Karl Marx'ın Capital, A Critical Analysis of Capitalist Productuon, Volume III, (Progress Publishers, Moscow 1974) adlı yapıtını İngilizcesinden Alaattin Bilgi dilimize çevirmiş, ve kitap, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Üçüncü Cilt, adı ile, Sol Yayınları tarafından Şubat 1990 (Birinci baskı: Ağustos 1978) tarihinde yayınlanmıştır.

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta: Kurtuluş-Cephesi Dergisi
ALTINCI KISIM
ARTI-KÂRIN TOPRAK RANTINA
DÖNÜŞMESI




OTUZYEDİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ



      TOPRAK mülkiyetinin çeşitli tarihsel biçimlerinin tahlili bu yapıtın kapsamı dışında kalır. Bununla ancak, sermaye tarafından üretilen artı-değerin, toprak sahibinin payına düşen bölümü ölçüsünde ilgileneceğiz. Şu halde tıpkı manüfaktürde olduğu gibi, tarımda da kapitalist üretim tarzının egemen olduğunu varsayıyoruz; bir başka deyişle, tarım, diğer kapitalistlerden, esas olarak sermayelerinin ve bu sermayenin harekete geçirdiği ücretli emeğin yatırılma biçimiyle ayırdedilen kapitalistler tarafından yürütülmektedir. Bizi ilgilendirdiği kadarıyla, nasıl fabrikatör, iplik ya da makine üretirse, çiftçi de, buğday vb. üretir. Kapitalist üretim tarzının, tarımı da denetimine aldığı varsayımı, bu üretim tarzının, üretimin ve burjuva toplumunun bütün alanlarında hüküm sürmesi demektir, yani onun önkoşulları, örneğin sermayeler arasında serbest rekabet, sermayenin bir üretim alanından diğerine aktarılması olanağı ve ortalama kârın bir düzeyde olması vb. tümüyle olgunlaşmıştır. Burada inceleyeceğimiz toprak mülkiyeti biçimi, sermayenin ve kapitalist üretim tarzının etkisi ile, ya feodal toprak sahipliğinden ya da toprak ve tarlanın zilyetliğinin doğrudan üretici için üretimin önkoşullarından biri olduğu ve onun toprağa sahip olmasının, kendi üretim tarzının gelişmesi açısından (sayfa 543) en elverişli koşul olarak gözüktüğü, bir geçim aracı olarak küçük-köylü tarımından dönüşen, özellikle tarihsel bir biçimdir. Nasıl, kapitalist üretim tarzı, daima, emeğin koşullarının, emekçilerin elinden alınmasına dayanıyorsa, bu, tarımda da, tarım emekçilerinin topraktan kopartılmalarını ve tarımı kâr amacıyla yürüten kapitaliste bağlı kılınmalarını öngörür. Böylece, tahlilimizin amacı açısından başka toprak mülkiyeti ve tarım biçimlerinin var olmuş olması, ya da hâlâ var olduğu yolundaki itiraz, tamamen yersizdir. Böyle bir itiraz, ancak, tarımdaki kapitalist üretim tarzını ve buna tekabül eden toprak mülkiyeti biçimini, tarihsel değil de, ebedi kategoriler olarak alan iktisatçılara uygulanabilir.
      Bizim, toprak mülkiyetinin modern biçimini inceleme nedenimiz sırf, sermayenin toprağa yatırılmasından doğan bütün özgül üretim ve değişim ilişkilerini inceleme gereksinmesine dayanır. Bu yapılmadıkça, sermaye tahlilimiz tamamlanmış olmayacaktır. Bu nedenle, biz, yalnızca sermayenin bizzat tarıma, yani belli bir halkı besleyen ana tarım ürününün üretimine yatırılması üzerinde duracağız. Bu amaç için, buğdayı kullanabiliriz, çünkü buğday, kapitalist yönden gelişmiş modern ulusların başlıca geçim aracıdır. (Ya da, tarım yerine, madenciliği kullanabiliriz, çünkü her ikisi için de yasalar aynıdır.)
      Adam Smith'in en büyük katkılarından biri, keten ve boya eczası gibi tarımsal ürünlerin üretimine ve bağımsız sığır yetiştiriciliğine vb. yatırılan sermaye için toprak rantının, ana geçim maddesinin üretimine yatırılan sermayeden elde edilen toprak rantı tarafından belirlendiğini göstermiş olmasıdır.[
1*] Gerçekten de, o zamandan beri, bu konuda başka hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir. Bütün sınırlamalar ya da eklemeler, toprak mülkiyeti üzerine ayrı bir incelemede yapılmalıdır, burada değil, bu yüzden, -buğday üretimine ayrılmış toprak kastedilmedikçe- ex professo toprak mülkiyetinden sözetmeyeceğiz, buna, yalnızca, yeri gelince, örnek olarak başvuracağız.
      Eksik bir şey kalmasın diye, toprak deyiminin içine, toprağın bir eki olarak bir kimseye ait oldukları sürece, suyu, vb. kattığımızı da belirtelim.
      Toprak mülkiyeti, bazı kişilerin, yeryüzünün belli bölgelerini, başka herkesi dıştalayarak, tamamen, kendi özel irade alanları şeklinde tekelleri altına almalarını öngörür.[26] Bunu aklımızda tutarsak, sorun, kapitalist (sayfa 544) üretim temeli üzerinde, bu tekelin gerçekleştirilmesini, yani iktisadi değerini araştırmaktır. Bu kişilerin, yeryüzünün bazı bölgelerini kullanmada ya da kötüye kullanmada, yasal güce sahip olmalarıyla, hiç bir şey çözümlenmiyor. Bu gücün kullanılması, tümüyle, onların istemlerinden bağımsız olan, iktisadi koşullara dayanır. Yasal görüş, tek başına, yalnızca, bütün diğer mal sahipleri, mallarıyla ne yapabiliyorlarsa, toprak sahibinin de toprakla aynı şeyi yapabileceği anlamına gelir. Ve bu görüş, bu toprağın serbest özel mülkiyeti konusundaki yasal görüş, eski dünyada, ancak toplumun organik düzeninin dağılmasıyla ve modern dünyada, ancak kapitalist üretimin gelişmesiyle ortaya çıkar. Bu, Asya'ya, Avrupalılar tarafından ancak bazı bölgelerde sokulabilmiştir. İlkel birikimi incelediğimiz bölümde (Buch I, Kap. XXIV), bu üretim tarzının, bir yandan, doğrudan üreticilerin, toprağın (vasallar, serfler, köleler vb. şeklinde) yalnızca bir eki olma durumundan çıkmalarını, öte yandan da, insan yığınlarının topraktan kopartılmalarını şart koştuğunu görmüştük. Bu ölçüde, toprak mülkiyetinin tekeli tarihsel bir öncüldür ve yığınların şu ya da bu biçimde sömürülmesine dayanan bütün önceki üretim tarzlarında olduğu gibi, kapitalist üretim tarzının da temeli olmaya devam etmektedir. Ama, başlangıç halindeki kapitalist üretim tarzının karşısında bulduğu toprak mülkiyeti biçimi ona uymaz. O, önce, tarımı, sermayeye bağlı kılarak, kendisi için, gerekli olan biçimi yaratır. Böylece -hukuki biçimleri ne kadar farklı olursa olsun- feodal toprak mülkiyetini, klan mülkiyetini, mark komünlerindeki küçük köylü mülkiyetini, bu üretim tarzının gereklerini karşılayan iktisadi biçimlere dönüştürür. Kapitalist üretim tarzının, belli başlı sonuçlarından biri, bir yandan, tarımı, toplumun en azgelişmiş kesimince uygulanan, kendi kendine devam eden salt deneysel ve mekanik bir süreç olmaktan çıkartıp, özel mülkiyet koşulları altında bu ne kadar mümkünse, tarımbilimin bilinçli, bilimsel bir (sayfa 545) uygulaması haline sokması;[27] yani bir yandan, toprak mülkiyetini, egemenlik ve kulluk ilişkilerinden koparması, öte yandan da, bir üretim aracı olarak toprağı, toprak mülkiyetinden ve toprak sahibinden -ki onun için toprak, yalnızca, tekeli sayesinde sanayici kapitalistten, kapitalist çiftçiden topladığı belli bir para miktarını temsil eder- tümüyle ayırmasıdır; [kapitalist üretim tarzı] toprak sahipliği ile toprak arasındaki bağlantıyı öylesine kökünden çözer ki, malikaneleri İskoçya'da olduğu halde, toprak sahibi bütün yaşamını İstanbul'da geçirebilir. Böylece, toprak mülkiyeti, bütün eski siyasal ve toplumsal süslerini ve ilişkilerini, kısacası, daha sonra göreceğimiz gibi, hem sanayici kapitalistlerin kendilerinin, hem de onların teorik sözcülerinin toprak mülkiyetine karşı giriştikleri savaşımın ateşiyle yararsız ve saçma fazlalıklar diye verdikleri bütün bu geleneksel ekleri üzerinden atarak, saf iktisadi biçimini alır. Bir yandan, tarımın rasyonelleştirilerek ilk kez toplumsal bir ölçüde işlenebilir hale getirilmesi, öte yandan da topraktaki mülkiyetin ad absurdum[2*] azaltılması, kapitalist üretim tarzının büyük başarılarıdır. Bütün diğer tarihsel ilerlemeleri gibi, bunları da, önce, doğrudan üreticileri tümüyle yoksullaştırarak elde etmiştir.
      Esas konumuza geçmeden önce, yanlış, anlamaya meydan vermemek için, başlangıç niteliğinde birkaç söz daha söylemek gerekiyor.
      Kapitalist üretim tarzının önkoşulları o halde şunlardır: Toprağı gerçekten işleyenler, bir kapitalist tarafından, tarımla, yalnızca sermayenin özel bir sömürü alanı olarak, özel bir üretim dalındaki sermayesi için bir yatırım olarak uğraşan bir kapitalist çiftçi tarafından istihdam edilen ücretli işçilerdir. Kapitalist çiftçi, toprak sahibine, kullandığı toprağın sahibine, sermayesini, bu özel üretim dalına yatırma hakkı karşılığında sözleşme ile saptanmış belirli dönemlerde, örneğin her yıl, (tıpkı para-sermaye ödünç alanın belirli bir faiz ödemesi gibi) bir miktar para öder. İster tarımsal toprak, yapı arsaları, madenler, balıkçılık bölgeleri ya da (sayfa 546) "ormanlar için olsun ödenen bu para miktarı toplamına, toprak rantı adı verilir. Bu, toprak sahibinin, toprağını, kapitalist çiftçiye kiralamayı kabul ettiği bütün dönem için ödenir. Bu nedenle, toprak rantı, burada, topraktaki mülkiyetin, iktisadi açıdan gerçekleştiği, yani değer ürettiği biçimidir. O halde, burada, birlikte ve karşılıklı zıtlık halinde, modern toplumun çerçevesini oluşturan üç sınıfın hepsi - ücretli işçiler, sanayici kapitalistler ve toprak sahipleri ortaya çıkmış oluyor.
      Sermaye, ya kimyasal nitelikte iyileştirmeler, gübreleme vb. ile olduğu gibi geçici bir biçimde, ya da drenaj kanalları, sulama çalışmaları, düzleme, çiftlik binaları vb. ile olduğu gibi daha sürekli bir biçimde toprağa katılarak, ona bağlanabilir. Başka yerlerde, toprağa bu biçimde uygulanan sermayeye la terre-capital[3*] adını verdim.[28] Bu, sabit sermaye kategorisine dahildir. Toprağa katılan sermayenin faizi, ve bir üretim aracı olarak bu yolla onda meydana getirilen iyileştirmeler, kapitalist çiftçinin toprak sahibine ödediği rantın bir bölümünü oluşturabilir,[29] ama ister doğal, ister işlenmiş durumda olsun, toprağın o haliyle kullanımı için ödenen gerçek toprak rantını oluşturmaz. Bizim şimdiki araştırma alanımız dışında kalan toprak mülkiyeti üzerine yöntemli bir incelemede, toprak sahibinin gelirinin bu bölümü, uzun uzadıya tartışılmalıdır. Burada, onun hakkında birkaç söz söylemek yetecektir. Tarımdaki alışılmış üretim süreçlerine eşlik eden, daha geçici sermaye yatırımlarının istisnasız hemen hepsi, kapitalist çiftçi tarafından yapılır. Tarım rasyonel bir biçimde yapılırsa, yani örneğin Birleşik Devletler'in eski köle-sahipleri arasında moda olduğu gibi, toprağın vahşice yağma edilmesine indirgenmezse, genel olarak asıl tarım gibi, bu yatırımlar da, toprağı iyileştirirler,[30] , ürününü artırırlar, ve toprağı salt malzeme olmaktan çıkarıp toprak-sermayeye dönüştürürler; bununla birlikte, kibar toprak sahipleri bu tip uygulamalara karşı sözleşme ile kendilerini güvence altına almışlardır. İşlenmiş bir tarla, aynı doğal nitelikteki işlenmemiş bir tarladan daha değerlidir. Toprağa katılan ve daha uzun bir süre içinde tüketilen, daha sürekli, sermaye yatırımları da, esas olarak ve bazı alanlarda çoğu kez tümüyle kapitalist çiftçi tarafından yapılır. Ama sözleşmede yükümlenilen zaman sona erer ermez, -ve kapitalist üretimin gelişmesi (sayfa 547) ile, toprak sahiplerinin sözleşme süresini mümkün olduğu kadar kısaltmaya çalışmalarının nedenlerinden biri de budur-, toprağa katılmış olan iyileştirmeler, asıl maddenin, toprağın ayrılmaz bir niteliği olarak toprak sahibinin malı olurlar. Toprak sahibi, yeni yaptığı sözleşmede, toprağa katılan sermayenin faizini, toprak rantının kendisine ekler. Ve bunu, şimdi toprağı ister bu iyileştirmeleri yapan kapitalist çiftçiye, ister bir başka çiftçiye kiralasın, gene yapar. Böylece rantı artmış olur, ve eğer toprağını satmak isterse (toprağın fiyatının nasıl belirlendiğini birazdan göreceğiz), şimdi değeri daha yüksek olacaktır. Yalnızca toprağı değil, iyileştirilmiş toprağı karşılığında hiç bir şey ödemediği toprağa katılan sermayeyi de satmaktadır. Bizzat toprak rantının hareketlerinden tamamen ayrı olarak, toprak sahiplerinin artan bir biçimde zenginleşmesinin, rantlarının, sürekli artmasının ve iktisadi gelişme süreci ile birlikte, malikanelerinin para-değerinin durmadan büyümesinin sırlarından biri de burada yatar. Böylece, toplumsal gelişmenin, kendi yardımları olmaksızın yaratılmış bir ürününü cebe indirirler - fruges consumere nati.[4*] Ama bu, aynı zamanda, tarımın rasyonel gelişmesinin önüne çıkan en büyük engellerden de biridir, çünkü kiracı çiftçi, kiralama dönemi boyunca tam kazancını almayı umut edemeyeceği bütün iyileştirmelerden ve harcamalardan kaçınır. Yalnızca, 18. yüzyılda, modern rant teorisinin[5*] gerçek bulucusu -ayrıca zamanının becerikli bir kapitalist çiftçisi ve ileri bir tarımbilimcisi olan- James Anderson'un değil, aynı zamanda, günümüzde, İngiltere'deki toprak mülkiyetinin bugünkü yapısına karşı çıkanların da, bu durumu bir engel sayarak, bıkıp usanmadan şiddetle yerdiklerini görüyoruz.
      A. A. Walton,[6*] History of the Landed Tenures of Great Britain and Ireland, London 1865'te, bu konuda şöyle diyor (s. 96, 97): "Ülkenin her yerindeki pek çok tarımsal birliğin tüm çabaları, bu iyileştirmeler, kiracı çiftçinin ya da emekçinin koşullarını düzeltmekten çok, toprakbeyinin malikanesinin ve kiraya verdiği malların değerinin çok daha büyük ölçüde artması anlamına geldiği sürece, tarımsal iyileşmenin gerçek ilerlemesi açısından çok geniş ve gerçekten dikkate değer sonuçlar veremeyeceklerdir. Genellikle, çiftçiler, toprakbeyi ya da onun aracısı kadar, ya da hatta Tarımsal Birliğin başkanı kadar, toprağın iyice temizlenmesi ve işlenmesinde daha çok emek istihdamı ile birlikte, iyi drenaj, bol gübre ve iyi yönetimin, hem iyileştirmede, hem üretimde fevkalade sonuçlar vereceğinin farkındalar. Ancak, bütün bunların yapılabilmesi için epeyce harcama gerekmektedir, ve çiftçiler şunun da farkındalar ki, toprağı (sayfa 548) ne kadar iyileştirseler ya da değerini artırsalar; uzun dönemde esas kârı, daha yüksek rant ve malikanelerinin artan değeri biçiminde, toprakbeyleri alacaklardır. ... Bu söylevcilerin [tarım şenliklerinde konuşan toprakbeyleri ve aracılarının] garip bir dikkatsizlikle onlara söylemeyi ihmal ettikleri şeyi -yani yaptıkları bütün iyileştirmelerde, aslan payının, uzun vadede mutlaka toprakbeylerinin cebine gideceğini-, görebilecek kadar uyanıktırlar. ... İlk kiracı, çiftliği ne kadar iyileştirirse, onun ardılı, toprakbeyinin, rantı, her zaman, önceki iyileştirmelerden doğan topraktaki değer artışıyla orantılı olarak artıracağını görecektir."
      Asıl tadımda bu süreç, toprağın yapı amacıyla kullanıldığı haldeki kadar açıklıkla henüz görülmez. İngiltere'de yapı amacıyla kullanılan, ama freehold[7*] olarak satılmamış olan toprağın çok büyük bir bölümü, toprak sahiplerince, 99 yıllığına, ya da mümkünse daha kısa bir süre için kiralanmıştır. Bu dönemin sona ermesinden sonra, yapılar, toprağın kendisiyle birlikte, toprak sahibinin eline geçer. ''Onlar [kiracılar] kiralarının bitimine kadar aşırı bir toprak rantı ödedikten sonra, kiralamanın bitimiyle, evi oturulabilir bir halde büyük toprakbeyine devretmek zorundadırlar. Kiralama biter bitmez, aracı ya da denetçi gelecek, evinizi inceleyecek, ve onu iyice onarmanızı sağlayacak, sonra da ona elkoyacak ve beyinin mülküne katacaktır. ... İşin aslı şudur ki, eğer bu sistemin oldukça uzun bir süre tam olarak işlemesine izin verilirse, hem krallıktaki ev mülkiyetinin tamamı, hem de toprak, büyük toprakbeylerinin elinde toplanacaktır. Temple Bar'dan kuzeye ve güneye, Londra'nın Batı Yakasının tümü, yarım düzine büyük toprakbeyine aittir denilebilir, hepsi çok yüksek kiralarla verilmiştir ve kiralamaların tamamen sona ermediği yerlerde de bunların vadesi yakında dolacaktır. Krallıktaki bütün kentler için aşağı yukarı aynı şey söylenebilir. Bu gözüdoymaz dıştalama ve tekel sistemi, burada da kalmaz. Liman kentlerimizdeki dok yerlerinin hemen tümü, aynı gasp süreci ile, karadaki büyük levyatanların[8*] elinde toplanmıştır." ( l.c., s. 93.) Bu durumda, açıktır ki, 1861 nüfus sayımı, İngiltere ve Gal için toplam nüfusu 20.066.224 ve toprakbeylerinin sayısını 36.032 olarak verirken, evsahiplerinin, ev sayısına ve nüfusa oranı, büyük toprakbeyleri bir yana, küçükler öte yana konulduğunda tümüyle farklı gözükecektir.
      Bu yapı sahipliği örneği önemlidir. Her şeyden önce, gerçek toprak rantı ile, toprak rantına bir ek olabilecek, toprağa katılan sabit sermaye faizi arasındaki farkı açıkça göstermektedir. Tarımdaki kiracı tarafından toprağa katılan sermayenin faizi gibi, yapıların faizi de, kiralama sürdüğü sürece, sanayici kapitalistin, yapı spekülatörünün ya da kiracının eline geçer ve toprağın kullanımı için, belirlenmiş tarihlerde yıllık olarak ödenmesi gereken toprak rantı ile hiç bir ilgisi yoktur. İkinci olarak, (sayfa 549) başkalarınca toprağa katılan sermayenin sonunda toprakla birlikte toraksahibinin eline geçtiğini ve bunun faizinin kirayı artırdığını da göstermektedir.
      Bazı yazarlar, ya toprakbeyliğinin sözcüsü gibi hareket ederek ve burjuva iktisatçılarının saldırılarına karşı şiddetle savunmaya geçerek, ya da Carey gibi, kapitalist üretim sistemini, bir çelişkiler sistemi olmaktan çıkartıp, bir "uyumluluklar" sistemine dönüştürmeye çalışarak, toprak rantını toprak mülkiyetinin bu özgül ikisadi anlatımını, faizle özdeşmiş gibi göstermeye çalışmışlardır. Böylece, toprakbeyleri ile kapitalistler arasındaki karşıtlık ortadan kalkacaktı. Kapitalist üretimin ilk aşamalarında ise karşıt yöntem kullanılmıştır. O zamanlar, halk arasında toprak mülkiyetine hâlâ özel mülkiyetin eski ve saygıdeğer biçimi gözüyle bakılıyor, sermaye faizi, tefecilik olarak yeriliyordu. Bu yüzden, nasıl Turgot,[9*] faizi haklı gösterecek nedenleri toprak rantının varlığından çıkarmışsa, Dudley North, Locke ve diğerleri de, sermaye faizini toprak rantına benzer bir biçimde sundular. Toprak rantının toprağa katılan sermayenin faizi için herhangi bir ekleme olmaksızın saf biçimiyle varolabileceği ve varolduğu gerçeği bir yana, yakın zamanın bu yazarları unutuyorlar ki, toprakbeyi, bu yolla, ona hiç bir şeye malolmayan başka kişilerin sermayelerinin faizini almakla kalmaz, aynı zamanda, başkalarına ait bu sermayeyi, karşılığını vermeden cebe indirir. Belirli bir üretim tarzının karşılığı olan bütün diğer mülkiyet biçimleri gibi, toprak mülkiyetini de haklı çıkaracak neden şudur: üretim tarzının kendisi geçici bir tarihsel zorunluluktur ve buna, ondan çıkan üretim ve değişim ilişkileri de dahildir. İlerde göreceğimiz gibi, toprak mülkiyetinin diğer mülkiyet biçimlerinden şu bakımdan farklı olduğu bir gerçektir: gelişmenin belli bir aşamasında kapitalist üretim tarzının bakış açısından bile toprak mülkiyeti gereksiz ve zararlı görünmektedir.
