UZATMALI SAVAŞ ÜZERİNE
(MAYIS 1938)
PROBLEMİN KONULUŞU
1. Yakında 7 Temmuz; Japonlara karşı büyük Direnme Savaşının birinci yıl dönümü. Birlik içinde güç kazanarak, direnme ve birleşik cephede ısrar ederek, bütün ulus düşmanla hemen hemen bir yıldır kahramanca mücadele ediyor. Bütün dünya halkı, Doğunun tarihinde bir eşi daha olmayan ve dünya tarihine büyük bir savaş olarak geçecek olan, bu savaşı dikkatle izliyor. Savaşın yarattığı felaketlerden acı çeken ve ulusunun yaşaması için savaşan her Çinli. zafer gününü özlemle bekliyor. Ama savaşın gidişi, acaba
(sayfa 228) nasıl olacak? Kazanabilecek miyiz? Zafere hızla ulaşabilecek miyiz? Birçok kimse, uzatmalı savaştan söz ediyor, ama bu savaş, niçin uzatmalı bir savaş? Uzatmalı bir savaş nasıl olur? Birçok kimse, son zaferden söz ediyor, ama son zafer niçin bizim olacak? Son zafere nasıl ulaşacağız? Bu sorulara herkesin bir yanıt bulması şöyle dursun; bugüne kadar, pek çok kimse bunları sormadı bile. Bu yüzden, ulusça boyun eğeceğimizi söyleyen teorinin bozguncu taraftarları, meydanı boş bularak, halka Çin'in son zafere ulaşamayacağını ve tutsaklığı kabulleneceğini söyleyip duruyorlar. Öte yandan, bazı tez canlı dostlar ortaya çıkıyor ve halka, büyük bir çaba göstermek gerekmeksizin zaferin kazanılıvereceğini söylüyor .Peki ama, bu görüşler doğru mu? Biz, öteden beri, bunların doğru olmadığını söyledik. Ne var ki, pek çok kimse, bizim dediklerimizi hâlâ kavrayamadı. Bu, kısmen yeteri kadar propaganda ve açıklayıcı çalışmalar yapmamamız, kısmen de nesnel olaylardaki gelişimin bütün özellikleriyle ve halkın anlayacağı şekilde ortaya dökülmemesi ve böylece halkın ana eğilimleri ve olayların sonuçlarını önceden görebilecek durumda bulunmaması, izlenecek politika ve taktikler üzerinde bir karara varamaması yüzündendir. Şimdi işler daha iyi; on aylık savaş deneyimi, hiç bir temele dayanmayan ulusça boyun eğme teorisinin yıkılmasına, tez canlı dostlarımızı çabuk zafer teorisinden vazgeçirmeye yetip artmıştır. Bu koşullar altında, pek çok kimse, ayrıntılı bir açıklama yapılmasını istemektedir. Uzatmalı savaş için bu açıklama isteği daha da fazla. Bunun nedeni uzatmalı savaşın yalnızca ulusça boyun eğme ve çabuk zafer teorilerine ters düşmesi değildir, ama aynı zamanda, doğasının pek üstünkörü anlaşılmasıdır. "Bizim dört yüz milyonluk halkımız Lukuçiyao Olayından
[2] beri büyük bir çaba göstermektedir; son zafer Çin'in
(sayfa 229) olacaktır." Bu formül, oldukça yaygın. Doğru olmasına doğru bir formül, ama açıklanmak gerekir. Direnme Savaşında olsun, birleşik cephede olsun, sebat etmemiz birçok etken dolayısıyla olabilmiştir .Bu etkenler, içte Komünist Partisinden Kuomintang'a kadar bütün politik partileri, işçi ve köylülerden burjuvaziye kadar bütün halkı, düzenli kuvvetlerden gerillalara kadar bütün silahlı kuvvetleri; uluslararası planda, sosyalizmin, yurdundan bütün ülkelerin adaletsever halklarını; düşman kampta, savaşa karşı olan Japon halkını ve savaşa karşı olan ve cephede bulunan Japon askerlerini kapsamaktadır. Kısacası, bütün bu kuvvetlerin, Direnme Savaşımıza değişik ölçülerde katkıları vardır. İnsaf sahibi herkesin bunlara bir merhaba demesi gerekir. Biz komünistler için, Japonlara karşı olan bütün politik partilerle ve halkla birlikte, şeytani Japon saldırganlarını yenmek için, bütün kuvvetleri birleştirmeye çalışmaktan başka çıkar yol yoktur. Bu yılın 1 Temmuzu, Çın Komünist Partisinin kuruluşunun 17. yıldönümü. Uzatmalı savaşın ciddi olarak incelenmesi, her komünistin, Direnme Savaşında daha iyi ve daha büyük bir rol oynayabilmesi için, gereklidir. Bundan dolayı, konuşmalarım böyle bir incelemeye ayrılacaktır. Uzatmalı savaşın bütün problemlerini ele almaya çalışacağım, ama bir dizi konuşmada belki de her şeye değinemem.
