Karl Marx'ın Capital, A Critical Analysis of Capitalist Productuon, Volume II, (Progress Publishers, Moscow 1974) adlı yapıtını İngilizcesinden Alaattin Bilgi dilimize çevirmiş, ve kitap, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, İkinci Cilt, adı ile, Sol Yayınları tarafından Haziran 1979 (Birinci baskı: Ağustos 1976) tarihinde yayınlanmıştır.

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
e-posta: Kurtuluş-Cephesi Dergisi
ÜÇÜNCÜ KISIM
TOPLAM TOPLUMSAL SERMAYENİN YENİDEN-ÜRETİMİ
VE DOLAŞIMI




ONSEKİZİNCİ BÖLÜM[34]
G İ R İ Ş


I. İNCELEME KONUSU


      Sermaye üretiminin doğrudan süreci, onun, emek ve kendini genişletme sürecidir, sonucu meta-ürün, itici gücü artı-değer üretimi olan bir süreçtir.
      Sermayenin yeniden-üretim süreci, bu doğrudan üretim sürecini içerdiği gibi, asıl üretim sürecinin iki evresini, yani devresel bir süreç -belirli dönemlerle kendini sürekli yineleyen bir süreç- olarak, sermayenin devrini oluşturan bütün devreyi de içerir.
      İster, P ... P' biçimindeki, isterse, R ... R' biçimindeki devreyi inceleyelim, R'nin kendi dorudan üretim süreci daima bu devrede ancak bir halkayı oluşturur. Bir biçimde, bu, dolaşım sürecinin yürütücüsü, bir diğerinde ise dolaşım süreci onun yürütücüsü gibi görünür. Sürekli yenilenmesi, sermayenin, üretken sermaye olarak durmadan yeniden ortaya çıkması, her iki durumda da, dolaşım sürecindeki dönüşümleri ile belirlenir. Öte yandan, sürekli yenilenen üretim süreci, sermayenin dolaşım alanında geçirdiği sürekli dönüşümlerin, ardarda para-sermaye ve (sayfa 371) meta-sermaye biçimlerinde ortaya çıkmasının koşuludur.
      Bununla birlikte, her bireysel kapitalistin, yalnızca, kapitalist sınıfın bireysel bir öğesi olması gibi her bireysel sermaye de, yalnızca, toplam toplumsal sermayenin bireysel bir bölümü, bireysel yaşamla yüklü bir bölümüdür. Toplumsal sermayenin hareketi, bireyselleşmiş küçük parçalarının hareketlerinin toplamından, bireysel sermayelerin devirlerinden ibarettir. Tıpkı tek bir metaın başkalaşımının, metalar alemindeki başkalaşımlar dizisinde -metaların dolaşımında- bir halka olması gibi, bireysel sermayenin başkalaşımı, devri de, toplumsal sermayenin çizdiği devrede bir halkadır.
      Bu toplam süreç, kendisini meydana getiren biçim değişiklikleri (maddi açıdan düşünüldüğünde, değişimler) ile birlikte hem üretken tüketimi (üretimin doğrudan sürecini) ve hem de kendileri aracılığı ile meydana geldiği biçim değişiklikleri ya da değişimler ile birlikte bireysel tüketimi kapsar. Bir yandan, değişen sermayenin emek-gücüne çevrilmesini ve bu nedenle de, emek-gücünün kapitalist üretim süreci içerisine katılmasını içerir. Burada emekçi, kendine ait bir metaın, emek-gücünün satıcısı ve kapitalist de bunun alıcısı olarak hareket eder. Ama, öte yandan, metaların satışı, aynı zamanda, bunların işçi sınıfı tarafından satın alınmalarını, yani bunların bireysel tüketimini de kucaklar. Burada, işçi sınıfı alıcı ve kapitalistlerde emekçilere meta satan kimseler olarak ortaya çıkarlar.
      Meta-sermaye dolaşımı, artı-değer dolaşımını ve dolayısıyla da, kapitalistlerin bireysel tüketimleri için yaptıkları satınalma ve satışları, artı-değerin tüketimini kapsar.
      Bireysel sermayelerin toplumsal sermaye olarak toplu haldeki devreleri, bu bütünlükleri içerisinde düşünülürse, yalnız sermaye dolaşımını değil, aynı zamanda metaların genel dolaşımını da içerir. Bu genel meta dolaşımı, aslında, ancak şu iki öğeden, 1) gerçek anlamda sermaye devresi ve 2) bireysel tüketime giren metaların ve dolayısıyla da, emekçinin ücretlerini, kapitalistin de artı-değerini (ya da bir kısmını) harcadığı metaların devresinden oluşabilir. Her ne olursa olsun, sermaye devresi, meta-sermayenin bir kısmı olduğu için artı-değerin dolaşımını içerdiği gibi, değişen-sermayenin emek-gücüne çevrilmesini, ücretlerin ödenmesini de kapsar. Ama bu artı-değer ile ücretlerin metalar için harcanması, hiç değilse ücretlerin harcanması bu dolaşım için esas (sayfa 372) olmakla birlikte, sermayenin dolaşımında bir halka oluşturmaz.
      Kitap I'de [Birinci Ciltte], kapitalist üretim süreci, hem bireysel bir hareket ve hem de bir yeniden-üretim süreci olarak incelenmişti: yani artı-değerin üretimi ve sermayenin kendisinin üretimi olarak. Sermayenin dolaşım alanında geçirdiği biçim ve öz değişiklikleri, üzerlerinde durulmaksızın kabul edilmişti. Bir yandan kapitalistin, ürünü değeri üzerinden sattığı, öte yandan da süreci yeniden başlatmak ya da devam ettirmek için üretimin nesnel araçlarını dolaşım alanında bulduğu öngörülmüştü. Dolaşım alanında bizim üzerinde durduğumuz tek hareket, kapitalist üretimin temel koşulu olarak, emek-gücü satın alınması ve satışı idi.
      Bu Kitap II'nin [İkinci Cildin] Birinci Kısmında, sermayenin dairesel hareketi içerisinde büründüğü çeşitli biçimler ile, bu hareketin kendisinin çeşitli biçimleri gözden geçirilmişti. Şimdi, Kitap I'de irdelenen çalışma-zamanına dolaşım zamanının eklenmesi gerekiyor.
      İkinci Kısımda, devre, devresel, yani bir devir olarak incelenmişti. Bir yandan sermayeyi oluşturan çeşitli öğelerin (sabit ve döner sermayelerin) devre biçimlerini farklı zaman dönemlerinde ve farklı biçimlerde nasıl tamamladıkları gösterilmiş; öte yandan da farklı çalışma dönemi ve dolaşım dönemi uzunluklarını belirleyen durumlar incelenmişti. Devrenin dönemi ile devre dönemini oluşturan kısımlar arasındaki farklı oranların, üretim sürecinin boyutları ve yıllık artı-değer oranı üzerindeki etkileri gösterilmişti. Sermayenin kendi devresi içerisinde ardarda ve sürekli olarak büründüğü ve sıyrıldığı biçimler Birinci Kısımda incelendiği halde İkinci Kısımda, belli büyüklükteki bir sermayenin bu akış ve biçim değişiklikleri içerisinde, değişen oranlarda olmakla birlikte, farklı biçimlere, üretken sermaye, para-sermaye ve meta-sermaye biçimlerine nasıl ayrıldığı ve, böylece, yalnız birbirlerinin ardından gelmekle kalmayıp, toplam sermaye-değerin farklı parçalarının sürekli olarak nasıl yanyana bulundukları ve bu farklı durumlarda nasıl işlev yaptıkları da gösterilmişti. Özellikle para-sermaye, Kitap I'de gösterilmeyen belirli özelliklerle ortaya çıkmıştı. Belli büyüklükte bir üretken sermayeyi sürekli işlev yapar halde tutabilmek için, belli bir sermayenin devir koşullarına bağlı olarak- para-sermaye biçiminde sürekli yatırılmaları ve yenilenmeleri gereken farklı büyük kısımları (sayfa 373) ile ilgili bazı yasalar bulunmuştu.
      Ama hem birinci ve hem de ikinci kısımlarda daima sözkonusu olan bireysel bir sermaye, toplumsal sermayenin bireyselleştirilmiş bir kısmının hareketiydi.
      Ne var ki, bireysel sermayelerin devreleri içiçe girer, birbirlerini öngörür ve zorunlu kılar, ve salt ördükleri bu ağ içerisinde toplam toplumsal sermayenin hareketini meydana getirirler. Tıpkı basit meta dolaşımında, bir metaın toplam başkalaşımları, metalar aleminin başkalaşımlar dizisinde bir halka olarak ortaya çıkması gibi, şimdi de, bireysel bir sermayenin başkalaşımı, toplumsal sermayenin başkalaşımlar dizisinde bir halka olarak ortaya çıkmaktadır. Ama basit meta dolaşımı, hiç bir zaman zorunlu olarak sermaye dolaşımını içermediği halde -çünkü basit meta dolaşımı, kapitalist-olmayan üretim temeli üzerinde de olabilir-, toplam toplumsal sermaye devresi, görüldüğü gibi, bireysel sermayenin devresi dışında kalan meta dolaşımını da, yani sermayeyi temsil etmeyen metaların dolaşımını da içerir.
      Şimdi, toplam toplumsal sermayenin öğeleri olarak, bireysel sermayelerin dolaşım sürecini (bütünüyle alındığında bu, yeniden-üretim sürecinin bir biçimidir), yani bu toplam toplumsal sermayenin dolaşım sürecini incelememiz gerekiyor.


