın
18 Brumaire’ine baksın yeter. Ya da
Kapital’e, örneğin pekala siyasal bir eylem olan yasalar sisteminin köklü bir biçimde etkin olduğu işgünü konusundaki bölüme. Ya da burjuvazinin tarihi konusundaki bölüme (24, bölüm
). Peki öyleyse, siyasal iktidar ekonomik bakımdan güçsüzse ne diye proletaryanın siyasal diktatörlüğü uğruna savaşım veriyoruz? Zor (yani devlet iktidarı), o da, ekonomik bir güçtür!
Ama şimdi kitabın
eleştirisini yapacak zamanım yok. İlkin III.
cildin çıkması gerek, ve ayrıca örneğin Bemstein’ın bu işi pekala yapabileceğini sanıyorum.
Bütün bu baylarda eksik olan diyalektiktir. Her zaman, şurada yalnız neden, burada da yalnız sonuç görüyorlar. Bunun boş bir soyutlama olduğunu, gerçek dünyada buna
[sayfa 245] benzer metafizik kutupsal karşıtlıkların ancak bunalımlarda varolduğunu; ama şeylerin ileriye doğru bütün büyük akışının, güçlerin, kuşkusuz hiç de eşit olmayan güçlerin, etki ve tepkisi biçiminde oluştuğunu – bu güçler içinde ekonomik hareketin de oranlanmayacak ölçüde en güçlü, en başta gelen, en kesin güç olduğunu, burada mutlak diye bir şey olmadığını, her şeyin göreli olduğunu, bütün bunları, ne yapalım ki, bu baylar görmüyorlar; onlar için Hegel yaşamamıştır....
[sayfa 246]
1891
229
ENGELS’TEN LE PERREUX’DEKİ PAUL LAFARGUE’A
LONDRA, 31 OCAK 1891
Sevgili Lafargue,
Almanya hakkında Paris gazetelerinde yayınlanan haberlerin onda-dokuzu gibi, seni telaşlandıran haberin de aslı faslı yok.
Alman partisinin yönetim kurulu, 1 Mayıs hakkında hiçbir düşünce açıklamadı. Parlamento
grubu (Reichstag’ın sosyalist üyeleri),
Almanya’da (başka hiçbir yerde değil) 1 Mayıs gününün, o gün değil, ama 3 Mayıs Pazar günü kutlanmasının arzulanırlığı konusunda, bir oy dışında, oybirliğiyle karar aldı. Hepsi bu. Parti tüzüğü, “grup”a herhangi bir resmi konum tanımadığı için, karar, her ne kadar, bir olasılıkla genel bir onay görecekse de basit bir arzu ifadesinden öte bir şey değil.
Öteki azınlık gruplarına, gösteri gününü aynı biçimde değiştirmelerinin salık verilmesi konusuna gelince, bizim gazeteler tek sözcük yazmıyor. Yine de şu ya da bu milletvekili,
[sayfa 247] bireysel olarak böyle bir şey düşünmüş olabilir; Bebel kızının düğünü için Zürih’te olduğundan Fischer’e yazıp, böyle bir şey düşünen varsa bu aptallığı durdurmasını isteyeceğim.
Sen ve kendisinden konuyla ilgili uzun bir mektup aldığım Bonnier, ne isterseniz söyleyebilirsiniz; İngilizler de sanırım Almanlar gibi yapacak ve 1 Mayısı Pazar günü kutlayacak. Almanlara gelince bu nerdeyse mutlak bir zorunluluk. Geçen yıl Almanların davranışını “gevşek” bulmuştun. Pekala, en iyi örgütlendiğimiz, halkın geri kalan bölümüne göre en büyük güce sahip olduğumuz ve (parti ve sendika olarak) fonlarımızın epey geniş olduğu bir kentte, Hamburg’da, 1 Mayıs, patronlara meydan okuyarak kutlanmıştı. Ama işler zaten kötü gidiyordu; patronlar bu bir günlük iş bırakımından fabrikalarını kapatmak için yararlandılar ve fabrikaları yalnızca, sendikalarından ayrılan ve bir daha bir sendikaya katılmayacağı sözünü veren işçilere açacaklarını ilan ettiler. Savaşım bütün yaz boyunca ve sonbahara kadar sürdü; sonunda patronlar istemlerinden vazgeçtiler; ama Hamburg’daki sendika örgütümüz çok kötü bir biçimde sarsıldı;
lokavtlar nedeniyle sendika fonları, orda ve başka yerlerde, işçilere yardım için harcandı ve tükendi; sınai durum daha kötüye gittiğinden, şimdi bütün bunları baharda yeniden yaşamak için en küçük bir istek görünmüyor.
Senin çekingenlikten ve gevşeklikten sözetmen çok kolay. Senin bir cumhuriyetin, ve kralcıları yenmek için sana, bizim Almanya’da sahip olmadığımız, siyasal haklar bahşetmek zorunda kalan burjuva cumhuriyetçilerin var. Üstelik, şimdilik, hükümetin yedeğindeki Brousse yandaşlarıyla sizin aranızda bölünme olduğu için, pek de tehlikeli değilsiniz; tam tersine, Constans, sizin “gösteri” yapmanızı ve radikalleri biraz ürkütmenizi arzu eder. Almanya’da bizimkiler gerçek bir güç; bir-buçuk iki milyon arasında bir oy; disiplinli ve büyüyen tek parti. Hükümet, sosyalistlerin gösteri yapmasını istiyorsa, onları başkaldırıya kışkırtmak, böylece ezebilmek ve on yıl süreyle onlardan kurtulmak için istiyor. Alman sosyalistlerin en iyi gösterisi, varolmaları, yavaş,
[sayfa 248] kararlı ve karşı konulmaz gelişmeleridir. Biz henüz açık bir kavgaya dayanabilme gücünden yoksunuz; Avrupa’ya ve Amerika’ya karşı bize düşen ödev, zamanı geldiğinde, ilk büyük çarpışmada yenilginin acısını tatmak değil, utkudur. Bu düşünce, bana göre, her şeyin üstündedir.
Doğal ki eski ve yeni dünyadaki bütün sosyalist emekçilerin, 1 Mayısı gününde kutladıklarını görmek çok hoş olurdu. Ama bu eşzamanlı ve tektip bir iş bırakımı olmazdı. Siz Paris’te, diyelim ki sabah 8.00’den akşam 8.00’e kadar iş bırakırdınız; New Yorklular sabah 8.00’de başladıklarında Paris’te öğle üzeri 1.00 olurdu ve Kaliforniyalıların başlaması için daha üç saat gerekirdi. Geçen yılki gösteri, iki güne yayılmakla hiçbir şey yitirmedi; bu yıl durum daha da az böyle olacak. Avusturyalılar tamamen farklı bir durumdalar: Düzenli ajitasyon ve örgütlenme onlar için öyle güçleştirildi ki, bir günlük iş bırakımı, Adler’in pek açık biçimde ortaya koyduğu gibi, onların tek gösteri yapabilme yolu.
Bu durumda kendini teselli et. Hareket, bu “birlik” eksikliğinden zarar görmeyecek; üstelik böyle salt biçimsel bir birlik, bunun için Almanya’da ve bir olasılıkla İngiltere’de ödeyeceğimiz bedele değmez.
Brousse karşıtlarına ilişkin yaklaşımını önemli buluyorum. Pratikte işbirliği yapılmasını öngören bir anlaşmaya varmak; herhangi bir birleşme girişimini, şimdilik bir yana koymak; her şeyi uygun bir zaman gelinceye kadar, son ana dek Enternasyonal kongreye
374 dek ertelemek – durumdan yararlanmanın, senin yaptığından daha iyi bir yolu yok. La-salcılarla birleşme sırasında Marx’ın da Liebknecht’e önerdiği buydu; ama dostlarımızın çok acelesi vardı.
Guesde,
Vorwärts için yazdığı yazılarda Liebknecht’e iyi bir oyun oynadı. Liebknecht, Prusyalıların huzurunu kaçırmak için burjuva cumhuriyeti hep savundu; Constans, Rouvier, vb. gibileri ona göre, neredeyse mükemmeldi. Ve şimdi Guesde ortaya çıkıyor ve bu yanılsamayı yıkıyor. Çok hoş, Almanya için de çok iyi.
Benim için Laura’yı öp. Doktor Z.’ye Toulon olayı
375 [sayfa 249] hakkındaki makalesi için takdirlerimi bildir. Louise, özellikle teşekkür ediyor. Senin ve Laura’nın kendisini hep iyi anımsamanızı diliyor.
Hep sevgiyle
F. E.
230
ENGELS’TEN STUTTGART’TAKİ KARL KAUTSKY’YE
LONDRA, 23 ŞUBAT 1891
Sevgili Kautsky,
Benim acele kutlama mesajımı önceki gün almış olmalısınız. Böylece biz yeniden kendi koyunlarımıza,
Marx’ın mektubuna
376 dönebiliriz.
Mektubun, muhaliflerimizin eline bir silah vereceği korkusu yersizdi. Gerçekten her şeye kötü niyetle çamur atılıyor, ama mektubun karşıtlarımız üzerindeki genel etkisi, bu amansız özeleştirinin yarattığı tam bir şaşkınlık oldu ve şu duyguyu uyandırdı: Bir parti nasıl bir iç güce sahip olmalı ki, böyle bir şeyi kaldırabilsin! Bunu, bana yolladığınız (bunun için teşekkür ederim) hasım gazetelerde ve benim getirttiğim daha başka gazetelerde de görmek olanaklı. Doğru-sunu söylemek gerekirse, benim bu belgeyi yayınlarken güttüğüm amaç da buydu. İlk anda şurada-burada bazı kişilerin tatsız bir biçimde etkileneceklerini biliyordum; ama bu kaçınılmazdı ve kanımca belgenin olgusal içeriği, daha ağır bastı. Yine biliyordum ki, parti, bunu kaldırabilecek ölçüde kuvvetliydi; hesabımı, partinin onbeş yıl önceki bu içten dile dayanabileceği gerçeğine dayandırdım. İnsan bu güç denemesini işaret ederek haklı bir övünçle şöyle diyebilir: Başka hangi parti benzer bir şey yapmaya cesaret edebilir? Ne var ki, bu işin yapılması, Saksonya ve Viyana
Arbeiter Zeitung ile
Züricher Post’a nasip oldu.
377
Neue Zeit’ın 21’inci sayısında, belgenin yayınlanması sorumluluğunu üzerinize almanız iyi güzel de, unutmayın ki,
[sayfa 250] ilk hareket benden geldi ve üstelik bir ölçüde sizi, böyle yapmaya zorladı.
378 Bu nedenle, asıl sorumluluğun bende olduğu kanısındayım. Ayrıntılara gelince, kuşkusuz insan, o ayrıntılar üzerinde her zaman farklı düşünceler taşıyabilir. Sizin ve Dietz’in itiraz ettiğiniz her şeyi çıkardım ya da değiştirdim; Dietz daha fazla noktayı işaret etmiş olsaydı, olanaklı olduğu ölçüde ona da uymaya çalışırdım; size, bunun kanıtını her zaman vermişimdir. Ama temel noktaya gelince, program görüşmeye açılır açılmaz, bu belgeyi yayınlamak
benim görevimdi. Ve özellikle Liebknecht’in, bir yandan kendi malıymış gibi belgeden teklifsizce alıntıladığı parçalara yer verdiği, bir yandan da adını anmaksızın bu belgeye karşı polemiğe giriştiği Halle’deki raporundan sonra hiç kuşku yok ki, Marx, bu değiştirilmiş metnin karşısına orijinal metni çıkarırdı; ve onun yerine aynı şeyi yapmak benim görevimdi. Ne yazık ki, tam o sıralarda ben belgeyi henüz bulamamıştım; uzun aramalardan sonra, epey gecikmeyle bulabildim.
Bebel’in size, Marx’ın Lassalle’a ilişkin yargısı, eski lasalcılar arasında kızgınlık doğmasına neden oldu, diye yazdığını söylüyorsunuz. Böyle olabilir. Her şeyden önce bu insanlar gerçek öyküyü bilmiyorlar; bu konuda onları aydınlatmak için de hiçbir şey yapılmış görünmüyor. Lassalle’ın tüm büyüklüğünün, Marx tarafından yapılan araştırmaların bulgularını yıllar boyu Lassalle’ın kendi malıymış gibi sergilemesine ve yetersiz ekonomi bilgisi nedeniyle bu bulguları üstelik bir de çarpıtmasına Marx’ın ses etmeyişinden ileri geldiğini bu insanlar bilmiyorlarsa, bu benim hatam değil. Ama ben Marx’ın yazınsal açıdan vasiyetinin de uygulayıcısıyım, ve bu bana belli yükümlülükler yüklüyor.
Lassalle, yirmialtı yıldan beri tarihin malıdır. Sosya-listler Yasası yürürlükteyken Lassalle’ın tarihsel eleştirisi de askıya alınmıştı; en sonunda, Lassalle’ın Marx karşısındaki konumunun açığa çıkarılması ve bu tarihsel eleştirinin yapılması zamanı geldi. Lassalle’ın gerçek yüzünü gizleyen ve onu yücelten efsane, kuşkusuz, partinin amentüsü olamaz. İnsan Lassalle’ın harekete yaptığı hizmeti ne kadar saygıyla
[sayfa 251] anarsa ansın, onun hareket içindeki tarihsel rolü muğlak kalacaktır. Sosyalist Lassalle her adımında, demagog Lassalle tarafından izlenmiştir. Ajitatör ve örgütçü Lassalle’ın her yanından Hatzfeldt davasının
379 avukatı Las-salle sırıtır: araç seçiminde kinizm, çevresinde, yalnızca bir araç olarak kullanılacak ve sonra bir kenara atılıverecek fırsatçı ve kötü ünlü kişileri yeğ tutmak. 1862’ye kadar pratikte, bonapartist eğilimler taşıyan, özellikle Prusyalı türden bir vülger demokratken (Marx’a yazdığı mektupları henüz okudum) birdenbire yalnızca kişisel nedenlerle çark etti ve ajitasyonuna başladı; ve aradan henüz iki yıl geçmemişti ki, işçilerin, burjuvaziye karşı monarşinin yanında saf tutmasını istemeye başladı; ve karakteri kendisine benzeyen Bismarck ile, eğer iyi bir talih eseri o sıralarda vurulup öldürülmemiş olsaydı kaçınılmaz olarak harekete ihanet etmesine yolaçacak olan, entrikalar çevirmeye başladı. Propaganda yazılarında, Marx’tan ödünç aldığı düşünceler kendi düşünceleriyle, yanlış açıklamalarla öylesine içice geçmiştir ki, birini diğerinden ayırmak neredeyse olanaksızdır. İşçiler arasında Marx’ın yargısından gücenen kesim, Lassalle’ı yalnızca iki yıllık ajitasyon çalışmalarından ve üstelik onu da renkli gözlükler ardından izleyerek biliyor. Ama tarihsel eleştiri, bu tür önyargıların karşısında, şapkası elinde, sonsuza dek bekleyemez. Son olarak Marx ile Lassalle arasındaki hesabı kapatmak da benim görevimdi. Bu yapılmıştır. Şimdilik bu kadarla yetinebilirim. Üstelik şimdi yapmam gereken başka işler var. Marx’ın gassalle üzerine yayınlanan acımasız yargısı, kendi etkisini yapacak ve başkalarını da cesaretlendirecektir. Ama buna zorlanırsam, benim için başka seçenek kalmayacaktır: Lassalle efsanesini, son kez ve sonsuza dek süpürüp atmak zorunda kalacağım.
Reichstag grubunda
,
Neue Zeit’ın sansür edilmesini isteyen seslerin yükselmesi gerçekten harika. Bu nedir? Sosyalistler Yasası yıllarındaki grup diktatörlüğünün (o zaman gerçekten gereken ve çok iyi yürütülen diktatörlüğün) hayaleti mi, yoksa von Schweitzer’in vaktiyle uyguladığı kaskatı
[sayfa 252] örgütlenmenin anımsanışı mı? Alman sosyalist bilimini, tam da Bismarck’ın Sosyalistler Yasasından kurtulduktan sonra, Sosyal-Demokrat Parti yetkililerinin bizzat hazırlayıp uygulayacakları yeni bir sosyalistler yasasının denetimine sokmak gerçekten çok parlak bir fikir olur. Ondan sonra geriye, ağaçlar göğe doğru büyüyecek diye takdir buyurulmuştur, kalır.
Vorwärts’deki makale
380 beni pek ilgilendirmiyor. Liebknecht’in, olan-bitenler hakkındaki görüşünü bekliyorum ve ondan sonra her ikisini de olabildiği ölçüde dostça bir tonla yanıtlayacağım.
Vorwärts’ın yazısındaki birkaç yanlışın (örneğin bizim birleşmeyi arzu etmediğimiz, olayların Marx’ın yanlışlığını kanıtladığı, vb.) düzeltilmesi ve birkaç apaçık noktanın pekiştirilmesi gerekecek. Sonradan yeni saldırılar ya da yanlış savlar, beni daha ileri adımlar atmaya zorlamazsa, kendi hesabıma, bu yanıtla tartışmayı kapatmayı düşünüyorum.
Dietz’e,
Ursprung üzerinde çalıştığımı söyleyin. Ama bugün Fischer’den mektup aldım, o da üç yeni önsöz istiyor.
Sevgiler
F. E.
231
ENGELS’TEN JOSÉ MESA’YA
LONDRA, 24 MART 1891
Sevgili Mesa,
2 Mart tarihli mektubunuzdan, Marx’ın
Misère de la philosophie’sinin [
Felsefenin Sefaleti] sizin çevirinizle İs-panyolca baskısının yayınlanmak üzere olduğunu büyük bir hoşnutlukla öğrendik. Doğal ki bu girişimi, seve seve onaylıyoruz. Sosyalizmin İspanya’da gelişmesine, kuşkusuz çok olumlu etki yapacaktır.
Temellerini Marx’ın kitabının yıktığı prudoncu teori,
[sayfa 253] Paris Komününün düşüşünden sonra sahneden silindi. Ama yine de Batı Avrupa’nın burjuva radikali eriyle sahte-sosyalistlerinin, işçileri uyutmak için malzeme sağladıkları büyük bir cephanelik. Bu aynı ülkelerin işçileri de kendi öncellerinden benzer prudoncu ifadeler miras aldıkları için, radikallerin lafazanlığı, işçilerin birçoğu arasında hâlâ yankı bulabiliyor. Hâlâ varlığını sürdüren prudoncuların yalnızca burjuva radikaller ya da kendilerine sosyalist diyen cumhuriyetçiler olduğu Fransa’da durum böyle. Yanılmıyorsam sizin Cortès’inizde
ve basınınızda da kendilerine sosyalist diyen bu tür cumhuriyetçiler var, çünkü, prudoncu fikirlerde, proletaryanın özlemlerinin ussal ve geçerli ifadesi olan gerçek sosyalizmin karşısına, sulandırılmış burjuva sosyalizmi koyabilmelerine elverişli araçları görüyorlar.
Kardeşçe selamlar
F. Engels
232
ENGELS’TEN STUTTGART’TAKİ KARL KAUTSKY’YE
[RYDE, 29 HAZİRAN 18911
Sevgili Kautsky,
Birkaç günlüğüne buraya Pumps’a kaçtım; üstüme abanan iş seli çok fazla geldi. Parti programı
381 eline ulaştığı sırada, bir grup-evliliğinin ortasında mutlu ve hoşnuttum; ama programla ilgilenmek
gerekiyordu. İlkin, giriş bölümünü bir biçimde daha özlü hale getirmek istedim, ama zaman darlığı, bunu yapmamı engelledi; ayrıca politik kısmın bir ölçüde sakınılabilir, bir ölçüde sakınılamaz eksikliklerini çözümlemek bana çok daha önemli göründü; bunu yaparken
Vorwärts’ın uzlaşmacı oportünizmine ve eski sefil pislik
frisch-fromm-fröhlich-frei’ın
“sosyalist topluma” taşınmasına takılma fırsatını buldum. Bu arada sizin onlara yeni bir giriş önerdiğinizi öğrendim; daha iyisi can sağlığı. ...
[sayfa 254]
233
ENGELS’TEN STUTTGART’TAKİ KARL KAUTSKY’YE
LONDRA, 14 EKİM 1891
Sevgili Kautsky,
Hiç beklemediğim bir biçimde, sizin
Vorwärts’de yayınlanan taslak metninizde
“tek bir gerici yığın” terimini görünce büyük bir hayrete düştüm. Bu konuda derhal kaleme kağıda sarılıyorum ama geç kalmış olduğumdan da korkmuyor değilim. Bu propaganda deyimi, özlü ve çok dikkatli biçimde ifade edilen bilimsel önermelerin uyumlu dizisini akortsuz tiz bir nota gibi karmakarışık edebilir. Çünkü bir propaganda deyimidir ve ayrıca aşırı tek-yanlıdır ve böyle olduğu için de inandırıcı göründüğü tek biçim olarak sugötürmezce mutlak biçimde ortaya konması tamamen yanlıştır.
Yanlıştır, çünkü bu haliyle,
tarihsel bir
eğilimi, olup-bitmiş bir
olgu gibi ilan etmektedir. Sosyalist devrim başladığı anda, bütün öteki partiler bizim karşımızda gerici bir yığın olarak
ortaya çıkarlar. Zaten öyle
olmuş ve her ne kadar kaçınılmaz değilse de herhangi bir tür ilerici eylem kapasitesini yitirmiş olabilirler. Ama
bugünkü durumda bunu söyleyemeyiz; en azından öteki program ilkeleri için söylediğimiz kesinlikte söyleyemeyiz. Almanya’da bile öyle koşullar ortaya çıkabilir ki, o koşullarda sol partiler, sefilliklerine karşın, hâlâ yerli yerinde duran dev anti-burjuva bürokratik ve feodal döküntünün bir kesimini silip süpürmek
zorunda kalabilirler. Ve o zaman, hiçbir biçimde gerici bir yığın olmayacaklar.
Biz devletin dümenini ele geçirecek ve ilkelerimizi gerçekleştirecek kadar güçlenmedikçe, kesinlikle
bizim karşımızda tek bir gerici yığından sözedilemez. Aksi halde tüm ulus gerici bir çoğunlukla iktidarsız bir azınlığa bölünmüş olur.
Almanya’da küçük devletler sistemini parçalayan halk, burjuvaziye sanayi devrimi yapma olanağını veren halk, hem kişiler hem şeyler için birleşik iletişim koşullarını ortaya çıkaran ve böylece bize daha geniş bir hareket özgürlüğü yaratan halk – bütün bunları bir “gerici yığın” olarak mı yaptı?
[sayfa 255]
1871-78’de monarşinin ve ruhban sınıfı egemenliğinin kesin olarak hakkından gelen, Fransa’da devrim dönemleri dışında basın özgürlüğünü, toplanma ve dernekleşme özgürlüğünü daha önce görülmedik biçimde güven altına alan, zorunlu eğitimi ülkeye getiren ve genelleştiren ve öyle iyi bir düzeye getirdiği için Almanya’yı örnek almaya iten Fransız burjuva cumhuriyetçiler tek bir gerici yığın olarak mı davrandılar?
Oy hakkını önemli ölçüde genişleten, seçmen sayısını beş kat artıran, seçim çevrelerine eşitlik sağlayan, zorunlu eğitimi kabul eden ve eğitim sistemini iyileştiren, her oturumda yalnızca burjuva reformlar için değil, ama işçilere her seferinde yeni ödünler tanımak üzere oy kullanan İngiliz resmi iki partisinden birine üye İngilizler – sessizce ve kayıtsızca yol alıyorlar; hiçkimse onları basitçe “
tek bir gerici yığın” diye suçlayamaz.
Kısacası, aşama aşama gerçeklik haline dönüşmekte olan bir eğilimi çoktan olup-bitmiş bir olgu gibi sunmaya hakkımız yok; hele hele örneğin İngiltere’de bu eğilim
hiçbir zaman sonuna kadar gerçekleşmeyeceğine göre, buna hiç hakkımız yok. Burada dönüm noktasına ulaşıldığı zaman burjuva hâlâ çeşitli küçük reformlar yapmaya hazır olacaktır. Ama o zaman da devrilmekte olan bir sistemde küçük reformlar yapılmasında ısrar etmek bütün bütün anlamsızlaşacaktır.
Lasalcı lafazanlık, bizde özellikle 1 Ekim 1890’dan
bu yana
Vorwärts’de büyük ölçüde kötüye kullanıldıysa da ajitasyonda
belli koşullarda haklı görülebilir. Ama
programda yeri olamaz; çünkü orada kesinlikle yanlış, ve yanlış yönlendirici olur. Bu lafazanlık orada, bankacı Bethmann’ın evine yapılacak balkona karısının çöreklenmesi gibi olur: “Bana bir balkon yaparsanız, karım oraya bağdaş kurar, oturur, tüm cepheyi göçürür!”
Vorwärts’deki metinde başka bir değişiklik öneremiyorum, çünkü gazeteyi nereye koydumsa bulamıyorum; postanın da zamanı gelmek üzere.
[sayfa 256]
Parti kongresi şanlı bir günde başladı. 14 Ekim Jena ve Auerstedt
382 savaşlarının yıldönümüdür; orada eski, devrim-öncesi Prusya çökmüştü. Umalım, Marx’ın öngördüğü gibi 14 Ekim 1891 Prusyalılaşmış Almanya için, “
içerdeki Jena”nın başlangıcı olsun.
Sevgiler
F. Engels
234
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGE’YE
LONDRA, 24 EKİM 1891
... İnancım o ki ABD’deki hareket bir kez daha en düşük düzeyinde. Orada her şey büyük iniş çıkışlara açık. Ama her büyük yükselişte kesinlikle yeni bir siper kazanılıyor
ve uzun vadede herkes ilerleme sağlıyor. Emek Şövalyelerinin
383 güçlü yükselişi ve 1886’dan 1888’e kadarki grev hareketi, tüm tersliklere karşın genelde davamızı ileri götürdü. Şimdi kitlelerde oldukça farklı bir ruh hali var. Gelecek sefer, kuşkusuz yeni siperler kazanılacak. Ancak yerli Amerikalı işçinin yaşam standardı, İngiliz işçininkinden bile daha yüksektir ve bu bile, bir süre için onu arka koltuğa göndermek için yeter nedendir. Üstelik, göçmen işçilerin rekabeti ve daha başka nedenler var. Zamanı yeterince olgunlaştığında, orada işler gene müthiş bir hız ve enerjiyle gelişecektir, ama o noktaya ulaşılması biraz zaman alabilir. Hiçbir yerde mucize olmuyor. Buna bir de başöğretmen ve aynı zamanda komutan rolünü oynamak isteyen ve bu yüzden yerli insanları, en iyi şeyleri bile onlardan öğrenmek istememeye iten mağrur Almanlarla talihsiz ilişkileri ekleyin. ...
Die Entwicklung des Sozialismus’un [
Ütopik Sosya-lizm ve Bilimsel Sosyalizm] Aveling’in hazırladığı benim redakte ettiğim bir çevirisi (Sonnenschein’ın toplumsal dizilerinde) yayınlanacak. Bu gerçek çeviri karşısında, o kötü İngilizcesiyle korsan Amerikan çeviri
384 artık pek zararlı olmayacak.
[sayfa 257] Kaldı ki o çeviri tam bile değil, her neyi güç buldularsa, kaldırıp atmışlar....
235
ENGELS’TEN ST. PETERSBURG’DAKİ
NİKOLAY FRANTSEVİÇ DANIELSON’A
[LONDRA] 29-31 EKİM 1891
Sayın Bayım,
21 Eylül tarihli mektubunuz geldiği zaman ben İskoç-ya ve İrlanda’da gezideydim; ancak bugün yanıt verebilecek zamanı ve fırsatı bulabildim.
Anlaşılan sizin 20 Ocak tarihli mektubunuz gerçekten postada kayboldu; buna iki yönden esef ediyorum; birincisi, içindeki ilginç bilgilerden bunca zaman yoksun kaldım; ve ikincisi sizi, aynı bilgileri benim için yeniden yazma zahmetine soktu. Çok teşekkürler!
Bismarck’ın deyişiyle “
Züchtung von Millionären”
anlaşılan sizin ülkenizde dev adımlarla ilerliyor. Sizin resmi istatistiklerinizin gösterdiği ölçüde kârı şimdilerde İngiliz, Fransız ya da Alman tekstil sanayisinde görmek olası değildir. Yüzde 10, 15 ve en çok yüzde 20 ortalama kâr oranı, ve çok ayrıksın gönenç yıllarında yüzde 25-30 kâr oranı
iyi sayılır. Yalnızca modern sanayinin çocukluk yıllarında, en son ve en iyi makinelerle üretim yapan, o sıralarda toplumsal bakımdan gerekli olandan daha az emek-gücüyle çalışan işletmeler böyle yüksek kârlar elde edebiliyorlardı. Şimdilerde, böyle yüksek kârlar yalnızca yeni buluşlara dayalı şanslı spekülatif girişimlerden elde edilebiliyor; bu da yüzde bir, geri kalanlar tümden başarısız.
Benzer ya da yaklaşık kâr oranlarının olası olduğu tek ülke şimdilerde temel sanayilerde, Amerika’dır. Orada iç savaştan sonraki koruyucu gümrük tarifeleri ve şimdilerde de McKinley gümrük tarifeleri benzer sonuçlar vermiştir; kârlar çok yüksek olmalıdır ve yüksektir. Bu durumun
[sayfa 258] tamamen, bir günden ötekine değiştirilebilme olasılığı olan tarife düzenlemelerine bağlı oluşu, bu sanayilerde herhangi bir geniş
dış sermaye (yatırılmış yerli sermayeye oranla geniş) yatırımını, ve böylece ana rekabet kaynağını dışarda bırakarak, kârların düşmesini önlemeye yetmektedir.
Modern sanayinin genişleyişinin halk yığınlarının yaşamında yaptığı etki konusunda, yani
üreticilerin doğrudan tüketimi için üretim yapan ev sanayisinin ve kapitalist alıcı için üretim yapan ev sanayisinin çöküşündeki değişiklik ve etkileri konusunda, yazdıklarınız, bana çok canlı biçimde, yazarımızın,
Herstellung des innern Markts bölümünü ve 1820’den 1840’a kadar Orta ve Batı Avrupa’nın birçok yerinde olup bitenleri anımsatıyor. Kuşkusuz, sizdeki değişikliğin etkileri, bir ölçüde farklı. Fransız ve Alman köylü toprak sahibi, biraz zor ölür; toprağını ve evini satıp savma kertesine gelmeden önce tefecinin elinde iki üç kuşak hırpalanır; en azından modern sanayinin henüz girmediği yörelerde, böyledir. Almanya’da köylüleri suyun üstünde tutan şey, küçük tarlalarını sürdükten sonra geri kalan ve onlar için hiçbir değeri olmayan boş zamanlarında yürütülen, kapitalistler hesabına her tür ev sanayisi –pipolar, oyuncaklar, sepetler vb.– olmuştur; ek çalışma için aldıkları her kuruşu kazanç saymışlardır; Almanya’da insanı yıkıp mahvedecek düzeydeki düşük ücretlerin ve bu tür sanayi ürünlerinin akla sığmaz ucuzluğunun nedeni budur.
Sizde üstesinden gelinecek bir
obsçina direnci var (bana öyle geliyor ki, modern kapitalizme karşı sürekli savaşımında önemli ölçüde toprak yitirmek zorunda kalmasına karşın); 1 Mayıs tarihli mektubunuzda tanımladığınız büyük mülk sahiplerinin –bir yandan artı-değeri topraksahibi elinde toplayan, aynı zamanda köylünün köylü olarak eğreti varoluşunu sürdürmesini sağlayan– geniş tarım toprakları dayanağı var; ve kulaklar da, görebildiğim kadarıyla, köylüyü bir
sujet à exploitation olarak pençelerinde tutmayı, onu
[sayfa 259] yıkıp toprağını kendi topraklarına katmaya yeğliyorlar. Anlıyorum ki, fabrikada ve kentte işçi olarak istenmeyen Rus köylü de epey zor ölecek; ölmeden önce ölümünün diyetini alacak.
Rusya’daki genç burjuvazinin sağlama bağladığı pek büyük kârlar ve bu kârların iyi bir ürüne (hasada) bağlı oluşu konusundaki dört başı mamur anlatımınız, bu bilgiler olmasa karanlıkta kalacak birçok noktayı açıkça ortaya koyuyor. Rus sanayisinde sıkıntıya yolaçan ve giderek artan depresyon ve güvensizliğin tek gerçek ilacının savaş olduğu düşüncesinin Rus tüccar sınıflarını iyice sarmış göründüğü konusunda bugün bir Londra gazetesinde yayınlanan Odessa çıkışlı haberi nasıl değerlendirmem gerektiğini de şimdi çok iyi anlıyorum; bu haberi ancak, gümrük tarifelerinin eseri olan sanayinin tümden iç pazara ve müşterilerinin alım gücünün dayandığı tarım yöreleri hasadına bağımlı olmasıyla açıklayabileceğimi düşünüyorum. Bu pazar yürümezse bön insanlar açısından, onu başarılı bir savaşla genişletmekten daha doğal ne kalıyor?
İyi bir hasadın, sizde, zorunlu olarak buğday fiyatının düşeceği anlamına gelmediğine ilişkin görünüşte çelişik olgu üzerine notlarınızı çok ilginç buldum. Çeşitli ülkelerdeki ve Uygarlığın çeşitli aşamalarındaki gerçek ekonomik ilişkileri incelediğimiz zaman, 18’inci yüzyıldaki rasyonalist genellemelerin nasıl da eşi bulunmadık ölçüde eksik ve hatalı olduğu ortaya çıkıyor – Adam Smith, Edinburgh’un ve Lothianların koşullarını normal ve evrensel koşullar olarak alıyordu! Bereket, Puşkin şunu biliyordu:
Doğa ürünüyse zenginliği
Bilir mi altının önemini?
Anlayamadı baba oğlunu,
Rehin etti her karış toprağını. [sayfa 260]
Derin saygılarımla
P. W. Rosher
Gelecek Pazartesi yeniden III. cilt üzerinde çalışmaya başlıyorum – umarım bitinceye kadar kesintiye uğramaz.
Bu mektup, kesinti nedeniyle bugüne, 31 Ekime kadar gecikti.
236
ENGELS’TEN ZÜRİH’TEKİ CONRAD SCHMIDT’E
LONDRA, 1 KASIM 1891
;
... Hegel’i yok saymak, kuşkusuz olanaksız; onu özümsemek de zaman alır.
Encyclopädie’deki kısa
Logik iyi bir başlangıçtır. Ama Rosenkranz’ın (1845) ayrı baskısını değil,
Werke’nin 6. cildindeki metni almalısınız; çünkü bu ikincide, o Henning eşeği çoğu zaman kendisi bile anlamadıysa da, konferanslardan alınma birçok açıklayıcı ekleme var.
Sunuş bölümünde, ilkin (§ 26, vb.) Wolf’un Leibniz yorumunun (
tarihsel anlamda metafizik), ondan sonra (§ 37, vb.) İngiliz-Fransız ampirisizminin, ardından (§ 40 vd.) Kant’ın ve son olarak (§ 61) Jacobi gizemciliğinin eleştirisi var. İlk bölümde (Varlık), Varlık ve Hiçlik üzerinde çok fazla kafa yormayın; Nitelik, sonra Nicelik ve Ölçü konusundaki son paragraflar çok daha iyi, ama ana bölüm, Öz doktrini: soyut karşıtların kendi savunulamazlıklarına indirgenmesi, yani insan yalnızca bir taraftan yana olmaya çalışınca o tarafın farkedilmeksizin ötekine dönüşmesi, vb.. Aynı zamanda somut örneklerle konuyu kafanızda her zaman daha açık hale getirebilirsiniz; örneğin siz, bir damat olarak, kendinizde ve gelinde özdeşliğin ve farklılığın ayrılmazlığının çok çarpıcı bir örneğine sahipsiniz. Cinsel aşkın, farklılıktaki özdeşliğin zevki mi, yoksa özdeşlikteki farklılığın zevki mi olduğunu kanıtlamak olanaksızdır! Farklılığı (bu örnekte cinsiyet) ya da özdeşliği (bu örnekte iki tarafın insan doğası) çekip alırsak, geriye ne kalır? Ona dayanmaksızın tek adım atamazsak da, özdeşliğin ve farklılığın bu ayrılmazlığının bana ilkin ne kadar sıkıntı verdiğini anımsarım.
Ama Hegel’i, bay Barth’ın yaptığı gibi okuyacaksanız, yani yapıyı çatarken kaldıraç olarak kullandığı yanılsamalı
[sayfa 261] tasımları ve kötü geçişleri keşfetmek için okuyacaksanız, hiç gerekmez. Barth’ınki tam bir okul çocuğu ödevi olmuş. Çok daha önemli olanı, yanlış biçimlerin altında ve yapay bağlantıların altında saklı duran doğruyu ve dahice olanı keşfetmektir. Bu nedenle, bir kategoriden ya da bir çelişkiden ötekine geçişler hemen hemen her zaman keyfidir – bu geçişler çoğu zaman bir cinasla, bir sözcük oyunuyla yapılır, örneğin § 120’de, pozitif ve negatifin, Hegel, “
Grund”
kategorisine ulaşabilsin” diye “
zugrunde gehn”
zaman böyledir. Bunlar üzerinde uzun uzadıya kafa yormak zaman yitirmektir.
Hegel’de her kategori felsefe tarihinde (onun genelde işaret ettiği üzere) bir aşamayı temsil ettiği için, en parlak yapıtlarından biri olan
Vorlesungen über die Geschichte der Philosophie [
Felsefe Tarihi Dersleri] ile karşılaştırarak okursanız çok iyi edersiniz. Gevşemek için de size
Ästhetik’i salık veririm. Bu yapıtların içine girdiğinizde hayran kalacaksınız.
Hegel’de diyalektiğin bozulması, “düşüncenin özgelişimi” olduğunun varsayılmasından ötürüdür; bu çerçevede, olguların diyalektiği basit bir yansımadan başka bir şey değildir, oysa gerçekte bizim kafamızda olan diyalektik, doğa ve insan toplumu dünyasında olan gerçek gelişmenin yansımasından başka bir şey değildir ve diyalektik biçimlere uyar.
Marx’taki metaın sermayeye gelişimini, Hegel’deki varlığın öze gelişimiyle karşılaştırırsanız, oldukça iyi bir koşutluk görürsünüz: Birincide olgulardan ileri gelen somut gelişmeler, ikincide, soyut bir yapılandırma vardır; o yapılandırmanın içinde niceliğin niteliğe ve
vice versa dönüşümü gibi çok önemli dönüşümler ve pek parlak fikirler bir kavramın ötekine öz-gelişimi kalıbına dökülür – insan bu tür dönüşümlerden düzinelerle üretebilir....
[sayfa 262]
1892
237
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGE’YE
LONDRA, 6 OCAK 1892
... Amerika’da henüz üçüncü bir partiye yer olmadığına inanıyorum.
Aynı sınıf kümesi içinde bile çıkar çeşitliliği bu geniş alanda o kadar büyük ki, tümden farklı kesimler ve çıkarlar, yöreye göre, iki büyük partinin her birinde temsil ediliyor; gerçi
bugün güneydeki büyük topraksahiplerinin Demokratların çekirdeğini oluşturması gibi büyük sanayi de bütün olarak Cumhuriyetçilerin çekirdeğini oluşturuyor ama, iki büyük partinin her biri mülksahibi sınıfın bellibaşlı tüm kesimlerinin temsilcilerini içeriyor. Bu sarmaş-dolaşlığın görünürdeki raslansallığı, orada çok yaygın olan hükümetin yolsuzluğu ve sömürüsü için çok iyi bir ortam yaratıyor. Ancak toprak –kamu toprağı– bütünüyle spekülatörlerin eline geçtiğinde ve toprakta yerleşme böylece giderek daha güçleştiğinde ya da sahtekarlık konusu olduğunda – ancak o zaman,
dingin bir gelişmeyle, üçüncü bir partinin zamanı gelecek.
Toprak spekülasyonun temelidir, ve Amerika’daki
[sayfa 263] spekülasyon düşkünlüğü ve fırsatı, Amerika kökenli işçiyi burjuvazinin eli altında tutan bellibaşlı iki kaldıraçtır. Ancak spekülasyondan artık
hiçbir şey bekleyemeyecek, Amerika’da doğmuş bir işçi kuşağı ortaya çıktığı zaman Amerika’da ayağımızı sağlamca yere basacağız. Ama Amerika’da
dingin bir gelişmeye kim güvenebilir ki? Fransa’daki politik sıçramalar gibi, orada da ekonomik sıçramalar var; onlar da aynı geçici gerilemeleri yaratıyor.
Küçük çiftçiler ile küçük-burjuvalar, güçlü bir parti kurmayı pek başaramayacak: Her ikisi de çok hızlı değişen unsurlardan oluşuyor –çiftçi, üstelik çoğu zaman göç halindedir, farklı eyaletlerde ve topraklarda birbiri ardına iki, üç, dört çiftlikte çalışır; göç ve iflas, her iki grupta da personelin sürekli değişmesine yolaçar; ayrıca kredi verene ekonomik bağımlılık da bağımsızlığı köstekliyor– ama onları sonunda iki büyük partiden birine satmak için, hoşnutsuzlukları üzerine spekülasyon yapan politikacılar için, bu insanlar çok iyi bir unsur.
Arkası-yeşil para
yalanını yeniden ısıtıp sofraya getiren yankilerin “direngenliği”, teorik geriliklerinin ve her türlü teoriyi anglosakson bir horgörüyle karşılamalarının ürünü. Bunun bedelini de her felsefi ve ekonomik saçmalığa, ve belli burjuva kliklere kâr sağlayan budalaca ekonomik deneyimlere boş inançla, dinsel sekterlikle ödüyorlar. ...
238
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 19 ŞUBAT 1892
... Almanya’da durum, gerçekten kötüleşiyor. Ulusal Liberaller
385 arasında tekrar tekrar muhalefet eğilimleri ortaya çıkıyorsa ve Richter Alman “büyük liberal parti”sinin düşünü görebiliyorsa, işler almış başını gidiyor demektir. Devleti henüz biçimsel olarak kendine tabi kılamayan kapitalist
[sayfa 264] toplum, gündelik yönetimi monarşist-bürokratik junkerlerin kalıtsal kastına bırakmak ve sonucu belirleyen şeyin sonunda kendi çıkarları olduğu düşüncesiyle yetinmek zorunda kalmıştır. Almanya’daki durumu çerçevesinde, bu toplum, iki eğilim arasında bocalar: Bir yandan toplumdaki bütün resmi ve mülksahibi katmanların proletaryaya karşı ittifakı; bu eğilim uzun vadede “tek bir gerici yığın”a yolaçar ve
dingin bir gelişme içinde üstünlüğü elegeçirir. Öte yandan cesaretsizlik yüzünden hiçbir zaman savaşıp sonuçlandırılamayan o eski çatışmayı, yani bir tarafta kendini herkesten üstün gören mutlakiyetçi kalıntılarıyla monarşi, toprak aristokrasisi ve bürokrasi, karşı tarafta da bunların hepsine muhalefet eden ve maddi çıkarları, her gün, her saat bu modası geçmiş öğelerin elinde zarar gören sanayi burjuvazisi arasındaki çatışmayı, her gün gündeme getiren bir eğilim var. Belli bir anda bu iki eğilimden hangisinin üstün olduğunu bireysel ve yerel raslansal koşullar belirler. Şu sıralarda, ikinci eğilimin yükselişi başlamak üzere gibi görünüyor, ki böyle bir durumda,
à la Stumm sanayi baronları ve sanayi şirketlerinin pay sahipleri, doğal olarak yıpranmış gericiliğin yanında yeralacaklardır. Ama, 1848’den kalan ve birçok kez önümüze sürülen bu eski çatışmanın yeniden ısıtılıp sofraya getirilmesi, ancak şimdiye kadarki başarıları nedeniyle coşup taşan hükümetin ve toprak aristokrasisinin canavarca aptallıklara kalkışması durumunda çok ciddileşebilir. Bunu olanaksız görmüyorum, çünkü üst makamlarda bazı garip arzular, sanayinin hammadde ve gıda maddesi vergilerine
dayanamayacağı inancına giderek daha fazla bağlanan junkerler tarafından destekleniyor. Bu çatışmanın varacağı nokta, dediğim gibi, kişi unsurunun raslansallığına bağlı olacaktır.