2. On aylık savaşın bütün deneyimleri, hem Çin'in boyun eğmesinin kaçınılmaz olduğu hem de Çin'in çabuk bir zafere ulaşacağı teorilerinin yanlışlığını kanıtlamıştır. Bunlardan ilki, düşmanla uzlaşma eğilimine; ikincisi ise düşmanı küçümseme eğilimine yolaçar. Probleme yaklaşmanın bu iki şekli de, öznel ve tek yanlıdır ya da tek sözcükle. bilimsel değildir.
(sayfa 230)
3. Direnme Savaşından önce, ulusça boyunduruk altına girme üzerine epeyce şey söylendi. Bazıları, "Çin, silah bakımdan yetersiz ve savaşı kaybetmeye mahkum", dediler .Bazıları da, "Çin, silahlı direnmeye kalkışırsa, kesinlikle Habeşistan'ın akibetine uğrar" dediler. Savaş başladığından beri, ulusça dize geleceğinden artık açıkça sözedilmiyor ama, fısıltılar, hem de hayli yaygın olmak üzere, hâlâ sürüp gidiyor. Örneğin, zaman zaman bir uzlaşma havası doğuyor ve uzlaşmayı savunanlar, "savaşı sürdürmek, boyun eğmek demektir"
[3] diyorlar. Hunanlı bir öğrenci, mektubunda şöyle diyor:
"Köylüklerde her şey daha güç görünüyor. Propaganda yaparken, kendi hesabıma ben, halkı nerede ve ne zaman bulursam, konuşmak durumundayım. Konuştuğum kimseler hiç de kalınkafalı değil; olup bitenler üzerine hepsinin de bir görüşü var ve benim söylediklerimi ilgiyle dinliyorlar. Ama ne zaman akrabalarımla karşılaşsam, hep 'Çin, savaşı kazanamaz, mahvolmaya mahkum.' diyorlar. İnsanın midesi bulanıyor. Neyse ki, bunlar, görüşlerini çevrelerine yayamıyorlar, yoksa işler iyice kötü olurdu. Köylüler, onların dediklerine daha çok inanırdı."
Çin'in boyun eğmesinin kaçınılmazlığı teorisinin bu türlü örnekleri, uzlaşma eğiliminin toplumsal temelini şekillendiriyor. Böylelerine Çin'in her yanında raslanabildiği için, Japonlara karşı kurulan cephede de uzlaşma problemi ile yüzyüze gelmek her zaman olasıdır ve öyle anlaşılıyor ki,
(sayfa 231) savaşın sonuna kadar onlarla birarada bulunacağız. Şu anda Suçov düştüğüne ve Vuhan da tehlike içinde olduğuna göre, ulusça boyun eğme teorisinin tellerini çürütmek, yararsız olmayacaktır sanırım.
4. Bu on aylık savaş sırasında, sabırsızlığın belirtileri olan görüşlerin de her çeşidi ortaya çıktı. Örneğin, savaşın başlangıcında, birçok kimse, hiç yeri yokken iyimserdi ve Japonları küçümsüyordu; bunlar Japonların Şansi'ye kadar ilerleyebileceklerine bile inanmıyorlardı. Bazıları, gerilla savaşının, Direnme Savaşındaki stratejik rolünü küçümsüyor, "Bütüne göre, hareketli savaş asıl, gerilla savaşı tamamlayıcıdır; parçalara göre, gerilla savaşı asıl, hareketli savaş tamamlayıcıdır" önermesinden kuşkulanıyorlardı. Sekizinci Hareket Ordusunun stratejisine inanmıyor, "Gerilla savaşı esastır, ama uygun koşullar altında hareketli savaş fırsatı da kaçırılmamalıdır" görüşünü, sorunun "mekanik" olarak ele alınması sayıyorlardı.
[4] Şanghay savaşı sırasında, bazıları şöyle diyordu: "Üç ay dayanabilirsek, uluslararası durum değişir, Sovyetler Birliği asker gönderir ve savaş biter." Bunlar, Direnme Savaşının geleceğini özellikle ya bancı yardıma bağlıyorlardı.