II. PARA-SERMAYENİN ROLÜ


      [Aşağıdaki konu, bu kısmın daha sonraki bir kesimine, yani toplam toplumsal sermayeyi oluşturan kısımlardan birisi olarak ele alınan para-sermayeye ait olduğu halde, burada şimdi ele alınıp incelenecek.]
      Bireysel sermayenin devrinin incelenmesinde para-sermayenin iki yönü açığa çıkmıştı.
      Birincisi, her bireysel sermayenin sahnede göründüğü ve sermaye olarak kendi sürecini açtığı biçimi oluşturur. Demek ki, o, tüm sürece ilk itişi veren primus motor[
1*] olarak görünmektedir.
      İkincisi, yatırılan sermaye-değerin, para biçiminde sürekli yatırılmak ve yenilenmek zorunda bulunulan kısmının harekete geçirdiği üretken sermayeye, yani sürekli üretim ölçeğine oranı, devir döneminin özel uzunluğuna ve bu dönemi oluşturan iki kısım -çalışma dönemi ile dolaşım dönemi- arasındaki özel (sayfa 374) orana bağlı olarak değişir. Ama bu oran ne olursa olsun, sermaye-değerin süreçte üretken sermaye olarak sürekli işlev yapabilecek kısmı, her zaman, yatırılan sermayenin, üretken sermayenin yanı sıra daima para-biçiminde bulunmak zorunda olan kısmı ile sınırlıdır. Burada, salt normal bir devir, soyut bir ortalama sözkonusudur. Dolaşımda olabilecek kesintileri karşılamak için gerekli ek para-sermaye bunun dışındadır.
      Birinci noktaya gelince:
meta üretimi meta dolaşımını, meta dolaşımı metaların para olarak ifadesini öngörür; bir metaın meta ve para diye ikiye bölünmesi, ürünün meta olarak ifadesinin bir yasasıdır. Aynı şekilde, kapitalist meta üretimi -ister toplumsal, ister bireysel açıdan düşünülsün-, hem başlangıç halindeki her işin primus motor'u ve hem de sürekli motoru olarak para-biçiminde sermayeyi, yani para-sermayeyi öngörür. Özellikle döner sermaye, para-sermayenin, bir motor olarak kısa aralıklarla sürekli tekrarlar halinde hareket ettiği anlamını taşır. Yatırılan sermaye-değerin tamamı, yani metaları, emek-gücünü, emek araçlarını, üretim maddelerini içeren sermayenin bütün öğeleri, tekrar tekrar para ile satın alınmak zorundadır. Burada bireysel sermaye için geçerli olan, ancak birçok bireysel sermayeler şeklinde işlev yapan toplumsal sermaye için de geçerlidir. Ama, Kitap I'de gösterdiğimiz gibi, bundan, hiç bir zaman, sermayenin işleme alanı, üretimin ölçeği -kapitalist temel üzerinde olsa bile- mutlak sınırları bakımından, işlemekte olan para-sermayenin miktarına bağlı olduğu sonucu çıkmaz.
      Belli sınırlar içinde genişlemeleri, yatırılan para-sermayenin büyüklüğünden bağımsız olan üretim öğeleri de sermayeye katılmış durumdadır. Emek-gücüne yapılan ödeme aynı kaldığı halde, şu ya da bu genişlikte ya da yoğunlukta sömürülebilir. Bu daha fazla sömürme ile birlikte para-sermaye artmış bile olsa (yani ücretler yükseltilmiş olsa), bu artış aynı oranda ve hele pro tanto hiç değildir.
      Sermaye-değerin öğelerinden olmayan -toprak, denizler, maden cevherleri, ormanlar, vb. gibi- üretken biçimde sömürülen doğanın sağladığı maddeler, aynı miktar emek-gücünün daha büyük çabası ile, para-sermaye yatırımında bir artış olmadan da, daha yoğun ya da geniş sömürülür. Üretken sermayenin gerçek öğeleri, böylece, ek para-sermaye gerektirmeksizin çoğaltılmış olur. Ek yardımcı maddeler için böyle bir ekin gerekli hale (sayfa 375) gelmesi sözkonusu olduğunda, sermaye-değerin yatırıldığı para-sermaye, üretken sermayenin büyüyen etkinliği ile orantılı artmadığı gibi, bu, hiç de pro tanto bir artış değildir.
      Aynı emek aletleri, ve böylece aynı sabit sermaye, günlük kullanım süreleri uzatılarak ve daha yoğun kullanılarak, sabit sermaye için ek para yatırımı yapılmaksızın, daha etkin biçimde kullanılabilir. Bu durumda, sabit sermayenin devri daha hızlanmakla birlikte, yeniden-üretime ait öğelerin daha çabuk ikmali gerekir.
      Doğal cevherlerden ayrı olarak, üretken süreci şu ya da bu ölçüde etkili kılabilecek öğeler olarak iş görmek üzere, hiç bir maliyeti olmayan doğal güçlerin bu üretken sürece katılması olanağı vardır. Bunların etkinlik derecesi, kapitalist için herhangi bir maliyeti olmayan yöntemlere ve bilimsel gelişmelere bağlıdır.
      Aynı şey, üretim sürecindeki emek-gücünün toplumsal bileşimi ve bireysel emekçilerin birikmiş becerileri için de doğrudur. Carey, toprağa o günkü üretkenliğini verebilmek, için çok eski zamanlardan beri katılan sermaye ya da emek için herhangi bir karşılık ödenmemesi nedeniyle, toprak sahibine ödenen paranın hiçbir zaman yeterli olmadığını hesaplamaktadır. (Burada, kuşkusuz, toprağın talan edilen verimliliğinden hiç sözedilmemektedir.) Buna göre her bireysel emekçiye, bir vahşinin modern bir makinist haline getirilmesinin tüm insanlığa neye malolduğunun hesaplanarak ödeme yapılması gerekirdi. Tersine, eğer toprağa katılan ve toprak sahibi ile kapitalist tarafından paraya çevrilen karşılığı ödenmemiş emekler üstüste konulsa, toprağa yatırılmış bulunan bütün sermayenin aşırı faiz ile birlikte tekrar ve tekrar ödendiği ve böylece toplumun toprak mülkiyetinin bedelini uzun zaman önce tekrar tekrar ödediğini düşünmek daha doğru olur.
      Gerçi, emeğin üretkenlik gücündeki artış, ek bir sermaye-değer yatırımını gerektirmediği sürece aynı emekle daha fazla değişmeyen-sermayenin yeniden-üretimini ve böylece değerini korumasını sağlaması dışında ilk anda ancak ürünün değerini değil, miktarını artırır. Ama aynı zamanda, sermaye için yeni malzeme ve dolayısıyla artan sermaye birikiminin temelini oluşturur.
      Toplumsal emeğin örgütlenmesi ve böylece emeğin toplumsal üretkenlik gücünün artırılmasının, geniş-ölçekli üretimi ve böylece, bireysel kapitalistler tarafından büyük miktarlarda para-sermaye yatırımını gerektirmesi yönünden, bunun, kısmen, (sayfa 376) işlemekte olan sermaye-değerlerin büyüklüğünde ve dolayısıyla da bunların yatırılmış oldukları para-sermayenin büyüklüğünde mutlak bir artışı gerektirmeksizin, sermayelerin birkaç elde toplanması ile gerçekleştirildiğini Kitap I'de[2*] göstermiştik. Bireysel sermayelerin büyüklüğü, bunların toplumsal toplamlarında bir büyüme olmaksızın, birkaç kişinin elinde toplanmasıyla artabilir. Bu, yalnızca bireysel sermayelerin değişen bir dağılımıdır.
      Son olarak, bundan önceki kısımda, devir dönemindeki bir kısalma ile, ya aynı üretken sermayenin daha az para-sermaye ile, ya da daha fazla üretken sermayenin aynı para-sermaye ile harekete geçirilebileceğini göstermiştik.
      Ama bütün bunların bizzat para-sermaye sorunu ile herhangi bir ilişkisi olmadığı bes bellidir. Yalnızca yatırılmış bulunan sermayenin -kendi serbest biçimi, kendi değer-biçimi içerisinde belli bir para miktarından oluşan belli bir değerler toplamının- üretken sermayeye çevrildikten sonra, sınırları bu sermayenin sınırları ile belirlenmeyip, tersine, belli sınırları içerisinde farklı genişlik ya da yoğunluk dereceleri ile işleyebilen üretken güçleri içerdiğini gösterir. Eğer üretim öğelerinin -üretim araçları ile emek-gücünün- fiyatları belli ise, metalar şeklinde varolan bu üretim öğelerinin belli bir miktarının satın alınması için gerekli para-sermayenin büyüklüğü belirlenmiştir. Ya da yatırılacak sermayenin değerinin büyüklüğü belirlenmiştir. Ama bu sermayenin değer ve ürün yaratıcısı olarak hareket edeceği boyutlar esnek ve değişkendir.
      İkinci noktaya gelince:
aşınmış sikkeleri yerine koymak üzere para üretimi ya da satın alınması için her yıl harcanması zorunlu toplumsal emek ve üretim aracı, toplumsal üretim hacminde pro tanto bir azalmadır. Ama kısmen dolaşım aracı, kısmen yığma işlevini yapan para-değere gelince, bu, emek-gücünün, üretilmiş üretim araçlarının ve doğal zenginlik kaynaklarının yanısıra orada vardır, ele geçirilmiş ve hazır durumdadır. Ona bu şeylere çizilmiş bir sınır gözü ile bakılamaz. Üretim öğelerine dönüştürülmek, diğer uluslar ile değişilmek suretiyle üretimin ölçeği genişletilebilir. Ne var ki, bu, paranın, her zaman olduğu gibi dünya-parası rolünü oynamasını öngörür.
      Üretken sermayeyi harekete geçirmek için, devir döneminin uzunluğuna bağlı olarak şu ya da bu miktarda para-sermayeye (sayfa 377) gereksinme vardır. Devir döneminin, çalışma zamanı ve dolaşım zamanı diye bölünmesinin, para biçiminde, gizil ya da atıl sermayede bir artışı gerektirdiğini de görmüş bulunuyoruz.
      Devir dönemi, çalışma döneminin uzunluğu ile belirlendiğine göre, diğer koşullar eşit olmak üzere, bu dönem, üretim sürecinin belirli toplumsal niteliği ile değil, bu sürecin maddi niteliği ile belirleniyor demektir. Bununla birlikte, kapitalist üretim esasına göre, nispeten uzun süreli daha geniş boyutlu işlemler, oldukça uzun süreli büyük para-sermaye yatırımlarını gerektirir. Bu gibi alanlarda üretim bu yüzden bireysel kapitalistin emrinde bulunan para-sermayenin büyüklüğüne bağlıdır. Bu engel, kredi sistemi ve bu sistem ile ilgili şirketler, sözgelimi, anonim şirketler ile yıkılmıştır. Para-piyasasındaki bozukluklar bu nedenle bu gibi kuruluşları işlemez duruma getirmekle birlikte, bu aynı kuruluşlar da para-piyasasında bozukluklar yaratmaktadır.
      Toplumsallaştırılmış üretim temeli üzerinde, -arada, yararlı bir etki biçiminde herhangi bir ürün ikmalinde bulunmaksızın uzun bir süre için emek-gücü ve üretim aracı çeken- işlemlerin üretim hacminin, yalnız emek-gücü ve üretim araçlarını sürekli ya da yılda birkaç kez çekmekle kalmayan, ama aynı zamanda, geçim ve üretim araçları ikmalinde de bulunan üretim dallarına zarar vermeksizin yürütülebilecek şekilde önceden saptanması gerekir. Hem toplumsallaştırılmış ve hem de kapitalist üretimde, daha kısa çalışma dönemli işdallarındaki emekçiler, karşılığında herhangi bir ürün vermeksizin daha önce olduğu gibi, ancak kısa süreler için ürün çekerler; oysa daha uzun çalışma dönemli işdallarında, bunlar, herhangi bir şey vermeden daha uzun bir süre için ürün çekerler. Bu durum, demek ki, belli bir emek-sürecinin, toplumsal biçiminden değil, maddi niteliğinden ileri gelmektedir. Toplumsallaştırılmış üretim durumunda, para-sermaye ortadan kalkmıştır. Emek-gücü ile üretim araçlarını farklı üretim dallarına toplum dağıtmaktadır. Üreticiler, olsa olsa, tüketim mallarının toplumsal ikmalinden, emek-zamanlarına tekabül eden bir miktarı çekme hakkını kendilerine tanıyan bir vesika alabilirler. Bu vesikalar para değildir. Bunlar dolaşıma girmezler.
      Para-sermayeye olan gereksinmenin, çalışma döneminin uzunluğundan ileri geldiğine göre, şu iki şeyle koşullandığını görüyoruz: Birincisi, para, genellikle, her bireysel sermayenin (krediden ayrı) kendisini üretken sermayeye çevirmek için görünmek (sayfa 378) zorunda olduğu biçimdir; bu, kapitalist üretimin ve genellikle meta üretiminin niteliğinden gelmektedir. İkincisi, gerekli para yatırımının büyüklüğü, emek-gücü ile üretim araçlarının, oldukça uzun bir süre paraya çevrilebilir ürünleri bu dönem boyunca topluma geri vermeksizin, toplumdan sürekli çekilmeleri durumundan ileri gelir. Birinci koşul, yatırılacak sermayenin para biçiminde yatırılması zorunluluğu, bu para ister madeni para, kredi parası ya da itibari para vb. olsun, paranın biçimi ile ortadan kalkmış olmaz. İkinci koşul, para-aracının biçimi ya da dolaşıma herhangi bir eşdeğer geri vermeksizin çekilen üretim emeğinin, geçim araçlarının ve üretim araçlarının biçimi ile hiç bir şekilde etkilenmez. (sayfa 379)



ONDOKUZUNCU BÖLÜM[
35]
KONUNUN DAHA ÖNCEKİ SERİMLERİ

I. FİZYOKRATLAR



      Quesnay'in Tableau Economique'i belirli bir değeri temsil eden ulusal üretimin yıllık mahsulünün, dolaşım aracılığı ile, diğer şeyler aynı olmak koşuluyla, basit yeniden-üretimi, yani aynı ölçekle yeniden-üretimi gerçekleştirecek şekilde nasıl dağıtıldığını birkaç kalın çizgiyle göstermektedir. Üretim döneminin başlangıç noktası gerçekte önceki yılın hasadıdır. Sayısız bireysel dolaşım hareketleri, kendilerine özgü toplumsal kitle hareketi -toplumun işlevsel olarak belirlenmiş büyük iktisadi sınıfları arasındaki dolaşım hareketi- içerisinde bir çırpıda bir araya getirilmiştir. Biz, burada, şununla ilgileniyoruz: Toplam ürünün bir kısmı -bu ürünün diğer kısımları gibi, bir kullanım-nesnesi olarak, geçen yılın emeğinin yeni bir sonucudur- aynı zamanda, yalnızca aynı maddi biçim içerisinde tekrar ortaya çıkan eski sermaye-değerin bir taşıyıcısıdır. Bu kısım dolaşıma girmeyip, sermaye olarak hizmete yeniden devam etmek üzere üreticisinin, çiftçiler sınıfının elinde kalır. Yıllık ürünün bu kısmına, değişmeyen-sermayeye, (sayfa 380) Quesnay, hiç ilgisiz öğeleri sokmakta, ama görüş ufkunun sınırlılığı yüzünden, asıl şey üzerinde önemle durarak, tarımı, insan emeğinin artı-değer üreten biricik yatırım alanı ve dolayısıyla, kapitalist görüş açısından biricik üretken alan olarak görmektedir. Yeniden-üretimin iktisadi süreci, kendine özgü toplumsal niteliği ne olursa olsun, doğal bir yeniden-üretim süreci ile, bu alanla (tarımla) daima içiçe geçer. Bu sonuncunun açık koşulları birincinin koşullarına ışık tutmakta, ve dolaşımın aldatıcı görüntüsüyle ortaya çıkan bir düşünce karışıklığını önlemektedir.
      Bir sistemin etiketi, başka eşyaların etiketinden, diğer şeyler yanında, sisteminkinin yalnız alıcıyı değil çoğu zaman satıcıyı da kandırması olgusuyla ayrılır. Hem Quesnay'in kendisi ve hem de onun doğrudan izleyicileri, kendi feodal dükkan tabelalarına inandılar. Bizim bilgiçler de bugün ve bu saatte bile aynı şeyi yapıyorlar. Ne var ki, gerçekte fizyokratların sistemi, kapitalist sistemin ilk sistematik anlayışıdır. Sanayi sermayesinin temsilcileri -mülk sahipleri sınıfı- bütün iktisadi hareketi yönetmektedir. Tarım kapitalistçe yürütülmekte, yani kapitalist çiftçinin geniş-ölçekte bir girişimi olmaktadır; toprağın doğrudan işleyicisi ücretli emekçidir. Üretim, yalnız kullanım malları değil, bunların değerlerini de yaratmaktadır; üretimin itici gücü, doğum yeri dolaşım alanı değil, üretim alanı olan artı-değerin elde edilmesidir. Dolaşımın meydana getirdiği toplumsal yeniden-üretim sürecinin araçları olarak boy gösteren üç sınıf arasında, "üretken" emeğin doğrudan sömürücüsü, artı-değer üreticisi,[
3*] kapitalist çiftçi, artı-değere yalnızca elkoyanlardan ayırdedilmektedir.
      Fizyokratik sistemin kapitalist niteliği, en parlak olduğu sıralarda bile bazı itirazlara yolaçmıştır: bir yandan Linguet ile Mably, öte yandan küçük mülk sahipleri savunucuları tarafından karşı çıkılmıştır.



      Adam Smith'in yeniden-üretim sürecinin tahlilinde gösterdiği gerileme,[36] örneğin "avances primitives" ve "avancesi annuelles"i (sayfa 381) genelleyerek ve bunları "sabit" ve "döner" sermaye[37] diye adlandırarak, yalnız Quesnay'in doğru tahlillerini ayrıntılarıyla incelemekle kalmayıp, tamamen fizyokratların yanılgılarının ortasında yolunu da şaşırdığı için son derece dikkate değerdir. Örneğin, çiftçinin, öteki tür kapitalistlerden daha fazla değer ürettiğini göstermek için şöyle diyor: "Aynı büyüklükteki hiç bir sermaye, çiftçininkinden daha büyük miktarda üretken emeği harekete geçiremez, Yalnız çalışan hizmetkârları değil, iş hayvanları da üretken emekçidirler." (Çalışan hizmetkarlar için ne güzel övgü!) "Tarımda da doğa insanla birlikte çalışır; ve doğanın emeği hiç bir gidere malolmaz, ama ürünü, en pahalı işçinin ürünü kadar değer taşır. Tarımda en önemli işlemler bile, ürünü artırmakla birlikte, doğanın verimliliğini, insan için en kârlı bitkilerin üretimine yöneltmek kadar artıramaz. Fundalık ve çalılıklarla kaplı bir tarla, çoğu kez, en iyi işlenmiş bal ya da mısır tarlası kadar çok miktarda sebze üretebilir. Toprağı ekmek ve sürmek, doğanın etken verimliliğini canlandırmaktan çok bunu düzenler; ve yapılan bütün bu emeklerden sonra, işin büyük bir kısmı daima gene doğa tarafından yapılmak üzere kalmıştır. Tarımda çalıştırılan emekçiler ve iş hayvanları (sic![4*]) bu nedenle, manüfaktürlerde çalışan işçi gibi, kendi tüketimlerine, onları kullanan sermayeye ve o sermayenin sahibinin kârlarına eşit bir değeri yeniden üretmekle kalmazlar, çok daha büyük bir değer üretirler. Çiftçinin sermayesinin ve bütün kârlarının üzerinde olarak, toprak sahibinin rantını da düzenli olarak yeniden-üretirler. Bu rant, toprak sahibinin kullanımını çiftçiye kiraladığı doğa güçlerinin bir ürünü gibi düşünülebilir, Bu ürün, varlığı kabul edilen bu güçlerin genişliğine, ya da bir başka deyişle, toprağın varsayılan doğal ya da iyileştirilmiş verimliliğine bağlı olarak daha büyük ya da daha küçüktür. İnsanın işi diye kabul edilebilecek her şey düşüldükten ya da karşılandıktan sonra, geriye kalan, doğanın işidir. Bu pek az zaman tüm ürünün dörtte-birinden az, çoğu zaman üçte-birinden fazladır. Manüfaktürlerde kullanılan (sayfa 382) aynı miktar üretken emek, hiç bir zaman bu kadar büyük bir yeniden-üretimde bulunamaz. Bunlarda doğa hiç bir şey yapmaz, her şeyi insan yapar; ve yeniden-üretim, daima, işi yapan unsurların gücü ile orantılı olmak zorundadır. Tarımda kullanılan sermaye, demek ki, yalnız manüfaktürlerde kullanılan aynı miktar sermayeden daha fazla miktarda üretken emeği harekete geçirmekle kalmaz, aynı zamanda, kullandığı üretken emek miktarı ile orantılı olarak, ülkenin toprak ve emeğinin yıllık ürününe, o ülkenin halkının gerçek servetine ve gelirine daha büyük bir değer katar." (Kitap II, Böl. 5, s.242,)
      Adam Smith, Kitap II, Bölüm l'de şöyle diyor; "Tohumun bütün değeri de tam anlamıyla bir sabit sermayedir." Burada da gene, sermaye, sermaye-değere eşittir; "sabit' bir biçimde bulunmaktadır. "O [tohum], toprak ile ambar arasında gidip gelmekle birlikte, hiç bir zaman sahip değiştirmez ve bu nedenle de tam anlamıyla dolaşmaz. Çiftçi onu satmakla değil, çoğaltmakla kâr yapar." (s. 186.) Burada konunun anlamsızlığı şu olguda yatmaktadır ki, Smith, kendisinden önce Quesnay'de olduğu gibi, sabit sermayenin değerinin yenilenmiş biçimde yeniden ortaya çıkışını görmemekte ve bu yüzden, yeniden-üretim sürecinin önemli bir öğesini gözden kaçırmakta, yalnızca döner ve sabit sermaye arasında kendi yaptığı ayrım konusunda, hem de yanlış olmak üzere, bir örnek daha vermektedir. Smith'in "avances primitives" ve "avances annuelles"i "sabit sermaye" ve "döner sermaye" olarak çevirmesindeki ilerleme, "sermaye" sözcüğünü kullanmasındadır, ki bu kavram genelleştirilmekte ve fizyokratların, bunu yalnızca "tarımsal" alana uygulamaları konusundaki özel görüşlerinden bağımsız hale gelmektedir; gerileme ise, "sabit" ve "döner" sözcüklerinin temel ayrım olarak görülmesi ve bu şekilde tutulması olgusundadır.


