Karl Marx'ın Capital, A Critical Analysis of Capitalist Productuon, Volume III, (Progress Publishers, Moscow 1974) adlı yapıtını İngilizcesinden Alaattin Bilgi dilimize çevirmiş, ve kitap, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Üçüncü Cilt, adı ile, Sol Yayınları tarafından Şubat 1990 (Birinci baskı: Ağustos 1978) tarihinde yayınlanmıştır.

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta: Kurtuluş-Cephesi Dergisi



OTUZÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KREDİ SİSTEMİNDE DOLAŞIM ARACI



      "DOLAŞIM hızının büyük düzenleyicisi kredidir. Bu, para piyasası üzerindeki şiddetli baskının genellikle niçin dolu bir dolaşımla çakıştığını açıklar." (The Currency Theory Reviewed, s. 65.)
      Bunu iki anlama almak gerekir. Bir yandan, dolaşım aracında tasarruf sağlayan bütün yöntemler, kredi üzerine dayanırlar. Öte yandan, örneğin 500 sterlinlik bir banknot alalım. A, bunu bir poliçeyi ödemek için belli bir tarihte B'ye verir; B, aynı gün bunu bankerine mevduat olarak yatırır; banker gene aynı gün bununla, C için bir poliçe iskonto eder; C, bununla bankaya ödeme yapar ve banka da bunu bill broker'a [simsara] avans olarak verir, vb.. Banknotun satınalma ve ödemeye hizmet etmek üzere burada yaptığı dolaşımın hızını, tekrar tekrar bir kimseye mevduat biçiminde geri dönmesi ve tekrar bir başkasına borç biçiminde devredilmesinin hızı etkiler. Dolaşım aracındaki basit tasarruf, en gelişmiş biçimde clearing house'da -vadesi gelen poliçelerin düpedüz değiştirilmelerinde- ve paranın sırf bakiyelerin tasfiyesi için ödeme aracı olarak gördüğü genel işlevde görülür. Ne var ki, bu poliçelerin kendi varlıkları da, gene, sanayiciler ile tüccarların karşılıklı olarak birbirlerine verdikleri krediye bağlıdır. Bu kredi azalırsa, poliçelerin ve özellikle uzun vadeli olanların sayıları da azalır, dolayısıyla da, hesapların tasfiyesi ile ilgili bu (sayfa 461) yöntemin etkinliği azalır. Parayı alışveriş işlemlerine karıştırmadan ibaret bulunan, ve bütünüyle, paranın ödeme aracı olarak işlevine -ki, bu da gene krediye dayanır- dayanan bu tasarruf, ancak iki türde olabilir (bu ödemelerin bir araya toplanmasıyla ilgili olarak şu ya da bu ölçüde gelişmiş teknikler dışında); poliçelerin ya da çeklerin temsil ettiği karşılıklı alacaklar, ya aynı banker tarafından tasfiye edilir ve bu banker, yalnızca, birinin hesabındaki alacağı diğerinin hesabına aktarır, ya da çeşitli bankerler kendi aralarında bu tasfiye işlemini yaparlar.[11] Sekiz-on milyonluk poliçenin, örneğin Overend, Gurney and Co. firması gibi, bir bill broker'ın elinde toplanması, hesapların bu şekilde aynı yerde karşılıklı olarak denkleştirilmesini daha geniş boyutlara ulaştırmanın bellibaşlı yollarından biriydi. Dolaşım aracının etkinliği bu şekildeki tasarruf ile, yalnızca hesapların kapatılması için gerekli olan küçük bir miktarın elde bulundurulması derecesine kadar artırıldı. Öte yandan, dolaşım aracı olarak akan paranın hızı tamamen (bu yolla da parada tasarruf sağlanmıştır), para ile ardarda yapıldıkları sürece, satınalma ve satışların akışına, ödemeler zincirine bağlıdır. Ama dolaşımın hızını kredi etkiler ve dolayısıyla da artırır. Örneğin tek bir para parçası, kredinin aracılığı olmaksızın, ancak beş hareketi gerçekleştirebilir ve sırf dolaşım aracı olarak her bireyin elinde daha uzun süre kalır; ilk sahibi olan A, B'den, B, C'den, C, D'den, D, E'den ve E, F'den satın almada bulunur, yani elden ele geçişi sırf gerçek satın almalar ve satışlar yoluyla olmuştur. Ama, A, B'nin yaptığı ödeme ile aldığı parayı bankaya yatırır ve banka da bunu C'nin poliçelerini iskonto etmekte kullanır, C, D'den satın alır, D parayı bankasına yatırır ve banka da bunu E'ye borç verir ve E'de Fden satın alırsa, sırf dolaşım aracı (satınalma aracı) olarak hızı bile, birkaç kredi işlemiyle, B'nin parayı bankere vermesi, bankerin C'ye ait senedi iskonto etmesi, D'nin parayı bankerine vermesi, bankerin E'ye ait senedi iskonto etmesi ile, yani dört kredi işlemi aracılığı ile artırılmış olur. Bu kredi işlemleri olmaksızın, aynı para parçası, peşpeşe beş satın almayı belli bir, sürede yerine getiremezdi. Filli alım ve satımlarda aracılık etmeksizin, mevduat olarak yatırılma ve iskonto işlemleri yoluyla onun el değiştirmesi olgusu, burada, bir dizi fiili alım-satımda el değiştirmesini hızlandırmıştır. (sayfa 462)
      Bir ve aynı banknotun, birkaç bankada mevduat teşkil edebileceğini daha önce görmüştük. Bunun gibi, aynı bankada, çeşitli mevduatları da teşkil edebilir. Banker, A'nın yatırmış olduğu banknotla B'nin poliçesini iskonto eder. B, C'ye ödeme yapar ve C, aynı banknotu aynı bankaya yatırır.
      Basit para dolaşımını irdelerken (Buch I, Kap III, 2), fiili dolaşımdaki para kitlesinin, dolaşım hızı ile ödemelerdeki tasarruf veri kabul edildiğinde, metaların fiyatları ve alışverişlerin miktarı ile belirlendiğini göstermiş bulunuyoruz. Aynı yasa, banknotların dolaşımını da düzenlemektedir.
      Aşağıdaki tabloda, İngiltere Bankasının, halkın elinde bulunduğu sürece yıllık ortalama banknot sayısı gösterilmektedir; 5-10 sterlin, 20-100 sterlin, 200 ve 1.000 sterlin arasında daha büyük miktarlar ve bir de, bu grupların herbirinin toplam dolaşımdaki yüzdeleri bu tabloya alınmıştır. Miktarlar biner şeklindedir, yani son üç sıfır yazılmamıştır. [Bkz: aşağıdaki tablo.][1*]