[5] Tayerçuyang zaferinden
[6] (sayfa 232) sonra, bazı kimseler, Suçov seferinde "sanki kesin sonuçlu bir sefermiş" gibi savaşılmasını, uzatmalı savaş politikasının değiştirilmesini savunuyorlardı. "Bu sefer, düşmanın son umutsuz mücadelesini belirtiyor", ya da "Kazanırsak, Japon savaş ağalarının maneviyatları bozulur ve kıyamet gününü beklemekten başka yapacak işleri kalmaz."
[7] gibi sözler söylüyorlardı. Pinsinkuyan zaferi, bazılarının başını döndürdüğü gibi, Tayerçuyang zaferi de, bazılarının başını döndürdü. Düşmanın Vuhan'a saldırıp saldırmayacağı konusunda kuşkular başladı. Bazıları "belki saldırmaz", bazıları da "mutlaka saldırır" diyordu. Bu gibi kuşkular, bütün büyük tartışma konularını etkileyebilir. Örneğin, Japonlara karşı koyacak gücümüz şu anda yeterli mi? Bazı kimseler buna olumlu yanıt verebilir; bugünkü kuvvetimiz düşmanın ilerlemesini denetim altına almaya yeterli ise, kuvvetimizi neden artıralım? Ya da örneğin, "Japonlara karşı kurulan Ulusal Birleşik. Cepheyi sağlamlaştırma ve genişletme" politikası hâlâ doğru mu? Bazıları, buna olumlu yanıt verebilir; birleşik cephe bugünkü haliyle düşmanı püskürtecek kadar kuvvetliyse, cepheyi neden takviye edelim ve genişletelim? Ya da, örneğin, diplomasideki ve uluslararası propagandadaki çabalarımızı yoğunlaştırmamız gerekli mi? Burada da, verilecek yanıt olumsuz olabilir. Ya da, örneğin, ordu düzenini, hükümet sistemini iyileştirmeyi, yığın hareketini geliştirmeyi, ulusal savunma eğitimini uygulamayı, hainleri ve trotskistleri bastırmayı, savaş sanayiini geliştirmeyi ve halkın geçim durumunu düzeltmeyi ciddi olarak sürdürelim mi, sürdürmeyelim mi? Ya da, örneğin, Vuhan'ın, Kanton'un ve Kuzey-Batının savunması, düşman
(sayfa 233) gerilerinde gerilla savaşının kuvvetle geliştirilmesi sloganları, hâlâ doğru mu? Bunlara verilecek yanıtların hepsi de olumsuz olabilir. Savaş durumunda bizden yana en küçük, bir değişiklik olur olmaz, Kuomintang ile Komünist Partisi arasındaki "sürtüşmeyi" şiddetlendirmeye ve böylelikle dikkatleri dış konulardan iç konulara kaydırmaya hazır bazı kimseler bile var. Ne zaman oldukça önemli bir muharebe kazanılsa, ne zaman düşmanın ilerlemesi geçici olarak duraklasa, bu, böyle oluyor. Bütün bunlara, politik ve askeri kısa görüşlülük denebilir. Bu gibi konuşmalar, akla uygun gibi görünse de, aslında aldatıcı ve temelsizdir. Bu gibi lafebeliklerini bir yana itmek, Direnme Savaşının başarıya ulaşmasına yardım edecektir.
5. Şimdi, sorun şu: Çin boyun eğecek mi? Hayır, boyun eğmeyecek ve kesin zaferi kazanacaktır. Çin, zaferi çabuk kazanabilecek mi? Hayır, zaferi çabuk kazanamayacak. Direnme Savaşı, uzatmalı bir savaş olacaktır.
6. Daha iki yıl önce, bu sorunlardaki başlıca kanıtlarımızı geniş çapta ortaya koyduk. Siyan Olayından
[8] beş, Lukoçiyao Olayından on iki ay önce, 16 Temmuz 1936'da, Amerikalı gazeteci Bay Edgar Snow ile görüşmemizde, Çin ile Japonya arasındaki savaş durumunun genel bir tahminini yapmış ve savaşı kazanmak için ilkeler öne sürmüştüm. Şu seçilmiş parçalar, belleğimizi tazelemeye yardımcı
(sayfa 234) olabilir:
Soru: Çin'in, Japon kuvvetlerini hangi koşullarda yenebileceğini ve imha edebileceğini düşünüyorsunuz?