II. ADAM SMİTH

I. Smith'in Genel Görüş Açısı


      Adam Smith, Kitap I, Bölüm 6, sayfa 42'de diyor ki: "Her toplumda, her metaın fiyatı, kendisini, sonuçta, şu üç kısımdan birine ya da diğerine veya hepsine ayrıştırır (ücret, kâr, rant); ve her gelişmiş toplumda, bunların her üçü de, metaların daha büyük bir kısmının fiyatına, az ya da çok, tamamlayıcı kısım (sayfa 383) olarak girer."[
38] Ya da, 63. sayfada devam ettiği gibi: "Ücret, kâr ve rant, hem bütün gelirlerin ve hem de bütün değişilebilir değerlerin üç esas kaynağıdır." Adam Smith'in "metaların fiyatları"nın ya da "bütün değişilebilir değerlerin tamamlayıcı kısımları"na ilişkin bu öğretisini, aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alacağız.
      Ayrıca şöyle diyor: "Ayrı ayrı ele alınan her özel metaya ilişkin olarak durum bu olduğuna göre, birarada alındıklarında, her ülkedeki toprağın ve emeğin tüm yıllık ürününü oluşturan bütün metalara ilişkin olarak da durum bu olmalıdır. Bu yıllık ürünün tüm fiyatı ya da değişilebilir değeri, kendisini aynı üç kısma ayrıştırmalıdır ve, o ülkede oturan değişik kişiler arasında, ya emeklerinin ücreti, sermayelerinin kârları olarak, ya da topraklarının rantı olarak pay edilmelidir." (Kitap II, Bölüm 2, s. 190.)
      Adam Smith, tek tek bütün metaların fiyatını olduğu gibi, "her ülkedeki toprağın ve emeğin tüm yıllık ürününün ... tüm fiyatı ya da değişilebilir değeri"ni, böylece, ücrete, kâra ve ranta, ücretli işçilerin, kapitalistlerin ve toprak. sahiplerinin gelirinin üç kaynağına ayrıştırdıktan sonra, dördüncü bir öğeyi, yani sermaye öğesini, dolambaçlı bir yoldan içeriye sokuşturmak zorunda kalıyor. Bu da, brüt ile net gelir arasında bir ayrım yaparak başarılıyor: "Büyük bir ülkede oturanların tamamının brüt geliri, topraklarının ve emeklerinin tüm yıllık ürününü kapsar; net gelirleri ise, bakım giderleri düşüldükten sonra kendilerine kalan kısımdır; birincisi, bunların sabit; ve ikincisi, bunların döner sermayesidir; ya da, sermayelerine el atmaksızın, hemen tüketilmek ya da geçimleri, rahatları ve eğlenceleri için harcanmak üzere yedekte bulundurabilecekleri şeydir. Bunların gerçek servetleri de brüt gelirleri ile değil, net gelirleri ile orantılıdır." (lbid., s. 190.)
      Bu konuda şu yorumda bulunuyoruz:
      1) Adam Smith, burada, genişletilmiş ölçekte yeniden-üretimi ya da birikimi değil, açıkça, yalnız basit yeniden-üretimi ele (sayfa 384) alıyor. Yalnızca işler durumdaki sermayenin "bakım" masraflarından sözediyor. Toplumun ya da bireysel kapitalistin "net" geliri, yıllık ürünün "tüketim fonuna" geçebilen kısmına eşittir, ama bu fonun büyüklüğü, işler durumdaki "sermayeye el atmamalıdır". Hem bireysel ve hem de toplumsal ürünün değerinin bir kısmı, demek ki, ne ücrete, ne kâra, ne de ranta ayrışmıyor, ama sermayeye ayrışıyor.
      2) Adam Smith, sözcükler üzerinde oynayarak, "brüt ve net gelir" arasındaki ayrım ile kendi teorisinden kaçmaktadır. Hem bireysel kapitalist ve hem de tüm kapitalist sınıf, ya da ulus denen şey, üretimde tüketilen sermaye yerine, değeri -bu ürünün birbirlerine orantılı kısımlarıyla temsil edilebilir-, bir yandan harcanan sermaye-değeri yerine koyan ve böylece bir kazanç, ya da harfi harfine söylemek gerekirse, bir gelir (revenue - geri dönmek revenir fiilinin geçmiş hali) oluşturan, ama nota bene, sermaye üzerinden bir gelir ya da sermaye üzerinden bir kazanç oluşturan; öte yandan da, "ülkede oturan değişik kişiler arasında, ya emeklerinin ücreti, sermayelerinin kârı olarak, ya da topraklarının rantı olarak pay edilen" -ve genellikle kazanç adı verilen- değer kısımlarını yerine koyan bir meta ürünü almaktadırlar. Şu halde, bu tüm ürünün değeri, herhangi bir kimsenin -bireysel kapitalistin ya da bütün ülkenin- kazancını oluşturuyor, ama bu, bir yandan sermaye üzerinden bir kazanç, öte yandan da bu kazançtan farklı bir "gelir" oluyor. Dolayısıyla, meta değerinin, bu değeri oluşturan kısımlara çözümlenmesi sırasında dışarı atılan şey, yan kapıdan içeriye sokulmuş oluyor: "gelir" sözcüğündeki belirsizlik. Ama ancak ürünün bu türden değer parçalarıdır ki, onda daha önceden mevcut olan şey olarak "içeriye alınabilir". Eğer sermaye içeriye gelir olarak girecekse, önce genişletilmiş olması gerekir.
      Adam Smith ayrıca diyor ki: "En düşük olağan kâr oranı, daima, her sermaye kullanılmasında arasıra görülen kayıpları karşılamaya yetebilecek miktardan daha fazla olmalıdır. İşte net ya da çıplak kâr, yalnız bu fazlalıktır." (Kapitalist kârdan, gerekli sermaye harcamasından ne anlıyor?) "Brüt kâr adı verilen şey, çoğu kez, yalnız bu fazlalığı değil, bu gibi olağanüstü kayıpları karşılamak üzere alıkonulan miktarı da kapsar." (Kitap I, Böl. 9, s. 72.) Bunun tek anlamı, artı-değerin, brüt kârın bir kısmı diye kabul edilen bir parçasının, üretimin güvence fonunu oluşturması (sayfa 385) gerektiğidir. Bu güvence fonu, artı-emeğin bir kısmı tarafından yaratılmaktadır ve bu bakımdan doğrudan sermaye, yani yeniden-üretim amacı taşıyan bir fon üretmektedir. Sabit sermayenin vb. "devam ettirilmesi" için gerekli harcamalar bakımından (yukardaki alıntılara bakınız) tüketilmiş olan sabit sermayenin yerine bir yenisinin konması, yeni bir sermaye yatırımı değ~il, yalnızca eski sermaye-değerin yeni bir biçimde yenilenmesidir. Adam Smith'in, gene bakım giderleri arasında saydığı sabit sermayenin onarımını ilgilendirdiği kadarıyla, bu gider, yatırılan sermayenin fiyatına girmektedir. Kapitalistin, bunun hepsini bir defada yatırmayıp, sermayenin işlev yaptığı sırada, gereğine göre, azar azar yatırması ve zaten cebine girmiş bulunan kârlardan yatırabilmesi, bu kârın kaynağını değiştirmez. Kendisini oluşturan değer öğeleri, ancak, emekçilerin güvence fonu için olduğu kadar, onarım fonu için de artı-emek sağladıklarını tanıtlar.
      Adam Smith, bunun ardından, bize, tüm sabit sermayenin ve aynı zamanda döner sermayenin, sabit sermayenin bakımı, onarımı ve yenilenmesi, için gerekli bütün kısmının, ve aslında, maddi biçimi içerisinde tüketim fonuna ayrılmayan sermayenin tamamının, net gelirin, yani özgül anlamında gelirin dışında tutulması gerektiğini söyler.
      "Sabit sermayenin tüm bakım giderlerinin, toplumun net gelirinin dışında tutulması gerektiği açıktır. Ne onların yararlı makineleri ile iş aletlerinin bakımı için gerekli malzemeler ... ne de bu malzemelerin istenilen biçimi alması için gerekli-emeğin ürünü, bu gelirin hiç bir zaman herhangi bir kısmını oluşturamaz. Bu şekilde çalıştırılan işçi, ücretlerinin değerinin tamamını, doğrudan tüketim için ayrılmış stoklara katabildiğine göre, bu emeğin fiyatı gerçekten de bunun bir kısmını oluşturabilir. Ama diğer tür emeklerde, hem fiyat [yani, bu emek için ödenen ücret] ve hem de ürün [bu emeğin katılmış olduğu ürün] bu stoka gider; fiyat, işçinin stokuna, ürün ise, geçimleri, konforları ve eğlenceleri, bu işçilerin emeği ile çoğaltılan diğer kimselerin stoklarına gider." (Kitap II, Bölüm 2, s. 190, 191.)
      Adam Smith, burada, üretim araçlarının üretiminde çalışan emekçiler ile, doğrudan tüketim mallarının üretiminde çalışan emekçiler arasındaki çok önemli bir ayrıma geliyor. İlk sözü edilenler tarafından üretilen metaların değeri, ücretlerin toplamına, yani sermayenin, emek-gücünün satın alınmasına yatırılan kısmının (sayfa 386) değerine eşit bir parçayı içerir. Değerin bu kısmı, maddeten, bu emekçiler tarafından üretilmiş bulunan üretim araçlarının belirli bir niceliği biçiminde varolur. Ücret şeklinde aldıkları para, bunların gelirleridir, ama emekleri, ne kendileri ve ne de başkaları tarafından tüketilebilecek herhangi bir eşya üretmemiştir. Şu halde bu ürünler, yıllık ürünün "net gelirin" ancak kendisinde gerçekleşebileceği bir toplumsal tüketim fonu oluşturmak üzere ayrılan kısmının bir öğesi değildir. Adam Smith, burada, ücretler için geçerli olan aynı şeyin, üretim araçlarının değerinin artı-değer olarak kâr ve rant kategorileri altında, sanayi kapitalistinin (en başta gelen) gelirini oluşturan parçası için de geçerli olduğunu eklemeyi unutuyor. Bu değer parçaları, aynı şekilde, üretim araçlarında, tüketilmesi olanaksız mallarda da vardır. Bunlar, kendileri paraya çevrilene kadar, bu ikinci tür emekçiler tarafından üretilen kendi fiyatlarına tekabül eden miktarda tüketim nesnelerini meydana getiremezler; işte ancak o zaman, bu nesneleri, sahiplerinin bireysel tüketim fonuna aktarabilirler. Ne var ki, Adam Smith'in, yıllık olarak meydana getirilen üretim araçlarının değerinin, bu üretim alanında işlev yapan üretim araçlarının -üretim aracı yapan üretim araçlarının- değerine eşit olan kısmının, yani burada kullanılan sabit sermayenin değerine eşit bir değer parçasının, yalnız, varolduğu maddi biçimi nedeniyle değil, sermaye olarak işlev yapması nedeniyle de, geliri oluşturan bir değer öğesi olamayacağını görmüş olması gerekirdi.
      İkinci tür emekçilere -doğrudan tüketim nesneleri üretenlere- gelince. Adam Smith'in tanımları tam bir kesinlik taşımıyor. Çünkü, emeğin, bu türlerinde, hem emeğin fiyatının ve hem de ürünün, doğrudan tüketim için ayrılmış stoklara, "fiyat"ın (yani, ücret olarak alınan paranın) "işçinin stokuna, ürünün ise, geçimleri, konforları ve eğlenceleri, bu işçilerin emeği ile çoğaltılan diğer kimselerin stoklarına" "gittiğini" söylemektedir. Ne var ki, işçi, emeğinin "fiyatı" ile, ücretlerinin ödendiği bu para ile yaşamını sürdüremez; bu parayı, tüketim nesneleri satın alarak gerçekleştirir. Bu. nesneler, kısmen, kendi ürettiği metalar sınıfından olabilir. Öte yandan, kendi ürünü, yalnızca, emek sömürücülerinin tüketimine giden nesnelerden olabilir.
      Böylece Adam Smith, sabit sermayeyi, bir ülkenin "net gelirinin" tamamen dışında bıraktıktan sonra devam ediyor:
      "Ama, sabit sermayenin sürekliliğini sağlayan bütün giderler, (sayfa 387) böylece, zorunlu olarak, toplumun net gelirinin dışında bırakıldığı halde, döner sermayenin sürekliğini sağlayan giderler için durum aynı değildir. Bu ikinci sermayeyi oluşturan dört kısımdan, para, yaşam araçları, malzemeler ve tamamlanmış işten, son üç tanesi, daha önce de görüldüğü gibi, düzenli olarak bu sermayeden çekilerek ya toplumun sabit sermayesine, ya da doğrudan tüketim için ayrılan stokuna konulur. Bu tüketilebilir eşyaların, ilkinin" [sabit sermayenin] "devamı için kullanılmayan kısmının hepsi de ikinciye" [doğrudan tüketim fonuna] "gider ve, toplumun net gelirinin bir kısmım oluşturur. Döner sermayenin bu üç kısmının sürekliliği, demek ki, sabit sermayenin sürekliliği için gerekli olanın dışında, toplumun net gelirinden yıllık ürünün hiç bir kısmını çekmez." (Kitap II, Bölüm 2, s. 192.)
      Döner sermayenin, üretim araçlarının üretiminde hizmet görmeyen kısmının, tüketim mallarına, bir başka deyişle, yıllık ürünün, toplumun tüketim fonunu oluşturmak üzere ayrılan kısmına gittiğini söylemek, boş bir yinelemeden başka bir şey değildir. Bununla birlikte, bunun hemen ardından gelen pasaj önemlidir:
      "Bir toplumun döner sermayesi, bu yönden, bireyinkinden farklıdır. Bireyin döner sermayesi, tümüyle kârlarından oluşması gereken net gelirin herhangi bir kısmını meydana getirmenin tamamen dışında bırakılmıştır. Ama her bireyin döner sermayesi, ait olduğu toplumun döner sermayesinin bir kısmını oluşturduğu halde, bunun, aynı şekilde, onların net gelirlerinin bir kısmını oluşturmanın tümüyle dışında kalmasının nedeni bu değildir. Bir tüccarın deposundaki eşyaların tümü, hiç bir şekilde doğrudan tüketim amacı ile kendi stokuna konulmadığı halde, bunlar, diğer fonlardan elde edilen bir gelirle, ne tüccarın ve ne de öteki kimselerin sermayesinde herhangi bir azalmaya yolaçmaksızın, düzenli bir biçimde, bu eşyaların değerlerini kârlarıyla birlikte yerine koyabilen diğer kişilerin stoklarına konabilirler." (Ibid.)
      Ve böylece buradan öğreniyoruz ki:
      1) Tıpkı sabit sermayenin ve bu sermayenin yeniden-üretimi (işlevini unutuyor) ve devamı için gerekli döner sermayenin, her bireysel kapitalistin, ancak kârından ibaret olabilecek, net gelirinin tümüyle dışında tutulması gibi, tüketim mallarının üretiminde kullanılan döner sermaye de bunun dışında tutulmaktadır. Şu halde, kendi meta-ürününün sermayesini yerine koyan kısmının, kendisi için herhangi bir gelir oluşturan değerin parçacıklarına (sayfa 388) kendisini ayrıştıramaz.
      2) Her bireysel kapitalistin döner sermayesi, her bireysel sabit sermaye gibi, toplumun döner sermayesinin bir kısmını oluşturur.
      3) Toplumun döner sermayesi, yalnızca bireysel döner sermayelerin bir toplamını oluşturduğu halde, her bireysel kapitalistin döner sermayesinden farklı bir niteliğe sahiptir. Bu ikinci döner sermaye hiç bir zaman kapitalistin kendi gelirinin bir kısmını oluşturmaz; bununla birlikte, ilk sözü edilen döner sermayenin bir kısmı (yani tüketilebilir eşyalardan ibaret olanı) aynı zamanda toplumun gelirinin bir kısmını oluşturabilir, ya da kendisinin yukarıda ifade ettiği gibi, toplumun net gelirini, mutlaka yıllık ürünün bir kısmı kadar azaltması gerekmez. Gerçekten de, Adam Smith'in burada döner sermaye dediği şey, tüketim malları üreten kapitalistler tarafından her yıl dolaşıma sürülen ve yıllık olarak üretilen meta-sermayeden ibarettir. Kapitalistlerin bu yıllık meta ürününün tümü, tüketilebilir eşyalardan oluşur ve bu nedenle, içerisinde toplumun net gelirlerinin (ücretler dahil) gerçekleştiği ya da harcandığı fonu oluşturur. Verdiği örnek için, tüccarın mağazasındaki eşyalar yerine, Adam Smith'in, sanayi kapitalistlerinin ardiyelerinde depolanan eşya yığınını seçmesi gerekirdi.
      Eğer Adam Smith, önce kendisinin sabit sermaye dediği, şimdi de döner sermaye diye adlandırdığı şeyin yeniden-üretimini incelerken, kendilerini ona zorla kabul ettiren düşünce kırıntılarını biraraya getirmiş olsaydı, şu sonuçlara ulaşırdı:
      I. Toplumun yıllık ürünü iki kesimden oluşur; bunlardan birisi üretim araçlarını, diğeri tüketim nesnelerini kapsar. Bunların herbirinin ayrı ayrı ele alınması gerekir.
      II. Yıllık ürünün, üretim araçlarını oluşturan kesiminin toplam değeri şöyle bölünür: Bu değerin bir kısmı, yalnız, bu üretim araçlarının yapımında tüketilen üretim araçlarının değerini temsil eder; bu, yenilenmiş bir biçim içerisinde tekrar ortaya çıkan sermaye-değerden başka bir şey değildir; öteki kısım, emek-gücüne yatırılan sermayenin değerine ya da, kapitalistlerin bu üretim alanında ödedikleri ücretlerin toplamına eşittir. Son olarak, değerin bir üçüncü kısmı, bu kategoriye giren sanayi kapitalistlerinin, toprak rantı da dahil, kârlarının kaynağıdır.
      Bu kısımlardan birincisi, Adam Smith'e göre bu ilk kesimde (sayfa 389) kullanılan bütün bireysel sermayelerin sabit sermayesinin yeniden üretilmiş kısmı, bireysel kapitalistin de, toplumun da "net gelirinin bir kısmını oluşturmanın tümüyle dışındadır". Bu, daima sermaye olarak işlev yapar, hiç bir zaman gelir işlevi yapmaz. Bu bakımdan, her bireysel kapitalistin "sabit sermayesi", hiç bir biçimde toplumun sabit sermayesinden farklı değildir. Ama toplumun üretim araçlarından oluşan yıllık ürününün değerinin öteki kısımları -üretim araçlarının bu toplam miktarının kesrî parçaları olarak varolan değer kısımları-, gerçekte, aynı zamanda, bu üretim faaliyetine katılan bütün unsurlar için gelir oluşturur; emekçiler için ücret, kapitalistler için kâr ve toprak rantı. Toplumun yıllık ürünü, ancak, bu topluma ait olan bireysel kapitalistlerin ürünlerinin toplamlarından oluştuğu halde, bunlar, toplum için gelir değil, sermaye oluştururlar. Nitelikleri gereği bunlar, genellikle, üretim aracı olarak işlev yapmaya uygundurlar, hatta gerektiğinde, tüketim malları olarak işlev yapabilecek olanlar bile, yeni üretimin ham ve yardımcı maddeleri biçiminde hizmet görme amacı taşırlar. Ne var ki, bunlar, bu hizmeti -yani sermaye hizmetini- kendi üreticilerinin ellerinde değil, onları kullananların ellerinde görürler, yani:
      III. İkinci kesimdeki kapitalistler, doğrudan tüketim malları üreticileri. Bunlar, bu kapitalistler için, tüketim mallarının üretiminde tüketilen sermayeyi (bu sermaye, emek-gücüne çevrilmediği, yani bu ikinci kesimdeki emekçilerin toplam ücretleri olmadığı ölçüde) yerine koyarlar, oysa şimdi bunları üreten kapitalistlerin elinde tüketim nesneleri biçiminde bulunan bu tüketilmiş sermaye -toplumsal açıdan alındığında- birinci kesimdeki kapitalistler ile emekçilerin, gelirlerini içerisinde gerçekleştirdikleri tüketim fonunu oluşturur.
      Eğer Adam Smith, tahlillerini bu noktaya kadar sürdürmüş olsaydı, bütün problemin çözümü için pek az şey eksik kalırdı. Toplumun toplam yıllık ürününü oluşturan meta-sermayelerin bir türünün (üretim araçlarının) belli değer-kısımlarının, gerçekten, bunların üretimi ile uğraşan bireysel emekçiler ile kapitalistlerin gelirini oluşturduğu, ama toplumun gelirini oluşturan bir kısmını oluşturmadığı; oysa, diğer türün (tüketim mallarının) değer kısmı kendi bireysel sahipleri için sermaye-değeri temsil ettiği halde, bu yatırım alanında iş yapan kapitalistler için yalnızca toplumsal gelirin bir kısmı olduğunu zaten farketmiş bulunmakla (sayfa 390) hedefe iyice yaklaşmış oluyordu.
      Yukarda anlatılanlardan gene de şu kadarı açıktır:
      Birincisi:
Toplumsal sermaye yalnızca bireysel sermayelerin toplamına ve bu nedenle de, toplumun yıllık meta-ürünü (ya da meta-sermayesi) bu bireysel sermayelerin meta-ürünlerinin toplamına eşit olduğu halde; ve bu yüzden de, her bireysel meta-sermaye için geçerli olacak şekilde metaların değerinin, bu değeri oluşturan kısımlara çözüşmesinin bütün toplumun meta-sermayesi içinde geçerli olması gerektiği -ve aslında da, sonunda geçerli olduğu- halde, bu kısımların, toplam toplumsal yeniden-üretim sürecinde büründükleri görünüş biçimi farklıdır.
      İkincisi:
Basit yeniden-üretim biçiminde bile, yalnız ücretlerin (değişen~sermayenin) ve artı-değerin üretimi yer almaz, işgünü yalnız iki kısımdan oluştuğu, birisinde emekçinin değişen-sermayeyi yerine koyduğu, yani gerçekte, emek-gücünün satın alınması için gerekli eşdeğeri, diğerinde ise artı-değeri (kârı, rantı, vb.) ürettiği kısımlardan oluştuğu halde, yeni değişmeyen sermaye-değerin doğrudan üretimi de yer alır.
      Üretim araçlarının yeniden-üretiminde harcanan -ve değeri ücretler ile artı-değerden oluşan- günlük emek, sermayenin tüketim mallarının üretilmesinde harcanan değişmeyen kısmını yerine koyan yeni üretim araçlarında kendisini gerçekleştirir.
      Büyük bir kısmı bundan önceki metinde çözülen ana güçlükler ile, birikimi değil, basit yeniden-üretimi incelerken karşılaşılmıştı. Bu nedenle, Adam Smith (Kitap II) ve ondan önce Quesnay (Tableau Economique), ne zaman toplumun yıllık ürününün hareketi ve dolaşım yoluyla yeniden-üretimi sözkonusu olsa, basit yeniden-üretimi çıkış noktaları yapmışlardır.