Yıllar

£5-10 Banknot

%

£20-100 Banknot

%

£200-1,000 Banknot

%

Toplam

1844

9.263

45,7

5.735

28,3

5.253

26,0

20.241

1845

9.698

46,9

6.082

29,3

4.942

23,8

20.722

1846

9.918

48,9

5.778

28,5

4.590

22,6

20.286

1847

9.591

50,1

5.498

28,7

4.066

21,2

19.155

1848

8.732

48,3

5.046

27,9

4.307

23,8

18.085

1849

8.692

47,2

5.234

28,5

4.477

24,3

18.403

1850

9.164

47,2

5.587

28,8

4.646

24,0

19.398

1851

9.362

48,1

5.554

28,5

4.557

23,4

19.473

1852

9.839

45,0

6.161

28,2

5.856

26,8

21.856

1853

10.699

47,3

6.393

28,2

5.541

24,5

22.653

1854

10.565

51,0

5.910

28,5

4.234

20,5

20.709

1855

10.628

53,6

5.706

28,9

3.459

17,5

19.793

1856

10.680

54,4

5.645

28,7

3.323

16,9

19.648

1857

10.659

54,7

5.567

28,6

3.241

16,7

19.467


      (B. A. 1858, s. xxvı.) Dolaşımdaki banknotların toplam tutarı, demek ki, ticari işler, ihracat ile ithalatın gösterdiği gibi, iki katından fazla arttığı halde, 1844'ten 1857'ye kadar mutlak bir azalma göstermiştir. 5 ve 10 sterlinlik daha küçük banknotlar, tabloda da görüldüğü gibi, 1844'te 9.263.000 sterlinden, 1857'de 10.659.000 sterline yükselmiştir. Ve bu, o sıradaki, altın dolaşımında görülen özellikle büyük artışla aynı zamanda olmuştur. Buna karşılık, daha yüksek değerdeki banknotlarda (200-1.000 sterlin) 1852'de 5.856.000 sterlinden, 1857'de 3.241.000 sterline bir azalma, yani 2½ milyon sterlinden fazla bir düşme olmuştur. Bu şöyle açıklanır: "8 Haziran 1854'te, Londra'daki özel bankerler, hisse senetli bankaların, Clearing House kuruluşuna katılmalarına izin vermişler, ve kısa bir süre sonra kesin kliring işleri, İngiltere (sayfa 463) Bankası içersinde örgütlenmiştir. Günlük takaslar şimdi, çeşitli bankaların bu kuruluştaki hesaplarındaki transferler ile yapılmaktadır. Bu sistemin kabul edilmesiyle bankerlerin eskiden hesaplarının kapatılması için kullandıkları büyük banknotlar artık gereksiz hale gelmiştir." (B. A. 1858, s. v.)
      Toplam ticarette kullanılan paranın nasıl çok küçük bir asgariye indirilmiş bulunduğu, Kitap I'e alınan (Kap. III, not 103), tablodan çıkartılabilir. Bu tabloyu, Londra'daki firmaların en büyüklerinden birisi olan ve küçük bir tüccarın gerekli her tür malı satın alabileceği Morrison, Dillon and Co., Banka komitesine sunmuştur.
      W. Newmarch'ın Banka Komitesinde (1857) yaptığı tanıklığa (n° 1741) göre, dolaşım aracındaki tasarrufa başka koşullar da yardımcı olmaktadır: bir peni ile gönderilen posta havalesi, demiryolları, telgraf, kısacası, gelişen ulaştırma ve haberleşme araçları; böylece şimdi İngiltere, aşağı yukarı aynı banknot dolaşımı ile, beş-altı kez daha fazla işin yürütülmesini sağlayabilmektedir. Bu ayrıca büyük ölçüde, dolaşımdan 10 sterlinin üzerindeki banknotların çekilmesinden de ileri gelmiştir. Bir sterlinlik banknotların da dolaşımda bulunduğu İskoçya ile İrlanda'da banknot dolaşımının yaklaşık %31 yükselmiş olması olgusunun doğal açıklamasını, Newmarch burada görmektedir (1747). Birleşik Krallık'ta, bir sterlinlik banknotlar da dahil, toplam banknot dolaşımının 39 milyon sterlin olduğu söylenmiştir (1749). Altın dolaşımı ise 70 milyon sterlin (1750). İskoçya'da, banknot dolaşımı 1834'te 3.120.000 sterlin, 1844'te 3.020.000 sterlin ve 1854'te 4.050.000 sterlindi (1752).
      Yalnız bu sayılardan bile, banknot çıkartan bankaların, bu banknotların her an altın paraya çevrilebildikleri sürece dolaşımdaki banknot sayısını hiç bir şekilde artıramayacağı açıktır. [Likit olmayan kağıt para burada hiç dikkate alınmamıştır; likit olmayan banknotlar ancak, şimdi Rusya'da olduğu gibi devlet kredisi ile fiilen desteklendiği yerlerde genel dolaşım aracı halini alabilir. O zaman bunlar, Kitap I'de (Kap. III, 2, c) "Sikke ve Değer Sembolleri" başlığı altında incelenmiş bulunan, devlet tarafından çıkartılan likit olmayan kağıt para ile ilgili yasalara tabidirler. -F.E.]
      Dolaşımdaki banknot miktarı, devir gereksinmelerince düzenlenir ve her fazla banknot, kendisini çıkartana doğru gerisin geri döner. İngiltere'de yalnız İngiltere Bankasının banknotları, yasal ödeme aracı olarak genel dolaşımda bulundukları için, biz bu noktada taşra bankalarının, önemsiz ve yalnızca yerel olan banknot dolaşımlarını dikkate almayabiliriz.
      1858 Banka Komitesi önünde, İngiltere Bankası Guvernörü Mr. Neave şöyle tanıklık ediyor: "n° 947. (Soru:) Halka sunulduğunu (sayfa 464) söylediğiniz aşağı yukarı 20.000.000 sterlinlik banknot miktarının aynı kalması için hangi önlemleri alıyorsunuz? - Olağan zamanlarda, halkın kullanması için yaklaşık 20.000.000 sterline gereksinme olduğu görülüyor. Yıl boyunca bazı özel dönemlerde bu miktar 1.000.000 ya da 1.500.000 sterlin daha artıyor. Halkın daha fazlasını istemesi halinde, bunu daima İngiltere Bankasından alabileceğini söylemiştim." - "948. Panik arasında halkın banknot miktarını azaltmanıza izin vermeyeceğini söylediniz; bunu açıklamanızı istiyorum. - Panik sırasında bence halk istediği kadar banknot elde edebilir; ve hiç kuşkusuz bankanın bir taahhüdü olduğu sürece, halk bu taahhüdü Bankadan banknot almak için kullanabilir." - "949. bu duruma göre, öyle görünüyor ki, her an yaklaşık 20.000.000 sterlin tutarında geçerli para gerekmektedir? - Halk için, 20.000.000 sterlin tutarında banknot; bu, değişiklik gösteriyor. 18.500.000, 19.000.000, 20.000.000, vb. sterlin kadar, ama ortalama alınırsa 19-20 milyon sterlin diyebilirsiniz."
      Commercial Distress
(C. D. 1848-57) (Ticari Bunalımı konusunda Lordlar Komitesinde, Thomas Tooke'un tanıklığı, n° 3094: "Bankanın, halkın elindeki kendi dolaşım aracı miktarını genişletme konusunda bir yetkisi yoktur; ama bankanın, çok şiddetli bir işleme başvurmaksızın halkın elindeki banknot miktarını azaltma yetkisi vardır. "
      Nottingham'da 30 yıl bankerlik yapan J. C. Wright, bu taşra bankası için dolaşımda halkın gereksinme duyduğu ve istediğinden fazla banknot tutulabilme olanaksızlığını uzun uzun açıkladıktan sonra, İngiltere Bankası için şunları söylüyor (C.D. 1848-57) n° 2844: "İngiltere Bankası üzerinde" (banknot çıkartılması için) "herhangi bir denetim bulunduğunu bilmiyorum ama, herhangi bir dolaşım fazlalığı mevduata geçecek ve böylece başka bir ad almış olacaktır."
      Aynı şey, neredeyse tamamen kağıt paranın dolaşımda bulunduğu İskoçya için de doğrudur, çünkü hem burada ve hem de İrlanda'da, bir sterlinlik banknotlar da kullanılmakta ve "İskoçlar altından nefret etmektedir." Bir İskoç bankasının müdürü Kennedy diyor ki, bankalar kendi banknot dolaşımlarını bile daraltamazlar ve "yapılabilmeleri için banknot ya da altına gereksinme bulunan iç alışverişler olduğu sürece, bankerlerin, ya mevduat sahiplerinin talepleri yoluyla, ya da şu veya bu şekilde, bu alışverişlerin gerektirdiği miktarda dolaşım aracını sağlamaları gerekir İskoç bankaları, işlemlerini sınırlandırabilirler ama, dolaşım araçlarını denetleyemezler." (Ibid., n° 3446, 3448.) Bunun gibi, Union Bank of Scotland'ın müdürü Anderson da diyor ki (Ibid., n° 3578): "kendi aranızdaki" [İskoç bankaları arasındaki] "değişim sistemi, herhangi bir bankanın aşırı banknot çıkartmasını engelliyor mu? - Evet; değişim sisteminden daha güçlü bir engel daha var" [aslında bununla hiç bir ilgisi bulunmuyor, ama, her bankanın banknotlarının bütün İskoçya'da dolaşımda bulunmasını gerçekten de sağlamış oluyor], "İskoçya'da yaygın olan bu bankada hesap bulundurma uygulaması; elinde parası olan herkesin bir banka hesabı var ve hemen gereksinmesi (sayfa 465) olmayan parayı her gün bu hesaba yatırıyor, böylece işgününün sonunda, halkın cebindeki para bir yana, bankaların dışında pek az para bulunuyor."
      Aynı şey, İrlanda Bankası Guvernörü MacDonnel ile İrlanda Provincial Bank'ın Müdürü Murray'ın aynı Komitedeki tanıklıklarının da belirttiği gibi İrlanda için de geçerlidir.
      Banknot dolaşımı, İngiltere Bankasının isteğinden bağımsız olduğu gibi, bu banknotların altına çevrilebileceğini garanti eden bankanın kasalarındaki altın rezervinin durumundan da bağımsızdır. "18 Eylül 1846 tarihinde, İngiltere Bankasının dolaşımdaki banknotları 20.900.000 sterlin, Bankadaki külçe altın ve gümüş tutarı 16.273.000 sterlindi; ve 5 Nisan 1847'de dolaşımdaki banknot 20.815.000 sterlin ve külçe tutarı 10.246.000 sterlindi. ... Ülkede dolaşımdaki parada herhangi bir daralma olmaksızın altı milyon altının ihraç edildiği apaçıktı." (J. G. Kinnear, The Crisis and The Currency, London 1847, s. 5.) Kuşkusuz, bu ancak, İngiltere'de bugünkü koşullar altında olmuştur ve burada bile ancak, yasaların, banknot çıkartılması ile değerli maden rezervi arasında farklı bir oranı öngörmediği sürece olabilmiştir.
      Demek oluyor ki, yalnız iş ve ticaretin gereksinmeleri, dolaşımdaki para -banknot ve altın- miktarı üzerinde etkili olmaktadır. Burada her şeyden önce işlerin genel durumundan bağımsız olarak, her yıl kendilerini yineleyen devresel dalgalanmaları dikkate almak gerekir; böylece son 20 yılda "dolaşım bir ayda yüksek, diğerinde düşük ve bir başka ayda orta düzeyde olmaktadır." (Newmarch, B. A. 1857, n° 1650.)
      Bu nedenle her yıl ağustos ayında hasat giderlerini ödemek için, genellikle altın olarak birkaç milyon İngiltere Bankasından iç dolaşıma geçmektedir; çünkü, ücretler bu ayda yapılan bellibaşlı ödemelerdir ve banknotlar İngiltere'de bu amaç için pek geçerli olmamaktadır. Yıl sonuna kadar bu para tekrar bankaya dönmektedir. İskoçya'da, altın lira yerine, neredeyse bir sterlinlik banknotlardan başka bir şey bulunmamakta ve bu yüzden banknot dolaşımı, buna benzer durumlarda, yani yılda iki kez, mayıs ve kasım aylarında, 3 milyondan 4 milyona yükselmektedir; iki hafta sonra geriye akış başlamakta ve yaklaşık bir ay içersinde tamamlanmaktadır. (Anderson, C. D. 1848-57, n° 3595-3600.)
      İngiltere Bankasının banknot dolaşımı da her üç ayda bir, "temettü", yani devlet borçları üzerinden faiz ödenmesi nedeniyle geçici dalgalanmalar göstermekte, banknotlar önce dolaşımdan çekilmekte ve sonra da tekrar piyasaya çıkmaktadır; ama çok geçmeden de gene geriye dönmektedir. Weguelin (B. A. 1857, n° 38) banknot dolaşımındaki bu dalgalanmanın ikibuçuk milyona ulaştığını söylemektedir. Ne var ki, mahut Overend, Gurney ve Ortakları firmasından Bay Chapman, para piyasasında bu yüzden doğan dalgalanmanın çok daha yüksek olduğunu tahmin etmektedir. "Bu temettülerin ödenmesi için 6-7 milyon sterlini çektiğiniz zaman, bu arada bu meblağın yerini doldurabilecek birisinin aracı olarak bulunması gerekir." (B. A. 1857, n° 5196.) (sayfa 466)
      Dolaşım aracı miktarında, sanayi çevriminin çeşitli evrelerine tekabül eden dalgalanmalar çok daha önemli ve uzun sürelidir. Şimdi de bu konuda adı geçen firmanın bir başka ortağının, saygıdeğer Quaker Samuel Gurney'in söylediklerine kulak verelim (C. D. 1848-57, n° 2645): "Ekim (1847) sonunda, halkın elindeki banknot tutarı 20.800.000 sterlindi. O dönemde, para piyasasında banknot elde etmede büyük bir güçlük vardı. Bu, 1844 tarihli yasanın koyduğu sınırlandırmalar sonucu, bunları elde edememek kaygısından ileri geliyordu. Halen [Mart 1848] halkın elindeki banknot miktarı ... 17.700.000 sterlindir ama, şu anda herhangi bir ticari panik bulunmadığı için bu miktar gerekli olanın çok üzerindedir. Londra'da, elinde kullanabileceğinden daha çok miktarda banknot bulundurmayan ne banka vardır ne de sarraf." - 2650. İngiltere Bankasının kasaları dışında bulunan ... banknot miktarı, aktif bir dolaşımın devamı için tamamen yetersiz kalmakta, iş dünyasının hali ve kredi durumu ... aynı şekilde dikkate alınmamış bulunmaktadır." - "2651. Halen halkın elinde bulunan dolaşım miktarı ile ilgili olarak taşıdığımız fazlalık duygusu, büyük ölçüde, içinde bulunduğumuz büyük durgunluk durumundan gelmektedir. Yüksek fiyatlar ve alışverişlerdeki canlılık karşısında, 17.700.000 sterlin bize bir sınırlama duygusu vermektedir. "
      [İşlerin durumu böyle olduğu ve verilen borçların geriye dönüşü düzenli olduğu ve dolayısıyla kredi sarsılmadığı sürece, dolaşımdaki genişleme ve daralma, yalnızca, sanayiciler ile tüccarların gereksinmelerine bağlı bulunmaktadır. Altın hiç değilse İngiltere'de, toptan ticarette söz- konusu haline gelmediği ve altın dolaşımına, mevsimlik dalgalanmalar dışında, uzun bir süre için oldukça değişmez gözüyle bakılabildiği için, İngiltere Bankasının banknot dolaşımı, bu değişmelerin yeterli doğrulukta bir ölçütünü oluşturur. Bunalımı izleyen durgunluk döneminde dolaşım en alt düzeyindedir; canlanan taleple birlikte, dolaşım aracına karşı daha büyük bir gereksinme doğar ve artan gönençle birlikte büyür; dolaşım aracı miktarı, aşırı-gerilim ve aşırı-spekülasyon döneminde tepe noktasına ulaşır; bunalım çığ gibi patlak verir ve daha dün yığınla bulunan banknotlar piyasada görülmez olur ve onunla birlikte, senet kıranlar, senet ve tahvil karşılığında borç verenler ve meta satın alıcıları da, İngiltere Bankası imdada çağrılır, ama onun gücü de çok geçmeden tükenir, çünkü 1844 tarihli Bank Act, bütün dünya banknot diye feryat eder ve meta sahipleri ellerindekini satamadıkları halde borçlarını ödemeye çağrılır ve banknot bulabilmek için her türlü fedakarlığı yapmaya hazırken, bankayı banknot dolaşımını kısmaya zorlamaktadır. "Panik sırasında," diyor daha önce adı geçen Wright (loc. cit., n° 2930), "ülke, bankerler ile başkaları dolaşım aracını istif halinde biriktirdikleri için, olağan zamana göre iki katı dolaşım aracına gereksinme duyar."
      Bunalım bir kez patlak verdi mi, artık yalnızca, bir ödeme aracı sorunu halini alır. Ama herkes, bu ödeme aracını ele geçirmek için bir başkasına bağlı olduğu ve hiç kimse, vadesi geldiğinde karşısındakinin (sayfa 467) ödemeyi yapıp yapamayacağından emin olmadığı için, piyasada bulunan bu ödeme aracı, yani para için bir hücumdur başlar. Herkes eline geçirebildiği parayı bir yana istif eder ve böylece, en çok gereksinme duyulduğu bir günde banknotlar ortalıkta görünmez olur. Samuel Gurney (1848-57 C. D. n° 1116), 1847 Ekiminde, böyle bir bunalım sırasında, kasalara kitlenen banknot miktarının 4-5 milyona ulaştığını tahmin etmektedir. -F. E.]
      Bu konuda, Gurney'in daha önce adı geçen ortağı Chapman'ın, 1857 tarihli Banka Komitesindeki sorgusu özellikle ilginçtir. Buraya, ben, bu tanıklığın, değinilen bazı noktaları daha sonra incelenecekse de, bellibaşlı yerlerini alacağım.
      Bay Chapman şöyle diyor:
      "4963. Herhangi bir kapitalistin (Londra'da olduğu gibi), para piyasası üzerinde, dolaşım aracının çok düşük düzeyde olduğu bir sırada, büyük bir kıtlık ve baskı yaratacak güce sahip bulunmasının doğru bir şey olmadığı inancını taşıdığını da hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim. Bir amaca ulaşmak istedikleri takdirde piyasadan 1 ya da 2 milyon sterlin tutarında banknot çekebilecek güçte birden fazla kapitalistin bulunması da ... mümkündür." - 4965.[2*] Büyük bir spekülatör, 1 ya da 2 milyon sterlin tutarında devlet eshamı satabilir ve böylece piyasadan para çeker. Daha çok yakınlarda böyle bir şey oldu ve "çok şiddetli bir baskı yaratıyor".
      4967. Bu sırada banknotlar gerçekten de üretken değildir. "Ama bu, onun [spekülatörün -ç.] büyük amacını eğer gerçekleştiriyorsa hiç bir şey değildir; onun büyük amacı, devlet fonlarının fiyatını düşürmek, kıtlık yaratmaktır ve bunu yapmak tamamen onun gücü içersindedir." - Bir örnek: Bir sabah borsada paraya karşı büyük bir talep vardı; hiç kimse bunun nedenini bilmiyordu; birisi Chapman'dan %7'den 50.000 sterlin borç vermesini istedi. Chapman çok şaşırdı, çünkü onun faiz oranı çok daha düşüktü; kabul etti. Biraz sonra adam gene geldi, %7½'den 50.000 sterlin daha aldı ve ardından da %8'den 100.000 sterlin daha; ve %8½'den daha da istiyordu. Bu durumda Chapman bile tedirgin oldu. Az sonra, piyasadan birdenbire önemli miktarda para çekildiği açığa çıktı. Ama Chapman şöyle diyor, "%8'den epeyce borç verdim; daha öteye gitmekten korktum; ne olacağını bilmiyordum."
      Şurasını hiç unutmamak gerekir ki, halkın elinde neredeyse her zaman banknot olarak 19-20 milyon sterlin bulunduğu varsayılmakla birlikte, bu banknotların fiilen dolaşımda bulunan kısmı ile, bankalarda yedek olarak atıl tutulan kısmı, birbiriyle orantısı bakımından sürekli önemli ölçüde değişir. Eğer bu yedek büyük ve dolayısıyla fiili dolaşım küçük ise, bu, para piyasası açısından dolaşımın dolu, paranın bol olduğu (the circulation is full, money is plentiful) anlamına gelir, yok eğer bu (sayfa 468) yedek küçük, dolayısıyla da fiili dolaşım dolu ise, para piyasası diliyle dolaşım düşük, para kıt (the circulation is low, money is scarce) - diğer bir deyişle, atıl borç sermayeyi temsil eden kısım küçüktür. Dolaşımda, sanayi çevriminin evrelerinden bağımsız gerçek bir genişleme ya da daralma -halkın gereksinmesi olan miktar gene de aynı kalmak üzere-, ancak teknik nedenlerle meydana gelir; örneğin, vergilerin ya da devlet borçları ile ilgili faizlerin ödendiği zamanlarda. Vergiler ödendiği zaman, normalin üzerinde banknot ve altın İngiltere Bankasına akar, ve aslında gereksinmeleri dikkate alınmaksızın dolaşım daralmış olur. Devlet borçları üzerinden temettü ödendiği zaman bunun tersidir. Birinci durumda, dolaşım aracı elde etmek için bankadan borç alınır. İkinci durumda, yedekleri geçici olarak büyüdüğü için özel bankalarda faiz oranı düşer. Bunun, mutlak dolaşım aracı miktarı ile bir ilişkisi yoktur; ne var ki bu, bu dolaşım aracını harekete geçiren ve bu süreç, kendisi için borç sermayesinin elden çıkarılması anlamına gelen ve dolayısıyla da kârı cebe indiren bankayı yakından ilgilendirir.
      Bir durumda, dolaşım aracı yalnızca geçici olarak yer değiştirmiştir ve İngiltere Bankası bunu, üç aylık vergilerden ve devlet borçları üzerinden ödenen üç aylık temettülerin ödenmesinden hemen önce, kısa vadeli borçlar vererek dengeler; bu fazla banknotların çıkartılması önce, vergilerin ödenmesinin yolaçtığı boşlukları doldurur ve çok geçmeden bunların bankaya yapılan ôdemelerle geriye dönüşü ise, temettülerin ödenmesi ile halkın eline geçen fazla banknotları geriye getirmiş olur.
      Diğer durumda ise, düşük ya da dolu dolaşım, daima yalnızca, aynı miktar dolaşım aracının, fiili dolaşım ve mevduata, yani borç verme aracına, farklı bir şekilde bölüşümü sorunudur.
      Öte yandan, eğer örneğin, İngiltere Bankasına altın akışına dayanılarak çıkartılan banknot sayısı artmış ise, bu banknotlar, Banka dışında poliçelerin iskontosuna yardımcı olur ve borçların tekrar ödenmesi yoluyla tekrar Bankaya dönerler, böylece dolaşımdaki mutlak banknot miktarı ancak geçici olarak artmış olur.
      Dolaşım eğer işlerdeki genişleme nedeniyle dolu ise (bu, fiyatlar nispeten düşük olduğu durumda bile olabilir), yükselen kârlar ile artan yeni yatırımlar sonucu, borç sermayesine olan talep nedeniyle, faiz oranı nispeten yüksek olabilir. İşlerdeki daralma ya da belki de kredi bolluğu nedeniyle dolaşım düşük ise, faiz oranı, fiyatlar yüksek olsa bile düşük olabilir. (Bkz: Hubbard.)
      Mutlak dolaşım miktarının, ancak darlık zamanlarında faiz oranı üzerinde belirleyici bir etkisi vardır. Dolu dolaşım için talep, 1847'de Bank Act'in yürürlükten kaldırılmasının dolaşımda herhangi bir genişlemeye yolaçmayıp, yalnızca, istif edilmiş banknotları meydana çıkararak bunları dolaşıma aktarmasında olduğu gibi, kredi eksikliği nedeniyle, (sayfa 469) ya sırf, bir yana yığılan dolaşım aracına olan talebi (para dolaşımının azalan hızı ile aynı özdeş para parçalarının sürekli olarak borç sermayesine çevrilmesi dikkate alınmazsa) yansıtabilir; ya da, 1857'de Bank Act'in yürürlükten kaldırılmasından bir süre sonra olduğu gibi, o günkü koşullar altında, daha fazla dolaşım aracına fiilen gereksinme olabilir.
      Yoksa mutlak dolaşım aracı miktarının, faiz oranı üzerinde herhangi bir etkisi yoktur, çünkü -dolaşım aracındaki tasarruf ile hızının değişmediği kabul edildiğinde- faiz oranını belirleyen şey, önce, meta-fiyatları ile yapılan alışverişlerin miktarı (böylece, bunlardan biri genellikle diğerinin etkisini nötralize eder) ve ensonu, kredi durumudur, oysa, mutlak dolaşım miktarı, hiç bir şekilde, faiz oranı üzerinde ters bir etki göstermez; ve ikinci olarak da, çünkü meta-fiyatları ve faizin, birbirleri üzerinde herhangi bir doğrudan karşılıklı ilişki içersinde bulunmaları zorunluluğu yoktur.
      Bank Restriction Act'
in yürürlükte kaldığı sürece (1797-1819) bir currency [dolaşım aracı] fazlalığı vardı, ve faiz oranı, daima, nakit ödemelerin yeniden başlamasından sonraki düzeye göre, daha yüksekti. Daha, sonra, banknot çıkartılmasının sınırlandırılması ve kurların yükselmesiyle, hızla düştü. 1822, 1823 ve 1832'de genel dolaşım düşük ve faiz oranı da öyleydi. 1824, 1825 ve 1836'da dolaşım dolu idi ve faiz oranı yükseldi. 1830 yazında dolaşım dolu ve faiz oranı düşüktü. Yeni altın madenlerinin bulunmasından beri para dolaşımı bütün Avrupa'da genişledi ve faiz oranı yükseldi. Bu nedenle, faiz oranı, dolaşımdaki para miktarına bağlı değildir.
      Dolaşım aracı çıkartılması ile sermaye borç verilmesi arasındaki farkı, en iyi, fiili yeniden-üretim süreci ortaya koymaktadır. .
      Üretimi oluşturan farklı kısımların birbirleriyle ne şekilde değişildiklerini görmüş bulunuyoruz.(Kitap II, Part III [İkinci Cilt, Üçüncü Kısım. -Ed.]) Örneğin, değişen sermaye, maddi bakımdan, emekçilerin geçim araçlarından, kendi ürünlerinin bir kısmından oluşmaktadır. Ama bu onlara, parça parça, para olarak ödenmektedir. Kapitalist bunu yatırmak zorundadır, ama yeni değişen sermayeyi gelecek hafta, bir önceki hafta ödediği eski parayla ödeyebilmesi büyük ölçüde kredi sistemi örgütüne bağlıdır. Aynı şey, toplam toplumsal sermayeyi oluşturan çeşitli kısımlar arasında örneğin tüketim araçları ile, tüketim araçlarının üretim araçları arasındaki değişim için de geçerlidir. Bunların dolaşımı için paranın, görmüş olduğumuz gibi, değişimi yapan tarafların birisi ya da her ikisi tarafından yatırılmış olması gerekmektedir. Para bunun üzerine dolaşımda kalmakta, ama değişim tamamlandıktan sonra kendisini yatırana geri dönmektedir, çünkü, bu para, onun fiilen kullanılan sanayi sermayesinin üzerinde ve ötesinde yatırılmış bulunmaktadır. (Kitap II, Yirminci Bölüm). Gelişmiş bir kredi sisteminde, paranın bankerlerin (sayfa 470) elinde toplanmasıyla bu parayı yatıran, hiç değilse nominal olarak bankerler olmaktadır. Bu yatırım yalnızca dolaşımdaki parayla ilgilidir. Bu bir sermaye yatırımı değil, dolaşıma yapılan bir yatırımdır.
      Chapman: "5062. Halkın elinde büyük miktarlarda para olduğu halde,bunlara sahip olunamadığı zamanlar olabilir." Panik sırasında da para vardır; ama herkes bunu, borç verilebilir sermayeye, yani borç verilebilir paraya çevirmemek için gözünü dört açmaktadır; herkes bu paraya, gerçek ödeme gereksinmelerini karşılamak amacıyla sıkı sıkıya sarılmaktadır.
      "5099. Kırsal bölgelerdeki taşra bankerleri kullanmadıkları bakiyeleri size ve diğer firmalara gönderiyorlar değil mi? - Evet." - "5100. Öte yandan Lancashire ve Yorkshire bölgeleri sizden, işlerinde kullanmak üzere senetlerinin iskonto edilmesini istiyorlar? - Evet." - "5101. Demek ki, ülkenin bir kısmındaki fazla para, ülkenin öteki kısmındaki talebi karşılamak için kullanılıyor? - Evet, tamamen öyle."
      Chapman, bankaların, kendi fazla para-sermayelerini, kısa dönemler için eshama ve hazine bonolarına yatırma adetlerinin, son zamanlarda, bu paranın at call [emre hazır] yani istenildiğinde ödenilmek üzere borç verilmesinin yaygınlaşmasından beri epeyce azaldığını söylemektedir. O, şahsen bu gibi bonoların satın alınmasının hiç de pratik olmadığı kanısında. Bu yüzden o, parasını güvenilir poliçelere yatırıyor ve bunların bir kısmının her gün vadesi geldiği için, daima, günü gününe ne miktarda paranın eline geçeceğini bilmiş oluyor. [5101-5105.]
      İhracattaki büyüme bile kendisini az çok her ülke için, ama özellikle krediyi veren ülke için, iç para piyasası üzerinde, darlık dönemine kadar pek de hissedilmeyen artan bir talep olarak ortaya koymaktadır. İhracat arttığı zaman İngiliz fabrikatörleri, sevkedilen İngiliz mallarına karşılık ihracatçı tüccarlar üzerine genellikle uzun vadeli poliçeler çekiyorlar (5126). - "5127. Genellikle bu poliçelerin zaman zaman tekrar çekileceği konusunda bir uzlaşma sözkonusu değil mi? - [Chapman:] Bu, bizden saklanan bir şeydir; biz bu tür bir poliçeyi kabul edemeyiz. ... Bunun yapıldığını söyleyebilirim, ama böyle bir konu üzerinde konuşmam." [Masum Chapman.] "5129. Ülke ihracatında, geçen yıl olduğu gibi 20 milyon sterlinlik büyük bir artış olunca, bu, doğal olarak, bu ihracatı temsil eden poliçelerin iskontosu için büyük sermaye talebine yolaçmayacak mıdır? - Hiç kuşkusuz." - "5130. Bu ülke genel kural olarak, yapılan bütün ihracatlar için yabancı ülkelere kredi verdiğine göre, bu, bir süre için, buna tekabül edecek şekilde artmış bir sermayenin emilmesi olmayacak mıdır? - Bu ülke, muazzam kredi vermektedir; ama, daha sonra kendi hammaddesi için kredi almaktadır. Bize Amerika'dan daima 60 gün, öteki ülkelerden 90 gün vade tanınmaktadır. Öte yandan biz de kredi veriyoruz; Almanya'ya mal gönderdiğimizde, iki ya da üç ay veriyoruz."
      Wilson, Chapman'dan, İngiltere üzerine poliçelerin, ithal edilen bu (sayfa 471) hammaddeler ile sömürge mallarının gemiye yüklenmesiyle aynı anda çekilip çekilmediğini ve bu poliçelerin, yükleme belgeleriyle birlikte gelip gelmediğini soruyor (5131). Chapman öyle sanıyor, ama bu gibi "ticari" işlemler konusunda bilgisi bulunduğunu itiraf etmiyor, ve bu alanda uzman olanlardan sorulmasını tavsiye ediyor. - Chapman Amerika'ya ihracat yaparken, "malların transit olarak simgelendiğini," söylüyor 5133; bu karışık söz herhalde, İngiliz ihracatçısının, metalarına karşılık Londra'daki büyük Amerikan bankalarından birisine dört ay vadeli bir poliçe çektiği ve bu firmanın Amerika'dan maddi bir teminat getirdiği anlamına geliyor.
      "5136. Genel kural olarak, daha uzak yerlerle ticaret yapan, ve sermayesini, mallar satılana kadar bekleyen tüccarlar da yok mu? Kendilerine ait büyük servetleri olan, kendi sermayelerini yatırabilen ve mallarına karşılık avans almayan firmalar bulunabilir; ama, mallarının büyük kısmı, ünlü bazı eski firmaların poliçeleri ile avanslara çevrilmiş durumdadır." - "5137. Bu firmalar ... Londra'da ya da Liverpool'da, ya da bir başka yerde bulunmakta." - "5138. Bu nedenle, fabrikatörün kendi parasını yatırması ya da Londra'da ya da Liverpool'da para verecek bir tüccar bulması farketmemektedir; bu gene de bu ülkede verilen bir avans mıdır? - Tamamen öyle. Pek az durumda fabrikatörün bununla bir ilgisi vardır" [ama 1847'de neredeyse bütün durumlarda vardı]. "Diyelim, Manchester'de mamul mal ticareti yapan bir kimse, mal satın alır ve bunları Londra'daki dürüst bir firma aracılığı ile sevkeder; Londra'daki firma, bu malların hepsinin anlaşmaya uygun biçimde sandıklandığına kanaat getirirse, Hindistan'a, Çin'e ya da bir başka yere gönderilen bu mallar karşılığında, Londra'daki bu firma üzerine altı ay vadeli poliçe çeker; şimdi artık bankacılık alemi işe karışır ve bu poliçeyi onun için iskonto eder; böylece, malların bedelini ödeme zorunda olduğu tarihte, bu poliçenin iskonto edilmesi yoluyla para sağlamış olur." - "5139. O, bu parayı elde etmiştir ama, banker de kendi parasını elinden çıkartmıştır, değil mi? - Bankerin elinde de poliçe vardır, banker bu poliçeyi satın almıştır; o, kendi banka sermayesini, bu şekilde, yani ticari poliçeleri kırmak suretiyle kullanmaktadır." [Demek ki, Chapman bile poliçe iskonto etmeye bir para avansı olarak değil, ama bir meta satın alınması olarak bakmaktadır. -F. E.] - "5140. Bu gene de, Londra'da para piyasası üzerindeki talebin bir kısmını teşkil etmektedir? - Hiç kuşkusuz, bu, para piyasasının ve İngiltere Bankasının bellibaşlı uğraşıdır. İngiltere Bankası bu poliçeleri elde etmekten bizim kadar memnundur, çünkü bunun iyi bir yatırım olduğunu bilirler." - "5141. Bu şekilde, ihracat arttıkça, para piyasası üzerindeki talep de artmış olmuyor mu? - Ülkenin gönenci arttıkça biz" [Chapman'lar] "buna katılmış oluyoruz." - "5142. Demek ki, sermayenin kullanımı için bu çeşitli alanlar birdenbire artınca, hiç kuşkusuz, bunun doğal sonucu olarak, faiz oranı da yüksek olacaktır? - Kesinlikle öyle." (sayfa 472)
      5143'te Chapman, "yapılan büyük ihracatımız karşısında, külçe için böylesine bir gereksinmemiz olduğunu hiç anlayamıyor."
      5144'te saygıdeğer Wilson soruyor: "İhracatımız için, yaptığımız ithalat için, almış olduğumuzdan daha fazla kredi vermiş olmuyor muyuz? - Ben de bu noktada kuşkuluyum. Bir kimse, Manchester'deki mallarının Hindistan'a gönderilmesini kabul ettiğinde, sizin on aydan daha kısa bir süreyi kabul etmemiz olanaksızdır. Hindistan bize ödeme yapmadan bir süre önce, pamuğu için bizim Amerika'ya ödeme yapmamız gerekiyor (bu tamamen doğrudur); ama gene de o, işlerinde oldukça hassastır." - "5145. Geçen yıl olduğu gibi mamul mallar ihracatımızda 20 milyon sterlinlik bir artış olsa, bu artan mal miktarını telafi etmemiz için hammadde ithalatımızda eskisine göre çok büyük bir artış olması zorunlu olacaktır" [ve bu şekilde, aşırı-ihracat, aşırı-ithalat ile aşırı-üretim, aşırı-ticaret ile bir tutulmuş oluyor] "değil mi? - Hiç kuşkusuz öyle." - "5146. Çok önemli miktarda hesap bakiyesi ödememiz gerekecek, yani hiç kuşkusuz o sırada hesap bakiyesi aleyhimizde olacak, ama uzun vadede Amerika ile ... döviz hesabı lehimizdedir ve bir süredir Amerika'dan büyük miktarda külçe almaktayız."
      5148. Wilson, tefecibaşı Chapman'a, aldığı yüksek faiz oranını, büyük bir gönencin ve yüksek bir kâr oranının belirtisi diye kabul edip etmediğini soruyor. Chapman besbelli bu lafebesinin bönlüğüne şaşarak, doğal olarak, bunu doğruluyor, ama şunları ekleyecek kadar da dürüst davranıyor: "Başı sıkışan kimseler de vardır ve bunların yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülükleri vardır; kârlı olsun olmasın bunları yerine getirmeleri gerekir; ama bunun sürekliliği" [yani, yüksek faiz oranının devamı] "gönencin belirtisi olabilir." - Her ikisi de, yüksek bir faiz oranının, aynı zamanda, 1857'de olduğu gibi, ülkenin, başkalarının cebinden ödedikleri için yüksek bir faizi ödeyebilen (ve böylece de, herkes için faiz oranının belirlenmesine yardımcı olan) gezginci kredi şövalyeleri tarafından perişan edildiğinin, oysa bu arada kendilerinin gelecek kârlar üzerinden beyler gibi yaşadıklarının belirtisi olabileceğini de unutuyorlar. Aynı zamanda bu, fabrikatörler ile başkaları için de çok kârlı bir iş sağlayabilir. Borç sisteminin sonucu olarak geriye ödemeler tamamen aldatıcı hale gelir. Faiz oranı yüksek olduğu sırada, başkalarından daha düşük bir oranla iskonto yaptığı için, İngiltere Bankasını ilgilendirdiği kadarıyla, herhangi bir açıklamayı gerektirmemekle birlikte, aşağıdaki noktaları da açıklığa kavuşturmuş olur.
      "5156. Diyebilirim ki," diyor Chapman, "uzun bir süredir yüksek bir faiz oranının bulunduğu şu sıralarda, iskontolarımız en üst düzeydedir." [Chapman bu sözleri, çöküntüden iki ay önce, 21 Temmuz 1857'de söylemişti.] - "5157. 1852'de" [faiz oranı küçük iken] "iskontolarımız bu kadar yüksek değildi." Çünkü işler, o sırada gerçekten epeyce daha sağlıklıydı.
      "5159. Piyasada büyük bir para akışı varken ... ve banka oranı düşük (sayfa 473) iken, bir poliçe azalması olur. ... 1852'de, tümüyle farklı bir gidiş vardı. Ülkenin ithalat ve ihracatı hiç bir zaman şimdiki düzeyde olmamıştı." - "5161. Bu yüksek iskonto oranı ile iskontolarımız, 1854'teki kadar çoktu." [Faiz oranının 5 ile 5½ arasında olduğu sırada.]
      Chapman'ın tanıklığının çok eğlenceli bir kısmı, bu insanların, halkın parasına gerçekten nasıl kendi paraları gözüyle baktıklarını ve iskonto ettikleri poliçelerin devamlı çevrilebilirlik hakkını nasıl kendilerinde gördüklerini açıklamaktadır. Sorular ve yanıtlar büyük bir bönlüğü ortaya koymakta. Büyük firmalarca kabul edilen poliçelerin her an paraya çevrilmesini sağlamak, ve İngiltere Bankasının, her türlü koşul altında bunların bill broker'lar için reeskontunu sağlamasını temin etmek, yasakoyucunun yükümlülüğü haline geliyor. Ve gene de 1857'de, 8 milyon olan borçlarıyla kıyaslandığında çok küçük sermayeleri olan, böyle üç bill broker iflas etti. "5177. Bu sözlerinizle onların," [yani, Baring'ler ya da Loyd'lar tarafından kabul edilen poliçelerin] "şimdi İngiltere Bankasının zorunlu olarak altınla değiştirilebilir banknotları gibi, zorunlu olarak iskonto edilmesi gerektiği inancında olduğunuzu mu söylemek istiyorsunuz?, - Bunların iskonto edilmemesinin çok esef verici bir şey olacağı inancındayım; elinde, Smith, Payne and Co., ya da Jones, Loyd and Co. firmalarının poliçeleri bulunan bir kimsenin, bunları iskonto ettiremediği için ödemeyi durdurmak zorunda kalması çok olağanüstü bir durum." - "5178. Messrs. Baring'in sözleşmesi, poliçenin vadesi geldiğinde belli bir miktar paranın ödenmesini zorunlu kılmıyor mu? - Bu tamamen doğru; ama Messrs. Baring, bu sözleşmeyi yaptığında ve, böyle bir sözleşmede bulunan diğer her tüccar bunu hiç bir zaman altın sterlin olarak ödemeyi akıllarına bile getirmezler; bunu, Clearing House'da ödeyeceklerini düşünürler." - "5180. Halka henüz poliçenin vadesi gelmeden, bunu herhangi bir kimseye iskonto ettirecek para isteme hakkını verebilecek bir sistemin bulunmasını mı düşünüyorsunuz? - Hayır, poliçeyi kabul edenden değil; ama eğer siz bununla, bizim iskonto edilmiş ticari poliçeleri elde etmemizin olanaksızlığını anlatmak istiyorsanız, durumu baştan sona değiştirmemiz gerekir." - "5182. Öyleyse siz onun," [ticari poliçenin] "aynı, İngiltere Bankası banknotlarının altına çevrilebilir olması gibi, paraya çevrilebilir olması gerektiği kanısındasınız? - Bazı koşullar altında tamamen öyle." - "5184. Demek ki, sizce currency ile ilgili mevzuat öyle olmalı ki, sağlam nitelikte bir poliçe her an, tıpkı banknot gibi kolayca değişilebilmelidir? - Evet öyle." - "5185. İngiltere Bankasının ya da herhangi bir kimsenin yasayla bunu değiştirme zorunda olması gerektiğini mi söylemek istiyorsunuz? - Benim söylemek istediğim, currency ile ilgili yasa hazırlanırken, sağlam ve yasal olması kaydıyla ülkedeki poliçelerin paraya çevrilmeme olasılığını engelleyen hükümler getirilmelidir." - Banknotların altına çevrilmesine oranla, ticari poliçelerin paraya çevrilmesi işte budur. (sayfa 474)
      "5190. Ülkedeki para-tüccarları aslında yalnızca halkı temsil ederler." Tıpkı Bay Chapman'ın daha sonraları, Davidson davasında, mahkeme önünde halkı temsil etmesi gibi. Bkz: Great Ciıy Frauds.[3*]
      "5196. Üç ayın sonunda" [temettüler ödendiği zaman] "mutlaka ... İngiltere Bankasına gitmemiz gerekiyor. Temettülerin ödenmesi için dolaşımdan, gelirin 6-7 milyon sterlinini çektiğinizde, o arada birisinin bunu sağlaması gerekir. " - [Bu duruma göre, sözkonusu olan, sermaye ya da borç sermayesi değil, para arzıdır.]
      "5169. Bizim ticari çevremizi tanıyan herkesin bilmesi gerekir ki, hazine tahvillerini satma olanağını bulamadığımız, Hindistan tahvillerinin hiç bir işe yaramadığı, birinci derecede ticari poliçeleri iskonto ettiremediğiniz bir duruma düşünce, yaptıkları iş gereği, talep üzerine dolaşım aracı ödemek durumunda bulunanların -ki, bütün bankerler bu durumdadır- büyük bir endişeye kapılmaları doğaldır. Bunun sonucu ise herkesin rezervini iki katına çıkartması oluyor. Aşağı yukarı 500 dolayında bulunan bütün taşra bankerlerinin, Londra'daki muhabirlerine banknot olarak 5.000 sterlin göndermelerini istemeleri üzerine, bütün ülkede bunun etkisinin ne olacağını görürsünüz. Böylesine sınırlı miktarı ortalama olarak alsak bile, -ki düpedüz abes bir şeydir- dolaşımdan 2.500.000 sterlin çekilmiş olacaktır. Peki bu miktarı kim sağlayacak?"
      Öte yandan, elinde parası bulunan özel kapitalistler, vb., faiz ne olursa olsun parayı vermeye yanaşmıyorlar; bunlar da Chapman'ın ağzıyla konuşuyorlar: "5195. Gerektiğinde parayı geri almak kuşkusunu taşımaktansa hiç faiz almamak yeğdir."
      "5173. Sistemimiz şöyledir: Bir anda ulusal sikke ile ödenmesi talep edilebilecek 300 milyon sterlin borç bulunsa, bu miktarın tamamının karşılığı 23.000.000 kağıt sterlin ya da buna yakın bir meblağ tutar; bu bizi her an kıvrandırabilecek bir durum değil midir? İşte bunalım sırasında kredi sisteminden birdenbire para sistemine geçişin sonucu.
      Bunalım sırasında ülke içersindeki panikten başka, bir para miktarından, ancak külçe altın, evrensel para olduğu ölçüde sözedilebilir. Oysa Chapman'ın hiç sözünü etmediği de bu; o yalnız banknot olarak kağıt paradan sözediyor.
      Aynı Chapman: "5218. Para piyasasındaki düzensizliğin bellibaşlı nedeni" [1847 Nisan ayı ile daha sonra ekim ayındaki] "o yılki olağanüstü ithalat sonucu, takaslarımızı düzenlemek için gerekli para miktarı idi".
      Her şeyden önce, bu dünya piyasası para rezervi o sırada en alt düzeye indirilmişti. Sonra bu aynı zamanda, kredi-parası ile banknotların çevrilebilirliği için güvence olarak iş görüyordu. Bu şekilde, tamamen farklı iki işlevi birleştiriyordu, ama bunların her ikisi de, paranın niteliğinden ileri geliyordu, çünkü, gerçek para daima dünya piyasa parasıdır (sayfa 475) ve kredi-parası daima dünya piyasa parası üzerine dayanır.
      1847'de, 1844 tarihli Bank Act yürürlükten kaldırılmaksızın, "Clearing House'ların, işlerini düzenlemesi olanaksızdı." (5221.)
      Ama Chapman ne de olsa kaçınılmaz bunalımı sezmişti: "5236. Para piyasasında bazı durumlar vardır ki (ve bugünkü durum buna çok yakındır); para elde edilmesi son derece güçtür ve Bankaya başvurulması zorunludur ".
      "5239. Bizim, Bankadan, 1847 Ekiminin 19, 20, ve 22'sinde, cuma, cumartesi ve pazartesi günleri aldığımız meblağlar ile ilgili olarak, eğer biz gelecek çarşamba günü senetleri alabilirsek ne mutluydu bize; para tekrar bize doğrudan doğruya akmış, panik bitmişti." - 23 Ekim salı günü Bank Act yürürlükten kaldırılmış ve böylece bunalım sona ermişti.
      Chapman, aynı Londra üzerine çekilen poliçelerin, 100-120 milyon sterlin tuttuğuna inanıyor (5274). Bu meblağ, taşra firmaları üzerine çekilen yerel poliçeleri içermiyor.
      "5287. 1856 Ekiminde, halkın elindeki banknot tutan, 21.155.000 sterline ulaştığı halde, para bulmada olağanüstü bir güçlük vardı; halkın elinde bu kadar para olduğu halde biz elimizi süremiyorduk." - Bu durum, Eastern Bank'ın bir süre için (Mart 1856) içine düştüğü sıkışıklığın yolaçtığı korkudan ileri geliyordu.
      5290-92. Panik sona erer ermez, "kârlarını faizden sağlayan bütün bankerler, hemen parayı kullanmaya başladılar."
      5302. Chapman, banka rezervleri azaldığı andaki huzursuzluğu, mevduatlar ile ilgili endişeye bağlı olarak açıklamıyor, ama daha çok, birdenbire büyük paralar ödemek zorunda kalabilecek kimselerin hepsinin de, para piyasasında bir darlık olduğu anda, son sığınak olarak bankaya başvurabileceklerini çok iyi bildiklerini söylüyor; ve "eğer bankaların rezervleri çok küçük ise, bunlar bizi görmekten pek hoşlanmazlar, tam tersine."
      Ne varki bu rezervlerin gerçek büyüklük olarak eriyip gittiğini görmek de çok hoş. Bankerler günlük işlerinin gerektirdiği kadar küçük bir miktarı, ya kendi ellerinde ya da İngiltere Bankasında tutmakta, bill broker'lar, herhangi bir rezerv olmaksızın "ülkedeki akışkan banka parasını" elde bulundurmakta. Ve İngiltere Bankasının elinde mevduatlar karşılığı borçlarını dengelemek için, bankerlere ve başkalarına ait yedeklerle, çok düşük bir düzeye, diyelim 2 milyon sterline kadar düşmesine izin verdiği bazı public deposits (devlet mevduatı), vb. dışında bir şey bulunmamakta. Kağıt olarak bu 2 milyon dışında, demek ki bütün bu spekülasyonun, darlık zamanlarında külçe rezervinden başka bir yedeği bulunmamakta (ve bu da yedeği azaltmakta, çünkü dışarı giden külçeye karşılık gelen banknotların da geçersiz kılınması gerekmektedir), ve böylece, dışarıya altın akışı yoluyla bu yedekteki her küçülme, bunalımı artırmaktır.
      "5306. Clearing House'da ticari işlemleri tasfiye etmek için para (sayfa 476) bulunmadığı takdirde, bence bundan sonraki tek seçenek, bir araya gelerek, ödemelerimizi birinci sınıf poliçelerle, Hazine üzerine, Messrs, Smith, Payne, vb., üzerine çekilecek poliçelerle yapmaktır." - "5307. Demek oluyor ki, hükümet size dolaşım aracı sağlamakta başarı gösteremediği taktirde, bunu siz kendiniz icad edeceksiniz? - Başka ne yapabiliriz? Halk gelip dolaşım aracını elimizden alıyor; para bulunmuyor." - "5308. Onların haftanın her günü Manchester'de yaptıklarını, demek, siz de Londra'da yapmış olacaksınız? - Evet."
      Cayley'in (Attwood okuluna bağlı bir Birmingham'lı), Overstone'un sermaye anlayışıyla ilgili olarak sorduğu bir soruya Chapman'ın yanıtı özellikle kurnazcadır: "5315. Bu komitede, 1847 bunalımı gibi bir bunalım sırasında, herkesin aradığı şeyin para değil sermaye olduğu söylendi, bu konuda düşünceniz nedir? - Bunu anlayamadım; biz yalnızca para ticareti yapıyoruz; bununla ne demek istediğinizi anlayamıyorum." - "5316. Eğer siz onunla [ticari sermaye] bir kimsenin kendi işinde kullandığı para miktarını kastediyorsanız, buna sermaye diyorsanız, birçok durumda, bu, kendisine halk tarafından" -Chapman'ların aracılığı ile- "verilen kredi yoluyla işlerinde kullandığı paranın çok küçük bir kısmını oluşturur."
      "5339. Bizim madeni parayla ödeme yapmamıza son verdiren şey, zenginlik isteği midir? - Kesinlikle değil. ... Bunun nedeni zenginlik isteğimiz değil, çok yapay bir sistem içersinde hareket etmemizdir; dolaşım aracımız üzerinde çok büyük bir talebin eşiğine vardığımızda (superincumbant), bu dolaşım aracını elde etmemizi engelleyen durumlar doğabilir; ülkenin bütün ticari sanayii felce mi uğrayacak? Bütün istihdam yollarını kapatacak mıyız?" - "5338. Ödemelerimizi madeni parayla yapmaya devam mı edelim, yoksa, ülke sanayiini mi devam ettirelim sorusu sorulsa, ben, bunu bırakalım demekte hiç duraksamam."
      "Bunalımı artırmak ve sonuçlarından yararlanmak amacıyla," [5358] banknot istif edilmesiyle ilgili olarak, bunun çok kolay olabileceğini söylüyor. Bunun için, üç büyük banka yeterli olabilir. "5383. Bu ticaret merkezindeki büyük alışverişlerle yakın ilgisi bulunan bir insan olarak, kapitalistlerin, pençelerine düşen kimselerin mahvolup gitmelerinden büyük kârlar sağlamak için bu bunalımlardan yararlandıklarını bilmeniz gerekmez mi? - Bunun böyle olduğuna hiç kuşku yok." - Ve biz bu konuda; ticari bir deyişle "kurbanların mahvolup gitmesinden muazzam kârlar" elde etme çabası içersinde, ensonu kendi ipini kendi eliyle çekmekle birlikte, bay Chapman'a pekala inanabiliriz. Ortağı Gurney de şöyle diyor: Bu işleri bilen için, işlerdeki her değişiklik bir yarar sağlar, Chapman diyor ki: "Toplumun bir kesiminin, öteki kesimden hiç haberi yok; bunlardan birisi, örneğin, kıtaya ihracat yapan, ya da kullandığı hammaddeyi ithal eden fabrikatör; bunun, külçe işiyle uğraşan kimse ile ilgili hiç bir bilgisi yok." (5046.) - Ve böylece, günlük güneşlik bir günde Gurney ile Chapman'ın kendileri de, "bu konuda bilgileri olmadığı" (sayfa 477) için, o mahut iflasla yüzyüze geldiler.
      Daha önce de gördüğümüz gibi, banknot çıkartılması her zaman bir sermaye avansı anlamını taşımıyor. Tooke'un, Lordlar Kamarasının C. D. 1848 Komitesindeki aşağıdaki tanıklığı, yalnızca, bir sermaye avansının, yeni banknotlar çıkartılması yoluyla bir banka tarafından bile gerçekleştirilmiş olsa bile, mutlaka dolaşımdaki banknot sayısında bir artışı belirtmediğini göstermektedir.
      "3099. Örneğin, İngiltere Bankasının, avanslarını büyük ölçüde genişlettiği halde, ek banknot çıkartılmasına yolaçmayacağına inanıyor musunuz? - Bunu kanıtlayan pek çok olgu var; en çarpıcı örneklerden birisi 1835'te, Bankanın, Doğu Hint mevduatları ile Doğu-Hint Kumpanyasından alınan borçları, halka verilen daha büyük avanslarda kullanmasıydı. O sırada halkın elinde bulunan banknot miktarı aslında daha da azalmıştı. Ve 1846'da, demiryolu mevduatının bankalara ödenmesi sırasında da buna benzer bir tutarsızlık görülmüştü; senet ve tahviller (iskonto edilen ve mevduat olarak) yaklaşık otuz milyona çıkmıştı, oysa bunun halkın elindeki banknot miktarında farkedilebilir bir etkisi olmamıştı."
      Banknotlar dışında, toptan ticaretin, çok daha önemli bir başka dolaşım aracı daha vardır: poliçeler. Sağlam poliçelerin her yerde ve her koşul altında kabul edilmesinin, işlerin düzenli akışı için ne denli önemli olduğunu Bay Chapman bize göstermişti. "Gilt nicht mehr der Tausves Jontof, was soll gelten, Zeter, Zeter!"[4*] Bu İki dolaşım aracı arasında acaba ne gibi bir bağıntı vardır?
      Gilbart bu konuda şöyle yazıyor: "... Banknot dolaşım miktarındaki azalma, poliçe dolaşım miktarını düzenli olarak artırır. Bu poliçeler iki sınıftır: ticari poliçeler ve banker poliçeleri ... para kıtlaşınca borç para verenler, 'bizim üzerimize poliçe çekin, biz kabul ederiz' derler. Ve bir taşra bankeri, nakit verecek yerde, müşterisi için poliçe iskonto edince, ona, Londra'daki temsilcisi üzerine yirmibir günlük kendi çekini verir. Bu poliçeler, dolaşım aracı olarak hizmet ederler."(J. W. Gilbart, An Inquiry into the Causes of the Pressure, etc., s. 31.)
      Bunu Newmarch biraz değişik bir biçimde doğruluyor, B. A. 1857, n° 1426:
      "Poliçe dolaşım miktarındaki dalgalanmalar ile banknot dolaşımındaki dalgalanmalar arasında bir bağıntı yoktur ... oldukça düzenli biricik sonuç ... para piyasası üzerinde, iskonto oranındaki bir yükselme ile kendisini gösteren bir baskı olduğu sıralarda, poliçe dolaşım hacminde büyük bir artış olduğudur, ve bunun tersi de doğrudur."
      Bununla birlikte, bu gibi zamanlarda çekilen poliçeler hiç bir zaman, Gilbart'ın dediği gibi yalnız kısa vadeli banka-çekleri değildir. Tersine (sayfa 478) bunlar çoğunlukla ve gerçek alışverişleri hiç bir şekilde temsil etmeyen ya da yalnızca üzerlerine poliçe çekilmesi amacıyla yapılan işlemleri temsil eden hatır senetleridir; bunların her ikisinin de yeteri kadar örneğini vermiş bulunuyoruz. Economist (Wilson) bu poliçeler ile banknotların güvenilirliğini karşılaştırırken şöyle diyor: "Talep üzerine ödenilebilir banknotların fazlalığı, hiç bir zaman piyasada tutulamazlar, çünkü bu fazlalık, ödeme için daima bankaya dönecektir, oysa, iki ay vadeli poliçeler, çok fazla miktarlarda çekilebilir, çünkü bunların vadesi gelip de diğerleri ile değiştirilmelerine kadar herhangi bir denetim sözkonusu değildir. Uzak bir tarihte ödenecek olan poliçelerin dolaşımının güvenilir diye kabul edilip de, talep üzerine ödenen kağıt paranın dolaşımının güvenliğine karşı çıkmak bizim için tamamen açıklanamaz bir şeydir. " (Economist, May 22, 1847, s. 575.)
      Dolaşımdaki poliçe miktarı bu nedenle, tıpkı banknotlar gibi yalnızca, iş ve ticaretin gereksinmeleri ile belirlenir; olağan zamanlarda, Birleşik Krallık'ta 1850 ile 1860 arasında, dolaşımda, 39 milyon banknota ek olarak, yaklaşık 300 milyon poliçe bulunuyordu ve bu poliçelerin 100-120 milyonu yalnız Londra üzerine çekilmişti. Dolaşımdaki poliçe hacminin, banknot dolaşımı üzerinde bir etkisi yoktur, ancak para darlığı sırasında, poliçe miktarı artıp da nitelikleri bozulunca, dolaşımdaki banknot miktarının, poliçe miktarı üzerinde bir etkisi olduğu görülür. Ensonu, bunalım döneminde, poliçe dolaşımı bütünüyle çöker; herkes nakit ödeme kabul ettiği için, ödeme vaadi artık geçersiz duruma gelir; yalnızca banknot, hiç değilse İngiltere'de, dolaşım gücünü korur, çünkü, toplam serveti ile ulus, İngiltere Bankasını desteklemektedir.