Yanıt: Üç koşul gerekli: önce, Çin'de Japonlara karşı bir birleşik cephe kurulması; ikincisi, Japonlara karşı uluslararası bir birleşik cephe kurulması; üçüncüsü, Japonya ile Japon sömürgelerinde devrimci halk hareketinin ortaya çıkması. Çin halkı bakımından, Çin halkının birliği üç koşulun en önemlisidir.
Soru: Böyle bir savaş ne kadar sürer dersiniz?
Yanıt: Bu, Çin'in Japonlara karşı kurduğu birleşik cephe ile Çin ve Japonya'yı ilgilendiren belirleyici birçok başka etkene bağlıdır. Yani, asıl olan Çin'in kendi kuvvetinden başka Çin'e yapılacak uluslararası yardım ve Japonya'da meydana gelecek bir devrimin sağlayacağı destek önemlidir. Çin'in Japonlara karşı kurduğu birleşik cephe, genişliğine ve derinliğine büyür ve yeterli şekilde örgütlenirse, Japon emperyalizminin kendi çıkarlarını tehdit ettiğini farkeden hükümetler ve halklar, Çin'e gerektiği gibi yardım ederlerse ve devrim Japonya'ya hızla ulaşırsa, savaş çabucak sona erer ve Çin hemen zafere ulaşır. Ama bu koşullar çabuk gerçekleşmezse, savaş uzar. Ama sonunda, Japonya kesinlikle yenilecek; Çin, ne olursa olsun zafere ulaşacaktır. Ne var ki, yapılacak fedakarlıklar büyük olacak ve araya çok ıstıraplı bir dönem girecektir.
Soru: Sizce, politik ve askeri bakımdan, bu savaşın olası gelişme seyri nedir?
Yanıt: Japonya'nın kıta politikası saptanmıştır. Japonlarla uzlaşarak ve onlara toprak vererek Japon ilerlemesini durduracaklarını sananlar, boş bir hayal peşindeler. Aşağı Yangçe vadisi ile güney limanlarımızın Japon emperyalizminin kıta programı içinde bulunduğunu kesinlikle biliyoruz. Çin'in başka ülkeler ile bağlantısını kesmek ve güney-batı Pasifik'i tekeli altına almak. için, Japonya Filipinler'i,
(sayfa 235) Siyam'ı, Çin-Hindi'ni, Malaya yarımadasını ve Hollanda'nın Doğu Hint adalarını da işgal etmek istiyor. Japonya'nın deniz politikası bu. Böyle bir dönemde, Çin, kuşkusuz çok güç bir durumda olacaktır. Ama Çin halkının çoğunluğu, bu güçlüklerin üstesinden gelinebileceğine inanıyor; yalnız büyük liman kentlerindeki zenginler, mallarını yitirmekten korktukları için, umutsuz. Birçok kimse, Japonlar Çin sahillerini bir defa kuşatınca, Çin'in savaşı sürdürmesinin olanaksız olduğunu sanıyor. Bu, saçmadır. Kızıl Ordunun savaş tarihini anmak, bunları çürütmeye yeter. Japonlara karşı bugünkü Direnme Savaşında, Çin'in durumu, Kızıl Ordunun iç savaştaki durumundan çok daha iyi. Çin, çok geniş bir ülkedir; Japonya, Çin'in 100-200 milyon nüfuslu ,bir bölümünü işgal etmeyi başarsa bile, biz, gene de yenilmiş olmayız. Elimizde, gene de, Japonya'ya karşı mücadeleye yetecek kadar kuvvet kalır, oysa Japonlar, bütün savaş boyunca, gerilerinde savunma muharebeleri vermek zorundadır. Çin ekonomisinin bir türdeşlik göstermemesi ve gelişigüzel gelişmesi, direnme savaşında, üstünlüktür. Örneğin, Şanghay'ın Çin'den ayrılması, Çin için New York'un Amerika'nın geri kalan kısmından ayrılması gibi bir felaket yaratmaz. Japonya, Çin'in kıyılarını kuşatsa bile, Çin'in kuzey-batısını, güney-batısını ve batısını kuşatamaz. Yani, bir defa daha belirtmek gerekirse, sorunun canalıcı noktası, bütün Çin halkının elele vermesi ve Japonlara karşı ulus çapında bir cephe kurmasıdır. Bizim, uzun süredir savunduğumuz budur.
Soru: Savaş uzun zaman sürer de, Japonya tümüyle yenilmezse, Komünist Partisi Japonya ile barış görüşmelerini kabul eder ve Çin'in :kuzey-doğusunda Japon egemenliğini tanır mı?
Yanıt : Hayır. Ülkenin bütün halkı gibi, Çin Komünist Partisi de, Japonya'nın bir karış Çin toprağını bile işgal etmesine göz yumamaz.