2. Adam Smith, Değişim-Değerini d + a'ya
Ayrıştırıyor



      Adam Smith'in fiyatın ya da herhangi bir metaın değişilebilir değerinin (exchangeable value) -ve bu nedenle, toplumun yıllık ürününü oluşturan toplu haldeki bütün metaların bu değerinin (o, haklı olarak, her yerde kapitalist üretimi varsayıyor)- üç tane birbirini tamamlayan kısımdan (component parts) meydana geldiği, ya da ücretlere, kâra ve ranta ayrıştığı (resolves itself into) konusundaki dogması şu ifadeye indirgenebilir: meta-değer, d+a'ya eşittir; yani yatırılan değişen-sermayenin değeri ile (sayfa 391) artı-değerin toplamına eşittir. Ve biz, bu kâr ve rantı, Adam Smith'in müsaadeleriyle, bütün ufak tefek noktaları, yani özellikle, d+a dediğimiz öğelerden oluşan meta-değer dogmasındaki herhangi bir görünür ya da gerçek sapmayı başlangıçta bir yana ittiğimiz şu alıntıda da gösterildiği gibi, a denilen ortak bir birime indirgeyebiliriz.
      Manüfaktürde: "İşçilerin malzemelere kattığı değer ... kendisini iki kısma ... ayırır; bunlardan birisi onların ücretlerini, diğeri ise, işverenin malzemelere ve ücretlere yatırmış olduğu sermaye üzerinden elde ettiği kârı karşılar." (Kitap I, Bölüm 6, s. 41.) "İmalatçının ücretlerinin patronu tarafından yatırılmış olmasına karşın, gerçekte onun patrona herhangi bir maliyeti yoktur, bu ücretlerin değeri, genellikle, üzerinde emeğini harcadığı konunun, daha gelişmiş değeri içerisinde, bir kâr ile birlikte, karşılanmıştır." (Kitap II, Bölüm 3, s. 221.) Sermayenin "üretken emeğin devamı için" yatırılan kısmı "... kendisine (işverene) bir sermaye işlevi gördükten sonra ... bunlar (emekçiler) için bir gelir oluşturur." (Kitap II,Bölüm 3, s. 223.)
      Adam Smith yukarıya aktarılan bölümde açıkça şöyle diyor: "Her ülkenin toprak ve emeğinin tüm yıllık ürünü ... doğal olarak kendisini iki kısma ayırır. Bunlardan birisi ve çoğu zaman en büyük olanı, her şeyden önce, bir sermayenin yerine konması, ya da bir sermayeden çekilmiş olan geçim araçlarının, malzemelerin ve tamamlanmış işin yenilenmesi için ayrılmıştır; diğeri ise, ya bu sermayenin sahibine, sermayesinin kârı ya da bir başka kimseye toprağının rantı olarak bir gelir oluşturur." (s. 222.) Adam Smith'in biraz önce bize söylediğine göre, sermayenin ancak bir kısmı, yani üretken emeğin satın alınmasına yatırılan kısmı, aynı zamanda, herhangi bir kimse için gelir oluşturur. Bu kısım -değişen-sermaye-, önce onu kullananın elinde ve onun için, "bir sermaye işlevi yapar" ve sonra da, üretken emekçinin kendisi için "bir gelir oluşturur". Kapitalist, sermaye-değerinin bir kısmını, emek-gücüne, ve salt böylece değişen-sermayeye dönüştürmektedir; ve işte yalnızca bu dönüşüm yüzünden, yalnız sermayenin bu kısmı değil, bütün sermayesi, sanayi sermayesi olarak işlev yapar. Emekçi -emek-gücü satıcısı- bunun değerini, ücretler biçiminde almaktadır. Onun elinde emek-gücü, yalnızca satılabilir bir meta, onu satarak yaşadığı ve bu nedenle de gelirinin tek kaynağı olan bir metadır; emek-gücü, ancak onu (sayfa 392) satın alanın, kapitalistin elinde, değişen-sermaye olarak işlev yapar ve kapitalist bu emek-gücünün alım fiyatını ancak görünüşte önceden ödemiştir, çünkü bunun değeri, emekçi tarafından kapitaliste daha önceden verilmiştir.
      Adam Smith, manüfaktürdeki bir ürünün değerinin d + a'ya eşit (a, kapitalistin kârını ifade ediyor) olduğunu böylece gösterdikten sonra, tarımda emekçilerin, "kendi tüketimlerine, ya da kendilerini istihdam eden [değişen] sermayeye eşit bir değeri, sermaye sahibinin kârları ile birlikte eşit olan bir değerin yeniden-üretilmesine..." ek olarak - ayrıca "çiftçinin sermayesinin ve bu sermayenin kârlarının ötesinde düzenli olarak, toprak sahibinin rantının yeniden-üretimi sağladıklarını" söylüyor. (Kitap II, Bölüm 5, s. 243.) Rantın toprak sahibinin eline geçmesi olgusunun, incelenmekte olan sorun için hiç bir önemi yoktur. Rantın, onun eline geçmeden önce, çiftçinin, yani sanayi kapitalistinin elinde olması gerekir. Herhangi bir kimse için gelir haline gelmeden önce, ürünün değerini oluşturan parçalardan birisini oluşturması gerekir. Hem rant ve hem de kâr, demek ki, Adam Smith'e göre, artı-değerin kısımlarından başka bir şey değildir ve bunları, üretken emekçi, kendi ücretleri, yani değişen-sermayenin" değeri ile birlikte durmadan, üretmektedir. Şu halde, rant ve kâr, artı-değer a'nın kısımlarıdır ve böylece Adam Smith'e göre bütün metaların fiyatı kendilerini d+a'ya ayrıştırmaktadır.
      Bütün metaların (böylece, yıllık meta-ürünün de) fiyatının, kendisini ücret artı kâr artı toprak rantına ayrıştırması dogması, Smith'in yapıtındaki arada bir kendisini gösteren anlaşılması zor kısımlarda, her metaın değerinin, şu halde, toplumun yıllık meta-ürününün değerinin, d+a'ya ya da emek-gücüne yatırılan ve emekçiler tarafından sürekli yeniden-üretilen sermaye-değer ile, emekçilerin çalışmalarıyla kattıkları artı-değerin toplamına eşit olduğu biçimini almaktadır.
      Adam Smith'in ulaştığı bu sonal sonuç, bize, aynı zamanda -daha aşağıdaki sayfalara bakınız- bir metaın değerinin kendisini ayrıştırdığı kısımlar konusundaki tek yanlı tahlilinin kaynağını da göstermektedir. Bunların, aynı zamanda, üretime katılan farklı sınıflar için, farklı gelir kaynakları olmasının, bu kısımların herbirinin büyüklüğü ve değerlerinin toplamının belirlenmesi ile hiç bir ilişkisi yoktur.
      Adam Smith, "Ücret, kâr ve rant, hem, bütün gelirin ve hem (sayfa 393) de bütün değişilebilir değerin, üç asıl kaynağıdır. Diğer bütün gelirler, eninde sonunda bunlardan birisinden elde edilir." (Kitap I, Bölüm 6, s. 48) dediği zaman, her türden quid pro quo karmakarışık biraraya getirilmiş olmaktadır.
      1) Yeniden-üretim sürecine, emekle ya da emeksiz doğrudan katılmayan toplumun bütün üyeleri, yıllık meta-ürün paylarını -başka bir deyişle, kendi tüketim mallarına-, aslında ancak ürüne ilk kez sahip olan sınıfların -üretken emekçiler, sanayi kapitalistleri ve toprak sahiplerinin- ellerinden alabilmektedirler. Bu bakımdan bunların gelirleri maddi olarak (üretken emekçilerin) ücretlerinden, kârdan ve ranttan gelmekte ve bu yüzden, asıl gelirlerin türevi olarak görünmektedir. Oysa, bu anlamda elde edilen bu gibi gelirleri alanlar, kendi toplumsal işlevleri -kral, papaz, profesör, fahişe, asker, vb.- gereği bu gelirleri aldıkları için, bu işlere, gelirlerinin asıl kaynağı gözüyle bakabilmektedirler.
      2) - ve burada Adam Smith'in kırdığı gülünç pot doruğuna ulaşmaktadır. Metaların değerlerini oluşturan kısımlar ile, bunlara katılan değer-ürünün miktarını doğru bir şekilde belirleyerek işe başladıktan ve ardından bu kısımların nasıl bunca çeşitli gelir kaynaklarını oluşturduklarını gösterdikten sonra,[
39] ve böylece, gelirleri değerden türettikten sonra, bunun tam tersi bir yönde ilerlemekte -ve bu, onda, her şeye egemen bir kavram olarak kalmaktadır- ve gelirleri "değeri oluşturan kısımlar" olmaktan çıkarıp, "bütün değişilebilir değerlerin asıl kaynakları" haline getirmekte ve böylece,kapıları ardına kadar vülger iktisada açmaktadır. (Bizim Roscher'e bakınız.[5*])