      Toprak rantı bir başka şekilde de faizle karıştırılabilir ve böylelikle onun özgül niteliği yanlış yorumlanabilir. Toprak rantı, toprakbeyinin gezegenimizdeki belirli bir toprak parçasını kiraya vermek yoluyla topladığı belirli bir miktar para biçimine bürünür. Görmüştük ki, her özel para toplamı sermayeye dönüştürülebilir, yani sanal bir sermayenin faizi olarak düşünülebilir. Örneğin, eğer, ortalama faiz oranı %5 ise,yılda 200 sterlinlik bir toprak rantı, 4.000 sterlinlik bir sermayenin faizi olarak kabul edilebilir. Bu yolla sermayeye dönüştürülen toprak rantı, toprağın alış-fiyatını ya da değerini oluşturur. Bu, emeğin fiyatı gibi, prima facie[10*] akla-uygun olmayan bir kategoridir, çünkü yeryüzü, emeğin ürünü değildir ve bu yüzden değeri yoktur. Ama öte yandan, bu akla-uygun (sayfa 550) olmayan biçimin arkasında, gerçek bir üretim ilişkisi gizlenmiştir. Eğer bir kapitalist, yılda 200 sterlin rant getiren bir toprak satın alır ve bunun için 4.000 sterlin öderse, sanki bu sermayeyi faizli senetlere yatırmış veya doğrudan doğruya %5 faizle ödünç vermiş gibi, 4.000 sterlinlik sermayesi üzerinden, yılda, ortalama %5 faiz almış olur. Bu, 4.000 sterlinlik bir sermayenin %5'ten genişlemesi demektir. Bu varsayıma göre, toprağının alış-fiyatını, onun getirdiği gelirle yirmi yıl içinde karşılayabilecektir. Bu nedenle, İngiltere'de malikanelerin alış-fiyatı, şu kadar "yıllık alım" olarak hesaplanmaktadır. Bu da yalnızca toprak rantının sermayeye dönüştürülmesini ifade etmenin bir başka yoludur. Gerçekten de bu, -toprağın değil onun getirdiği toprak rantının- olağan faiz oranına göre hesaplanmış alış-fiyatıdır. Ama, tersine olarak, rant, sermayeye dönüştürülmesiyle açıklanamaz ve ondan çıkartılamazken, rantın sermayeye dönüştürülmesi, rantın varlığını öngörür. Rantın satışından bağımsız olarak varlığı, araştırmanın başlangıç noktası olarak daha doğrudur.
      O halde, bundan şu sonuç çıkar: eğer toprak rantının sabit bir büyüklük olduğunu varsayarsak, faiz oranı yükselip düştükçe, toprağın fiyatı da tersine olarak yükselip düşebilir. Olağan faiz oranı %5'ten %4'e düşecek olursa, yılda 200 sterlinlik bir toprak rantı, 4.000 sterlin yerine, 5.000 sterlinlik bir sermayenin gerçekleştirilmesini temsil edecektir. Böylece, aynı toprak parçasının fiyatı, 4.000 sterlinden 5.000 sterline, ya da 20 yıllık alımdan 25 yıllık alıma yükselmiş olur. Karşıt durumda, bunun tersi olacaktır. Bu, toprağın fiyatının, toprak rantının kendisinden bağımsız olan ve yalnızca faiz oranı ile düzenlenen bir hareketidir. Ama görmüş olduğumuz gibi, toplumsal gelişme sırasında kâr oranı düşme eğilimi gösterdiğine göre, ve bu yüzden bir kâr oranı ile düzenlendiği ölçüde, faiz oranı da aynı eğitime sahip olduğuna göre ve üstelik, faiz oranı, kâr oranının etkisinin dışında, ödünç verilebilir sermayenin büyümesi sonucu da düşme eğilimi gösterdiğine göre, bundan şu sonuç çıkar: toprağın fiyatı, toprak rantının hareketinden ve rantın da bir bölümünü oluşturduğu, toprağın ürünlerinin fiyatlarından bile bağımsız olarak, bir yükselme eğilimine sahiptir.
      Toprak rantının kendisinin, toprağı satın alan kişi açısından büründüğü faiz biçimiyle karıştırılması -toprak rantının niteliğini hiç bilmemekten doğan bir karıştırmadır bu- insanı zorunlu olarak en saçma sonuçlara götürür. Bütün eski ülkelerde toprak mülkiyeti özellikle kibar bir mülkiyet biçimi ve toprak alımı da fevkalade güvenli bir sermaye yatırımı sayıldığından, toprak rantının satın alındığı faiz oranı diğer uzun vadeli sermaye yatırımlarınınkinden genellikle daha düşüktür; öyle ki, gayrimenkul satın alan bir kimse, aynı sermaye için diğer yatırımlarda %5 alacakken, alış-fiyatı üzerinden yalnızca %4 faiz alır. Bir başka deyişle, toprak rantı için diğer yatırımların getireceği aynı miktarda yıllık gelir miktarı için ödediğinden daha fazla sermaye öder. Bu, Mr. Thiers'i,[11*]1La Propriété üzerine yazdığı genellikle çok zayıf yapıtında (sayfa 551) (Fransız Ulusal Meclisinde, 1849'da Proudhon'a karşı yaptığı bir konuşmanın yeniden basımı[12*]) toprak rantının düşük olduğu sonucuna götürmüştür, oysa ki bu, yalnızca onun alış-fiyatının yüksek olduğunu kanıtlamaktadır.
      Sermayeye dönüştürülmüş toprak rantının, toprağın fiyatı ya da değeri gibi görülmesi, öyle ki, böylelikle toprağın herhangi bir mal gibi alınıp satılması gerçeği, bazı savunucuların toprak mülkiyetini haklı göstermelerine bir neden olmuştur, çünkü, tıpkı diğer mallarda olduğu gibi, alıcı, toprak için bir karşılık ödemektedir; ve toprak mülkiyetinin büyük bir bölümü bu yolla el değiştirmiştir. Bu durumda aynı neden, köleliği haklı göstermek için de kullanılabilir, çünkü köle sahibince satın alınan kölenin emeğinin getirdiği kazanç, yalnızca bu alıma yatırılan sermayenin faizini temsil etmektedir. Toprak rantının varlığını haklı gösterecek nedeni, onun alım ve satımından çıkarmak, genel olarak, onun varlığını, gene kendi varlığı ile haklı göstermek anlamına gelir.
      Toprak rantının -yani kapitalist üretim tarzı temeline dayanan toprak mülkiyetinin bağımsız ve özgül iktisadi biçiminin- bilimsel bir tahlili için, onu, anlamı çarpıtan ve insanı şaşırtan, konuyla ilgisiz her şeyden arınmış saf biçimiyle incelemek ne kadar önemli ise, toprak mülkiyetinin fiili etkilerinin anlaşılması için -hatta, toprak rantı kavramıyla ve toprak rantının niteliğiyle çelişen ve gene de toprak rantının varoluş biçimleri gibi görünen pek çok gerçeğin teorik olarak kavranılması için- teoride bu karışıklıklara yolaçan kaynakları öğrenmek de o kadar önemlidir.
      Uygulamada, kiracının toprak sahibine, toprağı işleme hakkı karşılığında, kira parası olarak ödediği her şey, toprak rantı gibi görünür. Bu haracın bileşimi ve kaynakları ne olursa olsun, gerçek toprak rantı ile ortak yanı şudur: toprak sahibi denen kişinin, gezegenimizin bir bölümünü tekel altına alması ona böyle bir haraç almak ve böyle bir değer biçmek olanağını vermektedir. Bunun gerçek toprak rantı ile ortak yanı şudur: bu haraç, daha önceden de belirttiğimiz gibi, toprağın kiralanmasından gelen sermayeye dönüştürülmüş gelirden başka bir şey olmayan toprağın fiyatını belirlemektedir.
      Yukarda gördük ki, toprağa katılan sermayenin faizi, toprak rantının böyle dışardan gelme bir parçasını oluşturabilir; bu, iktisadi gelişme ilerledikçe, ülkenin toplam rantı üzerinde sürekli olarak büyüyen fazladan bir ekleme haline gelecek bir parçadır. Ama bu faizden ayrı olarak, kira parası kısmen ya da bazı durumlarda, yani gerçek toprak rantının hiç olmadığı -bu yüzden de toprağın gerçekten de değersiz olduğu- bir durumda tamamen, ya ortalama kârdan ya normal ücretlerden, ya da her ikisinden birden yapılan bir indirimi gizleyebilir. İster kârdan, ister (sayfa 552) ücretlerden olsun, bu bölüm burada, toprak rantı olarak görünür, çünkü normal olarak sanayici kapitalistin ya da ücretli işçinin eline geçeceği yerde, kira parası biçiminde toprakbeyine ödenmektedir. İktisadi açıdan, bu bölümlerden ne biri ne de diğeri, toprak rantını oluşturur; ama uygulamada, gerçek toprak rantı kadar toprakbeyinin gelirini, tekelin iktisadi gerçekleşmesini oluşturur ve toprak fiyatları üzerinde aynı derecede belirleyici etkisi vardır.
      Biz, şimdi, toprak rantının, kapitalist üretim tarzındaki toprak mülkiyetini ifade etme yolunun, kapitalist üretim tarzının kendisi varolmadan, yani ne kiracının kendisi bir sanayici kapitalist ne de yönetimi kapitalist bir yönetim tipi olmadan, resmen var olduğu koşullardan sözetmiyoruz. Örneğin İrlanda'da durum budur. Orada kiracı, genellikle bir küçük çiftçidir. Rant olarak toprakbeyine ödediği miktar çoğu kez yalnızca kendi kârının, yani (kendi emek aletlerinin sahibi olması sıfatıyla hakkettiği) kendi öz artı-emeğinin bir kısmını değil, ayın zamanda bir başka durumda aynı miktar emek karşılığında alabileceği, normal ücretinin de bir kısmını içine alır. Bunun yanı sıra, toprağın iyileştirilmesi için hiç bir şey yapmayan toprakbeyi, kiracının çoğunlukla toprağa kendi emeğiyle kattığı küçük sermayesine de elkoyar. Bu, tıpkı tefecinin benzer koşullarda yapacağı şeye benzer; tek fark tefecinin, bu işte, hiç olmazsa kendi sermayesini de tehlikeye atacağıdır. Bu sürekli yağma, İrlanda Kiracılık Hakları Yasası üzerindeki tartışmanın özüdür. Bu yasanın temel amacı, kiracısına topraktan çıkmasını emrettiği zaman, toprakbeyini toprakta yaptığı iyileştirmeler ya da toprağa kattığı sermayesi karşılığında kiracıya tazminat vermeye zorlamaktır. Palmerston, şu alaycı yanıtla, bu talebi hep bir kenara atmıştır: "Avam Kamarası, toprak sahiplerinin meclisidir."[13*]
      Ayrıca toprakbeyinin toprağın verdiği toplam ürün ile hiç bir ilişkisi olmayan -kapitalist üretime sahip ülkelerde bile- yüksek bir kirayı kabul ettirebileceği, istisnai koşullardan da sözetmiyoruz. Örneğin, İngiliz fabrika bölgelerinde, küçük toprak parçalarının ya küçük bahçeler halinde ya da boş zamanlarda amatör çiftçilik için işçilere kiralanması böyle bir nitelik taşımaktadır. (Reports of lnspectors of Factories.)
      Bizim burada sözünü ettiğimiz, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki tarımsal ranttır. Örneğin, İngiliz kiracıları arasında, öğretim, eğitim, gelenek, rekabet ve diğer durumlarla sermayelerini tarıma kiracı olarak yatırmaya yöneltilmiş ve zorlanmış birçok küçük kapitalist bulunmaktadır. (sayfa 553) Ortalama kârdan daha az bir kârla yetinmek ve bunun bir kısmını rant olarak toprakbeylerine devretmek zorundadırlar. Ancak bu koşulla sermayelerini, toprağa, tarıma yatırmalarına izin verilmektedir. Toprakbeyleri, her yerde, yasama üzerinde önemli, İngiltere'de ise üstelik, ezici bir etkiye sahip olduklarından, bu durumdan, bütün kiracılar sınıfını aldatarak soymak amacıyla yararlanabilmektedirler. Örneğin, herkesin kabul edeceği gibi, jakobenlere-karşı savaş sırasında anormal bir biçimde artan kiraların, aylak toprakbeylerinin çıkarına uygun olarak devam etmesini sağlamak için, ülkeye yüklenen bir ekmek vergisi -1815 Tahıl Yasaları-, olağanüstü zengin harmanlar dışında, gerçekten de, tarımsal ürünlerin fiyatlarının, tahıl ithalatının kısıtlanmadığı bir durumda düşeceği düzeyden daha yukarda tutulması sonucunu yarattı. Ama bu yasalar, fiyatların, toprakbeylerinin, yabancılara ait tahılın ithalatında yasal sınırı oluşturacak biçimde, normal fiyat görevini yapmak üzere ilan ettikleri düzeyde tutulması sonucunu yaratmadı. Ama, kira ilişkileri, bu normal fiyatların yarattığı hava içinde sözleşmeye bağlandı. Bu aldanma ortadan kalkar kalkmaz, yeni normal fiyatları içeren yeni bir yasa yapıldı, ki bu da açgözlü toprakbeyinin hayallediği şeyin, eski yasalar kadar güçsüz bir ifadesiydi. Bu yolla, kiracılar, 1815'ten otuzlara kadar dolandırıldılar. Bundan, bütün bu dönem boyunca süren bir tarımsal sıkıntı sorunu doğdu. Bundan, bu dönemde, bütün bir kiracılar kuşağının mülksüzleştirilmesi ve yıkımı ve bunların yerlerine yeni bir kapitalistler sınıfının geçmesi sonucu doğdu.[31]
      Ancak, çok daha genel ve önemli olan bir gerçek, gerçek çiftlik-emekçisinin ücretinin normal ortalamanın altına düşmesidir, öyle ki, bu ücretin bir kısmı, kira parasının bir bölümünü oluşturmak üzere çıkartılır ve böylece, topak rantı kisvesi altında, emekçinin yerine, toprakbeyinin cebine akar. Örneğin, İngiltere'de ve İskoçya'da uygun konuma sahip birkaç ilçe dışında durum, hemen hemen genellikle böyledir. İngiltere'de, Tahıl Yasalarının kabulünden önce atanmış olan parlamento denetleme komitelerinin, ücretlerin düzeyi üzerine yaptığı araştırmalar -bunlar 19. yüzyılda, ücret tarihine yapılan en değerli ve hemen hemen hiç yararlanılmamış katkılardır ve aynı zamanda da İngiliz aristokrasisi ve burjuvazisinin kendileri için diktikleri bir teşhir direğidir- inandırıcı bir biçimde ve her kuşkunun ötesinde kanıtladı ki, jakobenlere-karşı savaş sırasındaki yüksek kira oranlan ve toprak fiyatlarındaki buna tekabül eden artış, kısmen, ücretlerden düşülen miktardan ve ücretleri asgari fiziksel gereksinmelerin bile altına düşürülmesinden, başka bir deyişle, normal ücretin bir kısmının toprakbeylerine devredilmesinden başka bir nedene bağlı değildir. Paranın değerinin düşmesi ve tarımsal bölgelerde Yoksulları Koruma Yasalarının kötüye kullanılması gibi çeşitli olaylar, (sayfa 554) kiracıların gelirlerinin büyük ölçüde arttığı ve toprakbeylerinin şaşılacak servetler topladığı bir zamanda, bu işin yapılmasını mümkün kıldı. Gerçekten de, tahılın vergilendirilmesi için kiracıların ve toprakbeylerinin öne sürdükleri esas iddialardan biri, çiftlik-emekçilerinin ücretlerini daha aşağı düşürmenin fiziksel açıdan olanaksız olmasıydı. Bu durum, önemli ölçüde değişmemiştir ve bütün Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, İngiltere'de de, normal ücretlerin bir kısmı, her zamanki gibi, toprak rantı tarafından emilmektedir. Hayırsever aristokratlardan Kont Shaftesbury, sonraları Lord Ashley, İngiliz fabrika işçilerinin durumları karşısında çok olağanüstü bir biçimde duygulandı ve on saatlik işgünü ajiasyonu sırasında parlamentoda onların sözcüsü olarak hareket ettiği zaman, sanayicilerin sözcüleri, ona ait köylerde çalışan tarım emekçilerine ait ücret istatistiklerini yayınlayarak intikamlarını aldılar (bkz: Buch. I, Kap. XXIII, 5, e). ("İngiliz Tarım Proletaryası"), bunlar bu hayırseverin aldığı toprak rantının bir kısmının, kiracılarınca, onun için, tarım emekçilerinin ücretlerinden aşırılan ganimetten oluştuğunu açıkça göstermekteydi. Bu yayın, şu bakımdan da ilginçtir: onun ortaya çıkardıkları, 1814 ve 1815 komitelerince yapılan en kötü açıklamalar yanında cesaretle yer alabilir. Koşullar, tarım emekçilerinin ücretinde geçici bir artış olmasını zorlar zorlamaz, kapitalist kiracı çiftçiler, aynı zamanda toprak rantı da düşürülmedikçe, ücretleri, sanayiin diğer dallarında yükseltildiği gibi normal düzeye yükseltmenin olanaksız olacağı ve onları mahvedeceği yolunda çığlık atmaya başlarlar. Burada, toprak rantının içinde, emekçilerin ücretlerinden düşülen ve toprakbeylerine devredilen bir miktarın bulunduğu itirafı yatmaktadır. Örneğin, İngiltere'de, 1849'dan 1859'a kadar, tarım emekçilerinin ücretleri, önemli olayların biraraya gelmesiyle artış gösterdi; bu olaylar, İrlanda'dan gelen tarım emekçileri arzını kesen İrlanda'yı terk olayı; tarımsal nüfusun fabrikalarca olağanüstü bir biçimde emilmesi; savaş dönemine özgü bir asker talebi; Avustralya ve Birleşik Devletler'e (Kaliforniya) fevkalade geniş ölçüde göç edilmesi, ve burada üzerinde durmamıza gerek olmayan diğer durumlardır. Aynı zamanda, bu dönem boyunca, 1854 ve 1856 kötü tarım yılları dışında, ortalama tahıl fiyatları %16'dan fazla düştü. Kiracı çiftçiler kiraların düşürülmesi için yaygara kopardılar. Tek tek bazı durumlarda başarılı oldular, ama, bir bütün olarak, bu talebi gerçekleştiremediler. Başka şeylerin yanı sıra, buharlı-motorların ve yeni makinelerin seri olarak üretimi ile, ki bunlar bir dereceye kadar atların yerini almış, onları ekonominin dışına itmiş, ama aynı zamanda, kısmen, tarımsal gündelikçi işçileri işlerinden ederek yapay bir nüfus fazlalığı yaratmış ve böylece ücretlerde yeni bir düşüşe yolaçmıştır, üretim maliyetlerinde bir indirim yoluna gittiler. Ve bu, bu onyıl boyunca, toplam nüfustaki büyümeye karşılık tarımsal nüfustaki nispi azalmaya karşın, ve tamamen tarımcı olan bazı bölgelerdeki tarımsal nüfusun mutlak azalmasına karşın (sayfa 555) oldu.[32] Bu yüzden, o zamanlar Cambridge'de ekonomi politik profesörü olan Fawcett [1884'te Posta ve Telgraf Bakanı iken ölmüştür] 12 Ekim 1865'teki Sosyal Bilim Kongresinde şöyle diyordu: "İşçiler göç etmeye başlıyorlardı ve çiftçiler, daha şimdiden, göç yüzünden emek daha pahalı hale gelmeye başladığı için, eskiden ödedikleri kadar yüksek kiralar ödemeyeceklerine dair yakınıyorlardı." O halde, burada da, yüksek toprak rantı, doğrudan doğruya, düşük ücretlerle bir tutulmaktadır. Ve toprak fiyatlarının düzeyi bu durumla belirlendiği sürece -artan rant- toprağın değerindeki bir yükseliş emeğin değer yitirmesi ile, yüksek toprak fiyatı, düşük emek fiyatı ile özdeştir.
      Aynı şey, Fransa için de geçerlidir. "Rant artıyor, çünkü bir yandan ekmeğin, şarabın, etin, sebzelerin ve meyvenin fiyatları artıyor, öte yandan emeğin fiyatı aynı kalıyor. Eğer yaşlı kişiler, 100 yıl kadar geriye giderek, babalarının hesaplarını incelerlerse, kırsal Fransa'da bir günlük emeğin fiyatının bugünkünün aynısı olduğunu göreceklerdir. O zamandan beri, etin fiyatı üç katına çıkmıştır. ... Bu devrimin kurbanı kimdir? Bir mülke sahip olan zengin adam mı, yoksa orda çalışan yoksul adam mı? ... Ranttaki artış, genel bir felaketin kanıtıdır." (Du Mécanisme de la Société en France et en Angleterre, M Rubichon, 2. baskı, Paris 1837, s. 101.)
      Bir yandan ortalama kârdan, öte yandan da ortalama ücretlerden düşülen miktarı temsil eden ranta ait örnekler:
      Daha önce de aktarma yaptığımız, emlak komisyoncu ve tarım makinisti Morton[14*] diyor ki, birçok yerde, büyük mülklerin rantının küçüklerinkinden daha düşük olduğu görülmektedir; çünkü, "ikinciler için rekabet, birinciler için olan rekabetten genellikle daha fazladır ve çiftçilikten başka bir işle uğraşmayı düşünebilen pek az küçük çiftçi bulunduğundan, uygun bir iş bulma kaygısı, çoğu durumda, onları mantıken onaylayabilecekleri ranttan daha yüksek rant ödemeye sürüklemektedir." (John L. Morton, The Resources of Estates, London 1858, s. 116.)
      Ancak, İngiltere'de bu farkın yavaş yavaş ortadan kalktığı düşünülmektedir. Morton bunu büyük ölçüde tam da küçük kiracılar sınıfının göç etmesine bağlıyor. Ayın Morton, bir örnekle, bizzat kiracının ücretinin ve daha da kesin bir biçimde, onun emekçilerinin ücretlerinin, toprak rantı yüzünden bir miktar düştüğünü göstermektedir. Bu, iki atlı sabanın kullanılamadığı 70-80 akrdan (30-34 hektar) az kira topraklarında ortaya çıkmaktadır. "Çiftçi, herhangi bir emekçi kadar zahmetle, kendi elleriyle çalışmadıkça, çiftliği onun geçimini karşılamayacaktır. Eğer işin yapılmasını işçiye bırakır ve kendisi yalnızca onları gözlemeye (sayfa 556) devam ederse, pek uzak olmayan bir dönemde, rantını ödeyemediğini görmesi çok mümkündür." (l. c., s. 118.) Bu nedenle, Morton, belirli bir yerdeki kiracılar çok yoksul olmadıkça, kiralanan yerin 70 akrdan küçük olmaması gerektiği sonucuna varır, öyle ki, kiracılar iki ya da üç at kullanabilsinler.
      Membre de l'Institut et de la Société Centrale d'Agriculture
, Mösyö Leonce de Lavergne olağanüstü bir basiret gösteriyor. Economie Rurale de l'Angleterre adlı yapıtında, (alıntılar İngilizce çevirisindendir, London 1855), Fransa'da kullanılan, ama sığırın yerine atın geçtiği İngiltere'de kullanılmayan, sığırdan elde edilen yıllık kazanca ilişkin aşağıdaki karşılaştırmayı yapıyor (s. 42):