      Ne de olsa kendisi de 1857'de para piyasasının kodamanlarından olan Bay Chapman'm bile Londra'da, istediği anda tüm para piyasasını altüst edebilecek ve böylece daha küçük para ticareti yapanlara kan kusturabilecek güçte birkaç büyük para-kapitalistin bulunduğundan acı acı yakındığını görmüş bulunuyoruz. Bir-iki milyon değerinde esham satıp, piyasadan buna eşit banknot (ve aynı zamanda borç sermayesi) çekerek, bir darlığı önemli ölçüde yoğunlaştırabilecek böyle birkaç para kapkaççısının olduğunu söylüyordu. Üç büyük bankanın elele vermesiyle mevcut darlık buna benzer manevralarla bir paniğe çevrilebilirdi.
      Londra'daki en büyük sermaye gücü hiç kuşkusuz İngiltere Bankasıdır, ama, yarı-hükümet kuruluşu olarak statüsü, yetkisini böyle zalim bir şekilde ortaya koymaktan onu alıkoyuyordu. Gene de, özellikle 1844 tarihli Banka Yasasından beri o da, küpünü doldurmanın yollarını öğrenmişti.
      İngiltere Bankasının 14.553.000 sterlinlik bir sermayesi olduğu gibi, buna ek olarak da emrinde 3 milyon sterlinlik "bakiye", yani dağıtılmamış (sayfa 479) kâr ve, gerekli olana kadar Bankaya yatırılması gereken vergi, vb. olarak hükümet tarafından toplanan bütün para bulunuyordu. Biz buna bir de, normal zamanlarda yaklaşık 30 milyon sterlin tutarındaki öteki mevduatlar ile, herhangi bir rezerve dayanmaksızın çıkartılan banknotları katarsak, Newmarch'ın aşağıdaki sözlerinin (B. A. 1857, n° 1889) oldukça ılımlı bir tahmin olduğunu görürüz: "Para piyasasında (Londra) sürekli olarak kullanılan fonların tutarının, 120 milyon sterlin kadar bir şey olabileceğini rahatlıkla söyleyebilirim; bu 120 milyon sterlinin çok önemli bir kısmı, aşağı yukarı yüzde 15-20 kadarı, İngiltere Bankası tarafından kullanılmaktadır."
      Bankanın, kasalarındaki külçe rezervi tarafından karşılanmamak üzere çıkarttığı banknotlar ile, kendisi için yalnız dolaşım aracı değil, bu karşılıksız banknotların nominal tutarında -hayali olsa bile- bir ek sermaye teşkil eden değer sembolleri de yaratmış olur. Ve bu ek sermaye, ek kâr getirir. - 1857 Banka Yasasında Wilson, Newmarch'a soruyor: "1563. Bir bankerin dolaşım aracı, ortalama düzeyde tutulduğu sürece, bu bankerin fiili sermayesine bir ektir, değil mi? - Tabii öyle." - "1564. Demek ki, bu dolaşımdan elde ettiği kâr, fiilen sahip bulunduğu sermayeden değil, krediden sağlanan bir kâr oluyor? - Elbette."
      Aynı şey, banknot çıkartan özel bankalar içinde doğrudur. 1866-1868 numaralı yanıtlarında Newmarch, bunlar tarafından çıkartılan bütün banknotların üçte-ikisini (son üçte-birin, bu bankalardaki külçe rezervler tarafından karşılanması gerekiyor), bu miktarda sikke tasarruf edildiği için, "bir o kadar sermaye yaratılması olarak" kabul ediyor. Bunun sonucu olarak bankerin kârı, öteki kapitalistlerden daha büyük olmayabilir. Böyle de olsa, bu kârı onun, bu ulusal sikke tasarrufundan sağladığı gerçeği gene ortadadır. Ulusal bir tasarrufun özel bir kâr halini alması olgusu burjuva iktisatçılarını zerre kadar şaşırtmamakta, çünkü genellikle kâr, ulusal emeğe elkonulmasıdır. Örneğin -çıkarttığı banknotların sırf devlet sayesinde kredisi olan- İngiltere Bankasının (1797-1817) devletten, yani halktan, devlet borçları üzerinden faiz biçiminde ödemeler alarak, devletin aldığı güce dayanarak aynı banknotları kağıttan paraya çevirmesinden ve sonra da bunu tekrar devlete borç vermesinden daha saçma bir şey olabilir mi?
      Ne var ki, bankaların sermaye yaratma için başka yolları da var. Gene Newmarch'a göre, taşra bankaları, yukarda söylendiği gibi, ellerindeki fazla fonları (yani, İngiltere Bankası banknotlarını), iskonto edilmiş poliçeler karşılığında Londra'daki bill broker'lara göndermeyi adet haline getirmişler. Bu poliçeler ile banka kendi müşterilerine hizmet etmekte, çünkü kendi yerel müşterilerinden aldığı poliçeleri, yaptığı ticari işlerin kendi yöresinde bilinmesine engel olmak için tekrar kullanmama kuralını izlemektedir. Londra'dan alınan bu poliçeler yalnız, Londra'da doğrudan doğruya ödemeler yapmak zorunda bulunan ve bankanın Londra üzerine kendi çekini tercih etmeyen müşterilere hizmet etme (sayfa 480) amacını yerine getirmekle kalmaz, ayrıca, bankerin cirosu bunlar için yerel kredi sağladığı için, yerel ödemelerin tasfıye edilmelerine de hizmet etmiş olurlar. Böylece, örneğin Lancashire'da, bütün yerel bankaların kendi banknotları ile, İngiltere Bankasına ait banknotların büyük bir kısmı, bu gibi poliçeler tarafından dolaşım dışına sürülmüştür. (Ibid., 1568-1574.)
      Böylece biz, burada, bankaların, 1) kendi banknotlarını çıkartmak, 2) Londra'ya, vadesi 21 gün olan ama çekilir çekilmez karşılığı nakit olarak hemen kendilerine ödenen çekler çekmek ve, 3) her şeyden önce ve aslında banka aracılığı ile yapılan ciro nedeniyle -hiç değilse o bölgeyi ilgilendirdiği kadarıyla- bir krediye haiz bulunan iskonto edilmiş poliçelere ödeme yapmak suretiyle bankaların nasıl kredi ve sermaye yarattıklarını görmüş bulunuyoruz.
      İngiltere Bankasının gücünü, piyasa faiz oranını düzenlemesi ortaya koyar. Normal faaliyet sıralarında Banka, külçe rezervinden dışarıya olan ılımlı altın akışına, ödeme aracına olan talep, son otuz yıl boyunca önemli ölçüde sermaye gücü kazanan özel bankalar, hisse senetli bankalar ve bill broker'lar tarafından karşılandığı için, iskonto oranını yükselterek[12] engel olamaz. Böyle bir durumda, İngiltere Bankasının başka çarelere başvurması gerekir. Ama Banker Glyn'in (Glyn, Mills, Currie ve Ortakları firmasından), 1848-57 ticari bunalımını araştıran Commercial Distress Komisyonunda söylediği sözler kritik dönemler için hâlâ gerçekliğini korumaktadır: - "1709. Ülke üzerindeki büyük baskı koşulları altında, İngiltere Bankası faiz oranını düzenler." - "1710. Olağanüstü bunalım dönemlerinde ... özel bankerler ile simsarların (brokers) iskontoları nispeten sınırlı hale gelince, bu işi yerine getirmek İngiltere Bankasının üzerine düşmekte ve o zaman piyasa oranını düzenleme gücüne bu banka sahip bulunmaktadır."
      Şu da var ki, hükümetin koruması altında bulunan ve bunun getirdiği ayrıcalıklardan yararlanan bir kamu kuruluşu olan İngiltere Bankası, gücünü, öteki özel girişimlerin yaptığı gibi, insafsızca kötüye kullanamaz. Bu nedenle Hubbard, Bankacılık Komitesinde (B. A. 1857) şöyle demektedir: "2844. [Soru:] İskonto oranı en yüksekken, Banka, gidilecek en ucuz yer ve en düşükken bill broker'lar en ucuz firmalardır, değil mi? - [Hubbard:] Bu daima böyle olacaktır, çünkü İngiltere Bankası hiç bir zaman rakipleri kadar düşük düzeye inmemekte ve iskonto oranı en yüksekken, hiç bir zaman aynı yükseklikte olmamaktadır." (sayfa 481)
      Ne yazık ki, darlık zamanlarında İngiltere Bankasının, özel deyimiyle piyasayı sıkıştırması, yani zaten ortalamanın üzerinde bulunan faiz oranını daha da yükseltmesi, iş hayatında gene de ciddi bir olaydır. "Banka, piyasayı sıkıştırmaya başlar başlamaz, dışarıya ihracat için bütün satın almalar hemen kesilmekte ... ihracatçılar, fiyatlar, depresyonun en düşük noktasına ulaşana kadar beklemekte ve ancak o zaman satın almada bulunmaktadırlar. Ama bu noktaya varılınca kurlar düzenlenmekte - depresyonun en düşük noktasına ulaşana kadar, altın ihracı durmaktadır. İthalat için mal satın alınması, dışarıya gönderilmiş bulunan altının bir kısmının geriye gelmesini sağlayabilir ama bunlar, dışarıya akışa engel olamayacak kadar geç gelmektedirler." (J. W, Gilbart, An lnquiry into the Causes of the Pressure on the Money-Market, London 1840, s. 35.) - "Dolaşım aracını, döviz kurları ile düzenlemenin bir başka etkisi de, kıtlık sıralarında, çok yüksek bir faiz oranına yolaçmasıdır." (loc. cit., s. 40.) "Kambiyo kurlarının düzeltilmesinin yükü, ülkedeki üretken sanayiin omuzlarına yüklenmekte, oysa, bu sırada İngiltere Bankasının kârları, işlerini daha az miktarda değerli madenle yürütmesi sonucu, fiilen büyümektedir." (loc. cit., s. 52.)
      Ama, Samuel Gurney dostumuz da der ki: "Faiz oranındaki büyük dalgalanmalar, bankerler ile tefeciler için yararlıdır - konjonktürdeki bütün dalgalanmalar, işini bilen kimse için yararlıdır." Piyasadaki istikrarsızlığı insafsızca sömürerek Gurney'ler işin kaymağını topladığı halde, İngiltere Bankası bunu aynı rahatlıkla yapamıyor ama, işlerin genel durumunu saptama konusunda sahip oldukları olağanüstü olanaklar sayesinde, yöneticilerin ceplerine dolan kişisel kârlar bir yana, gene de oldukça tatlı bir kâra konuyor. Nakit ödemelere başlandığında, 1817 tarihli Lordlar Kamarası Komitesine sunulan bilgilere göre, 1797'den 1817 tarihine kadar geçen bütün dönem için İngiltere Bankasının sağladığı bu kârlar şu şekilde idi:

Bonolar ve temettü artışları

7.451.136

Sahipleri arasında bölüşülen yeni hisse senetleri

7.276.500

Sermayenin artan değeri

14.553.000

Toplam

29.280.636


      Bu sonuç, 11.642.100 sterlin üzerinden 19 yıllık bir dönemde alınan bir sonuçtur. (D. Hardcastle, Banks and Bankers, 2nd ed., London 1843, s. 120.) Nakit ödemeleri 1797'de durduran İrlanda Bankasının toplam kazancını da aynı yöntemle değerlendirecek olursak, şu sonuçları elde ederiz:

1821'de verilmesi gereken temettüler

4.736.085

Deklere edilen bonolar

1.225.000

Aktif artışı

1.214.800

Sermayenin artan değeri

4.185.000

Toplam

11.360.885


      Bu, 3 milyon sterlinlik bir sermaye üzerinden alınan sonuçtur. (Ibid., s. 363-64)[5*] (sayfa 482)
      Ve bütün bunlar, merkezileşmenin faziletleri üzerine yapılan konuşmalardan sonra! Odak noktası sözde ulusal bankalar ile büyük para tüccarları ve bunların çevresindeki tefecilerden oluşan kredi sistemi, büyük bir merkezileşmeyi içermekte ve bu parazitler sınıfına yalnızca, zaman zaman sanayici kapitalistleri soyma olanağını vermekle kalmamakta, aynı zamanda da fiili üretime en tehlikeli biçimde burnunu sokma gücünü vermektedir - ve bu çete, üretim konusunda hiç bir şev bilmediği gibi, onunla en ufak bir ilgisi de bulunmamaktadır. 1844 ve 1845 tarihli yasalar, sayılan, maliyeciler ve stock-jobbers [borsa komisyoncuları] ile artan bu eşkıyaların büyüyen gücünün bir kanıtıdır.
      Eğer hâlâ bu saygıdeğer eşkıyaların, hem ulusal ve hem de uluslararası üretimi sırf üretimin çıkarları için sömürdüklerinden ve kendilerinin de sömürüldüğünden, kuşkulanan varsa, bankerlerin yüksek ahlaki değerleri konusundaki şu vaazdan çok şeyler öğrenebilir: "Bankacılık kuruluşları ... ahlaki ve dini kurumlardır. ... Bankerlerin uyanık ve azarlayıcı gözleri tarafından görülmek korkusu, kaç genç tüccarı, yaygaracı ve müsrif kimselerle dostluk kurmaktan alıkoymuştur? ... Bankerinin gözünde itibarını sürdürmek endişesi aynı şey midir? Bankerinin bir kaş çatmasının onun üzerindeki etkisi, arkadaşlarının çığlık ve cesaret kırıcı sözlerinden daha büyük değil midir? Kuşkuya yolaçması ve dolayısıyla parasal olanaklarının kısıtlanması ya da kesilmesi sonucunu verebilecek bir hilekarlık ya da yalancılıkla suçlanma olasılığı onu tirtir titretmez mi? ... Ve onun için bankerlerin dostça tavsiyesi, papazınkinden daha da değerli değil midir?" (G. M. Bell, İskoçyalı bir banka müdürü, The Philosophy of Joint-Stock Banking, London 1840), s.46, 47.) (sayfa 483)


OTUZDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
CURRENCY PRlNCIPLE
VE 1844 TARİHLİ İNGİLİZ BANKA YASASI



      [BUNDAN önceki bir yapıtta,[
13] Ricardo'nun meta-fiyatlarıyla ilgili olarak, paranın değeri üzerine olan teorisi, incelenmişti; bu nedenle, burada, biz, kendimizi yalnız zorunlu olan noktalarla sınırlandırabiliriz. Ricardo'ya göre, madeni paranın değeri, onda maddeleşmiş bulunan emek-zamanı ile belirlenir; ama, ancak, para miktarı, değişilecek olan metaların miktarı ve fiyatı ile tam bir orantı içersinde bulunduğu sürece. Eğer para miktarı, bu oranın üzerine çıkacak olursa, değeri düşer, meta- fiyatları yükselir; yok eğer bu normal oranın altına düşerse, değeri yükselir, meta-fiyatları düşer - diğer bütün koşullar eşit olarak kabul ediliyor. Birinci durumda, bu altın fazlalığının bulunduğu ülke, değeri düşmüş bulunan altını ihraç edecek ve meta ithal edecektir; ikinci durumda, altın, kendi değerinin üzerinde değer biçilen ülkelere akacak, buna karşılık, değerinin altına düşen metalar bu ülkelerden, normal fiyatlarına ulaşacakları diğer piyasalara akacaktır. Bu koşullar altında, "altının kendisi, sikke ya da külçe olarak, kendi değerinden daha büyük ya da daha küçük-büyüklüğün madeni değerinin bir simgesi haline gelebilir ve şurası da açıktır ki, dolaşımdaki altına çevrilebilir banknotların da aynı (sayfa 484) yazgıyı paylaşmaları zorunludur. Banknotlar altına çevrilebilir ve dolayısıyla da gerçek değerleri nominal değerlerine tekabül edebilir, ama madeni ve altına çevrilebilir banknotlardan oluşan toplam dolaşım aracı (the aggregate currency, consisting of metal and of convertible notes), dolaşımdaki metaların değişim-değerleri ve altının madeni değeri ile belirlenen düzeyin üzerine yükselerek ya da altına düşerek yukarda sayılan nedenlerle, toplam miktarlarına bağlı olarak değer kazanabilir ya da kaybedebilir. Altına oranla kağıdın değil, bir arada alınan altın ve kağıdın ya da bir ülkenin toplam dolaşım aracının bu değer kaybı, Ricardo'nun temel buluşlarından biridir ve Lord Overstone ile ortakları bunu kendi hizmetlerine alarak Sir Robert Peel'in 1844 ve 1845 tarihli banka yasasının temel ilkesi yapmışlardır." (loc. cit., s. 155.)
      Adı anılan yapıtta verilen bu rikardocu teorinin yanlışlığını burada tekrar ortaya koymaya gerek yoktur. Bizi, burada, yalnızca, Peel'in yukarda sözü edilen Banka Yasalarını dikte eden banka teorisyenleri okulunun, Ricardo'nun tezlerini işleyiş biçimleri ilgilendiriyor.
      "19. yüzyıl ticari bunalımları, özellikle 1825 ve 1836 büyük bunalımları, Ricardo'nun para teorisinin gelişmesine değil, ama yeni bir uygulamasına olanak sağladı. Bunlar, artık, Hume'e göre 16. ve 17. yüzyıllarda değerli madenlerin değerden düşmeleri, ya da Ricardo'ya göre 18. yüzyıl boyunca ve 19. yüzyılın başında kağıt paranın değerinin düşmesi gibi, tek başına ekonomik görüngüler değildi; bunlar, şimdi içersinde kapitalist üretim sürecinin bütün öğelerinin çatışmalarını ortaya döktüğü ve kökeni ve çaresi bu sürecin en yüzeysel, en soyut alanında, para dolaşımı alanında aranan, dünya pazarının büyük fırtınalarıydı. Bu iktisadi meteoroloji peygamberleri okulunun hareket noktasını oluşturan gerçek teorik varsayım, gerçekte, Ricardo'nun salt madeni dolaşım yasalarını bulmasına neden olan dogmaya varmaktadır. Bunlara kalan iş, kredi ya da banknot dolaşımını, bu yasalara bağımlı kılmaktan ibaretti.
      "Ticari bunalımların en genel, en göze görünür olayı, meta-fiyatlarının oldukça uzun süreli bir genel yükselişi izleyen, ani ve genel düşüşüdür. Meta-fiyatlarındaki genel düşme, paranın bütün metalara oranla göreli değerinin yükselmesi gibi ve, tersine, fiyatların genel yükselişi paranın göreli değerinde bir düşme gibi gösterilebilir. Her iki durumda da görüngünün sözü edilmekte, ama açıklanmamaktadır. ... Farklı söyleyiş biçimi, sorunu Almancadan İngilizceye çevriliyormuş gibi bir ufak değişiklikle yerinde bırakmaktadır. Demek ki, Ricardo'nun para teorisi, tam zamanında geliyordu, bu teori, aynı fikrin yersiz yinelenmesine bir neden-sonuç ilişkisi görüntüsü kazandırıyordu. Meta-fiyatlarının genel dönemsel düşüşü neden ileri gelmektedir? Paranın göreli değerinin dönemsel yükselişinden. Meta-fiyatlarının genel dönemsel yükselişi neden ileri gelmektedir? Paranın göreli değerinde dönemsel bir düşüşten. Aynı biçimde gene doğru sayılması gereken bir ifadeyle denilebilirdi ki, (sayfa 485) fiyatların dönemsel yükselişi ve düşüşü, fiyatların dönemsel yükselişi ve düşüşünden ileri gelir. ... Bilinen şeylerin yinelenmesine bir neden-sonuç ilişkisi görünüşü kazandırması bir kez kabul edildikten sonra, geri kalan şey, kolaylıkla bundan çıkarılabilir. Meta-fiyatlarının yükselmesi, paranın değerinin düşmesinden ileri gelir, ama paranın değerinin düşmesi, Ricardo'nun bize öğrettiği gibi, dolaşımda bir aşırı bolluktan, yani dolaşan para kitlesinin paranın kendi içkin değeriyle ve metaların içkin değeriyle belirlenen düzeyi aşmasından ileri gelir. Gene aynı biçimde, meta- fiyatlarında genel bir düşüş, dolaşımda bulunan paranın kıtlığı sonucunda paranın değerinin kendi içkin değerinin üzerine çıkmasıyla açıklanır. Demek ki, dönemsel olarak fazla ya da eksik para dolaşımda bulunduğu için, fiyatlar dönemsel olarak yükselirler ya da düşerler. Eğer şimdi fiyatların yükselmesinin para dolaşımında bir azalmayla, fiyatların düşmesinin ise bir artmayla birlikte gitmesi sözkonusuysa, bu istatistiki olarak kanıtlanamasa da dolaşımda bulunan meta kitlesindeki herhangi bir azalma ya da çoğalma sonucu, dolaşımdaki para miktarının mutlak olmasa bile, hiç değilse göreli bir şekilde artmış ya da azalmış olduğu söylenebilir. Gördük ki, Ricardo'ya göre fiyatların bu genel dalgalanmaları, salt madeni bir dolaşımla zorunlu olarak birlikte meydana gelirler, ama ardarda gelişleriyle birbirlerini denkleştirirler, böylece örneğin yetersiz bir dolaşım, fiyatlarda bir düşmeye, metaların yabancı ülkelere ihracına neden olur, ama, bu ihracat, dışardan içeriye bir altın ithaline yolaçar, gene bu da fiyatların yükselmesini doğurur; metaların ithal ve altının ihraç edildiği çok fazla dolaşım durumunda ise bunun tersi olmaktadır. O halde Ricardo'nun dolaşımı ile kusursuz bir uyum içinde olan fiyatlardaki bu genel dalgalanmalara karşın, bu dolaşımın şiddetli ve had biçimi, yani bunalım biçimi, gelişmiş kredi sistemi dönemlerine ait olduğuna göre, banknot basımının tamı tamına madeni dolaşım yasalarıyla düzenlenmediği apaçık ortadadır. Madeni dolaşım, derhal sikke olarak dolaşıma giren ve böylece içeri ya da dışarı akışıyla meta-fiyatlarında düşmeye ya da yükselmeye neden olan değerli madenlerin ithalinde ve ihracında kendine çare bulur. Şimdi meta-fiyatları üzerinde aynı etkiyi elde etmek için, bankaların, yapay olarak madeni dolaşımın yasalarını taklit etmeleri gerekecektir. Eğer altın dışardan içeriye akın ederse, bu dolaşımda yetersizlik olduğunun, paranın değerinin fazla yüksek, meta-fiyatlarının ise fazla düşük olduğunun bir kanıtıdır ve, bunun sonucu olarak, yeni ithal edilen altına orantılı olarak banknotları dolaşıma koymak gerekir. Bunun tersi durumda, ülkeden çıkan altının miktarıyla orantılı olarak, banknotları dolaşımdan çekmek gerekir. Başka bir deyişle, banknotların dolaşıma sürülüşü, değerli madenlerin ithalat ve ihracatına göre ya da kambiyo kuruna göre düzenlenmelidir. Ricardo'nun, altının ancak sikke olduğu ve, sonuç olarak, ithal edilen her altının dolaşan parayı artırdığı, dolayısıyla fiyatları yükselttiği; ihraç edilen her altının sikkeyi azalttığı ve, sonuç olarak, fiyatları düşürdüğü yolundaki yanlış varsayımı, bu (sayfa 486) teorik varsayım, burada, ayrı ayrı her durumda mevcut olan altın kadar sikkeyi dolaşıma koymaktan ibaret olan pratik deneyim haline gelir. Lord Overstone (Jones Loyd'un bankeri), Albay Torrens, Norman, Clay, Arbuthnot ve İngiltere'de Currency Principle okulu adı altında tanınan daha pek çok yazar, bu öğretiyi yalnızca öğütlemekle kalmadılar, Sir Robert Peel'in 1844 ve 1845 Banka Yasaları sayesinde, bu teoriyi, hâlâ yürürlükte olan İngiliz ve İskoç banka mevzuatının temeli yaptılar. En geniş anlamıyla bütün ülke ölçüsünde yapılan deneyimlere göre, onların, pratik planda olduğu gibi teorik plandaki utanılacak fiyaskoları ancak kredi teorisinde açıklamasını bulabilecektir." (loc. cit., s.165-168.[6*])
      Bu okulun eleştirisini, Thomas Tooke, James Wilson (Economist, 1844-1847) ve John Fullarton yapmışlardır. Ne var ki, biz, bazı vesilelerle, özellikle bu cildin Yirmisekizinci Bölümünde, bunların da, altının niteliği konusunda ne kadar eksik bilgi sahibi olduklarını ve, para ile sermaye ilişkisi konusunda nasıl belirsizlik içersinde bulunduklarını görmüş bulunuyoruz. Biz, burada, yalnızca, Peel'in Banka Yasaları (B. C. 1857) ile ilgili olarak, 1857 tarihli Avam Kamarası Komitesindeki tartışmalardan bazı bölümleri almakla yetineceğiz. -F. E.]
      İngiltere Bankası eski Guvernörü J. G. Hubbard'ın tanıklığı: "2400. Külçe ihracının ... meta-fiyatları üzerinde hiç bir etkisi olmamıştır. Bunun etkisi, çok önemli bir etkisi, faiz getiren tahvillerin fiyatı üzerinde olmuştur, çünkü faiz oranı değişince, bu faizi içeren metaların değeri zorunlu olarak önemli ölçüde etkilenir." - Hubbard, 1834-1843 ve 1845-1853[7*] yıllarını kapsayan iki tablo veriyor. Bu tablolar, başlıca onbeş ticari maldaki fiyat değişmelerinin, altın ihraç ve ithali ile, faiz oranından tamamen bağımsız olduğunu gösteriyor. Öte yandan bu tablolar, gerçekte, "bizim yatırılmamış sermayemizin temsilcisi olan" altın ihracatı ve ithalatı ile, faiz oranı arasındaki yakın ilişkiyi gösteriyor. "[2402] 1847'de çok büyük miktarda Amerikan tahvil ve değerli senedi tekrar Amerika'ya ve Rus tahvil ve senetleri tekrar Rusya'ya, ve diğer Kıta Avrupası tahvil ve senetleri, hububat ikmalimizi sağladığımız yerlere transfer edilmiştir."
      Hubbard'ın aşağıdaki tablolarının dayandığı başlıca onbeş mal şunları içermektedir: pamuk, pamuk ipliği, pamuklu dokumalar, yün, yünlü kumaş, keten, keten bezi, indigo, dökme demir, kalay, bakır, donyağı, şeker, kahve ve ipek. (sayfa 487)