3. Sermayenin Değişmeyen Kısmı


      Smith'in, sermaye-değerin değişmeyen kısmını, meta-değerden kaş-göz arasında nasıl yoketmek istediğini görelim.
      "Tahılın fiyatında, örneğin, bir kısım toprak sahibinin rantını öder." Tıpkı, değeri oluşturan öteki kısımların kökeninin bu (sayfa 394) kısımların kâr ve ücretler biçiminde gelir kaynakları oluşturması ile bir ilişkisi olmaması gibi, bu kısmının kökeninin de, bu kısmın toprak sahibine ödenmesi ve onun için rant biçiminde bir gelir oluşturması ile bir ilişkisi yoktur.
      "Diğer [kısım], onun üretiminde çalıştırılan emekçilerin" ["ve iş hayvanlarının", diye ekliyor] "ücretlerini ya da bakımlarını, ve üçüncüsü de çiftçinin kârını karşılar. Bu üç kısım, ya hemen ya da sonuçta, tahılın tüm fiyatını oluşturur gibi görünüyor."[
40] Gerçekten de öyle görünüyor. Bu tüm fiyatın, yani bunun büyüklüğünün belirlenmesi, üç tür insan arasındaki dağılımından tamamen bağımsızdır. "Belki de dördüncü bir kısmın, çiftçinin sermayesini yerine koymak ya da iş hayvanları ile diğer tarım aletlerinin aşınıp yıpranmalarını karşılamak için gerekli olduğu düşünülebilir. Ama şurasını da düşünmek gerekir ki, bir iş atı gibi herhangi bir tarım aletinin fiyatı da gene aynı üç kısımdan oluşmuştur: üzerinde yetiştirildiği toprağın rantı, bakımı ve yetiştirilmesi için harcanan emek, ve bir de, hem bu toprağın rantını ve hem de bu emeğin ücretini ödeyen çiftçinin kârları. Tahılın fiyatı, demek ki, atın fiyatını da bakımını da ödeyebildiği halde, fiyatın tamamı, gene de, ya hemen ya da eninde sonunda kendisini aynı üç parçaya, ranta, emeğe" (ücretlere demek istiyor) "ve kâra ayrıştırıyor." (Kitap I, Bölüm 6, s. 42.)
      İşte Adam Smith'in, şaşkınlık verici öğretisini desteklemek için söyleyebildiği şeylerin tamamı sözcüğü sözcüğüne bunlar. Kanıtı yalnızca aynı savı yinelemekten ibaret. Örneğin, tahılın fiyatının yalnız d+a'yı değil, aynı zamanda tahılın üretiminde tüketilen üretim araçlarının fiyatını da, şu halde, çiftçinin emek-gücüne yatırmadığı sermaye-değeri de içerdiğini kabul ediyor. Ne var ki, gene de, bütün bu üretim araçlarının fiyatlarının, tıpkı tahılın fiyatı gibi kendilerini d+a'ya ayrıştırdıklarını söylüyor. Bununla birlikte, şunu eklemeyi unutuyor: ve bir de bunların yaratılmasında tüketilen üretim araçlarının fiyatlarına ayrışır. Bizi, bir üretim dalından ötekine ve ondan da bir üçüncüsüne havale ediyor. Eğer, fiyatın, kendisini derhal s (tüketilen üretim araçlarının fiyatı) + d + a'ya ayrıştırdığı metaların, sonuçta, bu (sayfa 395) "tüketilen üretim araçlarını" tamamen yerine koyan ve kendileri salt değişen-sermaye yatırımı, yani salt emek-gücüne yapılan bir sermaye yatırımı ile üretilmiş bulunan metalar tarafından karşılandığını gösterebilmiş olsaydı, metaların tüm fiyatının, kendilerini, "derhal" ya da "sonuçta" d+a'ya ayrıştırdıkları yolundaki savı boş bir safsata olmazdı. Bu son meta-ürünlerin fiyatı o zaman derhal d+a olabilirdi. Bunun sonucu olarak, s'nin sermayenin değişmeyen kısmını temsil ettiği, ilkinin fiyatı da, s + d + a, sonuçta, d+a'ya ayrışabilirdi. Verdiği İskoç çakılları toplayıcısı örneği ile, böyle bir kanıt sağlamış olduğuna Adam Smith kendisi de inanmıyordu; ona göre bu toplayıcılar, 1) herhangi bir artı-değer üretmiyorlar, yalnızca kendi ücretlerini üretiyorlardı, ve 2) herhangi bir üretim aracı kullanmıyorlardı (bununla birlikte bunlar, sepet, çuval ve çakılları taşımak için başka kaplar gibi üretim araçları kullanıyorlardı).
      Adam Smith'in kendi teorisini, daha sonraları, taşıdığı çelişkilerin farkına varmamakla birlikte gene de yıktığı yukarıda görmüş bulunuyoruz. Ama bu çelişkilerin kaynağı gerçekte onun bilimsel öncüllerinde bulunabilir. Emeğe çevrilen sermaye, kendi değerinden daha büyük bir değer üretiyor. Ama nasıl? Adam Smith şöyle diyor: Üretim süreci sırasında emekçiler tarafından, üzerinde çalıştıkları şeylere, yalnız kendi satın alınma fiyatlarının eşdeğerini değil, bir artı-değeri de (kâr ve rant) oluşturan ve ama onlara değil, onları çalıştıranlara giden bir değer katılır. Onların başardıkları ve başarabileceklerinin tümü işte budur. Ve, bir günlük sanayi emeği için doğru olay şey, tüm kapitalist sınıf tarafından bir yıl boyunca harekete geçirilen emek için de doğrudur. Şu halde, toplum tarafından üretilen yıllık toplam değer kitlesi, kendisini, yalnızca d + a'ya, yani emekçiler tarafından, kendi emek-güçlerinin satın alınması için harcanan sermaye-değeri yerine koyan bir eşdeğer ile işverenlerine teslim etmek zorunda oldukları, bu eşdeğerin ötesinde ek bir değere ayrıştırabilir. Ne var ki, meta-değerin bu iki öğesi, aynı zamanda, üretimle uğraşan çeşitli sınıflar için gelir kaynağı oluyor: birincisi, ücretin, emekçilerin gelirinin kaynağıdır; ikincisi ise, bir kısmı kâr biçiminde sanayi kapitalisti tarafından alıkonulan ve öteki kısmı toprak sahibinin geliri olarak, rant olarak elden çıkartılan artı-değerin kaynağıdır. Yıllık değer-ürün, d+a'dan başka bir öğe içermediğine göre, öyleyse, değerin öteki kısmı nereden geliyor? Biz,(sayfa 396) burada, basit yeniden-üretimden hareket ediyoruz. Yıllık toplam emek miktarı, kendisini, emek-gücüne yatırılan sermaye-değerin yeniden-üretimi ve bir de artı-değerin yaratılması için gerekli-emeğe ayrıştırdığına göre, emek-gücüne yatırılmamış olan sermaye-değerin üretimi için gerekli-emek acaba nereden geliyor?
      Durum şöyle:
      1) Adam Smith, bir metaın değerini, ücretli-emekçinin emeğin konusuna kattığı emek miktarı ile belirliyor. Kendisi emek ürünlerini işleyen manüfaktürü ele aldığı için, o, buna, harfi harfine "malzemeler" diyor. Ama bu, sorunu değiştirmiş olmuyor. Emekçinin birşeye kattığı (ve bu "kattığı" sözcüğü, Adam Smith'in kendisinindir) değer, değerin katıldığı bu nesnenin, bu katılmadan önce bir değere sahip bulunup bulunmamasından tamamen bağımsızdır. Emekçi, demek ki, meta biçiminde bir değer üretiyor. Bu, Adam Smith'e göre, kısmen, ücretleri için bir eşdeğerdir, ve bu kısım, öyleyse, emekçinin ücretlerinin değer büyüklüğü ile belirlenir; ücretlerine eşit bir değer üretmek ya da yeniden-üretmek için, bu büyüklüğe bağlı olarak bir emek katmak zorundadır. Öte yandan, emekçi, böylece çizilen bu sınırın ötesinde de bir emek katıyor ve bu, onu çalıştıran kapitalist için artı-değer yaratıyor. Bu artı-değerin tümüyle kapitalistin elinde kalması ya da bir kısmının, onun tarafından üçüncü bir kişiye verilmesi, ücretli-emekçi tarafından katılan artı-değerin nitel (yani artı-değer olup olmaması) ya da nicel (büyüklük) belirlenmesini hiç bir şekilde değiştirmez. Ürünün herhangi diğer bir kısmının değeri gibi bu da bir değerdir, ama şu bakımdan farklıdır ki, emekçi bunun karşılığında herhangi bir eşdeğer almadığı gibi, ilerde de almayacaktır, tam tersine, bu değere herhangi bir eşdeğer ödenmeksizin kapitalist tarafından elkonulur. Bir metaın toplam değeri, üretimi sırasında emekçi tarafından harcanan emek miktarı ile belirlenir; bu toplam değerin bir kısmı, ücretlerin değerine eşit olması, yani bunlar için bir eşdeğer olması olgusuyla belirlenir. İkinci kısım, bu nedenle zorunlu olarak gene aynı şekilde, artı-değer, eşittir, ürünün toplam değeri, eksi, değerinin ücretlere eşdeğer olan kısmı, biçiminde belirlenir; şu halde, artı-değer, metaın yapımı sırasında, emekçinin ücretlerine eşdeğer olan değer kısmından fazla olarak üretilen değere eşittir.
      2) Herhangi bir bireysel sanayi kuruluşunda, herhangi bit bireysel emekçi tarafından üretilen bir meta için doğru olan şey, (sayfa 397) bütün iş dallarındaki yıllık ürünün tümü için de doğrudur. Herhangi bir bireysel üretken emekçinin günlük işi için doğru olan şey, tüm üretken emekçiler sınıfı tarafından harekete geçirilen yıllık iş için de doğrudur. Bu, yıllık ürün içerisinde, bir yılda harcanan emek miktarınca belirlenen toplam bir değer "saptar" (bu, Adam Smith'in deyimidir) ve bu toplam değer kendisini, yıllık emeğin, işçi-sınıfının, yıllık ücretlerine bir eşdeğer, aslında bizzat bu ücretleri yarattığı kısım tarafından belirlenen bir bölüme; ve emekçinin, kapitalist sınıf için artı-değer yarattığı ek yıllık emek tarafından belirlenen bir başka bölüme ayrıştırır. Yıllık ürünün içerdiği yıllık değer-ürün bu nedenle yalnız iki öğeden oluşur: yani işçi-sınıfı tarafından alınan yıllık ücretlerin bir eşdeğeri ile kapitalist sınıf için her yıl sağlanan bir artı-değerden. Şimdi, yıllık ücretler, işçi-sınıfının geliri, yıllık artı-değer miktarı ise kapitalist sınıfın geliri oluyor: şu halde, her ikisi de, yıllık tüketim fonundaki nispi payları temsil ediyor (bu görüş, basit yeniden-üretimin açıklanmasında doğrudur) ve bu fonda gerçekleşmiş oluyorlar. Bu durumda, değişmeyen-sermaye-değer için üretim araçları biçiminde işlev yapan sermayenin yeniden-üretimi için hiç bir yer kalmamış oluyor. Ve Adam Smith, yapıtının önsözünde, metaların gelir biçiminde hizmet eden bütün değer kısımlarının, toplumsal tüketim fonu için ayrılan emeğin yıllık ürünü ile çakıştığını açıkça belirtiyor: "Halkın büyük bir bölümünün gelirlerini neyin oluşturduğunu, ya da değişik çağlarda ve uluslarda yıllık tüketimlerini karşılayan bu fonların niteliğinin ne olduğunu açıklamak bu ilk Dört Kitabın amacıdır." (s. 12.) Ve girişin hemen ilk tümcesinde şunu okuyoruz: "Her ulusun yıllık emeği, bu emeğin yıllık olarak tükettiği zorunlu ve yaşamı kolaylaştırıcı tüm şeyleri ilk elden sağlayan ve daima bu emeğin doğrudan ürününü ya da bu ürünle öteki uluslardan alınan şeyleri içeren fondur." (s. 11.)
      Adam Smith'in ilk yanılgısı, yıllık ürünün değerini yeni üretilen yıllık değere eşitlemesindedir. Bunların ikincisi, ancak, bir önceki yılın emeğinin ürünüdür; ilki, yıllık ürünün yapımında tüketilen bütün değer öğelerinden başka, bir önceki ve hatta kısmın daha da önceki yıllarda üretilenleri de içerir: değeri yalnızca yeniden ortaya çıkan üretim araçları - ki, değerleri sözkonusu olduğu kadarıyla, bunlar, bir önceki yılda harcanan emek tarafından ne üretilmişler ye ne de yeniden-üretilmişlerdir. Bu karışıklık arasında Adam Smith, yıllık ürünün değerinin değişmeyen (sayfa 398) kısmını kaşla göz arasında yokediyor. Bu karışıklık, temel anlayışındaki bir başka yanılgıya dayanıyor: O, bizzat emeğin iki yönlü niteliğini birbirinden ayırdetmiyor: emek-gücü harcayarak değer yaratan emek ile, kullanım nesneleri (kullanım-değerleri) yaratan somut emeği, yararlı işi birbirinden ayırtetmiyor. Her yıl, imal edilen toplam meta miktarı, bir başka deyişle, toplam yıllık ürün, bir önceki yıl boyunca faal olan yararlı emeğin ürünüdür; işte, toplumsal olarak kullanılan emeğin, çeşitlendirilmiş yararlı türden bir emek sistemi içerisinde harcanmış olması olgusuyladır ki, bütün bu metalar vardırlar; yalnızca bu olgu yüzündendir ki, metaların üretiminde tüketilen ve yeni bir maddi biçim içerisinde yeniden ortaya çıkan üretim araçlarının değeri, kendi toplam değerleri içerisinde korunmaktadır. Toplam yıllık ürün, öyleyse, yıl boyunca harcanan yararlı emeğin sonucudur; ama yıl boyunca yıllık ürünün değerinin ancak bir kısmı yaratılmıştır; bu kısım, yıllık değer-üründür ve yıl boyunca harekete geçirilen emek miktarı bu üründe temsil edilmektedir.
      Demek oluyor ki, Adam Smith hemen yukarıya alınan, pasajda, "Her ulusun yıllık emeği, bu emeğin yıllık olarak tükettiği zorunlu ve yaşamı kolaylaştırıcı tüm şeyleri ilk elden sağlayan ... vb. fondur" dediği zaman, bütün bu geçim araçlarına gerçekten de, tüketilebilir biçimlerini veren, tamamıyla yararlı emek konusundaki tek yanlı görüş noktasını alıyor. Ama, bunun, daha önceki yılların sağladığı emek aletlerinin ve emek nesnelerinin yardımı olmaksızın olanaksız olduğunu; bu yüzden, "yıllık emeğin", değer üretmekle birlikte, imal ettiği ürünlerin değerinin tümünü yaratmadığını; yeni üretilen değerin, ürünün değerinden küçük olduğunu unutuyor.
      Adam Smith'i, bu tahlillerinde, kendisinden önce gelenlerden daha ileri gitmediği için (fizyokratlara göre doğru yönde atılmış bir adım bulunduğu görülmekle birlikte), her ne kadar kınayamazsak da, daha sonraları bir karmakarışıklık içerisinde yolunu kaybetmektedir, ve bu da, metaların değeri konusunda tüm olarak kendisine egemen olan "içrek" ("esoteric") anlayışının genellikle anlayışlardan sürekli olarak gördüğü muhalefet yüzünden olmaktadır; içrek anlayışının kendisine egemen olmasına karşın, bilimsel içgüdüsü, dışrak (exoteric) bakış açısının zaman zaman ortaya çıkmasına izin vermektedir. (sayfa 399)