Bu çerçevede karakteristik özellik, eski yöntemin kullanılıyor olmasıdır: Eşeği dövmek yerine semeri dövdüler (daha çok da ikisini birden). Dayağı sosyal-demokrasiye atarlar, ama burjuvazi de kendine düşen payı, iyi bir dozda, alabilir; ilkin geçmiş altmış yıldır cömertçe sergilediği liberal [sayfa 265] ilkeleriyle hükümette
doğrudan sahip olduğu küçük payla ilgili olarak siyasal dayak, ve daha sonra, işler yolunda giderse, burjuvazinin çıkarlarını toprak mülkiyeti lehine kurban ederek ekonomik dayak.
Öyleyse, sağa keskin bir dönüş hazırlığı yapılıyor gibi görünüyor, ve gerekçesi de
bizim ilerlememizi durdurma gerekliliğidir. ...
239
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 8 MART 1892
... Berlin’deki karışıklıkların yatışmasından ve bizim insanlarımızın, gayet kararlı biçimde bu işe bulaşmamalarından çok memnunum. Her zaman birilerinin ateş açması olasılığı vardı ve böyle bir gelişme, bizim için bir sürü sorun yaratılmasının yeterli nedeni olabilirdi. Berlin’de silahlar patlasaydı, Ulusal Liberaller ilköğretim yasasına koşa koşa oy verebilirlerdi ve bazı insanların arasıra tutan öfke nöbetleri sonunda bize yönelebilirdi. Yavaş yavaş oluşaduran tek bir gerici yığın, bizim görüşümüze göre, şimdiki durumda arzulanır bir şey değil;
biz tarih yapmaya aktif olarak katılabilir durumda olmadığımız sürece, tarihsel gelişmenin kesintiye uğraması bizim çıkarımıza değildir; ve bu bakımdan burjuva partiler arasındaki ağız dalaşının yararı vardır. Bu açıdan şimdiki rejime paha biçilemez, çünkü bu durumu yaratmaya yardım ediyor. Ne var ki, silahlar
çok erken patlarsa, yani eski partiler birbirleriyle çok sıkı bir savaşa iyice kilitlenmeden önce patlarsa, aralarında anlaşmaya ve bize karşı birleşik bir cephe kurmaya ikna edileceklerdir. Bu iki kere ikinin dört etmesi kadar kesindir. Bu, biz şimdikinden iki kat daha güçlü olduğumuzda olursa, bize hiç zarar vermeyecektir. Ve bu şimdi olsa bile, yönetimdekiler, karşıtlarımız arasında yeniden başlayan çekişmelerin elbette gereğini yapacaklardır. Ama korkulu düş görmektense uyanık yatmak hayırlıdır.
[sayfa 266] Şimdiki durumda işler öylesine iyi gidiyor ki, bize daha da iyi bir gelişme göstermelerini hiçbir şeyin kesintiye uğratmamasını dilemekten başka bir şey kalmıyor.
İşsizliğe gelince, durumun gelecek yıl daha da kötüleşmesi, gerçekten olasıdır. Korumacılık, serbest ticaretin yarattığı sonuçların aynısını ortaya çıkardı, yani tek tek ulusal pazarları tıka basa malla doldurdu –gerçekte bunu hemen her yerde yaptı– yalnızca şu anda buradaki durum, sizdeki kadar kötü değil. Ama 1867’den bu yana ayağını sürüyen iki-üç küçük bunalımın yaşandığı burada bile, şimdi keskin bir bunalım kapının eşiğinde gibi görünüyor. Son iki-üç yılın yılda 9 milyon balyayı aşkın dev pamuk üretimi, fiyatları, 1846 bunalımının en kötü dönemindeki düşük düzeye geriletti; dahası, buradaki sanayiciler üzerinde aşırı-üretim yapmaları için çok büyük bir baskı yaratıyor, çünkü Amerikalı plantasyoncular daha fazla üretiyor. Böyle yaparak sürekli para kaybediyorlar; çünkü hammadde fiyatlarının düşmekte oluşu nedeniyle, daha pahalı pamuktan üretilmiş olan ürünleri, piyasaya çıkmadan önce değer yitimine uğramış oluyor.
Alman ve Alsacelı iğ fabrikalarının tehlike feryatlarının nedeni de bu; ama imparatorluk Dietinde, bu feryatlar sessizlik içinde geçiştirildi. Sanayinin öteki sektörleri de pek iyi durumda sayılmazlar; son 15 aydan beri demiryolu gelirleri ve sınai ürünler ihracı kesinlikle geriliyor; bu yüzden kışın burada da durum kötüleşebilir. Kıta Avrupası’ndaki korumacı devletlerde durumun iyileşmesi pek beklenmemelidir; ticaret anlaşmaları geçici bir rahatlama sağlayabilir, ama etkileri, bir yıl içinde dengelenecektir. Önümüzdeki kış, daha geniş ölçekte, benzer bir çekişme Paris, Berlin, Viyana, Roma ve Madrid’de başlar ve Londra’yla New York’ta da yankı bulursa, ciddi bir duruma gelebilir. Bu durumda, hiç değilse Paris’te ve Londra’da, işçilerin oylarına bağımlı olduklarını
çok iyi bilen belediye meclisi üyelerinin bulunması iyi – ve dolayısıyla, kamu işlerinde çalıştırılmak, daha kısa işgünü, sendika istemleriyle uyumlu ücretler gibi derhal işleme konabilecek istemlere karşı ciddi bir direnç gösterme eğiliminde
[sayfa 267] olmayacaklardır; çünkü, kitleleri daha kötü sosyalist –
gerçekten sosyalist– dalaletten kurtarmanın tek ve en iyi yolunun bu olduğunu fark edeceklerdir. Ondan sonra, Viyana ve Berlin’de, oylamada sınıf sistemi ve sınırlı seçmenlik temelinde seçilen belediye meclisi üyelerinin istemeye istemeye de olsa onları izleyip izlemeyeceğini göreceğiz....
240
ENGELS’TEN NEW YORK’TAKİ HERMANN SCHLÜTER’E
LONDRA, 30 MART 1892
... Amerika’da sizin karşılaştığınız büyük engel, bana öyle görünüyor ki, Amerika kökenli işçilerin ayrıksın konumundan ileri geliyor. 1848’e gelinceye dek, sürekli bir Amerikalı işçi sınıfından ancak ayrıksın bir durum olarak sözedilebilirdi: Bu işçi sınıfının doğudaki kentlerde görülen ilk örnekleri, ilerde ya çiftçi ya burjuva olmayı umarlardı. Şimdi doğma-büyüme Amerikalı bir işçi sınıfı gelişmiştir; büyük ölçüde de sendikalarda örgütlenmiştir. Ama hâlâ aristokratça bir tutum takınıyor ve düşük ücretli, alelade işleri, olabildiği ölçüde, ancak küçük bir bölümü aristokratik sendikalara girebilen göçmenlere bırakıyorlar. Bu göçmenler, farklı milliyetlere bölünmüşlerdir; ne birbirlerinin dilini, ne de çoğunlukla, ülkenin dilini anlayabilirler. Ve sizin burjuvaziniz, bir milliyeti, bir ötekine karşı nasıl oynayacağını, Avusturya hükümetinden bile daha iyi biliyor: yahudileri, İtalyanları, Bohemyalıları vb., Almanlarla İrlandalılara karşı, ve her birini ötekine karşı; öyle ki, New York’ta işçilerin yaşam standartları arasında varolan farklılıklar, eminim, hiçbir yerde duyulmadık ölçüdedir. Buna bir de güleryüzlü bir feodal tabanı olmayan, tamamen kapitalist temelde gelişmiş bir toplumun, rekabet savaşımında yenik düşen insanlara karşı takındığı katı kayıtsızlığı ekleyin: “Bu Allanın belası Hollandalıları, İrlandalıları, İtalyanları, yahudileri ve Macarları bize sayıyla mı verdiler; bunlar istemediğimiz kadar var”; ve geri
[sayfa 268] planda, hemen hemen sıfırla geçinebilme yeteneğini göstererek hepsini geride bırakan bay John
Chinaman, tüm bunların üstüne tüy diker.
Böyle bir ülkede, sürekli yenilenen ilerleme dalgalarını aynı kesinlikte gerilemelerin izlemesi kaçınılmaz olur. Ama ilerleyen dalgalar her zaman daha güçlü hale gelirken, gerilemeler daha az felç ediyor ve genelinde işler gene de ilerliyor. Ama şunu kesin sayıyorum: Gerisinde burjuva-öncesi dolaplar bulunmayan saf burjuva temel, kendisine denk düşen dev bir gelişme enerjisiyle –bu şimdiki çılgın gümrük tarife sisteminde bile görülebilir– günün birinde öyle bir değişiklik yaratacak ki tüm dünya hayretler içinde kalacak. Amerikalılar bir kez başladıkları zaman, onların yanında biz Avrupalılarınkinin ancak çocukça kalacağı bir enerji ve şevkle başlayacaklar.
241
ENGELS’TEN ST. PETERSBURG’DAKİ
NİKOLAY FRANTSEVİÇ DANİELSON’A
LONDRA, 18 HAZİRAN 1892
... Rusya 1890 yılında, buğdayını ihraç eden ve yabancı sanayi ürünlerini onunla satın alarak geçinen salt bir tarım ülkesi olsaydı, varlığını ve dünya üzerindeki konumunu sürdürebilir miydi ve inanıyorum ki bunu emin bir biçimde yanıtlayabiliriz:
hayır. Dünya tarihinde önemli bir rol oynayan 100 milyonluk bir ulus, bugünkü ekonomik ve sınai koşullarda, Kırım Savaşı öncesinde ne durumda ise o durumu artık sürdüremezdi. Er ya da geç, ama her durumda en geç 1856-1880 arasında
belli bir dönemde, buharlı ve oynak akşamlı makinelerin üretime sokulmasına, tekstil ve metalürji ürünlerinin modern üretim araçlarıyla hiç değilse iç tüketim için üretilmesi çabasına girişil
meliydi. Bu yapılmasaydı, sizin iç ataerkil sanayinizi İngiliz makine rekabeti yıkardı ve sonuç
[sayfa 269] –ekonomik açıdan dünyanın büyük merkez atelyesine, İngiltere’ye, bağımlı– bir başka Hindistan olurdu. Hindistan bile İngiliz pamuklu ürünlerine koruyucu gümrük vergileriyle tepki gösterdi; ve İngiliz sömürgelerinin tüm geri kalanları, kendi hükümetlerine kavuşur kavuşmaz, metropolün ezici rekabetine karşı kendi iç üretimlerini korumaya aldılar. İlgilenen İngiliz yazarlar, kendilerinin sergilediği serbest ticaret örneğinin her yerde reddedilmesine ve koruyucu gümrük vergileri uygulanmasına, akıl-sır erdiremiyorlar. Tabii artık neredeyse evrenselleşmiş koruma sisteminin, İngiliz imalat sanayi tekelini doruğa çıkaran İngiliz serbest ticaret ilkesine karşı –azçok zekice, ve bazı durumlarda da kesinlikle aptalca– bir nefis savunması olduğunu görmeye
cesaret edemiyorlar, (Örneğin Almanya’nın durumunda aptalca; çünkü serbest ticaretle büyük bir sanayi ülkesi durumuna gelmiş olan Almanya korumayı tarım ürünlerine ve hammaddelere dek genişletti ve böylece sınai üretimin maliyetini artırdı!) Korumacılığa evrensel ölçüde başvurulmasının bir raslantı olduğunu değil, ama İngiltere’nin dayanılmaz sınai tekeline tepki olduğunu düşünüyorum; bu tepkinin
biçimi, belirttiğim gibi yetersiz ve hatta daha kötü olabilir, ama böyle bir tepkinin tarihsel gerekirliği, bana öyle geliyor ki apaçıktır.
Bütün hükümetler, ne kadar dediğim-dedikçi olurlarsa, olsunlar,
en dernier lieu,
ulusal durumun ekonomik gereklerinin uygulayıcısıdırlar. Bunu iyi-kötü ya da şöyle-böyle, çeşitli biçimlerde yapabilirler; ekonomik gelişmeyi ve onun politik ve hukuksal sonuçlarını hızlandırabilir ya da geciktirebilirler, ama uzun vadede ekonomik gerekleri izlemek zorundadırlar, Rusya’da sanayi devriminin araçları, amaca uygun muydu konusu, çok uzun tartışmayı gerektiren bir sorudur. Ben, bu sanayi devriminin kendinde kaçınılmaz olduğunu kanıtlayabilirsem, benim amacım açısından bu yeterlidir. ...
[sayfa 270]
242
ENGELS’TEN STUTTGART’TAKİ KARL KAUTSKY’YE
RYDE, 4 EYLÜL 1892
... Son seçimler sırasında burada olsaydınız,
fabianlar386 hakkında daha farklı konuşurdunuz. Taktiğimizin bir yönü, bütün modern ülkeler ve zamanlar için, iyice yerleşti: İşçileri, tüm burjuva partilere muhalefet edecek olan, kendilerine ait, bağımsız bir parti kurmaları gerekliliğine inandırmak. Son seçimlerde İngiliz işçiler, olayların zorlamasıyla, ilk kez ve belki de içgüdüsel olarak bu doğrultuda kararlı bir adım attılar ve bu adım şaşırtıcı ölçüde başarılı oldu; işçilerin bilincini aydınlatmaya son yirmi yıl boyunca hiçbir başka olayın yapamadığı ölçüde katkıda bulundu. Ama fabianlar, şu ya da bu fabian değil, örgüt olarak Fabian Derneği ne yaptı?
İşçilerin liberallere bağlanmasını öğütledi ve pratiği de o doğrultuda oldu; ve beklenmesi gereken de oldu: Liberaller, onları kazanılması olanaksız dört yerde aday gösterdiler ve fabian adaylar göze çarpacak bir başarısızlık sergilediler. Paradoks ustası Shaw –bir yazar olarak çok zeki ve yetenekli, ama kariyer merakı olmayan dürüst biri olsa da, ekonomist ve politikacı olarak kesinlikle işe yaramaz biri– Bebel’e yazdığı mektupta, adaylarını liberallere dayatma politikası gütmeselerdi, yenilmekten ve mahcup düşmekten başka bir şey elde edemeyeceklerini (sanki yenilgi çoğu zaman utkudan daha onurlu değilmiş gibi) söylüyor; ve şimdi politikalarının gereğini yaptılar, hem yenildiler, hem mahcup düştüler.
Bütün sorun burada. İşçilerin, ilk kez bağımsız olarak öne çıktıkları bir anda, Fabian Derneği onlara, liberallerin kuyruğu olarak kalmalarını öneriyor. Bu durum, kıta Avrupası’ndaki sosyalistlere açıkça anlatılmalıdır. Bunun üstünü küllemeye çalışmak, suçu paylaşmak olur. Avelingler’in yazdığı makalenin
son bölümünün yayınlanmayışını bu bakımdan üzüntüyle karşıladım. O makale
post festum,
üzerinde
[sayfa 271] iyice düşünülüp yazılmadı. Makaleyi bir an önce yetiştirebilmek için, kuşbakışı bakarak yazılmış bir yazı. Her iki sosyalist örgütün seçimlere yaklaşımını anlatmayan bir makale tam olamaz ve bu konuyu bilmek
Neue Zeit okurlarının hakkıdır.
Sanırım, size yazdığım son mektupta hem Sosyal-Demokrat Federasyonda hem Fabian Derneğinde, tabandaki militanların, merkezî yönetimden daha iyi olduğunu söylemiştim. Ama örgütün tutumunu merkez belirlediği sürece, bunun bir yararı olmuyor. Ben dernekte, Banner’den başkasını tanımıyorum. Gariptir, Fabian Derneğine katıldıktan sonra Banner beni görmeye hiç gelmedi. Sanırım derneğe üye olmasının nedeni, Sosyal-Demokrat Federasyona duyduğu kin, şöyle ya da böyle bir örgüte gerek duyulması ve belki de bazı yanılsamalar olabilir. Ama bir çiçekle bahar olmaz.
Siz Fabian Derneğinde henüz bir tür yerine oturmamışlık görüyorsunuz. Tam tersine bu kalabalık, yerine
çok fazla oturmuş: Kariyer meraklılarından duygusal sosyalistlere ve insanseverlere kadar çeşitli çapta bir burjuva “sosyalistler” kliği; bunları birleştiren tek şey işçilerin yönetimi tehdidinin yarattığı korku; bu tehlikeyi savuşturmak için de
kendi önderliklerini, “bilmiş”ler önderliğini sağlama bağlayarak, ellerinden geleni yapıyorlar. Daha sonra merkez karar organına, 1848’in işçi Albert’i rolünü, yani sürekli olarak güçsüz azınlık rolünü oynasın diye, birkaç işçi alırlarsa, bu hiçkimseyi yanıltmamak
Fabian Derneğinin kullandığı araçlar, çürümüş parlamenter politikacılarınkinin aynı: para, entrika, kariyerizm. Bu İngiliz yöntemidir; o yöntem gereği herkes bilir ki her siyasal parti (yalnızca işçiler arasında farklı olduğu sanılıyor!) temsilcisini şu ya da bu biçimde satınalır ya da bir makamla ödüllendirir. Bu insanlar boğazlarına kadar liberal partinin entrikalarına gömülmüşler; liberal partide görevler almışlar; örneğin genelde halis bir Britanyalı politikacı olan Sidney Webb böyle. Bu insanlar, işçilerin, karşısında uyarılması gereken her şeyi yapıyorlar.
[sayfa 272]
Bütün bunlara karşın, sizden, bu insanlara düşmanmışlar gibi davranmanızı istiyor değilim. Yalnızca, kanımca, onları eleştiriden korumak için, herhangi bir başkasını korumak için olmadığı gibi, hiçbir nedeniniz yoktur. Ve Avelingler’in makalesinin onlarla ilgili son bölümünün çıkarılmasından bu izlenim ediniliyor. Farklı İngiliz sosyalist örgütlerin tarihi ve tutumu konusunda Avelingler’in bir başka makale yazmasını isterseniz, yalnızca söyleyin yeter, ben onlara öneririm. ...
243
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ FRANZ MEHRING’E
LONDRA, 28 EYLÜL 1892
Sevgili Bay Mehring,
Kautsky, kendisine yazdığınız mektuplardan birinden, bana yönelttiğiniz bir soruyu içeren bölümü yolladı. Yıllar önce sizin iki mektubunuzu yanıtsız bıraktığım için bana yazmanızın uygun olmayacağına inanıyorsanız, bu konuda şikayete hakkım olmadığını biliyorum. Ne var ki, o tarihlerde biz farklı kamplardaydık; Sosyalistler Yasası yürürlükteydi ve bu yasa bizi, bizden olmayan bize karşıdır kuralı gereğince hareket etmeye zorluyordu. Ayrıca, doğru anımsıyorsam, mektuplarınızdan birinde, bizzat siz bir yanıt beklemediğinizi yazmıştınız. Ama bu uzun zaman önceydi. Sonradan aynı kamp içinde yeraldık; ve siz
Neue Zeit’ta mükemmel yazılar yazdınız; ve ben onların değerini, örneğin Bebel’e yazdığım mektuplarda teslim ederken, hiç de cimri davranmadım. Bu nedenle, size doğrudan yanıt verme fırsatını seve seve kullanıyorum.
Materyalist tarih anlayışının keşfinin romantik tarihsel ekolün Prusyalı temsilcilerine ait olduğu savı, benim için gerçekten yeni. Bende Marwitz’in
Nachlass’ı var; ve kitabı birkaç yıl önce okudum, ama süvariler hakkında ve soylunun plebe vurduğu beş kamçı darbesinin mucizevi gücüne ilişkin sarsılmaz inanç hakkındaki olağanüstü şeylerin dışında,
[sayfa 273] herhangi bir şey bulmadım. Bunun dışında, 1841-42’den beri bu literatüre tümden yabancı kaldım –yalnızca üstünkörü gözatmakla yetindim– ve kuşkusuz, sözkonusu alanda onlara kesinlikle hiçbir şey borçlu değilim. Bonn ve Berlin günlerinde Marx, Adam Müller’i ve bay von Haller’in
Restauration’unu vb. okumuştu; Fransız romantikler Joseph de Maistre ile kardinal Bonald’ın lafazan, gürültücü ve yavan bir taklidi olan bu kitaptan yalnızca büyük bir horgörüyle sözetmişti: Ama Lavergne-Peguilhen’den
aktarılan türden bölümlere raslasaydı ve bu insanların ne söylemek istediğini anlasaydı da, bu onun üzerinde en ufak bir etki bile yapmazdı. O sıralar Marx bir hegelciydi ve bu tür bir paragraf, onun gözünde küfür demekti. Ekonomi politik hakkında o sıralar hiçbir şey bilmiyordu ve “
ekonomik biçim”
türünden bir terimin anlamı hakkında hiçbir fikri olamazdı. O yüzden de sözkonusu paragraf, bilseydi bile, bir kulağından girer öteki kulağından çıkardı; belleğinde, algılanabilir en ufak iz bile bırakmazdı. Ama Marx’ın 1837’den 1842ye kadar okuduğu romantik tarihçilerin çalışmalarında, bu tür görüşlerin izlerinin bulunabileceğinden büyük kuşku duyarım.
Sözkonusu paragraf gerçekten çok dikkate değer, ama ben alıntının doğrulanmasını isterdim. Kitabı bilmiyorum, ama yazarı, Tarih Okulunun yandaşlarından biri olarak bana yabancı değil. Sözkonusu paragraf, modern yaklaşımdan iki noktada sapıyor: 1) Ekonomi biçimini üretimden çıkaracak yerde üretimi ve dağıtımı, ekonomi biçiminden çıkarsamasında; ve 2) Ekonomi biçiminin “uygun kullanımına yüklediği rolde; ve insan, kitabı okuyup yazarın kafasında ne olduğunu anlayıncaya kadar, bu akla sığar herhangi bir şey olabilir.
Ne var ki, en tuhaf olanı, teorik ve pratik olarak tarihi en çok
in concreto çarpıtan insanlar arasında doğru tarih kavramının
in abstracto bulunacağıdır. Bu insanlar,
[sayfa 274] feodalizm örneğinde devlet biçiminin ekonomi biçiminden nasıl oluştuğunu görmüş olabilirler; çünkü orada bu durum apaçık ve belirgin biçimde ortadadır. “Olabilirler” diyorum, çünkü doğruluğu kesinleştirilmemiş –bizzat siz de
ikinci elden aldığınızı söylüyorsunuz– sözkonusu paragrafın dışında, feodalizm teorisyenlerinin burjuva liberallerden kuşkusuz daha az soyut oldukları olgusundan başka bir bilgi bulup çıkaramadım. Şimdi bunlardan biri çıkar da bir yanda kültürün yayılımı ve devlet biçimi, öte yanda ekonomi biçimi arasında feodal toplumda iç-bağıntı bulunduğu yaklaşımını
tüm ekonomi ve devlet biçimlerine genişleterek genelleştirirse, bunun ardından,
başka türlü ekonomi biçimleri sözkonusu olduğunda, –örneğin burjuva ekonomi biçimi, ve bunun çeşitli gelişme aşamalarına tekabül eden devlet biçimleri: ortaçağ loncaları, komün, mutlakiyetçi monarşi, meşruti monarşi, cumhuriyet– aynı romantiğin tümden kör kalışı nasıl açıklanır? Bunu açıklamak gerçekten zordur. Ekonomik biçimi tüm toplumsal ve siyasal örgütlenmenin temeli sayan kişi, onyedinci ve on sekizinci yüzyıl mutlak monarşisini, gerçek siyasal doktrine ihanet ve büyük bir günah sayan bir ekoldendir.
Burdan ayrıca, çocuk nasıl kadınla erkeğin cinsel birleşmesinin kaçınılmaz sonucu ise, siyasal biçimin de ekonomik biçimin ve onun
uygun kullanımının kaçınılmaz sonucu olduğu çıkıyor. Bu yazarın mensup olduğu ekolün tüm dünyada bilinen doktrinini dikkate alarak, bunu ancak şöyle açıklayabilirim: Gerçek ekonomi biçimi feodal olanıdır. Ama insanın kötülüğü ona karşı fesatçılık ettiği için öyle “uygun kullanılmalıdır ki, varlığı bu saldırılardan korunmalı ve sonsuza dek muhafaza edilmelidir; “siyasal biçim” vb., ona her zaman uymalıdır; bu çerçevede ekonomik biçim, olabildiği ölçüde onüçüncü ve ondördüncü yüzyıllardaki biçimine geri getirilmelidir. O zaman olası dünyaların en iyisi ve tarih teorilerinin en iyisi aynı anda gerçekleşmiş olur ve Lavergne-Peguilhen genellemesi yeniden gerçek içeriğine indirgenir: Feodal toplum, feodal bir politik sistem üretir.
[sayfa 275]
Şu anda, Lavergne-Peguilhen herhalde ne yazdığını bilmiyordu diye düşünebiliyorum. Herkes bilir ki, arasıra bazı hayvanlar da inci yumurtlarlar ve bu hayvanların, Prusya romantikleri arasında epey temsilcileri vardır. Aklıma gelmişken, onların Fransızca asılları da sözkonusu paragrafın onlardan ödünç alınıp alınmadığını anlamak için bir gözden geçirilmelidir.
Bana, dikkatimi bu konuya çektiğiniz için size teşekkür etmek kalıyor, ne yazık ki, şu anda daha fazla ayrıntısına giremiyorum.
Saygılarımla
F. Engels
244
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGE’YE
LONDRA, 31 ARALIK 1892
Sevgili Sorge,
Yıl bitmeden birkaç satır. 18 Kasım ve 16 Aralık tarihli mektuplarını aldım. Çok teşekkürler. Eylülde postaladığım, içinde
Die Lage der arbeitenden Klasse [
İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu] ve Aveling’in çevirdiği, benim bir sunuş yazdığım
Socialism: Utopian and Scientifıc [
Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm] olan kitap paketini aldın mı? Almadıysan taahhütlü olarak yeni bir paket yollayacağım.
Burada eski Avrupa’da işler, senin, henüz nankör çağından vazgeçip bir türlü büyümek istemeyen “genç” ülkene göre biraz daha canlı. Feodalizmi hiç bilmeyen ve başından beri burjuva temelde gelişen böyle genç bir ülkede, burjuva önyargıların, hatta işçi sınıfı içinde bile böyle sağlamca kök salması şaşırtıcı, ama tümüyle doğal. Hâlâ feodal kılığıyla görünmeye çalışan anavatana duyduğu muhalefet nedeniyle Amerikalı işçi bile, miras aldığı geleneksel burjuva rejimin,
nec plus ultra,
doğası gereği her zaman ilerici ve üstün bir
[sayfa 276] şey olduğunu imgeliyor. New England püritanizminde olduğu gibi, tüm koloninin varoluş nedeni, salt bu nedenle, bir tür ata yadigarı haline gelmiş bulunuyor ve yerel yurtseverliğin ayrılmaz parçası oluyor. Amerikalılar diledikleri kadar çalışıp çabalayabilirler, ama –devcesine büyük– geleceklerini bir poliçe gibi iskonto ettiremezler; poliçenin vadesini beklemek zorundalar; gelecekleri çok büyük olduğu
için, bugünlerini, o günlerin hazırlığıyla geçirmeliler; ve her genç ülkede olduğu gibi, o hazırlık döneminin doğası daha çok maddidir, bir ölçüde düşünsel delik içerir, yeni milliyetin temeli yapılan geleneklere sarılır. Anglosakson soyu –Marx’ın her zaman dediği gibi, şu Allanın belası Schleswig-Holsteinlılar– ne de olsa gabidirler, kavrama hızları yavaştır; hem Avrupa’daki hem Amerika’daki tarihleri (ekonomik başarı ve çoğunca barışçıl olan siyasal gelişme), onların bu yönünü daha da teşvik etmiştir. Bu durumlarda ancak büyük olaylar etki yapabilir ve kamu topraklarının özel mülkiyete aktarılması işi hemen hemen tamamlandığına göre, şimdi daha az çılgınca bir gümrük tarifeleri politikası çerçevesinde sânayinin genişletilmesi ve yabancı pazarların fethi buna eklenirse, sizin orada da işler iyi gidebilir. Burada, İngiltere’de de geniş-ölçekli sanayinin
gelişme döneminde sınıf savaşımı çalkantılıydı ve İngiltere’nin dünya üzerindeki tartışmasız sınai egemenliği döneminde yatıştı. Almanya’da da 1850’den bu yana geniş-ölçekli sanayinin gelişimiyle sosyalist hareketin yükselişi çakışıyor; herhalde Amerika’da da farklı olmayacak. Gelişen sanayinin, tüm geleneksel ilişkileri devrimcileştirmesidir ki, insanların zihinlerini de devrimcileştirir.
Dahası, Amerikalılar, uzun süredir, burjuva cumhuriyetin, kapitalist işadamının cumhuriyeti olduğunu, o cumhuriyette politikanın da ötekiler gibi bir iş sayıldığını Avrupa dünyasına kanıtlayageliyordu ve yönetimdeki burjuva politikacılar bunu zaten bilen ve öteden beri elaltından yürütegelen Fransızlar da sonunda bu doğruluğu,
Panama skandalı387 sayesinde, ulusal ölçekte öğreniyor. Ama meşrutiyetçi monarşileri erdemlilik havasına bürünmekten geri tutmak
[sayfa 277] için her birinin bir küçük Panama’sı vardır: İngiltere’de yapı-kredi bankaları skandali, bu bankalardan biri, Liberator, bir küçük tasarruf sahipleri kitlesini 8 milyon sterlinden “kurtardı”;
Almanya’da
Baare skandalı388 ve
Löwe’nin tüfekleri389 (ki Prusyalı subayın çok çok küçük çapta –alçak gönüllü olduğu tek şey– çaldığını kanıtladı); İtalya’da, neredeyse Panama olayı boyutunda, 150 kadar milletvekili ve senatörü satın alan
Banca Romana.
390 Buna ilişkin belgelerin yakında İsviçre’de yayınlanacağını öğrendim – Schlüter, Banca Romana hakkındaki gazete haberlerini dikkatle izlerse iyi olur. Ve kutsal Rusya’da eski bir Rus aileden gelen Prens Meşçerski, Panama skandalı hakkındaki açıklamaların Rusya’nın umurunda bile olmayışından utanç duyuyor; bu vurdumduymazlığı, Fransızların kötü örnek oldukları ve Rus erdemliliğini bozdukları gerçeğinden başka bir şeyle açıklayamadığını söylüyor: “biz kendimiz birden çok Panama’ya sahibiz” diyor. ...
[sayfa 278]
1893
245
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGE’YE
LONDRA, 18 OCAK 1893
...
Workman’s Times gazetesinde haberlerini okuduğun
Bağımsız İşçi Partisi391 Bradford’da bir genel kurul topladı. Bir yandan Sosyal-Demokrat Federasyon
392 öte yandan fabianlar,
393 sekter tutumları nedeniyle illerde gözlenen sosyalizme yönelişi kendilerine çekemiyorlardı; bu yüzden üçüncü bir partinin kuruluşu çok iyi olmuştu. Yöneliş özellikle kuzeyin sanayi yörelerinde öylesine büyüdü ki, yeni parti, daha ilk genel kurulunda, her ikisinin toplamından değilse bile, hem Sosyal-Demokrat Federasyondan, hem fabianlardan daha büyük bir parti olarak belirdi. Üye
kitlesi kesinlikle çok iyi olduğu; çekim merkezi, entrika merkezi olan Londra’da değil, illerde yeraldığı; programın ana noktası bizimkinin aynısı olduğu için, Aveling üye olmakla ve yönetim kurulunda görev almakla doğru yaptı. Londra’daki büyük adam adaylarının küçük kişisel ihtirasları ve entrikaları bir ölçüde gemlenirse ve taktikleri
çok yanlış yönlere giden taktikler
[sayfa 279] olmazsa, Bağımsız İşçi Partisi, kitleleri Sosyal-Demokrat Federasyondan ve taşrada da fabianlardan ayırmayı başarabilir ve onları birleşmeye zorlar.
... Burada Londra’daki fabianlar, toplumsal devrimin kaçınılmazlığını anlayacak yeterlikte sezgisi olan, ne var ki bu devcesine görevi, tek başına olgunlaşmamış proletaryaya emanet edemeyen ve bu yüzden de işin başında olma alışkanlığını edinen bir grup kariyer meraklısı. Temel ilkeleri, devrim korkusu. Bunlar
par excellence “bilmiş”tirler. Sosyalizmleri, yerel yönetim sosyalizmidir; üretim araçlarının sahibi, ulus değil, en azından geçici bir süre için,
komün olacaktır. Bu çerçevede onların sosyalizmi, burjuva liberalizmin aşırı, ama kaçınılmaz sonucu olarak sunulmaktadır; liberallere hasım gibi muhalefet etmeme, ama onları sosyalist sonuçlara doğru itme, ve bunun için de onlarla dolap çevirme, liberalizmin içine sosyalizmi
sızdırma, – seçimde liberallere karşı sosyalist aday çıkarmama ama onlara .aday dayatma ve sokuşturma ya da sırtlarını sıvazlayarak onlara aday kabul ettirme taktiklerinin nedeni de işte bu sosyalizm anlayışlarının sonucu. Kuşkusuz, şunu anlamıyorlar ki, bunu yapmaları için ya kendilerine bir sürü yalan söyleniyor ve başkaları tarafından kullanılıyorlar ya da bizzat kendileri sosyalizm hakkında yalan söylüyor.
Büyük bir çaba harcayarak her türlü saçmasapan şey arasında, güzel bir propaganda metni de ortaya çıkardılar; gerçekte, bu, İngilizlerin şimdiye dek bu alanda ortaya çıkardıkları arasında en iyisiydi. Ama, sınıf savaşımının sesini kesme taktiklerine döner dönmez, iş bozuluyor. Marx’a ve hepimize aşırı ölçüde kin duymalarının nedeni de bu – sınıf savaşımı.
Bu insanların, kuşkusuz burjuvaziden birçok yandaşı ve dolayısıyla paraları var. ...
[sayfa 280]
246
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ AUGUST BEBEL’E
LONDRA, 24 OCAK 1893
... Singer’in borsada yaptığı konuşmanın stenoyla tutulmuş kopyasını çok merak ediyorum;
Vorwärts’deki metin çok iyiydi. Ancak bu konuda bir noktayı bizim insanlarımız kolayca gözden kaçırıyorlar: Borsa, burjuvazinin, işçileri değil,
birbirini sömürdüğü bir kurumdur. Borsada el değiştiren artı-değer, zaten
varolmuş artı-değerdir; emeğin
geçmişteki sömürülüşünün ürünüdür. Ancak bu süreç tamamlandıktan sonra, artı-değer, borsa dolandırıcılığının amaçlarına hizmet eder. Borsa ilk ağızda bizi yalnızca dolaylı olarak ilgilendirir; tıpkı işçilerin kapitalist sömürüsü üzerindeki etkisinin ve geri-tepmesinin yalnızca dolaylı ve dolambaçlı olarak hissedilmesi gibi. İşçilerin doğrudan ilgilenmesini ve borsada topraksahiplerinin, imalatçıların ve küçük-burjuvanın soyulmasına öfkelenmesini istemek, işçilerin kendilerini doğrudan sömürenleri korumak ve kendilerinden çaldıkları artı-değeri ellerinde tutmalarını sağlamak için silaha sarılmalarını istemek demek olur. Teşekkür ederim, kalsın. Ama burjuva toplumun en iyi meyvesi olarak, aşırı bozulmanın kalbi olarak, Panama
394 ve öteki skandalların serası olarak – ve bundan ötürü sermaye yoğunlaşması için, burjuva toplumda doğal biçimde oluşmuş iç bağlantıların son kalıntılarının da çözülüp dağılması için ve aynı zamanda tüm ortodoks ahlak kavramlarının yok edilmesi ve karşıtlarına dönüşmesi için mükemmel bir ortam olarak; karşılaştırma kabul etmez bir yıkım aracı olarak, ve yaklaşan devrimin en güçlü hızlandırıcısı olarak – bu tarihsel anlamında borsayla doğrudan ilgileniyoruz. ...
[sayfa 281]
247
ENGELS’TEN LE PERREUX’DEKİ PAUL LAFARGUE’A
LONDRA, 25 ŞUBAT 1893
Sevgili Lafargue,
Zaman ne kadar da çabuk geçiyor! İhtiyar Harney bana bu sabah, dün Şubat Devriminin yıldönümü olduğunu anımsattı. “Yaşasın Cumhuriyet!” Hey tanrım, artık kutlayacak o kadar çok yıldönümümüz var ki, insan bu yarı-burjuva kutlama nedenlerini unutuyor. Düşün ki beş yıl sonra, o devrimin üzerinden yarım yüzyıl geçmiş olacak. O sıralar hepimiz cumhuriyet –küçük c ile– coşkusuyla doluyduk; büyük
C ile yazılmaya başladıktan beri, modası geçmiş tarihsel bir aşama olması dışında, değersiz görünüyor.
Konuşman çok güzeldi, ama bir şeye hayıflanıyorum: iki ay önce yapılmış olmamasına. Gene de hiç olmamasındansa geç olması iyidir. Meclisin ve basının, konuşmanın zamanlamasını yanlış bulmasına şaşırmadım; onların onayını bekleseydik, hiç ağzımızı açamazdık. Millerand ve şürekası türünden radikal sosyalistlere gelince, onlarla yapılacak bir ittifakın, bizim ayrı bir parti olduğumuz olgusu üzerine oturtulması ve bunu tanımaları kesinlikle önemlidir. Böyle bir ittifak, hiçbir biçimde yaklaşan seçimlerde ortak eylemi safdışı bırakmaz; bunun bir koşulu vardır, o da ortak kampanya yapılacak üyeliklerin bölüşümü, tarafların gerçek gücüne göre olmalıdır; o bayların hep aslan payını isteme alışkanlığı vardır.
Konuşmalarının, ortalığı eskisi kadar karıştırmayışının cesaretini kırmasına izin verme. Bizim Almanya’daki insanlarımıza bak: Yıllar boyu yuhalandılar, durdular; ama şimdi 36 kişi Reichstag’a hükmediyor. Bebel şöyle yazıyor: Biz seksen ya da yüz kişi olsaydık (toplam 400 üye) Reichstag dayanılmaz hale gelirdi, diyor. Hiçbir görüşme, hiçbir konu yok ki, biz müdahale etmeyelim; ve bütün partiler bizi dinliyor. Geleceğin sosyalist örgütlenişi konusu üzerindeki görüşmeler beş gün sürdü; Bebel’in konuşmasından
üç-buçuk milyon adet basılması istendi. Şimdi görüşmelerin tamamını beş
[sayfa 282] bölümde, broşürler halinde yayınlıyorlar; bu, zaten müthiş olan etkiyi ikiye katlayacak.
Seçim hazırlıklarına başlamakta kesinlikle haklısın. En azından 20 sandalye kazanmalıyız. Yerel yönetim seçimlerinden,
395 her yöredeki
asgari gücünü bilmek gibi büyük bir avantajın var; eminim ki, geçen Mayıstan bu yana, bu gücü önemli ölçüde artırdın. Radikal sosyalistlerle adaylıkları bölüşürken bunun sana büyük yardımı olacak. Ama belki de kendinizi şanslı gördüğün yerlerde kendi adaylarınızı çıkarmayı da yeğleyebilirsin; kuşkusuz radikallerin daha fazla oy topladığı yerlerde ikinci oylamada gerekirse kendi adaylarınızı çekmek koşuluyla.
Seçimlerde en önemli şey, Fransa’da sosyalizmi bizim partimizin temsil ettiğini ve öteki azçok sosyalist kesimlerin –Brousse yanlıları, Allemane yanlıları ve saf ya da karışık blankiciler– proleter hareketin bir ölçüde çocukluk dönemine özgü geçici ayrılıklardan yararlanarak, bizim dışımızda bir rol oynayabildiklerini, ama şimdi artık çocukluk hastalıkları evresinin geçtiğini ve Fransız proletaryasının, kendi tarihsel rolünün tam bilincine eriştiğini, hiç kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yerleştirmektir. Biz 20 sandalye kazanırsak, diğerlerinin toplamı o kadar olmayacaktır; çünkü biraz fazla kazanmaları değil, biraz yitirmeleri daha olasıdır. Böyle bir durumda işler yoluna girer. Bu arada
yeniden seçilmeyi sağlama bağla: İçimde bir duygu var ki, meclisten uzak kalman, yeniden seçilmeyi güvenceye almana hiç katkı yapmadı.
Panama işi, şu ana dek bitmedi. Bu konudaki bilgi ve belgeleri ortaya dökme işinin ve onurunun kralcılara ve onların kuşkulu müttefiklerine bırakılması utanç vericidir. Soyguncular kahrolsundan daha iyi bir savaş narası bulamazlardı; şimdi
budala kırsal kesimin geniş kitleleri cumhuriyetçilere karşı onların yanında yeralırsa, bu yengiyi
radikal cumhuriyetçilerin tabansızlığına borçlu olacaklar. Cumhuriyetin tehlikede olmadığını, milletvekillerinin tatilden bu kesin düşünceyle döndüklerini yazıyorsun; peki öyleyse,
[sayfa 283] güçleri yettiğince saldırıya geçmeliler ve susarak, soyguncularla karıştırılmalarına izin vermemeliler. Çok haklısın: tüm burjuvazinin siyasal beceriksizliğini insanın aklı almıyor.
Burjuvazinin henüz bir parça sağduyu sahibi olduğu tek ülke İngiltere. Burada bağımsız işçi partisi oluşumu (henüz başlangıç aşamasında olsa da) ve Lancashire ve Yorkshire seçimlerindeki tutumu, hükümetin eteklerini tutuşturdu; şimdi kendini canlandırmaya çalışıyor, bir liberal hükümetin yaptığı hiç duyulmamış şeyler yapıyor.
396 Seçim kütükleri yasa tasarısı, 1) parlamento seçimleri ve yerel seçimler vb. için oy kullanmayı birleştiriyor, 2) işçi sınıfı oylarını yüzde 20-30 oranında artırıyor, 3) seçim giderleri yükünü adayların sırtından alıp, hükümetin sırtına yüklüyor. Gelecek çalışma dönemi için milletvekillerine ödeme yapma sözü verildi; ayrıca işçiler yararına hukuksal ve ekonomik bir dizi önlem alınıyor. Ensonu, liberaller görüyorlar ki, bugünkü durumda ülkeyi yönetebilmek için, daha sonra kıçlarına tekmeyi vuracak olan işçi sınıfının siyasal gücünü artırmaktan başka çareleri yoktur. Öte yandan Toryler şu sıralar, sınırsız bir budalalık içindeler. Ama yerinden yönetim bir kez yasalaştıktan sonra, iktidarı kazanabilmek için aday listelerine girmekten başka çare olmadığını kabul etmek zorunda kalacaklar; iktidarı kazanmak için de tek bir yol kaldığını görecekler: işçi sınıfının oyunu alabilmek için siyasal ya da ekonomik ödünler vermek; bu çerçevede, liberaller ve muhafazakarların elinden, işçi sınıfının gücünü artırmaktan başka ve her ikisinin de elimine edilmesini hızlandırmaktan başka bir şey gelmeyecek.