Soru: Sizce, bu kurtuluş savaşında izlenmesi gerekli
(sayfa 236) başlıca strateji ve taktikler ne olmalıdır?
Yanıt: Stratejimiz, ana kuvvetlerimizi yayılmış ve akıcı bir cephe boyunca harekatta bulunacak şekilde kullanmak. olmalıdır. Başarıya ulaşmak için, Çin kıtaları, hızlı ilerlemeler ve çekilmeler, hızlı toplanmalar ve dağılmalar yaparak, geniş bir muharebe alanı üzerinde çok hareketli bir savaş yürütmelidir. Bu, derin siperleriyle, yüksek tahkimatlarıyla ve sıra sıra savunma mevzileriyle savunmaya dayanan mevzii bir savaş değil, büyük ölçüde hareketli bir savaştır. Bu, yararlı olduğu sürece, mevzii bir savaşla savunulması gerekli bütün yaşamsal stratejik noktaların terkedilmesi anlamına gelmez. Ama ana strateji, hareketli bir savaş olmalıdır. Mevzii savaş da gereklidir, ama stratejik bakımdan yardımcıdır ve ikinci derecededir. Savaş alanı, coğrafi bakımdan öylesine geniş ki, bizim etkili bir hareketli savaş yürütmemiz olanaklıdır. Kuvvetlerimizin bu canlı harekatı karşısında, Japon ordusu, hep diken üzerinde olacaktır. Onların savaş makinesi ağır-aksaktır, etkililiği sınırlıdır. Kuvvetlerimizi, yıpratıcı bir savunma savaşı için, dar bir cephe üzerinde toplarsak, coğrafyamızın ve ekonomik örgütümüzün sağladığı üstünlükten yararlanmamış, Habeşistan'ın yanılgısını yinelemiş oluruz. Savaşın başlangıç döneminde, kesin ve büyük. herhangi bir muharebeden kaçınmalı ve düşman kıtalarının maneviyatını yavaş yavaş bozmak ve savaş gücünü kırmak için, önce, hareketli savaştan yararlanmalıyız.
Hareketli bir savaş yürütmek için, eğitilmiş ordular yanında, köylüler arasından çok sayıda gerilla birlikleri de örgütlemeliyiz. Üç kuzey-doğu eyaletindeki gönüllü birliklerinin, bütün ülkenin köylülerinden seferber edilebilecek gizil direnme gücünün küçük bir kanıtı olduğu bilinmelidir. Çin köylüsünün çok büyük. bir gizil
(latent) gücü vardır; gereği gibi örgütlenir ve yönetilirse, Japon ordusunu günün yirmi dört saatinde oyalayabilir ve rahatsız edebilir.
(sayfa 237) Şurasını unutmamak gerekir ki, savaş Çin'de veriliyor, yani, Japon ordusu, bütünüyle, düşmanı Çin halkı ile çevrilidir, bütün ikmalini dışardan yapmak ve elinde tutmak, muhabere hatlarını korumak için çok sayıda asker kullanmak, saldırılara karşı sürekli korunmak zorundadır ve hem Mançurya'da ve hem de Japonya'da, büyük kuvvetler gereksinmektedir.
Savaş sırasında, Çin, birçok Japon askerini tutsak alacak, birçok silah ve savaş gereçleri ele geçirerek bunlarla donanacaktır; aynı zamanda, Çın, kıtalarının donatımını yavaş yavaş takviye etmek için, yabancı yardımlar da sağlayacaktır. Bundan ötürü, Çin, savaşın sonraki döneminde mevzii savaşı da yürütebilecek duruma gelecek, Japonların işgal ettiği bölgelere de mevzii saldırılarda bulunacaktır. Japonlar, Çin'in uzun süren direnişinin yaratacağı bunalım karşısında ekonomik bakımdan sarsılacak; sayısız muharebelerin çetin sınavında, Japon kuvvetlerinin maneviyatı bozulacaktır. Oysa Çin tarafında, gelişmekte olan direnme azmi, gizil güçleri harekete katacak ve devrimci halk, özgürlükleri uğruna mücadele etmek için, büyük ölçüde, cephe hatlarına akın edecektir. Bütün bu etkenlerin ve başkalarının biraraya gelmesi, Japonların işgal ettiği bölgelerdeki müstahkem mevkilere ve üslere son ve: kesin saldırılar yapabilmemizi ve saldırgan Japon kuvvetlerini Çin'den sürüp çıkartabilmemizi sağlayacaktır.