II. 1834-1843

Tarih

Bankanın Külçe Rezervi £

İskontonun Piyasa Oranı

Başlıca Onbeş Malın

Fiyat Artışı

Fiyat Azalışı

Değişmeyen

1 Mart 1834

9.104.000

%2¾

-

-

-

1 Mart 1835

6.274.000

%3¾

7

7

1

1 Mart 1836

7.918.000

%3¼

11

3

1

1 Mart 1837

4.077.000

%5

5

9

1

1 Mart 1838

10.471.000

%2¾

4

11

-

1 Eylül 1839

2.684.000

%6

8

5

2

1 Haziran 1840

4.571.000

%4¾

5

9

1

1 Aralık 1840

3.642.000

%5¾

7

6

2

1 Aralık 1841

4.873.000

%5

3

2

-

1 Aralık 1842

10.603.000

%2½

2

13

-

1 Haziran 1843

11.566.000

%2¼

1

14

-

II. 1844-1853

Tarih

Bankanın Külçe Rezervi £

İskontonun Piyasa Oranı

Başlıca Onbeş Malın

Fiyat Artışı

Fiyat Azalışı

Değişmeyen

1 Mart 1844

16.162.000

%2¼

-

-

-

1 Aralık 1845

13.237.000

%4½

11

4

-

1 Eylül 1846

16.366.000

%3

7

8

-

1 Eylül 1847

9.140.000

%6

6

6

3

1 Mart 1850

17.126.000

%2½

5

9

1

1 Haziran 1851

13.705.000

%3

2

11

2

1 Eylül 1852

21.853.000

%1¾

9

5

1

1 Aralık 1853

15.093.000

%5

14

-

I


      Hubbard'ın bu konudaki yorumu: "1834-43 yılları arasındaki 10 yılda olduğu gibi, 1844-53 yılları arasındaki 10 yılda, bankanın külçe altın rezervindeki dalgalanmalar da, her zaman, iskonto üzerine avans verilmiş borç verilebilir paranın değerindeki bir azalma ya da artış ile birlikte olmuştur; bu ülkede meta-fiyatlarındaki değişmeler, İngiltere Bankasının külçe rezervindeki dalgalanmalarda görüldüğü gibi, dolaşım miktarından tam bir bağımsızlığı ortaya koymaktadır." (Bank Act Report, 1857, II, s. 290, 291.)
      Metaların arz ve talebi piyasa-fiyatlarının belirlediğine göre, iskonto oranında ifadesini bulan borç verilebilir para-sermayeye olan talebi (ya da daha doğrusu bunun arza göre gösterdiği sapmaları), gerçek "sermaye" talebi ile özdeşleştirmekle Overstone'un nasıl bir yanılgıya düştüğü burada açık hale geliyor. Meta-fiyatlarının, currency [dolaşım aracı .] miktarındaki dalgalanmalar tarafından düzenlendiği yolundaki sav, şimdi, iskonto oranındaki dalgalanmaların, para-sermayeden farklı olarak, gerçek maddi sermayeye olan talepteki dalgalanmalarla ifade edildiği şeklindeki tümce ile gizleniyor. Aynı komitede hem Norman'ın ve (sayfa 488) hem de Overstone'un fiilen bu savı öne sürdüklerini ve özellikle ikincinin, en sonunda köşeye sıkıştırılana kadar, durmadan kaçamak yollara başvurmak zorunda kaldığını görmüş bulunuyoruz. (Bölüm XXVI.) Belli bir ülkede mevcut altın miktarındaki değişikliklerin, dolaşım aracı hacmini artırmak ya da azaltmak suretiyle, bu ülkedeki meta-fiyatlarını yükseltmesi ya da düşürmesi gerekeceği, aslında eski bir martavaldır. Eğer altın ihraç ediliyorsa, demek ki, bu Currency teorisine göre, meta-fiyatlarının bu altını ithal eden ülkede yükselmesi gerekir ve böylece, altın ihraç eden ülkeden yapılan ihracatın değerinin de, altın ithal eden ülkenin piyasası üzerinde yükselmesi gerekir; buna karşılık, altın ithal eden ülkenin ihracat değerinin, iç piyasada, yani altını alan ülkede bir yükselme meydana getirdiği halde, altın ihracatçısı ülkenin piyasasında düşmesi gerekecektir. Ama aslında, altın miktarındaki bir azalma, yalnızca faiz oranını yükseltir, oysa, altın miktarındaki artış, faiz oranını düşürür; faiz oranındaki dalgalanmalar, maliyet-fiyatlarının belirlenmesine ya da arz ve talebin belirlenmesine girmemiş olsaydı, meta-fiyatları da bundan hiç etkilenmemiş olurdu.
      Aynı raporda, Hindistan ile iş yapan büyük bir firmanın yöneticisi N. Alexander, 1850'lerde Hindistan'a ve Çin'e büyük gümüş akışı konusunda aşağıdaki görüşleri öne sürüyor. Bu, kısmen, Çin'de İngiliz dokumalarının satışını engelleyen Çin İç Savaşının ve kısmen de, Avrupa'da ipekböcekleri arasında görülen ve İtalya ile Fransa'daki ipekböceği yetiştirilmesini büyük ölçüde azaltan hastalığın bir sonucuydu.
      "4337. Gümüş akışı Çin'e mi yoksa Hindistan'a mıdır? - Gümüşü Hindistan'a gönderiyorsunuz ve bunun büyük bir kısmı ile afyon satın alıyorsunuz; bu afyonun hepsi de, ipek satın alınması için fon oluşturmak üzere Çin'e gidiyor; Hindistan'daki pazarların durumu (buradaki gümüş birikimine karşın), tüccar için, mal ya da İngiliz mamulleri göndermek yerine, gümüşle ödemede bulunmayı daha kârlı hale getiriyor." - "4338. Gümüş elde etmek için, Fransa'dan dışarıya büyük bir akış olmamış mıdır? - Evet, çok büyük." - 1344. Fransa'dan ve İtalya'dan ipek ithal etmek yerine, biz, oralara, hem Bengal'den ve hem de Çin'den büyük miktarlarda ipek gönderiyoruz."
      Başka bir deyişle, gümüş, o kıtanın para madeni, Asya'ya meta-fiyatları, bu metaları üreten ülkede (İngiltere'de) yükseldiği için değil, bu metaları ithal eden ülkedeki aşırı ithal sonucu fiyatlar düşmüş olduğu için, meta yerine gönderilmiştir; ve bu, gümüşü İngiltere Fransa'dan aldığı halde ve karşılığını kısmen altınla ödemek zorunda olduğu halde böyle olmuştur. Currency teorisine göre, fiyatların, yapılan bu gibi ithaller sonucu İngiltere'de düşmesi, Hindistan'da ve Çin'de yükselmesi gerekirdi.
      Bir başka örnek. Lordlar Kamarası Komitesinde (C. D. 1848-57) Liverpool'lu ilk tüccarlardan birisi şöyle tanıklık ediyor: - "1994. 1845 yılı sonunda [pamuk iplikçiliğinden] daha kazançlı ve böylesine büyük kârlar sağlayan bir başka iş yoktu. Pamuk stoku büyük ve iyiydi, işe (sayfa 489) yarar pamuğun libresi 4 peniye satın alınabilirdi, ve bu pamuktan, iyi secunda mule twist No 40, 4 peniyi geçmeyen bir maliyetle yapılabilir, yani iplikçi için libre başına bütün gider 8 peniyi geçmezdi. Bu iplik, büyük miktarlarda satılır ve libresi 10½ ve 11½ peniden eylül ve ekim ayları için büyük sözleşmeler yapılırdı, ve bazı durumlarda iplikçiler, pamuğtın ilk maliyetine eşit kâr sağlarlardı." - "1996. Bu iş kolu, 1864 başlarına kadar kazançlı olmaya devam etti." - "2000. 3 Mart 1844'te pamuk stoku [627.042 balya] bugünkünün [3 Mart 1848'de 301.070 balya olan stokun] iki katı idi ama fiyatı libre başına 1¼ peni daha pahalı idi." [5 peniye karşılık 6¼ peni.] Aynı zamanda, secunda mule twist No 40 iyi makine ipliğinin libresi 1847 Ekim ayında 11½-12 peniden 9½ peniye, aralık sonunda 7¾ peniye düştü; iplik, eğirildiği pamuğun satınalma fiyatına satıldı (Ibid., n° 2021 ve 2022). Bu, sermaye "kıt" olduğu için, paranın "pahalı" olması gerektiğini söyleyen Overstone'un bilgeliğindeki bencilliği ortaya koymaktadır. 3 Mart 1844'te banka faiz oranı %3 idi; 1847 Ekim ve Kasımında %8 ve 9'a yükseldi, ve 3 Mart 1848'de hâlâ %4 idi. Pamuk fiyatları satışlarının büsbütün durması ve bunu izleyen yüksek faiz oranıyla birlikte ortaya çıkan panik sonucu, ikmal durumuna tekabül eden fiyatların çok altına düştü. Dolayısıyla bir yandan 1848 yılında ithalatta büyük bir düşme, öte yandan da, Amerika'daki üretimde bir azalma görüldü; böylece, 1849 yılında pamuk fiyatlarında bir yükselme oldu. Overstone'a kalırsa, ülkede pek çok para olduğu için metalar da fazla pahalıydı.
      "2002. Pamuklu sanayiindeki son gerileme, hammadde stoku çok fazla azalmakla birlikte fiyatlar daha düşük göründüğüne göre, hammadde kıtlığına bağlanamaz." Overstone, fiyatları ya da metaların değerini paranın değeriyle, yani faiz oranıyla ne güzel de birbirine karıştırıyor. Soru 2026'ya verdiği yanıtta Wylie, Currency teorisi üzerine genel yargısını özetliyor, ve buna dayanarak da 1847 Mayısında Cardwell ile Sir Charles Wood, "1844 tarihli Banka Yasasını bütün hükümleriyle uygulama zorunluluğunu teyit ediyorlar." - "Bu ülkeler bana öyle geldi ki, nitelikleri gereği, paraya yapay olarak yüksek bir değer ve bütün meta ve ürünlere yapay ve mahvedici düşük bir değer vereceklerdir." - Bu Banka Yasasının genellikle iş hayatı üzerindeki etkileri ile ilgili olarak da şunları söylüyor: "İmalatın yapıldığı kentlerden, Birleşik Devletler'e giden malların satın alınmaları için tüccarlar ile bankerler üzerine çekilen ve normal dört ay vadeli olan poliçeler, büyük fedakarlıklara katlanılmaksızın iskonto ettirilmediği için, bu dört aylık poliçelerin iskonto edilmez hale geldiği 25 Ekim tarihli (Banka Yasasının yürürlükten kaldırıldığı) Hükümet Genelgesine kadar, siparişlerin yerine getirilmesi büyük ölçüde engelleniyordu." (2097). - Daha sonra, Banka Yasasının yürürlükten kaldırılmasının taşrayı da ferahlattığım görüyoruz. - "2102. Geçen ekim ayında [1847] burada mal satın alıp da siparişlerinin, ne kadar mümkünse o kadarını hemen kesintiye uğratmayan Amerikalı alıcı, yok (sayfa 490) gibiydi; ve paranın pahalılığı haberi Amerika'ya ulaşınca bütün yeni siparişler kesildi." - "2134. Tahıl ile şekerin özel bir durumu vardı. Tahıl piyasasını, alınacak ürünün durumu, şekeri ise büyük stoklar ile ithalat etkilemişti." - "2163. Amerika'ya olan borçlarımızın ... bir kısmı, sevkedilen malların zorunlu satışları ile tasfiye edildi ve korkarım ki, geriye kalanı da, buradaki iflaslar ile iptal edildi." - "2196. Doğru anımsıyorsam, 1847 Ekiminde bizim borsada yüzde 70 faiz ödendi.".
      [Uzun süren yan etkileriyle 1837 bunalımını 1842'de normal bunalım-sonrası dönem izledi ve aşırı-üretimi kabul etmemekte -çünkü böyle bir şey, vülger ekonomiye göre saçma ve olanaksızdı- ayak direyen sanayiciler ile tüccarların bencil körlüğü en sonunda öyle bir karışıklığa yolaçtı ki, Currency Okulu kendi dogmasını ulusal ölçüde uygulamaya koyma olanağını buldu. 1844 ve 1845 tarihli banka mevzuatı yasalaştı.
      1844 tarihli Banka Yasası, İngiltere Bankasını, iki kısma, para basma kısmı ile bankacılık işlemleri kısmına ayırdı. Birinci kısım, 14 milyon tutarında teminat -bellibaşlı kısmı devlet borçları- ile, bütün madeni birikimi -bunun dörtte-birinden fazlası gümüş olamaz- kabul eder ve bu toplam tutarında banknot çıkartır. Bu banknotlar, halkın elinde bulunmadığı sürece, bankacılık kısmında alıkonulur ve, günlük kullanım için gerekli küçük bir sikke miktarı (bir milyon kadar) ile birlikte, her an emre hazır yedeğini teşkil eder. Banknot çıkartan kısım, halka, banknot karşılığında altın ve altın karşılığında banknot verir; halkla olan diğer işlemleri bankacılık kısmı yürütür. İngiltere ile Galler'de 1844'de kendi banknotlarını çıkartma yetkisi verilen özel bankaların bu ayrıcalıkları devam etti, ancak çıkartacakları miktar saptandı; bu bankalardan birisi kendi banknotlarını çıkartmaya son verdiği takdirde, İngiltere Bankası, böylece ortaya çıkan miktarın üçte-ikisi kadar kendi karşılıksız banknotlarını artırabilir; bu şekilde çıkarttığı banknotlar 1892 yılında 14 milyondan 16½ milyon (tam olarak söylenirse 16.450.000) sterline çıkmış oldu.
      Demek ki, bankanın hazinesinden çıkan her altın beş sterlin için, beş sterlinlik bir banknot, banknot çıkartma kısmına döner ve yokedilir; hazineye giden her beş altın sterlin için yeni bir beş sterlinlik banknot, dolaşıma girer. Bu şekilde, Overstone'un, madeni dolaşım yasalarını sıkı sıkıya izleyen ideal kağıt para dolaşımı uygulamaya konulmuştur ve böylece, Currency teorisi savunucularına göre, bunalımlar artık tümüyle sona erdirilmiştir.
      Oysa aslında, Bankanın birbirinden bağımsız iki kısma ayrılması, kritik zamanlarda, yönetimi, bankanın bütün mevcut olanaklarından rahatça yararlanma olasılığından yoksun bırakmıştır; böylece, öyle durumlar olabilir ki, bankacılık kısmı iflasın eşiğinde olduğu halde ihraç kısmının elinde, 14 milyonluk teminata ek olarak, hiç el sürülmeyen bir-kaç milyon altın bulunabilir. Ve bu, hemen hemen her bunalımda, büyük (sayfa 491) kısmı, bankanın değerli maden rezervi ile "karşılanması gereken büyük bir altın ihracının yeraldığı dönem bulunduğu için çok daha da kolay olabilir. Ne var ki, o zaman dışarıya giden, her altın beş sterlin için, ülke-içi dolaşım beş sterlinlik bir banknottan yoksun kalacak ve böylece, dolaşım aracı miktarı tam da kendisine en fazla gereksinme bulunduğu sırada azalacaktır. Demek ki, 1844 tarihli Banka Yasası, bütün ticaret alemini, böylece, bunalımın patlak verdiği anda yedek bir banknot istifi yapmaya teşvik etmekte, başka bir deyişle, bunalımı hızlandırmakta ve yoğunlaştırmaktadır. Kritik anlarda, parasal araca, yani ödeme araçlarına karşı talebin bu gibi yapay yollardan yoğunlaştırılması ve aynı anda da arzın sınırlandırılması ile Banka Yasası, faiz oranını, bunalım sırasında şimdiye değin görülmeyen bir yüksekliğe çıkartmış oluyor. Dolayısıyla, yasa, bunalımları yokedeceği yerde, ya bütün sanayi aleminin ya da Banka Yasasının yokolup gideceği bir noktaya kadar yoğunlaştırmış oluyor. Hem 25 Ekim 1847'de ve hem de 12 Kasım 1857'de bunalım böyle bir noktaya kadar ulaştı; hükümet o sırada, 1844 tarihli yasayı yürürlükten kaldırarak, Bankanın banknot çıkartma tahdidini kaldırdı ve bu da her iki halde, bunalımın üstesinden gelinmesine yetti. 1847'de, birinci sınıf teminatlar karşılığında tekrar banknot çıkartılacağı konusunda verilen güvence, istifteki 4-5 milyon sterlinlik banknotun yeniden gün ışığına çıkmasına ve dolaşıma sokulmasına yetti; 1857'de, yasal miktarı aşan banknot çıkartılması, neredeyse bir milyona ulaştı, ama bu ancak çok kısa bir süre devam etti.
      Şurasını da belirtmek gerekir ki, 1844 mevzuatı hâlâ, madeni parayla yapılan ödemelerin durdurulduğu ve banknotların devalüe edildiği bir dönem olan 19. yüzyılın ilk yirmi yılını anımsatan izleri taşımaktadır. Banknotların taşıdıkları güvenceyi kaybedecekleri korkusu hâlâ açıkça bellidir. Ama bu kaygı tamamen dayanaksızdır, çünkü 1825 yılında bile, dolaşımdan çekilmiş bulunan bir sterlinlik eski banknot stokunun ortaya çıkartılarak dolaşıma sokulması, bunalımı sona erdirdi ve böylece, en yaygın ve derin güvensizlik zamanlarında bile, banknotların güvencesinin sarsılmadığını tanıtlamış oldu. Ve bunun anlaşılması hiç de güç değildir, çünkü ne olursa olsun bütün ulus, kendi güvencesi ile bu değer sembollerini desteklemektedir. -F. E.]
      Şimdi de, Banka Yasasının etkisi üzerine yapılan birkaç yoruma gözatalım. John Stuart Mil1, 1844[8*] tarihli Banka Yasasının aşırı-spekülasyonu engellediğine inanıyor. Ne mutlu ki, bu bilge kişi, 12 Haziran 1857'de konuştu. Dört ay sonra bunalım patlak verdi. O, düpedüz, "banka müdürleri ile genellik1e ticaret erbabını, bunlar, ticari bunalımın niteliğinden daha iyi anladıkları, ve aşırı-spekülasyonu desteklemekle hem kendilerine ve hem de halka yaptıkları büyük kötülük için" kutladı. (B.C. 1857,n° 2031.) (sayfa 492)
      Bilge kişi Bay Mill, "Ücret ödeyen fabrikatörler ile diğerlerine avans olarak verilmek üzere," bir sterlinlik banknot çıkartıldığı takdirde, "... bu banknotların, bunları tüketim için harcayan kimselerin ellerine geçebileceğini ve bu durumda, bu banknotların kendilerinin, metalar için bir talep teşkil edeceğini ve bir süre için fiyatlarda bir yükselmeye yolaçabileceğini" [2066] düşünüyor. Acaba Bay Mill, fabrikatörlerin işçilere altın yerine kağıtla ödeme yaptıkları için daha yüksek bir ücret mi ödeyeceklerini sanıyor? Yoksa o, fabrikatör, 100 sterlinlik banknot halinde aldığı borcu altınla değiştirmiş olsa, bu ücretlerin, derhal bir sterlinlik, banknotlarla ödenmesi halinden daha mı az bir talep teşkil edeceğine inanıyor? Örneğin o, bazı maden bölgelerinde, ücretlerin yerel bankanın banknotları ile ödendiğini ve bu yüzden birkaç işçinin birarada tek bir beş sterlinlik banknotu aldığını bilmiyor mu? Şimdi bu onların taleplerini artırmış mı oluyor? Yoksa bankerler fabrikatörlere, büyüklere göre küçük banknotlarla daha kolay ve daha çok miktarda mı para veriyor?
      [Mill'in bir sterlinlik banknotlara karşı olan bu garip korkusu, ekonomi politik üzerine olan tüm yapıtı, çelişkiye karşı hiç duraksama göstermeyen bir seçmeciliği açığa vurmamış olsaydı, anlaşılmaz ve açıklanamaz bir şey olurdu. Bir yandan, Overstone'a karşı Tooke ile birçok noktada fikir birliği halinde; öte yandan, meta-fiyatlarının, mevcut para miktarı ile belirlendiğine inanıyor. İşte bunun için, öteki bütün koşullar eşit olmak üzere, her çıkartılan bir sterlinlik banknot için, bir altın sterlinin, Bankanın kasalarına doğru yola koyulacağına hiç aklı kesmiyor. Dolaşım aracı miktarının artabileceğinden ve dolayısıyla değerinin düşeceğinden, yani meta-fiyatlarının yükseleceğinden korkuyor. Yukarda sözü edilen kaygının ardında yatan işte yalnızca budur. -F. E.]
      Tooke, C. D. 1848-57 önünde, Bankanın iki kısma ayrılması, ve banknotların madeni paraya çevrilmesini garanti altına almak için alınan gereksiz önlemlerle ilgili olarak şu görüşleri öne sürüyor:
      1837 ve 1839 yıllarına göre, faiz oranında 1847'de görülen daha büyük dalgalanmaların biricik nedeni, Bankanın iki kısma ayrılmasıdır (3010). - Banknotların güveni ne 1825'te ve ne de 1837 ile 1839'da etkilenmiş oldu (3015). 1825'te altına karşı olan talebin tek amacı, taşra bankalarının bir sterlinlik banknotlarına olan güvenin bütünüyle sarsılmasıyla ortaya çıkan boşluğun doldurulmasıydı; bu boşluk, İngiltere Bankası da bir sterlinlik banknotlar çıkartana kadar yalnız altın ile doldurulabildi (3022). - 1825 Kasım ve Aralığında, ihracat amaçları için altına karşı en ufak bir talep bulunmuyordu (3023).
      "İçerde olduğu kadar dışarda da görülen bu güven kaybı karşısında, temettüler ile mevduatların ödenmesinin durdurulması, banknotların ödenmesinin durdurulmasından çok daha tehlikeli sonuçlar verebilirdi (3028)."
      "3035. Eninde sonunda banknotların altına çevrilebilmesini tehlikeye atabilecek bir durumun, bir ticari bunalım sırasında daha da ciddi (sayfa 493) güçlükleri birlikte getirebilecek bir durum olduğunu söyleyemez misiniz? - Kesinlikle söylenemez."
      "1847 yılı boyunca ... daha fazla miktarda dolaşım aracı çıkartılması, 1825 yılında olduğu gibi, bankanın kasalarının tekrar dolmasına katkıda bulunabilirdi" (3058).
      1857 B. A. Komitesinde Newmarch şöyle tanıklık ediyor: "1357. (Bankanın) kısımlarının bu şekilde ayrılmalarının ... birinci kötü etkisi ... ve, külçe rezervinin ikiye bölünmesinin kaçınılmaz sonucu, İngiltere Bankasının, bankacılık işlemlerinin, yani İngiltere Bankasının, onu ülkenin ticaret hayatı ile en yakın temasa getiren işlemlerinin tamamının, daha önceki rezerv miktarının ancak yarısıyla yürütülmesi olmuştur. Rezervin böylece ikiye bölünmesiyle öyle bir durum ortaya çıkmıştır ki, bankacılık kısmının rezervi, küçük ölçüde bile olsa bir azalma gösterdiği anda, Bankanın iskonto oranı üzerinde değişiklik yapması zorunlu hale gelmiştir. Dolayısıyla, bu azalan rezervler, iskonto oranında sık sık değişikliklere ve ani yükselmelere yolaçmaktadır." - "1358. 1844'ten beri değişikliklerin" [1857 Haziranına kadar] "sayısı altmışı bulmuştur, oysa 1844'ten önce, aynı süredeki değişiklikler hiç kuşkusuz bir düzineye bile ulaşmamıştır."
      1811'den beri İngiltere Bankasının müdürü ve bir süre için de Guvernörü olan Palmer'in, C. D.. 1848-57 Lordlar Kamarası Komitesindeki tanıklığı özellikle ilginçtir:
      "828. 1825 Aralığında, bankada kalan külçe rezervi yaklaşık 1.100.000 sterlindi. Eğer bu Yasa [1844 tarihli Banka Yasası] yürürlükte bulunsaydı banka o sırada kuşkusuz in toto[9*] iflas ederdi. Aralıkta, sanırım, bir haftada 5-6 milyon banknot çıkartıldı ve o sırada panik hafifletilmiş oldu."
      "825. Banka eğer o sırada görmüş bulunduğu işlemleri yürütmeye kalkışmış bulunsaydı, bugünkü Yasanın başarısızlığa uğrayacağı birinci dönem [1 Temmuz 1825'ten beri] 28 şubat 1837 idi; o dönemde bankanın elinde 3.900.000-4.000.000 sterlin değerinde külçe vardı, ve Bankanın rezervinde yalnızca 650.000 sterlin kalmış olacaktı. Diğer bir dönem 1839 yılında, 9 Temmuzdan 5 Aralığa kadar devam eden dönemdi.". - "826. Bu dönemdeki rezerv miktarı neydi? Yedek, 5 Eylülde toplam 200.000 sterlin daha azdı (the reserve was minus altogether £ 200.000). 5 Kasımda, yaklaşık bir, bir-buçuk milyona yükseldi." - "830. 1844 tarihli Yasa, bankanın, 1837 yılında Amerikan ticaretine yaptığı yardımı engellerdi." - "831. Belli başlı Amerikan firmalarından üçü iflas etti. ... Amerika'yla ilgili hemen bütün firmalar, güvenilemez bir duruma düştüler ve Banka o sırada yardıma gelmeseydi, bir-iki firmadan fazlasının, işlerini sürdürebileceklerini sanmıyorum." - "836. 1837 bunalımı, (sayfa 494) 1847 bunalımı ile kıyaslanamaz. 1837 yılındaki bunalım başlıca Amerika ticaretine inhisar ediyordu." - 838. (1837 Haziran başında banka yönetimi bunalıma çare bulma sorununu tartıştı. ) "Bazı baylar ... uygulanacak en doğru ilkenin faiz oranının yükseltilmesi olduğu düşüncesini savundular, böylece meta-fiyatları düşürülmüş olacaktı; kısacası, parayı pahalılandırıp metaları ucuzlatarak, dış ödemeler yapılabilecekti." - "906. Bankanın gücünün, yani fiili sikke miktarının eski ve doğal yöntemlerle sınırlandırılması yerine, 1844 tarihli yasa ile yapay bir sınırlandırma getirilmesi, yapay güçlükler yaratma eğilimini taşır ve dolayısıyla, meta-fiyatları üzerinde gereksiz bir işlem Yasa hükümleri uyarınca gerekli olabilir." - "968. 1844 tarihli Yasa hükümlerini işleterek, normal koşullar altında külçe rezervini fiilen dokuz-buçuk milyonun altına indiremezsiniz. O zaman bu, fiyatlar ile kredi üzerinde bir baskıya yolaçar ve dış ülkelerle yapılan ticarette kambiyo kurlarında, altın ithalini artıracak bir karışıklık yaratarak emisyon kısmının kasalarındaki altın miktarını büyütür." - "996. Şimdi sizin (bankanın) tabi olduğunuz sınırlandırmalar altında siz, kambiyo kurları üzerinde etkin olabilmek için gümüş gerektiği bir sırada, elinizin altında yeterli ölçüde gümüş bulunmayacaktır." - "999. Bankanın kasalarındaki gümüş miktarını beşte-bir olarak sınırlandıran hükmün amacı nedir? - Bu soruyu yanıtlayamam."
      Bunun amacı, parayı pahalandırmaktı; Currency teorisi dışında, bankanın iki kısma ayrılması ve İskoç ve İrlanda bankalarının, belli bir miktarın ötesinde çıkartacakları banknotların karşılığı olarak altın rezervi bulundurma zorunluluğunun konulması aynı amaca dayalıydı. Bu usul, maden rezervinin bir merkezde toplanmaması sonucunu doğurdu ve böylece aleyhteki kambiyo kurlarının düzeltme gücü azaltılmış oldu. Aşağıdaki bütün koşulların amacı faiz oranını yükseltmekti: İngiltere Bankası, karşılığında altın rezervi bulunması hali dışında, 14 milyonun üzerinde banknot çıkartamayacaktı; bankacılık kısmı, sıradan bir banka gibi yönetilecek para bolken faiz oranını düşürmeye, para kıtken faiz oranını yükseltmeye çalışacaktı; Kıta Avrupası ve Asya ile kambiyo kurlarının başlıca düzeltme aracı olan gümüş rezervinin sınırlandırılması; İskoç ve İrlanda bankaları ile ilgili olan ve ihracat için hiç bir şekilde altına gereksinme göstermeyen, ama şimdi, bunların çıkarttıkları banknotların tamamen hayali olan çevrilebilirliğini sağlamak bahanesiyle altın bulundurulmasını zorunlu kılan hükümler. Gerçek şudur ki, 1844 tarihli yasa, İskoç bankalarında ilk kez 1857 yılında altına karşı bir hücuma neden oldu. Yeni Banka mevzuatı, dışarıya altın akışı ile iç piyasa amaçları için olan altın akışı arasında herhangi bir ayrım da yapmıyor; ama söylemeye gerek yoktur ki, bunların etkileri tamamen farklıdır. Dolayısıyla da, piyasa faiz oranında sürekli büyük dalgalanmalar meydana geliyor. Gümüş ile ilgili olarak Palmer, iki ayrı nedenle, 992 ve 994 numaralı yanıtlarında, bankanın yalnızca kambiyo kurlarının İngiltere lehine olduğu zaman, yani gümüş çok bollaştığında, banknot karşılığında gümüş (sayfa 495) satın alabildiğini söylüyor; çünkü: "1003. Gümüş olarak önemli miktarda külçe bulundurmanın tek amacı, kambiyo kurları ülke aleyhine olduğu sürece, dış ödemeleri kolaylaştırmaktır." - "1004. Gümüş ... dünyanın her yerinde para olan bir metadır, ve dolayısıyla da [dış ödemeler] amacı için ... en dolaysız metadır. Son zamanlarda Birleşik Devletler yalnızca altın kabul etmektedir.".
      Ona göre, aleyhte olan kambiyo kurları, dış ülkelere altın akışına yolaçmadığı sürece, darlık zamanlarında bankanın faiz oranını eski %5'lik düzeyin üzerine çıkartmasına gerek yoktu. 1844 tarihli yasa olmasaydı, banka, kendisine getirilen bütün birinci sınıf poliçeleri hiç güçlük çekmeden iskonto edebilirdi. [1018-20.] Ama, 1844 tarihli yasa ve bankanın 1847 Ekiminde içinde bulunduğu durum karşısında, "bankanın kredi firmalarından isteyebileceği ve bunların da, ödemelerini yapabilmek için vermekten kaçınabilecekleri hiç bir faiz oranı yoktu" [1022]. Ve bu yüksek faiz oranı da, Yasanın tam amacıydı.
      "1029. ... Faiz oranının dış talepler [değerli madenler için] üzerindeki etkisi ile ülke içersindeki bir kredi sıkışıklığı döneminde Banka üzerindeki baskıyı frenlemek amacıyla faiz oranındaki yükselme arasında benim çizmek istediğim büyük ayrım." -"1023. 1844 tarihli yasadan önce ... kurlar ülkenin lehinde iken ve bütün ülkede kesin bir panik ve endişe varken, banknot çıkartılması için konulmuş hiç bir sınır yoktu ve bu bunalım durumu ancak böyle hafifletilebilirdi."
      İngiltere Bankasının yönetiminde 39 yıl bir yer işgal eden bir kimse işte bunları söylüyor. Şimdi de, özel bir bankeri, 1801'den beri Spooner, Attwood and Co. firmasının ortaklarından olan Twells'e kulak verelim. 1857 tarihli B. C.'de dinlenen tanıklar arasında yalnız o, ülkenin içersinde bulunduğu gerçek durumu görmemize yardım ediyor ve yaklaşan bunalımı görüyor, Ne var ki o da, başka bakımlardan Birmingham'lı bir little-shilling adamıdır; tıpkı, bu okulun kurucuları olan ortakları Attwood kardeşler gibi. (Bkz: Zur Kritik der pol. (Ek., s. 59.[10*]) Şöyle tanıklık ediyor: "4488. Sizce, 1844 tarihli yasa nasıl işledi? - Sorunuzu eğer bir banker olarak yanıtlamam gerekirse, Yasanın fazlasıyla iyi işlediğini söyleyebilirim, çünkü, bankerler ile her türden [para] kapitalistler için zengin bir verim sağladı. Ama bu yasa işlerini güvenle düzenleyebilmesi için iskonto oranının kararlı olmasını isteyen dürüst ve çalışkan işadamları için çok kötü işlemiş oldu. ... Borç para vermeyi pek kârlı bir iş haline getirdi," - "4489. O, [Banka Yasası] Londra'daki ticaret bankalarının, hisse senedi sahiplerine %20-%22 kâr vermelerini sağlamış oldu değil mi? - Geçen gün bunlardan birisi %18, ve sanırım bir başkası %20 veriyordu; bunların, 1844 tarihli yasayı çok kuvvetle desteklemeleri gerekir." - "4490. Büyük sermayesi olmayan küçük işadamları ile saygıdeğer tüccarları ... gerçekten de çok büyük sıkıntıya sokuyor (sayfa 496) - Benim bu konuda bilgi edinmemi sağlayan tek yol, bunlara ait olan ve şaşırtıcı miktarlara ulaşan ödenmemiş poliçeleri görmemdir. Bunların, hepsi de daima küçük meblağlar, belki de 20 ile 100 sterlin arasında; bunların büyük bir kısmı ödenmemiş ve ülkenin her yanına ödenmemiş olarak geri dönüyorlar; bu her zaman, küçük esnaf ... arasındaki büyük sıkıntının bir belirtisidir." - 4494. Şimdi o, işlerin kârlı olmadığını söylüyor. Aşağıdaki sözleri, hiç kimsenin bir bunalımdan en ufak bir kuşku bile duymadığı sırada, bunalımın gizli varlığını farkettiğini göstermesi bakımından çok önemlidir.
      "4494. Malların fiyatı Mincing Lane'de aynı kalıyor, ama hiç bir şey sattığımız yok, ne fiyatta olursa olsun satamıyoruz; nominal fiyatı koruyoruz." - 4495. Şu olayı anlatıyor: Bir Fransız, Mincing Lane'deki bir komisyoncuya belli bir fiyatta satılmak üzere 3.000 sterlinlik mal gönderiyor. Komisyoncu istenilen fiyatı kabul edemiyor ve Fransız da bu fiyatın altında satamıyor. Metalar satılmıyor, ama Fransız'a para gerek. Bu durumda komisyoncu ona 1.000 sterlin avans veriyor ve Fransız da, mallarını teminat göstererek komisyoncuya üç ay vadeli 1.000 sterlinlik bir poliçe çekiyor. Üç ay sonra poliçenin vadesi geliyor ama mallar gene satılmıyor. Komisyoncu poliçeyi ödemek zorunda kalıyor ve 3.000 sterlinlik teminata sahip olduğu halde bunu nakite çeviremiyor ve bunun sonucu güç duruma düşüyor. Böylece bir kimse kendisiyle birlikte bir başkasını da zor duruma sokmuş oluyor. - "4496. Büyük ihracatla ilgili olarak ... ülke içersinde işlerde bir durgunluk olduğunda, bu zorunlu olarak ihracatı kamçılıyor." - "4497. Ülke içersindeki tüketimin azaldığını mı sanıyorsunuz? - Gerçekten çok fazla ... büyük ölçüde ... küçük esnaf bu konuda en iyi otoritedir." - "4498. İthalat gene de çok büyük; bu, tüketimin fazla olduğunu göstermiyor mu? - Gösteriyor, eğer satabilirseniz, ama depoların çoğu bu mallarla dolu; sözünü ettiğim şu olayda, elde, satılmayan 3.000 sterlin değerinde mal var."
      "4514. Para değerli olduğunda, sermayenin ucuz olduğunu söyleyebilir misiniz? - Evet." - Demek ki bu adam, yüksek bir faiz oranı değerli bir sermaye ile aynı şeydir diyen Overstone ile hiç de aynı fikirde değil.
      Aşağıdaki satırlar işlerin nasıl yürütüldüğünü gösteriyor: "4616. Diğerleri, çok ileri gidiyor ve şaşılacak ithalat ve ihracat işleri çeviriyorlar; sermayelerinin kendilerine sağladığının çok ötesinde büyük işler; bütün bunlardan hiç kuşku yok. Bu adamlar başarıya ulaşabilirler; giriştikleri tehlikeli işte şansları yardım eder, büyük servetler elde edebilirler, işlerini yoluna koyarlar. Şimdi işlerin büyük ölçüde yürütüldüğü sistem işte bu. Bir sevkiyatta yüzde 20, 30, 40 kaybı göze alanlar var, bir dahaki riskli iş bu kayıplarını geriye getirebilir. Ardarda başarısızlığa uğrarlarsa mahvolup giderler; son zamanlarda bu gibi durumlara sık sık raslıyoruz; ticari firmalar geriye bir kuruş bırakmadan iflas edip gidiyorlar." (sayfa 497)
      "4791. Düşük faiz oranı [son on yıldaki] bankerler aleyhine işliyor, doğrudur, ama sizlere defterleri göstermeden şimdiki kârların [kendi kârlarının], eskisine göre ne denli yüksek olduğunu anlatmak çok güç olur. Fazla para çıkartılması nedeniyle faiz düştüğü zaman, büyük mevduatlarımız bulunur; faiz yüksek olursa, bundan bu şekilde yararlanırız." - "4794. Para, ılımlı bir faiz oranında iken bize daha fazla talep yapılır; daha fazla borç veririz; bu iş [biz bankerler için] böyle işler. Faiz oranı yükselince biz de ortalamanın üzerinde faiz alırız; almamız gerekenin üzerinde faiz alırız."
      İngiltere Bankasının çıkarttığı banknotların kredisinin, bütün uzmanlarca her türlü kuşkunun ötesinde kabul edildiğini görmüş bulunuyoruz. Gene de Banka Yasası bu banknotların çevriIebilirliği için, altın olarak dokuz-on milyonu tamamen bağlıyor. Bu rezervin kutsallığı ve dokunulmazlığı böylece, eski zamanlardaki iddiharcılar arasında görülenden çok daha ileriye götürülmüş oluyor. Mr. Brown (Liverpool), C. D.1847-57 Komisyonunda şöyle tanıklık ediyor: "2311: Bu para [emisyon kısmındaki maden rezerv], Parlamento Yasasını ihlal etmeksizin el sürülemediğine göre, denize dökülmüş gibidir."
      Daha önce de adı geçen ve yaptığı tanıklık, Londra'daki modem inşaat sistemini göstermek için de kullanılan (Kitap II, Bölüm XII) inşaat müteahhidi E. Capps, 1844 tarihli Banka Yasası konusundaki kanısını şöyle özetliyor [B. A. 1857]: "5508. Bütünüyle bakıldığında ... şimdiki sistem [Banka Yasasının getirdiği sistem] demek ki size göre sanki, sanayiin kârlarını zaman zaman tefecinin cebine aktarmak için kurnazca düzenlenmiş bir plan gibidir, öyle mi ? - Evet öyle. Yapı işinde bunun böyle işlediğini biliyorum."
      Daha önce de söylendiği gibi İskoç bankaları da, 1845 tarihli Banka Yasası ile, İngiliz bankalarına benzeyen bir sistem altına zorla sokulmuştu. Bunlar, her banka için saptanan sınırın ötesinde banknot çıkartmak için altın rezervi bulundurma zorundaydılar. Bunun sonucu, 1848-57 C. D. Komisyonundaki şu tanığın sözlerinden anlaşılabilir.
      Bir İskoç Bankasının müdürü Kennedy: "3375.1845 tarihli Yasanın yürürlüğe girmesinden önce İskoçya'da, altın dolaşımı diyebileceğimiz bir şey var mıydı? - Hayır, hiç yoktu." - "3376. O zamandan beri, herhangi ek bir dolaşım oldu mu? - Hayır olmadı; halk altından hoşlanmaz." - 3450. İskoç bankalarının 1845'ten beri tutmak zorunda oldukları yaklaşık 900.000 sterlin tutarındaki altın, onun kanısınca, yalnızca zararlı olabilir ve "İskoçya'nın sermayesinin bu kadarlık bir kısmını kâr getirmeyecek bir biçimde emmektedir. "
      Ayrıca, Union Bank of Scotland'ın müdürü Anderson da diyor ki: "3588. İskoç bankalarının altın için İngiltere Bankası üzerindeki tek baskısı döviz içindi öyle mi? - Öyle, ve bu baskı, Edinburgh'ta altın (sayfa 498) tutmakla kalkmış olmayacaktır." - "3590. İngiltere Bankasında" [ya da İngiltere'deki özel bankalarda] "aynı miktarda teminata sahip olmakla, İngiltere Bankasına bir altın akışı yapmadan önce ne kadar gücümüz varsa gene o kadar gücümüz var."
      Ensonu, Economist'ten (Wilson) bir yazı aktarıyoruz: "İskoç bankaları, Londra'daki şubelerinde, kullanılmayan nakit meblağları tutuyorlar; bu şubeler de bunları İngiltere Bankasına koyuyor. Bu durum İskoç bankalarına, bu meblağların sınırları içersinde bankanın madeni rezervleri üzerinde kullanma hakkı sağlıyor, ve bu para, dış ödemelerin yapılması gerektiği anda gerekli bulunan bu yerde daima bulunmaktadır." - Bu sistem, 1845 tarihli Yasa ile bozulmuş bulunuyor: 1845 tarihli Yasanın İskoçya üzerindeki etkisi sonucu "son zamanlarda bankanın sikkelerinde, İskoçya'daki sırf olasılığa dayalı bulunan ve belki de hiç yapılamayacak olan bir talebin karşılanması için büyük bir akış görülmüştür. ... Bu döneme kadar, büyük bir miktar, düzenli olarak Londra ile İskoçya arasında gidip gelirdi. Bir İskoç bankasının, kendi banknotları için artan bir talep beklediği bir an gelince, Londra'dan bir sandık altın getirildi; bu dönem geçince de aynı sandık, çoğu kez açılmadan Londra'ya geri gönderildi." (Economist, October 23, 1847 [s. 1214-1215].)
      [Ve, Banka Yasasının babası, banker Samuel Jones Loyd, namı diğer Lord Overstone bütün bunlara ne diyor?
      Daha 1848'de, Ticari Bunalım konusundaki Lordlar Kamarası Komitesinde 25 Ekim 1847 tarihli Hükümet Mektubunun verdiği, banknot çıkartılmasının artırılması yetkisinin bile bunalımın şiddetini azaltmaya yettiği olgusuna karşın, "yeterli sermaye yokluğunun neden olduğu bunalım ve yüksek faiz oranının, fazladan banknot çıkartılmasıyla ortadan kaldırılamayacağını" (1524 ) yinelemişti:
      O, "Yüksek faiz ile sanayi kârlarındaki düşmenin, sanayi ve ticaret amaçları için kullanılabilecek maddi sermayedeki azalmanın zorunlu bir sonucu" (1604) olduğu görüşünü savunuyordu. Ve bununla birlikte, aylardır sanayiin içersine düştüğü bunalım, depoları dolduran, taşıran, ama fiilen satılamayan maddi meta-sermayeden ibaret bulunuyordu; işte sırf bu yüzden, maddi üretken sermaye, daha fazla satılması olanaksız meta-sermaye üretmemek için, bütünüyle ya da kısmen boşu boşuna beklemektedir.
      Ve, 1857 tarihli Banka Komitesinde de şöyle diyordu: "1844 tarihli yasa ilkelerine olan kesin bağlılık ve uygulanmasında gösterilen çabukluk ile her şey düzen ve yumuşaklık içersinde geçti, parasal sistem güvenli ve sağlamdır, ülkedeki gönenç tartışılamaz durumdadır, 1844 tarihli yasanın erdemine olan kamu güveni günden güne güçlenmekte, ve eğer komite, bu yasanın dayandığı ilkelerin sağlamlığı ya da sağladığı yararlı sonuçların daha başka pratik örneklerini görmek istiyorsa, komiteye verilecek doğru ve yeterli yanıt: çevrenize bakınız, ülkenin bugünkü iş ve ticaret durumuna bir gözatınız, ... halkın memnunluğuna bakınız, (sayfa 499) toplumun bütün sınıflarına yayılan servet ve gönence bakınız; ve bunu yaptıktan sonra komite, bu sonuçların alınmasını sağlayan yasanın devamına engel olup olmamak konusunda, yerinde ve adaletli bir karar verebilecektir." (B. C.1857; n° 4189.)
      Overstone'un 14 Temmuzda Komite önünde okuduğu övgüye, aynı yılın 12 Kasımında, banka yönetimine yazılan mektup biçimindeki yanıtta, geriye kalanların kurtarılabilmesi için, 1844 tarihli, mucizeler yaratan yasanın, hükümetçe yürürlükten kaldırıldığı bildiriliyordu. -F. E.] (sayfa 500)