Buradaki işçiler arasında işler iyi gidiyor. Giderek kendi güçlerinin farkına daha çok varıyorlar ve bu gücü kullanmanın yalnızca bir yolu olduğunu, yani bağımsız bir parti oluşturmak olduğunu, anlıyorlar.
Aynı zamanda enternasyonal duygu da taban kazanıyor. Kısacası, işler her alanda iyi gidiyor.
Almanya’da Reichstag’ın dağılması hâlâ bir olasılık; ama
[sayfa 284] giderek daha küçük bir olasılık haline geliyor; bizden başka herkes bu olasılıktan korkuyor. Biz 50-60 sandalye kazanmalıyız.
26 Martta Brüksel’de Zürih kongresi için hazırlıklar yapacak olan uluslararası bir konferans toplanacak. Oraya gidecek misin?
397
Tenyadan kurtulman için şifalar dilerim, bağırsaklarına dikkat et; bunlar savaş tedariki diyerek bir
İrlanda şakası yapacaktım!
Sevgiler
F. Engels
248
ENGELS’TEN BULGAR SOCIAL-DEMOCRAT398
SEMPOZYUMUNUN YAZIKURULUNA
LONDRA, 9 HAZİRAN 1893
Sevgili Partili Yoldaşlar,
Social-Democrat’ın
2. sayısını gönderdiğiniz için yürekten teşekkür ediyorum, bu mektubun başlığıyla da sizlere, dilinizi en azından anlamaya başladığımı göstermeye çalıştım. Enternasyonalizmin gerekliliği her yıl büyüyor. 1848’e kadar, batı ve orta Avrupa dillerini şöyle-böyle bilmek yeterli görünüyordu; ama şimdi öyle bir noktaya gelindi ki, sosyalizmin doğuya ve güneydoğuya doğru ilerleyişini izleyebilmek için bu yaşımda Romence ve Bulgarca öğrenmek zorundayım. Gene de, batıda yaşayan bizler, Asya sınırlarındaki bu güneydoğu ileri karakollarımızdan ötürü daha az sevinmiyoruz. Bu karakollar Karadenize ve Egeye kadar Marx’ın açtığı çağdaş proletarya bayrağını dalgalandırıyor –keşke Marx bunu görebilseydi!–; bu karakollar Rus çarlığının çağrı ve tehditlerini yanıtlayarak çarlık bildirilerinin yerine Rus öncülerinin sosyalist çalışmalarını geçirmektedir.
[sayfa 285] Plehanov’un yapıtlarının Bulgarcaya çevrildiğini görmek beni çok sevindirdi.
Yaşasın Uluslararası Sosyalizm!
Sizlerin
F. Engels
249
ENGELS’TEN BERLİN’DEKİ FRANZ MEHRING’E
LONDRA, 14 TEMMUZ 1893
Sevgili Bay Mehring,
Bana göndermek inceliğini gösterdiğiniz
Lessing Menkıbesi için size teşekkür etme fırsatını ancak bugün buluyorum. Kitabı aldığımı bildiren yalınkat bir karşılık vermek istemeyip kitap ve içindekiler üzerine de bir şeyler yazmayı tasarladım. Gecikme bundan.
Sondan, [tarihsel materyalizmin -ç.] ana noktalarını yetkinlikle ve önyargısız biri için inandırıcı biçimde özetlediğiniz “
Über den historischen Materialismus” [“Tarihsel Materyalizm Üzerine”] adlı ekten başlayacağım. Orada itiraz ettiğim tek şey, belki kendi başıma da –zamanla– bulabileceğim, ama Marx’ın daha geniş görüşü ve
coup d’œeil’ü ile
keşfediverdiği her şeyi hesaba katsam da, bana hakettiğimden çok değer vermenizdir. Marx gibi bir adamla kırk yıl birlikte çalışma talihine erişmiş bir insan, hakettiği düşünülen saygınlığı çoğu zaman yaşamı boyunca görmez. Sonra, büyük adam ölünce, daha az büyüğün değeri kolayca abartılır ve işte, bana öyle geliyor ki, şimdiki durumum bu; tarih sonunda her şeyi düzeltecek ve o zaman o insan her nasılsa ölmüş olacağı için hiçbir şeyden haberi olmayacak.
Bu sayılmazsa, yalnız bir nokta, ama Marx’la benim yazılarımızda her zaman yeterince vurgulamayı başaramadığımız ve bu bakımdan eşit ölçüde suçlu olduğumuz bir nokta eksik. Yani, ilk” adımda, politik, hukuksal ve başka
[sayfa 286] kavramları, ve o kavramların aracılığı ile ortaya çıkan eylemleri, temel ekonomik olgulardan
çıkarmaya asıl önemi verdik ve
vermek zorundaydık. Ama aynı zamanda içerik uğruna biçimsel yanı –bu kavramların vb. ortaya çıkma tarzını– savsakladık. Bu, çarpıcı bir örneği Paul Barth olan karşıtlarımıza yanlış anlamalar ve çarpıtmalar için hoş bir fırsat verdi.
İdeoloji, düşünür denen kişinin gerçekten bilinçli olarak tamamladığı bir süreçtir; ama bu yanlış bilinçliliktir. Düşünürü iten gerçek devindirici güçler düşünür için bilinmez kalır; yoksa bu, ideolojik bir süreç olmazdı. Düşünür, o yüzden düzmece ve yanılsatan devindirici güçler imgeler. Çünkü bu, biçimini de içeriğini de salt usavurmadan, ya kendisinin ya da öncellerinin usavurmasından türettiği ussal bir süreçtir. Düşünür yalnız düşünce materyali ile çalışır, o gereci de usavurmayla üretilmiş bir şey olarak anlar ve ayrıca, ustan bağımsız, ve daha uzak bir kaynak araştırmaz, gerçekte doğal olarak yapması gereken de budur; çünkü bütün eylemine düşünce aracılık ettiği için, bütün eylem ona sonal olarak düşünceye
dayandırılmış görünür.
Tarihsel ideologun (tarihsel burada basitçe politik, hukuksal, felsefi, tanrıbilimsel, kısacası yalnız doğayla ilgili değil,
toplum ile de ilgili bütün alanları kuşatan kapsamlı bir terimdir) elinde, böylece, her bilim alanında önceki kuşakların düşüncesinden bağımsız olarak ortaya çıkmış ve sonraki kuşakların beyinlerinde kendi bağımsız gelişme yolundan geçmiş bir materyal vardır. Gerçekten, şu ya da bu alanla ilgili dış olgular, bu gelişmeye hep birlikte belirleyici bir etki yapmış olabilir, ama üstü örtülü biçimde geçiştirilmiş önvarsayım şudur: bu olguların kendileri de yalnızca bir düşünce sürecinin meyveleridir; biz de böylece, gene, en çetin olguları bile görünüşte başarıyla sindirmiş katışıksız düşünce alanında kalırız.
Pek çok kişinin gözlerini kamaştıran, her şeyden çok, devlet kurumları, hukuk sistemleri ayrı her alandaki ideolojik anlayışlarla ilgili bağımsız bir tarihin bu görünüşüdür. Luther ile Calvin resmi katolik dinin “üstesinden geldiler”
[sayfa 287] ise, ya da Hegel, Fichte’nin ve Kant’ın “üstesinden geldi” ise, ya da Rousseau cumhuriyetçi
Contrat Social’ı
ile dolaylı olarak anayasacı Montesquieu’nün “üstesinden geldi” ise, bu, tanrıbilim, felsefe ve politik bilimler içinde kalan, o belirli düşünce alanlarının tarihindeki bir aşamayı gösteren ve düşünce alanının ötesine asla geçmeyen bir süreçtir. Kapitalist üretimin önsüz-sonsuzluğu ve erekselliği hakkındaki burjuva yanılsama da buna eklendikten sonra, fizyokratların ve Adam Smith’in, merkantilistlerin üstesinden gelmeleri bile, katışıksız bir düşünce utkusu sayılır; değişmiş ekonomik olguların düşüncede yansıması olarak değil de, her zaman ve her yerde varolan gerçek koşulların sonunda başarılmış doğru kavranışı sayılır: [Bu görüşe göre,
-ç.] gerçekte Aslan Yürekli Richard ve Philip Augustus haçlılara karışacakları yerde serbest ticarete başlasalardı, beş yüzyıllık sefillikten ve aptallıktan kurtulmuş olurduk.
Sorunun burada ancak şöyle bir değinebildiğim bu yüzünü biz hep gereğinden çok savsakladık. Eski öyküdür: biçim başlangıçta öz için hep savsaklanır. Söylediğim gibi, bunu ben de yaptım ve yanılgı her zaman ancak daha sonra gözüme çarptı. Onun içindir ki sizi bu yanılgıdan ötürü hiçbir biçimde kınamadığım gibi, eski suçlulardan biri olarak öyle davranmaya da kesinlikle hakkım yoktur; tam tersine, gelecek için dikkatinizi bu noktaya çekmek isterim.
İdeologların şu aptalca sanısı bununla bağlantılıdır: biz, tarihte bir rol oynayan çeşitli ideolojik alanların bağımsız bir tarihsel gelişimi olduğunu, dolayısıyla onların
tarihe herhangi bir etkisi olduğunu yadsıyormuşuz. Bunun kaynağı, neden ile sonucu kımıldamaz karşıt uçlar gibi gören ve diyalektik olmayan o yaygın görüştür, karşılıklı etkinin tümüyle savsaklanmasıdır. Tarihsel bir öğenin, başka, son kertede ekonomik nedenlerle bir kez ortaya çıktıktan sonra tepki verdiğini, çevresi ve hatta kendisini doğuran nedenler üzerinde etkili olabildiğini bu baylar çok kez amaçlı olarak unutuyorlar. Örneğin Barth –kitabınızda 475. sayfa– rahiplikten ve
[sayfa 288] dinden sözettiği sırada. Bayağılığı bütün beklentileri aşan bu herifin posasını çıkardığınızı görmek beni çok sevindirdi. Böyle bir adam Leipzig’te tarih profesörü yapılıyor! Koca Wachsmuth –ki o da oldukça taşkafalıydı, ama olguları değerlendirmeyi epey bilirdi– gene de oldukça farklı biriydi.
Kalanına gelince, kitap üzerine yalnızca daha önce
Neue Zeit’ta yayınlandıkları sırada makaleler için birçok kez söylediklerimi yineleyebilirim; Prusya devletinin doğuşunu sunan en iyi kitaptır; Gerçekte, pek çok konuyu küçük ayrıntılarına dek doğru inceleyen biricik iyi sunudur da diyebilirim. Yalnız, sonraki gelişmeyi Bismarck’a dek ele alamamış olmanız üzücü ve bunu başka bir zaman yapacağınızı, elektör
Frederick Wilhelm’den koca Wilhelm’e
dek eksiksiz, tutarlı bir tablo sunacağınızı ummamak elde değil. Çünkü ilk araştırmaları yapmış durumdasınız ve araştırmalarınız, hiç değilse genellikle, bitmiş denecek denli iyidir. Bu iş, eski derme çatma yapı yıkılmadan, bir an önce yapılmalıdır. Bu monarşik-yurtsever menkıbelerin etkisiz kılınması sınıf egemenliğini peçeleyen krallık kurumunun ortadan kaldırılmasının zorunlu bir önkoşulu olmasa bile (çünkü olaylar Almanya’da
arı bir burjuva cumhuriyeti daha doğmadan modası geçmiş duruma düşürdü) gene de güdülen amaca ulaşmak için en etkili kaldıraçlardan biridir.
O zaman, Almanya’nın genel sefilliğinin bir parçası olarak Prusya’nın yerel tarihini anlatmak için de daha çok yeriniz ve fırsatınız olacak. Görüşünüzden arasıra biraz ayrıldığım nokta, özellikle Almanya’nın parçalanması ve 16. yüzyılda Alman burjuva devriminin yenilgiye uğraması konularındadır.
Köylüler Savaşı adlı yapıtımın tarihsel girişini yeniden yazarsam, ki gelecek kış yapacağımı umuyorum, orada sözkonusu noktaları geliştirebileceğim. Sizin gösterdikleriniz doğru değildir demiyorum, ama başka eklemelerle onları biraz farklı kümelendiriyorum.
Alman tarihini –sürekli bir sefillik durumunun
[sayfa 289] tarihini– incelerken, yalnızca dönemleri kendilerine, karşılık düşen Fransız tarihi dönemleriyle karşılaştırmanın doğru bir düşünceye ulaştırdığını hep görmüşümdür; çünkü orada olan, ülkemizde olanın tam karşıtıdır. Orada feodal devletin dağınık parçalarından ulusal bir devlet kurulması, tamı tamına bizim en büyük çöküş dönemine girdiğimiz zamanda olmuştur. Orada, sürecin bütün ilerleyişi sırasında, az görülür bir nesnel mantık, bizde ise giderek artan acıklı bir dağınıklık. Orada, ortaçağda, kuzey Fransız ulusallığına karşı Provans ulusallığından yana işe karışan İngiliz fatih, dış müdahaleyi simgeler; İngilizlerle savaşlar da, bir bakıma, –yabancı saldırganların kovulması ve Kuzeyin Güneye boyun eğdirilmesiyle sonuçlanan– Otuz Yıl Savaşını simgeler. Bunu, merkezi iktidar ile sömürgelerine güvenen ve Brandenburg-Prusya’nın rolünü oynayan Burgonyalı vasal arasındaki savaşım izler, ama bu savaşım merkezi iktidarın yengisiyle sonuçlanır ve ulusal devlet kesinlikle kurulur. Ve tam da o zaman, ülkemizde (Kutsal Roma İmparatorluğu içindeki “Alman Krallığı”na ulusal bir devlet denebildiği oranda) ulusal devlet tümüyle çöker ve Alman topraklarının büyük çapta yağmalanması başlar. Bu karşılaştırma Almanlar için pek utandırıcıdır, ama bundan dolayı da daha çok öğreticidir; ve işçilerimiz Almanya’yı tarihsel devrimin ön sırasına yeniden geçirdikleri için geçmişimizin rezilliğine katlanmamız biraz daha kolay olmaktadır.
Almanya’nın gelişmesinin çok önemli başka bir özelliği de, sonunda Almanya’yı aralarında paylaşan iki devletten hiçbirinin tümüyle Alman olmaması –ikisi de fethedilen slav toprakları üzerinde kurulmuş kolonilerdi: Avusturya bir Bavyera kolonisi, Brandenburg da bir Sakson kolonisi– ve onların Almanya
içinde ancak
sınırdışı, Alman olmayan, topraklarına dayanarak güçlenmiş olmasıdır: Avusturya Macaristan’a (Bohemya’nın sözünü etmeyelim), Brandenburg da Prusya’ya dayanarak. En büyük tehlike içinde bulunan batı sınırında bu türlü hiçbir şey olmadı: kuzey sınırında Danimarkalılara karşı Almanya’yı korumak Danimarkalılara
[sayfa 290] bırakıldı; güneyde ise korunacak öyle az şey vardı ki sınır korucusu, İsviçre bile kendisini Almanya’dan koparıp kurtulmayı başardı!
Ama konu-dışı şeylerden sözediyorum. Bu palavralar size hiç değilse yapıtınızın bende ne denli uyarıcı bir etki bıraktığını göstermeye yarasın.
Bir kez daha gönülden teşekkürler ve selamlar.
Sevgiyle
F. Engels
250
ENGELS’TEN ST. PETERSBURG’DAKİ
NIKOLAY FRANTSEVİÇ DANIELSON’A
LONDRA, 17 EKİM 1893
Sayın Bayım,
Ülkenize dönüşünüzü haber veren 26 Temmuz tarihli mektubunuzu aldığım günlerde, ben de iki aylığına ülke dışına çıkmak üzereydim ve henüz döndüm. Uzun sessizliğimin nedeni bu.
Oçerki’nin [
Denemeler]
kopyaları için çok teşekkür ederim – üç tanesini, kitabın değerini takdir edecek dostlara verdim. Kitabın hakettiği gibi büyük bir etkiye, gerçekte sansasyona yolaçtığını görmekten büyük mutluluk duydum. Karşılaştığım Ruslar arasındaki konuşmaların temel konusu bu. Daha dün onlardan biri bana şöyle yazıyordu: Bizde, Rusya’da “kapitalizmin yazgısı” üzerine bir tartışma sürüyor.
Berlin’de yayınlanan
Sozialpolitische Centralblatt’ta. P. V. Struve adında biri, kitabınız hakkında uzun bir makale yazdı; bir konuda kendisiyle aynı fikirdeyim: Rusya’daki gelişmenin bugünkü kapitalist aşamada, bana öyle geliyor ki,
Kırım Savaşı399 tarafından yaratılan tarihsel koşulların,
[sayfa 291] tarımsal ilişkilerin 1861’deki değişme biçiminin ve ensonu genel olarak Avrupa’daki siyasal durgunluğun kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkıyor. Struve’nin yanlış olduğu nokta ise şu ki, sizin, kötümser diye nitelediği geleceğe bakışınızı çürütebilmek için, Rusya’nın bugünkü durumunu Birleşik Devletler’in durumuyla karşılaştırıyor. Rusya’da modern kapitalizmin kötü sonuçlarının üstesinden Amerika’daki gibi kolaylıkla gelinecektir, diyor. Şunu tamamen unutuyor ki, Birleşik Devletler, en başından beri modern ve burjuvadır; saf bir burjuva toplum kurabilmek için Avrupa feodalizminden kaçan küçük-burjuvalar ve köylüler tarafından kurulmuştur. Oysa biz Rusya’da bir yandan dağılırken, bir yandan da kapitalist devrime (çünkü gerçek bir toplumsal devrimdir bu) temel, materyal hizmeti görmeye devam eden ilkel komünist karakterde bir temele, uygarlık öncesi bir
Gentilgesellschaft’a
sahip bulunuyoruz. Amerika’da
Geld-wirtschaft bir yüzyıldan daha eski bir zamandır sağlamca yerleşmişti, Rusya’da ise
Naturalwirtschaft neredeyse istisnasız kuraldı. Dolayısıyla, kendiliğinden anlaşılırdır ki, Rusya’daki değişim, Amerika’ya göre çok daha zorlu, çok daha keskin ve çok daha acılı olmak zorundadır.
Ama bütün bunlar bir yana, bana gene de öyle görünüyor ki, siz, olguların haklı sayacağından daha karamsar bir görüş taşıyorsunuz. Hiç kuşku yok, ilkel tarımsal komünizmden kapitalist sanayiye geçiş toplumu müthiş biçimde darmadağınık etmeksizin, bazı sınıfları, bütünüyle yok edip başka sınıflara dönüştürmeksizin gerçekleşemez; bunun insan yaşamının ve üretici güçlerin yitimi ve amansız acılar demek olduğunu, – daha küçük çapta– batı Avrupa’da görmüştük. Ama o noktadan, büyük ve yetenekli bir ulusun tümüyle yıkılmasına daha çok var. Alıştığınız hızlı nüfus artışı denetim altına alınabilir; ormanların amansızca yok edilmesi ve onun yanısıra eski pomeşçiklerin
ve köylülerin mülksüzleştirilmesi üretici
[sayfa 292] güçlerin devasa yitimine yolaçabilir; ama her şey bir yana, yüz milyonu aşkın bir nüfus, sonunda, çok önemli bir
grande industrie için yeterli bir iç pazar oluşturacaktır ve her yerde olduğu gibi sizde de –eğer Batı Avrupa’da kapitalizm yeterince yaşarsa– sonunda işler kendi dengesini bulacaktır.
Siz kendiniz de kabul ediyorsunuz ki, “Kırım Savaşın-dan sonra Rusya’daki toplumsal koşullar, geçmiş tarihimizden miras aldığımız üretim biçimini geliştirmeye elverişli değildi.” Ben biraz daha ileri giderek diyeceğim ki, –bir başka ülkede model olarak hizmet edebilecek daha üst bir biçim zaten var değilse– ilkel tarım komünizminden daha üst bir toplumsal biçim geliştirmek, başka yerlerde ne kadar olanaklıysa, Rusya’da da en fazla o kadar olanaklı olabilir. O daha üst biçim, tarihsel olarak olanaklı olduğu her yerde, kapitalist üretim biçiminin ve onun yarattığı toplumsal düalist karşıtlığın zorunlu sonucu olarak, başka bir yerde varolan bir örnekten esinlenmedikçe doğrudan tarımsal komünden geliştirilemez. Avrupa’nın batısı, 1860-1870’te böyle bir dönüşüm için olgunlaşmış olsaydı, o dönüşüm İngiltere’de, Fransa’da vb. başlamış bulunsaydı, o zaman, o tarihlerde az-çok bozulmamış olan komünlerinden neyin çıkabileceğini göstermek Ruslara kalırdı. Ama batı durağandı, böyle bir dönüşüme kalkışılmadı, ve kapitalizm giderek daha hızlı gelişti. Rusya’nın da bir seçim yapması gerekiyordu: Ya birçok tarihsel aşamayla ayrıldığı komünü bir üretim biçimine dönüştürerek geliştirecekti, ki bunun için batıda bile koşullar olgunlaşmış değildi –apaçık, olanaksız bir amaç– ya da kapitalizme doğru ilerleyecekti; ona ikinci çözümden başka ne kalıyordu?
Komüne gelince, o ancak üyeleri arasındaki zenginlik farkı önemsiz olduğu sürece olanaklıdır. Bu fark büyür büyümez ve bazı komün üyeleri daha zengin üyelerin borç kölesi haline gelir gelmez komün artık varlığını sürdüremez. Solon’dan önce Atina’nın kulakları ve
miroydileri,
Atina
gensini sizin ülkenizdekilerin komünü yıktığı amansızlıkta
[sayfa 293] yıkmışlardı. Korkarım bu kurum yokolmaya mahkumdur. Ama öte yandan kapitalizm yeni perspektiflere ve yeni umutlara yol açar. Batıda neler yapmış ve yapıyor olduğuna bakın. Sizinki gibi büyük bir ulus, her türlü bunalımı atlatır. Bir ilerlemeyle telafi edilmeyen hiçbir büyük tarihsel yıkım yoktur. Yalnızca
modus operandi değişir. Que les destinées s’accomplissent.
Saygılarımla
P.S. III. Cilt baskıya girince, size ilk formaları göndereceğim.
251
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGE’YE
LONDRA, 11 KASIM 1893
... Bugünkü
Workman’s Times’dan Autolycus’un (Burgess) fabianların manifestosu hakkında birinci sayfada yayınlanan makalesini oku. Bu baylar yıllarca, işçi sınıfının kurtuluşunun ancak Büyük Liberal Parti aracılığıyla başarılabileceğini ilan ederlerdi; işçilerin liberal adaylara karşı bağımsız seçim girişimlerinin maskeli bir Torycilik olduğunu haykırırlardı; Liberal Partiye sosyalist fikirlerin sızdırılmasının, sosyalistlerin tek amacı olduğunu bildirirlerdi – bu baylar şimdi liberallerin hain olduğunu, onlarla hiçbir şey yapılamayacağını ve gelecek seçimlerde işçilerin Toryler’le liberallere bakmaksızın, sendikaların 30.000 sterlin tutarındaki yardımıyla –bu arada sendikalar fabianlara bu desteği verirlerse ki kuşkusuz vermeyecekler– kendi adaylarını çıkarmaları gerektiğini ilan ediyorlar. Bu böylesine ham, eğitilmemiş bir kitlenin kendisini kurtaramayacağını ve o zeki avukatların, yazarların ve duygusal yaşlı kadınların lütufkarlığı olmasa hiçbir şey başaramayacağını anlayacak denli aklı
[sayfa 294] başında olduklarından büyük bir lütufkarlıkla proletaryayı yukardan kurtarmaya tenezzül eden kendini beğenmiş burjuvaların günah çıkarmasıdır. Ve bu bayların, davullarla borazanlarla dünyayı sarsacak bir olay diye ilan ettikleri ilk girişimleri öylesine parlak bir başarısızlıkla sona erdi ki, bunu kendileri bile kabul etmek zorunda kaldılar. Bu, öykünün gülünç yanı....
[sayfa 295]
1894
252
ENGELS’TEN BRESLAU’DAKİ W. BORGIUS’A
LONDRA, 25 OCAK 1894
Sayın Bay,
Sorularınızı aşağıda yanıtlıyorum:
1. Toplum tarihinin belirleyici temeli olarak kabul ettiğimiz ekonomik ilişkilerden, belli bir toplumda insanın, yaşama araçları üretiminin ve (işbölümü varolduğu sürece) ürünleri değişiminin biçimini anlıyoruz. Öyleyse, ekonomik ilişkiler,
tüm üretim ve ulaştırma
tekniklerini içerirler. Bizim yaklaşımımıza göre bu teknik, ayrıca değişim biçimini ve ondan öte, ürünlerin dağılımını ve buradan giderek kabile toplumlarının çözülmesinden sonra, sınıflara bölünüşü ve onun sonucunda egemenlik ve kölelik ilişkilerini ve onun da sonucu olarak devlet, politika, hukuk, vb.’yi belirler. Ekonomik ilişkiler, ayrıca üzerinde gerçekleştikleri
coğrafi temeli ve geçmişten –çoğu zaman yalnızca gelenek ya da
vis inertiae nedeniyle– aktarılan ve yaşayan daha önceki ekonomik
[sayfa 296] gelişme aşamalarının kalıntılarını da kapsar; ve elbette bu tür bir toplumu saran dış çevreyi de içine alır.
Sizin dediğiniz gibi, teknik geniş ölçüde bilimin durumuna bağlıysa, bilim de ondan daha çok tekniğin
durumuna ve
gereksinimlerine bağlıdır. Toplumun teknik bir gereksinimi varsa, bu bilimi, on üniversiteden daha çok ilerletir. Hidrostatiğin tamamı, (Torricelli, vb.) onaltıncı ve onyedinci yüzyıllarda, İtalya’da dağ sularını bir düzene sokma gereksiniminin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Elektrik hakkındaki rasyonel bilgilerimiz, ancak onun teknik uygulanırlığından sonra olmuştur. Ne var ki, Almanya’da bilimlerin tarihini, sanki bilimler gökten düşmüş gibi yazmak, ne yazık ki bir alışkanlık halindedir.
2. Biz ekonomik koşulları, tarihsel gelişmeyi son kertede belirleyen olarak görüyoruz. Ama ırkın kendisi ekonomik bir etmendir. Ancak bu bağlamda iki nokta gözden kaçırılmamalıdır:
a) Politik, hukuksal, felsefi, dinsel, yazınsal, sanatsal vb. gelişme ekonomik gelişmeye dayanır. Ama bütün bunlar, birbirlerini olduğu gibi, ekonomik temeli de etkiler. Bu demek değildir ki ekonomik durum
nedendir, yalnızca o etkendir, bundan başka her şey ancak edilgen sonuçtur. Tersine, her zaman
son kertede ağırlığını koyan ekonomik zorunluluk temeli üzerinde bir etkileşim vardır. Örneğin devlet, koruyucu gümrükler, serbest ticaret, iyi ya da kötü mali sistem ile bir etki yapar; ve Almanya’nın 1648’den 1830’a değinki sefil ekonomik durumundan kaynaklanan, kendisini önce
pietism ile, sonra duygusallık, prenslere ve soylulara yaltaklanarak kulluk etme ile dışavuran Alman darkafalının aşırı beceriksizliği ve güçsüzlüğü bile ekonomik etkiden yoksun değildi. Bu ekonomik düzelmenin önündeki en büyük engellerden biriydi ve süreğen sefilliği dayanılmaz duruma getiren Devrime ve Napoléon savaşlarına dek sarsılmadı. Onun içindir ki, şurada burada salt kolaylık olsun diye düşünülmek
[sayfa 297] istendiği gibi, ekonomik durumun otomatik bir etkisi yoktur, tersine, insanlar tarihlerini kendileri yaparlar; yalnız, kendilerini koşullayan verili bir çevrede ve önceden varolan edimsel ilişkiler temelinde. Bunlar arasında, tek başına sizi anlamaya götürecek ipucunu oluşturan ekonomik ilişkiler öteki –politik ve ideolojik– ilişkilerden ne denli çok etkilenebilir olurlarsa olsunlar, gene de, son kertede belirleyici olan ilişkilerdir,
b) İnsanlar, kendi tarihlerini kendileri yaparlar; ama henüz, genel bir plana göre, ve hatta belirli, örgütlü, verili bir toplum çerçevesi içinde, bir kollektif istence uyarak değil. İnsanların beklentileri birbiriyle çatışır ve işte tam da bu nedenle bütün bu toplumlar, tümleyeni ve açığa vuranı
raslantı olan
zorunluluk tarafından yönetilir. Burada kendini raslantı aracılığıyla ortaya koyan zorunluluk, gene sonal olarak ekonomik zorunluluktur. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken, büyük adamlar denen sorundur. Şöyle şöyle bir adamın ve tam da o adamın, belli bir zamanda, belli bir ülkede ortaya çıkışı, kuşkusuz yalnızca bir şanstır. Ama o eğer ortadan kaldırılırsa, ikame edilmesi gereği ortaya çıkar ve bu ikame, iyi ya da kötü, ama uzun zamanda bulunur. Napoléon’u, işte tam da o Korsikalıyı, bizzat kendi savaşlarıyla tükenen Fransa Cumhuriyetinin askeri diktatör olarak gereksinmesi raslantıydı; ama ortada bir Napoléon olmasaydı, onun yerini birinin dolduracak olduğunu, gerek duyulduğu zaman birinin mutlaka bulunduğu olgusu kanıtlamaktadır: Sezar, Augustus, Cromwell, vb.. Marx, materyalist tarih anlayışını keşfettiyse de, Thierry, Mignet, Guizot ve 1850’ye kadarki tüm İngiliz tarihçiler, bu yolda çaba gösterildiğinin kanıtıdırlar; aynı kavramın Morgan tarafından da keşfedilmiş olması, zamanın bu keşif için olgunlaşmış olduğunu ve bu kavramın keşfedilmesinin artık
gerekli hale geldiğini kanıtlar.
Tarihteki bütün diğer olumsallıklar, ve görünürdeki olumsallıklar için böyledir. İrdelediğimiz alan ekonomiden ne denli uzaklaşır ve salt soyut ideolojininkine ne denli yaklaşırsa, gelişmesinin o denli raslantı gösterdiğini ve
[sayfa 298] eğrisinin o denli zikzak çizdiğini görürüz. Ama eğrinin ortalama eksenini işaretlerseniz, dikkate alınan dönem ne denli uzun ve ilgilenilen alan ne denli geniş olursa, bu eksenin, ekonomik gelişme eksenine o denli yaklaştığını ve ona o denli koşut olma eğilimi gösterdiğini görürsünüz.
Almanya’da doğru anlamanın önündeki en büyük engel, ekonomik tarihin, yazında, sorumsuzca ihmal edilmesidir. Güç olan yalnızca, insanın kendisine okulda belletilen tarihsel nosyonlardan kurtulması değildir; bunu yapması için gereken materyali bulup alması daha da güçtür. Örneğin, ihtiyar G. von Gülich’in sayısız siyasal olgunun aydınlatılmasında yaran olan birçok bilgi içeren yorumsuz materyal koleksiyonunu kim okumuştur?
Aklıma gelmişken,
18 Brumaire’de Marx’ın verdiği iyi örnek, sanırım, sorularınıza oldukça iyi bir yanıt olacaktır, çünkü pratik bir örnektir. Dahası, gördüğüm kadarıyla konuların çoğuna ben zaten
Anti-Dühring I, bölüm 9-11’de; II, bölüm 2-4’de; III, bölüm I’de; ya da “Giriş”te ve
Feuerbach’ın son bölümünde de değinmiştim.
Lütfen, yukarda söylediklerimi, kılı kırk yararak değerlendirmeyin, ama genel ilintiyi aklınızda tutun; bir yazıyı yayınlanmak üzere hazırlarken, sözcüklere gösterdiğim özeni, zamanımın olmayışı nedeniyle burada gösterememekten üzgünüm....
253
ENGELS’TEN FILIPPO TURATT’YE
[LONDRA] 26 OCAK 1894
Sevgili Turati,
İtalya’daki durum bana şöyle görünüyor:
Ulusal kurtuluş sırasında ve sonrasında iktidar olan burjuvazi, utkusunu ne tamamlayabiliyor, ne de tamamlamak istiyor. Ne feodalizmin kalıntılarını yıktı, ne ulusal üretimi modern kapitalist modele göre yeniden düzenledi. Kapitalist rejimin göreli ve geçici yararlarını ülkeye paylaştırmak
[sayfa 299] gücünden yoksun olduğu gibi, o sistemin bütün yük ve zararlarını ülkenin sırtına yıktı. Bunlar yetmiyormuş gibi, bir parçacık saygınlığı kalmışsa onu da kirli banka dolandırıcılıklarıyla yitirdi.
Bunun sonucu olarak emekçi halk –köylüler, zanaatkarlar, tarım ve sanayi işçileri– bir yandan, yalnızca feodal dönemden değil, ama antik zamanlardan miras kalan kötü uygulamalarla (ortakçılık, güneyde büyükbaş hayvanlara bırakılan latifundia
); öte yandan, burjuva sistemin şimdiye dek icat ettiği en açgözlü vergi düzeniyle ezildi. Öyle bir durum ki, tam Marx’ın dediği gibi: “Bizler, kıta Avrupası’nın batısının tüm geri kalanı gibi, yalnızca kapitalist üretimin gelişmesinin değil, ama bu gelişmenin tamamlanmamış olmasının da acısını çekiyoruz. Modern kötülüklerin yanısıra, dünün mirası olan bir sürü kötülüklerin; çok eski üretim biçimlerinin alttan alta hâlâ sürüp gitmelerinden doğan ve bunların kaçınılmaz olarak beraberinde getirdikleri çağdışı toplumsal ve siyasal ilişkilerin altında eziliyoruz. Yalnızca yaşayanlardan değil, ölülerden de acı çekiyoruz.
Le mort saisit le vif!”
400
Durum, bir bunalıma doğru gidiyor. Üretici kitleler, her yerde kaynaşma halinde; şurada burada ayaklanıyorlar. Bu bunalım bizi nereye sürükleyecek?
Apaçık görünüyor, sosyalist parti çok genç ve ekonomik durum nedeniyle, sosyalizmin hemen utku kazanmasını ummak için çok zayıf. Bu ülkede tarımsal nüfus, kent nüfusunu çok aşıyor. Geniş-ölçekli pek fazla sanayi yok; bu nedenle kentlerde
tipik proletarya oldukça az; zanaatkarlar, küçük esnaf, sınıf-dışı unsurlar –küçük-burjuvaziyle proletarya arasında yalpalayan bir kitle– çoğunluğu oluşturuyor. Bozulma ve çözülme sürecine girenler ortaçağın küçük ve orta burjuvazisi; çoğu henüz bugünün proletaryası değilse bile, geleceğin proletaryası. İşte her zaman ekonomik yıkımla karşı karşıya kalan ve umutsuzluğa itilen bu sınıf, yalnızca bu sınıf devrimci hareketin hem çoğu savaşçılarını hem önderlerini
[sayfa 300] ortaya çıkarabilecektir. Toprağın parçalanması ve cahillikleri nedeniyle herhangi bir etkin inisiyatif göstermesi engellenen ama yine de güçlü ve kendisinden vazgeçilemez bir müttefik olacak olan köylüler bu hareketi destekleyeceklerdir.
Başarının şöyle ya da böyle barışçıl yoldan elde edilmesi halinde, basit bir hükümet değişikliği olacak ve “yeniden toparlanmış” cumhuriyetçiler, yani Cavallotti ve şürekası iktidara gelecektir; devrim olması halinde bir burjuva cumhuriyet ortaya çıkacaktır.
Bu olasılıkla yüzyüze gelen sosyalist parti nasıl bir rol oynamalıdır?
1848’den bu yana sosyalistlere en büyük başarıyı sağlayan taktikler,
Komünist Manifesto’da ortaya konanlardır:
“İşçi sınıfının burjuvaziye karşı savaşımının geçmek zorunda olduğu çeşitli gelişme aşamalarında, [komünistler] her zaman ve her yerde, bir bütün olarak hareketin çıkarlarını temsil ederler. ... Komünistler işçi sınıfının acil hedeflerine ulaşılması ve o andaki çıkarlarının gerçekleşmesi için savaşırlar; ama şimdiki hareket içersinde, bu hareketin geleceğini de temsil eder ve gözetirler.”
Dolayısıyla, iki sınıf arasındaki savaşımın her evresine aktif biçimde katılırlar; bunu yaparken, bu evrelerin ilk büyük amaca giden yalnızca çok sayıdaki aşamalar olduğu olgusunu hiçbir zaman gözden kaçırmazlar; ilk büyük hedef de, toplumu yeniden örgütlemenin aracı olarak siyasal iktidarın fethedilmesidir. Onların yeri, işçi sınıfının çıkarına doğrudan sonuçlara ulaşmak için savaşım verenlerin saflarıdır. Tüm bu siyasal ve toplumsal başarıları kabul ederler ama yalnızca
alacağın taksidi olarak. Devrimci ya da ilerici her hareketi, kendi yürüdükleri doğrultuda birer adım sayarlar. Öteki devrimci partileri ileriye götürücü itkiyi vermek ve bunlardan biri utku kazanırsa proletaryanın çıkarlarını güven altına almak onların özel görevidir. Büyük amacı hiçbir zaman gözden kaçırmayan bu taktikler, ileri yürüyüşlerinin bir aşamasını sonal amaç sanan –saf cumhuriyetçiler olsun, duygusal sosyalistler olsun– öteki, daha az
[sayfa 301] açıkgörüşlü partileri bekleyen kaçınılmaz düş kırıklıklarından sosyalistleri korur.’
Bütün bunları İtalya’ya uygulayalım.
Çözülmekte olan küçük-burjuvazinin ve köylülerin utkusu, öyleyse, “yeniden toparlanmış” cumhuriyetçilerden oluşan bir hükümet kurulmasına götürebilir. Bu bize genel oy hakkı ve daha geniş bir hareket özgürlüğü (basın, toplanma, dernekleşme, polis tarafından izlenmenin önlenmesi, vb.) verecektir – bunlar hafife alınmaması gereken yeni silahlardır.
Ya da aynı insanlarla ve bir avuç Mazzini yanlışıyla bir burjuva cumhuriyet getirebilir. Bu da en azından şimdilik özgürlüğümüzü ve hareket alanımızı çok geniş ölçüde artıracaktır. Ve burjuva cumhuriyet, [Marx’ın dediği gibi] proletarya ile burjuvazi arasındaki savaşımın sonuca bağlanabileceği tek siyasal biçimdir; bunun Avrupa’da olabilecek yansımaları için bir şey söylemenin gereği yok.
Bu nedenle, şimdiki devrimci hareketin utkusu, bizi daha güçlü yapmaya, daha lehimize bir ortam oluşturmaya mahkumdur. Öyleyse bir kenarda durursak, “anılan” partiler karşısında kendimizi yalnızca olumsuz eleştiriyle sınırlarsak en büyük hatayı yapmış oluruz. Onlarla olumlu biçimde işbirliği yapmak durumunda kalacağımız an gelebilir. Kim bilir bu an ne zaman gelecek?
Bizim temsil ettiğimiz sınıfın hareketi olmadığı kesin olan bir hareket için, doğrudan hazırlıklar yapmak, apaçık ortada ki, bizim işimiz değildir. Cumhuriyetçiler ve radikaller, eylem saatinin çaldığına inanıyorlarsa, bırakalım tezcanlılıklarının dizginlerini boşaltsınlar. Bizlere gelince, bu bayların bol keseden dağıttığı vaatlerle o kadar çok yanıltıldık ki, bu artık bir kez daha olmaz. Ne bildirileri, ne fesatlıkları bizim kılımızı kıpırdatmalıdır. Her
gerçek halk hareketini desteklemek zorundaysak, bizim proletarya partimizin güçlükle oluşturulan çekirdeğinin, boşu boşuna kurban edilmediğini ve yararsız yerel isyanlarda kesilip biçilmediğini de en az o kadar görmek zorundayız.
[sayfa 302]
Ama bunun tersine, hareket gerçekten ulusal ise, bizim insanlarımız onlardan öyle bir istemde bulunulmaksızın o harekete katılacaklardır, ve söylemeye gerek bile yok, böyle bir harekete katılacağız. Ama böyle bir durumda bizim
bağımsız bir parti olarak katıldığımız, radikallerle ve cumhuriyetçilerle o an için ittifak yaptığımız, ama onlardan tamamıyla farklı olduğumuz açık-seçik bilinmeli ve bunu biz olanca gücümüzle ilan etmeliyiz; utku kazanılması durumunda, savaşımın sonucu hakkında herhangi bir yanılsamaya kapılmadığımızı ilan etmeliyiz; bu sonucun, bizi tatmin etmek bir yana, bizim için kazanılmış bir başka aşama, daha ileri fetihler için yeni bir harekat üssü demek olduğunu ilan etmeliyiz; utkunun ilk gününde yollarımızın ayrılacağını belirtmeliyiz; o günden itibaren bizim, hükümete karşı
yeni muhalefeti oluşturacağımızı, gerici değil ilerici olan, o ana kadar kazanılan alanın ötesine geçen, yeni fetihler için ilerleyen aşırı sol muhalefet oluşturacağımızı ilan etmeliyiz.
Ortak utkudan sonra yeni hükümette bize birkaç sandalye önerilebilir, ama böylece biz her zaman
azınlık kalırız.
En büyük tehlike budur. 1848 Şubatından sonra Fransız sosyalist demokratlar (
Réforme’dan
401 Ledru-Rollin, Louis Blanc, Flocon, vb.) böyle makamları kabul etme hatasına düştüler.
402 Hükümetin azınlık kanadı olarak, cumhuriyetçilerden oluşan çoğunluğun, işçi sınıfına karşı giriştiği bütün kepazeliklerin ve ihanetin sorumluluğunu, kendi rızalarıyla paylaştılar; hükümette yeralmaları bir yandan da, temsil ettiklerini söyledikleri işçi sınıfının devrimci eylemlerini kötürüm etti.
Bütün bunlar benim kişisel görüşlerim; sorulduğu için belirttim ve olabildiği kadar
az sözle dile getirdim. Tarafımdan salık verilen genel taktiklere gelince, yıllar boyunca ben o taktiklerin etkin olduğunu gördüm. Beni hiç yanıltmadılar. Ama o taktiklerin, İtalya’nın bugünkü koşullarına uygulanmasına gelince, bu yerinde kararlaştırılması gereken bir başka konudur ve ancak olayların ortasında bulunan kişilerce kararlaştırılabilir.
[sayfa 303]
Friedrich Engels
254
ENGELS’TEN PARİS’TEKİ PAUL LAFARGUE’A
LONDRA, 6 MART 1894
... Eski-radikaller size, ama Fransa’da bir cumhuriyet var, diyecekler. Bizim ülkemizde sorun başkadır, biz hükümeti, sosyalist önlemler için kullanabiliriz.
Proletarya açısından cumhuriyet, monarşiden yalnızca, proletaryanın gelecekteki iktidarında
kullanıma-hazır bir politik biçim oluşuyla farklıdır. Sizler, bu biçime zaten sahip olduğunuzdan bize göre bir avantajınız var; bize gelince onu yapmak için yirmidört saat harcamamız gerekir. Ama her hükümet biçimini olduğu gibi cumhuriyeti de içeriği belirler; bir
burjuva egemenlik biçimi olduğu sürece, bize, herhangi bir monarşi kadar hasımdır (yalnızca bu husumetin
biçimleri farklıdır). Bu nedenle, cumhuriyeti özsel olarak, biçimde sosyalist saymak ya da burjuvazinin egemenliği altında iken ona sosyalist görevler vermek tamamen temelsiz bir yanılsamadır. Ondan ödünler koparabiliriz, ama, bir gecede çoğunluğa dönüşecek yeterlikte güçlü bir azınlık olarak onu denetim altına alabilsek bile, bizim kendi sorunlarımızın başarılmasını ondan asla istememeliyiz. ...