FRANSA

 

İNGİLTERE

Süt

4 milyon £

 

Süt

16 milyon £

Et

6 milyon £

 

Et

20 milyon £

Emek

8 milyon £

 

Emek

-

 

28 milyon £

   

36 milyon £


      Ama onun söylediğine göre, İngiltere'de daha büyük bir toplam elde edilmesinin nedeni, İngiltere'de sütün, Fransa'dakinden iki kat pahalı olmasıdır. Oysa, her iki ülkedeki et fiyatları eşit alınmıştır (s. 35); bu nedenle, İngiliz süt üretimi 8 milyon sterline ve toplam da 28 milyon sterline düşer, bu da Fransa'dakine eşittir. Mr. Lavergne, hem miktar, hem de fiyat farklılıklarının ikisini birden hesaplamalarına katınca, gerçekten de biraz fazla oluyor, öyle ki, İngiltere bazı maddeleri Fransa'dan daha pahalıya üretince bu, İngiliz tarımının bir üstünlüğü gibi görünüyor, oysa bu, olsa olsa kiracılar ve toprakbeyleri için daha büyük bir kâr anlamına gelir.
      Mr. Lavergne'in, yalnızca İngiliz tarımının başarılarından haberli olmakla kalmayıp, ayrıca İngiliz kiracılarının ve toprakbeylerinin önyargılarını da onayladığı 48. sayfada anlaşılıyor: "Genel olarak bütün tahıllar bir büyük sakınca taşırlar. ... Bunlar, yetiştikleri toprağın gücünü tüketirler." Mr. Lavergne, diğer bitkilerin buna yolaçmadığına inanmakla kalmıyor, ayrıca, yem ürünlerinin ve yumrulu ürünlerin toprağı zenginleştireceğine de inanıyordu. "Yem bitkileri, büyümeleri için gerekli esas unsurları atmosferden alır, toprağa ondan aldıklarından daha çok şey verirler; böylece, hem doğrudan doğruya, hem de, hayvan gübresine dönüşmek suretiyle, tahılların ve genel olarak toprağın gücünü tüketen bütün ürünlerin verdiği zararı, iki yolla giderirler; bu nedenle, ilkelerden biri, bu ürünlerle en azından almaşık ekilmelerdir; Norfolk almaşık ekimi bundan ibarettir." (s. 50-51.)
      Tevekkeli değil, bu İngiliz köy peri masallarına inanan Mr. Lavergne, tahıl üzerine konan gümrük vergisi kaldırıldığından beri, İngiliz çiftlik-emekçilerinin ücretlerinin eski anormalliklerini yitirdiğine de inanıyor. (Bu konuda daha önce söylenenlere bakınız: (sayfa 557) Buch I, Kap. XXIII, 5, s. 701-729.) Ama, Mr. John Bright'ın, 14 Aralık 1865'te, Birmingham'da yaptığı konuşmayı da dinleyelim. 5 milyon ailenin, tümüyle, parlamentoda temsil edilmediğine değindikten sonra, şöyle devam ediyor: "Birleşik Krallık'ta, bunlardan bir milyonu ya da bir milyondan fazlası, talihsiz yoksullar listesine dahildir. Bir milyonu da yoksulluğun tam biraz üstünde, ama her zaman yoksulluğa düşecekler diye korku içindedirler. Koşulları ve umutları bundan daha lehte değildir. Şimdi, toplumun bu kesiminin bilisiz ve aşağı tabakasına bakalım. Düşük koşullarına, yoksulluklarına, acılarına, ve herhangi bir düzelme konusundaki kesin umutsuzluklarına bakalım. Neden Birleşik Devletler'de, -hatta Güney devletlerinde, köleliğin hüküm sürdüğü dönemde bile- her zenci, kendisi için bir genel azatlık yılı geleceğine inanıyordu? Ama bu insanlar için -bu ülkedeki, bu en aşağı tabakadaki sınıf için- burada ilan ediyorum ki, ne daha iyi bir şey umudu, ne de onu elde etmek için birazcık heves vardır. Bir Dorsetshire emekçisi olan John Cross hakkında son zamanlarda gazetelerde çıkan bir küçük yazıyı okudunuz mu? Haftada altı gün çalışıyordu, ve haftada sekiz şilin karşılığında yirmidört yıl boyunca yanında çalıştığı patronu, ona mükemmel bir bonservis vermişti. John Cross, bu ücretle, ahır gibi bir evde yaşayan yedi çocuğunu - zayıf karısını ve ufak bebeğini geçindirmek zorundaydı. John Cross, altı penilik bir tahta parmaklık aldı - hukuken, çaldı sanırım. Bu suç için, sulh yargıçlarınca yargılandı ve 14 veya 20 günlük hapse mahkum oldu. ... Diyebilirim ki, John Cross'unkine benzeyen binlerce durum, bütün ülkede, özellikle Güneyde görülebilir, ve bunların koşulları öyledir ki, şimdiye kadar en gayretli araştırmacı bile nasıl sağ kaldıkları esrarını çözememiştir. Şimdi ülkeye bir gözatın ve bu beş milyon aileye ve bu tabakanın umutsuz koşullarına bakın. Özgür olmayan ulusun durmadan çalıştığı ve hemen hemen hiç dinlenme bilmediği doğru değil m? Yönetici sınıfla karşılaştırın bunu - ama o zaman komünistlikle suçlanacağım. ... Ama, çalışan ve özgür olmayan bu büyük ulusu, yönetici sınıflar diyebileceğimiz kesimle karşılaştırın. Onun zenginliğine bakın, gösterişine bakın, lüksüne bakın. Bıkkınlığına tanık olun -çünkü onlar arasında da bıkkınlık vardır, ama bu, doygunluğun getirdiği bıkkınlıktır- sanki yeni bir zevk peşindelermiş gibi, oradan oraya koşuşmalarına bakın." (Morning Star,14 Aralık1865.)
      Aşağıda, artı-emeğin ve dolayısıyla artı-ürünün, toprak rantıyla -en azından kapitalist üretim tarzı temeli üzerinde, artı-ürünün, nitel ve nicel olarak özellikle belirlenmiş parçasıyla- nasıl genellikle karıştırıldığını göreceğiz. Genel olarak artı-emeğin doğal temeli, yani onun yokluğu halinde bu emeğin var olamayacağı doğal önkoşul şudur: Doğa -toprağın hayvansal ya da bitkisel ürünleri, balıkçılık bölgeleri vb. biçiminde- gerekli geçim araçlarını, bütün bir işgününü tüketmeyecek bir emek (sayfa 558) harcanması koşullarında sağlamalıdır. Bu tarımsal emeğin doğal verimi, (bunun içine basit toplama, avlanma, balıkçılık ve sığır yetiştiriciliği için harcanan emek de girer), bütün artı-emeğin temelidir, çünkü bütün emek, her şeyden önce ve başlangıçta yiyecek elde etmeye ve üretmeye yöneliktir. (Hayvanlar, aynı zamanda, soğuk iklimlerde ısınmak için deri sağlarlar; ayrıca mağara-konutlar vb..)
      Artı-ürünle toprak rantının ayın biçimde birbirine karıştırılmasının, Mr. Dove'da[15*] daha farklı bir biçimde ifade edildiği görülür. Başlangıçta tarımsal ve sınai emek ayrılmamışlardı; ikincisi birincinin bir ekiydi. Toprağı işleyen kabilenin, ev komününün ya da ailenin artı-emeği ve artı-ürünü, hem tarımsal, hem de sınai emeği. kapsıyordu. Her ikisi birarada yürüyordu. Uygun aletler olmaksızın avlanmak, balıkçılık ve tarım olanaksızdı. Dokuma, eğirme vb. önce tarımsal bir yan uğraş olarak uygulanıyordu.
      Daha önceleri gösterdik ki, nasıl, bir tek işçinin emeği gerekli-emeğe ve artı-emeğe ayrılırsa, işçi sınıfının toplam emeği de aynı şekilde bölünebilir; öyle ki, işçi sınıfı için toplam geçim araçlarını (bu amaç için gerekli olan üretim araçları dahil) üreten kısım, toplumun tümü için gerekli-emek görevini yerine getirir. İşçi sınıfının geri kalanınca harcanan emeğe de artı-emek gözüyle bakılabilir. Ama gerekli-emek, hiç de, yalnızca tarımsal emekten oluşmuş değildir, ayrıca, emekçinin ortalama tüketimine zorunlu olarak giren bütün diğer ürünleri üreten emeği de kapsar. Üstelik, toplumsal açıdan, bazıları yalnızca gerekli-emek harcar, çünkü başkaları yalnızca,artı-emek harcamaktadır, ve tersi de söylenebilir. Bu, aralarındaki bir işbölümünden başka bir şey değildir. Aynı şey, genel olarak tarım ve sanayi emekçileri arasındaki işbölümü için de geçerlidir. Bu yanda emeğin salt sınai niteliği, öte yanda salt tarımsal niteliğine tekabül eder. Bu salt tarımsal emek hiç de doğal değil, daha çok -toplumsal gelişmenin- bir ürünüdür -hem de her yerde henüz erişmemiş olan çok modern bir ürünü- ve üretimin gelişmesinde çok belirli bir aşamaya tekabül eder. Nasıl ki, 'tarımsal emeğin bir kısmı, ya yalnızca lüks gereksinmeleri karşılayan, ya da sanayide hammadde görevi yapan, ama bırakın yığınlar için yiyecek olarak hizmet etmeyi, hiç bir şekilde yiyecek görevi yapmayan ürünler içinde maddeleşirse, öte yandan sınai emeğin bir kısmı da, hem tarım hem de tarım-dışı emekçiler için gerekli tüketim araçları görevi yapan ürünler içinde maddeleşmiştir. Toplumsal bir bakış açısından, bu sınai emeğe, artı-emek gözüyle bakmak yanlıştır. Tarımsal emeğin gerekli kısmı kadar, bu da, kısmen, gerekli-emektir. Ayrıca, önceden doğal olarak tarımsal emeğe bağlı olan sınai emeğin bir kısmından bağımsız kılınmış bir biçiminden, şimdi ondan ayrılmış olan, özellikle tarımsal emeğin zorunlu bir karşılıklı ekinden başka bir şey değildir. (Salt maddi açıdan, örneğin makine ile çalışan 500 dokumacı, çok (sayfa 559) büyük bir ölçüde artı-kumaş, yani kendi giyimleri için gerekenden fazla kumaş üretir.)
      En sonu, toprak rantının, yani toprağın üretim yada tüketim amaçlarıyla kullanılması karşılığında, toprak rantı adı altında, toprakbeyine ödenen kira parasının çeşitli görünümleri incelenirken, şu da akılda tutulmalıdır: kendilerinin değeri olmayan, yani toprak gibi emek ürünü olmayan, ya da antikalar ve bazı büyük ustaların sanat eserleri vb. gibi emek harcanarak yeniden üretilemeyecek olan şeylerin fiyatı, birçok raslansal düzenlemelerle belirlenebilir. Bir şeyi satmak için, bu şey tekel altına alınmak ve yabancılaştırılmak olanağını taşısın yeter; başka bir şeye gerek yoktur.



      Toprak rantının analizini karanlık hale getiren ve onu incelerken kaçınılması gereken üç büyük hata vardır.
      1° Toplumsal üretim sürecinin farklı gelişme aşamalarına ait olan çeşitli rant biçimlerinin birbirine karıştırılması.
      Rantın özgül biçimi ne olursa olsun, bütün tipler şu ortak niteliğe sahiptir: Rantın maledinilmesi, toprak mülkiyetinin gerçekleştirildiği biçimdir ve toprak rantı da, buna karşılık, toprak mülkiyetinin varlığını, gezegenimizin belirli parçalarına, belirli kişilerin sahip olmasını öngörür. Sahip, Asya'da, Mısır'da vb. olduğu gibi, topluluğu temsil eden bir kişi olabilir, ya da bu toprak mülkiyeti kölelikte ya da serflikte olduğu gibi, yalnızca, herhangi bir kişinin, dolaysız üreticilerin kendilerine sahip olmasının raslansal bir sonucu olabilir; ya da, üretici olmayanların, doğanın salt özel mülkiyetine sahip olması, toprak üzerinde yalnızca bir hak olabilir; en sonu, kolonistlerde ve toprak sahibi küçük köylülerde olduğu gibi, doğrudan doğruya -ayrı ve toplumsal olarak gelişmemiş emeğe- belirli toprak parçalarının ürünlerinin, dolaysız üreticiler tarafından üretilmesi ve maledilmesinin kapsamına giriyor görünen, toprakla olan bir ilişki de olabilir.
      Çeşitli rant biçimlerindeki bu ortak öğe, -yani rantın toprak mülkiyetinin, iktisaden gerçekleştirilmesi oluşu, bazı kişilerin, gezegenimizin ,bazı bölümlerinde özel hakka sahip olmalarına olanak sağlayan hukuksal masal- farklılıkların gözden kaçmasını mümkün kılmaktadır.
      2° Toprak rantının tümü artı-değerdir, artı-emeğin ürünüdür. Ayni rant olarak gelişmemiş biçiminde, hâlâ doğrudan doğruya artı-ürünün kendisidir. Buradan, kapitalist üretim tarzına tekabül eden rantın -ki bu, her zaman, kârın üstünde, yani kendisi artı-değerden (artı-emek) oluşan metaların bir değer bölümünün üstünde bir fazladır- artı-değerin bu özel ve özgül parçasının, yalnızca genel olarak artı-değerin ve kârın varlığının genel koşullarının açıklanmasıyla açıklandığı yolunda yanlış bir düşünce çıkar. Bu koşullar şunlardır: dolaysız, üreticiler kendi (sayfa 560) emek-güçlerini yeniden-üretmek için, kendi yeniden-üretimleri için gerekli olan zamanın ötesinde çalışmalıdırlar. Genel olarak artı-emek harcamalıdırlar. Bu, öznel koşuldur. Nesnel koşul ise, artı-emek harcayabilmeleri gerektiğidir. Doğal koşullar öyle olmalıdır ki, mevcut emek-zamanlarının bir bölümü, üreticiler olarak yeniden-üretimlerine ve kendi geçimlerine yetmelidir, gerekli geçim araçlarının üretimi bütün emek-güçlerini tüketmemelidir. Doğanın verimliliği, burada bir sınır, bir başlangıç noktası, bir temel yaratıyor. Öte yandan, emeklerinin toplumsal üretken gücünün gelişimi, öteki sırırı oluşturur. Daha yakından incelersek, geçim araçlarının üretimi, doğrudan üreticilerin varlıklarının ve genel olarak bütün üretimin en birinci koşulu olduğuna göre, bu üretimde kullanılan emek, yani en geniş iktisadi anlamıyla tarımsal emek, yeterince verimli olmalıdır ki, bütün mevcut emek-zamanını, doğrudan üreticiler için geçim araçlarının üretiminde soğurmasın, yani tarımsal artı-emek ve dolayısıyla tarımsal artı-ürün mümkün olsun. Daha geliştirirsek, toplam tarımsal emek, toplumun bir parçasının hem gerekli, hem de artı-emeği, toplumun tümü için, yani tarım-dışı emekçiler için de gerekli geçimi sağlamaya yetmelidir. Dolayısıyla bu demektir ki, tarımsal ve sınai emek arasındaki büyük işbölümü mümkün olmalıdır; ve gene bunun gibi, geçim araçları üretim çiftçilerle, hammadde üretenler arasındaki işbölümü de mümkün olmalıdır. Geçim araçlarının doğrudan üreticilerin emeği, kendi açılarından, gerekli-emek ve artı-emek olarak bölünürse de, bu emek, toplumsal açıdan, yalnızca, geçim araçlarını üretmek için harcanan gerekli-emeği temsil eder. Bu arada aynı şey, tek tek atölyelerdeki işbölümünden farklı olarak, toplumun tümü içindeki bütün işbölümü için de geçerlidir. Bu emek, belirli maddelerin üretimi için, bu belirli maddelerle, toplumun belirli bir gereksinmesinin karşılanması için gerekli olan emektir. Eğer bu işbölümü orantılı ise, çeşitli grupların ürünleri değerleri üzerinden (gelişmenin sonraki bir aşamasında üretim-fiyatları üzerinden satılırlar) ya da, bu değerlerin belirli bir değişik biçimi olan fiyatlar üzerinden, ya da genel yasalarla belirlenen üretim-fiyatları üzerinden satılırlar. Bu, gerçekten de, değer yasasının tek tek metalar ya da maddeler dolayısıyla değil de, işbölümü ile bağımsız kılınmış belirli toplumsal üretim alanlarının her bir toplam ürüne dolayısıyla yaptığı bir etkidir, öyle ki, yalnızca her özgül meta için, gerekli emek-zamanından fazlası kullanılmamış oluyor, aynı zamanda, toplam toplumsal zamanın yalnızca gerekli oransal miktarı, çeşitli gruplarca tüketilmiş oluyor. Çünkü metaın, kullanım-değerini temsil etmesi koşulu geçerlidir. Ama eğer bireysel metaların kullanım-değeri, bunların özel bir gereksinmeyi karşılayıp karşılamadıklarına bağlıysa, toplam ürün kitlesinin kullanım-değeri, her özel ürün çeşidi için duyulan belirli nicelikte toplumsal gereksinmeyi, yeterli bir biçimde karşılayıp karşılamadığına ve dolayısıyla, emeğin bu, nicel olarak belirlenmiş toplumsal gereksinmelere uygun olarak, farklı alanlar arasında orantılı biçimde dağıtılıp dağıtılmadığına (sayfa 561) bağlıdır. (Bu noktaya, sermayenin üretimin, çeşitli alanları arasında dağılımında değinilecektir.) Toplumsal gereksinme, yani toplumsal ölçekte kullanım-değeri, burada, üretimin çeşitli özgül alanlarında harcanan toplam toplumsal emek-zaman miktarı için belirleyici öğe olarak görünmektedir. Ama bu, yalnızca, önceden tek tek metalara uygulanmış olan yasanın aynısıdır, yani bir metaın kullanım-değeri, onun değişim-değerinin ve dolayısıyla değerinin temelidir. Ancak bu oranın ihlali, metaın değerinin, dolayısıyla onun içerdiği artı-değerin gerçekleştirilmesini olanaksız kıldığı ölçüde, bu nokta, gerekli-emek ve artı-emek arasındaki ilişki açısından bir anlam taşır. Örneğin, toplam üründe gerçekleşen emek-zamanı, belli koşullar altında gerekli olan kadar olduğu halde, üretilen pamuklu mallar nispeten fazla olabilir. Ama burada, toplumun genel emeğinin fazla bir miktarı bu özel üretim kolunda harcandığı için, ürünün bir kısmı yararsızdır. Bu nedenle, sanki ancak gerekli oranda üretilmiş gibi satılır. Gerekli emek-zamanı, burada, farklı bir anlama bürünmüş olsa da, çeşitli özel üretim alanları için kullanılabilecek bu toplumsal emek-zamanı payının nicel sınırı, genel olarak değer yasasının daha gelişmiş bir ifadesinden başka bir şey değildir. Bunun ancak bu kadarı, toplumsal gereksinmelerin karşılanması için gereklidir. Burada ortaya çıkan sınırlama, kullanım-değeri yüzündendir. Toplum, mevcut üretim koşulları altında, toplam emek-zamanının ancak bu kadarını bu özel üretim türü için kullanabilmektedir. Ama artı-emeğin ve artı-değerin öznel ve nesnel koşullarının, genel olarak, ne kâr ne de rantın özel biçimi ile hiç bir ilgisi yoktur. Bu koşullar, hangi özel biçime bürünürse bürünsün, artı-değer için geçerlidirler. Bu nedenle, toprak rantını açıklamazlar.
      3° Aşağıdaki ayırdedici özellik, esas olarak, toprak mülkiyetinin iktisaden gerçekleştirilmesinde, toprak rantının gelişmesinde, ön plana çıkar: yani, toprak rantının miktarı hiç de alıcının hareketleriyle belirlenmez, daha çok alıcının hiç katılmadığı toplumsal emeğin bağımsız gelişmesiyle belirlenir. Bu yüzden, kolayca, gerçekte meta üretimine -ve özellikle, bütünüyle meta üretimi olan kapitalist üretime- dayanan bütün üretim dallarının ve onların bütün ürünlerinin ortak bir niteliği olan şeye, rantın (ve genel olarak tarımsal ürünlerin) bir özelliği olarak bakılmış olabilir.
      Toprak rantının miktarı (ve onunla birlikte toprağın değeri) toplam toplumsal emeğin bir sonucu olarak, toplumsal gelişme ile büyür. Bu, bir yandan toprağın ürünlerinin piyasasının ve bu ürünlere olan talebin genişlemesine yolaçar, öte yandan da, bizzat toprağa olan talebi canlandırır, bu da bütün iş faaliyeti dallarında, hatta tarımsal olmayanlarda bile rekabetçi bir üretimin önkoşuludur. Daha tam bir ifadeyle, -eğer yalnızca gerçek tarımsal rant gözönünde tutulursa- rant ve dolayısıyla toprağın değeri, toprak ürünleri piyasası ile ve böylece de geçim araçları ve hammaddelere gereksinme duyan ve talep eden tarım-dışı nüfusun (sayfa 562) artması ile birlikte gelişir. Tarım-dışı nüfusa oranla tarımsal nüfusu sürekli olarak azaltmak, kapitalist üretimin niteliğinde vardır, çünkü sanayide (dar anlamda) değişmeyen sermayenin değişen sermayeye göre artışı, değişen sermayede, nispi bir azalma olsa da, mutlak bir artışla birarada gider; öte yandan, tarımda, belirli bir toprak parçasından yararlanmak için gerekli olan değişen sermaye mutlak olarak azalır; böylece, bu, ancak yeni toprak1arın ekime açılması ölçüsünde artabilir, ama bu da, gene, önkoşul olarak, tarım-dışı nüfusta daha da fazla bir büyümeyi gerektirir.
      Gerçekten de, biz, burada, tarımın ve onun ürünlerinin ayırdedici bir özelliğini incelemiyoruz. Tam tersine, aynı şey, meta üretimine ve onun mutlak biçimi olan kapitalist üretime dayanan bütün öteki üretim dallan için de geçerlidir.
      Bu ürünler, ancak diğer metalar onlar için bir eşdeğer oldukları, yani diğer ürünler onların karşısına metalar ve değerler olarak çıktıkları ölçüde, böylece de, üreticilerin kendileri için doğrudan geçim aracı olarak üretilmeyip de metalar olarak, ancak değişim-değerlerine (para) dönüşmeleriyle, yabancılaşmalarıyla, kullanım-değeri haline gelen ürünler olarak üretildikleri ölçüde, metadırlar, ya da gerçekleştirilecek, paraya dönüştürecek bir değişim-değerine sahip kullanım-değerleridirler. Bu metaların piyasası, toplumsal işbölümü ile gelişir; üretken emeklerin ayrılması, karşılıklı olarak onların ürünlerini, metaya, birbiri için eşdeğere dönüştürür; onları karşılıklı olarak piyasa görevi yapar duruma getirir. Bu, hiç de tarımsal ürünlere özgü değildir.
      Rant, para-rant olarak, ancak meta üretimi temeli üzerinde özellikle de kapitalist üretimde gelişebilir ve tarımsal üretim meta üretimi haline geldiği ölçüde, yani tarım-dışı üretim tarımsal üretimden bağımsız olarak geliştiği ölçüde gelişir; çünkü, tarımsal ürün, bu ölçüde, meta, değişim-değeri ve değer haline gelir. Kapitalist üretim ile meta üretimi, ve böylece değer üretimi geliştiği sürece, artı-değer ve artı-ürün üretimi de gelişir. Ama sonuncunun geliştiği oranda, toprak mülkiyeti, toprak tekeli aracılığıyla, bu artı-değerin gitgide artan bir bölümünü ele geçirme ve böylelikle de rantının değerini ve bizzat toprağın fiyatını yükseltme yeteneğine kavuşur. Kapitalist, hâlâ, bu artı-değerin ve artı-ürünün gelişmesinde faal bir görev yapmaktadır. Ama toprak sahibi, bu büyümeye hiçbir katkıda bulunmadan, yalnızca artı-ürün ve artı-değerdeki büyüyen payı maledinme durumundadır. Onun durumunun ayırdedici özelliği budur; toprağın ürünlerinin ve böylece bizzat toprağın değerinin, bunların piyasası genişlediği ölçüde, bunlara olan talep ve bununla birlikte, toprak ürünlerinin karşısına çıkan metalar alemi -başka bir deyişle, tarım-dışı meta üreticileri yığını ve tarım-dışı meta üretimi- büyüdüğü ölçüde artması gerçeği değil. Ama bu, toprak sahibi hiç bir şey yapmadan gerçekleştiğinden, değer toplamını, artı-değer toplamının ve artı-değerin bir bölümünün toprak rantına dönüşmesinin, toplumsal üretim sürecine, genel olarak meta üretiminin gelişmesine bağlı olması, ona, eşsiz bir şey gibi (sayfa 563) görünür. Bu nedenle, Dove, örneğin rantı bundan çıkarmaya çalışır. Dove der ki, rant, tarımsal ürün toplamına değil, onun değerine bağlıdır;[16*] ama bu da, tarım-dışı nüfusun toplamına ve verimliliğine bağlıdır. Ama bütün diğer ürünler için şu da doğrudur ki, o ürün, kendine eşdeğer oluşturan, bütün diğer metaların kısmen toplamı, kısmen de çeşidi arttıkça, bir meta olarak gelişir. Bu, daha önce, değerin genel sunuluşu ile bağıntılı olarak gösterilmişti.[17*] Bir yandan, bir ürünün değişilebilirliği, genel olarak, ona ek olarak var olan metaların çeşitliliğine bağlıdır. Öte yandan da, özellikle, bu ürünün, meta olarak üretilebileceği miktar, ona bağlıdır.
      İster sınai, ister tarımsal olsun, hiç bir üretici, tek başına ele alındığında, değer ya da meta üretmez. Onun ürünü ancak belirli toplumsal karşılıklı-ilişkiler, kapsamı içinde bir değer ve bir meta haline gelir. Birincisi, toplumsal emeğin bir ifadesi olarak göründüğü sürece, bu nedenle de. Birey olarak üreticinin emek-zamanı genel olarak toplumsal emek-zamanının bir parçası sayıldığı sürece bu böyledir ve ikincisi, emeğinin bu toplumsal niteliği, parasal niteliği aracılığıyla ve fiyatı ile belirlenen genel değişilebilirliği aracılığıyla, ürününe damgasını vurmuş görünür.
      Bu yüzden. eğer bir yandan rant yerine artı-değer, ya da daha da dar bir biçimde, genel olarak artı-ürün açıklanıyorsa, öte yandan da, metalar ve değerler olmak sıfatıyla bütün ürünlere ait olan bir özelliği, yalnızca tarımsal ürünlere atfetmek hatasına düşülür. Bu, değerin genel belirlenmesinden, belirli bir metaın değerinin gerçekleştirilmesine geçenler tarafından, daha da kabalaştırılır. Her meta, değerini, ancak dolaşım süreci içinde gerçekleştirebilir ve değerini gerçekleştirip gerçekleştirmediği ya da hangi ölçüde gerçekleştirdiği, mevcut piyasa koşullarına bağlıdır.
      O halde, tarımsal ürünlerin değer haline gelmeleri ve değer olarak gelişmeleri, yani diğer metaların karşısına meta olarak çıkmaları ve tarım-dışı ürünlerin onların karşısına meta olarak çıkması; ya da toplumsal emeğin özgül ifadeleri olarak gelişmeleri, toprak rantının bir özelliği değildir. Toprak rantının özelliği, daha çok şudur: tarımsal ürünlerin, değerler (metalar) olarak geliştikleri koşullarla birlikte ve onların değerlerinin gerçekleştiği koşullarla birlikte, toprak mülkiyetinin kendi yardımı olmaksızın üretilmiş olan bu değerlerin artan bir bölümünü maledinme gücü de büyür; ve böylece, artı-değerin artan bir bölümü, toprak rantına dönüşür. (sayfa 564)