4. Adam Smith'te Sermaye ve Gelir


      Her metaın (ve dolayısıyla yıllık ürünün de) değerinin, yalnız ücretlerin eşdeğerinden başka bir şey olmayan kısmı, kapitalist tarafından emek-gücüne yatırılan sermayeye, yani yatırılan toplam sermayenin değişen kısmına eşittir. Kapitalist, sermaye-değerin bu kısmını, ücretli-emekçilerin sağladıkları, metaların yeni üretilen değerinin bir kısmı ile tekrar elde etmiş olur. İster bu değişen-sermaye, kapitalistin emekçiye, henüz satış için hazır olmayan, ya da hazır olduğu halde henüz kapitalist tarafından satılmamış bulunan bir üründeki payına karşılık para olarak ödenmesi anlamında yatırılmış olsun, ister emekçi tarafından daha önceden üretmiş olduğu metaların satışı ile zaten elde edilmiş bulunan parayla ödemede bulunsun, ya da isterse bu parayı, kredi yoluyla önceden çekmiş olsun - bütün bu durumlarda kapitalist, emekçilerin eline para biçiminde geçen değişen-sermaye harcamaktadır ve öte yandan da, bu sermaye-değerin eşdeğerine, kendi metalarının değerinin, içerisinde, emekçinin, toplam değerdeki kendi payını yeni olarak üretmiş bulunduğu, bir başka deyişle, içinde emekçinin kendi ücretinin değerini üretmiş bulunduğu kısmı içerisinde sahip olmaktadır. Emekçiye, değerin bu kısmını, kendi ürününün maddi biçimi içerisinde vermek yerine kapitalist bunu ona para olarak ödemektedir. Kapitalist için, yatırdığı sermaye-değerin değişen kısmı, şimdi, metalar biçiminde vardır, oysa emekçi, satmış bulunduğu emek-gücünün eşdeğerini, para biçiminde almıştır.
      Şimdi, kapitalist tarafından yatırılmış bulunan sermayenin, emek-gücünün satın alınması ile, değişen-sermayeye çevrilmiş olan kısmı, üretim sürecinin kendisinde, faal emek-gücü olarak işlev yapmaktadır ve gücün harcanması ile, metalar biçiminde, yeni bir değer olarak üretilmekte, yani yeniden-üretilmektedir -demek ki, bir yeniden-üretim ya da yatırılan sermaye-değerin yeni üretimi yapılmakla-; emekçi, satılan emek-gücünün değerini ya da fiyatını, geçim araçlarına, emek-gücünün yeniden-üretimi için gerekli araçlara harcamaktadır. Değişen-sermayeye eşit bir miktar para, onun kazancını, dolayısıyla gelirini oluşturmakta ve bu gelir, ancak, emek-gücünü kapitaliste satabildiği sürece devam etmektedir.
      Ücretli-emekçinin metaı -emek-gücü- ancak, kapitalistin (sayfa 400) sermayesiyle birleştiği, sermaye olarak hareket ettiği ölçüde, bir meta hizmeti görür; öte yandan, kapitalist tarafından, emek-gücü satın alınmasında, para-sermaye olarak harcanan sermaye, emek-gücü satıcısının, ücretli-emekçinin elinde gelir işlevi görür.
      Burada, Adam Smith'in birbirlerinden ayırdetmediği çeşitli dolaşım ve üretim süreçleri içiçe geçmiştir.
      Birincisi: Dolaşım
sürecine ilişkin hareketler. Emekçi kendi metaını -emek-gücünü- kapitaliste satar; kapitalistin bu emek-gücünü satın aldığı para, kendi açısından, artı-değer üretimi için yatırılmış para, şu halde para-sermayedir; bu para harcanmamış, yatırılmıştır. (Kapitalist bu parayı nereden elde etmiş olursa olsun, "yatırımın" -fizyokratların avance'ının- gerçek anlamı budur. Üretken süreç amacıyla kapitalistin ödemede bulunduğu her değer, bu, ister önce ya da post festum yer almış olsun, onun açısından yatırılmış bulunmaktadır; bu, üretim sürecinin kendisine yatırılmıştır.) Diğer bütün meta satışlarında olduğu gibi burada da aynı şey olur: Satıcı bir kullanım-değeri (bu durumda kendi emek-gücünü) verir, ve değerini para olarak alır (fiyatını gerçekleştirir); alıcı, para verir ve karşılığında bir meta -bu durumda emek-gücü- alır.
      İkincisi: Üretim
sürecinde, satın alınmış olan emek-gücü, şimdi, işlev yapmakta olan sermayenin bir kısmını oluşturur ve emekçinin kendisi burada, bu sermayenin, üretim araçlarının maddi biçimi içerisinde varolan öğelerinden farklı olarak, yalnızca sermayenin özel maddi bir biçimi olarak hizmet eder. Süreç boyunca, emek-gücünü harcayarak, emekçi, bu üretim araçlarına bir değer ekler ve bunları, kendi emek-gücünün değerine eşit (artı-değer hariç) ürünlere çevirir; emekçi, böylece kapitalist için, sermayesinin ücretlere yatırılmış olan ya da yatırılmış olması gereken kısmını, metalar biçiminde yeniden-üretir, kapitaliste bu ücretlerin bir eşdeğerini üretir; şu halde, emekçi, kapitalist için, bir kez daha, emek-gücü satın alması için "yatırabileceği" sermayeyi yeniden-üretir .
      Üçüncüsü:
Bir metaın satışında, satış fiyatının bir kısmı, kapitalist tarafından yatırılan değişen-sermayeyi yerine kor, böylece de, bir yandan kapitalist yeni emek-gücü satın alabilecek hale geldiği gibi, öte yandan da emekçi bu emek-gücünü yeniden satabilecek duruma gelir.
      Bütün meta alım ve satımlarında -incelenmekte olan şey (sayfa 401) yalnızca bu işlemler olduğu sürece- satıcının metaları karşılığında elde ettiği hasılatın ne olduğu ve satın alınan bu kullanım nesnelerinin satın alanın elinde ne hale geldiğinin, hiç bir önemi yoktur. Şu halde, salt dolaşım sürecini ilgilendirdiği kadarıyla, kapitalist tarafından satın alınan emek-gücünün, onun için yeniden sermaye-değer üretmesinin, öte yandan da, emekçinin, emek-gücünün alım fiyatı olarak elde ettiği paranın, onun gelirini oluşturmasının hiç bir önemi yoktur. Emekçiye ait ticaret malının, emek-gücünün, değerinin büyüklüğü, ne emekçi için gelir oluşturması ile, ve ne de, bu ticaret malının, satın alan tarafından kullanılmasının, bu alıcı için yeniden sermaye-değer üretmesi ile etkilenmez.
      Emek-gücünün değeri -yani bu metaın yeterli satış-fiyatı- yeniden-üretimi için gerekli-emek miktarı ile belirlendiğine göre ve bu emek miktarının kendisi, burada, emekçinin gerekli geçim araçlarının üretimi, yani varlığını sürdürülmesi için gerekli-emek miktarınca belirlendiği için, ücretler, emekçinin, onunla geçinmek zorunda olduğu gelir halini alıyor.
      Adam Smith, şöyle derken, tamamıyla yanılmaktadır (s. 223): "Sermayenin, üretken emeğin devamı için yatırılan kısmı ... kendisine" [kapitaliste] "bir sermaye işlevi gördükten sonra, ... bunlar için" [emekçiler için] "bir gelir oluşturur." Satın aldığı emek-gücü için kapitalistin ödemede bulunduğu para, "kendisine bir sermaye işlevi görür", çünkü kapitalist, böylece, emek-gücünü, sermayesinin maddi parçaları ile birleştirir ve böylelikle de sermayesinin, tümüyle üretken sermaye işlevi görmesini sağlar. Şu ayrımı yapmak zorundayız: Emek-gücü, emekçinin elinde, sermaye değil bir metadır, ve emekçi, onun satışını sürekli olarak yineleyebileceği sürece, bu, kendisi için, bir gelir oluşturur; satışından sonra, kapitalistin elinde, üretim süreci sırasında sermaye olarak işlev yapar. Burada iki kez hizmette bulunan şey emek-gücüdür: emekçinin elinde, değeri üzerinden satılan bir meta olarak; kendisini satın alan kapitalistin elinde, değer ve kullanım-değeri üreten bir güç olarak. Ne var ki, emekçi, emek-gücünün kullanımını kapitaliste vermeden önce ve bu emek-gücü, emeğin ürününün değerinde gerçekleşmeden önce kapitalistten para almaz. Kapitalist, bu değere, onun için ödeme yapmazdan önce, sahip olur. Demek oluyor ki, iki kez hizmet gören şey, para değildir: önce, değişen-sermayenin para-biçimi ve sonra ücret olarak. (sayfa 402) Tersine, iki kez işlev yapan emek-gücüdür: birincide, emek-gücünün satışında bir meta olarak (ödenecek ücret miktarının kararlaştırılmasında para, yalnızca düşüncel bir değer ölçüsü olarak hareket eder ve, kapitalistin elinde bulunmasına bile gerek yoktur); ikincide, sermaye olarak işlev yaptığı üretim sürecinde, yani kapitalistin elinde, kullanım-değeri ve değer yaratan bir öğe olarak. Emek-gücü, emekçiye ödenecek olan eşdeğeri, daha karşılığı emekçiye para biçiminde kapitalist tarafından ödenmeden önce metalar biçiminde sağlamış bulunur. Böylece, kapitalistin ödemede bulunduğu fonu emekçinin kendisi yaratır. Ama hepsi bu değil.
      Emekçinin, almış olduğu para, gene kendisi tarafından kendi emek-gücünü korumak üzere, ya da -kapitalist sınıf ile işçi-sınıfı bütünüyle alındığında- ancak onun aracılığı ile kapitalistin bir kapitalist olarak kalabileceği bir aracı kapitalist için korumak üzere harcar.
      Demek oluyor ki, emek-gücünün sürekli alım-satımı, bir yandan, emek-gücünü, sermayenin bir öğesi olarak devam ettirir ve bu emek-gücü sayesinde sermaye, metaın, değere sahip kullanım nesneleri yaratıcısı olarak göründüğü gibi, üstelik gene bu emek-gücü sayesinde, sermayenin emek-gücü satın alan kısmı, emek-gücünün kendi ürünü tarafından sürekli yerine konur ve dolayısıyla emekçi, ücretlerinin ödendiği sermaye fonunu devamlı kendisi yaratmış olur. Öte yandan, emek-gücünün sürekli satışı, emekçinin yaşamını sürdürmesinin durmadan kendisini yenileyen kaynağı haline gelir ve, böylece kendi emek-gücü yaşamını sürdürdüğü geliri sağlayan bir yetenek olarak ortaya çıkar. Bu durumda, gelir, bir metaın (emek-gücünün) durmadan yinelenen satışı ile meydana gelen değerlerin elde edilmesinden ve bu değerlerin ancak satılacak bu metaın sürekli yeniden-üretimine hizmet etmesinden başka bir anlama gelmez. Ve bu bakımdan, ürünün değerinin, emekçinin kendisi tarafından yaratılan ve karşılığında kapitalistin emekçiye ücretler biçiminde bir eşdeğer ödediği kısmının, emekçi için gelir kaynağı halini aldığını söylediğinde Smith haklıdır. Ama bu, metaın değerinin bu kısmının niteliğini ya da büyüklüğünü, üretim araçlarının değerinin, sermaye-değerler biçiminde işlev yapmaları ile, ya da, bir doğru çizginin nitelik ve büyüklüğünün, bir üçgenin tabanı ya da bir elipsin çapı olarak iş görmesi ile değişmesinden daha fazla değiştirmez. Emek-gücünün (sayfa 403) değeri, tıpkı bu üretim araçlarının değerleri gibi, diğer şeylerden tamamen bağımsız olarak belirli kalır. Bir metaın değerinin bu kısmı, bu değer-kısmını oluşturan bağımsız bir etmen şeklinde, gelirden oluşmadığı gibi, kendisini gelir haline de ayrıştırmaz. Emekçi tarafından sürekli yeniden-üretilen bu yeni değer, onun için bir gelir kaynağı oluşturmakla birlikte,bu gelir, tersine, kendisinin ürettiği yeni değerin bir parçası değildir. Emekçinin yaratmış olduğu yeni değerden kendisine ödenen payın büyüklüğü, gelirinin değer-büyüklüğünü belirler, yoksa bunun tersi olmaz. Yeni yaratılan değerin bu kısmının, onun için bir gelir oluşturması olgusu, yalnızca bu kısmın ne olduğunu belirtir, uygulanma niteliğini gösterir ve kendi oluşumu ile diğer herhangi bir değerin oluşumu kadar ilişkisi vardır. Eğer benim aldığım para haftada on şilin ise, bu, ne on şilinin değerinin niteliğinde, ne de değerinin büyüklüğünde bir şeyi değiştirmez. Diğer bütün, metalarınki gibi, emek-gücünün değeri de, yeniden-üretimi için gerekli emek miktarı ile belirlenir; bu emeğin miktarı ise, emekçinin gerekli geçim araçlarının değeriyle belirlenir ve şu halde, yaşamının koşullarının yeniden-üretimi için gerekli-emeğe eşittir - bu, bu metaya (emek-gücüne) özgü olmakla birlikte, iş hayvanının değerinin, bakımı için gerekli yaşam araçlarının değeriyle, yani bu yaşam araçlarının üretimi için gerekli insan emeğinin miktarıyla belirlenmesi, olgusundan daha özgü değildir.
      Ne var ki, Adam Smith'teki bütün zararlı karışıklıklara yolaçan da işte bu "gelir" kategorisidir. Ona göre, çeşitli türde gelirler, her yıl üretilen, yeni yaratılan meta-değeri "oluşturan kısımları" meydana getirirler; oysa bunun tersine, bu meta-değerin kapitalist için kendisini ayrıştırdığı iki kısım -emeğin satın alınmasında, para biçiminde yatırılan değişen-sermayesinin eşdeğeri ile, değerin öteki kısmı, gene ona ait olmakla birlikte kendisine, hiç bir şeye mal olmayan artı-değer-, gelirin kaynaklarını oluştururlar. Değişen-sermayenin eşdeğeri, tekrar emek-gücüne yatırılır ve bu bakımdan emekçi için ücretler biçiminde bir gelir oluşturur; öteki kısım, artı-değer, kapitalist için herhangi bir sermaye yatırımını yerine koymaya hizmet etmediğine göre, kapitalist tarafından tüketim mallarına (hem gerekli ve hem lüks) harcanabileceği gibi, herhangi, türden bir sermaye-değer oluşturmak yerine, gelir olarak tüketilebilir. Meta-sermayenin kendisi, bu gelirin bir önkoşuludur ve bunu oluşturan kısımlar, kapitalistin (sayfa 404) görüş açısından, yalnızca yatırılmış bulunduğu değişen-sermaye-değer için bir eşdeğer ya da fazlalık oluşturması bakımından farklıdırlar. Bunların her ikisi de, metaların-üretimi sırasında harcanan ve emekte akıcı hale gelen emek-gücünden başka bir şey değildir. Bunlar, kazanç ya da gelir değil, harcamadan -emek harcamasından- ibarettirler.
      Meta-değerin, gelirin kaynağı olacağı yerde, gelirin,meta-değerin kaynağı haline geldiği quid pro quo uyarınca, metaların değeri şimdi, çeşitli türde gelirlerden "oluşmuş" bir günüme sahiptirler; bu gelirler birbirlerinden bağımsız olarak belirlenmişlerdir ve metaların toplam değeri, bu gelirlerin birbirlerine eklenmesiyle belirlenir. Ne var ki, şimdi meta-değeri oluşturacakları varsayılan bu gelirlerin, her birinin değerinin nasıl belirleneceğidir. Ücretler sözkonusu olduğunda bu yapılabilir, çünkü ücretler, kendi metalarının, emek-gücünün değerini temsil ederler ve bu değer (diğer bütün metaların değerleri gibi), bu metaın yeniden-üretimi için gerekli-emek tarafından belirlenebilir. Ama artı-değer ya da Adam Smith'in deyişiyle bunun iki biçimi, kâr ve rant, - ya bunlar nasıl belirleneceklerdir? Burada Adam Smith'in boş sözlerden başka söyleyebileceği hiçbir şey yok. Bir seferinde, ücretler ile artı-değeri (ya da ücretler ile kârı) metaların değerini ya da fiyatını oluşturan kısımlar olarak; bir başka yerde ve neredeyse aynı anda, metaların fiyatının "kendilerini ayrıştırdıkları" kısımlar olarak sunmaktadır; ama bu, tersine, meta-değerin ilk verilen şey olduğu ve verilen bu değerin farklı kısımlarının, farklı gelirler biçiminde, üretken sürece katılan farklı kimselerin payına düştüğü anlamına gelir. Bu hiç bir zaman, değerin, bu üç "birbirini tamamlayan kısımdan oluştuğu" düşüncesi ile özdeş değildir. Eğer ben üç farklı doğru çizginin uzunluklarını birbirlerinden bağımsız olarak saptar ve sonra "birbirlerini tamamlayan kısımlar" olarak bu üç çizgiden, bunların toplamlarına eşit bir dördüncü çizgi meydana getirirsem, bu, hiç bir şekilde önümde verilmiş olan doğru bir çizgiyi, herhangi bir amaçla üç farklı parçaya böldüğüm ya da "ayrıştırdığım" zaman yapmış olduğum işlemle aynı şey değildir. Birinci durumda, doğrunun uzunluğu, toplamı olduğu üç doğrunun uzunluklarına bağlı olarak tamamıyla değişmektedir; ikinci durumda ise, doğrunun üç kısmının uzunlukları belli uzunluktaki bir doğrunun parçaları olmaları olgusuyla daha baştan sınırlandırılmıştır. (sayfa 405)
      Gerçekte, eğer biz, Smith'in açıklamalarının doğru olan kısmına, yani yıllık emek tarafından yeni yaratılmış bulunan ve yıllık toplumsal meta-üründe içerilen değerin (tıpkı her bireysel metada ya da her günlük, haftalık, vb, üründe olduğu gibi), yatırılan değişen-sermayenin değeri (yani yeni emek-gücü satın almak için ayrılan değer kısmı) ile, kapitalistin kendi bireysel tüketim araçlarında gerçekleştirebileceği artı-değerin toplamına eşittir yolundaki açıklamasına bağlı kalacak olursak - basit yeniden-üretim varsayıldığında ve diğer koşullar aynı kaldığında; ve ayrıca Adam Smith'in, değer yaratan ve bir emek-gücü, ve emek harcaması olan emek ile kullanım-değeri yaratan, yani yararlı ve uygun bir biçimde harcanan emeği bir araya koyduğunu akılda tutacak olursak - o zaman, bütün anlayışı şuna varmaktadır: Her metaın değeri, emeğin ürünüdür; şu halde bu, yıllık emeğin ürününün değeri ya da toplumun yıllık meta-ürününün değeri için de geçerlidir. Ama bütün emek, kendisini, 1) emekçinin, içerisinde yalnızca kendi emek-gücünün satın alınmasında yatırılmış bulunan sermaye için bir eşdeğeri yeniden-ürettiği gerekli-emek-zamanına ve 2) emekçinin, onunla, kapitalistin karşılığında herhangi bir eşdeğer vermediği bir değeri kapitaliste sağladığı, artı-emeğe, yani artı-değere ayrıştırdığına göre, bundan, bütün meta-değerlerin kendilerini ancak bu iki kısma ayrıştırabilecekleri ve böylece de, sonunda, işçi-sınıfı için ücretler biçiminde, kapitalist sınıf için artı-değer biçiminde bir gelir oluşturacakları sonucu çıkar. Değişmeyen sermaye-değere, yani yıllık ürünün yaratılmasında tüketilen üretim araçlarının değerine gelince, bu değerin, yeni ürünün değerine nasıl girdiği (kapitalistin, mallarının satışı sırasında bunu alıcıya yüklediği yolundaki tümce bir yana bırakılırsa) açıklanamaz, ama sonuçta, üretim araçlarının kendileri de emek ürünleri olduklarına göre, değerin bu kısmı da, yalnız, değişen-sermaye ile artı-değerin, gerekli-emek ile artı-emeğin ürününün bir eşdeğerinden ibaret olabilir. Bu üretim araçlarının değerlerinin, bunları kullananların elinde sermaye-değerler şeklinde işlev yapması olgusu, eğer sorunun temeline inersek, başkalarının elinde -bir süre önce olsa bile- "köken olarak" kendilerini değerin aynı iki kısmına, şu halde gelirin iki farklı kaynağa ayırmış olmalarına engel olmaz.
      Burada bir nokta doğrudur: toplumsal sermayenin, yani bireysel sermayelerin toplamının hareketinde durum, kendisini, her (sayfa 406) bireysel sermaye ayrı olarak düşünüldüğünde, yani her bireysel kapitalist açısından ele alındığında göründüğünden farklı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bireysel kapitalist için metaların değeri, kendisini, 1) değişmeyen bir öğeye (Adam- Smith'in deyişiyle bir dördüncüsüne) ve, 2) ücretler ile artı-değerin toplamına, ya da ücret, kâr ve ranta ayrıştırmaktadır. Ama, toplum açısından, Adam Smith'in dördüncü öğesi, değişmeyen sermaye-değer, yokolmaktadır.