255
ENGELS’TEN, PARİS KOMÜNÜNÜN 23. YILDÖNÜMÜ
DOLAYISIYLA FRANSIZ İŞÇİ PARTİSİ ULUSAL KONSEYİNE
LONDRA, 18 MART 1894
Proletaryanın utkusunu güven altına alacak, sınıf karşıtlıklarını ve uluslar arasındaki savaşımları ortadan kaldıracak, uygar ülkelere barış ve mutluluk getirecek bir 18 Mart Enternasyonalinin hızla gelmesi için sizlerle birlikte kadeh kaldırıyorum.
[sayfa 304]
Engels
256
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ
FRIEDRICH ADOLPH SORGEY’E
LONDRA, 12 MAYIS 1894
... Burada işler eskisi gibi. İşçi önderleri arasında birliği sağlama olasılığı yok. Ne var ki,
kitleler ilerlemeyi sürdürüyor – yavaş olduğu doğru, ve yalnızca bilinçlenme çabası var, gene de hiç kuşkuya yer bırakmayan bir ilerleme. Buradaki gelişmeler Fransa’dakine ve daha çok da Almanya’dakine benzer biçimde olacak: Birkaç bağımsız işçi (hele hele bir de liberallerin yardımı olmaksızın seçilirlerse) parlamentoya girer girmez, işçi önderleri birleşmek zorunda kalacaklar. Liberaller, bunu önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Her şeyden önce, oy hakkını
kağıt üzerinde kazanmış olanlara bile uygulamıyorlar; tam tersine, ikinci olarak, seçmen kütüklerini,
adaylar için eskisinden daha da pahalı hale getiriyorlar; çünkü, kütükler yılda iki kez düzenlenecek ve hazırlanma giderleri, devlet tarafından değil, doğrudan adaylar ya da ilgili siyasal
partilerin temsilcileri tarafından karşılanacak; üçüncü olarak, seçim giderlerini devletin ya da yerel yönetimin üstlenmesini açıkça reddediyorlar; dördüncüsü, parlamenterlerin aylıkları ve beşincisi de ikinci oylama konusu. Bütün bu eski çirkin oyunların sürdürülmesi, seçim çevrelerinin dörtte-üçünde ya da daha fazlasında işçi sının adaylarının seçilebilirliğini doğrudan yadsımak anlamına geliyor. Parlamento bir
zenginler kulübü olarak kalmaya devam edecek. Ve bütün bunlar, zenginlerin,
statükodan memnun oldukları için muhafazakar partiye döndükleri, liberal partinin ise
ölmekte olduğu ve giderek işçi oyuna daha bağımlı hale geldiği bir sırada oluyor. Ancak liberaller, işçilerin, işçileri değil, bağımsız işçileri hiç değil,
yalnızca burjuvaları seçmesinde diretiyor.
Bu, liberalleri yıkacak. Cesaretsizlikleri, ülke içinde işçi oylarını onlara yabancılaştırıyor, parlamentodaki küçük çoğunluklarını sıfıra indiriyor; ve son anda
çok cesur adımlar atmazlarsa, mahvolacaklar. Sonra Toryler gelecek ve
[sayfa 305] liberallerin yalnızca söz vermekle kalmayıp yerine getirmeye niyet ettiği şeyi
yapacaklar. İşte o zaman bağımsız bir işçi partisi oldukça kesin.
Buradaki Sosyal-Demokrat Federasyon da, marksist gelişme teorisini, –işçilerin kendi sınıf bilinçlerinin sonucu olarak ulaşacakları değil, ama bir amentü gibi bir seferde ve gelişimsiz boğazlarından akıtılacak– katı bir Ortodoksluğa indirgemenin yolunu bulmuş tek taraf olma farklılığını sizin Alman-Amerikalı sosyalistlerle paylaşıyor. Her ikisinin de yalnızca bir sekt olarak kalmalarının nedeni bu; ve Hegel’in dediği gibi, hiçlikten gelip, hiçlikten geçerek, hiçliğe gidiyorlar. ...
257
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKl
FRIEDRICH ADOLPH SORGEY’E
LONDRA, 10 KASIM 1894
... Buradaki hareket, sizden
biraz ileri olması dışında, hâlâ Amerika’daki harekete benziyor. İki resmi partiye karşı işçilerin kendi partilerini kurmalarına dönük kitle içgüdüsü, giderek daha güçleniyor; 1 Kasım yerel yönetim seçimlerinde bu, şimdiye dek hiç görülmedik biçimde ortaya çıktı. Ama bu içgüdüyü tüm ülkeyi kucaklayacak bilinçli bir eyleme dönüştürme yeteneğinde insanların olmayışı ve türlü türlü eski geleneksel anılar işçileri, düşünce bulanıklığında ve eylemin yerel kalmasında kendini gösteren bir hazırlık aşamasında tutma eğilimi taşıyor, işçi hareketine Anglo-Sakson sekterliği de egemen. Sosyal-Demokrat Federasyon, sizin Alman Sosyalist işçi Partisi gibi, bizim teorimizi ortodoks bir sektin katı dogmasına dönüştürmeyi başardı; bu sekt eşsiz bir darkafalılık içinde ve Hyndman sayesinde, uluslararası politikada tamamen çürümüş bir geleneği sürdürüyor; zaman zaman kuşkusuz sarsılıyor ama henüz kaldırılıp bir kenara atılabilmiş değil. Bağımsız işçi Partisi, taktiklerinde aşırı ölçüde bulanık; önderi de demagojik hilelerine bir saniye bile güvenilemeyecek,
[sayfa 306] pek kurnaz bir İskoç olan Keir Hardie. Yoksul bir İskoç kömür madencisi olmasına karşın, önemli miktarda para olmaksızın kurulamayacak olan büyük bir haftalık gazeteyi,
The Labour Leader’ı çıkarmayı başardı; bu parayı da Toryler’den ve Liberal-Birlikçilerden yani Gladstone karşıtlarıyla özerk yönetim karşıtı kaynaklardan alıyor. Bu konuda kuşku duyulamaz; Londra’da dillere düşmüş yazınsal bağlantılarının yanısıra, bu konudaki doğrudan haberler ve kendi siyasal tutumu, bunu açıkça doğruluyor. Bunun sonucu olarak, İrlandalı ve radikal seçmenlerin kendisinden uzaklaşmaları nedeniyle 1895 genel seçimlerinde parlamentodaki sandalyesini yitirebilir ve
;bunun da tam sırasıdır – bugün için en büyük engel bu adamdır. Parlamentoda, ancak demagojiyi gerektiren durumlarda, örneğin işsizlik konusunda –hiçbir şey yapılmasını sağlamaksızın– bazı tekerlemelerle gösteriş yapmak ya da bir prensin doğum günü vesilesiyle kraliçeye
–bu ülkede çok ucuz ve bayağı bulunan– budalaca övgüler düzmek için falan ortaya çıkar. Bunun ötesinde, hem Sosyal-Demokrat Federasyonda, hem Bağımsız İşçi Partisinde, özellikle illerde çok değerli unsurlar var, ama dağınıklar; yine de önderlerin, iki örgütü birbirine karşı kışkırtma çabalarını boşa çıkarmayı başardılar. John Burns, siyasal açıdan çok yalnız görünüyor; Hyndman da, Keir Hardie de kendisine amansızca saldırıyor; ve o da işçilerin politik örgütünden umudu kesmiş ve tüm umudunu yalnızca sendikalara bağlamış gibi davranıyor. Kesin olan şu ki, politik örgütle kötü deneyimleri oldu, ve Makine İşçileri Sendikası, milletvekilliği aylığını ödemeseydi, aç kalabilirdi. Gururlu biri; liberallerin, yani radikallerin “toplumsal kanadı”nın kendisini burnunun doğrultusunda gitmeye itmelerine ses etmedi. Zorla elde ettiği tek tek ödünlere çok fazla önem veriyor; ama bütün bunlar bir yana, tüm hareket içinde, yani önderler arasında gerçekten dürüst olan tek kişi odur; tam bir proleter içgüdüsüne sahiptir; zaman gelip çattığında başkalarını kurnaz ve bencil hesaplar yönlendirirken, onu eminim bu proleter içgüdüsü yönlendirecektir.
[sayfa 307]
Kıta Avrupası’nda başarı, daha fazla başarı için iştah kabartıyor ve sözcüğün sözlük anlamıyla köylüyü avlamak, moda haline geliyor. İlkin Fransızlar Nantes’da Lafargue aracılığıyla bir açıklama yaptılar; kapitalizmin bizim için gereğini yerine getirdiği küçük köylüyü yıkıma uğratma işini, doğrudan müdahalelerimizle çabuklaştırmanın bizim işimiz olmadığını (bunu onlara ben yazmıştım) belirtmekle kalmadılar, aynı zamanda küçük köylüyü, vergiye, tefeciliğe ve toprak sahiplerine karşı doğrudan
korumak gerektiğini belirttiler. Ama bu konuda işbirliği yapamayız; çünkü birincisi, budalacadır, ikincisi olanaksızdır. Daha sonra Frankfurt’ta Vollmar ortaya atıldı;
köylüleri bir bütün olarak, rüşvetle kandırmak istiyor; ve dahası yukarı Bavyera’da, ilgilenmek durumunda olduğu köylü, Rhineland’ın borç yükü altında ezilen küçük köylüsü değil, ama kadın-erkek ırgatları sömüren ve büyük miktarlarda hayvan ve tahıl satan orta-köylü hatta büyük köylüdür. Ve bu, ilkelerimiz bir yana konmadan yapılamaz. Biz Alp dağ köylülerini, aşağı Saksonya’nın ve Schleswig-Holstein’ın büyük köylülerini, ancak ve ancak ırgatları ve gündelikçileri onlara kurban edersek kendi yanımıza kazanabiliriz; ama bunu yaparsak, siyasal açıdan kazandığımızdan çoğunu yitiririz. Frankfurt parti kongresi, bu konuda bir tutum belirlemedi; ve şimdi konu enine boyuna inceleneceği için, bu iyi bir şey oldu; oradaki insanlar, farklı yörelerde, birbirinden önemli ölçüde farklı olan köylülük ve kırsal koşullar konusunda o kadar az şey biliyorlardı ki, kararları, raslansal olmanın ötesine geçemezdi. Ama sorunun, günün birinde çözülmesi gerekiyor....
Çin’deki savaş, eski Çin’e ölümcül bir darbe vurdu. Yalıtıklık olanaksızlaştı; yalnızca askeri savunma nedenleriyle bile olsa demiryolları, buharlı makineler, elektrik ve modern geniş-ölçekli sanayi bir zorunluk haline geldi. Ama ailenin kendi sanayi ürünlerini kendisinin ürettiği küçük köylü tarımına dayalı eski ekonomik sistem de bu gelişmeyle birlikte parçalanmaya başladı; ve bununla beraber parçalanan bir başka şey de göreli yoğun nüfusu olanaklı kılan eski
[sayfa 308] toplumsal sistemin tümü oldu. Milyonlar topraklarından atılacak ve göçe zorlanacaklar; bu milyonlar, kitleler halinde Avrupa’ya bile akacaklar. Ama Çin rekabeti yoğunlaşır yoğunlaşmaz, sizin ülkenizde ve burada işler karar noktasına gelecek ve kapitalizmin Çin’i fethetmesi, aynı zamanda Avrupa’da ve Amerika’da kapitalizmi devirme itkisini yaratacak....
[sayfa 309]
1895
258
ENGELS’TEN HOBOKEN’DEKİ HERMANN SCHLÜTER’E
LONDRA, 1 OCAK 1895
... Burada işler, sizin oradaki gibi. Sosyalist içgüdü
kitleler arasında giderek daha fazla güçleniyor; ama içgüdüsel dürtüleri açık istemlere ve düşüncelere çevirme sözkonusu olduğu andan itibaren, insanlar arasında anlaşmazlık başlıyor. Bazıları Sosyal-Demokrat Federasyona, bazıları Bağımsız İşçi Partisine gidiyor, bazıları da en çok en çok sendika örgütlerine gidiyor, vb., vb.. Kısacası, ortada sektlerden başka bir şey yok, bir parti de. Önderlerin hemen tümü küçük, güvenilmez insanlar; en tepedeki önderliğe aday olanlar sayıca çok fazla, ama o göreve apaçık biçimde uygun düştüğü görülen yok; bu arada iki büyük burjuva parti, ellerini cüzdanlarına atmış, kenardan, satın alabilecekleri biri olup olmadığını gözlüyorlar. Ayrıca “demokrasi” denen şey, burada
dolaylı engellerle, çok fazla sınırlanıyor. Bir dergi çıkarmak çok para işi, parlamento için aday olmak da öyle; bir parlamento üyesi için de yalnızca haberleşmenin pek büyük
[sayfa 310] giderleri düşünüldüğünde bile, yaşam çok pahalı. Çok kötü tutulan seçmen kütüklerinin denetimi de hayli pahalı bir iş ve bu denetimin gerektirdiği giderleri ancak iki resmi parti karşılayabiliyor. Bu nedenle, bu partilerden birinden olmayan kişinin seçmen kütüğüne girme şansı çok az. Bütün bu yönlerden, buradaki insanlar kıta Avrupası’na göre çok gerideler; ve bunu da farketmeye başlıyorlar. Dahası, burada ikinci oylama yok; göreli çoğunluk ya da siz Amerikalıların dediği gibi çoğulculuk yetiyor. Aynı zamanda, her şey
yalnızca iki partiye göre düşünülmüş; üçüncü bir parti, onlarla eşit güce erişmedikçe, ancak terazinin kefesini biri lehine ağır bastırabilir, o kadar.
Buradaki sendikalar da örneğin Berlin’deki bira boykotu türünden bir şey yapabilecek güçte değiller; orada sendikaların başardığı hakem mahkemesi, burada hâlâ ulaşılamaz bir şey.
Öte yandan, sizin ülkenizde olduğu gibi burada da işçiler ne istediklerini bildikleri zaman, devlet, toprak, sanayi ve başka her şey onlara ait olacak. ...
259
ENGELS’TEN KİEL’DEKl FERDİN AND TÖNNIES’E
LONDRA, 24 OCAK 1895
... Auguste Comte üzerine gözlemleriniz çok ilginç. Bu “felsefeci” sözkonusu olunca, bence, hâlâ yapılması gereken çok çalışma var. Comte, beş yıl boyunca Saint-Simon’un sekreteri ve yakın dostuydu. Saint-Simon, düşünce bolluğundan ötürü, pozitif bir sıkıntı duyardı. Onun kişiliğinde bir deha ve bir gizemci vardı. Açıklık, düzen ve sistem kurmak onun işi değildi. Comte’u, ustası öldükten sonra, bu ağzına kadar dopdolu düşünceleri, dünyaya düzenli bir biçimde sunması olası biri olarak gördü. Comte’un matematik eğitimi ve düşünce yöntemi, bu görev için, onu, hayalci olan öteki öğrencilerden daha uygun bir konuma sokuyordu. Ne var ki, Comte
[sayfa 311] “usta”sından aniden ayrıldı ve ekolden çekildi. Sonra, epey uzun bir dönemin ardından, “pozitif felsefe”siyle ortaya çıktı.
Bu sistemde üç karakteristik öğe vardır: 1) bir dizi parlak düşünce – ki yetersiz bir biçimde ortaya kondukları için bir ölçüde bozulmuşlardı; 2) bu parlak beyinle keskin bir biçimde ters düşen bazı salt darkafalı düşünce biçimi; 3) kaynağı kesinlikle sen-simonizmde bulunan, tüm gizemcilikten arındırılmış ve tamamen ölçülü bir şeye dönüştürülmüş, başında gerçek bir papanın bulunduğu, hiyerarşik olarak düzenlenmiş dinsel bir anayasa – öyle ki Huxley, Comte’çuluk için hıristiyanlıksiz katoliklik diyebildi.
Şimdi, bahse girerim ki, 1 ve 2 arasındaki, aksi halde açıklanamaz olan çelişkinin ipucunu bu 3’üncü veriyor; Comte bütün parlak düşüncelerini Saint-Simon’dan aldı, ama onları bir düzen içinde biraraya getirirken, kendine özgü yolda çarpıttı; o düşünceleri gizemciliğinden ayıklayarak, gücünün yettiği ölçüde, darkafalı bir doğrultuda yeniden biçimleyerek daha alt bir düzeye indirgedi. Bu düşüncelerin çoğunda sen-simonist köken kolaylıkla yakalanabilir ve inanıyorum ki, bu işi ciddi olarak yapacak biri bulunsa, öteki konularda da aynı şey yapılabilir. Saint-Simon’un kendi yazıları, sen-simonist ekolün ve dinin yaygaralarıyla –ki o yaygaralar ustanın öğretilerini, bir bütün olarak görkemli kavrayışın zararına, belli yönleriyle vurgulamış ve geliştirmiştir– 1830’dan sonra gürültüye getirilmesiydi, bu çok önceden keşfedilebilirdi.
Sonra düzeltmek istediğim bir başka nokta daha var: 513’üncü sayfadaki not.
Marx Enternasyonalin hiçbir zaman genel sekreteri olmadı; ama yalnızca Almanya ve Rusya sekreteri oldu. Londra’daki Comte’çulardan hiçbiri de Enternasyonalin kuruluşunda yeralmadı. Komün günlerinde yöneltilen amansız saldırılara karşı basında Enternasyonali savunmanın büyük onuru profesör E. Beesly’ye aittir. Frederic Harrison da kamu önünde Komünü şiddetle savunmuştur.
[sayfa 312] Ama birkaç yıl sonra Comte’çular işçi hareketinden uzaklaşmışlardır, işçiler çok güçlenmişti ve artık sorun, kapitalistlerle işçiler arasında uygun bir denge kurma sorunuydu (çünkü Saint-Simon’a göre her ikisi de üreticiydi) ve bu amaçla bir kez daha kapitalistleri destekleme sorunuydu. O zamandan beri de Comte’çular, emek sorununda tam bir sessizliğe gömüldüler.
Derin saygılarımla
F. Engels
260
ENGELS’TEN BRESLAU’DAKi WERNER SOMBART’A
LONDRA, 11 MART 1895
Bayım,
14 Şubat günlü notunuza yanıt olarak, Marx üzerine çalışmanızı
403 gönderme inceliğini gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Dr. Heinrich Braun’un gönderdiği
Archiv’deki
yazınızı daha önce büyük bir ilgiyle okumuştum ve bir Alman üniversitesinde bir kez olsun
Kapital’in böyle anlaşılabilmiş olmasından memnunluk duymuştum. Doğal ki, Marx’ın görüşlerini yorumladığınız terminolojiye katılamıyorum. Özellikle, 576 ve 577’nci sayfalarda verdiğiniz değer kavramı tanımları, bana çok geniş kapsamlı tutulmuş görünüyor: Ben olsaydım önce, değerin incelenmesinin olanaklı olabildiği bir toplumun ekonomik gelişme düzeyiyle, yani meta değişiminin ya da meta üretiminin varolduğu toplum biçimleriyle tarihsel olarak sınırlardım; ilkel komünizmde değer bilinmiyordu. Ve ikincisi, bana öyle görünüyor ki, kavram, daha dar bir anlamda tanımlanabilirdi. Ama bu bizi çok başka konulara saptırır; sizin dedikleriniz ana çizgileri içinde doğrudur.
Ama sonra, her nasılsa, sayfa 586’da birden bana sesleniyorsunuz; şen-şakrak bir yaklaşımla kafama bir tabanca
[sayfa 313] tutmanız beni epey güldürdü. Ama kaygılanmayın, “size, tersini göstermeye” çalışmayacağım.
s/c =
s/c+v’nin
, çeşitli kapitalist işletmelerde üretilen farklı değerlerinden Marx’ın çıkar-sadığı genel ve eşit kâr oranının belirlenişinde Marx’ın kullandığı mantıksal sıralama, bireysel kapitalistin kafasına tamamen yabancıdır. Bunun tarihte paraleli olduğu ölçüde, yani bizim kafalarımızın dışında, gerçekte varolduğu ölçüde, kendini örneğin, kapitalist A tarafından üretilen artı-değerin kâr oranının üzerindeki ya da toplam artı-değer payının üzerindeki bölümlerinin, artı-değer çıktısı, olağan kural olarak aldığı payın altında kalan kapitalist B’nin cebine aktarıldığı gerçeğinde ifade eder. Ama bu süreç nesnel olarak, şeylerde, bilinçsizce yeralır ve biz bunun doğru olarak kavranılması için ne kadar çaba gerektiğini ancak şimdi anlıyoruz. Ortalama kâr oranını belirlemek için bireysel kapitalistlerin
bilinçli işbirliği gerekli olsaydı, bireysel kapitalist artı-değer ürettiğini ve ne kadar ürettiğini ve artı-değerinin bir bölümünü sık sık devretmek zorunda olduğunu
bilseydi, o zaman artı-değer ile kâr arasındaki ilişki daha başından beri apaçık ortada olurdu ve herhalde Petty tarafından değilse, Adam Smith tarafından çoktan tanımlanmış olurdu.
Marx’ın görüşüne göre, şimdiye kadarki tüm tarih, büyük olaylar sözkonusu olduğu ölçüde, bilinçsizce olmuştur, yani olaylar ve onların daha ileri sonuçları insanların istencine bağlı olmamıştır; tarihin figüranları ya daha başka bir şey yapmak istemişlerdir ya da yaptıkları şeyler, öngörülmemiş, oldukça farklı sonuçlara yolaçmıştır. Bunu ekonomik alana uygulayın: tek tek kapitalistler, her biri kendi başına,
en yüksek kâr ardında koşar. Burjuva ekonomi politik, herkesin
daha yüksek kâr ardında koştuğu bu yarışın genel ve
eşit kâr oranıyla, her biri için yaklaşık olarak
eşit kâr oranıyla sonuçlandığını keşfetmiştir. Ne var ki, ne kapitalistler ne burjuva ekonomistler, bu yarışın hedefinin, toplam sermaye üzerinden gerçekleşen toplam artı-değerin yüzde olarak oransal bölüşümü olduğunu kavrayabilmiş değillerdir.
[sayfa 314]
Peki ama, gerçeklikte eşitleme süreci nasıl gerçekleşmektedir? Bu, üzerinde Marx’ın da fazla bir şey söylemediği son derece ilginç bir sorundur. Bununla birlikte, Marx’ın anlayışı, bir doktrin değil bir yöntemdir. Hazır dogmalar vermez, daha ileri araştırmalar için ölçütler ve bu araştırmalar
için yöntem verir. Bu nedenle, bu konu üzerinde Marx ilk taslağında daha fazla ayrıntıya inmediğine göre, yeni çalışmalar yapılması gerekir. Her şeyden önce burada, [
Kapital]
III, I. sayfa 153-156’da
bazı açıklamalar var; bunlar, hem sizin değer kavramını yorumlayışınız açısından önemli, hem de kavramın, sizin öngördüğünüzden daha fazla gerçekliğe sahip olduğunu kanıtlıyor. Değişimin ortaya çıktığı her kezinde, ürünler yavaş yavaş metaya dönüştüğünde, yaklaşık olarak
kendi değerlerine göre değişildiler. İki nesnenin nicel olarak karşılaştırılmasının tek ölçütü, üretimleri için harcanan emek miktarıydı. Öyleyse değer, o anda
doğrudan ve gerçek bir varoluşa sahipti. Biliyoruz ki, değerin değişimde böylece doğrudan gerçekleşmesi sona ermiştir ve artık böyle bir şey olmuyor. Çok iyi gizlendiği için, iktisatçılarımızın varlığını sessizce yadsıyabildikleri, doğrudan gerçek değerden kapitalist üretim tarzının değerine bağlanan ara halkaları, en azından ana çizgileriyle ortaya çıkarmanın sizin için çok zor olmayacağına inanıyorum. Bu süreçlerin, kuşkusuz çok dikkatli bir araştırmayı gerektiren ama karşılığında cömertçe ödüllendirici sonuçlar vaadeden gerçek tarihsel açıklaması,
Kapital’e çok değerli bir ek olacaktır.
404
Son olarak, III’üncü cildi şimdikinden daha iyi yapabilecek olduğumu düşünüyorsanız, böylece, hakkımda beslediğiniz olumlu görüşler için teşekkür etmeliyim. Ama görüşünüzü paylaşamıyorum, ve okurun biraz daha fazla düşünmesi riskini göze alarak Marx’ı Marx’ın sözcükleriyle ortaya koymak suretiyle görevimi yaptığıma inanıyorum.
[sayfa 315]
Derin saygılarımla
F. Engels
261
ENGELS’TEN ZÜRlHTEKl CONRAD SCHMIDT’E
LONDRA, 12 MART 1895
... Kâr oranı üzerinde çalışırken, konudan sapışınızın nedenini, mektubunuz sanırım bir ölçüde açıklıyor. Ayrıntılara dalma alışkanlığını, mektubunuzda da görüyorum; bunun kabahatini 1848’den bu yana Alman üniversitelerini iyice sızan ve genel perspektifi yitiren, çoğu zaman’ da belli bazı noktalarda amaçsız ve verimsiz spekülasyonlarda son bulan felsefe yapmanın eklektik yönteminde buluyorum. Klasik felsefecilerden, daha önce sizin temel konunuz olarak incelediğiniz Kant, kendi zamanındaki Alman felsefesinin konumu nedeniyle, ve Wolf’un pedantik Leibniz’ciliğine karşıtlığından ötürü, Wolf’çu spekülasyona şu ya da bu biçimde bazı görünür ödünler vermek zorunda kalmıştı. Sizin eğiliminizi ben böyle açıklıyorum; bu eğilim, mektubunuzda değer yasası üzerine konu dışına taşan sözlerinizde de görülüyor; benim gördüğüm kadarıyla, iç bağlantılara bir bütün olarak dikkat göstermeksizin ayrıntıların içinde o kadar boğuluyorsunuz ki, değer yasasını bir kurguya, zorunlu bir kurguya indirgiyorsunuz; Kant’ın, tanrının varlığını, pratik usun postulatı yapmasına benzer türden bir şey bu.
Değer yasasına karşı yaptığınız itirazlar, gerçeklik noktasından bakıldığı zaman
tüm kavramlara karşı yapılabilir. Hegelci dili kullanırsak, düşünce ve varlığın özdeşliği, her yerde, sizin çember ve poligon örneğinizle çakışır. Ya da her ikisi, yani bir şeyin kavramı ve bu şeyin gerçekliği, her zaman birbirine yaklaşan ama hiçbir zaman kesişmeyen iki asimptot gibi yanyana uzanırlar, ikisi arasındaki bu farklılık, kavramın doğrudan ve dolayımsız gerçeklik olmasını ve gerçekliğin, dolayımsız kendi kavramı olmasını önleyen farklılığın ta kendisidir. Çünkü, bir kavram, kavramın özsel doğasına sahiptir ve bu nedenle,
prima facie,
gerçeklikle –ki, önce, bu gerçeklikten soyutlanmış olması gerekir– doğrudan çakışmaz; gene de, siz düşüncenin bütün sonuçlarının kurgu
[sayfa 316] olduğunu, çünkü gerçekliğin onlara çok dolambaçlı bir biçimde tekabül ettiğini, o zaman da gerçekliğe asimptotik olarak yaklaştığını ilan etmedikçe, kurgudan daha fazla bir şeydir.
Genel kâr oranı konusu bundan farklı mı? Herhangi belli bir zamanda, yalnızca yaklaşık olarak mevcuttur. İki işletmede bir kez olsun son damlasına, son zerresine kadar aynı miktarda gerçeklen şeydi, belli bir yılda her iki işletme de
tamı tamına aynı kâr oranı elde etseydi, bu tam bir. raslantı olurdu; gerçekte, kâr oranları, farklı koşullara göre, bir işletmeden ötekine, bir yıldan öteki yıla farklılık gösterir ve genel oran, birçok işletmenin ve birçok yılın ortalaması olarak belirir. Kâr oranının –diyelim ki 14,876934...– yüzüncü ondalık basamağına kadar her işletmede ve her yıl aynı olmasını, kurgu düzeyine indirgeme pahasına, isteseydik, kâr oranının doğasını ve genel olarak ekonomik yasaların doğasını fena halde yanlış anlamış olurduk; bunların hiçbiri, yaklaşıklık, eğilim, ortalama olmanın dışında hiçbir gerçekliğe sahip değildir ve
dolayımsız gerçeklik değildir. Bu bir ölçüde, onların eyleminin, öteki yasaların eşzamanlı eylemiyle çatışmasından ötürü böyledir, bir ölçüde de kavramlar olarak kendi doğalarından ötürü böyledir.
Emek-gücü değerinin gerçeklenmesi –o da, yalnızca ortalama olarak, hatta çoğu zaman o bile değil– olan, ve yerleşik yaşam standardına göre, bir yerden ötekine, bir işyerinden ötekine değişen ücret yasasını alalım. Ya da bir doğal gücün tekelleştirilmesinin sonucu olan, genel oranın üzerindeki artı-kârı temsil eden toprak rantını alalım. Bu durumda da gerçek artı-kâr ile gerçek rantın doğrudan çakışması asla söz-konusu değildir, yalnızca yaklaşık ortalama sözkonusudur.
Değer yasasında ve artı-değerin kâr oranına göre dağılmasında da aynen böyledir.
1) Her ikisi de en tam yaklaşıklıklarını, kapitalist üretimin her yerde tam olarak yerleşmesi,–tüm ara katmanları elimine edilmiş–, toprak sahipleri, kapitalistler (sanayiciler ve tüccarlar) ve işçiler modern sınıflarına indirgenmiş bir toplum varsayımıyla, gerçeklenirler. Bu durum, henüz
[sayfa 317] İngiltere’de bile yoktur ve hiçbir zaman olmayacaktır – oraya kadar varmasına izin vermeyeceğiz.
2) Kâr, rant dahil, çeşitli parçalardan oluşur:
a) Meta üzerinde aldatmacadan elde edilen kâr – cebirsel toplamda birbirini götürür.
b) Stok değerlerindeki artıştan elde edilen kâr (örneğin gelecek hasat iyi olmadığı zaman, bir önceki hasattan arta kalan bölüm). Teorik olarak bunun da (öteki metaların değerindeki bir düşüşle zaten dengelenmediyse) uzun vadede ya kapitalist satıcıların kazancına kapitalist alıcıların katkıda bulunmuş olmasıyla ya da işçilerin geçim nesneleri sözkonusu olduğunda, ücretlerdeki artışlarla dengelenmesi
gerekir. Bu değer artışlarının önemli bölümü
sürekli değildir; ve bu nedenle eşitleme, yıllar ortalaması olarak, ve pek de tamamlanmaksızın, açık bir biçimde işçilerin zararına gerçekleşir; işçiler daha fazla artı-değer üretirler, çünkü emek-gücü tam olarak ödenmemiştir.
c) Özellikle bunalımlarda, artı-ürünün değeri gerçek içeriğine, toplumsal bakımdan gerekli emeğe indirgendiği zaman,
alıcıya armağan olarak sunulan bölümü çıkarıldıktan sonra geriye kalan artı-değer toplam miktarı.
Bundan, işin doğası gereği çıkan şudur ki, toplam kâr ve toplam artı-değer, ancak yaklaşık olarak çakışabilir. Ama bir adım daha ilerleyerek, hem toplam artı-değerin, hem toplam sermayenin sabit büyüklükler değil, günden güne değişen, değişken büyüklükler olduğu gerçeğini dikkate alırsanız, yaklaşıklıklar dizilerinin dışında
? s /?(c+v) yoluyla kârla herhangi bir çakışma ve toplam fiyat ile toplam değerin sürekli olarak birliğe yaklaşma çabası gösterirken aralıksız olarak birbirinden ayrı düşmesi dışında bir çakışma, kesinkes bir olamazlıktır. Başka bir deyişle, kavram ile fenomenin birliği, kendini özsel olarak sonsuz bir süreç olarak ortaya koyar ve başka alanlarda bu ne ise, burada da odur.
Feodalizm, hiç kendi kavramına tekabül etti mi? Batı Franklar krallığında kuruldu; Norveçli istilacılar tarafından Normandiya’da daha geliştirildi; İngiltere’de ve güney
[sayfa 318] İtalya’da Fransız Normandiyalılar tarafından oluşumu sürdürüldü;
Assises de Jérusalem ile, ardında feodal düzenin en klasik ifadesini bırakan kısa ömürlü Kudüs krallığı, kavramına en çok yaklaştığı yer oldu. Bu düzen, gerçek klasik biçimiyle yalnızca Filistin’de kısa ömürlü bir varlık gösterdi ve o bile, büyük ölçüde kağıt üzerinde kaldı diye, bir kurgu muydu?
Ya da doğa bilimlerinde yürürlükte olan kavramlar, gerçeklikle her zaman çakışmıyorlar diye kurgu mudur? Evrim teorisini kabul ettiğimiz andan itibaren organik yaşama ilişkin tüm kavramlarımız gerçeğe ancak yaklaşık olarak tekabül eder. Aksi halde, değişim olmazdı. Kavramlarla gerçekliğin organik dünyada tamı tamına çakıştığı gün gelişme sona erer. Balık kavramı, su içinde yaşamı ve solungaçlar aracılığıyla nefes almayı içerir: Balıktan, hem suda hem karada yaşayabilen hayvana, amfibiyana bu kavramı kırmaksızın nasıl ulaşacaksınız? Kırıldı da zaten; çünkü, bir dizi balık biliyoruz ki, bunlar kendi hava keseciklerini akciğere dönüştürdüler ve hava soluyabiliyorlar. Yumurtlayan sürüngenden, canlı yavru doğuran memeliye, bu iki kavramdan birini ya da ikisini gerçeklikle çatışmaya sokmaksızın nasıl ulaşabilirsiniz? Ve gerçeklikte monotrematalarda yumurtlayan memeliler alt sınıfını görürüz – 1843’te Manchester’de perde ayaklı bir kunduzun yumurtalarını görmüştüm ve kaba bir darkafalılıkla, böyle bir salaklığı alaya almıştım –sanki memeliler yumurtlarmış diye– ve’ şimdi bu kanıtlandı! Şimdi siz de benim sonradan perde ayaklı kunduzdan af dilememe neden olan şeyi, değer kavramına karşı yapmayın!
Sombart’ın, Cilt III hakkında yazdığı, öteki açılardan çok iyi olan makalesinde de değer teorisini sulandırma eğilimini görüyorum; o da şu ya da bu ölçüde farklı bir çözüm bekliyor-muş anlaşılan.
Centralblatt’taki
makaleniz gerçekten
çok iyi; Marx’ın –nicel belirleme yoluyla– kâr oranı teorisi ile eski ekonomi
[sayfa 319] politiğin kâr oranı teorisi arasındaki özgül farklılığın kanıtı çok iyi ortaya konuyor. Anlı-şanlı Loria, tüm o bilgeliğiyle, üçüncü ciltte, değer teorisinin doğrudan yadsındığını düşünüyor ve bu noktada sizin yazınız, hazır bir yanıt olarak çok iyi. Bu konu iki kişinin ilgisini çekti: Roma’da Labriola ve bir de
Critica Sociale’de Loria ile polemiğe girişen Lafargue. Bu nedenle yazınızın bir kopyasını Profesör Antonio Labriola’ya, Corso Vittorio Emmanuele, 251, Roma adresine gönderebilirseniz, o İtalyanca çevirisini yayınlatmak için elinden geleni yapacak; ikinci kopyasını da Paul Lafargue’a Le Perreux, Seine, Fransa adresine yollarsanız, o da sizden bölümler alıntılayabilir. Ben bu amaçla her ikisine de yazdım, sizin makalenizin temel noktada hazır bir yanıt olduğunu bildirdim. Kopyalarını gönderemezseniz, lütfen beni haberdar edin.
Ama artık bu noktada durmalıyım, yoksa hiç bitmeyecek.
En iyi dileklerimle.
Sevgiyle
F. Engels
262
ENGELS’TEN VİYANA’DAKİ VICTOR ADLER’E
LONDRA, 16 MART 1895
... Demir parmaklıkların gerisinde
Kapital II ve III’ü söktürmeye çalışmak istediğinize göre, size işi kolaylaştıracak birkaç ipucu vereceğim.
Cilt II, Kesim I. Bölüm I’i baştan sona iyi okuyun, böylece Bölüm 2 ve 3’ü daha kolay anlarsınız; Bölüm 4 u gene tamamen okuyun, çünkü bir özettir; 5 ve 6 kolay, özellikle 6, çünkü ikincil konulara değiniyor.
Kesim II. Bölüm 7-9 önemli. Özellikle önemli olanlar 10 ve 11. Onlar gibi 12, 13, 14 de öyle. Öte yandan 15, 16, 17 yalnızca şöyle bir kaymağı alınarak geçilebilir.
Kesim III kapitalist toplumda meta ve para dolaşımının fizyokratlardan bu yana ilk kez yapılmış en yetkin bir
[sayfa 320] açıklamasıdır; içerik açısından kusursuz, ama biçimde korkunç ölçüde ağır, çünkü 1) konuya ilişkin olarak iki ayrı yöntemle hazırlanmış iki açıklama biraraya getirildi ve 2) ikinci açıklama, süreğen bir uykusuzluktan beynimin çok rahatsız olduğu bir hastalık sırasında sonuca ulaştırıldı, ilkin üçüncü cilt üzerindeki
ilk çalışmayı yapmalı ve bu bölümü
en sona bırakmalıydım. Ayrıca, sizin çalışmanızla ilgili olarak, başlangıçta en kolay bir yana konabilecek bir bölümdür.
Ve üçüncü cilt.
Burada önemli olanlar şunlar: Kesim I’de 1-4. Bölümler; tersine,
genel iç bağlantı açısından daha az önemli olanlar Bölüm 5, 6, 7 – bunlarda ilkin çok fazla zaman harcamaya gerek yok.
Kesim II.
Çok önemli: Bölümler 8, 9, 10. Bölüm 11 ve 12 üstünden okunup geçilebilir.
Kesim III.
Çok önemli: hepsi – 13 -15.
Kesim IV. Aynı biçimde çok önemli, ama okuması da kolay: 16-20.
Kesim V.
Çok önemli: 21-27 Bölümler. Bölüm 28 daha az önemli. Bölüm 29 önemli. Bir bütün olarak 30-32’nci bölümler sizin amacınız açısından önemli değil; kağıt paraya değinildiği andan başlayarak 33 ve 34 önemli; 35, uluslararası değişim oranları konusunda önemli; 36:
sizin için çok ilginç ve okuması kolay.
Kesim VI. Toprak rantı. 37 ve 38 önemli. 39 ve 40: daha az öyle, ama yine de okunmalı. 41-43 daha yüzeyden okunabilir. (Farklılık Rantı II. Özel Durumlar.) 44-47 gene önemli, ama çoğunca okuması da kolay.
Kesim VII. Çok iyi, ama ne yazık ki yalnızca bir taslak ve uykusuzluğun izlerini taşıyor.
Böylece, bu verdiğim doğrultuları izleyerek, ana noktaları başından sonuna iyice okursanız, daha az önemli olanları şöyle üstünden okur geçerseniz (ilkin cilt I’deki ana noktaları yeniden okumak en iyisi olur) bütün hakkında genel bir fikriniz olacak; daha sonra, önce bir kenara bıraktığınız kısımları daha dikkatlice okuyabilirsiniz....
[sayfa 321]
263
ENGELS’TEN STUTTGART’TAKİ KARL KAUTSKY’E
LONDRA, 1 NİSAN 1895
Sevgili Baron,
Kartpostal alındı.
Vorwärts’de bugün benim “Giriş”im-den bir parça alıntılandığını hayretle gördüm.
Önceden bana haber verilmeden basılmış ve öyle bir budanmış ki, ben, her ne pahasına olursa olsun barışçıl bir legalite tapınıcısı gibi görünüyorum,
405 Bereket ki, yazının tümü şimdi
Neue Zeit’ta yayınlanacak da, bu aşağılayıcı izlenim silinecek. Bu konuda aklımdan geçenleri Liebknecht’e ve kim olurlarsa olsunlar, benim görüşümü, bana tek sözetmeksizin yanlış sunma fırsatını ona verenlere, hiç sözümü esirgemeden yazacağım. ...
264
ENGELS’TEN PARİS’TEKİ PAUL LAFARGUE’A
LONDRA, 3 NİSAN 1895
... Liebknecht bana iyi bir oyun oynadı. Marx’ın 1848-50 Fransa’sı üzerine yazılarına “Giriş” yazımdan, bir zamandan beri, ve özellikle Berlin’de yeni baskı yasalarının hazırlanmakta olduğu şu sıralarda, öğütlemekten hoşlandığı
her nasıl olursa olsun barış, ve zora ve şiddete karşı çıkma taktiklerini desteklemesine yarayacak her şeyi almış yayınlamış. Ama ben bu taktikleri yalnızca
bugünün Almanyası için salık veriyorum, onu da
önemli bir kayıtla. Fransa’da, Belçika’da, İtalya’da ve Avusturya’da bu taktikler, kendi bütünlükleri içinde uygulanamaz ve yarın Almanya’da da uygulanamaz olabilir. ...
[sayfa 322]
265
ENGELS’TEN STUTTGART’TAKİ KARL KAUTSKY’YE
LONDRA, 21 MAYIS 1895
... O sıralarda siz, bir sosyalizm tarihi yayınlamayı üstlenmiştiniz. O vakitler bu çalışmada yardımı kesinlikle zorunlu görünen, hayatta kalmış tek kişi vardı ve –kesinlikle bunu söylemeye hakkım var– o da bendim. Hatta ben, yardımım olmaksızın böyle bir işin tamamlanmamış ve hatalı olmaya mahkum bulunduğunu söyleme cesaretini bile gösterdim. Bunu benim kadar sizler de biliyorsunuz. Ama yararlanılabilecek kişiler arasında tam da benden ve yalnızca benden işbirliği istenmedi. Yalnızca beni dışlamanız için çok inandırıcı nedenleriniz olması gerek. Ben bundan yakınıyor değilim; böyle bir şeyin çok uzağındayım. Davrandığınız gibi davranmaya pekala hakkınız var. Yalnızca bir olguyu dile getiriyorum.
Beni, o da yalnızca bir an için, inciten şey, tüm dünya bu olaydan sözederken, sozkonusu olan ben olduğumda, sizin konuyu garip bir gizemli havayla sarıp sarmalamanız oldu. Tüm tasarıyı, ancak üçüncü kişilerden ve planın genel çizgilerini içeren basılı bir prospektüsten öğrenebildim. Ne sizden ne Ede’den
tıs çıkmadı. Sanki bir vicdan rahatsızlığı içinde gibiydiniz. Aynı zamanda her tür insan el altından beni yokluyordu: sorunu nasıl görüyormuşum da, işbirliği yapmayı red mi etmişim de vb.. Ve en sonunda, artık susmanın olanaksız oluşundan sonra bizim eski ahbap Ede’nin, daha ayıplı bir işte çok daha makbul olabilecek bir mahcup yüz ve sıkıntılı bir eda ile dili çözüldü – böyle diyorum, çünkü ortada bu gülünesi komediden başka bir münasebetsizlik yoktu; Louise tanığımdır, bu iş beni saatler boyunca gerçekten çok eğlendirdi.