OTUZSEKİZİNCİ BÖLÜM
FARKLILIK RANTI (DİFERANSİYEL RANT):
GENEL GÖRÜŞLER



      TOPRAK rantı tahliline, şu varsayımla başlayacağız: bu tür bir rant ödeyen ürünler, artı-değerin bir kısmının ve dolayısıyla toplam fiyatında bir kısmının, toprak rantı haline döndüğü ürünler, yani hem tarım, hem de madencilik ürünleri, bütün diğer metalar gibi, üretim-fiyatları üzerinden satılırlar. (Bizim amacımız için, kendimizi tarım ve madencilik ürünleriyle sınırlamamız yeterlidir.) Bir başka deyişle, satış-fiyatları şu öğelerden oluşur: maliyetleri (tüketilen değişmeyen ve değişen sermayenin değeri), artı, genel kâr oranı tarafından belirlenen ve tüketilsin ya da tüketilmesin yatırılan toplam sermaye üzerinden hesaplanan bir kâr. O halde, biz, bu ürünlerin ortalama satış-fiyatlarının, üretim-fiyatlarına eşit olduğunu varsayıyoruz. Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: bu koşullar altında toprak rantının gelişmesi nasıl mümkün oluyor; yani kârın bir bölümünün toprak rantına dönüşmüş hale gelmesi, böylece meta-fiyatının bir bölümünün toprakbeyine düşmesi nasıl mümkün oluyor.
      Toprak rantının bu biçiminin genel niteliğini sergilemek için, belirli bir ülkedeki fabrikaların çoğunun güçlerini, buharlı makinelerden elde ettiklerini, daha küçük bir kısmının da, doğal çağlayanlardan elde ettiklerini varsayalım. Ayrıca varsayalım ki, birincilerde, 100'lük bir sermaye tüketen bir meta miktarı için, üretim-fiyatı 115'tir. %15 kâr, yalnızca (sayfa 565) tüketilen 100'lük sermaye üzerinden değil, bu meta-değerin üretilmesinde kullanılan toplam sermaye üzerinden hesaplanmıştır. Daha önce göstermiştik ki, bu üretim-fiyatı, bireysel üreticinin bireysel maliyet-fiyatı tarafından değil, bütün üretim alanındaki ortalama sermaye koşulları altındaki metaın ortalama maliyet-fiyatı tarafından belirlenir. Bu, gerçekten de, üretimin piyasa-fiyatı, dalgalanmalarından ayrı olarak, ortalama piyasa-fiyatıdır. Metaların değerinin niteliği, kendini, bu değerin belirli bir meta miktarının ya da tek başına bir metaın üretimi için, tek başına herhangi bir üretici açısından gerekli emek-zamanıyla değil de, toplumsal bakımdan gerekli emek-zamanıyla, yani mevcut ortalama toplumsal üretim koşulları tarafında, piyasadaki toplumsal bakımdan gerekli meta türlerinin toplam miktarının üretimi için gerekli emek-zamanıyla belirlenmesini, genel olarak piyasa-fiyatı biçiminde ve üstelik, düzenleyici piyasa-fiyatı, ya da üretimin piyasa-fiyatı biçiminde ortaya kor.
      Bu durumda kesin rakamlar önem taşımadığından, ayrıca, su gücü ile işleyen fabrikalardaki maliyet-fiyatının 100 yerine 90 olduğunu varsayacağız. Bu meta miktarına ait, üretimin düzenleyici piyasa-fiyatı, %15 kârla, 115 olduğuna göre, makinelerini su gücüne dayanarak işleten fabrikatörler de metalarını 115'ten, yani piyasa-fiyatını düzenleyen ortalama fiyat üzerinden satacaklardır. O zaman, kârları 15 yerine 25 olacak, düzenleyici üretim-fiyatı, onlara %10'luk bir artı-kâr sağlayacaktır, bunun nedeni, metalarını üretim-fiyatının üzerinde satmaları değil, üretim-fiyatına satmalarıdır, çünkü onların metaları, istisnai uygun koşullar altında, yani bu alanda hüküm süren ortalamadan daha uygun koşullar altında üretilmektedir, ya da sermayeleri bu uygun koşullarda işlemektedir.
      İki şey, hemen ortaya çıkıyor.
      Birincisi
, doğal bir çağlayanı devinim gücü olarak kullanan üreticilerin artı-kârı, her şeyden önce, dolaşım sürecindeki alışverişlerin piyasa-fiyatlarındaki raslansal dalgalanmaların, raslansal sonuçları olmayan tüm artı-kârda (üretim-fiyatlarını tartışırken bu kategoriyi tahlil etmiştik) aynı sınıfa dahildir. Bu durumda, bu artı-kâr da, diğerleri gibi, bu uygun durumdaki üreticilerin bireysel üretim-fiyatları ile, bütün bu üretim-alanındaki, piyasayı düzenleyen genel toplumsal üretim-fiyatı arasındaki farka eşittir. Bu fark, metaların genel üretim-fiyatının, bireysel üretim-fiyatlarının üzerinde kalan fazlasına eşittir. Bu fazlanın, iki düzenleyici sınırı, bir yandan bireysel maliyet-fiyatı, ve dolayısıyla, bireysel üretim-fiyatı ve öte yandan da, genel üretim-fiyatıdır. Su gücü ile üretilen metaların değeri daha küçüktür, çünkü onların üretimi için daha küçük bir toplam emek miktarı gereklidir, yani daha az emek -maddeleşmiş bir biçimde- değişmeyen sermayenin içine onun bir parçası olarak girer. Burada kullanılan emek daha üretkendir, onun bireysel üretken gücü, aynı türden fabrikaların çoğunluğunda istihdam edilenden daha büyüktür. Onun daha büyük üretken güce sahip olduğu, aynı miktarda meta (sayfa 566) üretmek için, ötekilere göre daha az miktarda değişmeyen sermaye daha az miktarda maddeleşmiş emek gerektirmesi gerçeği ile gösterilmiştir. Ayrıca da, daha az canlı emek gerektirir, çünkü su ile işleyen çarkın ısıtılmasına gerek yoktur. İstihdam edilen emeğin bu daha büyük bireysel verimliliği, değeri düşürür, ama maliyet-fiyatını ve böylelikle, metaın üretim-fiyatını da düşürür. Birey olarak sanayici kapitalist için, bu, kendini metalarının daha düşük maliyet-fiyatı biçiminde ortaya kor. Daha az miktarda maddeleşmiş emek için ödeme yapmak ve istihdam edilen daha az canlı emek-gücü için, daha az ücret ödemek zorundadır. Metalarının maliyet-fiyatı düşük olduğundan, bireysel üretim-fiyatı da düşüktür. Maliyet-fiyatı, 100 yerine 90'dır. Bu nedenle, bireysel üretim-fiyatı, 115 yerine yalnızca 103½ olacaktır (100 : 115 = 90 : 103½). Bireysel üretim-fiyatı ile genel üretim-fiyatı arasındaki fark, onun bireysel maliyet-fiyatı ile genel maliyet-fiyatı arasındaki fark tarafından sınırlanmıştır. Bu, onun artı-kârının sınırlarını oluşturan büyüklüklerden biridir. Diğeri, genel üretim-fiyatının büyüklüğüdür ki, genel kâr oranı, düzenleyici öğelerden biri olarak bunun içine girer. Eğer kömür ucuzlarsa sanayici kapitalistin bireysel maliyet-fiyatı ile, genel maliyet-fiyatı arasındaki fark ve bununla birlikte artı-kârı azalacaktır. Eğer, metalarını bireysel değerleri üzerinden ya da bireysel değerleri tarafından belirlenen üretim-fiyatı üzerinden satmak zorunda bırakılırsa, bu fark yok olacaktır. Bu, bir yandan, metaların genel piyasa-fiyatları, bireysel fiyatların rekabet vasıtasıyla eşitlenmesinden doğan fiyat üzerinden satılması gerçeğinin, ve öte yandan da onun harekete geçirdiği emeğin daha büyük bireysel veriminin, bütün emeğin verimliliği gibi; emekçiye değil, işverene yarar sağlaması, sermayenin verimliliği gibi görünmesi gerçeğinin bir sonucudur.
      Genel üretim-fiyatı, bu artı-kârın sınırlarından biri olduğuna göre, genel kâr oranı düzeyi onun öğelerinden biri olduğundan, bu artı-kâr, ancak genel ve bireysel üretim-fiyatı arasındaki farktan ve bunun sonucu olarak, genel ve bireysel kâr oranı arasındaki farktan doğabilir. Bu farkın üstünde bir fazlalık, ürünlerin piyasa tarafından düzenlenen üretim fiyatına değil, bu fiyatın üstünde satılmasını öngörür.
      İkincisi
, buraya kadar, buhar yerine doğal sugücü kullanan fabrikatörün artı-kârı, başka herhangi bir artı-kârdan hiç bir şekilde farklı değildir. Bütün normal artı-kâr, yani raslansal satışlar ya da piyasa-fiyatı dalgalanmaları yüzünden olmayan bütün artı-kâr, belirli bir sermayenin metalarının bireysel üretim-fiyatı ile, genel olarak bu üretim alanındaki sermaye tarafından üretilen metaların piyasa-fiyatlarını ya da bir başka deyişle, bu üretim dalına yatırılan toplam sermayenin metalarının piyasa-fiyatlarını düzenleyen genel üretim-fiyatı arasındaki farkla düzenlenir.
      Ama şimdi bu farka bakalım.
      Mevcut durumda, sanayici kapitalist, artı-kârını, genel kâr oranı tarafından düzenlenen üretim-fiyatından kişisel olarak kendisi için doğan artıyı hangi duruma borçludur? (sayfa 567)
      Bunu ilkönce, doğada hemen hazır olarak bulunan ve suyu buhara dönüştüren kömür gibi, kendisi bir emek ürünü olmayan doğal bir güce -çağlayanın devindirici gücüne- borçludur. Kömürün değeri vardır, onun için bir eşdeğer ödenmek zorundadır ve bir maliyeti vardır. Çağlayan, üretimine hiç emek girmeyen doğal bir üretim öğesidir.
      Ama hepsi bu değil. Buharla işgören fabrikatör de, ona hiç bir şeye malolmayan, ama emeği daha verimli yapan ve böylece emekçiler için gerekli olan geçim araçlarının yapımını ucuzlaştırdıklarına göre, artı-değeri ve böylelikle kârı artıran doğal güçler kullanır. Bu doğal güçler, böylece, elbirliğinden, işbölümünden vb. doğan, emeğin toplumsal doğal güçleri gibi, sermaye tarafından tekel altına alınırlar. Fabrikatör, kömür için ödeme yapar, ama suyun fiziksel durumunu değiştirme, buhara dönüşme niteliği için, buharın esnekliği vb. için yapmaz. Bu doğal güçlerin tekel altına alınması, yani onların ürettiği emek-gücündeki artış,[
18*] buhar makineleriyle çalışan bütün sermayeler için geçerlidir. Bu durum, emek ürününün, artı-değeri temsil eden kısmını,ücretlere dönüştürülen kısmına bakarak artırabilir. Bunu yaptığı sürece, genel kâr oranını artırır, ama hiç bir artı-değer yaratmaz, çünkü, bu, bireysel kârın ortalama kâr üzerinde kalan kısmından oluşur. Bu yüzden, bu durumda, doğal bir gücün, bir çağlayanın kullanılmasının artı-kâr yaratması gerçeği yalnızca, buradaki artan emek veriminin doğal bir güç uygulanmasından doğması durumuna bağlı olamaz. Değişiklik yaratan başka durumlar gereklidir.
      Tersine olarak, doğal güçlerin, sanayide, yalnızca uygulanması, genel kâr oranı düzeyini etkileyebilir, çünkü bu, gerekli geçim araçlarım üretmek için gerekli olan emek miktarını etkiler. Ama kendi başına genel kâr oranından hiç bir sapma yaratmaz ve bizim burada ilgilendiğimiz işte tam bu noktadır. Ayrıca, bir bireysel sermayenin özel bir üretim alanında başka yoldan gerçekleştirdiği artı-kâr -çünkü çeşitli üretim alanlarında görülen kâr oranlarındaki sapmalar, sürekli olarak bir ortalama oranda dengelenirler-, raslansal sapmalardan ayrı olarak, maliyet-fiyatında, üretim-maliyetlerinde bir düşüş yüzündendir. Bu düşüş, ya sermayenin ortalamadan daha büyük miktarlarda kullanılması gerçeğinden doğar, öyle ki, üretimin faux frais'si[19*] düşürülür, emeğin verimliliğini artıran genel nedenler (elbirliği, işbölümü vb.), daha fazla yoğunlukla, daha yüksek ölçüde etken hale gelebilir, çünkü bunların faaliyet alanı daha genişlemiştir; ya da, bu düşüş, işler sermaye miktarından ayrı olarak, daha iyi emek yöntemleri, yeni buluşlar, geliştirilmiş makineler, kimyasal imalat sırları vb., kısacası yeni ve gelişmiş, ortalamadan iyi üretim araçları ve üretim yöntemleri kullanılması gerçeğinden doğar. Maliyet-fiyatındaki düşüş ve bundan doğan artı-kâr, burada, işlev gören sermayenin yatırılma biçiminin sonucudur. Bunlar, ya sermayenin bir kişinin elinde (sayfa 568) olağanüstü büyük miktarlarda toplanması gerçeğinden (ortalama olarak, eşit büyüklükte sermaye kullanılır kullanılmaz, ortadan kalkan bir koşul) ya da, belirli bir büyüklükteki sermayenin özellikle verimli bir biçimde kullanılması gerçeğinden (istisnai üretim yöntemi genelleşince, ya da daha gelişmiş bir yöntem onu geçince yok olan bir koşul) doğar.
      O halde, artı-kârın nedeni, burada, ister daha fazla bir büyüklükte sermaye kullanılması yüzünden olsun, ister sermayenin daha etkin uygulanması yüzünden olsun, sermayeden (ki bu, onun harekete geçirdiği emeği de kapsar) doğar; ve işin aslında, aynı üretim alanındaki bütün sermayenin aynı biçimde yatırılmaması için hiç bir özel neden yoktur. Tam tersine, sermayeler arasındaki rekabet, bu farklılıkları gitgide daha çok ortadan kaldırır. Değerin, toplumsal bakımdan gerekli emek-zamanıyla belirlenmesi, metaların ucuzlamasıyla ve metaların aynı uygun koşullar altında üretilmesi yolundaki zorlama ile kendini ortaya kor. Ama çağlayandan yararlanan bir sanayici kapitalistin artı-kârında durum başkadır. Onun kullandığı emeğin artan üretkenliği, ne sermayenin ve emeğin kendinden gelir, ne de sermayeden ve emekten farklı olan, ama sermayeye katılmış olan bir doğal gücün salt uygulanmasından gelir. Bu, örneğin buharın esnekliği gibi, bir doğa gücünün, ama aynı üretim dalındaki tüm sermayenin emrinde olmayan bir doğa gücünün uygulanmasına bağlı olan, emeğin daha büyük doğal üretkenliğinden doğar. Bir başka deyişle, ne zaman bu üretim alanına sermaye genel olarak yatırılırsa, bunun da uygulanacağı sanılmamalıdır. Tam tersine, bu, yalnızca yeryüzünün ve eklentilerinin belirli bölümlerini elinde tutanların emrinde olan, çağlayan gibi, tekel altına alınabilir bir doğa gücüdür. Daha büyük bir emek üretkenliği için bu doğal öncülün yaratılması, herhangi bir sermayenin, suyu buhara dönüştürebilmesi gibi, sermayenin gücü dahilinde değildir. Bu, ancak, doğada yerel olarak bulunur ve bulunmadığı yerde, belirli bir sermaye yatırımı ile kurulamaz. Makineler ve kömür gibi emeğin üretebildiği ürünlere değil, toprağın bazı bölümlerinde hüküm süren özgül doğal koşullara bağlıdır. Çağlayanlara sahip olan fabrikatörler, sahip olmayanların bu doğal gücü kullanmalarına engel olurlar, çünkü toprak, özellikle sugücüne sahip toprak, enderdir. Ama belli bir ülkedeki çağlayanlar sınırlı da olsa, bu, sınai amaçları için kullanılması mümkün olan sugücü miktarının artmasını engellemez. Devindirici gücünden tamamen yararlanabilmek için, insan, çağlayanı elektrik enerjisi üretmede kullanabilir. Eğer böyle bir durum varsa, sugücünden mümkün olduğu kadar yararlanabilmek için, su çarkı geliştirilebilir; sıradan çarkın su miktarına uygun düşmediği yerlerde, tribünler kullanılabilir vb.. Bu doğal güce sahip olunması, ona sahip olanın elinde bir tekel oluşturur; bu, yatırılmış sermayenin üretkenliğinde, bizzat sermayenin üretim süreci ile yaratılamayacak bir artışın koşuludur;[33] bu biçimde tekel altına (sayfa 569) alınabilen bu doğal güç, her zaman toprağa bağlıdır. Böyle bir doğal güç, sözkonusu üretim alanının genel koşullarına dahil değildir, bu üretim alanının genellikle yaratılabilen koşullarına da dahil değildir.
      Şimdi varsayalım ki, çağlayanlar, ait oldukları topraklarla birlikte, yeryüzünün bu bölümlerinin sahibi olduğu kabul edilen kişilerin, yani toprak sahiplerinin elinde olsun. Bu sahipler çağlayanlara sermaye yatırılmasını ve bunlardan sermaye tarafından yararlanılmasını engellesinler. Böyle bir yararlanmaya izin verebilirler de, yasaklayabilirler de. Ama sermaye kendi başına çağlayan yaratamaz. Bu nedenle, bu çağlayanların kullanılmasından doğan artı-kâr, sermaye yüzünden değil, sermaye tarafından tekel altına alınabilen, ve tekel altına alınmış olan bir doğal gücün kullanılması yüzündendir. Bu koşullar altında artı-kâr, toprak rantına dönüştürülür, yani bir çağlayanın sahibinin eline geçer. Eğer, fabrikatör, çağlayanın sahibine yılda 10 sterlin öderse, onun kârı 15 sterlindir, yani bu durumda üretim-maliyetini meydana getiren 100 sterlin üzerinden %15'tir; ve, kendi üretim alanında buharla çalışan bütün öteki kapitalistler kadar, ya da onlardan daha iyi bir durumda olması olasıdır. Eğer, kapitalistin kendisi bir çağlayanın sahibi olsaydı, bu, durumda hiç bir değişiklik yaratmayacaktı. Böyle bir durumda, eskiden olduğu gibi 10 sterlinlik artı-kârı, çağlayan sahibi sıfatıyla cebine atacaktı, kapitalist sıfatıyla değil; ve bu fazla, gerçekte sermayesinden değil, tekel altına alınabilen, sermayesinden ayrı, kıt bir doğal gücün denetiminden kaynaklandığı içindir ki, toprak rantına dönüştürülür.
      Birincisi,
açıktır ki, bu rant, her zaman bir farklılık rantıdır, çünkü metaların genel üretim-fiyatına belirleyici bir öğe olarak dahil olmaz, daha çok ona dayanır. Değişmez bir biçimde, bir yanda tekel altına alınmış doğal güce egemen olan özel bir sermayenin, bireysel üretim-fiyatı ile, öte yanda sözkonusu üretim alanına yatırılan toplam sermayenin genel üretim-fiyatı arasındaki farktan doğar.
      İkincisi,
bu toprak rantı, kullanılan sermayenin ya da onun tarafından elkonulan emeğin üretkenliğindeki mutlak artıştan doğmaz, çünkü bu, ancak metaların değerini düşürebilir; bu, belirli bir, üretim alanına yatırılmış özgül ayrı sermayenin, üretkenliği kolaylaştıran bu istisnai ve doğal koşulların dışında tutulan sermaye yatırımlarıyla karşılaştırıldığında, sahip olduğu daha fazla nispi verimlilik yüzündendir. Örneğin, kömürün değeri olması ve sugücünün değeri olmaması gerçeğine karşın, eğer buharın kullanılması, sugücünün kullanılmasının sağlamadığı ezici bir yarar sağlıyorsa, ve bu yararlar, masrafı fazlasıyla karşılıyorsa, o zaman, sugücü kullanılmayacak ve hiç bir artı-kâr üretemeyecek ve dolayısıyla da hiç rant üretemeyecektir.
      Üçüncüsü,
doğal güç, artı-kârın kaynağı değil, yalnızca doğal temelidir, çünkü bu doğal temel, emeğin üretkenliğinde istisnai bir artışı mümkün kılmaktadır. Aynı biçimde, kullanım-değeri, genel olarak, değişim-değerini taşır, ama onun nedeni değildir. Eğer aynı kullanım-değeri (sayfa 570) emeksiz elde edilebilseydi, hiç bir değişim-değerine sahip olmayacak, ama gene de, eskiden olduğu gibi, kullanım-değeri olarak aynı doğal yararlılığa sahip olacaktı. Öte yandan, kullanım-değerine sahip olmadıkça, yani emeğin doğal bir taşıyıcısı olmadıkça, hiç bir şey değişim-değerine sahip olamaz. Çeşitli değerlerin, üretim-fiyatları biçiminde ve çeşitli bireysel üretim-fiyatlarının, piyasayı düzenleyen, genel bir üretim-fiyatı biçiminde ortalamaya ulaşmaları gerçeği olmasaydı, çağlayanın kullanılması yoluyla ortaya çıkan emeğin üretkenliğindeki salt artış, bu metaların içerdiği kâr payını artırmaksızın, yalnızca, bu çağlayanın. Yardımıyla üretilen metaların fiyatını düşürecekti. Öte yandan, bunun gibi, sermayenin kendi malı gibi kullandığı emeğin doğal ve toplumsal üretkenliğini maledinmesi gerçeği olmasaydı, emeğin artan üretkenliği kendi başına artı-değere dönüştürülmeyecekti.
      Dördüncüsü,
kendi başına çağlayanın özel mülkiyetinin, artı-değer (kâr) bölümünün yaratılmasıyla, ve dolayısıyla, genel olarak çağlayan aracılığıyla üretilen metaın fiyatının yaratılmasıyla hiç bir ilgisi yoktur. Eğer toprak mülkiyeti olmasaydı, örneğin çağlayanın bulunduğu toprak, fabrikatör tarafından hak iddia edilmeyen toprak olarak kullanılmış olsaydı, bu artı-kâr gene mevcut olacaktı. Bu nedenle, toprak mülkiyeti, değerin artı-kâra dönüştürülen bölümünü yaratmaz, yalnızca, toprak sahibinin, çağlayanın sahibinin, bu artı-kârı, fabrikatörün cebinden kendi cebine aktarmasını mümkün kılar. Toprak mülkiyeti, bu artı-kârın yaratılmasının nedeni değildir, onun toprak rantı biçimine dönüştürülmesinin, ve dolayısıyla kârın ya da meta-fiyatının bu bölümünün toprağın ya da çağlayanın sahibi tarafından maledinilmesinin nedenidir.
      Beşincisi,
açıktır ki, çağlayanın fiyatı, eğer toprak sahibi onu bir üçüncü tarafa, ya da hatta fabrikatörün kendisine satacak olursa alacağı fiyat, fabrikatörün bireysel maliyet-fiyatına girse de, metaların üretim-fiyatına hemen girmez; çünkü burada rant, buhar makinesi tarafından üretilen benzer metaların üretim-fiyatından doğar ve bu fiyat, çağlayandan bağımsız olarak düzenlenmiştir. Üstelik, bir bütün olarak çağlayanın bu fiyatı, akla-aykırı bir ifadedir, ama onun arkasında gerçek bir iktisadi ilişki saklıdır. Genel olarak toprak gibi ve herhangi bir doğal güç gibi, çağlayanın da bir değeri yoktur, çünkü hiç bir maddeleşmiş emeği temsil etmemektedir ve dolayısıyla, normal olarak, değerin, para terimi ile ifadesinden başka bir şey olmayan fiyata da sahip değildir. Değer yoksa, eo ipso[20*] para ile ifade edilebilecek bir şey de yoktur. Bu fiyat, sermayeye çevrilmiş ranttan başka bir şey değildir. Toprak sahipliği, toprak sahibinin bireysel kârla ortalama kâr arasındaki farkı maledinmesini mümkün kılar. Bu yolla elde edilen, her yıl yenilenen kâr, sermayeye çevrilebilir ve o zaman, bizzat doğal gücün fiyatı gibi gözükebilir. Eğer çağlayanı kullanan fabrikatörün gerçekleştirdiği artı-kâr, yılda 10 sterlin tutuyorsa, (sayfa 571) ve ortalama faiz %5 ise, o zaman, bu 10 sterlin, 200 sterlinlik bir sermayenin yıllık faizini temsil eder ve o zaman yıllık 10 sterlinin -ki çağlayan, sahibinin, bunu, fabrikatörden almasını mümkün kılmıştır- sermayeye çevrilmesi, bizzat çağlayanın sermaye-değeri gibi görünür. Çağlayanın kendisinin değeri olmadığı, onun fiyatının, kapitalistçe hesaplanan, maledinilmiş artı-değerin salt bir yansıması olduğu, hemen şu gerçekten ortaya çıkar: 200 sterlinlik fiyat, yalnızca, 10 sterlinlik bir artı-kârın, 20 yıl ile çarpılmasıyla elde edilen sonucu temsil eder, oysa, diğer koşullar eşit kalırsa, aynı çağlayan, sahibinin, bu 10 sterlini, her yıl, sayısız yıllar boyunca -30 yıl, 100 yıl ya da x yıl- maledinmesini mümkün olacaktır ve oysa öte yandan, sugücü ile uygulanamayan yeni bir üretim yöntemi, buhar makinesi ile üretilen metaların maliyet-fiyatını 100 sterlinden 90 sterline düşürecek olursa, artı-kâr, ve böylelikle rant ve böylece de çağlayanın fiyatı yok olacaktır.
      Şimdi, farklılık rantı kavramını genel olarak tanımladığımıza göre asıl tarım içindeki incelenmesine geçeceğiz. Tarım için söyleyeceklerimiz, bütünüyle madencilik için de geçerlidir. (sayfa 572)