Yukardaki görüşler on aylık savaş deneyimiyle doğrulanmıştır ve gelecek günler de, onların doğruluğuna tanıklık edecektir.
7. Daha 25 Ağustos 1937'de, Lukoçiyao Olayının üzerinden iki ay geçmeden, Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi "Bugünkü Durum ve Partinin Görevi" başlıklı kararında şöyle diyordu:
"Japon saldırganlarının Lukoçiyao'da giriştikleri askeri kışkırtmalar ve Peyping ile Tienzin'in işgali,
(sayfa 238) Büyük Seddin güneyindeki Çin topraklarına karşı girişilen geniş bir işgal hareketinin başlangıcıdır. Japonlar, ulusal savaş seferberliğine önceden başladılar. "Durumu daha da kötüleştirmek istemedikleri" konusundaki propagandaları, ileriki saldırıları için yalnızca bir sis perdesidir.
"Lukoçiyao'daki 1 Temmuz Direnmesi, Çin Ulusal Direnme Savaşının başlangıcına işaret eder. "Böylece Çin'in politik durumunda yeni bir aşama başladı: eylemli direnme aşaması. Direnmeye hazırlık aşaması sona erdi. Şimdiki aşamada, ana görev, Direnme Savaşında zafere ulaşmak için bütün ulusal güçlerin seferber edilmesidir.
"Savaşta zafere ulaşmanın anahtarı, şimdi başlamış olan direnmenin, bütün ulusun katıldığı topyekün bir direnme savaşı haline getirilmesidir. Kesin zafer, ancak böyle bir topyekün direnme savaşıyla kazanılabilir.
"Ciddi zaafların varlığı, direnme savaşında, birçok tersliklere, gerilemelere, iç bölünmelere, ihanetlere, geçici ve kısmi uzlaşmalara ve benzer tersliklere yolaçabilir. Bu yüzden, savaşın çetin ve uzatmalı bir savaş olacağı iyice anlaşılmalıdır. Ama biz, Partimizin ve bütün halkımızın çabalarıyla başlamış olan direnme hareketinin, bütün engelleri aşacağına, ilerlemeyi ve gelişmeyi sürdüreceğine güveniyoruz".
On aylık savaş deneyimi, bu tezimizi de doğrulamıştır ve gelecek günler de buna tanıklık edecektir.
8. Bilgi teorisi bakımından, savaş konusundaki bütün yanlış görüşlerin kaynağı, sorun üzerine olan idealist ve mekanik eğilimlerdedir. Bu eğilimdeki kimseler, sorunlara öznel ve tek yanlı olarak yaklaşmaktadırlar. Onlar, ya hiç dayanaksız ve öznel konuşmalara düşkündürler ya da tek bir evreye ve geçici bir belirtiye saplanarak, bunları, aynı öznellikle, problemin tümü gibi büyütmektedirler. Ama iki çeşit yanlış görüş vardır: birisi temelde yatan ve bu
(sayfa 239) yüzden sürekli olan yanlış görüştür ki, düzeltilmesi güçtür; öteki dıştan gelen, ve bundan ötürü geçici ve düzeltilmesi kolay olandır. Ne var ki, her ikisi de yanlış olduğu için, düzeltilmek gerekir. Bundan dolayı, ancak idealist ve mekanik eğilimlere karşı koyarak ve savaşı incelerken nesnel ve çok yanlı bir tutum takınarak, savaş sorunu üstüne doğru sonuçlar çıkarabiliriz.
PROBLEMİN TEMELİ
9. Japonlara Karşı Direnme Savaşı, neden uzatmalı bir savaştır? Kesin zafer, niçin Çin'in olacaktır? Bu sözlerin dayandığı temel nedir?
Çin ile Japonya arasındaki savaş, herhangi bir savaş değildir; bu savaş, bindokuzyüz otuzlarda, yarı-feodal Çin ile emperyalist Japonya arasında girişilen bir ölüm-kalım savaşıdır. Bütün problemin canalıcı noktası buradadır. Savaşan iki tarafın, aşağıda gözden geçireceğimiz birçok karşıt özelliği vardır.
10.