Evet, beni bir oldu-bittiyle karşı karşıya getirdiniz: benim işbirliğini olmaksızın bir sosyalizm tarihi. Bu olguyu başından bu yana, yakınmaksızın kabul ettim. Ama kendi yaptığınızı, olmamış sayamazsınız, ne de, şu ya da bu nedenle,
[sayfa 323] böyle olsun istediğiniz günü görmezden gelebilirsiniz. Bunu ben de olmamış sayamam. Bana danışılmasının size çok önemli yararlar sağlayabileceği bir zamanda, iyice düşünüp taşınarak cümle kapısını bana kapattıktan sonra, şimdi sizi, içine düştüğünüz güçlükten kurtarmam için, gelip de küçük arka kapıdan içeri sessizce sızmamı istemeyin. İtiraf etmeliyim ki, eğer rollerimizi değişmiş olsaydık, şimdi sizin sözkonusu öneriyi yapmadan önce ben çok uzun uzadıya düşünürdüm.
406 Herkesin yaptıklarının sonucuna katlanması gerektiğini anlamak gerçekten o kadar zor mu? Yatağınızı siz yaptığınıza göre, onun içinde şimdi siz yatmalısınız. Bu işte bana yer yoksa, bu yalnızca siz öyle istediğiniz için oldu.
Evet, işte bu kadar. Lütfen zahmet edip, yanıtımın kesin olduğunu dikkate alın. Sizinle benim aramda bu olay ölmüş ve gömülmüştür. Kendisi lafını açmadığı sürece, bu konuda Ede’ye de herhangi bir şey söyleyecek değilim.
Bu arada size
Neue Zeit için, sizi memnun edecek bir yazı göndermek üzereyim: “Ergänzungen und Nachtrage zum
Kapital, Buch III, Nr. I: Wertgesetz und Profitrate.” [
Kapital, Cilt III, No. 1 için Ek ve Tamamlayıcı Parça: “Değer Yasası ve Kâr Oranı”
]; Sombart ve Conrad Schmidt’in karşı çıkmalarına yanıt. Daha sonra 2 numara bunu izleyecek: borsanın rolü – ki Marx’ın bu konuda yazdığı 1865’ten bu yana çok değişti. İsteğe ve ayırabileceğim zamana bağlı olarak devam edilebilir. Zihnim serbest kalmış olsaydı birinci makale şimdiye dek bitmiş olurdu.
Sizin kitabınıza gelince,
kitap ilerledikçe, giderek daha iyileşiyor. Orijinal plana bakışla Platon ve ilk hıristiyanlığın işlenişi yetersiz olmuş. Ortaçağ sektleri daha iyi; ve
kreşendo, en iyileri Taborlular, Münzer ve Anabaptistler.
[sayfa 324] Siyasal olayların çok önemli birçok ekonomik tahlili, araştırmada boşluk olan yerlerde sıradanlığa dönüşmüş. Kitaptan çok şey öğrendim; benim
Köylüler Savaşı’nı gözden geçirirken, vazgeçilmez bir başlangıç çalışması olarak kullanılabilir. İki önemli eksiği var:
1) Feodal yapının tamamen dışında olan ve ne zaman bir kent kurulsa ortaya çıkan, her ortaçağ kentinde nüfusun en alt katmanını oluşturan, hemen hemen parya benzeri, sınıf-dışı unsurların gelişimi ve rolü çok üstünkörü araştırılmış; bunlar yasaların çerçevesi dışında idiler ve
Markgenossenschaft’tan
, feodal bağımlılıktan ve zanaatkar loncalarından uzak tutulmuşlardı. Bunu incelemek zordur ama
esas temeldir, feodal bağların giderek gevşemesiyle, bu unsurlar, 1789’da Paris’in varoşlarında devrimi yapan ve feodal ve lonca sisteminin dışladığı herkesi içine emen önproletaryayı oluşturdular. Siz proleterlerden sözediyorsunuz –ifade bulanık– ve önemini oldukça doğru tanımladığınız dokumacıları ele alıyorsunuz; evet ama loncaların dışında, sınıf-dışı gezginci dokuma ustaları ortaya çıktıktan
sonra ve ancak bu insanlar olduğu
ölçüde, onları, sizin “proletarya”nızın parçası sayabilirsiniz. Burada düzeltmelere gerek var.
2) 15. yüzyılın sonunda Almanya’nın uluslararası ekonomik konumundan sözedilmesinin olanaklı olduğu ölçüde konuşursak, Almanya’nın dünya pazarındaki yerini tam kavramadığınız görülüyor, İngiltere’de, Hollanda’da ve Bohemya’da yenik düşürülen orta sınıf pleb hareketinin nasıl olup da dinsel görünümlü bir hareketle 16’ncı yüzyıl Almanyası’nda
bazı başarılar elde ettiğini,
ancak Almanya’nın bu konumu açıklıyor: Bu, hareketin
dinsel maskesinin başarısıdır; buna karşılık hareketin orta-sınıf içeriğinin başarısı, bir sonraki yüzyıl için o arada gelişen yeni dünya ticaret yolları boyunca yeralan Hollanda ve İngiltere için saklı tutulmuştur. Bu uzun bir konudur,
Köylüler Savaşı’nda
in extenso ele almayı umut ediyorum. Keşke hemen girişebilsem!..
[sayfa 325]
Dipnotlar
N. Flerovsky, Rusya’da İşçi Sınıfının Durumu. -Ed.
Amazon nehri kıyısında, her şeyi altından olduğuna inanılan kurgusal kent ya da ülke. -ç.
Bu alıntı, mektupta Rusça yazılmış. -Ed.
F. Engels, Die Lage der arbeitenden Klasse in England [İngilte-re’de Emekçi Sınıfın Durumu.] -ç.
Birinci Enternasyonalin genel konseyce yayınlanan Basle kongresi raporları. -Ed
Marx yanlışlıkla “1 Aralık 1869” yazmış. -Ed.
K. Marx, “Le Conseil Général au Conscil Fédéral de la Suisse Romande à Genève” [“Genel Konseyden Cenevre’deki Fransızca Konu-şulan İsviçre Federal Konseyine”]. -Ed.
Varlık nedeni, burada gerekçe anlamında kullanılıyor. -ç.
27 Şubat 1870’de yayınlanan “Le gouvernement angiais et les prisonniers fénians” [“İngiltere Hükümeti ve Fenian Hükümlüleri”) başlıklı yazı. -Ed.
Marx, Belçika federal konseyini kastediyor. -Ed.
Louis Bonaparte’ın lakabı; Boulogne, Strassbourg ve Paris kentlerinin ilk hecelerinden oluşuyor, (ayrıca Cilt I’de not 88’e bkz.). -Ed.
Sözsüz, düpedüz. -ç.
İşçi Sorunu Üzerine, vb., 2. baskı. -Ed.
Aramızda kalsın. -ç.
Napoleon III. -Ed.
Wilhelm Liebknecht. -Ed.
Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Brunswick Komitesi. -Ed.
Napoléon III’ün lakabı. -Ed.
William I’in takma adı. -Ed.
Marx’ın yazdığı, “Uluslararası Emekçiler Derneği Genel Kon-seyinin Fransız-Alman Savaşı Üzerine Birinci Çagrısı” [Bkz: Marx, Fransa’-da İç Savaş, Sol Yayınları, Ankara 1991, s. 21-26]. -Ed.
Wilhelm Liebknecht -Ed.
Wilhelm Liebknecht. -Ed.
Yaklaşık 1860’larda İspanya krallarının görevlendirdiği küçük danışmanlar meclisi. -ç.
Prusya’nın Alsace-Lorraine’i ilhak etme planı. -Ed.
“En azgın” sözcüklerini Engels ekliyor. -Ed
Germen soyundan olan kimse. -ç.
Metin, Marx’ın imzasıyla gönderildiği için, birinci tekil kişi adılı kullanılıyor, -ç.
“Karım ne umurum, yavrum ne umurum,
Daha yüce umudum;
Açsalar, dilensinler ne gam,
İmparatorum, tutsak imparatorum”
(Heinrich Heine’nin “Die Grenadiere” adlı şiirinden.)
-ç.
Napoléon III. -Ed.
William I. -Ed.
Peloponezde, kır mutluluğunun ideal yöresi sayılan köylük bölgenin halkı. Burada kastedilen köy insanı. -ç.
Laura Lafargue’ın şaka yollu takma adı. -Ed.
Büyük Fransız Devriminin en kanlı dönemi. -ç.
Karl Schorlemmer’in şaka yollu takma adı. -Ed.
York dükü James’in katolik oluşu nedeniyle tahta geçmesine karşı duranların 1689’da kurdukları siyasal parti. Muhafazakar Torylerin karşısında daha sonra Liberal Partiye dönüştü. -ç.
Kente girerken alınan vergi, ayakbastı parası. -ç.
Devletin kaldırılması. -Ed.
Fransa’nın Kurtuluşu Komitesi. -Ed.
“Uluslararası Emekçiler Derneği Genel Konseyinin, Fransız-Alman Savaşı Üzerine Birinci ve İkinci Çağrısı” [Bkz: Marx, Fransa’da İç Savaş, Sol Yayınları, Ankara 1991, s. 21-351. -Ed.
E. S. Beesly, “The International Working Men’s Association” [“Uluslararası Emekçiler Derneği”]. -Ed.
Marx, İngilizlerin şarkı da söylenen bazı publarını, birahanelerini kastediyor. -ç.
Ren Nehri Sahilinde Nöbette. -ç.
Çeteci asker. -ç.
Georg Heinrich Pertz, “Das Leben des Feldmarschalls Grafen Neithardt von Gneisenau”, [“Mareşal Kont Neithardt von Gneisenau’nun Yaşamı.”] -Ed.
Şakası. -Ed.
Prusya kralı için. -ç.
Prusya kralı Allexander’in adıyla ilgili bir sözcük oyunu. Prusya’-nın Alsace-Lorraine’i ilhakına bağlı olarak İngilizce “annex - ilhak etme” sözcüğü kralın adının hafifçe değiştirilmesiyle “Kral Wilhelm ilhakçı”ya dönüştürülüyor. -ç.
Uyarı. -Ed.
133 numaralı mektuba bakınız. -Ed.
“Uluslararası Emekçiler Derneği Genel Konseyinin Fransız-Alman Savaşı Üzerine Birinci Çağrısı” [Marx, Fransa’da İç Savaş, Ankara 1991, s. 21-26]. -Ed.
Askeri budala. -ç.
Sapına kadar kılıç. Burada gerçek asker anlamında. -ç.
Pasif direniş. -ç.
Göstermelik yarma hareketleri. -ç.
Prusya kralının tutsağı baylar. -ç.
Fiili olarak. -ç.
William I. -Ed.
Gertrud ve Franziska Kugelmann. -Ed.
Vari, o biçimde. -ç.
Alçak, aşağılık kişi. -ç.
Bir olasılıkla N. Eilau. -Ed.
Uluslararası Emekçiler Derneği Genel Konseyinin Bee-Hive’a ilişkin Kararı. Bkz: The General Council of the First International 1868-1870, [Birinci Enternasyonal Genel Konseyi 1868-1870], Moscow, 1966, s. 239-40. -Ed.
Bir olasılıkla N. Eilau. -Ed.
Komünist Birlik’in üyesi olmuş Johannes Miquel. -Ed.
“Uluslararası Emekçiler Derneği Genel Konseyinin Fransız-Alman Savaşı Üzerine Birinci Çağrısı” [Marx, Fransa’da İç Savaş, Ankara 1991, s. 21-26].) -Ed.
Uluslararası Emekçiler Derneğinin Marx tarafından yazılan geçici tüzüğü. -Ed.
Sosyalist Demokrasi İttifakı. -ç.
Bkz: The General Council of the First International 1870-1871, [Birinci Enternasyonal Genel Konseyi, 1870-71] Moscow, s. 451. -Ed.
Bkz: The General Council of the First International. 1864-1866, Moscow, s. 286. -Ed.
Bkz: The General Council of the First International. 1870-1871, Moscow, s. 444-46. -Ed.
Polisler. -Ed.
Engels Birinci Enternasyonalin 1871’de Londra’da toplanan konferansını kastediyor. -Ed.
22 Ocak. -Ed.
Bousquet. -Ed.
Gaspard Blanc. -Ed.
Aile çevresinde Paul Lafargue’a verilen takma ad. -Ed.
Cockatoo - Karl Marx’ın kızı Laura’nm takma adı; Schnappy - Laura’nm oğlu Charles Étieinne’in (1868-72) takma adı. -Ed.
Kapital’in 1. cildinin çevirisi. -Ed.
Londra’nın Hampstead mahallesindeki Hampstead Heath kırı. -Ed.
Shakespeare’in The Merry Wives of Windsor [Windsor’un Şen Kadınları] adlı güldürüsü. -ç.
Shakespeare’in Two Gentlemen of Verona [Veronalı İki Cen-tilmen] adlı oyunundaki bir karakter. -Ed.
Engels, cosmopolitan sözcüğünü evrensel anlamında kullanıyor. -ç.
Wilhelm Bracke’nin broşürü Der Lassalle’sche Vorschlag [Las-salle’ın Önerisi]. -Ed.
Felsefenin Sefaleti. -Ed.
İğrendirecek ölçüde. -ç.
Shakespeare’in Venedik Taciri adlı oyunundaki yahudi tefeci Shylock’un, Venedikli tacir Antonio’nun kefil olduğu 3 bin dukalık borcun ödenmemesi nedeniyle, kendi etinden bir poundluk bir parçayı, ceza koşulu olarak ödemesinde, sözleşme gereği ısrar etmesi. -ç.
M. Bakunin, Devlet ve Anarşi. –Ed.
İş işten geçtikten sonra, bayramdan sonra. -ç.
Engels, Gotha Programının Eleştirisi’ni kastediyor. -Ed.
Engels, Anti-Proudhon derken Marx’ın Felsefenin Sefaleti adlı yapıtını kastediyor. -ç.
Volksstaat gazetesi 1875’te, çeşitli sayılarında (55, 68, 82, 91, 92), K-Z imzasıyla makaleler yayınladı. -Ed.
Karl Kautskynin yazılarında kullandığı imza. -Ed.
Sözcük anlamında “bir tutam tuzla”; konuşma dilinde “kimi çekincelerle” anlamında. -ç.
Tırnak içindeki Rusça deyiş (“inanmış darvinciler”) Lavrov’un makalesinden. -Ed.
Üç kez. -ç.
Yerin ve Denizin Üzerinde. -ç.
Herkesin herkese karşı savaşı. -Ed.
İtalikler Engels’in. -Ed.
Engels bu sözleri, ve biraz aşağıdaki sözleri Lavrov’un makalesinden Rusça alıntılıyor. [“ Yalnızca varolmak için değil, ama aynı zamanda hazlar için ve hazları artırmak için savaşım verme... daha üst hazları tatmak için daha ikincil hazlardan vazgeçmeye hazır olma”]. -Ed.
“Savaşımı kolaylaştırmak için geliştirilen dayanışma düşüncesi, en sonunda ... Öyle bir noktaya ulaşabilir ki, tüm insanlığı içine alır ve o topluluğu, –dayanışma içinde yaşayan kardeşler topluluğu– dünyanın geri kalan kısmının, mineraller, bitkiler, hayvanlar dünyasının karşısına koyar.” -ç.
Cursus der Philosophie als streng wissenschaftlicher Welt-anschauung und Lebensgestaltung, Leipzig 1875. – Ed.
Eugen Dühring, Cursus der National-und Sozialökonomie einschliesslich der Hauptpunkte der Finanzpolitik, Leipzig 1876. -Ed.
Planımı yaptım. -ç.
Wilhelm Liebknecht. -Ed.
Doğanın Diyalektiği. -Ed.
On the Origin of Species by Means of Natural Selection, 1859. [Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Ankara 1996]. -Ed.
Marx, 1877-78 Türk-Rus savaşını kastediyor. -Ed.
Oyunun kurallarına göre. -Ed.
Yani Marx ve Engels. -Ed.
N. K Mihailovski. -Ed.
Aleksandr Herzen. -Ed.
A. Haxthausen, Studien über die innern Zustande, das Volks-leben und insbesondere die landlichen Einriehtungen Russlands [Rusya’-da Yerel Koşulların, Halk Yaşamının ve özellikle Kırsal Kurumlar Üzerine Araştırmalar], cilt I-III, Hanover ve Berlin, 1847-52. -Ed.
“Rusların kendi ülkeleri için, Batı Avrupa’nın izlemiş olduğu ve halen izlediği yoldan daha farklı bir gelişme yolu bulma.” -ç.
N. G. Çernişevski. -Ed.
Bkz: Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt, Sol Yayınları, Ankara 1993, s. 732. -Ed.
Aynı yapıt, s. 783. -Ed.
Daha nice yüceliklere. -Ed.
Söylemesi korkunç. -Ed.
Bu, tamamen gizli. -Ed.
Marx, Kapital’i kastediyor. Daha sonra II ve III’üncü ciltler olarak yayınlanan bölümler, burada ikinci cilt olarak anılıyor. -Ed.
Şube. -ç.
Acil durum. -ç.
Satılamayanların iade alınması güvencesiyle. -ç.
Geçerken. -ç.
1878’de Paris’te düzenlenen dünya sergisini kastediyor. -Ed.
Eserin taçlandınlması. -ç.
Yerinde. -ç.
Sıradan insanlar. -ç.
Yapının ön yüzü. -ç.
Eski Yunan’daki lirik şair. -Ed.
Bir uzmanın görüş açısından. -Ed.
Bir önceki mektup. -Ed.
Hükümdara hıyanet suçu. -ç.
Modern bilimsel sosyalizm. -ç.
Sınıfsızlaşmışlardan. -ç.
Gizli Narodnaya Volya (Halk iradesi) örgütünün yönetim kurulu. -Ed.
Bir şeyin bir başka şeyin yerini tutması; yanlış anlama. -ç.
Bütün kalbiyle senin olan, anlamında Latince deyim. -ç.
Sözcük okunamadı. -Ed.
Yasadışı. -ç.
Friedrich Engels, Outlines of a Critique of Political Economy (Bkz: Ecomonic and Pkilosophic Manuscripts of 1844, Moscow 1961, pp. 203-04 [K. Marx, 1844 Elyazmaları, “Ekonomi Politiğin Bir Eleştiri Dene-mesi”, Sol Yayınları, Ankara 1993, s. 378]). -Ed.
Bu kitaptaki 163 numaralı mektup. -Ed.
Rutin kafalılar. -ç.
Bay Gould’un burnu iyi koku alıyor. -Ed.
Bundan iyisi can sağlığı. -Ed.
Aranan nitelik. -ç.
Gerekli değişiklikler yapılmış olarak. -ç.
Önsel. -ç.
Eylem biçimi. -ç.
Narodniklerin gizli Narodnaya Volya (Halkın iradesi) örgütü yönetim kurulu. -Ed.
K. Marx, Le Capital, Paris 1875 [Kapital, Birinci Cilt, s. 731,732. Marx, Kapital’in (Birinci Cilt) çevirisini gözden geçirirken Fransız okurun daha kolay anlaması amacıyla yer yer değişiklikler yapmıştır. -Sol Yayınları.]. -Ed.
Bkz: Kapital, Birinci Cilt, s. 781. -Ed.
Wilhelm I. -Ed.
Yaşasın Komün! -ç.
Marx, Henry George’un Progress and Poverty [İlerleme ve Yoksulluk] başlıklı kitabını kastediyor. -Ed.
Bkz: Marx, Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınları, Ankara 1992,s. 146. -ç.
Aranan nitelik. -ç.
Mektup, bu noktadan itibaren İngilizce yazılmış. -Ed.
“Onun yüce gönüllülüğünü övgüyle anmalıyım.” -Ed.
İngiltere Herkes İçin. -ç.
Sunuş, tanıtım. -ç.
Karşı karşıya, yüz yüze. -ç.
Becker 1 Şubat 1882’de Engels’e yazdığı mektupta yeni bir Enternasyonal kurulmasını salık vermişti. -Ed.
Latince “bakınız” anlamında bir sözcük. -ç.
Engels, 24 ve 31 Aralık 1881’de Arbeiterstimme’de yayınlanan, Schramm imzalı “Karl Bürkli und Karl Marx” başlıklı yazıyı kastediyor. -Ed.
Hükümdarın İrlanda’daki sürekli temsilcisi; bir tür genel vali. -ç.
‘’Tanrım, günah işledim”. Bağışlanma duası. -Ed.
İngiliz Muhafazakar Partisi. -ç.
İngiliz. -ç.
İşçi partisi. -ç.
Engels, Vollmar’ın Almanya’da Sosyalistler Yasasının yürürlükten kaldırılması konusunda Sozialdemokrat’ta yazdığı ikinci makaleyi kastediyor. -Ed.
Devrimci savaşıma karşı çıkanların, yalnızca olabilir olanı elde etmeye çalışacaklarını açıklamaları nedeniyle kendilerine “olabilirci” karşılığı possibilist denmiştir. -Ed.
Kafes kule; burada cezaevi. -ç.
Engels, ilk kez 1882’de Entwicklung des Sozialismus von der Utopie zur wissenschaft’ın [Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm] ilk Almanca baskısına ek olarak yayınlanan Die Mark’ı kastediyor. -Ed.
Engels, Georg Ludwig von Maurer’in Geschichte der Fronhöfe, der Bauernhöfe und der Hofverfassung in Deutschland [Almanya’da Tasarruf İzniyle İşletilen Çiftliklerin, Köylü Çiftliklerinin ve Çiftlik Örgüt-lenişinin Tarihi] adlı yapıtını kastediyor. -Ed.
Prusya kralı Frederick II. -Ed.
Kare işaretiyle .Engels Louis Viereck’i kastediyor. (Almanca Viereck, “kare” anlamana geliyor.) -Ed.
İngiliz romancı Charles Dickens’ın Türkçeye “Pickwick’in Maceraları” diye çevrilen Pickwick Papers adlı ilk yapıtının başkahramanı; garip, ama nazik huylu Samuel Pickwick kastediliyor. -ç.
Fransız İşçi Partisinin marksist (Fransa’da kolektivist olarak bilinir) programı. -Ed.
Marx’ın en büyük kızı. -Ed.
Aralık 1847-Ocak 1848’de yazılan Komünist Manifesto 1848’de yayınlandı. -Ed.
Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Sol Yayınları, Ankara 1991. -Ed.
agy, s 50. -Ed.
Java, ya da Bir Sömürge Nasıl Yönetilir. -ç.
Ortaçağ Almanyası’nda köy topluluğunun ortak malı olan toprak parçasına verilen ad. -Ed.
Eski Toplum. -ç.
Marxist ve Marxian sözcükleri arasındaki anlam ayrımını belirtebilir umuduyla, Marxian karşılığı marksistçe sözcüğünü kullandım. -ç.
İlkel bir toplumda, kandaş akrabalık üzerine kurulu, temel toplumsal birimler. -ç.
Felsefenin Sefaleti. -ç.
Felsefenin Sefaleti. -ç.
Çarın oğlu. -ç.
Halk. -Ed.
Helene Demuth. -Ed.
Engels, Origin of the Family, Private Property and the State [Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, Ankara 1992] adlı yapıtını kastediyor. -Ed.
Fourier’nin planladığı sosyalist koloniler. -ç.
Ücretli Emek ve Sermaye. -ç.
F. Engels, “Bir Ekonomi Politik Eleştirisinin Anahatları”, K. Marx, 1844 Elyazmaları, s. 352-383. -Ed.
Anti-Dühring. -Ed.
Engels, Kautsky’nin “Das ‘Kapital’ von Rodbertus” [Rodbertus’-un Kapital’i] başlıklı makalesini kastediyor. –Ed.
Eduard Bernstein. -Ed.
Farklılıklarımız. -ç.
Ailenin, özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. -ç.
1 (13) Mart 1881’de Aleksandr II öldürülmüştü. -Ed.
Varlık nedeni, varlık gerekçesi. -ç.
İşçi Partisi. -ç.
Marx’ın Kapital’i. -Ed.
Dünya tarihinin ironisi. -ç.
Artı-değer oranı – kâr oranı ilişkisi, -ç.
Toprak rantı. -ç.
Marx’ın Danielson’a mektupları. -Ed.
Yüzyüze bana. -ç.
Lopatin. -Ed.
Marx’ın bu ciltteki 163 numaralı mektubu. -Ed.
Dünya pazarı. -ç.
Minna Kautsky’nin bir romanı. -Ed.
M. Kautsky’nin romanı Stefan vom Grillenhof. -Ed
Bu beriki. -Ed.
John Bright’vari. -ç.
Darkafalılığı. -ç.
Cennetle cehennem arasında, günahların cezasının geçici olarak çekildiği Araf. -ç.
Para babaları tarafından. -ç.
Ne yapılırsa yapılsın, karışmayacaklar. -ç.
Kapital’in birinci cildinin 1886’da yayınlanan ilk İngilizce baskısının Önsöz’ü. -Ed.
Bir musibet bin nasihatten iyidir. -ç.
Tek kurtarıcı dogma. -ç.
Aktüel konumlarını, gerçeklerini. -Ed.
Şimdiki hareket içersinde bu hareketin geleceğini de temsil etmek. [Marx-Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, Sol Yayınları, Ankara 1993, s. 146.] -Ed.
Gerçek. -ç.
Kuramımız Amerikalılara dışardan ne kadar az zorlanırsa ve onlar bunu kendi deneyimleriyle –Almanların yardımıyla– sınarlarsa, o kadar çok damarlarına işleyecektir. -Ed.
Margaret Harkness’in bir romanı: Kentli Kız. -Ed.
Küçük bir başyapıt. -ç.
Yoksullara yardım etmeyi ve hıristiyanlığı yaymayı amaçlamış, yarı-askeri yapıda, üyelerinin askeri rütbeleri olan bir protcstan yardım örgütü. -ç.
Sorun romanı. -Ed.
Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek. -Ed.
Balzac’ın, ilk cildi 1842’de yayınlanan yapıtı; İnsanlık Komed-yası. -ç.
Eski Fransız zarafeti. -Ed.
Sersemletilmiş. -Ed.
Sendikaların, Kasım 1888’de yapılan uluslararası kongresi; kongrede eski sendikalar ağır bir yenilgiye uğradı. -Ed.
Avenel’in sözü edilen kitabı Anacharsis Cloots, L’orateur du genre humaine [Anacharsis Cloots, insan Soyunun Hatibi]. -Ed.
Vagus siniri (Nervus vagus) – Boyundan karın içine kadar birçok organa ve bu arada akciğerler ile yüreği uyaran sinir. -ç.
Sonuna kadar. -ç.
Lundis révolutionnaires 1871-1874 [Devrimci Pazartesiler 1871-1874], Avenel’in Fransız Devrimine ilişkin denemelerinin derlemesidir. -Ed.
Birleşik Devletlerin doğu kıyılarındaki hafifçe bataklık olan toprak parçalarına yerel halkın taktığı ad: Dismal Swamp karşılığı. -ç.
Engels, Barth’ın Geschichtsphilosophie Hegel’s und der Hegelianer bis auf Marx und Hartmann, [Hegel’in Tarih Felsefesi ve Marx ile Hartmann’a Kadar Hegelciler] kitabını kastediyor. -Ed.
İlk neden. -ç.
Tanrıdan vahiy geldiği düşüncesini yadsıyan, ama tanrının varlığına inanan felsefe kolu. -ç.
Kapital’in İngilizce baskısında bu konuya ilişkin bölümler 26-32. bö¬lümlerdir. -Ed.
Barth’ın Geschichtsphilosophie Hegel’s und der Hegelianer bis auf Marx und Hartmann [Hegel’in Tarih Felsefesi ve Marx’la Hartrnann’a Kadar Hegelciler] adlı kitabı kastediliyor. -Ed.
Fransızcada, “kendi koyunlarına dönmek” şeklindeki deyim, “konuya dönme” anlamını taşıyor. -ç.
Meclisteki sosyal-demokrat grup. –Ed.
Engels, Ursprung der Famille, des Privateigentums und des Staatsm [Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni], Dietz tarafından 1891 Kasımında yayınlanan dördüncü baskısını hazırlıyordu. -Ed.
İspanya parlamentosu. -ç.
Dinç, yalın, neşeli, özgür - Alman spor kulüplerinin sloganı. -Ed.
Alman Sosyal-Demokrat Partisinin program taslağı. -Ed.
1 Ekim 1890da, Sosyalistler Yasası Almanya’da kaldırıldı. -Ed.
“Milyonerler yaratmak”. -ç.
Karl Marx. -Ed.
İç pazarın yaratılmast. -Ed.
Kırsal topluluk. -ç.
Sömürü konusu. -ç.
Eugène Onegin’den. Bu dizeler orijinal metinde Rusça yazılmıştır. -ç.
Temel. -ç.
Yokolduğu. -ç.
Tersi. -ç.
İlk kez 1862’de dolaşıma çıkarılan arkası yeşil Amerikan banknotu. -Ed.
“Aşağılanan John” anlamında. -ç.
Son kertede. -ç.
Eleanor ve Edward Aveling’in Neue Zeit’da yayınlanan “Die Wahlen in Grossbritanien” [Büyük Britanya’da Seçimler] başlıklı makalesi. –Ed.
Bayramdan sonra, işler olup bittikten sonra. -ç.
Engels, Lavergne-Peguilhen’in Grundzüge der Gesellschafts-wissenschaft [Sosyolojinin Öğeleri] adlı kitabını kastediyor. -Ed.
Somut olarak. -ç.
Soyut olarak. -ç.
Daha ötesi olmayan. -ç.
Engels, yapı-kredi bankasının “kurtarıcı” anlamına gelen adıyla sözcük oyunu yapıyor, -ç.
Her şeyden önce. -ç.
Mektubun hitap bölümü Bulgarcadır. -ç.
Özgün metinde Bulgarcadır. -ç.
Özgün metinde son üç sözcük Bulgarcadır. -ç.
Bir bakışta. -ç.
J. J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi adlı yapıtı. -ç.
Ortaçağda, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunda, imparator seçme hakkı olan prens. -ç.
William I. -Ed.
Engels, Danielson’un, Nikolay-on takma adıyla yayınladığı Re-formdan Bu Yana Ulusal Ekonomimiz Üzerine Denemeler, adlı yapıtını kastediyor. -Ed.
Bu son cümle özgün metinde Rusçadır. -ç.
Kabile topluluğu. -ç.
Para ekonomisi. -ç.
Doğal ekonomi. -ç.
Toprakbeylerinin. -ç.
Büyük sanayi. -ç.
Rus zengin köylüler ve kanemiciler. -ç.
İşleyiş tarzı. -ç.
Kader kendi yolunu çizer. -ç.
Kapital. -Ed.
Eylemsizlik (atalet) gücü. -ç.
17. yüzyılın sonunda ve 18.yüzyılın ilk yarısında lutherci kilise içinde bir akım. Dinsel inancın dogmatik formüllerden daha yüce olduğunu öne sürüyordu. -Ed.
Latince Latifundium sözcüğünün çoğulu; latus (geniş) ve fundus (malikane) sözcüklerinden türetilmiş, feodal türden toprak mülkiyeti. -ç.
Ölüm yaşayanı yakalar. -ç.
Victoria. -Ed.
Engels, Tönnies’in “Neuere Philosophie der Geschichte: Hegel, Marx, Comte” [“Yeni Tarih Felsefesi: Hegel, Marx, Comte”] başlıklı yazısındaki bir notu kastediyor. -Ed.
Archiv für soziale Gesetzgebung und Statistik [Toplumsal Yasa-ma ve istatistik Arşivi]. Herausgegeben von Dr. Heinrich Braun, Bd. VII, Berlin 1894, s. 555-94. -Ed.
s: artı-değer; c: değişmeyen sermaye; v: değişen sermaye. -ç.
K. Marx, Kapital, vol III, Moskova 1971, s. 173-178 [Kapital, Üçüncü Cilt, Sol Yayınları, Ankara 1990, s. 140-155]. -Ed.
İlk bakışta, dış görünümüne göre. -ç.
Kudüs Krallığının (1100-1187) onüçüncü yüzyılda yazılı hale getirilen yasalar derlemesi. -Ed.
“Der dritte Band des Kapital” [“Kapital’in Üçüncü Cildi”] başlıklı, Sozialpolitisches Centralblatt’ta yayınlanan yazı. -Ed.
Eduard Bernstein. -Ed.
Bkz: Kapital, Üçüncü Cilt, “Kapital’in Üçüncü Cildine Ek. I: De-ğer Yasası ve Kâr Oranı”, s. 779, 780-793. -Ed.
Kautsky’nin Vorlaufer des neueren Sozialismus [Modern Sosyalizmin Öncüleri] başlıklı kitabı kastediliyor. -Ed.
15’inci yüzyılda Çek din reformcusu Hus’un ilkelerini benimseyen ve Tabor kentinde oturdukları için adlarını oradan alan bir sekt; din adamı Alman reformcu Thomas Münzer, 16’ncı yüzyılda hıristiyan-komünist toplumun ilk örneğini veren liderlerden biri; Anabaptistler bir hıristiyan mezhebi. -ç.
Ortaçağ köy topluluğu. -ç.
Enine boyuna. -ç.
AÇIKLAYICI NOTLAR
207 İrlandalı geniş halk kitlelerinin baskısı, İngiltere parlamentosunu, 1872’de yeni bir yasa kabul etmeye zorladı. Bu yasa ile parlamentoya İrlanda üzerinde yasama hakkı veren yasa iptal edildi ve bu hak İrlanda parlamentosuna devredildi. Yasa 1783’te bir kez daha onaylandı. Ancak 1798’deki İrlanda ulusal bağımsızlık ayaklanmasının bastırılmasından sonra İngiliz hükümeti, İrlanda’ya verilen ödünleri iptal etti ve İrlanda’yı İngiltere ile birleşmeye mecbur etti. 1 Ocak 1801’de geçerli olan Birlik Yasası, İrlanda otonomisinden geri kalanları da yok etti ve İrlanda parlamentosunu kapattı. - 12.
208 Sözü edilen plebisiti Napoléon III, imparatorluğu sağlamlaştırmak ve cumhuriyetçilerin ülkedeki kampanyasını engellemek için 1870 yılında yaptırdı. Hükümet, plebisit sırasında türlü demagojik yöntemlere başvurdu ve seçmenler üzerinde sert baskı yaptı. - 17.
209 10 Aralık Derneği –1849’da kurulan ve başlıca sınıf-dışı unsurlar, siyaset serüvencileri, subaylar ve benzeri kişilerden oluşan bonapartist bir dernek. Derneğin adı, koruyucusu olan ve Fransa Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığına 10 Aralık 1848de seçilen Louis Bonaparte’ı onurlandırmak amacını güdüyordu. Gerçi dernek Kasım 1850’de resmen kapandıysa da, üyeleri Bonaparte için propaganda kampanyasını sürdürdüler ve 2 Aralık 1851 darbesinde aktif bir rol aldılar. -17.
210 “Suriye’ye hareket” (“Partant pour la Syrie”) – 19’uncu yüzyılın başında bestelenen ve ikinci imparatorluk döneminde bonapartist bir ulusal marş haline getirilen bir Fransız şarkısı. - 19.
211 Der Volksstaat – Alman Sosyal-Demokrat işçi Partisi (Eisenach’-çılar) merkez yayın organı. Leipzig’de Liebknecht’în yönetiminde, 1869-1876 arasında yayınlandı. - 20.
212 Engels, 1850’ler ve 1860’larda, Paris’te Seine Departmanı Yöne-ticisi olan Haussmann’ın yürüttüğü imar projelerinde çalışan yapı işçilerini kastediyor. Kentin imar planının yenilenmesinin amacı, yalnızca aristokratların yaşadığı mahallelerin geliştirilmesi ve halk ayaklanması karşısında askerlerin ve topçunun kolayca hareket edebilmesi için yolların genişletilmesiyle sınırlı değildi, ama bunun yanı-sıra, yeniden yapım programı çerçevesinde proletaryanın geçici olarak istihdam edilen bölümü üzerinde Bonaparte’ın etkisini artırmaktı. -21.
213 Liebknecht, Marx’a yazdığı 13 Ağustos 1870 tarihli bir mektupta, Engels’in “yurtseverce duygular” gösterdiğini söylemişti. - 23.
214 Chassepot tüfeği – adını mucidinden alan, geriden doldurmalı tüfek. - 23.
215 Brunswick Komitesi üyeleri, Fransa-Prusya savaşında Alman işçi sınıfının nasıl bir tutum takınması gerektiği konusunda Marx’ın kendileri için bir değerlendirme yapmasını istemişlerdi. Özellikle Volksstaat’ın yayın yönetmenleri (Liebknecht dahil) her ne kadar bir bütün olarak soruna enternasyonalist bir görüş açısından baktılarsa da başlangıçta savaşı tek yanlı olarak değerlendirdiklerinden ve bir ölçüde de Almanya’nın birliğini sağlama gereğini görmezden geldiklerinden, o nedenle Marx, Komitenin isteğini, görüşlerini ortaya koymak için iyi bir fırsat olarak değerlendirdi.
Metin Marx’la Engels tarafından ortaklaşa hazırlandı ve Almanya’ya Marx’ın imzasıyla gönderildi.
Mektubun yalnızca bir bölümü, özellikle Sosyal-Demokrat İşçi Partisi komitesince 5 Eylül 1870’te yayınlanan Savaş Üzerine Manifesto’ya giren bölümleri korunabildi. - 24.
216 21 Temmuz 1870’te Kuzey Almanya Reichstag’ında savaş ödenekleri için oylama yapılırken Bebel’le Liebknecht çekimser kalmışlardı; ödenekler için oy vermenin, bir hanedan savaşı sürdüren Prusya hükümetine güvenoyu vermek anlamına alınabileceğini belirtiyorlardı; ödeneklere karşı oy kullanmak ise Bonaparte’ın tehlikeli siyasetinin onaylanması gibi görünebilirdi. Birinci Enternasyonalin genel konseyi, Bebel’le Liebknecht’in tutumunu onayladı. - 24.
217 Marx, kendisinin yazdığı “Fransa-Prusya Savaşı Hakkında Uluslararası Emekçiler Derneği Genel Konseyinin Birinci Bildirgesi”nden bir bölüm alıntılıyor. - 25.
218 Bkz: 215 nolu açıklayıcı not. - 25.
219 Tilsit Barış Anlaşmaları – 7 ve 9 Temmuz 1807 tarihlerinde bir yanda Napoléon Fransası, karşı yanda yenik düşen Fransız karşıtı dördüncü koalisyona mensup Rusya ve Prusya arasında imzalanan barış anlaşmaları.
Barış anlaşmaları Prusya için çok ağır koşullar içeriyor ve topraklarının önemli bir bölümünü yitirmesini öngörüyordu. Bu nedenle anlaşmalar Alman ulusunda büyük bir rahatsızlık yarattı ve böylece Napol6on yönetimine karşı kurtuluş hareketinin ortamını hazırladı. -26.
220 Ulusal-Liberal Parti – Alman ve özellikle Prusya burjuvazisinin partisi, ilerici Partinin bölünmesi sonucu 1866 sonbaharında doğdu. Ulusal-liberallerin temel amacı Almanya’nın, Prusya önderliğinde birleşmesiydi.
Almanya Halk Partisi 1865’te kuruldu; küçük-burjuva demokratlardan ve çoğunca güney Almanya devletlerinden olan burjuva demokratlardan oluşuyordu. Ulusal-liberallerden farklı olarak Halk Partisi Almanya’daki Prusya hegemonyasına karşı çıkıyor ve Prusya’yla Avus-turya’yı da içine alacak “daha büyük Almanya”yı savunuyordu. Parti birleşik, merkezi demokratik bir cumhuriyet yerine federal bir Almanya’dan yanaydı. - 27.
221 Lyon’daki ayaklanma, Sedan’daki yenilgi haberi ardından 4 Eylül 1870’te başladı. 15 Eylülde Lyon’a gelen Bakunin hareketin önderliğini elegeçirme ve anarşist programını uygulamaya koyma çabası içindeydi. Anarşistlerin 28 Eylülde bir darbe sahneleme çabalan tüm den başarısızlıkla sonuçlandı. - 30.
222 Savunma komiteleri Fransa-Prusya savaşının başında birçok Fransız kentinde kuruldu; başlıca amacı orduya gıda sağlanmasını düzenlemekti. - 31.
223 Landstrum-Ordnung (Topyekün Seferberlik Emri) 21 Nisan 1813’-te Gneisenau tarafından hazırlandı; tüm nüfusu düşmana karşı savaşa sokmak üzere düzenlenmişti ve insanları, davetsiz konuğa zarar vermek için her türlü çareye başvurmaya çağırıyordu. Bu emri Engels ilkin The Pall Mall Gazette’de 9 Aralık 1870’te yayınlanan “Prusyalı Francs-Tireurler” başlıklı yazısında anlatmıştır. - 33.
224 Loire Ordusu 15 Kasım 1870’te kuruldu; ve General d’Aurelle de Paladines’in komutasına verildi; Orleans yöresinde çarpıştı. Gerçi heterojen öğelerden oluşuyordu ve birliklerinin çoğu yeterince eğitim görmemişti ama yine de yerel halkın desteğiyle Prusya birliklerini birçok kez yenik düşürdü. ~ 34.
225 Moniteur – 15 Ekim 1870’ten 5 Mart 1871e kadar Versailles’da yayınlanan ve Bismarck’ın denetiminde olan, yarı-resmi Prusya gazetesinin kısa adı. - 35.
226 Bkz: 211 nolu açıklayıcı not. - 36.
227 Lüksemburg’un Tarafsızlığı Üzerine Londra Anlaşması – 11 Mayıs 1867’de Avusturya, Belçika, Fransa, Britanya, İtalya, Hollanda, Lüksemburg, Prusya ve Rusya arasında imzalanan anlaşma Lüksemburg’un sürekli olarak tarafsız bir devlet kalmasını ve bu tarafsızlığı, imzacı devletlerin garanti etmesini öngörüyordu.
Lüksemburg’un Fransa’ya karşı tutumunun çok dostça olduğunu düşünen Bismarck 9 Aralık 1870’te Prusya hükümetinin, kendisini artık Lüksemburg’un tarafsızlığına ilişkin anlaşmayla bağlı hissetmediğini açıkladı; ama Britanya’nın baskısı üzerine tehdidinden 19 Aralıkta vazgeçti. - 36.
228 Golos – Liberal burjuvazinin görüşünü yansıtan siyasal ve yazınsal gündelik Rus gazetesi; 1863-1864’te St. Petersburg’da yayınlandı. - 37.
229 Silah Bırakışması ve Paris’in Teslimi Konvansiyonu kastediliyor. Konvansiyon 28 Ocak 1871’de Bismarck’la Favre arasında imzalandı. Fransız burjuvazisi bu belgeyi imzalayarak, ülkedeki devrimci hareketi bastırmak için Fransa’nın ulusal çıkarlarına ihanet etti. - 40.
230 Paris’te 4 Eylül 1870’te kurulan Ulusal Savunma hükümetinin bir bölümü, Alman istilasına karşı direnişi örgütlemek ve yabancı ülkelerle ilişkileri sürdürmek üzere Tours’a gönderilmişti. 9 Ekim 1870’ten itibaren Gambetta’nın başkanlık ettiği bu bölüm 6 Aralık 1870’te Bordeaux’ya taşındı. - 40.
231 Anales de la Sociedad Tipografica Bonaerense kastediliyor. 1871-1872’de yayınlanan Arjantin gazetesi. - 43.
232 Kastedilen örgüt, Ağustos 1866’da Baltimore’da yapılan Ulusal İşçi Kongresinde kurulan ABD işçi örgütü Ulusal İşçi Birliği, Kuruluşundan kısa süre sonra Birlik, Uluslararası Emekçiler Derneği ile ilişkiye girdi. 1872’ye kadar yaşayan Ulusal işçi Birliği Amerika’da bağımsız bir işçi hareketinin yaratılmasında önemli bir rol oynadı; zenci ve beyaz işçiler arasında dayanışma, sekiz saatlik işgünü ve kadın işçiler için eşit haklar savaşımı verdi. - 44.