OTUZDOKUZUNCU BÖLÜM
FARKLILIK RANTININ BİRİNCİ BİÇİMİ
(FARKLILIK RANTI I)



      RICARDO'nun aşağıdaki saptamaları tamamen doğrudur:
      "Rant, her zaman, eşit noktalarda iki sermaye ve emek kullanımı ile elde edilen ürünler arasındaki farktır." (Principles, [London 1852], s. 59.) (Farklılık rantı kastediliyor, çünkü, Ricardo, farklılık rantından başka rant olmadığını varsaymaktadır.) Bu, genel olarak artı-kârı değil; toprak rantını ilgilendirdiğinden, "eşit toprak parçaları üzerinde" diye eklemesi gerekirdi.
      Bir başka deyişle artı-kâr, eğer normalse ve dolaşım sürecindeki raslansal olgular yüzünden değilse, her zaman iki eşit miktarda sermaye ve emeğin ürünleri arasındaki fark olarak üretilir, ve bu artı-kâr, iki eşit miktarda sermaye ve emek, eşit sonuç vermeyen eşit toprak parçaları üzerinde kullanıldığı zaman, toprak rantına dönüşür. Ayrıca, bu artı-kârın, yatırılan eşit miktarlardaki sermayenin, eşit olmayan sonuçlarından doğması, hiç de mutlaka gerekli değildir. Çeşitli yatırımlar, eşit olmayan miktarlarda da sermaye kullanabilirler. Gerçekten de, durum genellikle böyledir. Ama örneğin, herbiri 100 sterlinlik eşit oranlar, eşit olmayan sonuçlar yaratırlar; yani bunların kâr oranları farklıdır. Bu, herhangi bit sermaye yatırımı alanında artı-kârın varlığının, genel önkoşuludur. İkinci önkoşul, bu artı-kârın toprak rantı biçimine (ya da kârdan ayrı bir (sayfa 573) biçim olarak genel olarak ranta) dönüştürülmesidir; her durumda, bu dönüşümün ne zaman, nasıl ve hangi koşullarda gerçekleştiği araştırılmalıdır.
      Ricardo, farklılık rantıyla sınırlı kalmak koşuluyla, aşağıdaki gözlemde de haklıdır:
      "Hangi neden olursa olsun, aynı ya da yeni topraktan elde edilen üründeki eşitsizliği azaltırsa, toprak rantını da düşürmeye eğilim gösterir, ve hangi neden olursa olsun, bu eşitsizliği artırırsa, zorunlu olarak karşı bir etki yaratır ve toprak rantını yükseltmeye eğilim gösterir." (s. 74.)
      Ancak bu nedenler arasında yalnızca genel nedenler (verimlilik ve yer) değil, şunlar da bulunur: 1) aynı biçimde işleyip işlemediği açısından, vergilerin dağılımı; İngiltere'de olduğu gibi vergilerin dağılımı merkezileştirilmediği ve vergi, rant üzerine değil de, toprak üzerine konduğunda, daima ikinci durum sözkonusudur; 2) ülkenin farklı kısımlarında, tarımsal gelişmedeki farklılıktan doğan eşitsizlikler, çünkü, bu üretim dalı, geleneksel niteliği yüzünden, manüfaktüre göre daha zor eşitleşir; ve 3) sermayenin kapitalist kiracılar arasında dağılımındaki eşitsizlik. Tarımın, kapitalist üretim tarzı tarafından istilası, bağımsız olarak üretimde bulunan köylülerin ücretli-işçilere dönüştürülmesi, gerçekten de, bu üretim tarzının son fethi olduğundan, burada, bu eşitsizlikler, bütün diğer üretim dallarında olduğundan daha büyüktür.
      Bu başlangıç sözlerinden sonra, önce, Ricardo'nunkinin tersine, benim tahlilimin kendine özgü özelliklerinin kısa bir özetini sunacağım.



      Önce, eşit ölçüdeki farklı toprak parçalarına uygulanan eşit miktarlarda sermayenin, eşit olmayan sonuçlarını, ya da eşit olmayan ölçüdeki toprak parçaları sözkonusu ise, eşit olanlara dayanılarak hesaplanan sonuçları göreceğiz.
      Bu eşit olmayan sonuçların -sermayeden tamamen bağımsız olan- iki genel nedeni şudur: 1) Verimlilik. (Bu birinci hususa ilişkin olarak, toprağın doğal verimliliği ile ne kastedildiğini ve hangi öğelerin işe karıştığım tartışmak gerekli olacaktır.) 2) Toprağın yeri. Bu, koloniler durumunda belirleyici bir öğedir ve genel olarak toprak parçalarının ekilebileceği sırayı belirler. Ayrıca, açıktır ki, farklılık rantının bu iki nedeni -verimlilik ve yer- karşıt yönlerde işleyebilir. Belirli bir toprak parçası, çok uygun bir yere sahip olabilir, ama verimliliği çok düşük olabilir, ya da tersi olabilir. Bu durum önemlidir. Çünkü belirli bir ülkenin toprağının ekime açılmasında, iyiden kötüye doğru, ya da kötüden iyiye doğru, aynı şekilde pekala nasıl ilerlenebileceğini açıklar. En sonu, açıktır ki, genel olarak toplumsal üretimin ilerlemesi, bir yandan yerel piyasalar yaratmak ye haberleşme ve ulaştırma olanakları sağlayarak yerleri (sayfa 574) iyileştirmek yoluyla, toprak rantının bir nedeni olarak yerden doğan farklılıkları gidermek etkisine sahiptir, öte yandan da tarımı, manüfaktürden ayırarak ve bir yandan büyük üretim merkezleri kurup, öte yandan da tarımsal bölgeleri nispeten tecrit ederek toprak parçalarının ayrı ayrı yerleri arasındaki farkları artırır.
      Ancak, şimdilik, yerle ilgili bu sorunun üzerinde durmayacağız ve doğal verimlilikle yetineceğiz. Doğal verimlilikteki farklılık, iklimsel öğelerden vb. başka, toprağın üst tabakasının kimyasal bileşimine, yani bitkinin besini olan farklı içeriğine bağlıdır. Ancak, iki toprak parçası için kimyasal bileşimin ve bu açıdan doğal verimliliğin aynı olduğunu varsaysak bile, gerçek etkin verimlilik, bu bitki besini unsurlarının azçok kolaylıkla emilecek ve ekinleri beslemek üzere hemen kullanılabilecek bir biçimde olup olmamasına bağlı olarak değişir. Bu nedenle, benzer doğal verimliliğe sahip toprak parçaları üzerinde aynı doğal verimliliğin ne ölçüde sağlanabileceği, kısmen tarımdaki kimyasal gelişmelere, kısmen de mekanik gelişmelere bağlı olacaktır. Verimlilik, toprağın nesnel bir niteliği olmakla birlikte, her zaman, iktisadi bir ilişki, tarımdaki mevcut gelişmenin kimyasal ve mekanik düzeyiyle olan bir ilişki anlamına gelir, ve, bu yüzden, bu gelişme düzeyiyle değişir. İster kimyasal yollarla (sert killi toprak üzerinde bazı sıvı gübrelerin kullanılması ve ağır killi toprakların kireçlendirilmesi gibi), ister mekanik yollarla (ağır topraklar için özel sabanlar gibi), eşit verimlilikte bir toprağı, gerçekte daha az verimli yapan engeller, yokedilebilir (ağaçlama da bu bölüme dahildir). Ya da hatta, ekime açılan toprak tiplerinin sırası buna uyarak değiştirilebilir , örneğin, İngiliz tarımının belirli bir gelişme döneminde, hafif kumlu toprakla ağır killi toprağın düzeltilmesi gibi. Bu, bir kez daha göstermektedir ki, tarihsel olarak, ekime açılan toprakların sıralanmasında tersi olduğu gibi, daha verimli topraktan daha az verimli toprağa da geçilebilir. Aynı sonuç, toprak bileşiminde, yapay olarak yaratılan bir iyileştirme ile, ya da, yalnızca tarımsal yöntemlerde bir değişiklikle elde edilebilir. En sonu, toprakaltı da işlenmeye ve üst tabakalara döndürülmeye başlanır başlanmaz, toprak tiplerinin farklı toprakaltı koşullarına bağlı olan, hiyerarşik düzenlenmesinde bir değişiklikle de aynı sonuç yaratılabilir. Bu, kısmen, (yem bitkilerinin ekimi gibi) yeni tarımsal yöntemler kullanılmasına, kısmen de, ya toprakaltını üst tabakalara çeviren, üst toprakla karıştıran ya da toprakaltını çevirmeden eken mekanik araçların kullanılmasına bağlıdır.
      Çeşitli toprak parçalarının farklı verimliliği üzerindeki bütün bu etkiler öyledir ki, iktisadi verimlilik açısından, emeğin üretkenliğinin düzeyi, bu durumda tarımın, doğal toprak verimliliğini hemen yararlanılabilir kılma yeteneği -çeşitli gelişme dönemlerinde farklı olan bu yetenek-, doğal toprak verimliliği denen şeyde, onun kimyasal bileşimi ve diğer doğal özellikleri kadar bir etken oluşturur.
      O halde, tarımda belirli bir gelişme aşamasının mevcut olduğunu (sayfa 575) varsayıyoruz. Ayrıca, toprak tiplerinin hiyerarşik düzenlenmesinin bu gelişme aşamasına uyduğunu varsayıyoruz ki, kuşkusuz, farklı toprak parçaları üzerindeki eşzamanlı sermaye yatırımlarında durum her zaman böyledir. O zaman farklılık rantı, ya yükselen ya da alçalan bir sıra oluşturur, çünkü gerçekte ekilen toprak parçalarının tümü için bu sıra belirlenmiş bulunsa da, bu sıranın oluşmasına yolaçan bir dizi hareket, aralıksız meydana gelmiştir.
      Dört toprak türünün mevcut olduğunu varsayalım: A, B, C, D. Ayrıca, bir quarter buğdayın fiyatının = 3 sterlin ya da 60 şilin olduğunu varsayalım. Rant, yalnızca farklılık rantı olduğuna göre, en kötü toprak için quarter başına bu 60 şilinlik fiyat, üretim-fiyatına eşittir, yani sermaye artı ortalama kâra eşittir.
      A, harcanan her 50 şilin karşılığında 1 quarter = 60 şilin getiren en kötü toprak olsun; dolayısıyla, kâr, 10 şilin ya da %20 olacaktır.
      B, aynı harcama karşılığında 2 quarter = 120 şilin getirsin. Bu 70 şilinlik kâr, ya da 60 şilinlik bir artı-kâr demektir.
      C, aynı harcama için 3 quarter = 180 şilin getirsin; toplam kâr = 130 şilin; artı-kâr = 120 şilindir.
      D, 4 quarter = 240 şilin = 180 şilinlik artı-kâr getirsin.
      O zaman aşağıdaki sırayı elde etmiş olacağız [Tablo I]:
     
      TABLO I

Toprak
Tipi

Ürün

Yatırılan Sermaye

Kâr

Rant

Quarter

Şilin

Quarter

Şilin

Quarter

Şilin

    A

1

60

50

1/6

10

-

-

    B

2

120

50

11/6

70

1

60

    C

3

180

50

21/6

130

2

120

    D

4

240

50

31/6

190

3

180

        Toplam

10

600

     