OTUZBEŞİNCİ BÖLÜM
DEĞERLİ MADEN VE KAMBİYO KURU


I. ALTIN REZERVİNİN HAREKETİ



      Darlık zamanlarında banknot birikimi bakımından şurasını dikkate almak gerekir ki, bu, en ilkel toplum koşulları altında, karışıklık zamanlarında değerli maden yığmanın bir tekrarıdır. 1844 tarihli yasanın işleyişi ülkedeki bütün değerli madenleri dolaşım aracı haline sokmak istediği için de ilginçtir; bu yasa, dışarıya bir altın akışını, dolaşım aracındaki daralma ile, içeriye bir altın akışını, dolaşım aracındaki genişleme ile bir tutmak istemektedir. Ama, sonuçta denemeler, bunun tersinin doğru olduğunu tanıtlamıştır. Biraz ilerde sözünü edeceğimiz tek bir istisna dışında, İngiltere Bankasının dolaşımdaki banknot miktarı, 1844'ten beri hiç bir zaman, kendisine çıkartma yetkisi verilen azami düzeye ulaşmamıştır. 1857 bunalımı, öte yandan, bazı koşullar altında bu azaminin de yeterli olmadığını tanıtlamıştır. 1857 yılı 13 Kasımından 30 Kasımına kadar, bu azaminin üzerinde günde ortalama 488.830 sterlin dolaşımda bulunuyordu (B. A. 1858, s. xı). O sırada, yasal azami 14.475.000 sterlin, artı, bankanın mahzenlerindeki maden rezerv miktarı idi.
      Değerli maden girişi ve çıkışı ile ilgili olarak şunları dikkate almak gerekir:
      Birincisi,
bir yandan altın ve gümüş üretmeyen bir bölge içersinde, ileri-geri maden hareketi ile, öte yandan, altın ve gümüşün üretim (sayfa 501) kaynaklarından, çeşitli diğer ülkelere akışı ve bu ek madenin bunlar arasındaki dağılımı arasında bir ayırım yapmak gerekir.
      Rusya'daki altın madenlerinden önce, Kaliforniya ile Avustralya, etkilerini hissettiriyorlardı, 19. yüzyılın başından beri altın ikmali, aşınan sikkelerin değiştirilmesine, lüks eşyaların yapımına ve Asya'ya gümüş ihracına ancak yetiyordu.
      Bununla birlikte, önce, o zamandan beri Asya'ya gümüş ihracı, Amerika ile Avrupa'nın Asya ile yaptığı ticaret nedeniyle olağanüstü artış gösterdi. Avrupa'dan ihraç edilen gümüşün yerini, geniş ölçüde ek altın arzı aldı. Sonra, yeni ithal edilen altının bir kısmını, içerdeki para dolaşımı emdi. 1857 yılına kadar, altın olarak yaklaşık 30 milyonun, İngiltere'nin iç dolaşımına eklendiği tahmin edilmiştir.[
14] Ayrıca, Avrupa ve Amerika'nın bütün merkez bankalarındaki ortalama maden rezervi düzeyi 1844'ten beri artış gösterdi. Aynı zamanda, daha büyük miktarlarda altın sikke iç dolaşımdan çıktığı ve hareketsiz hale geldiği için, paniği izleyen durgunluk döneminde banka rezervlerindeki daha hızlı büyüme sonucu iç para dolaşımında bir genişleme oldu. Ensonu: lüks eşyaların yapımı için değerli maden tüketimi, yeni altın yataklarının bulunmasından beri artan zenginlik sonucu, büyüme gösterdi.
      İkincisi,
değerli maden, altın ya da gümüş üretmeyen ülkeler arasında gider gelir, aynı ülke sürekli olarak bu madeni hem ithal etmekte ve hem de ihraç etmektedir. Bu hareketin şu ya da bu yöndeki ağırlığıdır ki, son tahlilde, dışarıya bir altın akışı mı yoksa içerde bir büyüme mi olduğunu belirler, çünkü, düpedüz gidip gelmeler ve çoğu kez paralel hareketler, geniş ölçüde birbirini eşitler. Ne var ki, bu nedenle, sonucu ilgilendirdiği kadarıyla, bu süreklilik ve çoğu kez de, her iki hareketin birbirine paralel oluşu dikkate alınmamıştır. Daha büyük bir değerli maden ithali ya da ihracı, daima, meta ithali ya da ihracı arasındaki oranın bir sonucu ve ifadesi olarak yorumlanmıştır, oysa, bu aynı zamanda meta alışverişinden tamamen bağımsız olarak, bizzat değerli maden ithali ile ihracı arasındaki bağıntının bir göstergesidir.
      Üçüncüsü,
ithalatın ihracattan fazla oluşu ya da bunun tersi, genellikle, merkez bankalarının maden rezervlerindeki artışla ya da azalmayla ölçülmüştür. Bu ölçütün hassaslık derecesi, doğal olarak, genellikle bankacılığın merkezileşme derecesine bağlıdır. Çünkü buna bağlı olarak, (sayfa 502) ulusal bankalar denilen kuruluşlarda genellikle birikmiş bulunan değerli madenlerin hacmi, ulusal maden rezervini temsil eder. Ama bunun böyle olduğu kabul edildiğinde, bu sağlıklı bir ölçek değildir, çünkü, ek olarak yapılan bir ithal, bazı koşullar altında, iç dolaşım ve lüks eşya yapımında daha fazla altın ve gümüş kullanılmasıyla emilmiş olabilir; ayrıca, ek bir ithal yapılmaksızın, iç dolaşım için, altın sikke çekilmiş olabilir ve böylece maden rezervi, ihracatta aynı zamanda bir artış olmaksızın azalabilir.
      Dördüncüsü,
azalma hareketi uzun bir süre devam ettiğinde, altın ihracı dışarıya bir altın akışı biçimini alabilir ve bu azalma, hareketin eğilimini temsil eder ve bankanın maden rezervini, ortalama düzeyinin epeyce altına, neredeyse ortalama asgarisine doğru düşürür. Bu asgari düzey, banknotların ödenmelerini güvence altına alan yasalarla her ayrı durum için farklı şekilde belirlendiği için, azçok keyfi olarak saptanmıştır. Dışarıya altın akışının İngiltere'de ulaşabileceği nicel sınırlar konusunda, Newmarch, 1857 Banka Yasası Komitesinde şöyle tanıklık etmiştir (Tanıklık n° 1494): "Deneyimlere göre, dış ticaretteki dalgalanmalardan doğan dışarıya altın akışının, 3-4 milyon sterlini aşması olasılığı pek azdır." - 1847'de, İngiltere Bankasının altın rezervi düzeyinde 23 Ekimde meydana gelen en düşük nokta, 26 Aralık 1846'ya göre 5.198.156 sterlin, ve 1846 yılının (29 Ağustos) en yüksek düzeyine göre 6.453.748 sterlin bir azalma olduğunu göstermiştir.
      Beşincisi,
ulusal bankalar denilen kurumların maden rezervlerinin saptanması, ki, bu saptanma, bu maden birikiminin büyüklüğünü bizzat düzenlemez, çünkü bu büyüklük sırf iç ve dış ticaretin felce uğraması ile büyüyebilir, üç yönlü bir işlevi yerine getirir: 1) uluslararası ödemeler için yedek fon, bir başka deyişle, dünya-parası yedek fonu; 2) ardarda genişleyen ve daralan iç maden dolaşımı için yedek fon; 3) mevduatların ödenmesi ve kağıt paranın altına çevrilmesi için yedek fon (bu son işlev, bankanın işlevleri ile ilgili olup, para olarak paranın işlevleri ile hiç bir ilişkisi yoktur). Bankaların bu yedek-fonları, dolayısıyla, bu üç işlevin herbirini etkileyen koşullar tarafından da etkilenebilir. Böylece uluslararası bir fon olarak, ödemeler dengesi -bu dengeyi belirleyen etmenler ve ticaret dengesine oranı ne olursa olsun- tarafından da etkilenebilir. İç maden dolaşımına ait yedek fon olarak da, bu dolaşımdaki genişleme ya da daralma tarafından etkilenebilir. Üçüncü işlev -teminat fonu olma işlevi-, söylendiği gibi, maden rezervinin bağımsız hareketini belirlemez, ama iki yönlü etkisi olur. İç dolaşımda madeni paranın (gümüşün değer-ölçüsü olduğu ülkelerde gümüş sikkeler de dahil) yerini alan banknotların çıkartılması halinde, yedek fonun 2)'deki işlevi geçersiz olur. Ve değerli madenin bu işlevin yerine getirilmesine hizmet eden kısmı, uzun bir süre dış ülkelerin yolunu tutar. Bu durumda, maden sikkeler iç dolaşım için çekilmemişlerdir ve böylece, maden rezervinin, dolaşımdaki sikke haline getirilmiş madenin bir kısmının hareketsiz hale (sayfa 503) getirilmesiyle artması da bununla birlikte ortadan kalkmış olur. Ayrıca, mevduatların ödenmesi ve banknotların altına çevrilmesi için her zaman asgari bir maden rezervi bulundurulması gerekiyorsa, bu da kendine göre, dışarıya ya da içeriye altın akışının sonuçlarını etkiler; bu, rezervin, bankanın her zaman bulundurma zorunda olduğu kısmını ya da, belli zamanlarda, yararsız olduğu için elden çıkartmak istediği kısmı etkiler. Dolaşım, tamamen madeni ise ve bankacılık sistemi toplaşmış ise, banka da kendi maden rezervini, kendi mevduatlarının ödenmesi için teminat olarak düşürme zorundadır ve dışarıya bir maden akışı, 1857'de Hamburg'da görüldüğü gibi bir paniğe yolaçabilir.
      Altıncısı,
belki de 1837 dışında, gerçek bunalımlar, daima, ancak kambiyo kurlarındaki bir değişmeden sonra, yani değerli maden ithali, ihracına göre tekrar ağırlık kazanır kazanmaz patlak verirler.
      1825'te gerçek çöküş, altın akışı kesildikten sonra gelmişti. 1839'da, bir altın akışı vardı, ama bu bir çöküntüye yolaçmadı. 1847'de altın akışı nisan ayında kesildi ve çöküntü ekim ayında geldi. 1857'de, dış ülkelere altın akışı, kasım ayı başında kesildi ve çöküntü aynı ayın sonlarında geldi.
      Bu, 1847 bunalımında özellikle belliydi; altın akışı, hafif bir bunalım başlangıcına yolaçtıktan sonra nisan ayında kesildi ve gerçek ticari bunalım ancak ekim ayında başladı.
      Aşağıdaki tanıklık, 1848 [Secret Committee of the House of Lords on Commercial Distress'de] Ticari Bunalımı Konusundaki Lordlar Kamarası Gizli Komitesinde yapılmıştı. Bu tanıklık 1857 yılına kadar basılmamıştı. (Biz bunu da C. D.1848-57 olarak aktarmıştık.)
      Tooke'un tanıklığı: 1847 Nisan'da, sözcüğün tam anlamıyla paniğe varmamakla birlikte bir darlık başlamıştı, ama nispeten kısa süreli oldu ve önemli bir ticari iflas görülmedi. Ekim ayında para darlığı, nisan ayındakinden çok daha yoğundu ve neredeyse hiç görülmemiş sayıda ticari iflaslar oldu (2996). - Nisan ayında kambiyo kurları, özellikle Amerika ile, olağandışı büyüklükte ithalatın ödenmesinde bizi önemli miktarda altın ihracına zorladı ancak büyük bir çabayla Banka dışarıya altın akışını durdurdu ve oranları yükseltti (2997). - Ekim ayında kambiyo kurları İngiltere'nin lehine idi (2998). - Kambiyo kurlarında değişme, nisanın üçüncü haftasında başladı (3000). - Temmuz ve ağustosta dalgalandı (3001). - Ağustosta altın akışı, iç dolaşım için bir talepten ortaya çıktı (3003).
      İngiltere Bankası Guvernörü J. Morris: Kambiyo kuru 1847'den beri İngiltere'nin lehinde olduğu ve dolayısıyla altın ithali yapıldığı halde, bankanın külçe rezervi azaldı. "2.200.000 sterlin, iç talep sonucu, ülkeden çıktı"(137). - Bu, bir yandan, demiryolu yapımında daha fazla işçi çalışmasıyla, öte yandan, "bunalım sırasında ellerinde altın bulunmasını arzu eden bankerler" ile açıklandı (147). (sayfa 504)
      1811'den beri, İngiltere Bankasının eski guvernörü ve müdürlerinden, Palmer: "684. 1847 Nisanının ortalarından 1844 tarihli yasanın sınırlandırıcı maddesinin kaldırıldığı güne kadar geçen dönem boyunca, döviz durumu bu ülkenin lehine idi."
      1847'de kendi başına bir parasal panik yaratan dışa altın akışı, bu nedenle, her zaman olduğu gibi, yalnızca bir bunalımın habercisiydi, ve patlak vermeden önce, tersine bir akış başlamıştı bile: 1839'da, tahıl, vb. satın alınması için, dışarıya kuvvetli bir altın akışı oldu, ama ne bunalım vardı, ne de parasal panik.
      Yedincisi,
genel bunalımlar yerleşir yerleşmez, altın ile gümüş -üretici ülkelerden içeri akan yeni değerli madenler bir yana- çeşitli ülkelerin kendi birikimleri olarak, varoldukları eski denge durumu içersinde orantılı olarak dağılırlar. Öteki koşular eşit olmak üzere, her ülkedeki birikimin büyüklüğü, o ülkenin, dünya piyasasında oynadığı rol ile belirlenecektir. Bu birikim, normal payından daha fazlasına sahip bulunan ülkeden, normal miktarın daha azına sahip olan ülkelere doğru akar. Bu gidiş-geliş hareketleri, yalnızca çeşitli ulusal rezervler arasındaki başlangıçta varolan dağılımı yeniden sağlar. Ne var ki, bu yeniden dağılım, kambiyo kurlarını incelerken ele alacağımız, çeşitli koşulların etkisi ile meydana gelir. Normal dağılım yeniden kurulur kurulmaz -bu andan başlayarak- bir büyüme aşamasına girilir ve ardından tekrar dışa akış hareketi başlar. [Bu son tümce, kuşkusuz, dünya para piyasasının merkezi olarak, yalnızca İngiltere için geçerlidir. -F. E.]
      Sekizincisi,
dışarıya maden akışı, genellikle, dış ticaret durumunda bir değişmenin belirtisidir ve bu değişiklik de, yaklaşan yeni bir bunalımın ön habercisidir.[15]
      Dokuzuncusu,
ödemeler dengesi. Asya lehinde ve, Avrupa ile Amerika aleyhinde olabilir.[16]



      Başlıca iki dönemde, değerli maden ithali yer alır. Bir yandan, bu bunalımı izleyen ve sınırlı bir üretimi yansıtan, düşük faiz oranının birinci evresinde yer alır; ve sonra, faiz oranının yükseldiği ama ortalama düzeyine henüz ulaşmadığı ikinci evrede. Bu, geriye ödemelerin çabuk geldiği, ticari kredinin bol olduğu ve dolayısıyla da, borç sermayesine olan talebin, üretimdeki genişlemeyle aynı oranda artmadığı bir evredir. Her iki (sayfa 505) evrede de, nispeten bol borç sermayesi ile, altın ve gümüş biçiminde, yani yalnızca başlıca borç sermayesi olarak iş görebileceği bir biçimde ek sermaye fazlalığı, zorunlu olarak, faiz oranını ve onunla birlikte de piyasanın genel durumunu ciddi olarak etkiler.
      Öte yandan, bir maden akışı, sürekli ve büyük ölçüde bir değerli maden ihracı, geriye ödemeler akışı durur durmaz ve piyasalar malla dolar dolmaz başlar, ve bir gönenç görüntüsü ancak kredi aracılığı ile sürdürülür; başka bir deyişle, borç sermayesine karşı büyük ölçüde artan bir talep ve dolayısıyla da faiz oranı en azından ortalama düzeyine ulaşır ulaşmaz bu maden akışı başlar. Kendisini dışarıya altın akışında ortaya koyan bu koşullar altında, sermayenin, doğrudan doğruya borç verilebilir sermaye biçiminde sürekli şekilde çekilmesinin etkisi önemli ölçüde yoğunlaşır. Bu, zorunlu olarak, faiz oranı üzerinde dolaysız bir etki yapar. Ama, faiz oranındaki yükselme, kredi işlemlerini sınırlama yerine bunları genişletir ve bütün kredi kaynakları üzerinde büyük bir baskıya yolaçar. İşte bu yüzden, bu dönem, çöküntüden önce gelen dönemdir.
      Newmarch'a soruldu (B. A. 1857): "1520. Ama o zaman, dolaşımdaki senetlerin hacmi, iskonto oranı ile birlikte artıyor mu? - Öyle görünüyor." - "1522. Tamamen olağan zamanlarda, ana hesap defteri gerçek değişim aracıdır; ama bir güçlük ortaya çıktığında, örneğin demin sözünü ettiğim koşullar altında, banka iskonto oranında bir yükselme olur ... o zaman, işlemler, doğal olarak, poliçe çekilmesine dökülür; bu poliçeler, yalnız, yapılan alışıverişin yasal kanıtları olması bakımından daha uygun olmakla kalmaz, başka yerlerdeki satın almaları gerçekleştirmek için de daha elverişli oldukları gibi, sermaye sağlayabilecek bir kredi aracı olmaları yönünden de çok elverişlidirler." - Üstelik, bazı tehlikeli durumlar bankayı, iskonto oranını yükseltme durumunda bırakır bırakmaz -böylece, aynı zamanda, bankasının iskonto edeceği senetlerin vadelerini kısaltma olasılığı da ortaya çıkmış olur- bunun hızla yükseleceği konusunda genel bir kaygı ortalığı kaplar. Herkes, ve her şeyden önce de kredi sahtekarları, böylece, gelecekteki senetleri iskonto ettirmek ve belli bir tarihte elden geldiğince çok kredi aracını ellerinde bulundurma çabasına düşerler. Bu nedenler, öyleyse şuna varıyor: etkisini hissettiren şey, ithal ya da ihraç edilen değerli madenin, değerli maden olarak düpedüz miktarı değil, önce, değerli madenin para biçiminde sermaye olarak taşıdığı özgül nitelik sayesinde ve sonra da, terazinin bir kefesine eklendiğinde sallanmakta olan göstergenin kesinlikle bir yana dönmesine yeterli olan bir tüy gibi hareket etmesi ile bu etkisini göstermiş olur; yapılacak bir ekin şu ya da bu yanının ağır basmasına yeteceği koşullar altında ortaya çıktığı için bu etkiyi gösterir. Böyle olmasaydı, diyelim 5-8 milyon sterlin tutarındaki bir altın çıkışının -ve bu, bugüne kadar görülen en üst sınırdır- hissedilebilir bir etki yaratmasını açıklamak olanaksız olurdu. İngiltere'de ortalama altın olarak dolaşımda bulunan 70 milyon sterlin ile kıyaslandığında bile önemsiz görülen, sermayenin (sayfa 506) bu küçük azalması ya da artışı, İngiltere'ninki gibi bir üretim hacmi ile kıyaslandığında gerçekten de ihmal edilebilir ufak bir büyüklüktür.[17] Ama, bir yandan bütün para-sermayeyi üretimin emrine sokmaya (ya da aynı şey demek olan, bütün para geliri sermayeye çevirmeye) yönelmiş bulunan, öte yandan, çevrimin belli evresinde maden rezervini en aza indirerek yerine getirmesi gerekli işlevleri yapmasına olanak vermeyen, işte bu gelişmiş kredi ve bankacılık sistemidir ki, bütün organizmadaki bu aşırı hassaslığı yaratmaktadır. Üretimin daha az gelişmiş aşamalarında, birikimin, ortalama düzeyinin altına düşmesi ya da üzerine yükselmesi nispeten önemsiz bir sorundur. Bunun gibi, sınai çevrimin kritik döneminde ortaya çıkmadığı takdirde, çok önemli ölçüde bir altın akışı bile nispeten etkisizdir.
      Yapmış olduğumuz açıklamalarda, kötü bir ürün döneminin, vb. sonucu olarak yer alan, dışarıya altın akışı durumlarını incelemedik. Bu gibi durumlarda, bu altın akışında ifadesini bulan, üretimin dengesindeki büyük ve ani sarsıntı, bu akışın etkileri bakımından daha fazla bir açıklamayı gerektirmez. Bu sarsıntının, üretimin bütün hızıyla ilerlediği bir döneme raslaması ölçüsünde, yapacağı etki de o kadar büyük olur.
      Biz, bir de, banknotların altına çevrilebilirliğinin teminatı ve tüm kredi sisteminin ekseni olarak, maden rezervinin işlevini inceleme-dışı bıraktık. Merkez bankası, kredi sisteminin eksenidir. Ve maden rezervi de bankanın eksenidir.[18] Kitap I'de ödeme araçlarının irdelenmesinde (Kap. III) göstermiş olduğum gibi, kredi sisteminden parasal sisteme geçiş, gereklidir. Maden esasına dayalı bir sistemin kritik bir anda devam ettirilmesi için, gerçek servetten çok büyük fedakarlıklar yapılması gerektiğini, Tooke da, Loyd-Overstone da kabul etmişlerdir. Tartışma, yalnızca bir fazlalık ya da eksikliğin denge haline getirilmesi ve doğacak sonucun az ya da çok rasyonel bir biçimde ele alınması şeklini alıyor.[19] Toplam üretimle kıyaslandığında önemsiz belli bir miktar maden, sistemin eksen noktası olarak kabul edilmiştir. Bunalımlar sırasında eksen noktası olarak sahip bulunduğu bu niteliğin dehşet verici açıklanması bir yana, işte size birinci sınıf teorik bir ikicilik. Her şeyi iyi bilen ekonomi politik, (sayfa 507) "sermayeyi", ex professo[11*] ele aldığı sürece, altın ve gümüşe tepeden, küçümseyerek bakıyor ve bunları en ilgisiz ve yararsız sermaye biçimleri olarak görüyor. Ama, bankacılık sistemini ele aldığı anda, her şey tepetaklak ediliyor ve, altın ile gümüş par excellence[12*] sermaye oluveriyor ve korunmaları için, diğer her türden sermaye ile emek feda ediliyor. Ama, altın ile gümüş, öteki servet biçimlerinden nasıl ayırdediliyor? Değerlerinin büyüklükleri ile değil, çünkü bu, onlarda maddeleşen emek miktarı ile belirlendiği için bunların değerinin büyüklüğü ile değil, servetin toplumsal niteliğinin bağımsız somutlaşmalarını temsil etmesi, ifade etmesi olgusuyla ayırdedilirler. [Toplumun serveti, ancak, kendileri bu servetin özel malikleri olan, özel bireylerin serveti olarak vardır. Bu servet, toplumsal niteliğini, ancak, bu bireylerin, kendi gereksinmelerini karşılamak için karşılıklı olarak farklı nicelikte kullanım-değerlerini değişmeleri olgusunda ortaya koyar. Kapitalist üretim sisteminde, bunu, ancak para aracılığı ile yapabilirler. Yani bireyin serveti, ancak, para aracılığı ile toplumsal servet olarak gerçekleşir. Servetin toplumsal niteliği, işte bu şeyde, parada somutlaşmıştır. -F. E.] Servetin bu toplumsal varlığı böylece, toplumsal servetin gerçek öğelerinin yanısıra ve onların dışında, bir şeyin, maddenin ve malın ötesinde bir görünüşe bürünür. Üretim akış halindeyken bu unutulur. Kendisi de servetin toplumsal bir biçimi olan kredi, parayı bir yana iter ve onun yerine geçer. Üretimin toplumsal niteliğine olan güvendir ki, ürünlerin para-biçiminin, bir şey, uçucu, düşsel, sırf hayali bir şey görünüşüne bürünmesine izin verir. Ne var ki, kredi sarsılır sarsılmaz -ve, modern sanayi çevriminde bu evre zorunlu olarak daima ortaya çıkar- bütün gerçek servet, fiilen ve hemen paraya, altın ve gümüşe çevrilecektir; sistemin kendisinden zorunlu olarak doğup gelişen çılgınca bir istek ortaya çıkar. Ve, bu muazzam talebi karşılaması beklenen altın ve gümüşün hepsi, topu topu, bankanın mahzenlerindeki birkaç milyondan ibarettir.[20]
      Dışarıya altın akışlarının etkileri arasında, demek ki, toplumsal üretim olarak üretimin, gerçekte toplumsal denetim altında olmaması olgusu, servetin toplumsal biçiminin onun dışında bir şey olarak var olmasıyla çarpıcı bir biçimde ortaya konmuş olur. Kapitalist üretim sistemi, aslında, bu özelliği, meta ticaretine ve özel meta değişimine dayandıkları sürece, daha önceki üretim sistemleriyle paylaşır. Ama ancak kapitalist üretim sistemindedir ki, bu, en çarpıcı ve acayip, saçma çelişki ve paradoks biçiminde, göze görünür hale gelir, çünkü, her şeyden önce, doğrudan kullanım-değeri, üreticilerin kendi tüketimleri için üretim, kapitalist (sayfa 508) üretimde tamamen ortadan silinmiş, böylece de servet, ancak, birbiri içine geçen üretim ve dolaşım şeklinde ifade edilen toplumsal bir süreç olarak varolmaktadır; sonra da, kredi sisteminin gelişmesiyle kapitalist üretim, servetin ve servete ait hareketlerin aynı anda maddi ve hayali engeli olan maden engelini aşmak için durmadan bir yol aramakta, ama her seferinde başını bu duvara çarpmaktadır.
      Bunalım sırasında, bütün poliçelerin, senetlerin ve metaların, aynı anda, banka parasına, ve bütün bu banka parasının da altına çevrilebilir olması talep edilmektedir.


II. KAMBİYO KURLARI


      [Kambiyo kuru, para olarak kullanılan madenlerin, uluslararası hareketine ait barometre olarak bilinmektedir. Eğer İngiltere'nin Almanya'ya, Almanya'nın İngiltere'ye yapması gerekenden daha fazla ödeme yapması gerekiyorsa, markın, sterlinle ifade edilen fiyatı Londra'da yükselir, ve sterlinin markla ifade edilen fiyatı, Hamburg ve Berlin'de düşer. Eğer İngiltere'nin Almanya'ya olan bu ödeme yükümlülüklerindeki fazlalık, örneğin, Almanya'nın İngiltere'den yapacağı satın almalardaki fazlalıkla tekrar dengelenmezse, Almanya üzerine mark olarak çekilen poliçelerin sterlin fiyatının, İngiltere'den Almanya'ya ödeme yükümlülüklerini yerine getirmek üzere, poliçe yerine maden (altın sikke ya da külçe) göndermeye yetecek noktaya kadar yükselmesi gerekir. Olayların izlediği tipik yol budur.
      Eğer bu değerli maden ihracı, daha büyük boyutlara ulaşır ve daha uzun bir süre sürecek olursa, bundan, İngiltere'de banka rezervleri etkilenir ve İngiltere para piyasası, özellikle de İngiltere Bankası koruyucu önlemler almak zorunda kalır. Bunun başlıca yolu, daha önce de gördüğümüz gibi, faiz oranını yükseltmektir. Dışarıya altın akışı önemli bir ölçüye ulaşınca, kural olarak para piyasası daralır, yani para-biçiminde borç sermayesine olan talep, arzı epeyce aşar ve bunu doğal olarak daha yüksek bir faiz oranı izler; İngiltere Bankasınca saptanan iskonto oranı bu duruma uyar ve piyasada kendisini hissettirir. Bununla birlikte, dışarıya külçe akışı normal ticari işlemler karışımından başka nedenlerle de olabilir (örneğin, yabancı devletlere borçlar, dış ülkelere sermaye yatırımları, vb. gibi), ve böyle durumlarda Londra para piyasası, faiz oranında fiili bir yükselmeyi haklı gösterecek durumda değildir; İngiltere Bankası böyle olunca, önce, özel deyimiyle, "açık piyasada" büyük ikrazlarla "parayı kıtlaştırmak" zorunda kalır ve böylece, faiz oranında bir yükselmeyi haklı gösterecek ya da gerekli kılacak bir durumu yapay olarak yaratır; bu gibi manevralar yıldan yıla güçleşmektedir. -F. E.]
      Faiz oranındaki bu yükselmenin kambiyo kurları üzerindeki etkisi, 1857 banka mevzuatı ile ilgili Avam Kamarası Komitesindeki (alıntılarda, B. A. ya da B. C. 1857 olarak geçmektedir) şu ifadelerle gösterilmektedir. (sayfa 509)
      John Stuart Mill: "2176. Ticari bir güçlük durumunda daima ... tahvil fiyatlarında önemli bir düşme olmakta ... yabancılar, bu ülkede demiryolu hisse senetleri satın almakta, ya da İngiliz yabancı demiryolu hisse sahipleri bunları dış ülkelerde satmaktadırlar ... külçe transferi bu ölçüde önlenmektedir." - "2182. Çeşitli ülkeler arasındaki, faiz oranı ile ticari baskının dengelenmesinin genellikle bunlar aracılığı ile sağlandığı, tahvil ve hisse senetleri üzerine iş yapan zengin bir bankerler ve simsarlar sınıfı. ..yükselmesi olası senetlerle tahvi11eri satın almak için, her an pusuda beklemektedirler. ... Bunların senet ve tahvil satın alacakları ülkeler, dışarıya külçe göndermekte olan ülkelerdir." - "2184. Bu sermaye yatırımları 1847 yılında, dışarıya altın akışının azalmasına yetecek derecede, büyük bir ölçüde yapıldı."
      1838'den beri İngiltere Bankasının müdürlerinden ve bankanın eski Guvernörü J. G. Hubbard: "2545. Avrupa'da çeşitli para piyasalarında dolaşımda bulunan ... Avrupa ülkelerine ait büyük miktarlarda tahvil vardır, ve bunların değeri ... bir piyasa yüzde 1 ya da 2 düşer düşmez, bunlar, değerlerini henüz korudukları piyasalara gönderilmek üzere derhal satın alınırlar." - "2565. Dış ülkeler, bu ülkenin tüccarlarına epeyce borçlu değiller mi? - Evet, büyük ölçüde." - "2566. Öyleyse, bu borçların tahsili, bu ülkede çok büyük bir sermaye birikimine neden olabilir? - 1847'de, durumumuz, Amerika'nın ve Rusya'nın bu ülkeye olan, şu kadar milyonluk eski borçlarına bir çizgi çekmekle, kesinlikle düzeltilmiş oldu." [aynı zamanda, İngiltere de bu aynı ülkelere hububat için olan "şu kadar milyonluk" borcunun büyük bir kısmına İngiliz borçluların iflasları yoluyla "bir çizgi çekmekten" geri kalmadı. Bkz: B. A. 1857, Otuzuncu Bölüm, s. 31. -F. E.] - "2572. 1847'de, bu ülke ile St. Petersburg arasında kurlar çok yüksek idi. Bankaya, 14 milyon sterlinlik sınırlandırmaya bakmaksızın [altın rezervinin üzerinde ve ötesinde -F. E.] banknot çıkartma yetkisini veren Hükümet Mektubu yayınlanınca, iskonto oranının %8 olması bekleniyordu. O anda, o sıradaki iskonto oranı ile, St. Petersburg'dan Londra'ya altın sevketmek ve bu altını, satın alınması karşılığında çekilecek üç ay vadeli poliçe ile %8 üzerinden borç vermek çok kârlı bir işti." - "2573. Altın üzerine yapılan bütün işlemlerde, dikkate alınması gerekli pek çok nokta vardır; [altına karşılık çekilen. -F. E.] poliçenin vadesi boyunca yatırımlar için sözkonusu olan bir kambiyo kuru ve bir faiz oranı vardır."