233 Marx, kralcıların 22 Mart 1871’de Paris’te karşı-devrimci bir ayaklanma başlatma girişimlerini kastediyor. Bu ayaklanmanın amacı, 18 Mart 1871 proletarya devrimiyle yıkılan burjuva rejiminin yeniden kurulmasıydı. Karşı-devrimciler Vendom meydanında Ulusal Muhafızlara ateş açtılar, ama ilk salvolardan sonra muhafızlar tarafından püskürtüldüler ve kaçtılar. - 45.
234 13 Haziran 1849’da küçük-burjuva partisi Montagne, cumhurbaşkanının ve yasama meclisi çoğunluk grubunun anayasa ihlallerini protesto amacıyla Paris’te barışçıl bir gösteri düzenledi. Askeri birliklerin gösterileri kolayca dağıtması Fransa’daki küçük-burjuva demokratların tümden iflasının doğrulanışıydı. - 47.
235 Fransa-Prusya savaşını sonuçlandıran son barış anlaşması 10 Mayıs 1871’de Frankfurt’ta imzalandı. Bir olasılıkla, Marx’ın verdiği tarihte bir kalem sürçmesi sözkonusu. - 49.
236 Marx, Thiers hükümetinin sağlamaya çalıştığı iç borcu kastediyor. Thiers ve hükümetin öteki üyeleri, komisyon olarak 300 milyon frankın üzerinde para alacaklardı. - 49.
237 Comte’çuluk ya da pozitivizm – Auguste Comte’un kurduğu felsefe okulu. Pozitivistler her ne tür olursa olsun devrimci eyleme karşıydılar; proletarya ile burjuvazinin sınıf çıkarlarının uzlaşmaz olduğu savını yadsıyorlardı. Onların ideali sınıf işbirliğiydi; olası en iyi toplumsal örgütlenme biçiminin kapitalizm olduğunu “bilimsel olarak” kanıtlamaya çalışıyorlardı. ~ 49.
238 Almanya ile Fransa arasındaki resmi barış anlaşması 10 Mayıs’ 1871’de Frankfurt’ta imzalandığı zaman, Bismarck’la Favre, Komüne karşı ortak eyleme girişmek için gizli ve sözlü bir anlaşma yaptılar. Anlaşma, Versailles’daki birliklerin Alman hatlarından geçmesini ve Paris’e gıda maddesi akışının durdurulmasını öngörüyordu. Ayrıca Alman başkomutanlığı Paris istihkamlarının parçasını oluşturan savunma engellerinin kaldırılması için Komüne bir ültimatom verecekti. Versailles birlikleri 21 Mayıs 1871’de Paris’e girdi. - 50.
239 İkinci askeri mahkemede yargılanan bir grup Paris Komünü üyesi hakkında hazırlanan resmi iddianame kastediliyor, iddianame Komün üyelerinin devrimci girişimlerini çarpıtarak tanımlıyor ve yargılamayı, adli suç yargılanması, “yangın çıkarma”, “hırsızlık” ve “cinayet” duruşması haline dönüştürmeye çalışıyordu. - 52.
240 Silah Bırakışması ve Paris’in Teslimi Konvansiyonu kastediliyor. Bkz: 229 nolu açıklayıcı not. - 53.
241 Yardımlaşmacılar [Mutualists] – 1860’larda, emekçilerin kurtuluşunun karşılıklı yardım örgütleriyle, yani kooperatifler, yardımlaşma dernekleri vb. yoluyla elde edileceğini tasarlayan prudonculara verilen ad. - 54.
242 Eylül 1871’de Londra’da yapılan Birinci Enternasyonal konferansında alınan ve Marx’ın sıraladığı kararlar, Enternasyonalin güçlendirilmesine ve merkezileştirilmesine ilişkindi; kararlar genel konseyin önderlik rolünü, bağımsız bir siyasal proletarya partisi yaratılmasının zorunluğunu, siyasal ve ekonomik savaşım arasındaki ayrılmaz bağları vurguluyordu; ayrıca ve bakuninci hizip olan Sosyalist Demokrasi İttifakının dağıtılmasını öngörüyordu. - 55.
243 Mektup, Torino’lu işçilerin II Proletario Italiano’da 23 Kasım 1871’de yayınlanan, bakunincilerin Enternasyonal genel konseyine saldırılarını yineleyen, bildirilerine yanıt niteliğindeydi.
Il Proletario Italiano – 1871’de Torino’da haftada iki kez yayınlanan bir İtalyan gazetesi; yayın yönetmeni, sonradan polis ajanı olduğu anlaşılan Carlo Terzaghi idi. Gazete bakunincileri genel konseye ve 1871 Londra Konferansının kararlarına karşı savunuyordu. Gazete, 1872’den 1874’e dek Il Proletario başlığıyla yayınlandı. - 56.
244 La Révolution Sociale – Ekim 1871’den Ocak 1872’ye dek Cenev-re’de yayınlanan günlük gazete. Kasım 1871’den beri bakuninci Jura Fedarasyonunun resmi yayın organıydı. - 58.
245 Bakuninci Jura Federasyonu, 12 Kasım 1871’de Sonvillier’de yaptığı kongrede genel konseyi ve 1871 Londra Konferansını hedef alan “Uluslararası Emekçiler Derneğinin Bütün Federasyonlarına Genelge”yi kabul etti. Genelge, Londra Konferansı kararlarına anarşist dogmalarla karşı çıkıyor, genel konseye hakaret dolu saldırılar yağdırıyor ve Enternasyonal tüzüğünün gözden geçirilmesi ve genel konsey girişimlerinin kınanması için, tüm federasyonları derhal bir kongre toplamaya çağırıyordu. - 58.
246 Burjuva pasifistlerin 1868 Eylülünde Bern’de yapılan Barış ve özgürlük Birliği kongresinde Bakunin’in karmakarışık sosyalist programını kabul ettirme çabaları kastediliyor. Program Birlik çoğunluğunca reddedilmişti. - 60.
247 1871 Fransız Seksiyonunu, Eylül 1871’de bir grup Fransız sığınmacı Londra’da kurmuştu. Seksiyonun önderleri İsviçre’deki bakunincilerle yakın bağlantı içindeydi; onlarla anlaşarak hareket eden bu grup Enternasyonalin örgütlenme ilkelerine saldırıyordu. - 63.
248 Bkz: 245 nolu açıklayıcı not. - 64.
249 Engels, Les Prétendues scissions dans l’Internationale’i [Bkz: Engels, “Enternasyonal İçindeki Sahte Bölünmeler”, Marx-Engels, Seçme Yapıtlar 2, Sol Yayınları, Ankara 1977, s. 296-340.] kastediyor. - 64.
250 Federazione Operaia [İşçi Federasyonu] – Torino’da 1871 sonbaharında kuruldu; Mazzini yandaşlarının etkisi altındaydı. Proleter üyeler 1872 Ocak ayında federasyondan ayrıldılar ve Proletaryanın Kurtuluşu adlı yeni bir örgüt kurdular; bu yeni örgüt Enternasyonalin seksiyonu haline geldi. 1872 Şubatına kadar örgüte, gizli polis ajanı Terzaghi başkanlık etti. - 64.
251 Bkz: 244 nolu açıklayıcı not. - 64.
252 Sözkonusu bölüm, Ocak ayı ortasından Mart 1872 başına kadar Marx’la Engels’in yazdığı Les pretendues scissions dans l’Internationale’den alınmıştı. Mektup gönderildiği zaman bu yazı henüz yayınlanmamıştı. - 67.
253 Dufaure’un yasa önerisini inceleyen komisyon adına Sacaze’nin 5 Şubat 1872’de yazdığı rapor kastediliyor. 14 Mart 1872’de gerici Fransız Ulusal Asamblesi tarafından onaylanan bu yasaya göre, Enternasyonal üyeliği hapis cezasıyla cezalandırılması gereken bir suçtu. - 67.
254 Marx, aralarında Malon, Lefrançais, Austine ve daha başkalarının da bulunduğu bir grup eski Komün üyesini kastediyor. Bu kişiler İsviçre’ye göçmüş ve orada bakunincilerle birleşmişlerdi. - 67.
255 İsviçre Jura’sındaki küçük seksiyonlardan oluşan ve bakuninci bir merkez olan Jura Federasyonu kastediliyor. - 68.
256 Genel konsey, 20 Şubat 1872’de, 18 Martta Paris Komününün birinci yıldönümünü anmak üzere Londra’da büyük bir toplantı yapılmasına karar verdi. Konuşmacılardan biri de Marx olacaktı. Ama halka açık olan bu toplantı yapılamadı; çünkü son anda, salon sahibi, salonunu genel konseyin bu amaçla kullanmasına izin vermedi. Enternasyonal üyeleri ve eski Komün üyeleri, Komüncüler Derneğinin küçük salonunda toplanarak yine de ilk proleter devrimin yıldönümünü kutladılar. Komün üyeleri Theisz ve Camélinat ile genel konsey üyesi Milner, (Marx’ın hazırladığı) üç karar taslağını sundular; toplantı bunları onayladı. - 68.
257 Hepner, “Enternasyonal için çalışmak” ve Lahey kongresine katılmakla suçlanarak, 1872 sonunda dört hafta hapis cezasına çarptırılmış ve sonra da 1873 baharında Leipzig’den sürgün edilmişti. - 71.
258 Almanya Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin kurulduğu 1869 Eisenach Kongresi kastediliyor. - 72.
259 1872 ve 1873 yıllarında Liebknecht ve Hepner, Marx’tan birçok kez, ya bir kitapçık halinde ya Volksstaat’ta makale dizisi olarak yayınlanmak üzere Lassalle’ın görüşlerini eleştirmesini istemişlerdi. -75.
260 Sorge, 14 Ağustos 1874’te genel konseyden istifa ettiğini Engels’e bildirmişti; istifası, resmen 25 Eylül 1874’te yürürlüğe kondu. - 77.
261 Engels, 22-27 Mayıs 1875’te yapılan Gotha kongresinde kabul edilen program taslağını kastediyor. Bu kongrede, Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (Eisenach’çılar) ile Alman işçileri Genel Derneği (Lassalle’cılar) birleşmiş, Almanya Sosyalist işçi Partisi kurulmuştu. - 79.
262 Eisenach programı denen program, Almanya, Avusturya ve İsviçre sosyal-demokratlarının 7-9 Ağustos 1869 Eisenach’da yaptıkları kongrede kabul edilmişti. O kongrede kurulan Sosyal-Demokrat İşçi Partisi Eisenach’çılar diye bilinir. Bu partinin programı, genel olarak, Birinci Enternasyonalin ilkelerine uygundu. - 80.
263 53 Bkz: 220 nolu açıklayıcı not. - 80.
264 Engels, Gotha programının aşağıdaki maddelerini kastediyor:
“Alman işçi Partisi devletin özgür temeli olarak şu istemleri savunur:
“1. Yirmibir yaşına ulaşmış her erkeğin, ulusal ve yerel tüm seçimler için gizli oya dayalı doğrudan, eşit ve genel oy hakkı. 2. Halkın tasarıları onaylama ya da red hakkı dahil halkın doğrudan yasama hakkı. 3. Genel askeri eğitim. Sürekli silahlı kuvvetlerin yerini halk milislerinin alması. Savaş ve barış kararlarının bir halk temsilciler meclisince alınması. 4. Basın, dernekleşme ve toplanma yasaları dahil, her türlü ayrıksın yasanın yürürlükten kaldırılması. 5. Halk tarafından yargılama. Adaletin ücretsiz olması.
“Alman işçi Partisi, devletin entelektüel ve moral temeli olarak şu istemleri savunur:
“1. Devlet genel ve eşit kamu eğitimini sağlar. Genel zorunlu eğitim. Parasız öğretim. 2. Bilimsel düşünce özgürlüğü. Vicdan özgürlüğü.” - 81.
265 Barış ve Özgürlük Birliği – Küçük-burjuva cumhuriyetçilerle liberallerin 1867’de İsviçre’de kurduğu burjuva barışçı örgüt. Birliğin 1867 ve 1868’deki çalışmalarına Bakunin de katıldı, birlik, ilk zamanlar amacına ulaşmak için işçi hareketini kullanmaya çalıştı. “Birleşik Avrupa Devletleri”ni kurmak suretiyle savaşı önlemenin olanaklı olduğu yolundaki savları, kitleler arasında yanlış yanılsamalar yaydı ve proletaryayı sınıf savaşımından saptırdı. -81.
266 Marx bu mektubuyla birlikte Randglossen zum Programm der deutschen Arbeiterpartei’ını [Alman İşçi Partisi Programına Kenar Notları; K. Marx, F. Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Sol Yayınları, Ankara 1988, s.22-47] da gönderdi. Mektubu ve notları Engels ilkin 1891’de Neue Zeit’da yayınladı; bu notlar Gotha Programının Eleştirisi adıyla bilinir. - 87.
267 Bkz: 220 nolu açıklayıcı not. - 87.
268 Gotha Birlik Kongresi 22-27 Mayıs 1875’te, Lassalle’cıların kongresi daha önce yine Mayısta, Eisenachçıların kongresi ise 8 Haziranda Hamburg’da toplandı. - 88.
269 Kapital’in I. Cildinin Fransızca çevirisi Marx tarafından redakte edildi ve 1872-1875 yıllarında ayrı bölümler halinde Paris’te yayınlandı. - 88.
270 Marx’ın Enthüllungen über den Kommunisten Prozess zu Köln [Köln Komünist Duruşmalarının Teşhiri] başlıklı kitapçığının 1875’te Leipzig’de Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin yayın organı Volksstaat gazetesini çıkaran yayınevince yapılan ikinci baskısı kastediliyor. - 88.
271 Engels, 1877 Ocak ayında yapılması tasarlanan seçimleri kastediyor. Almanya Sosyalist İşçi Partisi o seçimlerde yaklaşık yarım milyon oy almış ve adaylarından onikisi Reichstag’a seçilmişti. - 89.
272 Almanya Sosyalist İşçi Partisinin Mayıs 1875’te Gotha Birlik Kongresi’nde kabul edilen programı. - 89.
273 İÖ 321 yılında bir Roma ordusu Caudine çatalında Samnitler tarafından yenik düşürülünce, en kötü aşağılanmalardan biri olduğu düşünülen bir cezayla boyunduruk altından geçmeye zorlanmıştı. - 89.
274 Bkz: 220 nolu açıklayıcı not. - 89.
275 Almanya Sosyalist İşçi Partisi yönetim kurulu kastediliyor. - 90.
276 Bracke, 28 Haziran-7 Temmuz 1875 tarihleri arasında yazılmış bir mektupla Sosyalist İşçi Partisi yönetiminin, Lassalle karşıtı iki yapıtı –W. Bracke’nin Der Lassallesche Vorschlag [Lassalle’ın Önerileri] (Braunschweig, 1873) ve B. Becker’in Geschichte der Arbeiter-Agitation Ferdinand Lassalle’s [Ferdinand Lassalle’ın İşçiler Arasındaki Ajitasyonunun Tarihi] (Braunschweig, 1874)– parti yayınları listesinden çıkarmaya karar verdiğini Engels’e haber vermişti. Bracke’nin şiddetli protestoları karşısında karardan dönüldü. - 90.
277 “Karl Marx über Streiks und Arbeiterkoalitionen” [“Grevler ve İşçi Dayanışması Konusunda Karl Marx”] başlıklı bir yazı Volksstaat’ın 103,104 ve 105’inci sayılarında 8,10 ve 15 Eylül 1875 tarihlerinde yayınlanmıştı. Bu yazı, makale yazarının giriş ve sonuç bölümlerinin dışında Marx’ın Felsefenin Sefaleti adlı kitabından Bölüm İki §V’teki “Grevler ve İşçi Dayanışmaları” [Felsefenin Sefaleti, s. 151-159] başlıklı kısmın Almanca çevirisini içeriyordu.
Felsefenin Sefaleti’nin 1885’te yayınlanan Almanca çevirisini redakte eden Engels, mektupta alıntıladığı paragrafa şu dipnotu koydu: “Yani, o dönemin sosyalistleri: Fransa’da furyeciler, İngiltere’de ovıncılar” [bkz: Marx, Felsefenin Sefaleti, s. 155]. - 91.
278Engels, Lavrov’un 15 Eylül 1875’te, Vperyod’un 17’inci sayısında yayınlanan “Sosyalizm ve Varolma Savaşımı” başlıklı yazısını kastediyor. - 93.
279 Marx, cumhuriyetçi hükümetle monarşist asiler arasındaki Mek-sika iç savaşına III. Napol6on’un müdahalesini kastediyor. III. Napolé-on’un ülkeyi Fransız etkisi altına alma umudunu bağladığı Meksika seferi (1862-67) tam bir başarısızlıkla bitmişti. - 101.
280 Mecliste Fransız monarşist çevreleriyle cumhuriyetçi çoğunluk grubu arasındaki çatışma kastediliyor. - 101.
281 Die Zukunft – Bir grup Alman sosyal-demokratın in, 1877 Ekimi ile 1878 Kasımı arasında Berlin’de yayınladığı, toplumsal-reformcu bir çizgi izleyen dergi. - 102.
282 Marx, Almanya Sosyalist işçi Partisinin 1877’de yapılan Gotha kongresini kastediyor. O kongrede Dühring yandaşları, Engels’in yayınlanmakta olan Anti-Dühring’inin durdurulması için verdikleri önergeyi kongrenin onaylaması için çaba harcamışlardı. - 103.
283 Marx bu mektubu Oteçestvenniye Zapiski dergisinde Ekim 1877’de Rus narodizminin ideologu N. K. Mihaylovski tarafından yayınlanan yazı üzerine yazdı. “Bay Zukovski Karşısında Karl Marx” başlıklı makale Kapital’in yanlış bir yorumunu içeriyordu. Ne var ki, Marx, bu mektubu postaya vermedi. Mektup Marx’ın ölümünden sonra kağıtları arasında Engels tarafından bulundu. Engels, bu mektubun bir kopyasını 6 Mart 1884’te, Cenevre’deki Vera Zasuliç’e gönderdi. (198 nolu mektuba bakınız). - 103.
284 Marx, Rus-Türk savaşına İngiliz müdahalesinin giderlerini karşılamak amacıyla hükümetin istediği ek ödenek görüşmelerini kastediyor. Liberal Parti önderleri, daha önce Rusya’ya karşı herhangi bir eylemde bulunulmasına ve savaş ödeneğine karşı çıktıkları için, son oylamaya da katılmadılar; muhafazakar hükümet böylece rahat bir çoğunluk sağladı. - 109.
285 İngiltere ekonomisini ciddi biçimde etkileyen 1857 ve 1866 ekonomik bunalımları kastediliyor. - 111.
286 Marx, 1844 tarihli Banka Yasasını kastediyor. Yasa, itibarî banknot olarak çıkarılan ve 14 milyon sterlinle sınırlanan paranın dışında, merkez bankasınca çıkarılacak banknotların altın karşılığı bulunmasını öngörüyordu. Ama hükümet, birçok kez parasal bunalımların zorlamasıyla yasayı askıya almış ve bankanın itibarî banknot çıkarmasına izin vermişti. -111.
287 Bernstein, Engels’ten (Zürih’te yayınlanan) Jahrbuch für Sozial-wissenschaft und Sozialpolitik için İngiliz işçi hareketi hakkında bir dizi yazı yazabilecek birini salık verip veremeyeceğini sormuştu. Bir olasılıkla, Engels’in makaleleri bizzat yazmayı önerebileceğini ummuş ve doğrudan böyle bir istemde bulunmak istememişti. - 116.
288 Freiheit – Anarşist bir çizgi izleyen Alman haftalık gazetesi. Gazeteyi 1879’da Londra’da Most kurmuştu. Gazete 1882’de Belçika’da ve 1862-1910 arasında da ABD’de yayınlandı. - 117.
289 Engels, Berlin ve çevresinde küçük çaplı bir olağanüstü hal uygulanması üzerine Liebknecht’in Reichstag’da 17 Mart 1879’da yaptığı konuşmayı kastediyor. Liebknecht konuşması sırasında, Sosyalist İşçi Partisinin Sosyalistler Yasası’nın (yasanın ayrıntıları için 294 nolu açıklayıcı nota bakınız) koyduğu sınırların dışına çıkmayacağını, çünkü amaçlarına reformlar yoluyla ulaşma niyetinde olduğunu söylemiş, “şiddet”e başvuran devrimin saçmalık olduğunu öne sürmüştü. Bu konuşma, Sosyalistler Yasasının yürürlüğe girişinden sonraki ilk aylarda bazı Alman sosyal-demokrat önderlerin taktik sorunlara yaklaşımındaki belirsizliği yansıtıyordu. - 117.
290 Şubat 1840’da Schapper, Moll ve Haklılar Birliği’nin öteki üyelerinin kurduğu Londra Alman İşçiler İçin Eğitim Derneği kastediliyor.
Birinci Enternasyonal kurulduğu zaman dernek Enternasyonalin Almanya seksiyonu kimliğini aldı. Önderlerinden biri Lessner’di. -117.
291 Bebel’e gönderilen mektup Almanya Sosyalist İşçi Partisinin tüm yönetici kadrosunu hedef alıyordu. Yalnızca içeriği değil, ama Marx’la Engels’in yaptıkları açıklamalar da bunu bir parti belgesi saydıklarını gösteriyor. Örneğin Marx, Sorge’ye yazdığı 19 Eylül 1879 tarihli mektupta bu mektubu “Alman parti önderleri arasında özel olarak dolaştırılmak üzere yazılmış” bir genelge mektup diye tanımlıyor.-118.
292 Söz konusu makaleyi Höchberg, Bernstein ve Schramm yazmıştı ve “Rückblicke auf die sozialistische Bewegung in Deutschland” [“Almanya’da Sosyalist Harekete Bir Geri Bakış”! başlığı altında Jahrbuch für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik’te yayınlandı. - 118.
293 Berlin’de 18 Martta tanık olunan ve 1848 Alman devriminin başlangıcı sayılan barikat çarpışmaları. - 120.
294 Sosyalistler Yasası (Sosyalistlere karşı çıkarılan olağanüstü yasa) - Bismarck tarafından önerilmiş ve Reichstag çoğunluğu tarafından 21 Ekim 1878’de onaylanmıştı. Yasa, Almanya Sosyalist İşçi Partisinin tüm örgütlerini, tüm işçi sınıfı kitle örgütlerini ve sosyalist ve işçi basınını yasaklamıştı. Yasanın yürürlükte kaldığı süre içinde parti, Marx ve Engels’in yardımıyla, saflarındaki oportünist ve solcu eğilimlerin üstesinden gelmeyi başardı; yeraltı çalışmalarını yasal fırsatlarla birleştirerek kitleler arasında etkisini artırdı ve genişletti. Büyüyen işçi hareketi, hükümeti bu olağanüstü yasayı 1 Ekim 1890’da yürürlükten kaldırmak zorunda bıraktı. - 120.
295 1873 çöküşü, amansız para spekülasyonunu ve 1870-71 Fransa-Almanya savaşını izleyen borsa tellallığını sona erdirdi. - 121.
296 Sosyalistler Yasası kastediliyor. Bkz: 294 nolu açıklayıcı not. -122.
297 Bkz: 281 nolu açıklayıcı not. - 124.
298 Die Neue Gesellschaft – 1877’den 1880e dek Zürih’te yayınlanan reformcu dergi. -124.
299 Alman Sosyalist işçi Partisinin, Zürih’te Eylül 1879’da kurduğu merkez yayın organı Der Sozialdemokrat kastediliyor.
1890’da Sosyalistler Yasasının yürürlükten kaldırılmasının ardından Vorwärts yeniden parti organı haline geldi. - 126.
300 Vorwärts – Almanya Sosyalist İşçi Partisinin Ekim 1876’da Leip-zig’de yayınlamaya başladığı merkez yayın organı. Sosyalistler Yasasının çıkarılması ardından gazete Ekim 1878’de kapatılmıştı. - 126.
301 Marx, hükümetin 1879’da önerdiği koruyucu gümrük tarifeleri yasa tasarısını savunmak üzere Reichstag’ın sosyal-demokrat üyesi Kayser’in yaptığı konuşmayı kastediyor. Marx’la Engels, halk yığınlarının sırtından büyük sanayicilerin ve toprak sahiplerinin çıkarını korumak amacıyla düşünülen tasarıyı savunduğu için Kayser’i ve Kayser’den yana tutum alan sosyal-demokrat önderleri keskin bir dille eleştirdiler. - 127.
302 Engels, Der Sozialdemokrat’ın 12, 19 ve 26 Ekim 1879 tarihli sayılarında yayınlanan “Rechenschaftsbericht der sozialdemokratischen Mitgliedir des deutschen Reichstagesf,ını [“Alman Reichstag’ının Sosyal-Demokrat Üyelerinin Raporu”] kastediyor. - 127.
303 Bismarck’a Sosyalistler Yasasını çıkarma fırsatını sağlayan iki olay, Max Hödel’in, 11 Mayıs 1878’de, anarşist Nobiling’in 2 Haziran 1878’de I. William’ın yaşamına kasıt girişimleri kastediliyor. - 128.
304 L’Egalité – 1877’de Jules Guesde’in kurduğu haftalık Fransız gazetesi; 1880’den 1883’e dek Fransız işçi Partisinin yayın organı idi. -131.
305 La Revue socialiste – Benoît Malon tarafından kurulan 1880’de Lyon’da, ve 1885’ten 1914’e dek Paris’te yayınlanan aylık dergi. Dergi ilk zamanlar cumhuriyetçi ve sosyalist görüşleri savundu, daha sonra sendikalist ve kooperatif hareketlerin sözcüsü haline geldi: 1880’lerde Marx’la Engels dergiye yazı yazdılar. - 131.
306 Marx, Nisan 1880’in ilk yarısında hazırladığı ve 20 Nisan 1880’de Revue socialiste’te yazarının adı anılmaksızın yayınlanan “İşçi Anketi” ve tüm Fransa’da dağıtılan ayrı bir broşürü kastediyor. -131.
307 Jules Guesde ile Paul Lafargue’ın Marx ve Engels’le birlikte hazırladığı Fransız işçi Partisinin programı kastediliyor. - 132.
308 Kürsü Sosyalistleri (Kateder-Sosyalistler) – Burjuva ekonomisi ve sosyolojisinde 19’uncu yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkan bir eğilimin temsilcileri. Bunlar esas itibarıyla Alman üniversitelerinden profesörlerdi. Kendi kürsülerinden (Almancada Katheder kürsü anlamına geliyor) sosyalizm maskesi arkasında saklanarak burjuva reformizmini savunuyorlardı. - 135.
309 Domela-Nieuwenhuis 6 Ocak 1881 tarihli mektubunda, yaklaşan Zürih kongresinde Hollanda partisinin şu soruyu ortaya atmak istediğini Marx’a haber vermişti: Sosyalistler, kontrolü elegeçirdikten sonra, ilk adımda, sosyalizmin utkusunu güvenceye almak için ne tür yasama önlemleri almak zorundadırlar. - 138.
310 Vera Zasuliç, yoldaşları adına Marx’a yazdığı mektupla, Rusya’-nın gelecekteki gelişimi ve özellikle Rus köylü toplumunun gelecekteki görünümü konusunda düşüncelerini belirtmesini istemişti. - 140.
311 Rus narodnik Leo Hartmann’ın başkanlığında Londra’da yapılan toplantıya Rus, Polonyalı, Çek ve Sırp sosyalistler katıldılar. Toplantıda devrimci bir Slav Kulübü kuruldu. - 142.
312 Gizli örgüt Narodnaya Volya’nın (Halk İradesi) yönetim kurulu tarafından ölüm cezasına çarptırılan çar II. Aleksandr’ın 1 Mart 1881’de St. Petersburg’da öldürülmesi olayı kastediliyor. - 142.
313 1878 tarihli Sosyalistler Yasasının 1880 baharında beş yıl için uzatılması kararı kastediliyor. - 143.
314 Küçük Napoléon – 1851’de Fransız yasama meclisinde Victor Hugo’nun, Louis Bonaparte’a (III. Napoléon) taktığı bir ad. Hugo, 1852’de Napoléon le Petit başlıklı broşürünü yayınladıktan sonra bu takma ad daha da ünlenmişti. - 144.
315 Kira-karşıtları – 1830’lar 1840larda Ne w York eyaletinde büyük toprak sahiplerine kira ödemeyi reddeden ve topraklarını derhal çiftçilere satmalarını isteyen toprak kiracıları için kullanılan bir terim. Kiracılar, kira ödenmesini zorla sağlamaya çalışan vergi memurlarına silahla karşı koymuşlardı. 1836-1845 arasında doruk noktasına tırmanan hareket, 1846’da toprak sahipleri kendi topraklarını kiracılara satmaya başlayınca bir uzlaşıyla sona ermişti. - 145.
316 Demokratik Federasyon Haziran 1881’de H. M. Hyndman tarafından kurulmuştu; Ağustos 1884’te yeniden örgütlendi ve Sosyal-Demokrat Federasyon adını aldı. - 148.
317 Bkz: 299 nolu açıklayıcı not. - 150.
318 L’Egalité – Bkz: 304 nolu açıklayıcı not. Prolétaire - possibilistlerin (Fransız oportünistlerin) yayın organı. - 152.
319 The Labour Standard – Londra Sendikalar Konseyinin 1881’den 1885’e dek yayınlanan haftalık gazetesi. - 152.
320 Fransız İşçi Partisi, 25 Eylül 1882de St. Etienne’deki kongresinde iki hizbe bölündü. Guesde ile Lafargue’ın önderliğindeki azınlık hizip kongreyi terketti ve Roanne’da kendi kongresini topladı. Malon ve Brousse’un önderliğindeki oportünist çoğunluk possibilistler denen ayrı bir parti kurdu. Partiye böyle ad takılmasının nedeni, devrimci savaşıma karşı duran önderlerinin, yalnızca olabilir olanı elde etmeye çalıştıklarını ilan etmelerinden ötürüdür. - 156.
321 Sosyalistler Yasasının süresini uzatmak amacıyla Reichstag’da yapılan görüşmeler sırasında sosyal-demokrat üye Grillenberger’in yaptığı konuşma ve aynı konuda Sozialdemokrat’ta yayınlanan yazılar kastediliyor. - 162.
322 Engels, 1866’daki Avusturya-Prusya savaşındaki utkusundan sonra Prusya’nın Hanover Krallığını, Hesse-Cassel’i, büyük dukalık Nassau’yu ve özgür kent Frankfurt’u ilhakını kastediyor. - 163.
323 Bkz: 303 nolu açıklayıcı not. - 164.
324 Bkz: 294 nolu açıklayıcı not. - 164.
325 New York’taki Merkez İşçi Sendikasının sekreteri P. van Patten, Engels’e yazdığı bir mektupta, Marx onuruna düzenlenen bir toplantıda Joseph Most ve arkadaşlarının Marx’la Most arasında yakın ilişkiler olduğunu, Almanya’da Kapital’i meşhur edenin Most olduğunu, yürüttüğü propagandayı Marx’ın onayladığını söylediklerini ifade ediyor ve şöyle diyordu: “Karl Marx’ın kapasitesine ve çalışmalarına derin saygı besliyoruz, ama Most’un anarşist ve parçalayıcı yöntemlerini sempatiyle karşıladığına inanmak istemiyoruz. Bu nedenle anarşizme karşı sosyal-demokrasi konusu üzerinde Karl Marx’ın görüşünü sizden dinlemek istiyorum.” - 167.
326 Bkz: 288 nolu açıklayıcı not. - 169.
327 Manifesto, 1883 yılında, Demokratik Federasyonun Toplumsal ve Politik Manifestosu olarak Açıklamalı Sosyalizm başlığı altında kitapçık halinde yayınlanmıştı. -171.
328 Komünist Parti Manifestosu’nun 1872’de yayınlanan Almanca baskısının önsözünde Marx ve Engels Paris komünüyle elde edilen uygulamadaki deneyime değiniyorlar ve Marx’ın Fransa’da İç Savaş’ından şu alıntıyı yapıyorlar: “İşçi sınıfı devlet makinesini olduğu gibi almak ve onu kendi amaçları için işletmekle yetinemez.” [K. Marx, Fransa’da İç Savaş, Sol Yayınları, Ankara 1991, s. 54]. - 173.
329 Engels, Bebel’in Stuttgart’ta basılan, ve Zürih’teki Schabelitz yayınevince yayınlanan Die Frau und der Sozialismus [Kadın ve Sosyalizm] başlıklı kitabının ikinci yasadışı baskısını kastediyor. Kitap 1883’te Die Frau in der Vergangenheit, Gegenwart und Zukunft [Geçmişte, Günümüzde ve Gelecekte Kadın] başlığıyla yayınlanmıştı. -174. ‘
330 Bkz: 299 nolu açıklayıcı not. - 174.
331 Amerikalı iktisatçı Henry George, toprak kamulaştırma kampanyasını yürütmek üzere 1882 ve 1884 yıllarında iki kez İngiltere’ye gitti. Onun teorisinin değerlendirilişi için Marx’ın Sorge’ye yazdığı 20 Haziran 1881 tarihli mektuba (178 nolu mektup) bakınız. - 175.
332 İsviçre’deki Rus göçmenler adına Vera Zasuliç 2 Mart 1884te Engels’e yazdığı mektupta, Marx’ın Felsefenin Sefaleti adlı yapıtını Rus-ça’ya çevirme izni istemişti. Kitabın tam o sıralarda baskıda olan birinci Almanca baskısına Engels’in yazdığı önsözü de gönderip gön-deremeyeceğini ve Rusça çeviriyi gözden geçirme ve düşüncelerini söyleme lütfunda bulunup bulunamayacağını da soruyordu. Felsefenin Sefaleti, Rusça olarak 1886da Cenevre’de basıldı. -177.
333 Seçme Yazışmalar cilt 1, sayfa 29’daki 8 nolu mektuba bakınız. -177.
334 Gizli Narodnaya Volya örgütünün 1 Mart 1881’de çar II. Alek-sandr’ı öldürmesinden sonra III. Aleksandr imparator olmuştu. Devrimci hareketten ve Narodnaya Volya’nın olası bir terörist eyleminden korkan III. Aleksandr Gatçina’da inzivaya çekilmişti. - 178.
335 Oteçestvenniye Zapiski gazetesi yazıkuruluna Marx’ın 1877’de yazdığı (Bkz: 283 nolu açıklayıcı not.) ancak göndermediği (161 nolu) mektup ilk kez 1886 yılında Cenevre’de Vestnik Narodnoi Voli (Halk İradesinin Habercisi) gazetesinin 5’inci sayısında yayınlandı. - 179.
336 Engels’in Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm başlıklı yapıtını Vera Zasuliç Rusça’ya çevirmiş ve kitap 1884te Cenevre’de yayınlanmıştı. -179.
337 Engels Sozialdemokrat’ın iki başyazısını kastediyor: Eduard Bernstein tarafından yazılan birinci başyazı “Zum Gedenktage der März-kämpfe” [“Mart Çarpışmalarının Yıldönümü Üzerine”] başlığını taşıyordu ve 13 Mart 1884’te yayınlanmıştı, ikinci başyazı “Zur Naturgeschichte der Volkspartei” [“Halk Partisinin Doğal Tarihi”] başlığıyla 20 Mart 1884’te yayınlandı. -179.
338 Die Neue Zeit – Alman Sosyal-Demokrat Partinin teorik dergisi; 1883-1923 yıllan arasında Stuttgart’ta yayınlandı. 1917 Ekimine kadar genel yayın yönetmeni Karl Kautsky, ondan sonra Heinrich Cunow’du. - 181.
339 Bkz: 329 nolu açıklayıcı not. - 181.
340 Liberal Parti (Freisinnige Partei), Mart 1884’te ilerlemeci Parti (Fortschrittspartei) ile Ulusal Liberal Partinin sol kanadının birleşmesi sonucu doğdu. Orta ve alt-orta sınıfların çıkarlarını savunuyor, Bismarck hükümetinin siyasetine karşı duruyordu. - 182.
341 Merkez – Almanya’da katoliklerin partisi; parlamentodaki katolik partilerin birleşmesi sonucu 1870-71’de kuruldu; partinin Merkez adını alması, partili milletvekillerinin mecliste ortadaki koltuklarda oturmalarından ötürüydü. Merkez, Reichstag’da hükümeti destekleyen partilerle sol kanat muhalefet arasında ortayolcu bir tutum içinde kaldı. Katoliklik bayrağı altında parti farklı toplumsal katmanları –katolik papazları, toprak sahiplerini, burjuvaları ve köylülerin bir kesimini– özellikle batı ve güneybatı Alman devletlerinde temsil ediyordu. Bu yörelerde ayrılıkçı ve Prusya karşıtı duygulan körüklüyordu. - 182.
342 Engels, Sosyalistler Yasasının süresinin uzatılması konusunda 10 Mayıs 1884’te Reichstag’da yapılan oylamayı kastediyor. Oylamada geniş bir liberal milletvekilleri topluluğu ile Merkez Partinin yaklaşık yarısı, Bismarck’a olağan muhalefetlerine karşın yasanın uzatılması lehinde oy kullanmışlardı. Böylece, büyüyen işçi sınıfı ve sosyal-demokrat hareket karşısında duydukları korkuyu göstermiş oluyorlardı. - 182.
343 Moskova’daki gizli Çevirmenler ve Yayıncılar Derneğinin 1884’te yayınladığı Sosyalistiçeskoye Znaniye kastediliyor. İlk sayıda Engels’in Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizmi ile İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu kitabından bazı bölümler yeralıyordu. - 185.
344 Alman ekonomist Karl August Schramm, Kautsky’nin yönettiği Neue Zeit’a “Karl Kautsky und Rodbertus” başlıklı bir yazı göndermişti. Bu yazısında Schramm, Kautsky’nin “Das ‘Kapital’ von Rodbertus” başlığıyla Neue Zeit’ta daha önce yayınlanan bir yazısına şiddetle hücum ediyordu. Schramm’ın gönderdiği yazıya karşılık yeni bir yazı daha hazırlayan Kautsky, her ikisini de Engels’e yollayarak iki yazı için düşüncelerini sormuştu. Bu iki yazıda Neue Zeit’ta 11 nolu sayıda, 1884 yılında yayınlandı. - 188.
345 1870-71 Fransa-Almanya savaşından sonra imzalanan barış anlaşmasıyla Fransa’nın ödemek zorunda bırakıldığı 5 milyar franklık savaş tazminatı kastediliyor. Ödemeler 1871’den 1873’e dek yapılmıştı. -191.
346 Engels, 1848 ve 1849’da Frankfort’ta toplanan Ulusal Asambleyi kastediyor. - 191.
347 Ulusal parti – 1840’larda Fransız gündelik gazetelerinden (1830-1851 arasında yayınlanan) Le National’in çevresinde toplanan ve Armand Marrast’nın önderliğinde bütünleşen bir grup burjuva cumhuriyetçi. Bu grup sanayi burjuvazisini ve onlarla bağlantılı olan aydınları temsil ediyordu. - 192.
348 Gertrude Guillaume-Schak – Bir Alman sosyalist. Kadın işçiler konusunda bir yazı hazırlarken, Engels’e gönderdiği mektupta, eşit işe eşit ücret isteyen Fransız işçi Partisi programının Marx ve Engels tarafından hazırlanıp hazırlanmadığını sormuştu. - 196.
349 İşçi Partisinin (Parti ouvrier) Roanne kanadı deyimiyle Engels, Fransız işçi Partisinin Guesde ve Lafargue önderliğindeki hizbini kastediyor. Bkz: 318 ve 320 nolu açıklayıcı notlar. - 196.
350 Severni Vestnik (Kuzeyli Haberci) – 1885-1898 arasında St. Petersburg’da yayınlanan liberal yazın, bilim, politika dergisi. - 199.
351 Bkz: 308 nolu açıklayıcı not. - 205.
352 Engels Guesde, Lafargue ve Susini’nin 24 Eylül 1886’da bir Paris mahkemesince aklanmaları olayını kastediyor. Bir alt mahkeme, sanıkları yağmaya teşvik suçundan suçlu bularak dört ayla altı ay arasında değişen hapis cezalarına ve 100 frank para cezasına çarptırmıştı. Sanıklar üst mahkemede kararı temyiz etmişler ve bozdurmuşlardı. İlk mahkemedeki suçlama, sanıkların 3 Haziran 1886’da Chateau d’Eau’daki bir toplantıda yaptıkları konuşmalara dayanıyordu.
Paul Lafargue, Engels’e yazdığı 30 Eylül 1886 tarihli mektupta, bu aklanmayı, burjuvazinin bazı sosyalist teoriler için hazır olduğu şeklinde yorumlamaktaydı. - 206.
353 Henry George’un 1886’da New York belediye seçimlerinde, işçi hareketi tarafından desteklenmesi sonucu 67.000 oy alarak sağladığı büyük başarı kastediliyor. - 208.
354 Emek Şövalyeleri örgütü, 1869’da Amerika’da Philadelphialı işçiler tarafından kuruldu; 1878’e kadar gizli bir örgüttü. Daha çok niteliksiz işçilerin örgütüydü; aralarında birçok zenci de vardı. Amacı, kooperatifler ve karşılıklı yardım kuruluşları yaratmaktı, örgüt önderleri, işçilerin siyasal savaşıma katılmasına karşı çıkıyorlardı ve sınıflararası işbirliğini savunuyorlardı, örgüt 1886’da ülke çapındaki bir greve karşı çıktı ve üyelerinin greve katılmasını yasakladı. Ama sıradan üyeler bu buyruğa itibar etmediler, önderlerinin oportünist siyaseti yüzünden örgüt giderek küçüldü ve 1890’ların sonuna doğru dağıldı. - 208.
355 Sosyal Demokrat Federasyon, Ağustos 1884’de Demokratik Federasyon temelinde (Bkz. 316 nolu açıklayıcı not), çeşitli heterojen sosyalist öğelerden oluşturularak kurulmuştu. Hyndman’ın önderliğindeki bir grup reformcunun yönetimi altındaydı. Hyndman’ın izlediği yola tamamen ters bir biçimde Federasyondaki devrimci marksistler (Eleanor Marx-Aveling, Edward Aveling, Tom Mann ve başkaları) işçi hareketinin kitle örgütleriyle yakın bağlar kurulması savaşımı verdiler. 1884 güzünde sol-kanat üyeler Federasyondan koptular ve ayrı bir örgüt kurdular: Sosyalist Lig. - 210.
356 Sosyalist Lig, Aralık 1884’te, Sosyal-Demokrat Federasyondan ayrılmış olan bir grup sosyalist tarafından kuruldu (Bkz: 355 nolu açıklayıcı not). Aralarında Avelingler, E. Belfort Bax ve W. Morris de vardı. Başlangıçta Lig işçi hareketinde çok aktif bir rol oynadı, ama kısa süre içinde anarşist bir hizip örgüte egemen olmaya başladı ve Avelingler dahil, birçok kurucu üye Lig’den ayrıldı. Lig 1889’da dağıldı. - 211.
357 Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu adlı kitabını İngilizceye çeviren bayan Kelley-Wischnewetzky, 10 Aralık 1886 tarihli mektubunda, Amerikan baskısı için Engels’ten yeni bir önsöz istemişti. Çünkü, onun da belirttiği gibi, Engels’in İngilizce çeviriye ek yazdığı Şubat 1886’dan bu yana ABD’de birçok değişiklik olmuştu, özellikle, Henry George’un teorisinin yeni önsözde eleştirilmesini istiyordu. Amerikan baskısı İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu başlığıyla 1887’de yayınlandı.-211.
358 Henry George, toprak rantına eşit bir vergi yoluyla toprakların kamulaştırılmasını savunuyordu. - 212.
359 Bkz: 354 nolu açıklayıcı not. - 212.
360 Engels, Cumhuriyetçi Partinin sol kanadı olan insan ve Yurttaş Hakları Derneğinin, 5 ve 6 Haziran 1832’de Paris’te başlattığı ayaklanmayı kastediyor. - 218.