6

360


      Herbirinin rantı şöyledir: D = 190 şilin = 10 şilin, ya da D ile A arasındaki fark; C = 130 şilin = 10 şilin, ya da C ile A arasındaki fark; B =70 şilin = 10 şilin, ya da B ile A arasındaki fark; ve B, C, D için toplam rant = 6 quarter = 360 şilin, D ve A, C ve A, B ve A arasındaki farkların toplamına eşittir.
      Belirli bir koşuldaki belirli bir ürünü temsil eden bu sıra, soyut olarak düşünüldüğünde (durumun gerçekte niçin böyle olabileceğinin nedenlerini zaten sunmuş bulunuyoruz), D'den A'ya, verimli topraktan, (sayfa 576) gitgide daha az verimli toprağa doğru alçalabilir, ya da A'dan D'ye, nispeten zayıf topraktan, gitgide daha çok verimli toprağa doğru yükselebilir, ya da, ensonu, dalgalanabilir, yani bir yükselerek, bir alçalarak - örneğin D,den C'ye, C'den A'ya ve A'dan B'ya dalgalanabilir.
      Alçalan bir sıra durumunda süreç aşağıdaki gibi olurdu: Bir quarter buğdayın fiyatı, yavaş yavaş, diyelim 15 şilinden 60 şiline yükseldi. D tarafından üretilen 4 quarter (bu 4 quarter, şu kadar milyon quarter olarak alınabilir), artık yetişmemeye başlayınca, buğdayın fiyatı, arz eksikliğinin, C tarafından üretilebileceği bir noktaya yükseldi. Yani buğdayın fiyatının quarter başına 20 şiline yükselmesi gerekti. Quarter başına 30 şiline yükseldiğinde, B, ekime açılabildi; ve 60 şiline ulaştığında, A ekime açılabildi; ve yatırılan sermaye, %20'den daha aşağı bir kâr oranı ile yetinmek zorunda kalmadı. Bu yolla, D için bir rant oluşmuş oldu, önce quarter başına 5 şilinden = ürettiği 4 quarter için 20 şilin; sonra quarter başına 15 şilinden = 60 şilin, sonra da quarter başına 45 şilinden = 4 quarter için 100 şilin.
      Eğer, D'nin kâr oranı, başlangıçta, aynı şekilde %20 idiyse, o zaman D'nin 4 quarter buğday üzerinden toplam kârı da 10 şilinden ibaretti, ama, bu fiyat 15 şilin olduğunda, fiyatın 60 şilin olduğu durumdan daha fazla tahılı temsil ediyordu. Ama tahıl, emek-gücünün yeniden-üretimine dahil olduğundan ve her quarter'ın bir kısmı ücretlerin bir kısmını, öteki kısmı da değişmeyen sermayeyi karşılamak zorunda olduğundan, bu koşullar altında, artı-değer ve böylece, diğer şeyler eşit ise, kâr oranı da daha yüksek oluyordu. (Kâr oranı sorununun özel olarak ve ayrıntısıyla tahlili gerekecek.)
      Öte yandan, eğer sıra ters düzende ise, yani eğer süreç A'dan başladıysa, o zaman, buğdayın fiyatı, önce, yeni toprak ekime açılmak zorunda olunca quarter başına 60 şilinin üzerine çıkacaktır. Ama, gerekli arz, 2 quarter'lık bir arz, B tarafından üretileceği için, fiyat, tekrar 60 şiline düşecektir; çünkü B, buğdayı, quarter başına 30 şilin maliyetle üretti, ama 60 şiline sattı, çünkü arz, tam talebi karşılamaya yetmektedir. Böylece önce B için 60 şilin olmak üzere ve C ve D için de aynı yolla, bir rant oluştu; C ve D'nin, sırasıyla quarter başına 20 ve 10 şilinlik bir gerçek değere sahip buğday üretmesine karşın, baştan beri, piyasa-fiyatının 60 şilinde kaldığı varsayıldı, çünkü, toplam talebin doyurulmasında A'nın ürettiği bir quarter'lık arza her zamanki kadar gerek vardı. Bu durumda, talepteki, arzın üzerine çıkan, önce A tarafından sonra A ve B tarafından doyurulan artış, sırasıyla B, C ve D'nin ekilmesini mümkün kılmış olmayacak, yalnızca, ekim alanında genel bir genişlemeye yolaçacak ve daha verimli topraklar ancak sonraları ekime açılabilecekti.
      Birinci sırada, fiyattaki bir artış, rantı yükseltecek ve kâr oranını düşürecektir. Böyle bir azalma, karşı etki yapan koşullar tarafından, tamamen ya da kısmen engellenebilir. Bu nokta, ilerde daha ayrıntılı (sayfa 577) açıklanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, genel kâr oranı, bütün üretim alanlarında, artı-değer tarafından, ayın biçimde belirlenmez. Sınai kârı belirleyen, tarımsal kâr değildir, bunun tersi doğrudur. Ama bundan, başka zaman sözedelim.
      İkinci sırada, yatırılan sermaye üzerinden kâr oranı aynı kalacaktır. Kâr miktarı daha az tahılla temsil olunacaktır; ama tahılın nispi fiyatı, diğer metalarınkine kıyasla artmış olacaktır. Ancak, kârdaki artış, böyle bir artışın yeraldığı her yerde, kapitalist kiracı çiftçinin cebine akacağı ve büyüyen bir kâr olarak gözükeceğine, rant biçiminde kârdan ayrılır. Ancak, tahılın fiyatı, burada varsayılan koşullar altında değişmeden sabit kalabilir.
      Farklılık rantının gelişmesi ve büyümesi, hem sabit, hem de artan fiyatlar için, ve hem daha kötü topraktan daha iyi topraklara doğru devamlı bir ilerleme için, hem de daha iyi topraktan daha kötü topraklara doğru devamlı bir gerileme için aynı kalacaktır.
      Şimdiye kadar varsaydık ki: 1) fiyatlar bir sırada artar, ötekinde değişmeden kalır; 2) daha iyi topraktan daha kötüye, ya da daha kötü topraktan daha iyiye sürekli bir ilerleme vardır.
      Ama şimdi, varsayalım ki, tahıla olan talep, başlangıçtaki 10 rakamından 17 quarter'a çıksın; ayrıca, en kötü toprak A'nın yerini, 60 şilinlik üretim-fiyatıyla (50 şilin maliyet, artı 10 şilin, %20 kâr) 11/3 quarter üreten bir başka A toprağı alsın, öyle ki, quarter başına üretim-fiyatı = 45 şilin olsun; ya da, belki, eski A toprağı sürekli, rasyonel ekimle iyileştirilmiş olabilir, ya da aynı maliyetle, örneğin yoncaya vb. geçilmesiyle daha verimli olarak işletiliyor olabilir, öyle ki, aynı sermaye yatırımıyla ürünü, 11/3 quarter'a yükselir. Ayrıca, varsayalım ki, B, C, ve D tipi topraklar, eskiden olduğu gibi aynı ürünü versinler, ama örneğin verimi A ve B arasında olan A', ve ayrıca B ve C arası verimlilikte B' ve B" gibi yeni toprak türleri de ortaya çıkarılsın. O zaman aşağıdaki olguyu gözlemleyeceğiz:
      Birincisi:
Bir quarter buğdayın üretim-fiyatı, ya da düzenleyici piyasa-fiyatı 60 şilinden 45 şiline, ya da %25 düşüyor.
      İkincisi:
Ekim, daha fazla verimli topraktan daha az verimliye doğru, ve daha az verimli topraktan, daha fazla verimliye doğru, bir arada ilerliyor. A' toprağı, A toprağından daha verimli, ama, şimdiye kadar ekilmiş olan B, C ve D topraklarından daha az verimlidir. B' ve B", A'dan, A"den ve B'den daha verimli, ama C ve D'den daha az verimlidir. Sıra, böylece, çapraz biçimde ilerliyor. Ekim, A'dan vb. mutlak olarak daha az verimli toprağa doğru değil, şimdiye kadar en verimli toprak tipleri olan C ve D'ye göre, nispeten daha az verimli toprağa doğru ilerliyor; öte yandan, ekim, mutlak olarak daha verimli toprağa değil, şimdiye kadar en az verimli toprak olan A'ya göre, ya da A ve B'ye göre nispeten daha fazla verimli toprağa doğru ilerler.
      Üçüncüsü:
B'nin rantı düşer; onun gibi C ve D'nin rantı da düşer; (sayfa 578) ama tahıl olarak toplam rant 6 quarter'dan 72/3 quarter'a yükselir; ekilen ve rant getiren toprak miktarı artar, ve ürün miktarı 10 quarter'dan 17 quarter'a çıkar. Kâr, A için aynı kalmasına karşın, tahıl olarak ifade edilirse artar, ama kâr oranının kendisi artabilir, çünkü nispi artı-değer artar. Bu durumda, ücret, yani değişen sermaye yatırımı, ve dolayısıyla toplam harcama, ucuzlayan geçim araçları yüzünden azalır. Para olarak ifade edilen bu toplam rant, 360 şilinden 345 şiline düşer.
      Yeni sırayı yazalım. [Tablo II.]
     
      TABLO II

Toprak
Tipi

Ürün

Yatırılan Sermaye

Kâr

Rant

Quarter Başına Üretim-Fiyatı (Şilin)

Quarter

Şilin

Quarter

Şilin

Quarter

Şilin

    A

11/3

60

50

2/9

10

-

-

45

    A'

12/3

75

50

5/9

25

1/3

15

36

    B

2

90

50

8/9

40

2/3

30

30

    B'

21/3

105

50

12/9

SS

1

45

253/7*

    B''

22/3

120

50

15/9

70

11/3

60

22½

    C

3

135

50

18/9

85

12/3

75

20

    D

4

180

50

28/9

130

22/3

120

15

        Toplam

17

       

71/3

345

 
* 1894 Almanca baskıda: 252/7. -Ed.

     
      Ensonu, eğer eskisi gibi, yalnızca A, B, C ve D toprak türleri ekilmiş olsaydı, ama bunların verimliliği öyle bir şekilde yükselseydi ki, A, 1 quarter yerine 2 quarter; B - 2 yerine 4 quarter; C - 3 yerine 7 quarter; D - 4 yerine 10 quarter üretse, aynı nedenler, çeşitli toprak tiplerini farklı biçimde etkilediğinden, toplam üretim 10 quarter'dan 23'e çıkar. Nüfustaki bir artış ve fiyatlardaki bir düşüş vasıtasıyla, talebin bu 23 quarter'ı emeceğini varsayarsak, aşağıdaki sonucu elde edeceğiz [Tablo III]:
     
      TABLO III

Toprak
Tipi

Ürün

Yatırılan Sermaye

Quarter Başına Üretim- Fiyatı

Kâr

Rant

Quarter

Şilin

Quarter

Şilin

Quarter

Şilin

    A

2

60

50

30

1/3

10

0

0

    B

4

120

50

15

21/3

70

2

60

    C

7

210

50

84/7

51/3

160

5

150

    D

10

300

50

6

81/3

250

8

240

        Toplam

23

15

450


      (sayfa 579)
      Bu ve diğer tablolardaki sayısal oranlar rasgele seçilmişlerdir, ama varsayımlar tamamen akla-uygundur.
      İlk ve esas varsayım, tarımda bir iyileştirmenin farklı topraklar üzerinde farklı etki yapacağı ve bu durumda en iyi toprak tipleri olan C ve D'yi, A ve B tiplerinden daha fazla etkileyeceğidir. Deneyim, bunun karşıtı da ortaya çıkabilse bile, genel olarak durumun böyle olduğunu göstermiştir. Eğer iyileştirme daha kötü topraklan iyilerinden daha fazla etkileseydi, sonuncuların rantı yükseleceğine düşerdi. Ama, biz, tablomuzda, bütün toprak tiplerinin verimindeki mutlak büyümenin, daha iyi toprak tipleri olan C ve D'nin, daha fazla olan nispi verimlerindeki bir artışı da birlikte getirdiğini varsaydık; bu, aynı sermaye yatırımındaki ürün arasındaki farkta bir artış ve dolayısıyla, farklılık rantında bir artış demektir.
      İkinci varsayım, toplam talebin, toplam üründeki artışa ayak uydurduğudur. Birincisi, böyle bir artışın daha çok kerteli olarak -III. sıra kuruluncaya kadar- değil de, birdenbire doğacağını düşünmeye gerek yok. İkincisi, yaşam gereksinmeleri tüketiminin, bunlar ucuzladıkça artacağı doğru değildir. İngiltere'de Tahıl Yasalarının kaldırılması bunun tersinin geçerli olduğunu tanıtladı. (bkz: Newman[
21*]); karşıt görüş, yalnızca, hava durumunun basit sonuçları olan, hasattaki büyük ve ani değişikliklerin, tahıl fiyatlarında bir seferinde olağanüstü bir düşüş, öteki seferinde de olağanüstü bir artış yaratması gerçeğinden kaynaklanır. Böyle bir durumda, fiyattaki ani ve kısa ömürlü azalma, tüketimin genişlemesi üzerinde tam etkisini gösterecek zamanı bulamazken, bu azalma, düzenleyici üretim-fiyatının kendisinin alçalmasından doğarsa, yani uzun-vadeli bir nitelik taşırsa, bunun tersi geçerlidir. Üçüncüsü, tahılın bir kısmı, brandi ya da bira olarak tüketilebilir; ve bu her iki maddenin artan tüketimi, hiç de dar sınırlar içinde hapsolmuş değildir. Dördüncüsü, sorun, kısmen nüfustaki artışa, kısmen de İngiltere'nin 18. yüzyılın ortasından çok sonraları hâlâ yaptığı gibi, ülkenin tahıl ihraç etmesi gerçeğine bağlıdır, öyle ki, talep, yalnızca ulusal tüketim sınırları içinde düzenlenmez. En sonu, buğday üretimindeki artış ve fiyat azalması, çavdar ya da yulaf yerine buğdayın yığınların temel tüketim maddesi olması sonucunu verebilir, öyle ki, ona olan talep, yalnızca bu nedenle bile olsa artabilir, tıpkı üretim azalıp, fiyat yükselince bunun tersinin yer alabileceği gibi. - Böylece, bu varsayımlarla ve daha önce seçilen oranlarla, sıra III. quarter başına fiyatın 60 şilinden 30 şiline, yani %50 düşmesi; üretimin, sıra I'e kıyasla, 10'dan 23 quarter'a, yani %130 yükselmesi; rantın, B toprağı için sabit kalması, C için %25,[22*] ve D için %331/3[23*] artması; ve toplam rantın 18 sterlinden 22% sterline:[24*] yani %25[25*] yükselmesi sonucunu verir. (sayfa 580)
      Ya toplumun herhangi bir aşamasındaki belirli sıralamalar oldukları, örneğin yanyana, üç farklı ülkede mevcut bulundukları, ya da aynı ülkenin gelişmesindeki farklı dönemlerde birbirlerini izledikleri düşünülebilecek olan bu üç tablonun bir karşılaştırması (ki bununla sıra I, A'dan D'ye yükselerek ve D'den A'ya alçalarak, iki kez ele alınacaktır) şunu gösterir:
      1) Sıra, tamamlandığında, oluşum sürecinin seyri ne olursa olsun, her zaman aşağı inen bir çizgideymiş gibi görünür; çünkü, rantı tahlil ederken, başlangıç noktası, daima en fazla rant getiren toprak olacaktır, ve ancak sonunda hiç rant getirmeyen toprağa geleceğiz.
      2) En kötü toprak, yani hiç rant getirmeyen toprak üzerindeki üretim-fiyatı, her zaman piyasa-fiyatını düzenleyen fiyat olacaktır; Tablo I'deki piyasa-fiyatı, eğer sırası yükselen bir çizgide oluşmuşsa, gittikçe daha iyi toprak durmadan ekime açıldığından, salt sabit kalsa da, bu böyledir. Böyle bir durumda, en iyi toprakta üretilen tahılın fiyatı, A tipi toprağın düzenleyici olarak kalması, bu tip toprakta üretilen miktara bağlı olduğu sürece, düzenleyici bir fiyattır. Eğer, B, C ve D, talebin gerektirdiğinden daha fazla üretirse, A, düzenleyici olmaktan çıkar. Storch, en iyi toprak tipini düzenleyici olarak aldığında, müphem bir biçimde bunu gözönünde tutmaktadır.[26*] Bu yolla, Amerikan tahıl fiyatı, İngiliz tahıl fiyatını düzenlemektedir.
      3) Farklılık rantı, (coğrafi yer sorununu şimdilik bir yana bırakırsak), tarımsal gelişmedeki her belirli aşama için belirli olan, toprağın doğal verimliliğindeki farklılıklardan doğar; bir başka deyişle, en iyi toprak alanının sınırlı oluşundan ve eşit olmayan toprak tiplerine eşit miktarda sermaye yatırılması gereğinden doğar, öyle ki, ayın miktarda sermaye, eşit olmayan bir ürün sonucunu verir.
      4) Farklılık rantının ve dereceli bir farklılık rantının varlığı daha iyi topraklardan daha kötüye ilerleyen alçalan bir sıra halinde gelişebildiği gibi, daha kötü topraklardan daha iyiye doğru karşıt yönde ilerleyen yükselen bir sıra halinde de gelişebilir, ya da almaşık hareketlerle, dama biçiminde ortaya çıkabilir. (Sıra I, D'den A'ya; ya da A'dan D'ye ilerleyerek oluşturulabilir; sıra II, her iki tip hareketi içerir.)
      5) Oluşma biçimine bağlı olarak, farklılık rantı, toprak ürünlerinin, durağan, yükselen ya da düşen fiyatıyla birlikte gelişebilir. Düşen bir fiyat durumunda, toplam üretim ve toplam rant artabilir ve en kötü toprak olan A'nın yerini daha iyisi almış olsa da, ya da A'nın kendisi iyileşmiş olsa da ve daha iyi, ya da hatta en iyi olan diğer toprak üzerindeki rant azalabilse, de, şimdiye kadar rantsız olan toprakta rant gelişebilir (Tablo II); bu süreç, ayrıca, (para olarak) toplam rantta bir azalma ile bağıntılı olabilir. En sonu, ekimdeki genel bir iyileştirme yüzünden (sayfa 581) fiyatların düştüğü bir zamanda, öyle ki en kötü toprağın ürününün ve bunun fiyatının azaldığı bir zamanda, daha iyi toprakların rantı aynı kalabilir ya da düşebilirken, bu rant en iyi topraklarda artabilir. Gene de, her toprağın farklılık rantı, en kötü toprağa oranla, eğer ürünlerin miktarındaki farklılık verilmiş ise, diyelim bir quarter buğdayın fiyatına bağlıdır. Ama fiyat verildiğinde, farklılık rantı ürünlerin miktarındaki farkın büyüklüğüne bağlıdır ve eğer bütün toprakların mutlak veriminin artmasıyla, daha iyi toprakların verimi, daha kötülerinkine nispeten daha fazla büyürse, bu farkın büyüklüğü de orantılı olarak büyür. Bu yolla, (bkz: Tablo I), fiyat 60 şilin olduğunda, D üzerindeki rant onun A'ya oranla farklılık ürünü ile belirlenir; bir başka deyişle, 3 quarter'lık fazla ile belirlenir. Bu yüzden, rant = 3 x 60 = 180 şilindir. Ama Tablo III'te, fiyat = 30 şilinken, rant, A = 8 quarter'a kıyasla, D'nin artı-ürün miktarı ile belirlenir; bu nedenle de, 8 x 30 = 240 şilin elde ederiz.
      Böylece, -West, Malthus ve Ricardo'da hâlâ görülen- farklılık rantına ilişkin birinci yanlış varsayım, yani bunun, zorunlu olarak gittikçe daha kötü topraklara doğru bir hareketi, ya da toprağın veriminin sürekli azalmasını öngördüğü varsayım halledilmiş oluyor.[27*] Gördüğümüz gibi, bu, gittikçe daha iyi topraklara doğru bir hareketle de oluşabilir; daha iyi bir toprak, önceden en kötü toprağın işgal ettiği en düşük mevkiye geçince oluşabilir; tarımdaki ileriye dönük bir iyileşme ile bağıntılı olabilir. Önkoşul, yalnızca, farklı toprak türlerindeki eşitsizliktir. Verimlilikteki artış açısından, toplam alanın mutlak verimindeki artışın bu eşitsizliği ortadan kaldırmadığını, artırdığını, olduğu gibi bıraktığını, ya da azalttığını varsayar.
      18. Yüzyılın başından ortalarına kadar İngiltere'nin tahıl fiyatları, düşen altın ve gümüş fiyatlarına karşın sürekli olarak düşerken, aynı zamanda (bu dönemin tümüne bir bütün olarak bakarsak), rantta, rantın toplam miktarında, ekili toprak alanında, tarımsal üretimde ve nüfusta bir artış vardı. Bu, yükselen bir çizgide, ama en kötü toprak olan A'nın ya iyileştirdiği ya da tahıl üretimi alanından silindiği bir biçimde, Tablo II ile bağıntılı olarak ele alınan Tablo I'e tekabül eder; ancak bu demek değildir ki, A, başka tarımsal ya da sınai amaçlar için kullanılmamaktadır.
      19. yüzyılın başlarından (tarih daha kesin belirlenmelidir) 1815'e kadar tahıl fiyatlarında, ranttaki, toplam rant miktarındaki, ekili toprak alanındaki, tarımsal üretimdeki ve nüfustaki düzenli bir artışla birlikte giden sürekli bir artış vardı. Bu, alçalan bir çizgide, Tablo I'e tekabül eder. (Burada bu dönemdeki düşük nitelikli toprağın ekimi üzerine kaynaklar göster.) (sayfa 582)
      Petty'nin ve Davenant'ın zamanlarında, çiftçiler ve toprak sahipleri, iyileştirmelerden ve yeni toprağın ekime açılmasından yakınırlardı; daha iyi toprağın rantı azalıyor, ve rant getiren toprak alanının genişlemesiyle rant miktarı artıyordu.
      (Bu üç nokta, ilerde, alıntılarla açıklanmalıdır; bunun gibi, belli bir ülkedeki toprağın, ekili çeşitli kısımlarının verimindeki fark da açıklanmalıdır.)
      Genel olarak farklılık rantına bakıldığında, belirtmek gerekir ki, piyasa-değeri, her zaman, toplam ürün miktarına ait toplam üretim-fiyatının üzerindedir. Bir örnek olarak, Tablo I'i alalım. On, quarter'lık toplam ürün 600 şiline satılmaktadır, çünkü piyasa-fiyatı quarter başına 60 şilin tutan üretim-fiyatı ile belirlenmektedir. Ama gerçek üretim-fiyatı şöyledir:

    A ................................

1 quarter = 60 şilin

 

1 quarter = 60 şilin

    B ................................

2 quarter = 60 şilin

 

1 quarter = 30 şilin

    C ................................

3 quarter = 60 şilin

 

1 quarter = 20 şilin

    D ................................

4 quarter = 60 şilin

 

1 quarter = 15 şilin

 


10 quarter = 240 şilin

 

Ortalama
1 quarter = 24 şilin


      Bu 10 quarter'ın gerçek üretim-fiyatı 240 şilindir; ama bunlar 600 şiline, yani üretim-fiyatının %250'sine satılmaktadır. 1 quarter için gerçek ortalama fiyat 24 şilindir, piyasa-fiyatı, 60 şilin, yani gene üretim-fiyatının %250'sidir.
      Bu, kapitalist üretim temeli üzerinde, rekabet yoluyla kendini ortaya koyan piyasa-değeri tarafından bir belirlenmedir; bu sonuncusu sahte bir toplumsal değer yaratır. Bu, toprağın ürünlerinin tabi olduğu piyasa-değeri yasasından doğar. Böylece tarımsal ürünler de dahil olmak üzere, ürünlerin piyasa-değerinin belirlenmesi her ne kadar toplumsal açıdan bilinçsiz ve kasıtsız bir davranış olsa da, toplumsal bir davranıştır. Zorunlu olarak ürünün değişim-değerine dayanır, toprağa ve onun verimindeki farklara değil. Eğer kapitalist, toplum biçiminin yıkıldığını ve toplumun bilinçli ve planlı bir birlik olarak örgütlendiğini varsayarsak, o zaman, 10 quarter, 240 şilinin içerdiğine eşit bir bağımsız emek-zamanı miktarını temsil edecektir. O zaman toplum, bu tarımsal ürünü, onun içindeki gerçek emek-zamanının iki-buçuk katına satın almayacak ve toprak sahipleri sınıfının temeli böylece yıkılacaktır. Bu, ürünün fiyatında, ithalattan doğan miktar kadar bir azalma ile aynı etkiyi yaratacaktır. Bu nedenle, mevcut üretim tarzını koruyarak, ama, farklılık rantının da devlete ödendiğini varsayarak, diğer şeyler eşit olmak koşuluyla, tarımsal ürünlerinin fiyatlarının aynı kalacağı doğruyken, eğer kapitalist üretimin yerine, birlik geçerse, ürünlerin değerinin aynı kalacağını söylemek de o derece yanlıştır. Aynı türden metalar için piyasa-fiyatının özdeşliği, değerin toplumsal niteliğinin, kapitalist üretim ve genel olarak, bireyler arasında metaların değişimine dayanan herhangi bir üretim temeli (sayfa 583) üzerinde kendini ortaya koyuş biçimidir: Toplumun, tüketici kimliğiyle, tarımsal ürünler için yaptığı fazla ödeme, emek-zamanının tarımsal üretimdeki gerçekleştirilmesinde eksi olan şey, şimdi toplumun bir kesimi için, toprakbeyleri için bir artıdır.
      Gelecek bölümde II başlığıyla verilecek tahlil için önemli olan bir ikinci durum da şöyledir:
      Sorun, yalnızca, akr başına, ya da hektar başına rant sorunu değil, genel olarak üretim-fiyatı ile piyasa-fiyatı arasındaki, ya da, akr başına, bireysel ve genel üretim-fiyatı arasındaki fark sorunu değil; ayrıca da, her tip topraktan ne kadar akrın ekili olduğu sorunudur. Burada önem taşıyan nokta, doğrudan doğruya yalnızca rantın büyüklüğüyle, yani tüm ekili alanın toplam rantıyla ilgilidir; ama aynı zamanda da ne fiyatlarda bir yükselme, ne de fiyatlar düştüğünde çeşitli toprak tiplerinin nispi verimlerindeki farklarda bir artış yokken, rant oranındaki bir yükselmenin incelenmesinde bir temel taşı olarak bize yardımcı olur.
      Yukarda şunu vermiştik [Tablo I]:
      TABLO I

Toprak Tipi

Akr

Üretim-Fiyatı (Sterlin)

Ürün
(Quarter)

Tahıl-Rant (Querter)

Para-Rant (Sterlin)

    A

1

3

1

0

0

    B

1

3

2

1

3

    C

1

3

3

2

6

    D

1

3

4

3

9

Toplam

4

10

6

18


      Şimdi, ekili dönümlerin sayısının, her kategoride, iki katına çıktığını varsayalım. O zaman durum şu olur [Tablo Ia]:
     
      TABLO Ia

Toprak Tipi

Akr

Üretim-Fiyatı (Sterlin)

Ürün (Quarter)

Tahıl-Rant (Querter)

Para-Rant (Sterlin)

    A

2

6

2

0

0

    B

2

6

4

2

6

    C

2

6

6

4

12

    D

2

6

8

5

18

Toplam

8

20

12

36


      (sayfa 584)
     
      İki durum daha varsayalım. Birinci durumda, üretimin, iki en fakir toprak tipi üzerinde aşağıdaki biçimde yayıldığını düşünelim [Tablo Ib]:
     
      TABLOIb

Toprak Tipi

Akr

Üretim-Fiyatı

Ürün (Quarter)

Tahıl-Rant (Quarter)

Para-Rant (Quarter)

Akr Başına (Sterlin)

Toplam (Sterlin)

    A

4

3

12

4

0

0

    B

4

3

12

8

4

12

    C

2

3

6

6

4

12

    D

2

3

6

8

6

18

Toplam

12

 

36

26

14

42


      Ve en sonu, 4 toprak kategorisi için, üretimde ve ekili alanda eşit olmayan bir genişleme varsayalım [Bkz: Tablo Ic].
      Her şeyden önce, bütün bu durumlarda, -I, la, Ib ve Ic- akr başına rant aynı kalır, çünkü, gerçekte, ayın toprak tipindeki akr başına aynı sermaye yatırımının sonucu değişmeden kalmıştır. Biz, yalnızca, herhangi bir ülkede, verilen herhangi bir anda geçerli olan şeyi, yani çeşitli toprak tiplerinin, toplam ekili alanla belirli oranlar halinde bulunduğunu varsaydık. Ve, ayrıca, karşılaştırılan herhangi iki ülke için, ya da farklı dönemlerdeki aynı ülke için, her zaman geçerli olan şeyi, yani toplam ekili alanın farklı toprak tipleri arasında dağılma oranlarının değiştiğini varsaydık.
     