5. Ö z e t


      Üç gelirin, ücret, kâr ve rantın, metaların değerini "oluşturan üç kısmı" meydana getirdikleri yolundaki anlamsız formül, Adam Smith'te, metaların değerinin "kendilerini" bu üç öğeye "ayrıştırdıkları" yolundaki daha akla yatkın düşünceden doğmaktadır. Metaların değerinin, yalnızca tüketilen emek-gücünün eşdeğeri ile bu emek-gücünün yarattığı artı-değere bölünebildiği kabul edilse bile bu düşünce gene aynı şekilde yanlıştır. Ama yanılgı burada da daha derin, gerçek bir temele dayanmaktadır. Kapitalist üretim, üretken emekçinin kendi emek-gücünü, kendisine ait bir meta olarak, kapitaliste satması ve bu gücün kapitalistin elinde, üretken sermayesinin yalnızca bir öğesi olarak işlev yapması olgusuna dayanır. Dolaşım -emek-gücünün alım ve satımı- ile ilgili bu işlem, üretim sürecini başlatmakla kalmıyor, bu sürece özgü niteliği de zımnen belirlemiş oluyor. Bir kullanım-değerinin ve hatta bir metaın üretimi (çünkü bu, bağımsız üretken emekçiler tarafından da yapılabilir) burada bir kapitalist için yalnızca mutlak ve nispi artı-değer üretme aracıdır. Bu nedenle, üretim sürecinin tahlilinde, mutlak ve nispi artı-değer üretiminin, 1) günlük emek-sürecinin süresini ve, 2) kapitalist üretim sürecinin bütün toplumsal ve teknik biçimlenişini belirlediğini görmüş bulunuyoruz. Bu süreç içerisinde, değerin (değişmeyen sermaye-değerin) salt korunması, yatırılan değerin (emek-gücünün eşdeğerinin) fiilen yeniden-üretilmesi ile, artı-değerin, yani kapitalistin karşılığında ne daha önce bir eşdeğer yatırdığı ve ne de post festum bir eşdeğer yatıracağı değerin üretimi arasındaki ayrım gerçekleşmektedir.
      Artı-değerin -kapitalist tarafından yatırılan değerin eşdeğerinden fazla değerin- ele geçirilmesi, emek-gücünün alım ve satımı ile başlamakla birlikte, üretim sürecinin kendisinin içerisinde (sayfa 407) yapılan bir harekettir ve onun temel bir öğesini oluşturur.
      Bir dolaşım hareketini -emek-gücünün alım ve satımını- oluşturan bu başlangıç hareketinin kendisi, toplumsal ürünlerin dağılımından önce gelen ve bu dağılımı öngören üretim öğelerinin dağılımına, yani emekçinin bir metaı olan emek-gücünün, emekçi olmayanların mülkiyetindeki üretim araçlarından ayrılmasına dayanır.
      Bununla birlikte, artı-değerin bu ele geçirilişi, ya da değer üretiminin, yatırılan değerin bir yeniden-üretimi ile herhangi bir eşdeğeri yerine koymayan yeni bir değerin (artı-değerin) üretimi biçiminde bu ayrılması, değerin bizzat özünü ya da değer üretiminin niteliğini herhangi bir şekilde değiştirmez. Değerin özü, harcanan emek-gücünden -bu emeğin özgül ve yararlı niteliğinden bağımsız olan emeğin- başka bir şey değildir ve olmaz da, ve değerin üretimi de bu harcama sürecinden başka bir şey değildir. Örneğin bir serf, kendi emek-gücünü altı gün harcamakta, altı gün çalışmaktadır; bu, serfin, üç gün kendisi için kendi tarlası üzerinde, üç gün de efendisi için onun tarlası üzerinde çalışmış olması, bu harcamanın niteliğini değiştirmez. Hem kendisi için harcadığı gönüllü emek ve hem de efendisi için harcadığı zoraki emek, aynı şekilde emektir; bu emek, yarattığı değerler ya da yararlı mallar yönünden düşünüldüğü sürece, serfin altı günlük emeğinde hiç bir fark yoktur. Fark, yalnızca, altı günlük emek-zamanının her iki yarısı sırasında; emek-gücünün harcandığı farklı koşullarla ilgilidir. Aynı şey, ücretli-emekçinin, gerekli-emeği ve artı-emeği için de geçerlidir.
      Üretim süreci, metada sona erer. Metaın yapımında emek-gücü harcanmış olması, şimdi, bu metaın maddi bir özelliği, değere sahip olma özelliği olarak görünür. Bu değerin büyüklüğü, harcanan emek miktarı ile ölçülmektedir; bir metaın değeri kendisini bundan başka bir şeye ayrıştırmadığı gibi, bir başka şeyden de oluşmamıştır. Eğer ben, belirli uzunlukta doğru bir çizgi çizmişsem, her şeyden önce benden bağımsız bazı kurallar (yasalar) gereği yapılmakta olan çizim sanatı aracılığı ile, doğru bir çizgi "üretmiş" olurum (gerçi daha önce de bildiğim gibi ancak simgesel olarak). Eğer bu çizgiyi üç kısma bölecek olursam (bu belirli bir problemi karşılamak için yapılmış olabilir) bu parçaların herbiri gene doğru bir çizgi olarak kalır ve üç parçadan oluşan bu çizginin tamamı, bu bölünme ile kendisini, doğru bir çizgiden başka (sayfa 408) birşeye, örneğin bir tür eğriye ayrıştırmış olamaz. Belli, uzunluktaki bir çizgiyi, parçalarının toplamı, bölünmemiş çizginin kendisinden daha büyük olabilecek bir şekilde de bölemem; şu halde, bölünmemiş bir çizginin uzunluğu, parçalarının gelişigüzel saptanmış uzunlukları ile belirlenemez. Bunun tersine, bu, parçaların nispi uzunlukları, daha başlangıçta, parçaları olduğu çizginin boyu ile sınırlandırılmıştır.
      Bu yönden, bir kapitalist tarafından üretilmiş olan bir meta, bağımsız bir emekçi ya da çalışan-halkın topluluğu ya da köleler tarafından üretilen metadan hiç bir bakımdan farklı değildir. Ama, ele alınan durumda, emeğin tüm ürünü ve bu ürünün tüm değeri kapitaliste ait bulunmaktadır. Diğer bütün üreticiler gibi, o da, metaını, ondan daha fazla yararlanmazdan önce satış yoluyla paraya çevirmek zorundadır; bu metaı evrensel eşdeğer biçimine çevirmek zorundadır.
      Meta-ürünü, paraya çevrilmeden önceki haliyle inceleyelim. Bu, bütünüyle kapitaliste aittir. Öte yandan, yararlı bir emek ürünü, bir kullanım-değeri olarak, tümüyle geçmiş bir emek sürecinin ürünüdür. Ama değeri öyle değildir. Bu değerin bir kısmı, metaın üretiminde harcanan ve yeni bir biçim içerisinde tekrar ortaya çıkan üretim araçlarının değerinden başka bir şey değildir. Bu değer, bu metaın üretim süreci esnasında üretilmemiştir, çünkü üretim araçları, bu değere, üretim sürecinden önce ve ondan bağımsız olarak sahiptir; bu sürece, bu değerin taşıyıcıları olarak girmişlerdir; yenilenmiş ve değiştirilmiş olan, yalnızca, onun görünüş biçimidir. Metaın değerinin bu kısmı kapitalist için, yatırılmış bulunan ve bu metaın üretiminde tüketilen, değişmeyen sermaye-değer kısmının bir eşdeğeridir. Daha önce üretim araçları biçiminde bulunuyordu; şimdi ise, yeni üretilen metaın değerinin bir parçası olarak bulunmaktadır. Bu meta-paraya çevrilir çevrilmez, şimdi para biçiminde bulunan değer, tekrar üretim araçlarına, üretim süreci ve bu süreç içerisindeki işlevi tarafından belirlenen özgün biçimine çevrilmek zorundadır. Bu değerin sermaye olarak işlev yapması, metaın değerinin niteliğinde hiç bir değişiklik yapmış olmaz.
      Bir metaın değerinin ikinci bir kısmı, ücretli-işçinin kapitaliste sattığı emek-gücünün değeridir. Bu değer de, tıpkı üretim araçlarının değeri gibi, emek-gücünün katılacağı üretim sürecinden bağımsız olarak belirlenir ve bu emek-gücü, üretim sürecine (sayfa 409) girmeden önce, bir dolaşım hareketine, emek-gücünün alım-satımına bağlanır (is fixed). Ücretli-emekçi, kendi işlevi aracılığı -emek-gücünün harcanması- ile, emek-gücünün kullanımı için kapitalistin kendisine ödemek zorunda olduğu değere eşit bir meta-değer üretir. Bu değeri kapitaliste meta biçiminde verir ve karşılığını ondan para biçiminde alır. Meta-değerin bu kısmının kapitalist için ücretlere yatırmak zorunda olduğu değişen-sermayenin eşdeğerinden başka bir şey olmaması, bunun üretim süreci sırasında yeni yaratılan ve artı-değeri oluşturandan, yani geçmişte harcanan emek-gücünden başka bir şeyden oluşmayan bir meta-değer olması olgusunu hiç bir şekilde değiştirmez. Ne de bu gerçek, kapitalist tarafından emekçiye ücretler biçiminde ödenen emek-gücü değerinin, emekçi için bir gelir biçimine bürünmesi ve böylece yalnız emek-gücünün değil ücretli-emekçiler sınıfının da, şu halde tüm kapitalist üretimin temelinin de sürekli olarak yeniden-üretildiği olgusundan etkilenmez.
      Bununla birlikte, değerin bu iki kısmının toplamı, meta-değerin hepsini kapsamaz. Geriye, bunların her ikisini de aşan bir fazlalık kalmıştır - artı-değer. Bu, ücretlere yatırılmış olan değişen-sermayenin yerini dolduran, değer kısmı gibi, üretim süreci sırasında emekçi tarafından yeni yaratılmış bulunan bir değerdir - donmuş emektir. Ama bu, tüm ürünün sahibine, kapitaliste herhangi bir şeye mal olmamaktadır. Bu durum, aslında, kapitaliste, bu değerin bir kısmını, bir başkasına, -toprak sahibine verilen toprak rantı gibi, ki, bu durumda, bu kısım, bu üçüncü şahısların gelirini oluşturur- vermek zorunda kalmadıkça, artı-değerin tamamını gelir olarak tüketme olanağını sağlar. Zaten kapitalistimizi meta yapımı ile uğraşmaya zorlayan itici güç de işte bu durumun ta kendisidir. Ama ne başlangıçta, artı-değer kopartma konusundaki hayırsever niyeti ve ne de bu değerin sonradan kendisi ya da başkaları tarafından gelir olarak harcanması, bu artı-değerin kendisini etkilemez. Bütün bunlar, ne artı-değerin karşılığı ödenmeyen donmuş emek olduğu olgusunu ve ne de, bu artı-değerin büsbütün başka koşullarca belirlenen büyüklüğünü bozar.
      Ne var ki, eğer Adam Smith, metaların değerini araştırırken bile, yapmış olduğu gibi, bu değerin çeşitli kısımlarının toplam yeniden-üretim sürecindeki rolü ile uğraşmak istiyorduysa, bazı belirli kısımların gelir olarak işlev yapmasına karşılık, diğerlerinin (sayfa 410) tıpkı sermaye gibi sürekli şekilde işlev yaptıklarını açıkça görmüş olması, ve dolayısıyla, kendi mantığı uyarınca, bunların, o meta-değeri oluşturan ya da bu değerin kendisini ayrıştırdığı kısımlar şeklinde belirtilmiş olması gerekirdi.
      Adam Smith, meta üretimini genellikle kapitalist meta üretimi ile özdeşleştiriyor; üretim araçları onun için daha başlangıçta "sermaye", emek daha başlangıçta ücretli-emek ve bu nedenle de "yararlı ve üretken emekçilerin sayısı ... her yerde, bunları çalıştırmak için kullanılan sermaye stokunun miktarına orantılıdır". (Giriş, s. 12.) Kısacası, emek-sürecinin -hem nesnel ve hem de kişisel- çeşitli etmenleri, daha başlangıçta, kapitalist üretim dönemine özgü maskeler ile ortaya çıkıyorlar. Demek oluyor ki, metaların değerinin tahlili, bu değerin, bir yandan ne ölçüde yalnızca yatırılan sermayenin eşdeğeri ve öte yandan ne ölçüde "serbest" değer, herhangi bir sermaye yatırımını yerine koymayan bir değer, ya da artı-değer olduğunu incelemekle doğrudan çakışıyor. Bu görüş açısıyla kıyaslandığında, meta-değerin kısımları böylece kendilerini, hiç fark ettirmeden, bu değerin bağımsız "kısımları"na ve sonuçta "bütün değerlerin kaynağı"na dönüştürmüş oluyorlar. Bir başka sonuç da, meta-değerin, çeşitli türde gelirlerden oluştuğu, ya da "kendisini" bu gelirlere "ayrıştırdığı"; bu nedenle, gelirlerin, meta-değerlerden değil, meta-değerin "gelirler"den ibaret bulunduğudur. Ne var ki, meta-değerin meta-değer, ya da paranın 'para olarak niteliği, sermaye-değer olarak işlev yapmalarıyla ne kadar az değişiyorsa, meta-değerin niteliği de, daha sonra özel bir kimse için gelir işlevi yapması nedeniyle o kadar az değişir. Adam Smith'in ele almak durumunda olduğu meta, daha başlangıçta (bu metaın üretiminde tüketilen sermaye-değere ek olarak bir artı-değer içeren) meta-sermayedir; bu yüzdende o, kapitalistçe üretilen bir meta, kapitalist üretim sürecinin bir sonucudur. Öyleyse önce bu sürecin ve aynı zamanda, kendini genişletme süreci ile, bu sürecin içerdiği değer oluşumu sürecinin tahlili zorunluydu. Bu süreç de metaların dolaşımı ile başladığına göre, bunun betimlenmesi de, metaın bir ön ve bağımsız tahlilini gerektirir. Ne var ki, Adam Smith'in zaman zaman "içrek olarak" doğru şeylere dokunduğu yerlerde bile, değerin oluşumunun, metaların tahlilinde, yani meta-sermayenin tahlilinde her zaman ancak arızi olduğunu düşünmektedir. (sayfa 411)