361 Bkz: 355 nolu açıklayıcı not. - 220.
362 Bkz: 320 nolu açıklayıcı not. - 220.
363 Bkz: 245 nolu açıklayıcı not. - 221.
364 Engels, Alman Sosyal Demokrat Partisinin 1887’de St. Gall’deki kongresinde onayladığı karan kastediyor. Kararda, Parti yönetiminin 1888’de uluslararası bir kongre toplaması öngörülüyordu. - 221.
365 Fransa Cumhuriyeti, Prusya ile 5 Nisan 1795’te Basle’de ayrı bir barış anlaşması imzalamıştı. - 223.
366 Direktuar – Fransa’da jakobenlerin devrimci diktatörlüğüne son verilmesi ardından kabul edilen Anayasaya göre kurulan beş kişilik yürütme gücü. Direktuar, 1795’ten, 1799’daki Bonapart darbesine kadar işbaşında kaldı; demokratik güçleri ezdi, büyük burjuvazinin çıkarlarını savundu. - 223.
367 Kuzey Amerika Sosyalist İşçi Partisi, 1876da, Philadelphia’da yapılan birlik kongresinde, Birinci Enternasyonalin Amerika Seksiyonlarının, Sosyal Demokrat işçi Partisinin ve öteki sosyalist örgütlerin birleşmesiyle kuruldu. Parti üyelerinin çoğu, ABD’ye, göreli olarak daha yakın tarihlerde göçmüşlerdi; güçlerin büyük bir kısmı Almanya’dandı; yerli Amerikalılarla temasları çok azdı. Parti, amacının, sosyalizm için çalışmak olduğunu ilan etmişti; ancak gerçek anlamda devrimci bir marksist kitle partisi haline gelemedi; çünkü partinin sekter önderleri, Amerikan proletaryasının kitle örgütleri içinde çalışma gereğini kavrayamadılar. - 224.
368 Engels, (biri Trier olmak üzere) iki sol kanat mensubu üyenin Danimarka Sosyalist Partisi yönetim kurulundan çıkarılışını kastediyor; bu iki üye sosyalist partinin, Danimarka köktenci burjuva partisi Venstre ile bir blok oluşturma girişimine karşı durmuşlardı. - 225.
369 Londra Sendikalar Konseyi ilk olarak Mayıs 1860’ta, Londra sendikalarının temsil edildiği bir delegeler toplantısında seçilmişti. Üye sayısı binlerce olan Londra sendikalarının çoğunu temsil ettiği için konseyin, İngiliz işçi hareketi üzerinde etkisi büyüktü. Büyük sendikaların liderleri –örneğin marangozları temsil eden Cremer ve daha sonra Applegarth ve ayakkabıcıların lideri Odger– Londra sendikalar konseyinde önemli bir rol oynadılar.
Sendikalar Genel ve Gizli Oy Derneği Eylül 1864’te kuruldu. Başkanı Odger, sekreteri Hartwell ve muhasip üyesi Trimlett”ti. Üçü de Birinci Enternasyonal Genel Konseyi üyesi oldular. - 229.
370 Bkz: 356 nolu açıklayıcı not. - 230.
371 Sosyal-Demokrat Federasyon kastediliyor. Bkz: 355 nolu açıklayıcı not. - 230.
372 Otuz Yıl Savaşı (1618-48) – Hemen hemen tüm Avrupa devletlerini içine çeken ilk savaş; bu savaşta siyasal çatışmalar, Protestanlıkla katolikliğin savaşımı biçimine bürünmüştü. Esas savaş alanı olan Almanya, savaş sırasında baştan sona tahrip edildi, ekonomisi çökertildi ve nüfusun önemli bir bölümü öldürüldü. Savaşı sonuçlandıran Westphalia anlaşması, Almanya’nın bazı parçalarını Fransa İmparatorluğu ile İsveç’e bıraktı ve Orta Avrupa’nın parçalanmasını teyid etti. - 232.
373 Bkz: 294 nolu açıklayıcı not. - 235.
374 Engels, Ağustos 1891’de Brüksel’de yapılacak olan ikinci Enter-nasyonal kongresini kastediyor. - 249.
375 Toulon’un köktenci belediye başkanı Fouroux ile metresi Mme de Jonquieres’in adının karıştığı bir çocuk aldırma skandalı kastediliyor. Bu olay nedeniyle belediye başkanı görevden alınmış ve mahkum edilmişti. - 249.
376 Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi kastediliyor; Marx’ın konuya ilişkin mektubu, 1891 başında, o sıralarda Kautsky’nin yönettiği Neue Zeit’ta yayınlanmıştı. Alman Sosyal-Demokrat Partisinin oportünist önderlerinin itirazlarına karşın Engels, mektubu o sırada yayınlamayı uygun bulmuştu; çünkü yeni bir parti programı Erfurt kongresinde kabul edilecekti. - 250.
377 Anılan üç gazeteden ilk ikisi sosyal-demokrat, üçüncüsü burjuva gazetesi idi. - 250.
378 Engels, Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi’ni yayınlanmak üzere Kautsky’ye gönderdiği zaman, eğer Neue Zeit’ta yayınlanmazsa, Viyana’daki Arbeiter Zeitung’a göndereceğini haber vermişti. - 251.
379 Aynı zamanda bir avukat olan Lassalle, Kontes von Hatzfeldt’in kocasına karşı açtığı davaları, 1845’ten 1854’e dek başarıyla yürütmüştü. - 252.
380 Alman Sosyal-Demokrat Partisinin merkez yayın organı Vorwärts, 13 Şubat 1891de bir başyazı yayınladı. Yazı, parti yöneticilerinin Gotha Programının Eleştirisi konusundaki görüşlerini dile getiriyordu. Başyazı, Marx’ın Lassalle’ı değerlendirişini suçluyor ve Marx’ın eleştirisine karşın programı kabul etme onurunun Partiye ait olduğunu öne sürüyordu. - 253.
381 Engels, Erfurt kongresinde Ekim 1891’de kabul edilecek olan Alman Sosyal-Demokrat Partisi program taslağını kastediyor. - 254.
382 Engels, Napoléon’un 14 Ekim 1806’da Jena ve Auerstedt’de Prusya ordularına tattırdığı ezici yenilgiyi kastediyor. - 257.
383 Bkz: 354 nolu açıklayıcı not. - 257.
384 Engels, Leon ve Vogt’un yaptığı, Amerika Sosyalist İşçi Partisinin yayınladığı çeviriyi kastediyor. - 257.
385 Bkz: 220 nolu açıklayıcı not. - 264.
386 Fabianlar – 1884 yılında kurulan reformcu Fabian Derneğinin üyeleri. Dernek 1900 yılında işçi Partisine katıldı. - 271.
387 Panama boğazında bir kanal açmak amacıyla 1879’da Fransa’da kurulan bir limited şirket, 1888’de battı; hem birçok küçük pay sahibini yıktı, hem birçok iflasa neden oldu. Olayla ilgili işlemler sırasında, birçok gazetecinin, parlamento üyesinin ve önde gelen Fransız politikacıların elaltından yürütülen şirket işleriyle ve parasal spekülasyonlarla ilgili oldukları ve çoğunun rüşvet kabul ettiğinin ortaya çıkması tam bir skandal havası yarattı. - 277.
388 Baare, Bochum’daki çelik işletmelerinin genel müdürüydü; şirket kârlarını gizlemek, vergi kaçırmak ve işe yaramaz demiryolu rayları satmak suçlarından yargılandı. - 278.
389 Hafif silahlar üreten L. Löve ve Ortakları firmasının sahibi, devlete standart altında silah satmış ve üst düzeydeki devlet görevlilerine, bu silahları kabul etmeleri için rüşvet vermişti. - 278.
390 Banca Romana olayıyla ilgili soruşturmalar sonucunda birçok yolsuzluk yapılmış olduğu, 1892 ve 1893 yıllarında ortaya çıktı; örneğin banka ancak 70 milyon franka kadar banknot çıkarabilecekken, bu rakam 133 milyon franka ulaşmıştı. Banka ayrıca milletvekillerine, senatörlere ve hükümetle ilgili daha başka kişilere büyük miktarlarda para vermişti. - 278.
391 Bağımsız İşçi Partisi – Ocak 1893’te Bradford’daki konferansta kurulan ve Keir Hardie’nin önderlik ettiği reformcu örgüt. - 279.
392 Bkz: 355 nolu açıklayıcı not. - 279.
393 Bkz: 386 nolu açıklayıcı not. - 279.
394 Bkz: 387 nolu açıklayıcı not. - 281.
395 Engels 1 ve 8 Mayıs 1892 tarihlerinde yapılan, sosyalistlerin 160.000 oy aldığı ve 27 yerel yönetimi kazandığı yerel yönetim seçimlerini kastediyor. - 283.
396 Avam Kamarasının 20 Şubat 1893 tarihli oturumunda seçim yasasında değişiklikler yapılmasını öngören iki tasarının birinci görüşmesi yapıldı. Bu tasarılarla hükümet, seçmen görüşünün özgürce ifadesini engelleyen eşitsizliklerin olabildiği ölçüde giderilmesini öngörüyordu. Tasarıların diğer önerileri arasında seçmenlik için mülk sahibi olma koşulunun tamamen kaldırılması; seçmen kütüklerinin düzenlenmesinden sorumlu olan sandık başkanlarının hem belediyelerce aday gösterilmeleri, hem ücretlerinin onlar tarafından ödenmesi, tüm seçimler (parlamento, yerel, vb. seçimler) için tek seçmen kütüğü düzenlenmesi gibi öneriler de vardı. - 284.
397 Brüksel konferansına, Fransız işçi Partisi Ulusal Konseyini temsilen Ferroul katıldı. - 285.
398 Sosyal-Demokrat – 1892 ve 1893 yıllarında Sevlievoda yayınlanan Bulgar siyaset ve yazın dergisi. Dergi üç ayda bir yayınlanıyordu. - 285.
399 Kırım Savaşı (1853-56) bir yanda Rusya ile diğer yanda İngiltere, Fransa, Türkiye ve Sardinya arasında yapıldı. Rusların yenildiği savaş, “Feodal Rusya’nın güçsüzlüğünü ve kokuşmuşluğunu gösterdi” (Bkz: Lenin, Collected Works, Cilt 17, Moskova, 1963, s. 121) ve 1859-61 döneminin devrimci durumunu yarattı; bu durum çarlık hükümetini 1860’larda ve 1870lerde burjuva reformlarına girişmek zorunda bıraktı. - 291.
400 Alıntı, Marx’ın Kapital’inin Birinci Cildinin ilk Almanca baskısının Önsözünden [Bkz: Marx, Kapital, Birinci Cilt, Sol Yayınları, Ankara 1993, s. 17.] - 300.
401 La Reforme – Küçük-burjuva demokrat cumhuriyetçilerin ve küçük-burjuva sosyalistlerin, 1843’ten 1850’ye dek Paris’te yayınlanan gündelik gazetesi. - 303.
402 24 Şubat 1848’de kurulan Fransız Cumhuriyeti geçici hükümeti kastediliyor. O hükümette ılımlı burjuva cumhuriyetçiler, sandalyelerin çoğuna sahipti. - 303.
403 Sombart’ın “Zur Kritik des ökonomischen Systems von Karl Marx” [“Karl Marx’ın Ekonomik Sistem Eleştirisine Katkı”] başlıklı makalesi kastediliyor. Makale Archiv für soziale Gesetzgebung und Statistik’te yayınlandı. Sombart bu makalesinde, Marx’ın, Engels’in yayına hazırladığı Kapital’in üçüncü cildini ele alıyor. 1894’te bu cildin yayınlanmasından sonra gerici basında bir dizi yazı yayınlanmıştı; yazıların amacı marksist ekonomi politiğin temel tezlerine gölge düşürmekti. Sombart’ın yazısı da Marx’ın yöntemi ve ekonomik teorisinin bazı yanlarını yanlış yorumluyordu. - 313.
404 Bizzat Engels bu konuyla “Ergänzung und Nachtrag zum III. Buche des ‘Kapital’ I. Wertgesetz und Profitrate” [“Kapital, Cilt III., I. Değer Yasası ve Kâr Oranına Ek”] başlıklı yazıda bu konuyu ele alıyor. Engels bu Ek’i 1895 baharında yazdı. - 315.
405 Engels’in “Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850’ye Giriş”i (Marx’ın Fransa yazılarına Engels’in yazdığı Giriş yazısı) Vorwärts’te yayınlandı. Ancak Alman Sosyal-Demokrat Partisinin önder kadrosu, proletaryanın devrimci savaşımına ilişkin bölümleri çıkararak yazıya oportünist bir hava verdiler. - 322.
406 Kautsky, “Sosyalizmin Tarihi” çalışmasını Engels’in yönetmesini istemiyordu; ama Engels’in bilgisinden de yararlanma çabasındaydı. O nedenle Birinci Enternasyonalle ilgili bölüm için elindeki materyali göndermesini sağlamak istiyordu. - 324.
ADLAR DİZİNİ
Marx ve Engels ile Yazışanların Adları (*) Yıldız İmiyle Belirtildi.
A
*Adler, Victor (1852-1918) – Avusturya sosyal-demokrasisinin kurcularından ve önderlerinden; 1889-95 yıllarında Engels’le mektuplaştı; 1889, 1891 ve 1893 uluslararası sosyalist işçi kongrelerinde delege; daha sonra Avusturya Sosyal-Demokrat Partisinin oportünist kanadının ve İkinci Enternasyonalin önderlerinden. - 222, 249, 320.
Aeschylus (İÖ. 525-456) – Eski Yunan önde gelen oyun yazarı; klasik trajedilerin yazarı. - 202.
Albert (Martin, Alexandre) (1815-1895) – Fransız işçi, sosyalist, Temmuz monarşisi döneminde çeşitli gizli devrimci örgütlerin önderi; 1848’de Geçici Hükümet üyesi. - 272.
Aleksandr II (1818-1881) – Rus çarı (1855-1881). -100.
Allemane, Jean (1843-1935) – Fransız küçük-burjuva sosyalist; Paris Komünü üyesi; Komünün yenilgisinden sonra çalışma kampına gönderildi, 1880’de affedildi; 1880’lerde possibilist grubun üyesi; 1890’da possibilistlerden ayrılan yarı-anarşist sendikalist Sosyal-Devrimci Emekçi Partisinin lideri; daha sonra aktif politikadan çekildi. - 283
Aristophanes (İÖ.-446-385) – Eski Yunan oyun yazarı; politik komediler yazarı. - 202.
Auer, Ignaz (1846-1907) – Alman sosyal-demokrat; Sosyal-Demokrat Partinin önderlerinden; birçok kez Reichstag (Alman parlamentosu) üyesi seçildi; sonraları reformist.-87, 128.
Augustus Octuvianus (İÖ. 63-İS. 14) – Roma imparatoru (İÖ. 27-İS. 14). -298.
Aveling, Edward (1851-1898) – İngiliz sosyalist, yazar; Marx’ın kızı Eleanor’un kocası; 1884’-ten itibaren Sosyal-Demokrat Federasyon üyesi; daha sonra Sosyalist Ligin kurucularından; 1880 sonları ve 1890 başlarında vasıfsız işçilerin kitle etkinliklerini düzenleyenlerden; Marx’ın Kapital’inin 1. cildini ve Engels’in Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm’ini İngilizceye çevirenlerden. - 257, 271, 273, 276, 279.
Aveling, Eleanor – Bkz: Marx, Eleanor.
Avenel, Georges d’ (1828-1876) – Fransız tarihçi ve yazar. - 222.
B
Badinguet – III. Napoléon’un lakabı.
Bahr, Hermann (1863-1934) – Avusturyalı yazar ve eleştirmen. - 231.
Bakunin, Mikhail Aleksandroviç (1814-1876) – Rus devrimci ve yazar; 1848-49 Alman Devrimine katıldı; anarşizmin ideologlarından. - 32, 54, 55, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 68, 72, 73, 77, 78, 85, 87, 133, 156, 157, 168, 221.
Balan, Hermann Ludwig (1812-1874) – Alman diplomat, Brüksel büyükelçisi (1865-74). - 36.
Balzac, Honore de (1799-1850) – Büyük Fransız gerçekçi yazar. - 219.
Banner, Roberl – İngiliz işçi; Fabian Demeği üyesi. -218,272.
Barlh, Paul (1858-1922) – Alman sosyolog; marksizme muhalif. - 233, 235, 245, 261, 262, 287, 288.
Bax, Ernest Belfort (1854-1926) – İngiliz sosyalist, tarihçi ve felsefeci; Sosyal-Demokrat Federasyonun ve Sosyalist Ligin kurucularından (1884); daha sonra İngiliz Sosyalist Partisi liderlerinden. - 149, 224.
*Bebel, Augusl (1840-1913) – Alman sosyal-demokrasisinin ve uluslararası işçi sınıfı hareketinin seçkin liderlerinden; Marx’ın ve Engels’in dostu ve çalışma arkadaşı; tornacı; Birinci Entenasyonal üyesi. 1869’da Liebknecht ile birlikte Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’ni (Ayzenahçılar) kurdu; birçok kez Reichstag’a temsilci seçildi. - 24, 35, 43, 44, 52, 53, 71, 79, 87, 88, 91, 118, 126, 127, 129, 158, 171, 174, 183, 189, 197, 204, 221, 248, 251, 264, 266, 271, 273, 281, 282.
Becker, Bernhard (1826-1882) – Alman yazar; Lassalle’ın ölümünden sonra Genel Alman İşçiler Derneği başkanı (1864-65); daha sonra Ayzenahçılara katıldı. - 59, 88, 90.
*Becker, Johann Philipp (1809-1886) – Alman ve uluslararası işçi hareketinin ünlü önderlerinden; fırça yapımcısı; 1830’larda ve 40’larda Almanya ve İsviçre’deki demokratik eylemlerde yer aldı; 1848-49 Devrimine katıldı; Baden-Palatinate ayaklanmasının bastırılmasından sonra Almanya’dan kaçtı. 1860’larda Birinci Enternasyonalin önde gelen kişilerinden; tüm kongrelere katıldı; Vorbote’nin genel yayın yönetmeni, Marx’ın ve Engels’in dostu ve yakın çalışma arkadaşı. - 117,151.
*Beesly, Edward Spencer (1831-1915) – İngiliz tarihçi ve politikacı; burjuva radikal, pozitivist, Londra Üniversitesinde profesör; 1870-71’de Paris Komününü ve Birinci Enernasyonali İngiliz basınında savunmasıyla tanınmıştır.
Beghelly, Giuseppe (1847-1877) – İtalyan gazeteci, burjuva demokrat; Garibaldi’nin kampanyalarına katıldı, birçok cumhuriyetçi gazetenin editörü. - 64.
Behr – Berlinli yayıncı. - 92.
Benedix, Roderich (1811-1873) – Alman oyun yazan. - 76.
*Bernstein, Eduard (1850-1932) – Alman sosyal-demokrat, yayıncı. Sozialdemokrat’ın editörü (1881-90), 1889 ve 1893’te uluslararası sosyalist işçiler kongresine katıldı; Engels’in ölümünden sonra, 1890’lı yılların sonlarında, marksizmin, reformist açıdan revizyonunu savundu. - 116, 141, 146, 150, 154, 155, 162, 163, 164, 169, 173, 177, 179, 182, 245, 323, 324.
Bigot, Leon (1826-1872) – Fransız avukat ve yayıncı; sol cumhuriyetçi; Paris Komününün bastırılmasından sonra Versailles mahkemesinde komüncüleri savundu. - 52.
Bismarck, Otto Eduard (1815-1898) – Prusyalı ve Alman devlet adamı ve diplomat; Prusya junkerliğinin temsilcisi, Prusya başbakanı (1862-72 ve 1873-90); Kuzey Alman Birliği (1867-71) ve Alman İmparatorluğu (1871-90) şansölyesi; Almanya’yı Prusya egemenliği altında zorla birleştirdi, işçi sınıfı hareketinin düşmanı; Sosyalistler Yasasını çıkarttı (1878). - 19, 21,22, 30, 31, 35, 36, 37, 40, 41, 49, 50, 51, 52, 53, 62, 65, 86, 92, 101, 117, 121, 127, 147, 150, 179, 180, 182, 195, 199, 209, 226, 252, 253, 258, 289.
Blanc, Louis (1811-1882) – Fransız küçük-burjuva sosyalist, tarihçi, Geçici Hükümet üyesi ve Luxembourg Komitesinin başkanı (1848); 1848 Ağustosunda İngiltere’ye göçetti. - 303.
Blanqui, Louis Auguste (1835-1881) – Fransız devrimci, ütopik komünist, bir dizi gizli dernek örgütledi, 1830 ve 1848 devrimlerinde aktif olarak yeraldı, birçok kez hapsedildi. - 39, 195, 283.
Bleichröder, Gerson von (1822-1893) – Alman maliyeci. Berlin’de büyük bir bankacılık firmasının başı; Bismarck’ın kişisel bankeri, resmi-olmayan mali danışmanı, çeşitli spekülatif entrikalarının aracısı. -179.
*Bloch, Joseph (1871-1933) – Alman sosyal-demokrat; 1897-1933 yıllarında Alman oportünistlerinin başlıca organı olan Sozialistische Monatshefte’nin yayınlayıcısı ve genel yayın yönetmeni. - 235.
*Blos, Willhelm (1849-1927) – Alman küçük-burjuva tarihçi ve yazar; Alman Sosyal-Demokrat Partisi sağ kanadı temsilcisi; 1872-74 yıllarında sosyal-demokrat Der Volksstaat gazetesinin yayın yönetmenlerinden. - 98, 103.
*Bolle, Friedrich – Amerikan işçi sınıfı hareketinin önderi; Alman sigar yapımcısı; Enternasyonalin kuzey Amerika şubeleri federal konseyi sekreteri (1872); genel konsey üyesi (1872-74). -53.
Bonald, Louis Gabriel Ambroise (Vikont) (1754-1840) – Fransız devlet adamı ve yazar; monarşist; Restorasyon döneminde aristokrat ve dinci muhalefetin ideologlarından. - 274.
Bonhorsl, Leonard (d.1840) – Alman sosyal-demokrat; teknisyen; Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (Ayzenahçılar) Bruswick komitesi üyesi. -20.
Bonnier, Charles (d. 1863) – Fransız sosyalist yazar. - 248.
*Borgius W. - 296.
*Bracke, Wilhelm (1842-1880) – Alman sosyal-demokrat; Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (Ayzenahçılar) kurucularından (1869) ve önderlerinden; Marx’ın ve Engels’in yakın dostu; lasalcılığa karşı savaşım verdi; yeterince ısrarla olmasa da, Sosyal-Demokrat Parti’deki oportünistlere karşı çıktı. - 20, 82, 86, 87, 89, 90, 118.
Brass, August (1818-1876) – Alman gazeteci; Alman 1848-49 Devrimine katıldı, yenilgiden sonra İsviçre’ye göç etti; 1860’tan sonra Bismarck’ı destekledi; Norddeutsche Allgemeine Zeitung’un yayıncısı. -29.
Bray, John Francis (1809-1895) – İngiliz iktisatçı, ütopik sosyalist; Robert Owen hayranı; “emek-para” kuramını geliştirdi. -188.
Bright, John (1811-1889) – İngiliz politikacı; serbest ticaretçilerin önderlerinden ve Mısır Yasası Karşıtları Liginin kurucusu; 1860’ların başlarından itibaren Liberal Parti sol kanadının lideri; liberal hükümetlerde çeşitli bakanlıklar yaptı. - 108, 109,204.
Broadhurst, Henry (1840-1911) – İngiliz politikacı; sendika liderlerinden; reformist; Sendikalar Birliği (TUC) parlamento komitesi, üyesi (1875-90); liberal milletvekili; içişleri bakan yardımcısı (1886). - 220, 229.
Brousse, Paul (1854-1912) - Fransız küçük-burjuva sosyalist; Paris Komününe katıldı, Komünün yenilgisinden sonra Fransa dışında yaşadı; anarşistlere katıldı. 1880’li yılların başında Fransa’ya döndü ve İşçi Partisine katılarak marksist eğilimlere şiddetle karşı çıktı; possibilistlerin ideologu ve lideri. -146, 156, 157, 158, 159, 221, 248, 249, 283.
Brown, Willard – Amerikalı gazeteci; sosyalist. -143.
Buchez, Philippe (1796-1865) – Fransız politikacı ve tarihçi; burjuva cumhuriyetçi; hıristiyan sosyalizminin ideologlarından. - 82.
Burgess, Joseph (takma adı Autolycus) (d.1853) – İngiliz sosyalist; 1891-94’te The Workmans Times’ı yayınladı; Bağımsız İşçi Partisi kurucularından (1893).-294.
Burns - Bkz. Rosher, Mary Ellen
Burns, John Elliot (1858-1943) – İngiliz politikacı ve devlet adamı; 1880’lerde sendika lideri, 1889 Londra büyük dok grevi dahil birçok greve katıldı; İngiliz Sosyal Demokrat Federasyonu üyesi oldu ama kısa bir süre sonra ayrıldı; 1892’de seçildiği parlamentoda işçi haklarına karşı çıktı ve kapitalistlerle işbirliğini savundu. - 225, 227, 228, 307.
Burns, Lydia (Lizzy) (1827-1878) – İrlandalı işçi; İrlanda’da ulusal kurtuluş hareketine katıldı; Friedrich Engels’in ikinci eşi. - 99.
Burt, Thomas (1837-1922) – İngiliz sendikacı, madenci; Northumberland Maden Sendikası sekreteri; milletvekili (1874-1918); Liberal Partinin politikasını izledi. - 109.
Büchner, Ludwig (1824-1899) – Alman fizyolog ve felsefeci, vülger materyalizmin temsilcisi. - 18, 93.
Bürkli, Karl (1823-1901) – İsviçreli sosyalist, Fourier yanlısı; Birinci Enternasyonal üyesi. -152.
Byr, (Bayer, Karl-Robert) (1825-1902) – Alman yazar. - 94.
C
Cabet, Etienne (1788-1856) – Fransız yazar, ütopik komünizmin ünlü temsilcisi; Voyage to Icaria’nın yazarı.- 91.
Calvin, Jean (1509-1564) – Reformasyonun önderlerinden; sermayenin ilk birikimi sırasında burjuvazinin çıkarlarını dile getiren bir protestanlık eğilimi olan kalvinizmin kurucusu.-287.
Cavaignac, Louis Eugène (1802-1857) – Fransız general ve politikacı; burjuva cumhuriyetçi; 1830-40’lı yıllarda Cezayir’in ele geçirilmesi harekatına katıldı, 1848’de Cezayir genel valisi; Fransa savaş bakanı (Mayıs-Haziran 1848); Paris işçilerinin Haziran ayaklanmasının kanlı olarak bastırılmasından sorumlu; Haziran-Aralık 1848’de diktatörlük yetkileri verildi. - 39.
Cavaliotti, Felice (1842-1898) – İtalyan politikacı ve yazar; burjuva radikallerin lideri; 1873’ten itibaren parlamento üyesi. - 301.
Cavendish, Spencer Compton (Hartington markisi) (1833-1908) – İngiliz Liberal Partisinin önde gelenlerinden. - 109.
Cervantes, Saavedra, Miguel de (1547-1616) – Büyük İspanyol gerçekçi yazar; Don Kişot’un yazarı. -202.
Champion, Henry Hyde (1859-1928) – İngiliz sosyalist, yayıncı ve yazar; Sosyal-Demokrat Federasyon üyesi; muhafazakarlarla gizli pazarlıklara girişti; 1890’larda Avustralya’ya göç etti ve emekçi sınıf hareketinde aktif rol aldı. - 225.
Cherbuliez, Antoine-Elisée (1797-1869) – İsviçreli iktisatçı, Sismondi’nin izleyicisi; Sismondi’nin ve Ricardo’nun görüşlerinin karışımı olan bir kuram ortaya koydu. - 144.
Çernişevski, Nikolaiy Gavriloviç (1828-1889) – Rus devrimci demokrat ve ütopik sosyalist; bilim adamı, romancı, eleştirmen; Rus sosyal-demokrasisinin seçkin öncülerinden. - 38, 104, 185.
Clemenceau, Georges (1841-1929) – Fransız politikacı ve yazar; 1880’lerden sonra Radikal Parti lideri; başbakan (1906-09 ve 1917-20), emperyalist bir politika izledi. - 184, 220.
Cloots, Anacharsis (1755-1794) – Fransız Devrimi önderlerinden; sol jakobenlere yakındı. - 222, 223.
Cluseret, Gustave-Paul (1823-1900) – Fransız politikacı; Birinci Enternasyonal üyesi; bakunincilere yakındı; Lyons ve Marsilya devrimci ayaklanmalarına (1870) katıldı; Paris Komünü üyesi; yenilgiden sonra Fransa’dan ayrıldı. -31, 75.
Colins, Jean Guillaume Casear (1783-1859) – Fransız küçük-burjuva iktisatçı (aslen Belçikalı). -144,145.
Comte, Auguste (1798-1857) - Fransız felsefeci ve sosyolog; pozitivizmin kurucusu. - 32, 49, 50, 311, 312,313.
Cromwell, Oliver (1599-1658) – 17. yüzyıl burjuva devrimi döneminde burjuvazinin ve burjuvalaşmış soyluların lideri; 1653’ten sonra İngiltere, İskoçya ve İrlanda kral naibi.-298.
*Cuno, Friedrich Theodor (1846-1934) – Alman ve uluslararası işçi sınıfı hareketinin liderlerinden; sosyalist. Birinci Enternasyonalin aktif üyesi; 1872’de Amerika’ya göç etti; daha sonra Amerikan işçi örgütü “Knights of Labor”ın (Emek Şövalyeleri) kurucularından. - 59.
D
*Danielson, Nikolay Frantseviç (takma adı Nikolay-on) (1844-1918) – Rus iktisatçı ve yazar; 1880 ve 90’larda narodizm ideologu; Marx’ın Kapital’inin I. (N. A. Lopatin ile birlikte), II. ve III. ciltlerini Rusçaya çevirdi. - 110, 136, 198, 200, 258, 269, 291.
Dante, Alighieri (1265-1321) – Büyük İtalyan şair. - 202.
Danton, Georges-Jacques (1759-1794) – Fransız Devriminin önderlerinden; jakobenlerin sağ kanadının lideri. - 222.
Darwin, Charles Robert (1809-1882) – Büyük İngiliz doğabilimci; biyolojik evrim kuramının kurucusu. -18, 93, 94, 96, 176.
Deák, Ferenz (1803-1876) – Macar devlet adamı; Macar aristokrasisi liberal çevrelerinin temsilcisi; Avusturya monarşisi ile uzlaşmayı savundu.- 131.
Demuth, Hilene (Lenchen, Nim) (1823-1890) – Marx’ın evinde hizmetçi ve ailenin yakın dostu; Marx’ın ölümünden sonra Engels’in evinde yaşadı. - 166, 180.
Descartes, Reni (1596-1650) – Fransız felsefeci ve bilimadamı, modern rasyonalizmin kurucusu. -233.
Deville, Gabriel (d. 1854) – Fransız sosyalist, Fransız işçi Partisinin etkin lideri; yazar, Marx’ın Kapital’inin I. cildinin popüler yorumunun ve iktisat, felsefe ve tarih konularında birçok yapıtın yazarı. -178.
Dietz, Johann Heinrich Wilhelm (1843-1922) – Alman sosyal-demokrat; Sosyal-Demokrat yayınevinin kurucusu; 1881’den sonra Reichstag üyesi. - 251, 253.
Disraeli, Benjamin (1871’den sonra Beaconsfield Earl’ü) (1804-1881) – İngiliz devlet adamı ve yazar; Muhafazakar Parti lideri, maliye bakanı (1852, 1858-59 ve 1866-68); başbakan (1868 ve 1874-80). -116.
Dobrolyubov, Nikolay Aleksandroviç (1836-1861) – Rus devrimci demokrat; Ünlü eleştirmen ve materyalist filozof; Rus sosyal-demokrasisinin seçkin öncüsü. - 185.
Domela-Nieuwenhuis, Ferdinand (1822-1891) – Hollanda Sosyal-Demokrat Partisi’nin kurucusu; sonraları anarşist. - 138.
Dufaure, Jules-Armand Stanislas (1798-1881) – Fransız devlet adamı; 18401ı yıllarda birçok bakanlık yaptı. Paris Komününün celladı; 1870lerde adalet bakanı, başbakan.-67.
Dühring, Eugen Karl (1833-1921) – Alman filozof ve iktisatçı; gerici küçük-burjuva sosyalizmin temsilcisi; bazı Alman sosyal-demokratların desteklediği ve pozitivizm, metafizik materyalizm ve idealizmden derlenme bir karışım olan görüşlerini Engels Anti-Dühring adlı kitabında eleştirdi. - 18, 97, 98, 99, 102, 185, 237, 299.
E
Eccarius, Johann Georg (1818-1889) – Alman işçi, yazar; Alman ve uluslararası işçi hareketinin Önde gelen kişilerinden; Londra’da göçmen olarak yaşadı; Haklılar Birliğinin ve daha sonra Komünist Birliğin üyesi; Londra’daki Alman işçiler Eğitim Derneği’nin liderlerinden; Birinci Enternasyonal genel konseyi üyesi; sonraları İngiliz sendika hareketine katıldı. - 221.
Eichhoff, Wilhelm (1833-1895) - Alman sosyalist; 1850’li yılların sonlarında Stieber’i polis casusu olarak teşhir etti ve bu yüzden yargılandı; 1860’ta İngiltere’ye göç etti; Birinci Enternasyonalin tarihini ilk yazanlardan.-216.
Epikuros (İÖ. 342-271) – Eski Yunan materyalist filozofu. - 167.
*Ernstt Paul (1866-1933) – Alman yazar, eleştirmen ve oyun yazarı; 1880’lerin sonlarında Sosyal-Demokrat Parti’ye katıldı; “Genç”lerin liderlerinden; 1891’de Sosyal-Demokrat Parti’den atıldı. -231.
Estrup, Jacob (1825-1913) – Danimarkalı muhafazakar devlet adamı. -226.
F
Favre, Jules (1809-1880) – Fransız avukat ve devlet adamı; 1850’lerin sonlarında cumhuriyetçi burjuva muhalefetin lideri oldu; dışişleri bakanı (1870-71); Paris Komünü’nün celladı ve Enternasyonale karşı savaşımın esin kaynağı. - 28, 39, 40, 50, 52, 53, 62.
Fechner, Gustav Theodor (1801-1887) – Alman Fizikçi ve idealist filozof, psikofiziğin kurucularından. - 18.
Feuerbach, Ludwig (1804-1872) – Marx-Öncesi dönemin büyük materyalist filozofu. -238,245, 299.
Fichte, Johann Gottlieb (1762-1814) – Alman Öznel idealist filozof; 18. yüzyıl sonları, 19. yüzyıl başları Alman idealizminin temsilcisi. - 288
Fischer, Richard (1855-1926) – Alman sosyal-demokrat; Alman Sosyal-Demokrat Partisi’nin sekreteri. - 248, 253.
Flerovski (Bervi, Vasili Vasiliyeviç) – Rus iktisatçı ve sosyolog; narodnik, ütopik sosyalizminin temsilcisi; Rusya’da işçi Sınıfının Durumunun (1860) yazarı. - 11, 38.
Flocon, Ferdinand (1800-1866) – Fransız politikacı ve yazar; küçük-burjuva demokrat; Réforme gazetesi yayın yönetmenlerinden; 1848-57de Geçici Hükümet üyesi. - 303.
Forster, William Eduard (1818-1886) – İngiliz politikacı ve yapımcı; liberal; milletvekili. - 109, 154.
Fourier, François Marie Charles (1772-1837) – Fransız ütopik sosyalist. - 181, 182.
*Frankel, Leo (1844-1896) – Macar ve uluslararası işçi sınıfı hareketinin ünlü kişilerinden; Birinci Enternasyonal genel konseyi üyesi (1871-72); Macar işçi Partisinin kurucularından (1880); Marx ve Engels’in çalışma arkadaşı. - 48.
Frederick II (1712-1786) – Prusya kralı (1740-1786).-162.
Frederick Wilhelm (1620-1688) – Brandenburg elektörü (1640-1688). - 289.
Frederick Wilhelm III (1770-1840) – Prusya kralı (1797-1840).-37.
G
Gambetta, Léon Michel (1838-1882) – Fransız devlet adamı; burjuva cumhuriyetçi; Ulusal Savunma Hükümeti üyesi (1870-71); Prusya’ya karşı illerdeki silahlı direnişin örgütleyicisi; bakanlar konseyi başkanı ve dışişleri bakanı (1881-82). - 36, 39, 40, 41.
Geib, August (1842-1879) – Alman sosyal-demokrat; Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (Ayzenahçılar) üyesi; 1872’den itibaren parti muhasip üyesi; 1874’ten itibaren Reichstag üyesi. - 87.
Geiser, Bruno (1846-1898) – Alman sosyal-demokrat; Die Neue Welt dergisinin genel yayın yönetmeni; partinin oportünist kanadının liderlerinden. - 182.
George, Henry (1839-1897) – Amerikalı yazar; burjuva iktisatçı, kapitalist toplumdaki tüm toplumsal çelişkilerin giderilmesi için toprağın burjuva kamulaştırılmasını savundu. - 143, 144, 145, 175, 208, 209, 212, 213.
Gladstone, William Ewart (1809-1898) – İngiliz politikacı ve devlet adamı; Liberal Partinin lideri; çeşitli hükümetlerde bakan, başbakan (1868-74, 1880, 1885, 1886, 1892-94); sık sık sosyal konularda demagojiye ve liberallere, küçük-burjuvanın ve işçi sınıfının üst tabakasının liberalleri desteklemesi amacıyla yapılan, yarım-ağız reformlara (1884 seçim reformu ve diğer reformlar) başvurdu. - 15, 16, 56, 108, 116, 154, 195, 207, 307.
Gneisenau, August Wilhelm (1760-1831) - Prusyalı general ve politikacı; Alman halkının Napoléon egemenliğine karşı bağımsızlık savaşımında çok önemli bir rol oynadı. - 33.
Gögg, Amand (1820-1897) - Alman gazeteci; küçük-burjuva demokrat; 1849’da Baden geçici hükümeti üyesi; devrimin yenilgisinden sonra Almanya’dan ayrıldı; 1870’lerde Alman sosyal-demokrasisine katıldı. - 82.
Goschen, George, Joachim, Vikont (1831-1907) – Alman asıllı İngiliz politikacı; 1863’ten sonra milletvekili; birçok kez hükümet üyesi; ekonomik sorunlara ilişkin birçok yapıtın yazarı. - 109.
Gould, Jay (1836-1892) – Amerikalı milyoner, demiryolu kralı ve yatırımcı. - 137, 240.
Grillenberger, Karl (1848-1897) – Alman sosyal-demokrat; 1881’den sonra Reichstag üyesi; 1890’larda Alman Sosyal-Dernokrat Partisinin oportünist kanadında yeraldı. - 162.
Grousset, Pascal (1844-1909) – Fransız yazar ve politikacı; blankici; Ulusal Muhafız merkez komitesi ve Paris Komünü üyesi. -51.
Guesde, Jules (1845-1922) – Fransız ve uluslararası işçi sınıfı hareketinin lideri; Fransız işçi Partisi’nin kurucularından (1879); marksizmi Fransa’da yaygınlaştırdı; yıllarca Fransız sosyalist hareketinin devrimci kanadının önderliğini yaptı; oportünizme karşı savaştı; Birinci Dünya Savaşında sosyal şovenist. - 131,132,146, 158, 249.
*Guillaume-Schak, Getrude – Alman anarşist. - 196.
Guizot, François Pierre Guillaume (1787-1874) – Fransız burjuva tarihçi ve devlet adamı; 1840’tan, Şubat 1848 Devrimine kadar Fransa’nın iç ve dış politikasını çizdi, büyük zengin burjuvazinin görüşlerini dile getirdi. - 144, 298.
Gumpert, Eduard (Ö.1893) – Manchester’de yaşayan Alman hekim; Marx’ın ve Engels’in dostu. - 23, 25.
Gülich, Gustav (1791-1847) – Alman iktisatçı ve tarihçi; tarih ve ulusal ekonomi konularında birçok kitabın yazarı. - 299.
H
Haller, Karl Ludwig (1768-1854) – İsviçreli avukat ve tarihçi; köleliğin ve mutlakiyetçiliğin savunucusu. -274.
Harcourt, William Vernon (1827-1904) – İngiliz devlet adamı; liberal; milletvekili; 1873’ten itibaren önemli hükümet görevlerinde bulundu; Liberal Parti lideri (1894-98). -109.
Hardie, James Keir (1856-1915) – İngiliz isçi hareketinin önderi; reformist; İskoçya işçi Partisi (1888) ve Bağımsız İşçi Partisi (1893) kurucusu ve lideri; işçi Partisi lideri. -307.
*Harkness, Margaret (takma adı John Law) – İngiliz yazar; Sosyal-Demokrat Federasyon üyesi. - 216.
Harney, George Julian (1817-1897) – İngiliz işçi hareketinin önderlerinden; çartist hareketin sol kanat liderlerinden; Kardeş Demokratlar Derneğinin kurucusu; The Northern Star, Red Republican (haftalık) ve diğer çartist yayınların genel yayın yönetmeni.-282.
Harrison Frederic (1831-1923) – İngiliz yazar; August Comte yanlısı. -312.
Hartington – Bkz. Cavendish, Spencer Compton.
Hasenclever, Wilhelm (1837-1889) – Alman şair; Lassalle yanlısı. - 79, 85.
Hasselman, Wilhelm (d.1844) – Lassalle yanlısı Genel Alman işçiler Derneğinin liderlerinden; 1871-75’te Neuer Sodal-Demokrat’in genel yayın yönetmeni; 1880’de anarşist görüşlerinden dolayı Alman Sosyal-Demokrat Partisinden çıkarıldı. - 79,85.
Hatzfeldt, Sophie von (1805-1881) – Lassalle’ın dostu ve izleyicisi. -252.
Haussmann, Georges Eugene (1809-1891) – Fransız politikacı; bonapartist; Seine bölgesi polis şefi (1853-70); Paris’in bayındırlık çalışmalarını yönetti. - 21.
Haxthausen, August (1792-1866) – Prusyalı subay ve yazar; Rus toprak ilişkilerinde komün sisteminin kalıntıları konulu bir kitabın yazarı; gerici feodalist. - 46, 104.
Hébert, Jacques-René (1757-1794) – Fransız Devrimine katıldı; jakobenlerin sol kanadının lideri. - 222.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1770-1831) – Klasik Alman felsefesinin seçkin temsilcisi; nesnel idealist; en geniş kapsamıyla idealist diyalektiğin savunucusu. - 18, 69, 74, 195, 199, 202, 244, 246, 261, 262, 288, 306.
Heine, Heinrich (1797-1856) – Devrimci Alman şairi. - 27.
Held, Adolf (1844-1880) – Alman burjuva iktisatçı; Bonn Üniversitesi profesörü. -18.
Hellwaldr Friedrich (1842-1892) -Avusturyalı etnograf, coğrafyacı ve tarihçi. - 94.
Helmhollz, Herman Ludwig Ferdinand (1821-1894) – Alman fizikçi ve fizyolog. - 99.
Henning, Leopold (1791-1866) – Hegelci Alman filozof; Hegel’in ölümünden sonra yayınlanan bütün eserlerinde Science of Logic’in [Mantık Bilimi] ve Encyclopaedia of Philosophical Sciences’ın (Felsefi Bilimler Ansiklopedisi) editörlüğünü yaptı.-261.
Hepner, Adolf (1846-1923) – Alman sosyal-demokrat; Der Volkstaat gazetesinin yayın yönetmenlerinden; Enternasyonalin Lahey kongresinde delege (1872); daha sonra ABD’yegöç etti.-39, 71,98.