Japon Tarafı. Japonya güçlü bir emperyalist ülkedir ve doğuda, askeri, politik ve ekonomik örgüt bakımından ilk sırada geldiği gibi, dünyada, başta gelen beş-altı emperyalist ülkeden biridir. Bunlar, Japonların giriştiği saldırı savaşında temel etkenlerdir. Savaşın kaçınılmazlığının ve Çin'in hemen zafere ulaşamamasının nedeni, Japonya'nın emperyalist sistemi ve büyük askeri, ekonomik ve politik örgüt gücüdür. İkincisi, Japonya'nın toplumsal ekonomisinin emperyalist karakteri, gerici ve barbarca bir savaş olan bu savaşın emperyalist karakterini belirlemektedir. Bindokuzyüz otuzlarda, Japon emperyalizminin iç ve dış çelişkileri, onu yalnız eşi görülmemiş serüvenci bir savaşa sürüklemekle kalmamış, aynı zamanda onu kesin yıkımına da yaklaştırmıştır. Toplumsal gelişme bakımından, Japonya, artık ilerlemekte olan bir ülke değildir; savaş,
(sayfa 240) egemen sınıfların umdukları refahı getirmek şöyle dursun, tam tersine. Japon emperyalizminin çökmesine yolaçacaktır. Japon savaşının geriletici doğası ile kastettiğimiz budur. Bu gerici nitelik, Japon emperyalizminin askeri-feodal karakteriyle birlikte, Japon savaşına özgü vahşeti doğuruyor. Bütün bunlar, Japonya'daki uzlaşmaz sınıf karşıtlığını, Japon ve Çin ulusları arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı ve Japonya ile dünyanın geri kalan ülkelerinin çoğu arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı harekete getirecektir. Japon savaşının gerici ve barbar karakteri, Japonya'nın kaçınılmaz yenilgisinin ana nedeni olacaktır. Üçüncüsü, Japon savaşı, Japonya'nın büyük askeri, ekonomik, politik ve örgütlenme gücüne dayanılarak yönetilmekle birlikte, elverişsiz bir doğal duruma da dayalıdır. Japonya'nın askeri, ekonomik, politik örgütlenme gücü büyüktür, ama nicelik bakımından yetersizdir. Japonya, nispeten küçük bir ülkedir, insan gücü, askeri, mali ve hammadde kaynakları sınırlıdır ye uzun bir savaşa dayanamaz. Japonya'yı yönetenler, bu güçlüğü savaşla yenmeye kalkıştılar, ama istediklerinin tam tersi olacaktır; yani, bu güçlüğü yenmek için giriştikleri savaş, sonunda, bu güçlüğü daha da artıracak ve hatta, Japonya, faşist ülkelerin uluslararası desteğini kazanmakla birlikte, karşılaşacağı uluslararası muhalefet, bu destekten daha büyük olacaktır. Bu karşı koyma, yavaş yavaş büyüyecek, Japonya'nın kazandığı desteği bozmakla kalmayıp, Japonya üzerinde büyük bir ağır1ık da oluşturacaktır. Haksız bir davanın ancak zayıf bir destek görmesi, bir yasa olduğu gibi, Japonya'nın giriştiği savaşın gerçek doğasının doğuracağı sonuç da budur. Özetlersek, Japonya'nın üstünlüğü, büyük savaşma kapasitesidir. Ve zayıf yanı, yürüttüğü savaşın gerici ve barbar doğası, insan gücünün ve doğal kaynaklarının yetersizliği ve elde ettiği zayıf uluslararası destektir. Japon tarafındaki ayırıcı özellikler bunlardır.
11.