III. DAHA SONRAKİ İKTİSATÇILAR[
41]


      Ricardo, Adam Smith'in teorisini neredeyse sözcüğü sözcüğüne yineliyor: "Bir ülkenin bütün üretiminin tüketildiğini kabul etmek gerekir; ama düşünülebilecek en büyük farkı yaratan şey, bunların, bunları üretenler tarafından mı, yoksa, başka değer üretmeyenler tarafından mı tüketildikleridir. Gelirin tasarruf edildiğini ve sermayeye eklendiğini söylediğimizde, kastettiğimiz şey, gelirin sermayeye eklendiğini söylediğimiz kısmının, üretken olmayan emekçiler yerine üretken olanlar tarafından tüketildiğidir." (Principles, s. 163.)
      Aslında Ricardo, Adam Smith'in, metaların fiyatının, ücretler ile artı-değere (ya da değişen-sermaye ile artı-değere) ayrıştığı yolundaki teorisini tümüyle kabul ediyor. Onunla anlaşamadığı noktalar şunlardır: 1) artı-değeri oluşturan kısımlar: Ricardo, toprak rantını, onun temel öğelerinden birisi diye kabul etmiyor; 2) Ricardo, metaın fiyatını, onu oluşturan bu kısımlara bölüyor. Değerin büyüklüğü öyleyse prius[6*] oluyor. Değeri oluşturan kısımların toplamı belli bir büyüklük olarak kabul ediliyor, çıkış noktası oluyor; oysa Adam Smith metaın değerinin büyüklüğünü, değeri oluşturan kısımların toplamından çıkarsamakla, çoğu kez bunun tersine kendi sağduyusuna karşı hareket ediyor.
      Ramsay, Ricardo'ya karşı şu düşünceyi öne sürüyor: "... O, sabit sermayeyi yerine koymak için gerekli olan kısmı unutarak, daima, tüm ürünü, ücretler ve kârlara bölünmüş olarak ele alır görünüyor." (An Essay on the Distribution of Wealth, Edinburg 1836, s. 174.) Sabit sermaye ile Ramsay, benim değişmeyen-sermaye ile demek istediğim şeyi kastediyor: "Sabit sermaye, geleceğin metaının yaratılmasında yardımcı olmakla birlikte, emekçilerin bakımını sağlayacak bir biçim içinde bulunmaz." (Ibid., s. 59.)
      Adam Smith, onun yaptığı, metaların değerinin ve dolayısıyla da toplumsal yıllık ürünün değerinin,ücretler ile artı-değere ve bu nedenle de salt gelire ayrışmasının yarattığı zorunlu sonuca, -bu durumda, tüm yıllık ürünün tüketilebileceği sonucuna- karşı durmuştur. Zaten saçma sonuçlar çıkartanlar, hiç bir zaman, orijinal düşünürler değildirler. Bu işi, Say'lara, (sayfa 412) MacCulloch'lara bırakırlar.
      Say, gerçekten de, sorunu kolayca çözümlüyor. Birisi için sermaye yatırımı olan şey, bir başkası için, bir gelir ve net üründür ya da öyle idi. Brüt ve net ürün arasındaki fark tamamen özneldir ve, "böylece, bütün ürünlerin toplam değeri, toplumda gelir olarak dağıtılmıştır". (Say, Traité d'Economie Politique, 1817, II s. 64.) "Her ürünün toplam değeri, bunun üretimine katkıda bulunmuş olan toprak sahiplerinin, kapitalistlerin ve sanayi işleriyle uğraşanların kârlarından oluşur." [Ücret, burada, profits des industrieux[7*] olarak görülüyor!] "Bu, toplumun gelirini, iktisatçılar tarikatının" [fizyokratların] "inandıkları gibi, toprağın net ürünlerine değil, üretilen brüt değere eşit kılmaktadır." (s. 63.)
      Diğerleri arasında Proudhon, Say'ın bu keşfine sahip çıkıyor.
      Adam Smith'in öğretisini ilke olarak aynı şekilde kabullenen Storch, Say'ın onun pratikteki uygulamasını geçerli bulmuyor. "Bir ulusun gelirinin onun brüt ürününe eşit olduğu, yani bundan hiç bir sermaye" [hiç bir değişmeyen-sermaye demesi gerekirdi] "elde edilemeyeceği kabul edilecek olursa, bu ulusun, gelecekteki gelirine hiç bir zarar vermeksizin, yıllık ürününün değerinin, tamamını, üretken olmayan biçimde tüketebileceğinin de kabul edilmesi gerekir. ... Bir ulusun" [değişmeyen] "sermayesini temsil eden ürünler tüketilebilir değildirler." (Storch, Considerations sur la nature du revenu national, Paris 1824, s. 147, 150.)
      Ne var ki, Storch, bize, sermayenin bu değişmeyen kısmının varlığının, kendisinin kabul ettiği metaların değerlerinin, yalnızca ücreti ile artı-değeri içerip, herhangi bir değişmeyen-sermayenin hiç bir kısmını içermediğini söyleyen Smith'çi fiyat tahlili ile nasıl bağdaştığını anlatmayı unutuyor. Bu fiyat tahlilinin, saçma sonuçlara ulaştığını ancak Say sayesinde farkediyor ve bu konudaki son sözleri şu oluyor: "zorunlu fiyatı, onun en yalın öğelerine ayrıştırmak olanaksızdır". (Cours d'Economie Politique, Petersburg 1815, II, s. 141.)
      Sermayenin gelirle olan ilişkisiyle özellikle ilgilenen ve gerçekte, bu ilişkinin, kendine özgü formülasyonunu, Nouveaux Principes'inin differentia specifica'sı yapan Sismondi, bir tek bilimsel sözcük söylememiş, sorunun aydınlatılmasına zerrece katkıda bulunmamıştır.
      Barton, Ramsay ve Cherbuliez, Adam Smith'in (sayfa 413) formülasyonlarını aşmaya çalışıyorlar. Değişmeyen sermaye-değer ile değişen sermaye-değer arasındaki, sabit sermaye ile döner sermaye arasındaki ayrımı açıklayamadıkları için sorunu daha başlangıçta tek yanlı olarak ortaya koymaları nedeniyle tökezliyorlar.
      John Stuart Mill de, aynı şekilde, Adam Smith'in izleyicilerine devrettiği öğretiyi her zamanki tantanasıyla yineliyor. Bunun bir sonucu olarak, Smith'çi düşünce karışıklığı bu ana kadar sürüp gidiyor ve ortaya attığı dogma da Ekonomi Politiğin bağnaz iman mallarından biri oluyor. (sayfa 414)






Dipnotlar



[1*] İlk motor, ilk devindirici. .
[2*] Kapital, Birinci Cilt, s. 641-646, 780-783. -Ed.
[3*] Marx, Quesnay'in Tableau Economique'ini, Theories of Surplus-Value adlı yapıtında daha ayrıntılı inceliyor (bkz: İngilizce baskı: Karl Marx, Theories of Surplus Value [Volume IV of Capital], Kısım I, Moscow 1963, s. 299.333 ve 367-68). -Ed.
[4*] Aynen böyle. .
[5*] Marx, W. Roscher'in, System der Volkswirtschaft. Band I: Die Grundlagen der Nationalökonomie. Dritte, vermehrte und verbesserte Auflage. Stuttgart und Augsburg 1858, adlı yapıtına değiniyor. -Ed.
[6*] Daha önce, önceden. -ç.
[7*] Sanayicilerin kârları. -ç.

[34] Elyazması II'den. -F.E.
[35] Elyazması VIII'in başlangıcı. -F.E.
[36] Karl Marx, Kapital, Band I,. 2. Ausgabe, s. 612, Note 32 [Sol Yayınları, Ankara 1975. Birinci Cilt, Yirmidördüncü Bölüm, Üçüncü Kısım. s. 607. dipnot 37].
[37] Bazı fizyokratlar, özellikle Turgot ona burada bile yolu açmışlardır. Turgot, avances için sermaye deyimini Quesnay'den ve diğer fizyokratlardan daha sık kullanmış ve manüfaktürcülerin avances'ını ya da capitaux'sunu, çiftçilerinki ile daha fazla özdeşleştirmiştir. Örneğin: "Bunlar gibi (girişimciler-manüfaktürcüler), onlar da (les fermiers, yani kapitalist çiftçiler de), geri dönen sermayelerinden fazlasını elde etmelidirler, vb.." (Turgot, Œuvres, Daire edition, Paris 1844, Vol. I, s. 40.)
[38] Okurun, "metaların daha büyük bir kısmının fiyatlarının" tümceciğini yanlış anlamaması için aşağıdaki tümceler Adam Smith'in bu deyimi nasıl açıkladığını göstermektedir. Örneğin, balığın fiyatına hiç bir rant girmeyip, yalnız ücret ve kâr girmektedir; İskoç çakıl taşlarının fiyatına ise yalnızca ücret girmektedir. Şöyle diyor: "İskoçya'nın bazı kısımlarında bazı yoksul kimseler, deniz kıyısından halk arasında İskoç çakılı adı verilen küçük alacalı taşları toplamayı ticaret haline getirmişlerdir. Taş yontucuların bunlara ödediği fiyat, tümüyle toplayıcıların emeğinin ücretidir; ne rant ne de kâr bu fiyatın herhangi bir kısmını oluşturur."
[39] Bu içeriği ile hem daha öncekiler ve hem de daha sonra gelenler ile çelişir göründüğü halde bu tümceyi elyazmasından sözcüğü sözcüğüne alıyorum. Bu görünürdeki çelişki, aşağıda n° 4'te çözülmüştür: Adam Smith'te Sermaye ve Gelir.-F.E.
[40] Adam Smith'in, burada, bu örneğin seçiminde özellikle talihsiz olduğu, gerçeğini görmezlikten geliyoruz. Tahılın değerinin kendisini, ücret, kâr ve rant olarak ayrıştırmasının tek nedeni, iş hayvanının tükettiği besinin, bu iş hayvanının ücreti, iş hayvanının, ücretli-emekçi ve böylece, ücretli-emekçinin kendisinin de, iş hayvanı olarak tanımlanmasıdır. (Elyazması II'den eklenmiştir. -F.E.)
[41] Buradan başlayarak bölümün sonuna kadar Elyazması II'den bir ek. -F.E.



 
 
Sayfa başına gidiş