Herzen, Aleksandr İvanoviç (1812-1870) – Rus devrimci demokrat; materyalist filozof ve yazar; 1852’den sonra İngiltere’de yaşadı ve “Özgür Rusya Basımevi”ni kurdu; Polyarnaya Zvezda (Kutup Yıldızı) dergisini ve Kolokol (Çan) gazetesini yayınladı. - 104.
Hilditch, Richard – 19. yüzyıl ortalan İngiliz iktisatçısı; toprağın kamulaştırılmasını savundu. - 144.
Hins, Eugène (1839-1923) – Birinci Enternasyonalin Belçika şubelerini örgütleyenlerden; Belçika federal konseyi üyesi; önceleri Proudhon, daha sonra Bakunin yanlısı. - 63.
Hirsch, Karl (1841-1900) – Alman sosyal-demokrat; gazeteci; Liebknecht’le birlikte Leipzig’de Demokratische Wochenblatt’ın yayın yönetmenliğini yaptı; August Bebel’in ve Wilhelm Liebknecht’in tutuklanmasından sonra sosyal-demokrat gazete Der Volkstaat’ın genel yayın yönetmeni oldu; Sosyalistler Yasası yürürlükte olduğu sırada Fransa, Belçika ve İngiltere’de yaşadı, bilimsel sosyalist görüşleri tanıtmaya çalıştı. - 126, 127.
Hobbes, Thomas (1588-1679) – İngiliz filozof; mekanik materyalizmin temsilcisi. - 94, 244.
Höchberg, Karl (1853-1885) – Alman sosyal reformcu; zengin bir tüccarın oğlu; 1876’da Sosyal- Demokrat Partiye katıldı; reformist gazete ve dergiler kurdu ve finanse etti. -102, 118, 126, 129.
Hohenzollernler – Brandenburg prensleri hanedanı (1415-1701); Prusyalı kralları (1701-1918) ve Alman imparatorları (1871-1918). - 33, 36,101.
*Hubert, Adolph – İngiltere’de yaşayan Fransız göçmen; Birinci Enternasyonal üyesi. - 52.
Huxley, Thomas Henry (1825-1895) – İngiliz biyolog; Darwinin dostu ve izleyicisi, kuramlarının savunucusu; felsefede tutarsız materyalist. -312.
*Hyndman, Henry Mayer (1842-1921) – İngiliz sosyalist; 1884’te Sosyal-Demokrat Federasyona dönüştürülen Demokrat Federasyonun kurucu (1881) ve liderlerinden; işçi hareketinde oportünist ve bölücü politika izledi; sonraları İngiliz Sosyalist Partisinin liderlerinden biri oldu ama emperyalist savaşı desteklediği için 1916’da partiden kovuldu. - 133, 148, 154, 171, 211, 221, 224, 306, 307.
I
Ibsen, Henrik (1828-1906) – Ünlü Norveçli oyun yazarı. - 233.
J
Jacobi, Abraham (1830-1919) – Alman hekim; Komünist Birlik üyesi; Köln Komünist Duruşması(1852) sanıklarından; jürinin beraat ettirmesine karşın “majesteleri”ne hakaret ettiği için hapis kaldı; 1853’te İngiltere’ye, oradan da ABD’ye kaçtı, marksist propagandalarını Amerikan basınında sürdürdü. - 261.
Jollymeyer – Bkz. Schorlemmer.
Jung, Hermann (1830-1901) – Uluslararası ve İsviçre işçi sınıfı hareketinin önderlerinden; Birinci Enternasyonal genel konseyi üyesi; Lahey kongresinden (1872) önce Enternasyonalde Marx’ın çizgisini destekledi; 1872 sonbaharında İngiliz Federal Konseyinin reformist kanadına katıldı ve 1877’den sonra işçi hareketinden çekildi. - 221.
K
Kant, Immanuel (1724-1804) – Klasik Alman felsefesinin kurucusu. - 98, 244, 261, 288, 316.
Kaufmann, İllarion İgnatyeviç (1848-1916) – Rus burjuva iktisatçı, St. Petersburg Üniversitesi profesörü; paranın dolaşımı ve kredi üzerine birçok kitabın yazarı. - 115.
*Kautsky, Karl (1854-1938) – Alman sosyal-demokrat; yazar; Neue Zeit’ın genel yayın yönetmeni (1883-1917); Marksistlere 1880’lerde katıldı, marksist kuram üzerine yazdığı birçok eser, yanlışlarına karşın, marksizmin yaygınlaşmasına olumlu katkı yaptı; sonraları oportünist ve Alman sosyal demokrasisinde ve İkinci Enternasyonal’de merkeziyetçiliğin ideologu. - 135, 154, 175, 180, 186, 188, 250,254, 255, 271, 273, 322, 323.
Kautsky, Louise (d.l860-ö.l937’den sonra) – Avusturyalı sosyalist, Karl Kautsky’nin ilk karısı, Engels’in sekreteri (1890’dan sonra). - 223, 250, 323.
*Kautsy, Minna (1837-1912) – Alman yazar; toplumsal konulu roman yazarı; Karl Kautsky’nin annesi. - 201.
Kayser, Max (1853-1888) Alman sosyal-demokrat; Reichstag üyesi (1878’den sonra) sosyal-demokratların sağ kanadından. - 127, 162.
*Kelley-Wischnewetsy, Florence (1859-1932) – Amerikalı sosyalist, sonraları burjuva reformist; Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfının Durumu adlı kitabını İngilizceye çevirdi. - 205, 211, 214.
Koppen, Karl Friedrich (1808-1863) – Alman radikal yazar ve tarihçi; genç-hegelci. - 223.
Krapülinski – Napoléon IlI’ün lakabı.
*Kugelmann, Ludwig (1830-1902) – Alman hekim; Almanya’da 1848-49 Devrimine katıldı; Birinci Enternasyonal üyesi; 1862’den 1874’e kadar Marx’la mektuplaştı ve ona Almanya’daki durum konusunda bilgi verdi; Marx’ın ve Engels’in dostu. - 17, 19, 22, 24, 32, 38, 45, 47, 51.
L
Labriola, Antonio (1843-1904) – İtalyan edebiyatçı ve felsefeci, 1880 ve 90’h yıllarda marksizme yakındı; daha sonra politik yaşamdan çekildi.-320.
*Lafargue, Paul (1842-1911) – Fransız ve uluslararası işçi hareketinde seçkin lider; marksizmin önde gelen savunucusu tanıtımcısı; Birinci Enternasyonal genel konseyinin üyesi; Fransız işçi Partisinin kurucularından (1879); Martın ve Engels’in öğretilisi ve yakın çalışma arkadaşı; Martın kızı Laura’nın kocası. -45, 49, 67, 131, 143, 146, 147, 158, 247, 282, 304, 308, 320, 322.
*Lange, Friedrich Albert (1828-1875) – Alman filozof, yeni-Kantçı, materyalizmin ve sosyalizmin düşmanı.-18.
Lankester, Ray (1847-1929) - İngiliz biyolog. -166.
*Lassalle, Ferdinand (1825-1864) – Alman küçük-burjuva sosyalist; Genel Alman işçiler Derneğinin kurucularından (1863). Bu dernek, işçi sınıfı hareketi için olumlu bir önem taşıyordu ama derneğin seçilmiş başkanı olan Lassalle, onu oportünist bir çizgide yönetti; Lassalle’ın teorik ve siyasal görüşlerini Marx ve Engels sertçe eleştirdiler. – 80, 82, 89, 92, 103, 118, 157, 251,252.
Lavergne-Peguilhen, Moritz von – Alman tarihçi ve iktisatçı; gerici, romantik tarih ekolünün temsilcisi. -274, 275, 276.
*Lavrov, Pyotr Lavroviç 1823-1900) – Rus sosyolog ve yazar; narodnik ideologlardan; 1870’ten sonra ülkesi dışında yaşadı; Birinci Enternayonal üyesi; Paris Komününe katıldı; 1873-77 yıllarında Zürih ve Londra’da yayınlanan Vperyod (İleri) dergisinin yayın yönetmeni; 1870’lerin başından itibaren Marx ve Engels ile mektuplaştı. - 93.
Ledru-Rollin, Alexandre Auguste (1807-1876) - Fransız yazar ve politikacı; küçük-burjuva demokratların liderlerinden; Réforme gazetesinin genel yayın yönetmeni; 1848’de Geçici Hükümet üyesi; kurucu meclis ve yasama meclisinde Mountain Parti lideri; Mountain Parti milletvekillerince düzenlenen 13 Haziran 1849 gösterilerinin dağıtılmasından sonra İngiltere’ye göç etti; Londra’daki küçük-burjuva göçmenlerin liderlerinden. - 303.
Leibniz, Gottfried Wilhelm (1646-1716) – Alman matematikçi; felsefeci.-261, 316.
Lenchen – Bkz. Demuth, Helene.
Leroux, Pierre (1797-1871) – Fransız küçük-burjuva yazar; ütopik sosyalist; hıristiyan sosyalizminin temsilcilerinden. - 215.
Lessing, Gotthold Ephraim (1729-1781) – Alman yazar, eleştirmen ve felsefesi; 18. yüzyıl aydınlanmacılarından. - 18, 286.
Liebig, Justus von (1803-1873) – Alman bilimadamı; tarımsal kimyanın kurucularından. - 93.
*Liebknecht, Wilhelm (1826-1900) – Alman ve uluslararası işçi hareketinin önderlerinden; 1848-49 Devrimine katıldı; Komünist Birlik üyesi; Alman Sosyal-Demokrat Partisinin kurucu ve liderlerinden; Marx ve Engelsin dostu ve yakın çalışma arkadaşı. - 20, 22, 35, 43, 44, 46, 52, 53, 71, 75, 79, 85, 86, 87, 90, 93, 108, 117, 118, 159, 171, 208, 249, 251, 253, 322.
Lizzie – Bkz. Burns, Lydia.
Locke, John (1632-1704) – İngiliz felsefeci, sensüalist. -244.
Longuet – Bkz. Marx, Jenny (Longuet).
Lopatin, Hermann Aleksandroviç (1845-1918) – Rus devrimci; narodnik; Birinci Enternasyonal genel konseyi üyesi; Marx’ın Kapital’inin I. cildinin Rusçaya çevirenlerden; Marx’ın ve Engels’in dostu. - 200.
Loria, Achille (1857-1926) – İtalyan gerici sosyalist ve iktisatçı; marksizmi çarpıtanlardan. - 320.
Louis XIV (1638-1715) – Fransa kralı (1643-1715). -115.
Louis XV (1710-1774) – Fransa kralı (1715-1774). - 115.
Louis Philippe (1773-1850) – Orlean dükü, Fransa kralı (1830-48). -114.
Louise – Bkz. Kautsky, Louise.
Lowe, Robert (1811-1892) – İngiliz devlet adamı ve yazar; Whig, sonra liberal; milletvekili. -109.
Lubbock, John (1834-1913) – İngiliz darvinci biyolog; etnograf ve arkeolog; maliyeci ve politikacı; liberal; ilkel toplumların tarihi üzerine birçok yapıtın yazarı. - 177.
Luther, Martin (1483-1546) – Alman Reformasyon lideri; Almanya’da Protestanlığın (lüterciliğin) kurucusu; 1525 Köylü Savaşında ayaklanan köylülere ve kentli yoksullara karşı prensleri destekledi. - 181, 287.
M
MacDonald, Alexander (1821-1881) – İngiliz sendikacılığının reformist liderlerinden; Kömür işçileri Sendikası sekreteri; 1874’ten sonra milletvekili; Liberal Partinin politikasını izledi. - 109.
Maistre, Joseph Marie de (1753-1821) – Fransız yazar; monarşist; aristokrasi ve ruhban gericiliğinin temsilcisi; Fransız Devriminin azılı düşmanı.-274.
Malon, Benoit (1841-1893) – Fransız sosyalist; Birinci Enternasyonal ve Paris Komünü üyesi; yenilgiden sonra İtalya’ya sığındı; daha sonra sığındığı İsviçre’de anarşistlere yaklaştı; Fransız sosyalist hareketinde oportünist bir eğilim olan possibilizmin ideologu. - 67, 131, 147, 156,157,158,159.
Malthus, Thomas Robert (1766-1834) – İngiliz din adamı; iktisatçı; burjuvalaşan toprak sahibi soyluların ideologu; nüfus kontrolü kuramının savunucusu. - 18, 82, 94, 136.
Mann, Thomas (1856-1941) – İngiliz emekçi hareketinin önderlerinden; makinist; 1885’te Sosyal-Demokrat Federasyonun sol kanadına, 1893’te Bağımsız işçi Partisi’ne katıldı; 1880’lerin sonlarında vasıfsız işçilerin kitle hareketlerinin düzenlenmesinde ve bu işçilerin sendikalarda birleşmesinde aktif rol oynadı; birçok büyük grevi örgütledi; 1920’de Büyük Britanya Komünist Partisine kurucu üye olarak katıldı; uluslararası işçi hareketinde birliğin savunucusu. - 225,228.
Marwitz, Friedrich August Ludwig (1777-1837) – Prusyalı general ve politikacı; askeri anılar yazarı. -273.
Marx, Eleanor (Tussy) (1855-1898) – Marx’ın küçük kızı; 1884’ten sonra Edward Aveling’in karısı; 1880 ve 90’larda İngiliz ve uluslararası işçi hareketine aktif olarak katıldı. -76, 159, 271,273, 180, 166, 224.
*Marx, Jenny (kızlık adı von Westphalen) (1814-1881) – Marx’ın eşi. -19, 23, 145.
Marx, Jenny (1844-1883) – Marx’ın büyük kızı; uluslararası işçi hareketine aktif olarak katıldı; İrlanda halkının bağımsızlık savaşımında önemli bir rol oynadı; 1872’den sonra Charles Longuet’nin karısı. -16, 166.
*Marx, Laura (1845-1911) – Marx’ın ortanca kızı; 1868den sonra Paul Lafargue’ın karısı; Fransız işçi sınıfı hareketine aktif olarak katıldı. - 45, 206, 249, 250.
Maurer, Georg Ludwig (1790-1872) – Ünlü Alman tarihçi; eskiçağ ve ortaçağ Almanyası’nın toplumsal yapısını inceledi; Mark adı verilen ortaçağ toplumunun tarihi üzerindeki çalışmalara önemli katkıda bulundu. -160,235.
Mazzini, Giuseppe (1805-1872) – İtalyan devrimci; burjuva demokrat; İtalyan ulusal kurtuluş hareketinin önderlerinden; 1850’lerde İtalyan halkının sürdürdüğü ulusal kurtuluş savaşımına bonapartist Fransa’nın karışmasına karşı çıktı; 1864’te yeni kurulan Birinci Enternasyonali kendi nüfuzu altına almaya çalıştı; 1871’de Birinci Entenasyonale ve Paris Komününe hücum etti; İtalya’da bağımsız işçi sınıfı hareketinin gelişmesine engel oldu. - 62,63, 302.
McKinley, William (1843-1901) – Amerikalı devlet adamı; Cumhuriyetçi Parti liderlerinden; 1890’da tekelleri koruyucu yüksek gümrük tarifeleri getirdi; ABD başkanı (1897-1901).-258.
*Mehring, Franz (1846-1919) – Alman işçi sınıfı hareketinin önderlerinden; tarihçi ve yazar; Alman sosyal-demokrasisinin sol kanadının liderlerinden ve teorisyenlerinden; Alman Komünist Partisinin kurulmasında önderlik etti. - 273, 286.
Meissner, Otto Karl (1819-1902) – Marx’ın Kapital’ini ve Marx ile Engels’in birçok yapıtını yayınlayan Hamburglu yayıncı. -18.
Mendelssohn, Moses (1729-1786) -Alman gerici burjuva filozof; deist. -18.
*Mesa y Leompart, José (1840-1904) – İspanyol basım işçisi; ispanya işçi sınıfı ve sosyalizm hareketlerinin önderlerinden; Birinci Enternasyonalin İspanya şubelerini örgütleyenlerden; anarşizme karşı savaşıma aktif olarak katıldı; İspanyol Sosyalist İşçiler Partisi kurucularından (1879); Marx’ın ve Engels’in birçok yapıtını İspanyolcaya çevirdi. - 253.
Meşçerski, Vladimir Petroviç (1839-1914) – Gerici Rus yazar; prens. Çar hükümetinin cömertçe desteklediği yayınlarında Meşçerski, hükümetin işçilere ve liberal burjuvaziye herhangi bir ödün vermesine karşı çıktı. - 278.
*Meyer, Rudolf Hermann (1839-1899) – Alman burjuva iktisatçı ve yazar; muhafazakar. -171.
Meyer, Sigfried (1840-1872) – Alman ve Amerikan işçi sınıfı hareketinin liderlerinden; sosyalist; Genel Alman işçiler Derneği üyesi; Alman işçi sınıfı hareketinde Lassalle’ın nüfuzuna karşı savaş açtı; Birinci Enternasyonal üyesi; 1886’da Amerika’ya göç etti; New York Komünist Kulübü üyesi ve Enternasyonalin ABD şubelerini örgütleyenlerden; Marx’ın ve Engels’in izleyicisi. - 12, 38.
Mignet, François-Auguste Marie (1796-1884) – Liberal görüşlü Fransız tarihçi. - 298.
Mihailovski, Nikolay Konstantinoviç (1842-1904) – Ünlü Rus yazar ve edebiyat eleştirmeni; pozitivist filozof; liberal narodizmin seçkin te-orisyeni. -103.
Mill, James (1773-1836) – İngiliz filozof ve iktisatçı; Ricardo’nun teorisini basitleştirdi; Bentham’ın felsefi görüşlerinin izleyicisi. - 144.
Mill, John Stuart (1806-1873) – İngiliz iktisatçı ve pozitivist filozof; klasik çkonomi politik okulunun temsilcisi. -144.
Millerand, Alexandre Étienne (1859-1943) – Fransız politikacı ve devlet adamı; 1880’lerde küçük-burjuva radikal; 1890larda sosyalistlere katıldı ve Fransız sosyalist hareketinde oportünist eğilimin lideri oldu; 1899’da gerici burjuva hükümete girdi. - 282.
Miquel, Johannes (1828-1901) – Alman politikacı; 1840’larda Komünist Birlik üyesi; daha sonra ulusal-liberal, Prusya maliye bakanı (1890-1901). -51, 122.
Moleschott, Jacob (1822-1893) – Alman fizyolog; filozof, vlllger materyalizmin başlıca temsilcisi. - 93.
Mollke, Helmuth Karl Bernhard (1800-1891) – Prusyalı general, 1871’den sonra feldmareşal; gerici asker ve yazar; Prusya militarizminin ve şovenizminin ideologu; Prusya (1857-71) ve imparatorluk (1871-88) genelkurmay başkanı. - 23.
Monteil, Amans Alexis (1769-1850) – Fransız tarihçi. -12.
Moniesquieu, Charles Louis (1689-1755) – Fransız sosyolog, iktisatçı ve yazar; 18. yüzyıl burjuva aydın-lanmacılığının temsilcisi; anayasal monarşinin teorisyeni. -288.
Moor, Samuel (-1830-1912) – İngiliz avukat; Birinci Enternasyonal üyesi; Marx’ın Kapital’inin I. cildini (Edward Aveling ile birlikte) ve Komünist Parti Manifestosu’nu İngilizceye çevirdi; Marx’ın ve Engels’in dostu.-29.
Morgan, Lewis Henry (1818-1881) – Ünlü Amerikalı etnolog, arkeolog ve ilkel toplum tarihçisi. - 176, 180,298.
Morley, Samuel (1809-1886) – İngiliz liberal, milletvekili (1868-1885). - 50, 108.
Most, Johann (1846-1906) – Alman anarşist, 1860’larda emekçi sınıf hareketine katıldı; Sosyalistler Yasasının çıkarılmasından (1878) sonra İngiltere’ye göç etti; 1880’de anarşist görüşlerinden dolayı Sosyal-Demokrat Partiden çıkarıldı; 1882’de Amerika’ya göç etti ve orada anarşizmi savunmayı sürdürdü. - 97, 98, 102, 150, 168, 169.
Mundella, Anthony John (1825-1897) – İngiliz politikacı ve yapımcı; 1868’den sonra milletvekili; çeşitli bakanlıklar yaptı. - 108.
Mülberger, Arthur (1847-1907) – Alman yazar; prudoncu; Der Volksstaat’ta yayınlanan “Konut Sorunu” adlı makalesine yanıt olarak Engels aynı başlık altında bir dizi makale yazdı (1872-73).-72.
Müller, Adam Heinrich (1779-1829) – Alman yazar ve iktisatçı; Alman iktisat biliminde, feodal aristokrasinin çıkarlarını yansıtan ve “romantik” adı verilen ekolün temsilcisi; Adam Smith’in iktisadi öğretisine karşı çıktı. - 274.
Münzer, Thomas (~1490-1525) – Ünlü Alman devrimci; reformasyon ve 1525 Köylü Savaşı sıralarında köylü-avam kampının önderi ve ideologu; eşitlikçi ütopik komünizm düşüncesini savundu. - 324.
N
Napoléon I (Bonaparte) (1796-1821) – Fransız imparatoru (1804-14 ve 1815).-25, 26, 34, 63, 144.
Napoléon 111 (Louis Bonaparte) (1808-1873) – Napoléon I’in yeğeni; ikinci cumhuriyet cumhurbaşkanı (1848-51); Fransız imparatoru (1852-70). - 21, 25, 30, 32, 39, 40, 41, 44, 46, 52, 65, 114, 144, 170, 191, 237.
Neçayev, Sergey Gennadyeviç (1847-1882) – Rus devrimci; ajan provakatör; 1868-69’da Petrograd öğrenci eylemlerine katıldı; 1869-71’de Bakunin’le yakın ilişkisi vardı; “Narodnaya Raspava” (Halkın İntikamı) adlı gizli örgütün kurucusu (1869); 1872’de İsviçre yetkilileri tarafından çar hükümetine teslim edildi; Peter ve Paul kalesinde öldü. - 65.
Nim - Bkz: Demuth, Hélene.
Nobiling, Karl Edward (1848-1878) – Alman anarşist; 1878’de Wilhelm Ti öldürmeye teşebbüs etmesi, Sosyalistler Yasasının getirilmesi için bahane olarak kullanıldı. - 128.
O
O’Donovan Rossa, Jeremiah (1831-1915) – İrlanda Fenian Derneği kurucularından ve liderlerinden; 1865’te tutuklandı ve ömür boyu çalışma kampı cezasına çarptırıldı, 1870’de affedildi; göç ettiği Amerika’da Fenian örgütünü yönetti; 1880’lerde politikayı bıraktı. -16.
Otto-Walsler, August – Alman sosyal-demokrat, gazeteci. - 92.
Owenf Robert (1771-1858) – İngiliz ütopik sosyalist -91,217.
P
Palikao, Charles Cousin Montauban (1796-1878) – Fransız general, bonapartist; savaş bakanı ve başbakan (Ağustos-Eylül 1870). - 28.
Palmerston, Henry John Temple, Vikont (1784-1865) – İngiliz devlet adamı, başlangıçta muhafazakar, 1830’dan sonra Whig (liberal) parti lideri; dışişleri bakanı (1830-34, 1835-41, ve 1846-51); içişleri bakanı (1852-55); başbakan (1855-58 ve 1859-65). -154.
*Papritz, Yevgenia Eduardovna (1853-1919) – Rus şarkıcı, Rus folk müziği üzerine araştırmalar yaptı; Marx’ın ve Engels’in yazılarını yayınlayan yasadışı Moskova Çevirmenler ve Yayıncılar Derneği (1882-84) ile bağlantısı vardı. -185.
*Patten, Philipp van – Amerikalı burjuva, sosyalist harekete katıldı; 1876’da ABD İşçi Partisi, 1877de Sosyalist İşçiler Partisi ulusal sekreteri oldu; 1833’te görevinden ayrıldı ve devlet memuru oldu. -167.
Perret, Henri – İsviçre emekçi sınıfı hareketinde aktif bir rol oynadı; İsviçre’deki Birinci Enternasyonalin aktif üyesi; Sosyal-Demokrat ittifak üyesi (1868-69); Latin Federal Komitesi’nin genel sekreteri (1868-73); 1869’da bakunincilerden ayrıldı ama Enternasyonalin Lahey kongresinden (1872) sonra onlarla uzlaşma görüşünü savundu. - 75.
*Pertz, Georg Heinrich (1795-1876) – Alman tarihçi, Almanya tarihi yazarı. - 33.
Petty, Sir William (1623-1687) – Seçkin İngiliz iktisatçı ve istatistikçi; burjuva ekonomi politik klasik ekolünün kurucusu. - 314.
Philip II Augustus (1165-1223) – Fransa kralı (1180-1223). - 288.
Pindar (İÖ 522-442) – Eski Yunan lirik şairi. - 115.
Pitt, William (Genç) (1759-1806) – İngiliz devlet adamı; muhafazakar parti lideri; başbakan (1783-1801 ve 1804-06).-222.
Platon (İÖ. 427-347 ~) – Eski Yunan felsefeci. - 324.
*Plehanov, Georgi Valentinoviç (1856-1918) – Filozof, Rus Ve uluslararası işçi sınıfı hareketinin önderlerinden; Rusya’da marksizmi tanıttı; Rusya’daki ilk marksist örgüt olan Emeğin Kurtuluşu grubunu kurdu; uluslararası sosyalist kongrelerde delege (1889-93); 1880 ve 90’larda Plehanov uluslararası işçi hareketinde narodizm ve revizyonizme karşı savaş açtı; daha sonra menşevik lideri oldu. - 193, 194, 195, 285.
Pouyer-Quertier, Augustin (1820-1891) – Fransız politikacı ve yayıncı; koruyucu politika savunucusu; maliye bakanı (1871-72); Frankfurt’taki, Almanya ile barış görüşmelerine katıldı (1871). - 49.
Powderly, Terence Vincent (1849-1924) – Amerikalı sosyalist; işçi örgütü “Emek Şövalyeleri”nin lideri (1879-93). - 208, 212.
*Proudhon, Pierre-Joseph (1809-1865) – Fransız yazar, iktisatçı ve sosyolog; anarşizmin kurucusu; 1848’de kurucu meclis başkan yardımcısı. - 55, 83, 91, 144, 177, 188, 215, 253, 254.
Pumps – Bkz. Rosher, Mary Ellen.
Pu§kin, Aleksandr Sergeyeviç (1799-1837) – Rus şair. - 260.
Puttkamer, Robert Victor (1828-1900) – Alman gerici devlet adamı; Prusya aristokrasisinin temsilcisi; Alman içişleri bakanı ve Prusya başbakan yardımcısı (1881-88); Sosyalistler Yasası çerçevesinde, sos-yal-demokratlar aleyhine yasal soruşturmalar başlattı. - 162.
Pyat, Félix (1810-1889) – Fransız politikacı, yazar ve oyun yazarı; küçük-burjuva demokrat; 1848 Devrimine katıldı; 1849’da İsviçre’ye göç etti; daha sonra Belçika ve İngiltere’de yaşadı, bağımsız işçi sınıfı hareketine karşı çıktı; 1871’de ulusal meclis üyesi; Paris Komünü üyesi; yenilgiden sonra İngiltere’ye göç etti.-51.
R
Rae, John (d. 1854) – İngiliz liberal iktisatçı ve yazar; modern sosyalizm ve Adam Smith üzerine yapıtların yazan. - 148.
Ricardo, David (1772-1823) – İngiliz iktisatçı; burjuva ekonomi politik klasik ekolünün temsilcisi. - 82, 144,175.
Richard I (Aslan Yürekli) (1157-1199) – İngiltere kralı (1189-1199). - 288
Richard, Albert (1846-1925) – Fransız gazeteci; Enternasyonalin Lyons şubesinin liderlerinden; bakuninci; Paris Komününün yenilgisinden sonra bonapartist. - 65.
Richler, Eugen (1838-1906) – Liberal burjuva görüşleri savunan, Alman “özgür düşünenler partisi”nin liderlerinden; sosyalizmin düşmanı; proletarya ve burjuva sınıf çıkarlarının uzlaştırılabileceğini savundu. -264.
Robespierre, Maximilien (1758-1794) – Fransız Devriminin seçkin siyasal önderi; jakoben lider; devrimci hükümet başkanı (1793-94). - 222, 223.
Robin, Paul (d. 1837) – Fransız öğretmen; bakuninci; Sosyal-Demokrat İttifak’ın liderlerinden; Enternasyonal genel konseyi üyesi (1870-71). - 62.
Rodbertus, Johann Karl (Jagetzow) (1805-1875) – Alman basmakalıp iktisatçı ve politikacı; burjuvalaşmış Prusyalı junkerlerin ideologu; Prusya “devlet sosyalizmi”ne ilişkin gerici görüşleri savundu. - 177, 178, 186, 188, 189.
Romanoflar – Rus çarlık ve imparatorluk hanedanı (1613-1917). - 100.
Rosenberg, Wilhelm Ludwig (d. 1850) – Alman gazeteci; 1889’a kadar ABD Sosyalist işçi Partisi Ulusal İcra Komitesi sekreteri. - 224, 229.
Rosenkranz, Peier Gerhardt (1814-1865) – Hegelci Alman filozof ve edebiyat tarihçisi. - 261.
Rosher, Mary Ellen (kızlık adı Burns, lakabı Pumps) – Engels’in karısının yeğeni; Engels yetiştirdi. - 99, 254.
Rosher, P.W. (P.W.R.) – Engels’in takma adı.
Rousseau, Jean-Jacques (1712-1778) – Fransız aydınlanmacı; demokrat. - 288.
S
Saint-Simon, Claude Henri (1760-1825) – Büyük Fransız ütopik sosyalist. - 217, 311, 312t 313.
Schäffle, Albert Eberhard Friedrich (1831-1903) – Alman burjuva iktisatçı ve sosyolog; Marx’ın Kapital’inin I. cildi yayınlandıktan sonra burjuvazi ve proletarya arasında barış ve işbirliğini savundu. - 135.
Schewisch, Sergei – New Yorker Volkszeitung’un genel yayın yönetmeni.-224.
Schiller, Friedrich (1759-1805) – Alman şair ve oyun yazan. - 202.
*Schlüter, Hermann (ö. 1919) – Alman sosyal-demokrat; ABD’ye göç etti ve oradaki Alman sosyal-demokrat harekete katıldı; İngiltere ve Amerika’da emekçi sınıf hareketlerinin tarihi üzerine bir dizi çalışma yaptı. - 227, 268, 278, 310.
*Schmidt, Conrad (1863-1932) – Alman iktisatçı ve felsefeci; çalışma yaşamının başında Marx’ın iktisadi öğretisini kabul etti ama sonradan marksizmin burjuva muhaliflerine katıldı; revizyonizme kuramsal kaynak oluşturan yapıtların yazan. - 233, 238, 261, 316, 324.
Scholl – Fransız işçi; Birinci Enternasyonalin Lyons şubesi üyesi; Londra’da göçmen; 1872’de imparatorluğun yeniden kurulmasını amaçlayan bonapartist planları destekledi. - 65.
Schorlemmer, Karl (Jollymeyer) (1834-1892) – Ünlü Alman kimyager; diyalektik materyalizm yanlısı; Manchester’de profesör; Alman Sosyal-Demokrat Partisi üyesi; Marx’ın ve Engels’in dostu. - 29, 161,181.
Schramm, Karl August – Alman sosyal-demokrat; reformist, marksizmi eleştirdi; 1880’lerde partiden ayrıldı.- 189.
*Schweitzer, Johann Baptist (1833-1875) – Almanya’daki Lassalle yanlısı liderlerden; Sozial-Demokrat’ın genel yayın yönetmeni (1864-67); Genel Alman İşçiler Demeği başkanı (1867-71); Bismarck’ın Almanya’nın “yukarıdan”, Prusya’nın egemenliği altında birleşmesi politikasını destekledi; Alman işçilerin Birinci Enternasyonale girmesini engelledi; Sosyal-Demokrat İşçi Partisine karşı savaşım verdi; Prusya yöneticileriyle ilişkileri ortaya çıkarılınca 1872 de dernekten çıkarıldı. - 19, 54, 63, 118,252.
Seidlitz – Alman biyolog, darvinci. -94.
Serraillier, Auguste (d. 1840) – Fransız ve uluslararası işçi sınıfı hareketinin önderlerinden; Birinci Enternasyonal genel konseyi (1869-72) ve Paris Komünü üyesi; Marx ve Engels’in çalışma arkadaşı. -
. 41.
Sezar [Caesar], Gaius Julius (İÖ. 100-44) – Romalı general, devlet adamı ve yazar. - 298.
Shakespeare, William (1564-1616) – İngiliz şair, oyun yazarı ve yazar. -76.
Shaw, George Bernard (1856-1950) – İngiliz oyun yazarı ve yazar; 1884’ten itibaren Fabian Demeği üyesi. - 271.
Singer, Paul (1844-1911) – Alman işçi sınıfı hareketinin seçkin lideri; 1887’den sonra Alman Sosyal-Demokrat Partisi yönetim kurulu üyesi; 1890’dan sonra yönetim kurulu başkanı; oportünizm ve revizyonizme karşı aktif savaşım sürdürdü. - 281.
Smith, Adam (1723-1790) – İngiliz iktisatçı, burjuva ekonomi politik klasik ekolünün temsilcisi. - 260, 288, 314.
Soetbeer, Georg Adolph (1814-1892) – Alman burjuva iktisatçı ve istatistikçi. - 239.
Solon (İÖ. 638-559) - Yunan yasa koyucu; halk yığınlarının etkisiyle aristokrasi aleyhine bir dizi reform yaptı.-293.
Sombart, Werner (1863-1941) – Alman sıradan iktisatçı; Marx’ın emek-değer kuramını çürütmeye çalıştı.-313, 319,324.
Sonneman, Leopold (1831-1909) – Alman demokrat; Frankfurter Zeitung’un kurucusu ve genel yayın yönetmeni. - 90.
*Sorge, Friedrich Adolph (1828-1906) – Uluslararası işçi sınıfı ve sosyalist hareketin önderlerinden; Marx’ın ve Engels’in dostu ve çalışma arkadaşı; Almanya’daki 1848-49 Devrimine katıldı; yenilgiden sonra İsviçre’ye, daha sonra da Amerika’ya göç etti; Birinci Enternasyonalin Amerika’daki şubelerini örgütledi; Birinci Enternasyonal genel konseyinin sekreteri (1872-74); ABD’de Sosyalist İşçi Partisinin ve Uluslararası Emekçiler Derneğinin kurulmasında aktif bir rol oynadı. -75, 77, 100, 102, 126, 131, 143, 148, 165, 169, 208, 220, 224, 229, 257, 263, 276, 279, 294, 305, 306.
Spinoza, Baruch (Benedict) (1632-1677) – Hollandalı felsefeci. - 18.
Stieber, Wilhelm (1818-1882) – Prusyalı polis; Prusya siyasi polis müdürü (1850-60); Köln komünist davasını düzenleyenlerden ve davada başlıca tanık (1852); Prusya haber alma servisinin başı (1870-71). - 19, 35, 92.
Strousberg, Bethel Henry (1823-1884) – Büyük Alman demiryolu girişimcisi. - 122.
Struve, Pyotr Berngardoviç (1870-1944) – Rus burjuva iktisatçı ve yazar. -291, 292.
Stumm, Karl (1836-1901) – Alman yapımcı; muhafazakar; emekçi sınıf hareketinin azılı düşmanı. - 265.
Swinton, John (1830-1901) – İskoç kökenli Amerikalı gazeteci; birkaç New York gazetesinin yayın yönetmeni; Marx’ın dostu. - 143.
T
Talandier, Pierre-Theodor Alfred (1822-1890) – Fransız küçük-burjuva demokrat; gazeteci; Fransa’da 1848 Devrimine katıldı; 1851 darbesinden sonra Londra’ya göç etti; Birinci Enternasyonal genel konseyi üyesi (1864); Fransız parlamento üyesi (1876-80, 1881-85). -16.
Tylor, Edward Burnett (1832-1917) – Ünlü İngiliz etnograf; kültür tarihi ve etnolojide gelişimci ekolün kurucusu.- 177.
Tessendorf, Hermann Ernst Christian (1831-1895) – Prusyalı savcı; 1873’te Berlin kent mahkemesi üyesi oldu; 1885’ten sonra Berlin yüksek mahkemesi ceza dairesi başkanı; sosyal-demokratların yargılanmasını düzenlendi. - 92.
Thiers, Louis Adolphe (1797-1877) – Fransız tarihçi ve devlet adamı; başbakan (1836,1840); İkinci Cumhuriyet döneminde kurucu meclis ve yasama meclisi üyesi; orleanist; cumhurbaşkanı (1871-73); Paris Komününün celladı. - 44,45, 46, 49, 53, 65.
Thierry, Augustine (1795-1856) – Fransız, Restorasyonun liberal-burjuva tarihçisi. - 298.
Tölcke, Karl Wilhelm (1817-1893) – Alman sosyal-demokrat; Lassalle yanlısı; Genel Alman İşçiler Derneği liderlerinden. - 79, 85.
*Tönnies, Ferdinand (d. 1855) – Alman burjuva sosyolog. -311.
Toole – Bkz. Lafargue, Paul.
Torricetli, Evangelista (1608-1647) – İtalyan fizikçi ve matematikçi. -297.
*Trier, Gerson (d. 1851) – Danimarkalı sosyal-demokrat; Danimarka Sosyal-Demokrat Partisindeki devrimci azınlığın lideri; partinin oportünist kanadının reformist politikasına karşı savaştı; Engels’in yapıtlarını Dan diline çevirdi. -225.
Trochu, Louis-Jules (1815-1896) – Fransız general ve politikacı; orleanist; ulusal savunma hükümeti başkanı; Paris silahlı kuvvetlerinin başkomutanı (Eylül 1870-Ocak 1871), kentin savunmasını haince sabote etti; Ulusal Meclis üyesi. -28, 39.
*Turali, Filippo (1857-1932) – Yazar; İtalyan işçi sınıfı hareketinin önderlerinden; İtalyan Sosyalist Partisinin kurucularından (1892) ve lideri; daha sonra partinin reformist sağ kanat liderlerinden. - 299.
Tussy – Bkz. Marx, Eleanor.
V
Vahlteich, Karl Juluis (1839-1915) – Alman sağ kanat sosyal-demokrat; ayakkabıcı; Lassalle yanlısı Genel Alman İşçiler Derneğinin kurucularından ve ilk sekreteri; daha sonra Ayzenahçılar Partisi üyesi; Sosyalistler Yasasının çıkarılmasından sonra ABD’ye göç etti ve oradaki işçi sınıfı hareketinde aktif rol oynadı.-90.
Vanderbill, William Henry (1821-1885) – Amerikalı milyoner; demiryolu sahibi. - 240.
*Varlin, Louis-Eugène (1839-1871) – Fransız işçi sınıfı hareketinde önde gelenlerden; ciltçi; sol pruoncu; Enternasyonalin Fransa şubelerinin liderlerinden; ulusal muhafızlar merkez komitesinin ve Paris Komününün üyesi; Versailles yanlıları tarafından vuruldu. -48.
Vésınier, Pierre (1826-1902) – Fransız küçük-burjuva yazar; genel konsey aleyhine iftira kampanyası nedeniyle 1866’da konseyden 1868’de Enternasyonalden kovuldu; Paris Komünü üyesi, bastırılmasından sonra İngiltere’ye göç etti. -51.
Vinoy, Joseph (1800-1880) – Fransız general; bonapartist; 22 Ocak 1871’de Paris genel valisi oldu; Komünün celladı; Versailles ordusu komutanı. - 46.
Vogel von Falkenstein, Eduard (1797-1885) – Prusyalı general; Fransa-Prusya Savaşı sırasında genel vali. - 36.
*Vogt, August (~1830-1883) – Alman işçi; Komünist Birlik ve Genel Alman işçiler Derneği üyesi; 1867’de Amerika’ya göç etti; New York Komünist Kulübü üyesi ve Enternasyonalin ABD şubelerini örgütleyenlerden, Marx ve Engels’in izleyicilerinden. - 12.
Vogt, Karl (1817-1895) – Alman doğabilimci, vülger materyalist; küçük-burjuva demokrat; Frankfort ulusal meclisi üyesi (1848-49); 1849’da Almanya’dan göç etti; 1850 ve 60’larda Louis Bonaparte’ın ücretli ajanı; Marx, Herr Vogt adlı kitabında onu teşhir etti. - 46, 93.
Vollmar, Georg Heinrich (1850-1922) – Alman sosyal-demokrat; Alman sosyal-demokrasisinin oportünist kanadı liderlerinden; birçok kez Reichstag’a ve Bavaria eyalet meclisine seçildi; 1890ların başında reformizmin ve revizyonizmin ideolagğlarından.- 156, 158, 308.
W
Wachsmuth, Ernst Wilhelm Gottlieb (1784-1866) – Alman burjuva tarihçi; Leipzig’de profesör; eskiçağ ve Avrupa tarihi üzerine birçok yapıtın yazarı. - 289.
Wagner, Adolph (1835-1917) – Alman burjuva iktisatçı; ekonomi politikte sosyal-yasal denen ekolün temsilcisi; Kürsü sosyalisti; Hıristiyan Sosyalist Parti liderlerinden. - 18.
Walster – Bkz. Otto Walster.
Webb, Sydney James (1859-1947) – ingiliz politikacı; Fabian Derneği kurucularından; karısı Beatrice Webb ile birlikte İngiliz işçi hareketinin tarihi ve kuramı üzerine kitaplar yazdı. -272.
Weitling, Wilhelm (1808-1871) – Alman işçi sınıfı hareketinin başlangıç dönemi önderlerinden; eşitlikçi ütopik komünizmin teorisyenlerin-den. - 102.
Weston, John – ingiliz işçi hareketine katıldı; marangoz, daha sonra girişimci; Owen yanlısı; Birinci Enternasyonal genel konseyi üyesi. - 43.
Wilhelm I (1797-1888) – Prusya kralı (1861-88) ve Alman imparatoru (1871-88). - 19, 37, 40, 142, 163, 289.
Williams, A. – Marx’ın takma adı.
Wirth, Moritz (1849-ö.l916’dan sonra) – Alman yazar, iktisatçı. - 233.
Wischıewetsky – Bkz. Kelley-Wischnewetsky.
Wolf, Christian (1679-1754) – Alman idealist filozof ve metafizikti; Leibniz’in felsefesini sistemleştirdi ve yaygınlaşırdı, teleolog. - 261, 316.
Y
Yorck, Theodor (ö. 1875) – Alman işçi sınıfı hareketinin önderlerinden; Lassalle yanlısı; Genel Alman işçiler Derneği yönetim kurulu üyesi; 1869da Schweitzer’e karşı muhalefette yeraldı ve Sosyal Demokrat İşçi Partisinin kuruluşuna katıldı; 1871-74’te partinin sekreteri. - 71.
Z
Zaguljayev, Mikhail Andreyeviç (1834-1900) – Rus yazar; 1862-63’te Golos (Ses) gazetesi politika bölümünü yönetti. - 37.
*Zasuliç, Vera İvanovna (1849-1919) – Rusya’da narodnik ve daha sonra sosyal-demokrat hareketin önde gelenlerinden; Emeğin Kurtuluşu Grubunun kuruluşuna ve çalışmalarına katıldı; daha sonra Menşevik. - 140, 177, 193.
Zukovski, Yuli Galaktionoviç (1822-1907) – Rus burjuva iktisatçı ve yazar; marksizmin sertçe eleştirildiği, “Karl Marx ve Kapital Üzerine Kitabı” adlı makalenin yazarı. - 103, 104, 179.
Zola, Emile (1840-1902) – Fransız yazar. - 218.