      TABLO Ic

Toprak Tipi

Akr

Üretim-Fiyatı

Ürün (Quarter)

Tahıl-Rant (Quarter)

Para-Rant (Quarter)

Akr Başına (Sterlin)

Toplam Sterlin)

    A

1

3

3

1

0

0

    B

2

3

6

4

2

6

    C

5

3

15

15

10

30

    D

4

3

12

16

112

36

Toplam

12

 

36

36

24

72


      Ia'yı, I ile karşılaştırırsak, görürüz ki, dört kategorinin hepsindeki toprağın ekimi, aynı oranda artarsa, ekili akr miktarının iki katına çıkması toplam üretimi iki katına çıkarır ve aynı şey, tahıl ve para-rant için de geçerlidir. (sayfa 585)
      Ancak, eğer Ib'yi ve sonra da Ic'yi I ile karşılaştırırsak, görürüz ki, her iki halde de, ekim altındaki alan üç katına çıkmıştır. Her iki halde de, 4 akrdan 12 akra çıkmıştır, ama Ib'de, artışa en fazla katkıda bulunanlar A ve B sınıfları olmuş, A hiç rant getirmemiş ve B en küçük miktarda farklılık rantı getirmiştir. Böylece yeni ekilmiş 8 akrdan, A ve B'nin herbiri 3, yani birlikte 6 akr yükümlenirken, C ve D'nin herbiri 1, yani birlikte 2 akr yükümlenirler. Başka bir deyişle, artışın üç-çeyreğini A ve B, ve ancak bir-çeyreğini C ve D yükümlenir. Bu öncülle, Ib'nin I ile karşılaştırılmasında, üç kat artmış ekim alanı, ürünün üç kat artması sonucunu vermez, çünkü ürün 10'dan 30'a değil, yalnızca 26'ya çıkar. Öte yandan artışın önemli bir kısmı, hiç rant getirmeyen A ile ilgili olduğundan ve daha iyi topraklardaki artışın büyük bir kısmı, B ile ilgili olduğundan, tahıl-rant, yalnızca 6 quarter'dan 14 quarter'a ve para-rant 18 sterlinden 42 sterline çıkar.
      Ama eğer Ic'yi I ile karşılaştırırsak, ki burada hiç rant getirmeyen toprak, alan olarak artmakta ve asgari bir rant getiren toprak ancak pek az artmaktadır, C ve D ise, artışın esas kısmını yükümlenmiştir, görürüz ki, ekili alan üç katına çıktığında üretim 10'dan 36 quarter'a yani başlangıçtaki miktarının üç katından fazlasına yükselir. Tahıl-rant 6'dan 24 quarter'a ya da, başlangıçtaki miktarın dört katına ve para-rant da bunun gibi, 18 sterlinden 72 sterline çıkar.
      Bütün bu durumların hepsinde, tarımsal ürünün fiyatının değişmeden kalması, eşyanın doğası gereğidir. Bütün durumlarda, toplam rant, bu genişleme, tamamen, hiç rant getirmeyen toprak üzerinde olmadıkça, ekimin genişlemesiyle artar. Ama bu artış değişir. Eğer bu genişleme daha iyi toprak tiplerini işin içine katıyorsa, ve dolayısıyla toplam ürün yalnızca alanın genişlemesiyle orantılı olarak değil de, bunun yerine, ondan daha hızlı artıyorsa, tahıl ve para-rant da o ölçüde artar. Eğer, genişlemede esas sözkonusu olan, en kötü toprak ve ona yakın toprak tipleri ise (bununla en kötü toprağın sabit bir tipi temsil ettiği varsayılıyor), toplam rant, ekimin yayılmasıyla orantılı olarak artmaz. Böylece, hiç rant getirmeyen A toprağının aynı kalitede olduğu iki ülke verilmişse, rant, toplam ekili alandaki en kötü toprak ve düşük toprak tipleri tarafından temsil edilen kısımla ters orantılıdır ve bu yüzden de, eşit toplam toprak alanları üzerinde eşit sermaye yatırımları varsayarsak, üretimle ters orantılıdır. Böylece belli bir ülkenin toplam toprak alanı içindeki, en kötü ekili toprak miktarıyla, daha iyi ekili toprak miktarı arasındaki bir ilişki, toplam rant üzerinde, en kötü ekili toprağın kalitesi ile, daha iyi ve en iyisinin kalitesi arasındaki ilişkinin, akr başına rant üzerindeki ve -başka şeyler aynı kalmak koşuluyla- toplam rant üzerindeki etkisinin, tersi bir etki yapar. Bu iki noktanın karıştırılması, farklılık rantına karşı ileri sürülen her türden hatalı itirazlara yolaçmıştır.
      O halde, toplam rant, ekimin yalnızca genişlemesiyle ve bunun sonucu olarak toprağa daha büyük sermaye ve emek yatırılmasıyla artar.
      Ama en önemli nokta şudur: Çeşitli toprak türleri için, akr başına (sayfa 586) rantların oranının ve dolayısıyla da her akra yatırılan sermayeye ilişkin olarak düşünülen rant oranının aynı kalacağını varsaymamıza karşın, genelde, aşağıdaki durum gözlemlenecektir: Eğer Ia'yı I ile karşılaştırırsak, ekili akr sayısının ve bunlara yatırılan sermayenin orantılı olarak arttığı bu durumda, görürüz ki, toplam üretim, genişleyen ekili alanla orantılı olarak arttıkça, yani her ikisi de iki katına çıktıkça, rant da iki katına çıkar. Nasıl ki akr sayısı 4'ten 8'e çıktıysa; rant da 18 sterlinden 36 sterline çıkmıştır.
      Eğer 4 akrlık toplam alanı ele alırsak, görürüz ki, toplam rant 18 sterlini bulmuştur ve böylece, hiç rant getirmeyen toprak da dahil olmak üzere, ortalama rant 4½ sterlindir. Örneğin, 4 akrın hepsine sahip olan bir toprakbeyi bu hesaplamayı yapabilir; ve bu yolla, ortalama rant, bütün ülke için istatistiki olarak hesaplanmış olur. 18 sterlinlik toplam rant, 10 sterlinlik bir sermaye yatırımı ile elde edilmiştir. Bu iki rakamın oranına rant oranı adını veriyoruz, dolayısıyla, mevcut durumda, bu, %180'dir.
      4 yerine 8 akrın ekildiği Ia'da aynı rant oranı elde edilir, ama bütün toprak tipleri, artışa aynı oranda katkıda bulunmuştur. 36 sterlinlik toplam rant, 8 akr ve 20 sterlinlik bir sermaye yatırımı için, akr başına 4½ sterlin ortalama rant ve %180'lik bir rant oranı verir.
      Ama, artışın esas olarak iki düşük kaliteli toprak kategorisi üzerinde yer aldığı Ib'yi ele alırsak, 12 akr için 42 sterlinlik bir rant ya da akr başına, 3½ sterlinlik bir ortalama rant elde ederiz. Yatırılan toplam sermaye 30 sterlin, dolayısıyla da rant oranı = %140'dır. Böylece akr başına ortalama rant 1 sterlin azalmış ve rant oranı %180'den %140'a düşmüştür. O halde, burada, toplam rantta, 18 sterlinden 42 sterline bir artış, ama hem akr başına hem de sermaye temeli üzerinde hesaplanan ortalama rantta bir düşüş görüyoruz: düşüş, üretimdeki bir artışa paralel olarak yer alır, ama bununla orantılı değildir. Bu durum, bütün topraklar için hem akr başına, hem de sermaye harcaması temeli üzerinden hesaplanan rant aynı kalsa da, gene ortaya çıkar. Ortaya çıkar, çünkü, artışın üç çeyreği hiç rant getirmeyen A toprağında ve ancak asgari rant getiren B toprağındadır.
      Eğer Ib durumunda, genişlemenin tümü, yalnızca A toprağında yer alsaydı, A'da 9 akr; B'de 1 akr, C'de 1 akr ve D'de 1 akr olacaktı. Toplam rant eskisi gibi 18 sterlin olacaktı; dolayısıyla da 12 akr için ortalama rant, akr başına 1½ sterlin olacaktı; ve 30 sterlinlik bir sermaye yatırımı üzerinden 18 sterlinlik bir rant %60'lık bir rant oranı verecekti. Toplam rant artmamışken, hem akr başına, hem de yatırılan sermaye üzerinden hesaplanan ortalama rant, büyük ölçüde azalmış olacaktı.
      Ensonu, Ie'yi I ve Ib ile karşılaştıralım. I ile karşılaştırıldığında alan üç katına çıkmıştır. Sermaye de öyle. Toplam rant 12 akr için 72 sterlin, ya da, akr başına -Durum I'deki 4½ sterline karşın- 6 sterlindir. Yatırılan sermaye üzerinden rant oranı (72 sterlin: 30 sterlin) %180 yerine, (sayfa 587) %240'tır. Toplam ürün, 10 quarter'dan 36'yaçıkmıştır.
      Toplam ekili akr miktarının, yatırılan sermayenin ve ekili toprak tipleri arasındaki farkların aynı olduğu, ancak dağılımın farklı olduğu Ib ile karşılaştırıldığında, ürün, 26 quarter yerine 36 quarter, akr başına ortalama rant 3½ sterlin yerine 6 sterlin,ve yatırılan aynı toplam sermayeye ilişkin rant oranı %140 yerine %240'tır.
      Tablo Ia, Ib ve Ic'deki çeşitli koşullarını ister farklı ülkelerde aynı zamanda yanyana bulunuyorlar gözüyle bakalım, ister aynı ülkede birbiri arkasından varoluyorlar gözüyle bakalım, aşağıdaki sonuçlara ulaşırız: En kötü, rantsız toprağın ürünü aynı kaldığından, tahılın fiyatı değişmeden kaldığı sürece; ekili çeşitli toprak tiplerinin verimliliğindeki farklılık aynı kaldığı sürece; herbirinin ürünü, dolayısıyla, her toprak tipindeki ekili alanın eşit tam parçaları (akrları) üzerindeki belli eşit sermaye yatırımları aynı kaldığı sürece; bu yüzden, her toprak kategorisinin akr başına rantları arasındaki oran sabit kaldığı ve aynı toprak türünün her parçasına yatırılan sermayenin rant oranı sabit kaldığı sürece: Birincisi, bütün artışın, rantsız toprakta olduğu durum dışında, rant, ekili alanın genişlemesiyle ve bunun sonucu olan artan sermaye yatırımı ile, durmadan çoğalır. İkincisi, hem akr başına ortalama rant (toplam rant bölü toplam ekili akr sayısı), hem de, ortalama rant oranı (toplam rant bölü yatırılan toplam sermaye), çok büyük ölçüde değişebilir ve gerçekten de, her ikisi de, aynı doğrultuda, ama birbirleriyle farklı orantıda değişirler. Eğer, genişlemenin yalnızca rantsız toprak A'da olduğu durumu hesaba katmazsak, görürüz ki akr başına ortalama rant ve tarıma yatırılan sermaye üzerinden ortalama rant oranı, çeşitli toprak gruplarının toplam ekili alan içindeki oranlarına; ya da, aynı anlama gelen, kullanılan toplam sermayenin değişik verimlilikteki toprak çeşitleri arasındaki dağılımına bağlıdır. İster çok, ister az toprak ekilsin, ve bu yüzden toplam rant ister daha büyük, ister daha küçük olsun (genişlemenin yalnızca A'da kaldığı durum dışında), akr başına ortalama rant, ya da yatırılan sermaye üzerinden ortalama rant oranı, toplam ekili alan içindeki çeşitli toprak kategorilerinin oranları değişmediği sürece, aynı kalır. Ekimin genişlemesi ve sermaye yatırımının yayılması ile, toplam rantta, hatta çok büyük ölçüde bir artış meydana gelmesine karşın, rantsız toprağın ve ancak, pek az farklılık rantı getiren toprağın genişlemesi, daha büyük rant getiren üstün nitelikteki toprağın genişlemesinden daha fazla olduğu zaman, akr başına ortalama rant ve sermaye üzerinden ortalama rant oranı azalır. Tersine olarak, daha iyi toprak, toplam alanın nispeten daha büyük bir kısmını oluşturduğu ve dolayısıyla yatırılan sermayeden nispeten daha büyük bir pay aldığı ölçüde, akr başına ortalama rant ve sermaye üzerinden ortalama rant oranı, bununla orantılı olarak artar.
      Bundan dolayı, eğer, ya aynı dönemdeki farklı ülkeleri, ya da aynı ülkenin farklı dönemlerini karşılaştırırken, istatistiki çalışmada genellikle yapıldığı gibi, toplam ekili toprağın akrı ya da hektarı başına ortalama (sayfa 588) rantı ele alırsak, görürüz ki, akr başına ortalama rant düzeyi ve bunun sonucu olarak toplam rant, belli bir ölçüye, kadar, (hiç bir zaman daima aynı kalmayan, ama tersine daha hızlı artan) belli bir ülkenin toprağının, nispi değil, mutlak verimliliğine; yani aynı alanın verdiği ortalama ürün miktarına uyar. Çünkü, toplam ekili alanda, üstün toprakların payı ne kadar büyükse, eşit büyüklükteki toprak alanları üzerindeki eşit sermaye yatırımlarının ürünü o kadar büyük; ve akr başına ortalama rant o kadar yüksek olur. Tersi durumda, bunun karşıtı olur. Böylece rant, farklı verimlilik oranı ile değil, mutlak verimlilikle belirleniyor görünür ve farklılık rantı yasası geçersiz görünür. Bu nedenle, bazı olgular reddedilir, ya da onları, ortalama tahıl fiyatlarındaki ve ekili toprağın farklı verimliliğindeki varolmayan farklarla açıklamak için çaba harcanır, oysa bu, olgular, yalnızca, toplam rantın, toplam ekili toprak alanına ya da topraktaki toplam sermaye yatırımına oranının -rantsız toprağın verimliliği aynı kaldığı ve dolayısıyla üretim fiyatları ve çeşitli toprak türleri arasındaki farklar değişmediği sürece- yalnızca akr başına rant ya da sermaye üzerinden rant oranı tarafından değil, bunun kadar da, ekili akrların toplam sayısı içindeki her toprak tipine ait dönümlerin nispi sayısı ile; ya da, aynı şey demek olan yatırılan toplam sermayenin çeşitli toprak tipleri arasındaki dağılımı ile belirlenmesi gerçeğinden doğar. İşin garibi, şimdiye kadar bu gerçek tamamıyla gözden kaçırılmıştır. Her ne olursa olsun, görüyoruz ki (ve bu bizim daha ileri tahlilimiz için önemlidir), fiyatlar aynı kaldığı, çeşitli toprakların farklı verimliliği değiştirilmediği ve akr başına rant, ya da gerçekten rant getiren her toprak tipinde akr başına sermaye yatırımı için, yani gerçekten rant getiren bütün sermaye için rant oranı değişmeden kaldığı sürece, akr başına ortalama rantın nispi düzeyi ve ortalama rant oranı, (ya da toplam rantın, toprağa yatırılan toplam sermayeye oranı), ekimin yalnızca yaygın bir biçimde genişlemesiyle, yükselebilir ya da düşebilir.