ASYA İLE OLAN KAMBİYO KURU


      Aşağıdaki noktalar, bir yandan, İngiltere'nin, Asya ile olan kambiyo kurlarının aleyhinde olduğu zaman uğradığı zararları, Asya'dan yaptıkları ithalatı İngiltere'deki aracılar yoluyla ödeyen diğer ülkeler zarar hesabına nasıl telafi ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Öte (sayfa 510) yandan, bunlar bir de, Bay Wilson'un değerli maden ihracının kambiyo kurları üzerindeki etkisini, genellikle sermaye ihracının bu kurlar üzerindeki etkisi ile bir tutmak için burada bir kez daha budalaca bir girişimde bulunmasını göstermesi bakımından da önemlidir; her iki durum da altın ihracı, ödeme ya da satınalma aracı olarak değil, sermaye yatırımı için yapılmaktadır. Her şeyden önce, söylemeye gerek yoktur ki, Hindistan demiryolu yatırımı için şu kadar milyon sterlin tutarında değerli maden göndermek ile demir ray göndermek arasında hiç bir fark yoktur; bunlar, yalnızca, aynı miktar sermayeyi bir başka ülkeye transfer etmenin iki farklı biçimidir; yani bu, normal ticari dolaşıma girmeyen ve ihracatçı ülkenin, bu demiryollarının sağlayacakları kazançtan, gelecekte ellerine geçecek yıllık bir gelirden başka bir ödeme beklemedikleri bir transferdir. Bu ihracat eğer değerli maden biçiminde yapılırsa, ihracatçı ülkenin para piyasası ve onunla birlikte de faiz oranı üzerinde doğrudan bir etkisi olacaktır; zorunlu olarak, her türlü koşul altında olmasa bile, daha önce özetlenen koşullar altında bu etkiyi gösterir, çünkü, değerli maden, değerli maden olarak doğrudan doğruya borç verilebilir para-sermaye ve bütün para sisteminin esasıdır. Gene bu değerli maden ihracı, döviz kurunu da doğrudan doğruya etkiler. Değerli maden, ancak, diyelim Hindistan üzerine çekilen ve Londra para piyasasına arzedilen poliçelerin, bu fazladan ödemeleri karşılamaya yetmemesi nedeniyle ve bu ölçüde ihraç edilmiştir. Başka bir deyişle, Hindistan üzerine çekilen poliçeler için, bunların arzını aşan bir talep bulunmaktadır ve böylece kurlar, Hindistan'a borçlu olduğu için değil, olağanüstü meblağları Hindistan'a göndermek zorunda olduğu için, bir süre İngiltere'nin aleyhine dönmektedir. Uzun sürede, Hindistan'a bu şekilde gönderilen değerli madenlerin, Hindistan'da İngiliz mallarına karşı olan talepleri artıracak bir etki yaratması gerekir, çünkü dolaylı olarak Hindistan'ın Avrupa mallarına karşı tüketim gücünü yükseltir. Ama sermaye, eğer ray, vb. biçimde gönderilmiş ise, döviz kuru üzerinde herhangi bir etkisi olamaz, çünkü, Hindistan'ın bunu telafi edecek bir geriye ödemede bulunması sözkonusu değildir. İşte sırf bu nedenle, para piyasası üzerinde herhangi bir etkisi olamaz. Wilson, böyle bir etkinin varlığını, bu gibi bir fazladan harcamanın, parasal araca karşı ek bir talep yaratacağı ve dolayısıyla da faiz oranını etkileyeceğini söyleyerek kurmak istemektedir. Böyle bir durum olabilir; ama bütün durumlarda bunun böyle olacağını öne sürmek tamamen yanlıştır. Raylar nereye gönderilirse gönderilsin, ister İngiltere, ister Hindistan toprağına döşensin, bunlar, belli bir alanda İngiltere üretiminin belirli bir genişlemesinden başka bir şeyi ifade etmezler. Çok geniş sınırlar içersinde bile, üretimdeki bir genişlemenin, faiz oranını yükseltmeksizin olamayacağını söylemek saçma olur. Parasal araçlar, yani kredi işlemlerini kapsayan, yapılan toplam işler büyüyebilir; ama bu kredi işlemleri, faiz oranı aynı kaldığı halde artabilir. Binsekizyüzkırklarda İngiltere'de demiryolu humması sırasında durum fiilen böyleydi. (sayfa 511) Faiz oranı yükselmedi. Ve açıktır ki, gerçek sermayeyi, bu durumda metaları ilgilendirdiği kadarıyla, para piyasası üzerindeki etki, bu metalar ister yabancı ülkelere gönderilsin, ister ülke içersinde tüketilsin, gene aynı olacaktır. Bu, ancak, İngiltere'nin dış ülkelere yaptığı sermaye yatırımlarının, onun ticari ihracatı, yani karşılığında ödeme yapılmasını gerektiren ihracatı üzerinde kısıtlayıcı bir etki yaptığı ve böylece bir geriye akışa yolaçtığı zaman, ya da bu sermaye yatırımları, zaten, aşırı kredi genişlemesine ve kredi sahtekarlığı işlemlerinin başlangıcına işaret eden genel belirtiler olması ölçüsünde farkedilebilirdi.
      Wilson'un sorularıyla Newmarch'ın bunlara verdiği yanıtlar şöyle: "1786. Bir başka gün siz, Doğu için olan gümüş talebi ile ilgili olarak, Doğuya sürekli olarak gönderilen büyük miktarlarda külçeye karşın, Hindistan ile kambiyo kurlarının bu ülkenin lehine olduğuna inandığınızı söylemiştiniz; kurların, bu ülkenin lehine olduğunu kabul etmenizin herhangi bir dayanağı var mı? - Evet var. ... 1851 yılında Birleşik Krallık'tan Hindistan'a yapılan ihracatın gerçek değeri 7.420.000 sterlindi; buna, India House çeklerinin tutarını, yani kendi giderlerini karşılamak amacıyla, Doğu Hint Kumpanyasının, Hindistan'dan çektiği fonları da eklemek gerekir. O yıl, bu çeklerin toplamı 3.200.000 sterlindi ve böylece, Birleşik Krallık'tan Hindistan'a yapılan toplam ihracat 10.620.000 sterlindi. 1855'te ... Birleşik Krallık'tan ihraç edilen malların gerçek değeri 10.350.000 sterline yükseldi ve India House çekleri 3.700.000 sterlindi, böylece de bu ülkeden yapılan toplam ihracat 14.050.000 sterlindi. 1851 yılıyla ilgili olarak, bence, Hindistan'dan bu ülkeye yapılan ithalatın gerçek değerinin ne olduğunu söylemek için bilgi bulunmamakta, ama 1854 ve 1855'te bir gerçek değer bildirimi var; 1855'te Hindistan'dan bu ülkeye ithal edilen malların toplamı gerçek değeri 12.670.000 sterlindi ve bu miktar, daha önce söylediğim 14.050.000 sterlin ile karşılaştırılınca, iki ülke arasındaki doğrudan ticaret bakımından Birleşik Krallık lehine 1.380.000 sterlinlik bir bakiye bırakır." [B.A.1857.]
      Bunun üzerine, Wilson, kambiyo kurlarının da, dolaylı ticaret tarafından etkilendiğini belirtiyor. Örneğin, Hindistan'dan Avustralya ve Kuzey Amerika'ya yapılan ihracat, Londra üzerine çeklerle karşılanıyor ve bu nedenle de sanki bu mallar Hindistan'dan doğrudan doğruya İngiltere'ye gitmiş gibi kambiyo kurlarını etkiliyor. Üstelik, Hindistan ile Çin bir arada düşünülünce, bilanço, İngiltere'nin aleyhine oluyor, çünkü Çin, devamlı olarak Hindistan'a afyon için ağır bir ödeme yapmak, ve İngiltere de Çin'e ödemede bulunmak zorunda ve böylece, bu meblağlar, bu dairesel yoldan Hindistan'a gitmekte (1787, 1788).
      1791. Wilson, şimdi de, sermayenin, ister "demir ray ve lokomotif, ister sikke biçiminde gitmiş olsun", döviz kurları üzerindeki etkisinin aynı olup olmayacağını soruyor. Newmarch doğru olarak şöyle yanıtlıyor: Son birkaç yılda, demiryolu yapımı için Hindistan'a gönderilmiş (sayfa 512) bulunan 12 milyon sterlin, Hindistan'ın düzenli aralıklarla İngiltere'ye ödemek zorunda olduğu, yıllık bir ödeneğin satın alınmasına hizmet etmiştir. "Ama, külçe piyasası üzerindeki ilk etkisi bakımından, bu 12 milyon sterlinlik yatırım, ancak külçenin fiili bir para yatırımını gerçekleştirmesi ölçüsünde etkili olabilirdi."
      1797. [Weguelin soruyor:] "Bu demir (raylar) için geriye bir ödeme yapılmadığına göre, kurları etkilediği nasıl söylenebilir? - Yapılan harcamaların, metalar biçiminde gönderilmiş bulunan kısmının, kurları etkilediğini sanmıyorum. ... İki ülke arasındaki kurlar, denilebilir ki, yalnızca, bir ülkede arzedilen senet ya da poliçe miktarı ile, diğer ülkede buna karşılık arzedilen miktar tarafından saptanır; kurlar üzerine olan rasyonel teori işte budur. Şimdi, bu 12 milyon sterlinin dışarıya gönderilmesine gelince, para her şeyden önce bu ülkede toplanmıştır ... şimdi, eğer yapılan alışverişin niteliği gereği, bu 12 milyon sterlinin hepsinin, Kalküta, Bombay ve Madras'ta hazineye yatırılmış bulunması gerekiyorsa ... gümüş fiyatları ve kurlar üzerinde ani bir talep çok şiddetli bir şekilde kendisini gösterir; tıpkı Hindistan Kumpanyasının, yarın, senetlerinin, 3 milyondan 12 milyon sterline yükseltileceğini ilan etmesi gibi. Ne var ki, bu 12 milyon sterlinin yarısı ... bu ülkede metalar ... demir raylar, keresteler ve diğer malzemenin ... satın alınmasında harcanmıştır ... bu, bu ülkeye ait sermayenin, Hindistan'a gönderilecek özel bir türdeki meta için bu ülkede harcanmasıdır, ve bu, burada sona erer." - "1798. [Weguelin:] Ama, demiryolları için gerekli demir ve kereste gibi nesnelerin üretimi, yabancı malların büyük ölçüde tüketimine yolaçar ve bu da kurlarını etkileyebilir? - Hiç kuşkusuz."
      Wilson şimdi, demirin, büyük bir ölçüde, emeği temsil ettiğini ve bu emek için ödenen ücretin, büyük bir ölçüde ithal edilen malları temsil ettiğini düşünüyor (1799) ve şöyle soruyor:
      "1801. Ama tamamen genel bir ifadeyle, karşılığında ürün ya da başka bir şekilde herhangi bir şey almaksızın, ithal edilen nesnelerin tüketimi ile üretilen malları dış ülkelere gönderdiğimiz takdirde, kambiyo kurları bu ülkenin aleyhine dönmüş olmaz mı? - Büyük demiryolu harcamaları sırasında bu ülkede geçerli olan, işte bu ilkenin kendisiydi [1845]. Üç, dört ya da beş yıl, demiryolları için 30 milyon sterlin harcandı, ve bunun hemen hepsi de, ücretlerin ödenmesine gitti. Üç yıl boyunca, demiryolu, lokomotif, vagon ve istasyonların yapımında, bütün fabrika bölgelerinde çalışanlardan daha fazla sayıda insan çalıştırıldı. Bu kimseler ... aldıkları ücretleri, çay, şeker, alkollü içkiler ve diğer yabancı malların satın alınmasında harcadılar; bu metalar ithal edilmişti; ama şu da bir gerçektir ki, bu büyük harcamaların yapıldığı sırada, bu ülke ile diğer ülkeler arasındaki kambiyo kurları büyük ölçüde karışıklığa uğramadı. Dışarıya külçe akışı olmadı, tersine, içeriye bir akışda oldu."
      1802. Wilson, İngiltere ile Hindistan arasında eşit bir ticaret dengesi ve kambiyo kurları ile, fazladan demir ve lokomotif gönderilmesinin, (sayfa 513) "Hindistan'la aradaki kambiyo kurlarını etkileyeceği", üzerinde ısrar ediyor. Newmarch, raylar oraya sermaye yatırımı olarak gönderildiği ve Hindistan da bunlar için şu ya da bu şekilde bir ödemede bulunmadığı sürece, bunu bu şekilde görmüyor; şöyle ekliyor: "Bir ülkenin, ticaret yaptığı diğer bütün ülkeler ile sürekli olarak kendi aleyhinde, ters bir kambiyo kuru durumuna sahip olamayacağı ilkesini kabul ediyorum; bir ülkeyle aleyhte bir kur, bir başkasıyla lehte bir kur yaratır." - Wilson, şu saçmalıkla itiraz ediyor: "1803. Sermaye şu ya da bu biçimde gönderilmiş olsun, sermaye transferi gene aynı olmayacak mıdır? - Borç bakımından aynı olabilir." - "1804. Demek ki, Hindistan'da demiryolu yapımının etkisi, ister külçe, ister malzeme gönderilsin, sanki hepsi de külçe olarak gönderilmiş gibi, sermayenin değerini burada artırması bakımından sermaye piyasası üzerinde aynı olacak mıdır?"
      Demir fiyatları eğer yükselmemişse, bu, herhalde, rayların içerdiği "sermayenin değerinin" artmamış olduğunun bir kanıtı idi. Bizi burada ilgilendiren şey, para-sermayenin değeri, yani faiz oranıdır. Wilson, para-sermayeyi, genel olarak sermaye ile özdeşleştirmek istiyor. Aslında yalın gerçek şu ki, İngiltere'de 12 milyon sterlin, Hint demiryolları için toplanmıştı. Bu, kambiyo kurları ile doğrudan hiç bir ilgisi bulunmayan bir sorun olduğu gibi, bu 12 milyonun gönderilmesi de para piyasası için bir önem taşımaz. Eğer para piyasası iyi durumda ise, bunun üzerinde mutlaka etkili olması gerekmez; tıpkı İngiliz demiryolu hisse senetlerinin 1844 ve 1845'te para piyasasını etkilememesi gibi. Yok eğer para piyasası, her nasılsa dar bir boğazda ise, faiz oranını gerçekten de etkileyebilir, ama kuşkusuz bu etki yükseltici bir yöndedir; ve bu, Wilson'un teorisine göre, İngiltere için kambiyo kurlarını lehte etkileyecek, yani bu, Hindistan'a olmasa bile bir başka ülkeye değerli maden ihracı eğilimini frenleyecektir. Bay Wilson, bir konudan diğerine atlıyor. Soru 1802'de, etkileneceği kabul edilen şey kambiyo kurlarıdır. Soru 1804'de ise, "sermayenin değeri"; oysa bunlar birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Faiz oranı kurları, kurlar faiz oranını etkileyebilir, ama kurlar dalgalanırken faiz oranı kararlı, faiz oranı dalgalanırken kurlar kararlı olabilir. Dışarıya gönderilen sermayenin sırf biçimi nedeniyle böylesine farklı bir etki yaratacağını, yani sermayenin biçimindeki farkın, özellikle para-biçiminde oluşunun bu denli önemli olduğunu -ki bu aydınlanmış ekonomiye çok ters düşmektedir- Wilson bir türlü kafasına sokamıyor. Newmarch'ın Wilson'a verdiği yanıt tek yanlıdır, çünkü o, birdenbire ve neden yokken kambiyo kurundan faiz oranına niçin atladığını belirtmiyor. Newmarch'ın, Soru 1804'e verdiği yanıt belirsiz ve kaçamaktır: "Kuşkusuz, eğer 12 milyon sterlinin toplanması için bir talep varsa, genel faiz oranı bakımından bu 12 milyonun, külçe ya da malzeme olarak gönderilmek üzere istenmesinin bir önemi yoktur. Bununla birlikte bence" [söylediğinin tam tersini söylemek istediği zaman, bu "bununla birlikte" ne güzel bir geçiştir] "bu pek de önemsiz değildir" (önemsizdir, ama gene (sayfa 514) de önemsiz değildir, "çünkü, bir durumda 6 milyon sterlin derhal geri dönecektir, diğerinde o kadar çabuk geri dönmeyecektir. Bu nedenle, 6 milyon sterlinin bu ülkede harcanmasının ya da tamamen ülke dışına gönderilmesinin bazı farkları" [ne kesinlik!] "olabilir." Altı milyonun derhal geri döneceğini söylerken ne demek istiyor acaba? İngiltere'de harcanmış bulunan 6 milyon sterlin, Hindistan'a sevkedilmiş olan raylar, lokomotifler, vb. şeklinde bulunmakta, dolayısıyla geriye dönmemektedir; bunların değeri amortisman yoluyla çok yavaş dönmektedir; oysa, değerli maden olarak bu altı milyon, belki de, ayni olarak, çok hızlı dönebilirdi. Öteki altı milyon ücretlere harcandığı için, bu para tüketilmiştir; ama ödemeler için kullanılan para, her zamanki gibi ülke içersinde dolaşımda bulunmaktadır ya da rezerv oluşturmaktadır. Aynı şey, ray üreticilerinin kârları ve altı milyonun, değişmeyen sermayeyi yerine koyan kısmı için de doğrudur. Demek ki, geriye dönüşlerle ilgili bu belirsiz sözler, yalnızca, doğrudan doğruya şunu söylemekten kaçınmak için söylenmiştir: Para ülkede kalmıştır ve, borç verilebilir para-sermaye olarak iş gördüğü sürece, para piyasası için tek farkı (dolaşımın daha fazla sikke emebileceği olasılığı dışında) B yerine A'nın hesabına geçirilmesidir. Sermayenin, başka ülkelere değerli maden değil metalar şeklinde transfer edildiği bu tür bir yatırım, kambiyo kurunu (ama, ihraç edilen sermayenin yatırıldığı ülke ile olan kuru değil) ancak, bu ihraç edilen metaların üretimi, başka yabancı metaların fazladan ithalini gerektirdiği ölçüde etkiler. Bu üretim, demek ki, fazladan yapılan bu ithali dengeleyememektedir. Bununla birlikte, ister sermaye yatırımı için, ister normal ticari amaçlar için olsun, krediyle yapılan bütün ihracat için aynı şey olmaktadır. Üstelik, bu ithal fazlalığı, İngiliz malları için, örneğin, sömürgeler ya da Birleşik Devletler tarafından, bir tepki şeklinde ek bir talep fazlalığını da davet edebilir.



      Daha önce [1786] Newmarch, Doğu Hint Kumpanyasının senetleri nedeniyle İngiltere'den Hindistan'a yapılan ihracatın, ithalattan daha fazla olduğunu söylemişti. Sir Charles Wood, onu, bu nokta üzerinde sorguya çekiyor. İngiltere'nin Hindistan'a yaptığı ihracatın Hindistan'dan yaptığı ithalattan olan bu fazlalığını, aslında, Hindistan'dan yapılan ve karşılığında İngiltere'nin bir eşdeğer ödemediği ithalat oluşturuyor. Doğu Hint Kumpanyasının (şimdi Doğu Hint hükümeti) poliçeleri, Hindistan'dan alınan bir haraç haline geliyor. Örneğin, 1855'te Hindistan'dan İngiltere'ye ithalat, 12.610.000 sterline ulaşıyor; İngiltere'nin Hindistan'a ihracatı ise 10.350.000 sterline; Hindistan lehine olan 2.250.000 sterlin.[
13*] "Eğer bütün durum bu ise, bu 2.250.000 sterlinin (sayfa 515) herhangi bir şekilde Hindistan'a ödenmesi gerekirdi. Ama, o sırada, India House'dan[14*] haberler geliyor. India House, Hindistan'daki çeşitli eyaletler üzerine, 3.250.000 sterline kadar poliçe çekilmesini kabul edeceğini ilan ediyor. (Bu meblağ, Doğu Hint Kumpanyasının Londra'daki giderleriyle, hisse senedi sahiplerine ödenecek temettüler için toplanıyordu.] Ve böylece, yalnız yapılan ticaretten ileri gelen 2.250.000 sterlinlik açık kapatılıyor, 1.000.000 sterlinlik bir fazlalık da ödeniyordu." (1917.) [B. A.1857. ]
      "1922. [Wood:] Demek ki, bu India House poliçelerinin etkisi, Hindistan'a yapılan ihracatı artırmak değil, bunu pro tanto azaltmak oluyor?" [Bunun anlamı: Hindistan'dan yapılan ithalatı, bu ülkeye yapılacak aynı miktar ihracat ile karşılama zorunluluğunda bir indirim yapılmasıdır.] Newmarch bunu, İngiltere'nin bu 3.700.000 sterlin karşılığında Hindistan'a "iyi bir hükümet" ihraç ettiğini söyleyerek açıklıyor (1925). Eski bir Hindistan Bakanı olan Wood, İngiltere'nin Hindistan'a ithal ettiği "iyi hükümetin" ne olduğunu çok iyi biliyor ve haklı olarak şu alaylı yanıtı veriyor: "1926. Öyleyse, sizin bu söylediğiniz, Doğu Hint Kumpanyası poliçeleriyle sağlanan ihracat, ürün değil, iyi hükümet ihracatı oluyor." - İngiltere, dış ülkelerde, "iyi bir hükümet" kurmak için ve sermaye yatırımı olarak "bu şekilde" epeyce ihracat yaptığına ve böylece, normal ticaret düzeninin tamamen dışında bir ithalata -kısmen, ihraç ettiği "iyi hükümet" karşılığı aldığı haraç ve kısmen de, sömürgelere, ve başka yerlere yatırılan sermayenin, gelirleri biçiminde, yani karşılığında herhangi bir eşdeğer ödemek zorunda bulunmadığı haraçlar biçiminde bir ithalata- sahip bulunduğuna göre, karşılığında herhangi bir şey ihraç etmeksizin, aldığı bu haracı düpedüz tükettiği zaman, kambiyo kurlarının bundan etkilenmeyeceği apaçıktır. Şu halde, İngiltere bu haracı, İngiltere'de değil dış ülkelerde, üretken ya da üretken olmayan biçimde -sözgelimi, bununla Kırım'a silah ve cephane gönderdiği zaman- yeniden yatırdığı zaman, kambiyo kurlarının bundan etkilenmeyeceği de açıktır. Üstelik dışardan yapılan ithalatın, İngiltere'nin gelirine girmesi ölçüsünde -hiç kuşkusuz bunların, karşılığında herhangi bir eşdeğer ödemeyi gerektirmeyen haraç biçiminde ödenmesi gerekir ve, bu karşılığı ödenmeyen haracın değişimi ya da normal ticari yollardan- İngiltere bunları hem tüketebilir ve hem: de sermaye olarak yatırabilir. Bu her iki durumda da kambiyo kurları etkilenmez, ve işte bizim bilge Wilson bunu göremiyor. Yerli ya da yabancı bir ürünün, gelirin bir kısmını teşkil etmesi halinde -yabancı ürün sözkonusu ise, yerli ürünün yalnızca yabancı bir ürünle değiştirilmiş olması yeterlidir-bu gelirin, üretken ya da üretken olmayan biçimde tüketimi, belki üretimin ölçeğini değiştirebilir ama, kambiyo kurları üzerinde hiç bir etkisi olmaz. Aşağıdaki satırları, bunu akıldan çıkartmadan okumak gerekir: (sayfa 516)
      1934. Wood, Kırım'a gönderilen savaş malzemesinin, Türkiye ile olan kambiyo kurlarını nasıl etkileyebileceğini Newmarch'a soruyor. Newmarch yanıtlıyor: "Sırf savaş malzemesi gönderilmesinin kurları mutlaka etkileyeceğini sanmıyorum ama; değerli maden gönderilmesi mutlaka kurları etkileyecektir." Burada o, para-biçimindeki sermayeyi, öteki biçimlerdeki sermayelerden böylece ayırmış oluyor. Ama şimdi Wilson soruyor:
      "1935. Karşılığında herhangi bir ithalat yapılmamak üzere, herhangi bir maldan büyük bir miktarda ihraç ederseniz" (Bay Wilson, "iyi hükümet" ya da daha önce ihraç edilen sermaye yatırımları dışında, İngiltere'ye, karşılığında herhangi bir ihracat yapılmaksızın çok önemli ölçüde ithalat -hiç bir zaman normal ticari harekete girmeyen ithalat- yapıldığını unutuyor. Ama bu ithalat tekrar, diyelim, Amerikan ürünleriyle değiştiriliyor ve, bu Amerikan mallarının, karşılığında herhangi bir ithalat yapılmaksızın ihraç edilmiş olması, bu ithalatın değerinin, dışarıya bir eşdeğer akışı olmaksızın tüketilebileceği olgusunu değiştirmiyor; bunlar, karşılığında bir ihracat yapılmaksızın alınmıştır ve bu nedenle de ticaret dengesine girmeksizin tüketilebilir], "ithalatınız ile yaratmış olduğunuz dış borçları ödememiş oluyorsunuz" [ama eğer siz, bu ithalatları, örneğin, dışarıya verilmiş kredi ile ödemiş durumda iseniz, yeni bir borca girmiş olmazsınız ve bu sorunun da uluslararası ticaret dengesi ile bir ilgisi kalmaz; sorun, yalnızca tüketilen ürünler ister yerli, ister yabancı olsun, üretken ve üretken olmayan harcamalar şeklini alır], "ve bu yüzden yaptığınız ihracatın karşılığında bir ithalat yapılmadığı için, dış borçların ödenmemesi nedeniyle, bu işlemle, kambiyo kurlarını etkilemiş olmanız gerekmez mi? - Genel olarak alındığında, ülkeler bakımından bu doğrudur."
      Wilson'un bu sözleri şunu söylemeye varıyor; karşılığında ithalat olmayan her ihracat aynı zamanda, karşılığında bir ihracat bulunmayan bir ithalattır, çünkü, yabancı, yani ithal edilmiş metalar, ihraç edilen malların üretimine girmektedir. Buradaki varsayım, bu türden her ihracın, karşılığı ödenmeyen ithalata dayandığı ya da yarattığıdır ve dolayısıyla dışarıda bir borcu öngörmektedir. Aşağıdaki iki durum dikkate alınmadığı zaman bile bu varsayım yanlıştır: 1) İngiltere, bazı ithalatını, yani Hindistan'dan yaptığı ithalatın bir kısmını, bedavadan yapmakta, karşılığında bir eşdeğer ödememektedir. Bu malları, Amerika'dan yaptığı ithalat ile değiştirebilir ve bunları, karşılığında ithalat yapmaksızın ihraç edebilir; her halükarda, değeri ilgilendirdiği kadarıyla yaptığı iş, kendisine bedavaya mal olan bir şeyi ihraç etmekten ibarettir. 2) İngiltere, yaptığı ithalatın karşılığını, sözgelimi Amerika'dan yaptığı ithalatı ödeyebilir ve bu, ek bir sermaye teşkil eder; eğer o bunları, üretken olmayan biçimde; diyelim savaş malzemesi olarak tüketirse, bu, Amerika'ya karşı herhangi bir borç teşkil etmez ve Amerika ile olan kurları etkilemez. Newmarch, 1934 ve 1935 numaralı yanıtlarında kendisiyle çelişiyor ve (sayfa 517) Wood, 1938 numaralı soruda dikkatini buna çekiyor: "Karşılığında ithalat yapılmaksızın ihraç edilen nesnelerin [savaş malzemesinin] yapımında kullanılan malların hiç birisi, bu nesnelerin gönderildiği ülkeden gelmiyor ise, nasıl olur da bu ülke ile olan kambiyo kurları bundan etkilenir; Türkiye ile olan ticaretin, normal denge durumunda olduğu kabul edilirse, bu savaş malzemesinin Kırım'a gönderilmesi ile, bu ülke ile Türkiye arasındaki kurlar nasıl etkilenmiş olabilir? Burada, Newmarch soğukkanlılığını yitiriyor ve aynı basit soruyu 1934 numarada doğru olarak yanıtladığını unutarak şöyle diyor: "Bana öyle geliyor ki, biz, artık pratik soruları tükettik ve şimdi başka bir alemdeki metafizik tartışmalara daldık."