      I başlığı altında ele alınan farklılık rantı biçimine ilişkin olarak aşağıdaki ek hususları da belirtmek zorunludur; bunlar, farklılık rantı II için de kısmen geçerlidir.
      Birincisi,
görüldü ki, fiyatlar sabit olduğu ve ekilen toprak parçalarının farklı verimliliği değiştirilmeden kaldığı zaman, akr başına ortalama rant, ya da sermaye üzerinden ortalama rant oranı ekimin genişlemesiyle artabilir. Belli bir ülkenin bütün toprakları maledinilir edinilmez, ve topraktaki yatırım, ekim ve nüfus belli bir düzeye erişince -kapitalist üretim tarzı egemen hale gelince ve tarımı da kucaklayınca, bütün bunlar veri olan koşullardır- değişen kalitede ekilmemiş toprağın fiyatı (yalnızca farklılık rantının varlığını varsayarsak) aynı kalitede ve eşdeğer yerdeki ekili toprak parçalarının fiyatı tarafından belirlenir. Bu toprak, (sayfa 589) hiç rant getirmese de -yeni toprağı ekime açmanın maliyeti çıkarıldıktan sonra- fiyat aynıdır. Toprağın fiyatı, gerçekten de, sermayeye çevrilmiş ranttan başka bir şey değildir. Ama ekili toprak durumunda bile, fiyat yalnızca, gelecek rantları öder, örneğin mevcut faiz oranı %5 iken ve yirmi yıllık rant önceden bir kerede ödendiği zaman olduğu gibi. Toprak satıldığı zaman rant getiren toprak olarak satılır ve rantın gelecekte olma niteliği (ki burada, bu toprağın bir ürünü olarak ele alınıyor, oysa, yalnızca öyle gibi görünmektedir), ekili toprağı ekilmemiş topraktan ayırmaz. Ekilmemiş toprağın fiyatı, onun rantı gibi, -rantın, sözleşmeli biçimini temsil eden şeyin fiyatı- toprak gerçekte kullanılmadıkça tamamen gerçek-dışıdır. Ama bu biçimde a priori olarak belirlenmiştir ve alıcı bulunur bulunmaz gerçekleştirilir. Bu yüzden, belirli bir ülkedeki gerçek ortalama rant, onun yıllık, gerçek ortalama rantı ve bu sonuncunun toplam ekili alanla bağıntısı tarafından belirleniyorken, ekilmemiş toprağın fiyatı, ekili toprağın fiyatı ile belirlenir ve bu nedenle, ekili toprağa yatırılan sermayenin ve oradan elde edilen sonuçların bir yansımasından başka bir şey değildir. En kötüsü dışında, bütün topraklar rant getirdiğine göre, (ve bu rant, farklılık rantı II başlığı altında görebileceğimiz gibi, sermaye miktarı ve buna tekabül eden ekim yoğunluğu ile artar), ekilmemiş toprak parçalarının nominal fiyatı böylece oluşur ve bunlar böylece metalar haline, sahipleri için bir zenginlik kaynağı haline gelirler. Bu, aynı zamanda, -bütün bir bölgede, hatta ekili olmayan kısımda bile, toprak fiyatının neden arttığını da açıklar (Opdyke). Örneğin Birleşik Devletler'de toprak spekülasyonu, tamamen, sermaye ve emeğin ekilmemiş topraktaki bu yansımasına dayanır.
      İkincisi,
ekili toprakların genişletilmesinde, ilerleme, genel alarak ya düşük kalitede topraklara doğru ya da çeşitli belli toprak tipleri üzerinde, bunlarla karşılaşılan biçime bağlı alarak, değişen ürünlarda yer alır. Düşük kalitede toprak üzerinde genişleme, doğal olarak asla isteyerek yapılmaz, bir kapitalist üretim tarzı varsayarsak, ancak yükselen fiyatlardan doğabilir ve herhangi bir başka üretim tarzında ise ancak zorunluluktan doğabilir. Ama bu, mutlaka böyle değildir. Zayıf toprak, genç ülkelerdeki her ekim genişlemesinde kesin önem taşıyan, yer nedeniyle nispeten daha iyi bir toprağa yeğ tutulabilir; üstelik, belli, bir bölgedeki toprak oluşumu, genel alarak verimli diye sınıflandırılabilse bile, gene de daha iyi ve daha kötü toprakların karmakarışık bir durumundan oluşabilir, öyle ki, düşük kalitedeki toprak, salt üstün kalitedeki toprağın hemen yakınında bulunması nedeniyle bile olsa, ekilmek zorunda olabilir. Eğer düşük kaliteli toprak üstün toprakla çevrelenmişse, sonuncusu, ona, henüz ekili alanın bir parçası haline gelmemiş alan ya da gelmek üzere olan daha verimli toprağa kıyasla, yer üstünlüğü sağlar.
      Böylece, Michigan eyaleti, tahıl ihracatçısı haline gelen ilk Batı eyaletlerinden biri olmuştur. Oysa, toprağı, bir bütün alarak zayıftır. Ama, New York eyaletine yakınlığı ve Göller ve Erie kanalından geçen su (sayfa 590) yolları, ona başlangıçta, doğanın daha verimli toprak bahşettiği ama Batıya daha uzak olan eyaletlere bakarak üstünlük sağlamıştır. New York eyaleti ile kıyaslanan eyaletin oluşturduğu örnek de, üstün kaliteli topraktan düşük kaliteli toprağa geçişi sergiler. New York eyaleti toprağı, özellikle batı kısmı, buğday ekimi için oranlama kabul etmez bir biçimde daha verimlidir. Bu verimli toprak, açgözlüce ekim yöntemleriyle verimsiz toprak haline dönüştürülmüştür ve şimdi Michigan toprağı daha verimli görünmektedir.
      "1838'de, buğday unu, Batıya gitmek üzere Buffalo'dan gemilere yüklenirdi ve New York ile Yukarı Kanada'nın, buğday bölgesi, bu arzın ana kaynaklarıydılar. Şimdi, yalnızca oniki yıl sonra, büyük bir buğday ve un arzı, Erie gölü boyunca Batıdan getirilmekte ve Erie Kanalı üzerinden Dağuya yollanmak üzere, Buffalo ve bitişik Blackrock limanında gemilere yüklenmektedir. ... Batı eyaletlerinden gelen bu büyük arzın -ki bu arz, Avrupa'daki kıtlık sırasında anormal bir biçimde canlanmıştı- etkisi Batı New York'ta buğdayın değerini düşürmek, buğday ekimini daha az kazançlı yapmak ve New York çiftçilerinin dikkatini, daha çok otlakçılığa ve süt veren hayvan yetiştiriciliğine, meyve yetiştiriciliğine ve Kuzey-Batının onlarla böyle doğrudan doğruya rekabet edemeyeceğini düşündükleri kırsal ekonominin öteki dallarına çevirmek olmuştu." (J. W. Johnston, Notes on North America, London 1851, I, s. 220-223.)
      Üçüncüsü,
kolonilerdeki ve genel olarak, daha ucuz fiyatlarla tahıl ihraç edebilen genç ülkelerdeki toprağın, zorunlu olarak daha büyük doğal verimlilikte olması gerektiği yanlış bir varsayımdır. Böyle durumlarda tahıl, yalnızca değerinin altında değil, üretim-fiyatının da altında, yani daha eski ülkelerdeki ortalama kâr oranının belirlediği üretim-fiyatının da altında satılır.
      Johnston'un dediği gibi (s. 223), bizim, "büyük doğal üretkenlik ve sınırsız zengin toprak parçaları fikri ile her yıl Buffalo limanına akan büyük buğday arzını sağlayan yeni eyaletler arasında bir ilişki kurmayı adet edinmiş olmamız gerçeği, her şeyden önce, iktisadi koşulların bir sonucudur. Örneğin Michigan gibi bir alanın tüm nüfusu, önce, hemen yalnızca, çiftlikle ve özellikle sınai ürünlerle ve tropikal mallarla değişilebilen tek şey alan tarımsal yığın ürünleri üretimiyle uğraşırlar. Bu yüzden bu nüfusun tüm artı-üretimi tahıl biçiminde ortaya çıkar. Bu, başından itibaren, modern dünya piyasası temeli üzerinde kurulmuş olan koloni devletleri, daha önceki, özellikle eski zamanlardaki devletlerden ayırır. Bunlar, dünya pazarı aracılığıyla, başka koşullar altında kendileri üretmek zorunda olacakları giysi ve aletler gibi mamul malları alırlar. Ancak böyle bir temel üzerindedir ki, Birleşik Devletler'in Güney eyaletleri, pamuğu, ana ürünleri yapabildiler. Dünya pazarındaki işbölümü bunu mümkün kılar. Dolayısıyla, gençlikleri ve nispeten küçük nüfusları hesaba katıldığında büyük bir artı-üretime sahip görünüyorlarsa, bu ne (sayfa 591) topraklarının verimliliğine de emeklerinin verimli oluşu yüzünden değil, daha çok, emeklerinin ve dolayısıyla da bu emeğin katıldığı artı-ürünün tek yanlı biçimi yüzündendir.
      Üstelik, yeni ekilmiş olan ve daha önce uygarlığın hiç dokunmadığı nispeten düşük kalitede bir toprak, iklim koşullarının o zamanlar tümüyle aleyhte olmaması kaydıyla -hiç olmazsa toprağın üst tabakalarında- kolayca emilen, büyük ölçüde bitki besini biriktirmiştir. Öyle ki, gübre uygulanması olmaksızın ve hatta çok yüzeysel bir ekimle bile uzun bir süre ürün verecektir. Batının kırları, ek olarak, hemen hiçbir temizleme masrafı gerektirmeme üstünlüğüne sahiptirler, çünkü doğa onları ekilebilir yapmıştır.[33a] Bu tür daha az verimli alanlarda fazla, toprağın yüksek veriminin, yani akr başına ürünün bir sonucu olarak değil, daha yaşlı ülkelere oranla toprağın çiftçi için maliyeti hiç ya da hiçe yakın bir şey olduğundan hiç bir işleme yapılmadan ekilebilen büyük akr miktarının bir sonucu olarak üretilir. Örneğin, New York'un, Michigan'ın, Kanada'nın vb. bazı kısımlarında olduğu gibi, yarıcılığın var olduğu yerlerde durum budur. Bir aile, işlemeden, böyle, diyelim 100 akr eksin, akr başına ürün fazla olmasa da 100 akrdan gelen ürün, satış için önemli bir fazla bırakır. Buna ek olarak, doğal otlaklarda, sığır hemen hiç bir maliyeti olmadan, yapay otlaklar gerektirmeden otlatılabilir. Burada belirleyici olan toprağın niteliği değil, niceliğidir. Böyle işlenmeden ekim olanağı, doğal olarak, azçok hızlı bir biçimde, yani yeni toprağın verimiyle ters orantılı ve ürünlerinin ihracı ile doğru orantılı olarak, tüketilir. "Ve gene de, böyle bir ülke, buğdayın bile ilk mükemmel ürünlerini verecek ve ülkenin kaymağını alanlara, pazara gönderilmek üzere tahıldan büyük bir artı sağlayacaktır." (l.c., s. 224.) Daha olgun uygarlıklara sahip, ekilmeyen toprağın fiyatının ekileninki ile belirlendiği vb, ülkelerdeki mülkiyet ilişkileri, böyle ekstansif bir ekonomiyi olanaksız kılar. 33a [Son zamanlarda Malthus'un ünlü "nüfus, geçim araçları üzerinde bir yüktür" sözünü, gülünç hale koyan ve onun yerine, nüfus üzerinde bir yük olan geçim araçları onlardan zorla uzaklaştırılmadıkça. tarımın ve onunla birlikte Almanya'nın yıkılacağı yolundaki tarımcı feryatları doğuran şey, tam da bu kırlık ya da bozkır bölgelerin hızla büyüyen ekimidir. Bu bozkırların, kırların, pampaların, Ilanoların vb. ekimi, gene de yalnızca başlangıç halindedir: bu yüzden bunun Avrupa tarımındaki devrim yapıcı etkisi, gelecekte, şimdiye kadar olduğundan daha da fazla kendini duyuracaktır. -F.E.]
      Bu yüzden bu toprağın, Ricardo'nun düşündüğü gibi aşırı ölçüde zengin olması gerekmediği ya da eşit verimlilikte toprakların ekilmesi gerekmediği, şu aşağıdaki örnekten anlaşılabilir. Michigan eyaletinde, 1848'de 465.900 akra buğday ekilmişti ki, bu, 4.739.300 bushel ya da akr başına ortalama 101/5 bushel veriyordu; tohumluk tahılı çıkardıktan sonra bu, akr başına 9 bushel'den az bırakıyordu. Bu eyaletin 29 ilçesinden 2'si ortalama 7 bushel, 3'ü ortalama 8 bushel, 2-9, 7-10, 6-11, 3-12, 4-13 bushel ve yalnızca bir ilçe ortalama 16 bushel ve bir diğeri akr başına 18 bushel üretmiştir. (l. c., s. 225.)
      Pratik ekim için, daha yüksek toprak verimliliği, bu verimlilikten hemen yararlanmada daha büyük yetenekle elele gider. Sonuncusu (sayfa 592) doğal olarak zayıf bir toprakta olduğundan daha büyük olabilir, ama bu, bir kolonistin ilk ele alacağı ve sermaye eksik olduğu zaman ele alması gereken toprak türüdür.
      Ensonu,
ekimin daha büyük alanlara -şimdiye kadar ekilmiş olan topraktan daha düşük kalitede toprağa başvurulması gereken az önce değinilen durum dışında- A'dan D'ye kadar çeşitli tür topraklara yayılması, böylece, örneğin B ve C'den daha büyük parçaların ekilmesi, tahıl fiyatlarında hiç de, örneğin pamuk eğirmedeki bir önceki yıllık yayılmanın, iplik fiyatlarında sürekli bir artış gerektirmesinde olduğundan daha fazla bir ön artış gerektirmez. Piyasa-fiyatlarındaki önemli artış ya da düşüşler üretimin hacmini etkilerse de, (kapitalist ilişkiler içinde işleyen bütün öteki üretim dallarında olduğu gibi) tarımda buna bakılmaksızın, gene de, üretimi ne geciktirici ne de olağanüstü bir biçimde canlandırıcı bir etki yapan düzeydeki ortalama fiyatlarda bile, sürekli bir nispi fazla-üretim vardır; bu fazla-üretim, aslında, birikimle özdeştir. Öteki üretim tarzlarında bu nispi fazla-üretimi, doğrudan doğruya nüfus artışı, kolonilerde ise sürekli göç, harekete geçirir. Talep sürekli olarak artar ve bunu önceden gören yeni sermaye, bu yatırım, farklı tarımsal ürünler için koşullara göre değişse de, sürekli olarak yeni toprağa yatırılır. Bunu yaratan, aslında, yeni sermayelerin oluşumudur. Ama bireysel kapitalist açısından, o, üretiminin hacmini, onu hâlâ kendisi denetleyebildiği ölçüde mevcut sermayesinin hacmi ile ölçer. Onun amacı, piyasanın mümkün olduğu kadar büyük bir bölümünü ele geçirmektir. Eğer herhangi bir fazla-üretim olursa, suçu kendi üzerine almayacak, rakiplerinin üzerine atacaktır. Bireysel kapitalist, mevcut piyasanın daha büyük bir oranını kendine ayırarak ya da bizzat piyasayı genişleterek üretimini genişletebilir. (sayfa 593)






Dipnotlar



[1*] Smith, An lnquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Aberdeen, London 1848, s. 105-106.-Ed.
[2*] Anlamsızca, saçma olarak. .
[3*] Sermaye olarak toprak, toprak-sermaye. .
[4*] Toprağın meyvelerini tüketime yetenekli. -ç. - (Horace, Epistles. Book I. 2, 27. Ed.)
[5*] J. Anderson'un rant teorisi konusundaki bkz. K. Marx, Theorien über den Mehwert (K. Marx-F.Engels, Werke, Band 26, 2. Teil, s.103-l06, 110-114, 134-139).-Ed.
[6*] Asıl mesleği mimarlık olan Alfred A. Walton, demokratik davaların aktif bir destekleyicisi ve Birinci Enternasyonal'in 1867'den 1870'e kadar Genel Konsey üyesiydi -Ed.
[7*] Mülk, mülkiyet. .
[8*] Tevratta ve hıristiyan yazımında çoğu kez kötülüğü simgeleyen bir deniz canavarı. .
[9*] Anne-Robert Jacques Turgot (1827-81); l'Auhie baronu, Quesnay'ını öğrencisi ve kendisi de Fizyokrat yazar. Rèflecxions sur la formation et la distribution du richesses'i 1766'da yayımladı. Quesney'nin 1774'de ölümünden sonra XVI. Louis'nin maliye bakanı olarak F'ızyokratçı görüşleri uygulamak istedi ama başarılı olamadı. -Ed.
[10*] İlk bakışta. .
[11*] Louis-Adolphe Thiers (1797-1877), tarihçi, politikacı ve devlet adamı. Louis-Philippe döneminde içişleri bakanı ve başbakan. Üçüncü Cumhuriyette, 1871-73 arası ilk başkan. 1871 Paris Komününün kanlı kasabı. Kepazece biyografisini izleyen Marx, Fransa'da İç Savaş'ta onun için, "Thiers, şu bacaksız canavar," der. -Ed.
[12*] Proudhon'un konuşması, "Compte rendu des séances de I'Assamblee Nationale" de (Tome II, Paris 1849, s. 666-71) yayınlanmıştır. -Ed.
[13*] Marx'ın bu cilt üzerinde çalıştığı sırada, Parlamento'nun 1862-63 oturumunda, İrlanda grubunun, İrlandalı kiracı çiftçilerin hakları için giriştikleri yeni bir mücadeleye tanık olundu. Palmerston, 23 haziran 1863'de o mahut sözleri söyledi ve 'komünist doktrinler' diye tanımlanan, toprak kiralama sistemindeki ufaktefek reformlara saldırdı. Marx bu konuya, Uluslararası İşçi Birliğinin yıllık toplantısında yaptığı konuşmada yer verdi. O sıralar, İrlanda Kiracılık Hakları Yasası çıkalı zaten on yıl olmuştu. Bu yasa ilk çıktığında Marx, New York Daily Tribune'de (11 Temmuz 1853) bunun getirdiği hükümleri analiz eden bir makale de yazmıştı. Bu yazı, Marx ve Engels İrlanda Konusunda (Londra, 1971) başlıklı yapıtta yayınlandı. -Ed.
[14*] Marx burada yanılmış. Buradaki alıntı, önceki dipnotta (32) adı anılan John Chalmers Mortan'dan (1821-88) değil, John Lockbart Morton'dan yapılmış. Aynı çağda yaşayan her iki Morton da tarım bilimiyle uğraşmışlardır. -Ed.
[15*] P. Dave, The Elements of Political Science, Edinburgh 1854, s. 264, 273. -Ed.
[16*] P. Dove, The Elements of Political Science, Edinburgh 1854, s. 279. -Ed.
[17*] Kapital, Birinci Cilt, s. 106. -Ed.
[18*] Bunu emek-gücündeki artış yerine emeğin üretkenliğindeki artış diye almak belki daha doğru olur. -Ed.
[19*] Üretken olmadığı halde zorunlu olan ikincil maliyetler; beklenmedik masraf. -ç.
[20*] Aynı gerçekten. .
[21*] F. Newrnan, Lectures on Political Economy, London 1851, s. 158. -Ed.
[22*] 1894 Almanca baskısında: iki katına çıkması. -Ed.
[23*] lbid.: iki katından fazlasına çıkması. - Ed.
[24*] Ibid.: 22. -Ed.
[25*] Ibid.: %221/9. -Ed.
[26*] H. Storch, Cours d'économie politique au Exposition des principes qui déterminent la prospérité des nations, Tome II, St.-Petersburg 1815. s. 78-79. -Ed.
[27*] [West] Essay on the Application of Capital to Land, London 1815. - Malthus, Principles of Political Economy. London 1836. - Malthus, An Inquiry into the Nature and Progress of Rent, and the Principles by which it is regulated. London 1815. - Ricardo, On the Principle of Political Economy and Taxation, Third edition, London 1821, Chap. II. -Ed.

[26] Hiç birşey, Hegel'in geliştirdiği özel toprak mülkiyetinden daha komik olamaz. Buna göre, insan bir birey olarak, iradesini, dışsal doğanın ruhu olarak gerçekliğe vermelidir, ve bu yüzden bu doğaya sahip olmalı ve onu kendi özel mülkü yapmalıdır. Eğer bu, "birey"in, bir birey olarak insanın yazgısıysa, bundan, her insanın, gerçek bir birey olmak için, bir toprak sahibi olması gerektiği çıkacaktır. Çok yeni bir ürün olan toprağın serbest özel mülkiyeti Hegel'e göre belirli bir toplumsal ilişki değil, bir birey olarak insanın "doğa"yla bir ilişkisi, insanın, her şeyi mülk edinmekte mutlak bir hakkıdır. (Hegel, Philosophie des Rechts, Berlin 1840, s. 79.) En azından şu kadarı açıktır: birey, aynı toprak parçasına dayanarak, aynı biçimde gerçek bir birey haline gelmek isteyen bir baka bireyin iradesine karşı, salt kendi "irade"si ile bir toprak sahibi olarak varlığını koruyamaz. Bu, kesinlikle, iyi niyetten başka bir şeyi de gerektirir. Üstelik, "birey"in iradesini gerçekleştirmek için nereyi sınırladığını - bu iradenin gerçekleşmesi için bütün bir ülkeyi mi, yoksa, mal edinilmeleriyle, "iradenin, eşya üzerinde üstünlüğünün kendini gösterebileceği" [s. 80] bütün bir ülkeler grubunu mu gerektirdiğini saptamak, kesinlikle olanaksızdır. Burada Hegel tam bir çıkmaza giriyor. "Mal edinme, çok özel bir türdendir; bedenimle değebileceğimden fazlasına sahip olmam, ama öte yandan açıktır ki, dışsal şeyler tutabileceğimden daha yaygındır. Böyle bir şeye böylece sahip olmakla, bir başkası, dolayısıyla ona bağlanmaktadır. Mal edinme eylemini elimle uygularım, ama bunun kapsamı genişletilebilir." (s. 90.) Bu, "kavram"m, olağanüstü bir saflıkla kabul edilmesidir, ve ta başlangıçta, -burjuva toplumuna ait- çok belirli bir hukuki toprak mülkiyeti görüşünü mutlak olarak kabul eden bu kavramın, bu toprak mülkiyetinin gerçek yapısını "hiç" anlamadığını tanıtlar. Bu, aynı zamanda, toplumsal, yani iktisadi gelişme gerekleri değiştikçe, "pozitif hukukun" belirlenmelerinin de değişebileceği ve değişmesi gerektiğinin kabulünü de içerir.
[27] Johnston gibi çok tutucu tarım kimyacıları, gerçekten rasyonel bir tarımın, her yerde, özel mülkiyetten kaynaklanan aşılmaz engellerle karşılaştığını kabul etmektedirler. Dünyadaki özel mülkiyet tekelinin ex professo savunucuları olan yazarlar da bunu kabul etmekteler; örneğin Charles Comte'un, özel amacı, özel mülkiyetin savunulması olan iki ciltlik yapıtında olduğu gibi. "Bir Ulus" diyor, "onu besleyen toprağın her bölümü, genel çıkarla en iyi uyuşan amaca ayrılmadıkça, niteliği ile bağdaşan bir gönenç ve güç derecesine erişemez. Ulusun zenginliğinde güçlü bir gelişme sağlamak için, tek ve özellikle son derece bilgili bir iradenin, eğer mümkünse, mülkünün her parçasının görevini vermeyi ve her parçasının bütün ötekilerin gönencine katkıda bulunmasını sağlamayı üstlenmesi gerekir. Ama böyle bir iradenin varlığı ... toprağın özel parçalara bölünmesiyle ... ve her mal sahibine güvence verilen, mülkünü hemen hemen mutlak bir biçimde kullanma yetkisiyle bağdaşmayacaktır." [Traite de la propriéte,Tome I, Paris 1834, s. 228. -Ed.] - Johnston, Comte ve ötekiler, mülkiyet ile rasyonel bir teknik tarım arasındaki bir çelişkiden sözettiklerinde, yalnızca bir bütün olarak belli bir ülkenin toprağının işlenmesi zorunluluğunu düşünüyorlar. Ama, özel tarımsal ürünlerin ekiminin piyasa-fiyatlarındaki dalgalanmalara bağlı oluşu ve bu ekimdeki bu fiyat dalgalanmalarından doğan sürekli değişiklikler -hemen para kazanılması amacına yöneltilmiş olan kapitalist üretimin tüm ruhu-, ardarda kuşaklar zincirinin gereksinme duyduğu tüm sürekli yaşam gereksinmeleri dizisini sağlamak zorunda olan tarımla çelişki halindedir. Ancak ender olarak, yani özel mülk olmayıp, devlet denetimine tabi oldukları zaman bir bütün olarak toplumun çıkarlarına azçok uygun düşen bir biçimde yönetilen ormanlar, bunun çarpıcı bir örneğini verirler.
[28] Misère de la Philosophie, s. 165 [Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınları, Ankara 1975, s. 171, 172. -Ed.] Burada terre-matière ve terre-capital arasında bir ayrım yapmıştım. "Zaten üretim araçları biçimine dönüştürülmüş bulunan topraklara salt daha çok sermaye yatırma olgusu, toprağa madde olarak, yani toprağın boyutlarına bir şey eklemliksizin, toprağı sermaye olarak artırır. ... Sermaye olarak toprak, herhangi bir başka sermayeden daha ölümsüz değildir. ... Sermaye olarak toprak, sabit sermayedir; ama sabit sermaye de, tıpkı, döner sermaye gibi, tüketilir."
[29] "Oluşturabilir" diyorum, çünkü bazı koşullar altında, bu faiz, toprak rantı yasasıyla düzenlenir ve bu yüzden büyük doğal verimliliğe sahip bakir topraklar arasındaki rekabette olduğu gibi, ortadan kaybolabilir.
[30] Bkz: James Anderson, [A Calm lnvestigation of the Circumstances that have led to the Present Scarcity of Grain in Britain, London 1801, s. 35-36, 38, -Ed.] ve Carey [The Past, The Present and The Future, Philadelphia 1848, s. 129-131. -Ed.]
[31] Bkz: Anti-Corn Law Price-Essays. Ancak, Tahıl Yasaları, her zaman fiyatları yapay olarak daha yüksek bir düzeyde tutmuştur. Daha iyi yerlerdeki kiracılar için, bu, lehte bir durumdur. Bunlar, koruyucu gümrüklerin, haklı ya da haksız olarak istisnai ortalama fiyata güvenen büyük kiracılar yığınını pasif tutmasından kazanç sağladılar.
[32] John C. Morton, The Forces Used in Agriculture, Londra Sanat Derneğindeki konuşma, 1860; 12 İskoç ve 35 İngiliz kontluğundaki 100 kiracıdan toplanan gerçek belgelere dayandırılmıştır.
[33] Fazla kâr için. bkz: Inquiry [into those Principles, Respecting the Nature of Demand and the Necesseıy of Consumption, lately advocated by Mr. Malthus, London 1821. -Ed.] (Malthus'a karşı).
[33a] [Son zamanlarda Malthus'un ünlü "nüfus, geçim araçları üzerinde bir yüktür" sözünü, gülünç hale koyan ve onun yerine, nüfus üzerinde bir yük olan geçim araçları onlardan zorla uzaklaştırılma­dıkça. tarımın ve onunla birlikte Almanya'nın yıkılacağı yolundaki tarımcı feryatları doğuran şey, tam da bu kırlık ya da bozkır bölgelerin hızla büyüyen ekimidir. Bu bozkırların, kırların, pampaların, Ilano­ların vb. ekimi, gene de yalnızca başlangıç halindedir: bu yüzden bunun Avrupa tarımındaki devrim ya­pıcı etkisi, gelecekte, şimdiye kadar olduğundan daha da fazla kendini duyuracaktır. -F.E.]



Sayfa başına gidiş