      [Wilson 'un, ister değerli maden, ister meta biçiminde olsun, bir ülkeden bir başka ülkeye yapılan her sermaye transferinin, kambiyo kurlarını etkilediği konusundaki iddiasının bir değişik şekli daha var. Wilson, kuşkusuz, faiz oranının, özellikle, karşılıklı kambiyo kurları sözkonusu olan iki ülkedeki faiz oranları arasındaki oranın, kambiyo kurunu etkilediğini biliyor. Şimdi eğer o, genel olarak sermaye fazlalıklarının, yani her şeyden önce, değerli maden de dahil her tür metaın, faiz oranını etkilemede bir rolü olduğunu gösterebilirse, hedefine bir adım daha yaklaşmış olacaktır; bu sermayeden önemli bir miktarın bir başka ülkeye transferi, bu durumda, her iki ülkede de faiz oranını zıt yönlerde olmak üzere değiştirecektir. Böylece ikincil bir yoldan, her iki ülke arasındaki kambiyo kuru da değişmiş olacaktır. -F. E.]
      İşte böylece, o sırada yayınlamakta olduğu Economist'in 22 Mayıs 1847 tarihli sayısının 574. sayfasında şöyle diyor:
      "... Kuşkusuz, külçe dahil her türden büyük meta stokların ortaya koyduğu gibi, bu sermaye bolluğu, zorunlu olarak, yalnızca meta-fiyatlarının düşmesine yolaçmayacak, sermayenin kullanımı için daha düşük bir faiz oranını da birlikte getirecektirl). Eğer elimizde bulunan meta stoku, önümüzdeki iki yıl için ülkeye yetecek miktarda ise, belli bir süre için bu metalar üzerinde tasarruf etme gücü, bu stokların yalnızca iki ay yeterli olabileceği duruma kıyasla, daha düşük bir faiz oranı üzerinde elde edilebilir2). Bütün para ikrazları, hangi şekil altında yapılırsa yapılsın, yalnızca, metalar üzerindeki tasarruf gücünün, bir kimseden bir başkasına aktarılmasından ibarettir. Bu nedenle, metalar bol olduğu zaman, paranın faizinin düşük olması, metalar kıt olduğu zaman ise paranın faizinin yüksek olması gerekir3). Metalar bollaştığında, satıcı sayısı, alıcı sayısına oranla artar, ve hemen kullanılmak üzere gerekli olanın üzerindeki miktar oranında, daha büyük bir kısmının ilerde kullanılmak üzere saklanması gerekir. Bu koşullar altında, malı elinde bulunduranın, gelecekte yapılacak bir ödeme için ya da kredi ile satış yapmaya razı olacağı (sayfa 518) oranlar, birkaç hafta içersinde elindeki bütün stokun eriyeceğine güveni bulunması haline göre daha düşük olacaktır4)."
      l
)'inci yargı ile ilgili olarak, bunalımı izleyen dönemde daima olduğu gibi, içeriye büyük bir değerli maden akışının, üretimde bir daralma ile eşzamanlı olarak yer alabileceğini dikkate almak gerekir. Bir sonraki evrede, değerli maden, başlıca değerli maden üreten ülkelerden gelebilir; diğer metaların ithali genellikle bu dönem boyunca yapılan ihracatla dengelenir. Bu iki evrede, faiz oranı düşüktür ve ancak yavaş yavaş yükselir, bunun nedenini irdelemiş bulunuyoruz. Bu düşük faiz oranı, "her türden büyük meta stoklarının" etkisine başvurmaksızın, her zaman açıklanabilir. Ve bu etki nasıl meydana gelir? Düşük pamuk fiyatı, örneğin iplikçilerin, vb. yüksek kâr sağlamalarını olanaklı hale getirir. Ve şimdi, niçin faiz oranı düşüktür? Kuşkusuz, borç alınan sermaye üzerinden elde edilebilecek kâr yüksek olduğu için değil. Ama yalnızca ve sırf, o günkü koşullar altında, borç sermayesine karşı talep, bu kârla orantılı olarak büyümediği için; başka bir deyişle, borç sermayesinin, sanayi sermayesinden farklı bir harekete sahip olması nedeniyle. Oysa Economist'in tanıtlamak istediği şey bunun tam tersidir, yani borç sermayesinin hareketiyle, sanayi sermayesinin hareketinin özdeş olduğudur.
      2
)'nci yargı ile ilgili olarak, eğer biz, iki yıllık stoklarla ilgili saçma varsayımı, bir anlam ifade etmeye başlayacağı noktaya indirgersek, bu, piyasanın aşırı dolu olduğunu gösterir. Bu, fiyatlarda bir düşmeye neden olur. Bir balya pamuğa daha az para ödenmesi gerekecektir. Ve bu, hiç bir zaman, bu pamuğun satın alınması için gerekli paranın daha kolay borç alındığı şeklinde bir sonuca ulaşılmasını haklı göstermez. Bu, para piyasasının durumuna bağlıdır. Para eğer daha kolay borç alınabiliyorsa, bunun tek nedeni, ticari kredinin, normal banka kredisinin kullanımından daha az gereksinme gösterecek bir durumda bulunmasıdır. Piyasayı dolduran metalar, ya geçim araçlarıdır ya da üretim araçları. Her ikisinin de düşük fiyatta olması, sanayici kapitalistin kârını artırır. Sanayi sermayesi ile paraya olan talep arasındaki özdeşlikten çok, bir zıtlık sözkonusu değilse, bu niçin faiz oranını düşürsün? Koşullar öyledir ki, tüccar ile sanayici kapitalist, birbirine daha kolay kredi verebilmektedirler; ticari kredideki bu kolaylık nedeniyle, sanayici de tüccar da daha az banka kredisine, muhtaç durumdadır; dolayısıyla faiz oranı düşük olabilir. Bu düşük faiz oranının, her ikisi de, birbirine paralel bir yol izleyebilmesine karşın, değerli maden girişiyle hiç bir ilgisi yoktur, ve, ithal edilen malların fiyatlarının düşük olmasını sağlayan aynı nedenler, aynı zamanda, bir ithal edilen değerli maden fazlalığı da yaratabilir. Eğer ithal piyasası gerçekten tıkabasa dolu ise, bu, ithal mallarına karşı talebin azalmış olduğunu tanıtlar ve bu durum, iç sınai üretimde bir daralmaya bağlanmamış ise, düşük fiyatlar ile açıklanamaz; ama bu gene, düşük fiyatlarla aşırı-ithalat olduğu sürece, açıklanması olanaksız bir durum olur. Fiyatlardaki bir düşmenin, faiz oranındaki bir düşmeye eşit olduğunu tanıtlamak için (sayfa 519) bir yığın saçmalık. Bunların her ikisi de aynı zamanda yanyana bulunabilir. Böyle olduğu zaman da, bu, sanayi sermayesinin hareketi ile borç verilebilir para-sermayenin hareketinin yönlerindeki zıtlığın bir yansıması olacaktır. Yoksa, bunların özdeşliğinin bir yansıması değil.
      3
)'üncü nokta ile ilgili olarak, bu açıklamadan sonra bile, bol bol meta bulunurken, para faizinin niçin düşük olması gerektiğini anlamak güçtür. Meta ucuzken, belli bir miktarı satın almak için eskiden 2.000 sterlin gerekirken şimdi yalnızca 1.000 sterlin yeterli olabilir. Ama belki de ben, 2.000 sterlin yatırırım da eskisinin iki katı meta satın alabilirim. Böylece, borç alabileceğim aynı sermaye yatırımı ile, işimi genişletmiş olurum. Daha önceki gibi, 2.000 sterlin değerinde metalar satın alırım. Meta piyasası üzerindeki talebim, meta-fiyatlarındaki düşme ile birlikte yükseldiği halde, para piyasasındaki talebim, bu nedenle aynı kalabilir. Ama eğer, metalara karşı bu talep azalır, yani üretim, meta-fiyatlarındaki düşme ile genişlemezse -bu, Economist'in bütün yasalarını yalanlayan bir olaydır-; kâr arttığı halde, borç verilebilir para-sermayeye olan talep azalırdı. Ama bu artan kâr, borç sermayesine karşı bir talep yaratır. Şu da var ki, meta-fiyatlarının düşük düzeyi, belki de şu üç nedenden ileri gelebilir: Birincisi, talep noksanlığı. Bu durumda, faiz oranı, metalar ucuz olduğu için değil; üretim felce uğradığı için düşüktür, çünkü, bu düşük fiyatlar, felce uğrayan üretimin yansımalarından başka bir şey değildir. İkincisi, arzın talebi aşmasından ileri gelebilir. Bu, piyasa, vb. üzerinde aşırı bir yığılmanın sonucu olabilir, ve bir bunalıma yolaçabilir ve bunalım boyunca yüksek bir faiz oranı ile aynı zamanda görülebilir; ya da bu, metaların değerindeki bir düşmenin sonucu olabilir, böylece aynı talep daha düşük fiyatlarla karşılanabilir. Bu son durumda, faiz oranı niçin düşer? Kâr arttığı için mi? Eğer bu, aynı üretken ya da meta-sermayenin elde edilmesi için daha az para-sermayenin gerekli olmasından ileri geliyorsa, bu yalnızca, kâr ile faizin birbirleriyle ters orantılı olduklarını tanıtlar. Her ne olursa olsun, Economist'in genel yargısı yanlıştır. Metaların düşük para-fiyatları ile, düşük bir faiz oranı, mutlaka bir arada bulunmaz. Böyle olmasaydı, ürünlere ait para-fiyatlarının düşük olduğu en yoksul ülkelerde faiz oranı en düşük, tarımsal ürünlere ait para-fiyatların en yüksek olduğu en zengin ülkelerde faiz oranının en yüksek olması gerekirdi. Genel olarak, Economist de kabul ediyor: Paranın değeri düşerse, faiz oranı üzerinde bir etkisi olmuyor, 100 sterlin, her zamanki gibi 105 sterlin getiriyor. Eğer 100 sterlinin değeri daha az olursa, 5 sterlininki de öyle oluyor. Bu bağıntı, ilk meblağın değer kazanması ya da kaybetmesi ile değişmiş olmuyor. Değer açısından düşünüldüğünde, belli bir miktar meta, belli bir miktar paraya eşittir. Bu değer artarsa, daha büyük bir para miktarına eşit olur. Düştüğünde ise bunun tersi doğrudur. Eğer değer 2.000'e eşitse, %5 = 100; eğer 1.000'e eşitse, %5 = 50'dir. Ama bu, faiz oranını hiç bir şekilde değiştirmez. Bu sorunun tek rasyonel tarafı, aynı miktar metaın satış değeri, 2.000 sterlin tuttuğu (sayfa 520) zaman gerekli olan para miktarının, l.000 sterlin tuttuğu zamanki paradan daha fazla tutmuş olmasıdır. Ama bu, yalnızca, kâr ile faizin burada birbiriyle ters orantılı olduğunu gösterir. Çünkü, değişmeyen ve değişen sermayeleri oluşturan kısımların fiyatları ne kadar düşük olursa, kâr o kadar yüksek ve faiz o kadar düşüktür. Ama bunun tersi de olabilir ve çoğu kez de öyle olur. Örneğin, iplik ve dokuma için talep olmadığından, pamuk ucuz olabilir; ve, pamuklu sanayiideki büyük kârlar, pamuğa karşı büyük bir talep yarattığı için pamuk nispeten pahalı olabilir. Öte yandan, sırf pamuk fiyatı düşük olduğu için, sanayicilerin kârları yüksek olabilir. Hubbard'ın tablosu, faiz oranı ile meta-fiyatlarının, tamamen bağımsız hareket ettiklerini, oysa, faiz oranının hareketlerinin, maden rezervi ile kambiyo kurlarının hareketlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu tanıtlamaktadır.
      Economist
diyor ki: "Bu nedenle, metalar ne zaman bol olursa, paranın faizinin düşük olması gerekir." Bunalım sırasında bunun tamamen tersi olur. Metalar aşırı boldur, paraya çevrilemez ve bu yüzden de faiz oranı yüksektir; çevrimin bir başka evresinde metalara olan talep büyüktür ve dolayısıyla geriye ödemeler hızlıdır, ama aynı zamanda, bu hızlı geriye ödemeler nedeniyle faiz oranı düşük olduğu için, fiyatlar yükselmektedir. "Ne zaman onlar (metalar) kıt ise, paranın faizinin yüksek olması gerekir. " Bunalımı izleyen gevşek dönemde bunun tersi doğrudur. Metalar, talebe oranla değil mutlak anlamda kıttır; ve faiz oranı düşüktür.
      4
)'üncü yargıyla ilgili olarak, bir meta sahibinin, bunu nasıl olsa satabileceği kaydıyla, mevcut stokun hızla tükenmesi haline göre, piyasanın malla dolup taştığı sıralarda elindekileri daha ucuz fiyatla elden çıkarması akla-yatkın bir şeydir, ama bu yüzden niçin faiz oranının düşmesi gerektiği, o kadar açık değildir.
      Piyasanın, ithal mallarıyla dolup taştığı bir sırada, meta sahiplerinin, mallarını piyasaya sürmekten kaçınmak için, borç sermayesine karşı artan bir talepte bulunmaları sonucu, faiz oranı yükselebilir. Ticari kredinin akıcılığı, banka kredisine olan talebi nispeten düşük tutabileceği için, faiz oranı düşebilir.



      Economist,
1847'de, yükselen faiz oranlarının ve para piyasası üzerinde basınç yapan diğer durumların, kambiyo kurları üzerindeki hızlı etkisinden sözediyor. Ama şunu da unutmamak gerekir ki, kambiyo kurlarındaki değişmeye karşın, dışarıya altın akışı, nisan ayı sonuna dek devam etti; mayıs başlarına dek bunda bir dönüş olmadı.
      1 Ocak 1847'de, bankanın maden rezervi 15.066.691 sterlindi; faiz oranı %3½; Paris üzerinde üç aylık kambiyo kuru 25,75; Hamburg'da 13,10; Amsterdam'da 12,¼ idi. 5 Martta, maden rezervi 11.595.535 sterline düştü; iskonto oranı %4'e yükseldi; kambiyo kuru Paris üzerinde (sayfa 521) 25,67½'ye düştü. Hamburg üzerinde 13,9¼'e, Amsterdam üzerinde 12,2½'ye düştü. Altın akışı devam etti. Aşağıdaki tabloya bakınız:

1847

İngiltere Bankası'nın Külçe Rezervi £

 

Para Piyasası

En Yüksek Üç Aylık Kurlar

Paris

Hamburg

Amsterdam

20 Mart

11.231.630

  Banka İskonto Oranı %4

25,67½

13,9¾

12,2½

3 Nisan

10.246.410

  Banka İskonto Oranı %5

25,80

13,10

12,3½

10 Nisan

9.867.053

  Para çok kıt

25,90

13,10½

12,4½

17 Nisan

9.329.841

  Banka İskonto Oranı %5,5

26,02½

13,40¾

12,5½

24 Nisan

9.243.890

  Piyasa sıkışık

26,05

13,12

12,6

4 Mayıs

9.337.746

  Sıkışıklık Artıyor

26,45

13,123/4

12,6½

8 Mayıs

9.588.759

  Sıkışıklık en üst düzeyde

26,27½

13,15½

12,7¾


      1847'de, İngiltere'den toplam değerli maden ihracı 8.602.597 £'e ulaştı.

Amerika Birleşik Devletleri'ne

£ 3.226.411

Fransa'ya

£ 2.479.892

Ticaret ortaklığı olan Avrupa kentlerine

£ 958.781

Hollanda'ya

£ 247.743


      Mart sonunda kurlarda meydana gelen değişikliğe karşın, altın akışı, belki de Amerika'ya, tam bir ay daha devam etti.
      "Biz böylece," [diyor Economist, 2 Ağustos 1847, s. 954] "faiz oranındaki yükselmenin etkilerinin ve aleyhteki kurları düzeltme ve altın akışını tekrar bu ülkeye çevirme işlemlerini izleyen baskının ne kadar hızlı ve güçlü olduğunu görmüş oluyoruz. Bu etki, ticaret dengesinden tamamen ayrı olarak ortaya çıkmıştır. Daha yüksek bir faiz oranı, hem yabancı ve hem de İngiltere'ye ait tahvillerin fiyatlarının düşmesine, ve yabancılar hesabına büyük satın almaların yapılmasına yolaçtı; bu, bu ülkeden çekilecek poliçe miktarını artırdı, öte yandan yüksek faiz oranı ile, para elde edilmekte çekilen güçlük öylesine büyüktü ki, miktarları arttığı halde bu poliçelere olan talep düştü. ... Aynı nedenle ithalatla ilgili siparişler iptal edildi ve, dış ülkelerdeki İngiliz sermaye yatırımları paraya çevrildi ve kullanılmak üzere bu ülkeye getirildi. Böylece, örneğin, 10 mayıs tarihli Rio de Janeiro Price Current'da şunları okuyoruz: 'Kurlar, [İngiltere ile] esas olarak [Brezilya] devlet tahvillerinin, İngiliz müşteriler hesabına yapılan büyük ölçüde satışlarının ödenmesi için piyasa üzerinde meydana gelen baskının sonucu olarak bir gerileme daha gösterdi.' Bu ülkeye ait olan ve faiz oranı burada çok düşük iken dış ülkelerdeki devlet ve diğer tahvillere yatırılan sermaye, faiz oranı yükselince böylece (sayfa 522) tekrar geri getirildi.


İNGİLTERE'NİNİ TİCARET DENGESİ


      Yalnız Hindistan, "iyi hükümet", İngiliz sermayesinde faiz, temettü, vb. karşılığı İngiltere'ye 5 milyon haraç vermek zorundaydı ve bu miktara, resmi memurların maaşlarından yaptıkları tasarruflar ile İngiliz tüccarlarının, İngiltere'ye yatırılmak üzere kârlarından ayırarak her yıl ana-yurda gönderdikleri meblağlar dahil değildi. Her İngiliz sömürgesi, aynı nedenler için büyük ödemeler yapmak zorundaydı. Avustralya, Batı Hint Adaları ve Kanada'daki bankaların çoğu, İngiliz sermayesi ile kurulmuştur ve temettüler İngiltere'de ödenebilir. Aynı şekilde, İngiltere, üzerinden faiz aldığı bir çok yabancı -Avrupa, Kuzey Amerika ve Güney Amerika- hazine bonolarına sahiptir. Buna ek olarak, yabancı demiryolları, kanallar, madenler, vb. üzerinde hisseleri bulunmakta ve buralardan temettü almaktadır. Bütün bunlar için ödemelerin hemen hepsi, İngiliz ihracat tutarının üzerinde ve ötesinde kalan ürünlerle yapılmıştır. Buna karşılık, İngiltere'den, yabancı ülkelerdeki İngiliz hisse senetleri sahipleriyle, dış ülkelerdeki İngilizlerin tüketimi için gönderilen meblağ, buna kıyasla önemsizdir.
      Ticaret dengesini ve borsa kurlarını ilgilendirdiği kadarıyla, sorun, "her dönemin kendine özgü sorunudur". Genellikle ... İngiltere, ihracatına uzun vadeli krediler vermekte, oysa ithalata peşin para ödemektedir. Belirli zamanlarda, uygulamadaki bu farkın kurlar üzerinde önemli etkileri olmaktadır. İhracatımızın çok önemli ölçüde arttığı bir zamanda, örneğin 1850'de, sürekli ve artan bir İngiliz sermaye yatırımının devam etmesi gerekir ... bu şekilde, 1850'ye ait ödemeler, 1849'da ihraç edilen mallar karşılığı yapılabilir. Ama, 1850'deki ihracatın 1849'daki ihracatı 6 milyondan fazla aşması halinde, bunun pratikteki sonucu, bu miktarda bir fazla paranın dışarıya gönderilmesi ve aynı yıl içersinde dönmesi olmak gerekir. Ve bu şekilde, kambiyo kurları ile faiz oranı üzerinde bir etki meydana getirilmiş oluyor. Bunun tersine, ticari bir bunalım sonucu işlerimiz bozulunca ve ihracatımız büyük ölçüde azalınca, geçen yılların büyük ihracatına ait ödemeler ithalatımızın değerini önemli miktarda aşıyor, kurlar bununla orantılı olarak lehimize dönüyor, içerde hızla sermaye birikiyor, faiz oranı düşüyor." (Economist, 11 Ocak 1851 [s. 30].)
      Kambiyo kurları şunlara bağlı olarak değişebilir:
      1) Nedeni ne olursa olsun -tamamen ticari ya da dışarıya sermaye yatırımı ya da savaş için hükümet harcamaları, vb. gibi, dış ülkelere nakit ödemeler yapıldığı sürece- o andaki ödemeler dengesi sonucu.
      2) Belli bir ülkede -metal ya da kağıt- paranın değer kaybetmesi sonucu. Bu tamamen nominaldir. Eğer 1 sterlin, eskisine göre ancak onun yarısı kadar bir parayı temsil ediyorsa, 25 frank yerine 12,5 frank sayılması doğaldır. (sayfa 523)
      3) "Para" olarak birisi gümüş öteki altın kullanan iki ülke arasındaki kambiyo kurları sözkonusu olduğunda, kurlar, bu iki madenin değerindeki nispi dalgalanmalara bağlıdır, çünkü bunlar zorunlu olarak, iki maden arasındaki pariteyi değiştirirler. 1850'deki kurlar buna örnek olabilir: İngiltere'nin ihracatı büyük ölçüde arttığı halde, bu kurlar İngiltere aleyhine idi. Gene de dışarıya bir altın akışı olmadı. Bu durum, altın karşısında gümüşün değerindeki geçici yükselmenin bir sonucuydu. (Bkz: Economist, 30 Kasım 1850 [s.1319-1320].)
      1 sterlinin kur paritesi: Paris, 25 frank 20 sent; Hamburg, 13 mark 10,5 şilin; Amsterdam 11 florin 97 selit. Paris kurlarının 25,20 frankı geçmesi ölçüsünde, Fransa'nın İngiliz borçluları ya da Fransız metalarının alıcıları için daha lehte olmaktadır. Her iki durumda da, amacını gerçekleştirmek için, daha az sterline gereksinmesi olacaktır. Değerli madenin kolayca elde edilemediği daha uzak ülkelerde, İngiltere'ye yapılacak ödemeler için gerekli poliçeler kıt ve yetersiz olduğunda, bunun doğal sonucu, kendilerine karşı büyük bir talep olduğu için genellikle İngiltere'ye gönderilen ürünlerin fiyatlarını, poliçe yerine bunları göndermek amacıyla yükseltmektedir; Hindistan'da çoğu kez durum budur.
      İngiltere'de para çok bolken, faiz oranı düşük, tahvil ve senet fiyatları yüksek iken bile, kurlar aleyhte olabilir ya da hatta dışarıya bir altın akışı bile meydana gelebilir.
      1848 yılı boyunca, sağlam poliçeler, pek az ve orta derecede olanlar, 1847 bunalımı ve Hindistan ile yapılan ticarette genel bir kredi azlığı sonucu, kolayca kabul edilmedikleri için, İngiltere, Hindistan'dan büyük miktarlarda gümüş kabul etti. Bütün bu gümüşler daha İngiltere'ye gelir gelmez, devrimin pek çok para-yığma oluşumuna yolaçtığı Kıta Avrupası'nın yolunu tuttu. Aynı gümüş kitlesi, bu sefer de kambiyo kurları kârlı hale getirdiği için 1850'de tekrar Hindistan yolculuğuna çıktılar.



      Parasal sistem esas olarak bir katolik, kredi sistemi ise protestan kurumudur. The Scotch hate gold. ["İskoçlar altından nefret eder."] Metaların, kağıt biçimindeki parasal varlığı, ancak toplumsal bir varlıktı. Kurtuluşu getiren, imandır. Metaların özünde taşıdığı ruh olarak para-değere iman, üretim tarzına ve onun getirmesi kaçınılmaz düzene iman, sırf kendisini genişleten sermayenin kişileşmesi olarak üretime aracılık eden bireylere iman. Ne var ki, protestanlık kendisini katolikliğin temellerinden ne kadar kurtarmış ise, kredi sistemi de ancak o kadar kendisini parasal sistemin esaslarından kurtarmıştır. (sayfa 524)






Dipnotlar


[1*] Bu tablo, Marx'ın değindiği kaynağın fotokopisinin örneğidir. Bazı rakamlar yanlıştır. -Ed.
[2*] 1894 Almanca baskısında bu sayı 4995'tir. -Ed.
[3*] S. Laing, New Series of the Great City Frauds of Cole, Davidson, and Cordon, London. -Ed.
[4*] "Eğer Tausves-Jontof da bir hiçse,
      Geriye ne kalır? Aşağılık iftiracı!"
      Heine, Disputation. -Ed.
[5*] Almanca baskıda bu sayı 163'tür. -Ed.
[6*] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 234- 231. -Ed.
[7*] 1894 Almanca baskıda: 1856. -Ed.
[8*] 1894 Almanca baskıda: 1847. -Ed.
[9*] Tamamıyla. .
[10*] Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 111. -Ed.
[11*] Mesleki olarak, açıkça. .
[12*] En üstün. -ç.
[13*] Yaklaşık 2¼ milyon; daha doğrusu 2.320.000.-Ed.
[14*] Eskiden Hindistan'da üç büyük eyalet: Madras, Bombay ve Bengal. .

[11] Bir banknotun dolaşımda kaldığı ortalama gün sayısı:

Yıllan

5 £ Banknot

10 £ Banknot

20-100 £ Banknot

200-500 £ Banknot

£1,000 £ Banknot

1792

?

236

209

31

22

1818

48

137

121

48

13

1846

79

71

34

12

8

1856

70

58

27

9

7


      (İngiltere Bankası kasadarı Marshall tarafından derlenmiştir. Report on Bank Acts, 1857, Appendix II, s. 300-301.)
[12] Londra Union Bank hissedarlarının 17 Ocak 1894'te yaptıkları genel toplantıda Başkan Ritchie, İngiltere Bankasının iskonto oranını, 1893'te, temmuzda %2½'den 3'e ve ağustosta %4'e çıkarttığını ve dört hafta içersinde, buna karşın o zamandan beri altın olarak tam 4½ milyon sterlin kaybettiğini, banka oranını %5'e yükselttiğini ve bunun üzerine altının kendisine geri döndüğünü, banka oranının eylülde %4'e ve ekimde de %3'e düşürüldüğünü anlatmaktadır. Ama bu banka oranı piyasada kabul edilmemişti. "Banka oranı %5 iken, iskonto oranı %3½ idi ve para için oran %2½; banka oranı %4'e düşünce iskonto oranı %23/8 ve para oranı %1¾; banka oranı %3 iken iskonto oranı %½'ye ve para oranı bunun da altında bir şeye düşmüştü." (Daily News, January 18, 1894.) -F. E.
[13] Karl Marx, Zur Kritik der politischen Ekonomie, Berlin 1859, s. 150 vd. (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 217 vd.)
[14] Bunun para piyasası üzerinde yaptığı etkiyi, Newmarch'ın aşağıdaki tanıklığı göstermektedir: "1509. 1853 yılının sonunda, halk arasında oldukça büyük bir kaygı vardı ve o yılın eylülünde, İngiltere Bankası, iskonto oranını üç nedenle yükseltti. ... Ekim ayı başlarında, halk arasında önemli derecede bir kaygı ve korku vardı. Bu kaygı ve korku, Avustralya'dan yaklaşık 5 milyon sterlin tutarında değerli madenin gelmesi sonucu, kasım ayı sona ermeden çok büyük ölçüde azaldı ve neredeyse yokoldu ... Ekim ve kasım aylarında yaklaşık 6 milyon sterlin tutarında değerli madenin gelmesiyle, 185 güzünde gene aynı şey oldu. Üç ayda, eylül, ekim ve kasımda, yaklaşık 8 milyon sterlin tutarında değerli maden gelmesiyle, bir kaygı ve korku dönemi olduğunu bildiğimiz 1855 güzünde tekrar aynı şey oldu; ve sonra, geçen yılın, 1856'nın sonunda gene tamamen aynı şeyin olduğunu görüyoruz. Gerçekte, herhangi bir mali baskının doğa1 ve tam çözümü için, altın bir geminin erişmesini bekleme alışkanlığına kapılıp kapılmadığımız konusunda, hemen her komite üyesinin gözlemlerine başvurabilirim." [B. A. 1857.]
[15] Newmarch'a göre, dış ülkelere altın akışı şu üç nedenden ileri gelebilir 1) tamamen ticari koşullardan yani 1836-1844 arası ve tekrar 1847'de olduğu gibi, eğer ithalat ihracattan fazla olmuş ise - belli başlı büyük bir hububat ithali; 2) 1857'de Hindistan'da demiryolu yapımında olduğu gibi, dış ülkelerde İngiliz sermaye yatırımı için araç sağlamak için, ve 3) 1853 ve 1854'te Doğu'da, savaş amaçları için olduğu gibi, dış ülkelerde belirli harcamalar nedeniyle.
[16] 1918. Newmarch. "Hindistan ile Çin'i bir araya getirirseniz, Hindistan ile Avustralya arasındaki alışveriş hesaba katılırsa ve daha da önemlisi Çin ile Birleşik Devletler arasındaki ticaret dikkate alınırsa, bu üçgensel işlemde denge bizim aracılığımız ile sağlanmaktadır ... ve bu durumda, ticaret dengesinin yalnız bu ülkenin değil, Fransa ile Birleşik Devletler'in de aleyhinde olduğu doğrudur." - (B A. 1857.)
[17] Örneğin, Weguelin'in gülünç yanıtına bakınız [B. A. 1857], burada, Weguelin, beş milyonluk altın akışının bir o kadar sermaye eksilmesi olduğunu söylüyor ve böylece, fiyatlarda belirsiz büyüklükte bir artış ya da gerçek sanayi sermayesinde değer kaybı genişleme ya da daralma olduğu zaman meydana gelmeyen belirli olayları açıklamaya çalışıyor. Bu görüngüleri, doğrudan doğruya, gerçek sermayenin (bu sermayenin maddi öğeleri açısından düşünüldüğünde) kitlesindeki bir genişleme ya da daralmanın belirtileri olarak açıklamaya kalkışmak da gene aynı derecede gülünçtür.
[18] Newmarch (B. A. 1857): "1364. İngiltere Bankasındaki külçe rezervi aslında, ülkenin tüm ticaretinin dayandığı merkezi rezerv ya da maden birikimidir; ülkedeki bütün öteki bankalar, İngiltere Bankasına, yedek sikkelerini çekebilecekleri, merkezi bir birikim ya da depo olarak bakmaktadırlar; ve kambiyo kurlarının etkisi işte daima bu birikim ya da hazine üzerinde kendisini gösterir."
[19] "Demek ki, pratikte hem Bay Tooke ve hem de Bay Loyd, altına karşı olan fazla talebi ... zamanında ... faiz oranını yükseltme ve sermaye yatırımını sınırlandırma yoluyla krediyi daraltma ile karşılayacaklardır. ... Ne var ki, Bay Loyd'un ilkeleri, çok ciddi huzursuzluklar yaratacak olan ... bazı [yasal] sınırlamalara ve mevzuata yolaçar." (Economist [11 Aralık], 1847, s. 1418.)
[20] "Altına olan talebin, faiz oranını yükseltme dışında değiştirilemeyeceği görüşüne tamamen katılıyor musunuz?" - Chapman (Büyük borsa simsarlığı firması Overend, Gurney ve Ortaklarının, kurucularından): "Katıldığımı söyleyebilirim. ... Külçe rezervimiz belli bir noktaya düşünce, hemen tehlike çanlarını çalmamız, gücümüzün kesildiğini ve dışarıya para gönderen herkesin böylece kendisini felakete attığını söylememiz yerinde olur." (B. A. 1857, Evidence n° 5057.)



Sayfa başına gidiş