Çin Tarafı. Birincisi, biz, yarı-sömürge ve
(sayfa 241) yarı-feodal bir ülkeyiz. Afyon Savaşı,
[9] Tayping Devrimi,
[10] 1891 Reform Hareketi,
[11] 1911 Devrimi
[12] ve Kuzey Seferi,
[13] -Çin'i yarı-sömürge ve yarı-feodal durumdan kurtarmaya yönelmiş devrim ya da reform hareketlerinin- hepsi, ciddi başarısızlıklarla karşılaşmıştır ve Çin yarı-sömürge ve yarı- feodal bir ülke olarak kalmıştır. Biz, hâlâ, zayıf bir ülkeyiz ve askeri, ekonomik ve politik örgütlenme gücü
(sayfa 242) bakımından, düşmandan açıkça gerideyiz. Savaşın kaçınılmazlığının ve Çin'in çabuk bir zafere ulaşmasının olanaksızlığının temelini gene burada bulabiliriz. İkincisi, ardında yüz yıllık bir birikimi olan Çin kurtuluş hareketi, bugün, eski dönemlerde olduğundan farklıdır. Bu harekete karşı çıkan iç ve dış kuvvetler, ciddi gerilemelere yolaçmakla birlikte, Çin halkını pişirmiştir de. Çin, bugün, askeri, ekonomik, politik ve kültür bakımından Japonya kadar güçlü olmamakla birlikte, Çin'de, bugün, tarihinin hiç bir döneminde görülmemiş, ilerici etkenler vardır. Çin Komünist Partisi ve onun önderliğindeki ordu, bu ilerici etkenleri temsil etmektedir. Bu ilerici temele dayanan Çin'in bugünkü kurtuluş savaşı, uzatmalı olabilir ve kesin zafere ulaşabilir. Gerilemekte olan Japon emperyalizminin tersine, Çin, sabah güneşi gibi yükselen bir ülkedir. Çin'in savaşı ilerici bir savaştır, haklı bir savaştır. Haklı bir savaş olduğu için, ulusu birlik için harekete getirebiliyor. Japon halkının sevgisini ve yeryüzündeki ülkelerin pek çoğunun desteğini kazanabiliyor. Üçüncüsü, gene Japonya'nın tersine, Çin, arazisi geniş, kaynakları zengin, nüfusu kalabalık, askeri bol, büyük bir ülkedir ve uzun bir savaşı sürdürecek gücü vardır. Dördüncüsü ve sonuncusu, Japonya'nın haksız davasına gösterilen pek zayıf desteğin tersine, giriştiği savaşın ilerici ve haklı niteliği, Çin'e geniş bir uluslararası destek kazandırmıştır. Toparlarsak, Çin 'in zayıf yanı askeri güçsüzlüğü, üstünlüğü ise giriştiği savaşın ilerici ve haklı niteliği, ülkesinin büyüklüğü ve kazandığı uluslararası büyük destektir. İşte
(sayfa 243) Çin'in ayırıcı özellikleri bunlardır.
12. Böylece görülebiliyor ki, Japonya'nın büyük bir askeri, ekonomik ve politik örgütlenme gücü vardır, ama giriştiği savaş gerici ve barbarca olduğu gibi, insan gücü ve maddi kaynakları da yetersizdir ve uluslararası planda elverişsiz ,bir durumdadır. Tersine Çin'in askeri, ekonomik, politik örgütlenme gücü daha azdır , ama Çin gelişme dönemindedir, giriştiği savaş ilerici ve haklıdır, üstelik Çin, büyük bir ülkedir ve bu etken, onu, uzatılmış bir savaşı sürdürmeye güç yetirir hale getirmekte ve ona, çoğu ülkelerin desteğini kazandırmaktadır. Bunlar, Çin-Japon savaşının karşılıklı çelişik temel özellikleridir. Bunlar, her iki tarafın güttüğü politikayı, askeri stratejiyi ve taktikleri saptayan etkenlerdir; bunlar , savaşın uzatmalı bir savaş olmasını ve sonuçlarını, yani son zaferin, Japonya'nın değil, Çin'in olmasını belirleyen etkenlerdir. Bu savaş, bu özellikler arasında bir yarışmadır. Savaş sırasında bunlar, kendi doğalarına uygun olarak, değişeceklerdir ve bunu başka şeyler izleyecektir. Bu özellikler, nesnel olarak vardır ve halkı kandırmak için uydurulmamışlardır. Bunlar, bölük-pörçük parçalar değildir, savaşın bütün temel unsurlarını oluşturmaktadır. Bunlar, her iki tarafın da büyüklü küçüklü bütün problemlerine, savaşın bütün aşamalarına nüfuz etmektedir ve önemsiz şeyler değildir. Çin-Japon savaşını incelerken, bu özellikleri kulak ardına atanlar yanılırlar; bu gibilerin düşünceleri, bir zaman için geçerli gibi görünse bile, savaşın gidişi onları haksız çıkartacaktır. Biz, bu ayırıcı özelliklere dayanarak, şimdi ele alınması gerekli problemleri açıklamayı ilerleteceğiz.
ULUSÇA BOYUN EĞME TEORİSİNİN ÇÜRÜTÜLMESİ
13. Gözleri düşmanın kuvveti ile bizim zayıflığımız arasındaki karşıtlıktan başka bir şey görmeyen ve "Direnme,
(sayfa 244) boyun eğme demektir", sözünü dillerinden düşürmeyen ulusça boyun eğme teorisyenleri, şimdi de, "savaşı sürdürmek boyun eğme demektir" diyorlar. Biz, bunları, Japonya ne kadar güçlü olsa da, küçüktür, oysa Çin zayıf olsa da, büyük bir ülkedir demekle inandıramayız. Bunlar, küçük ama güçlü bir ülkenin, büyük ama zayıf bir ülkeyi, gelişmiş bir ülkenin geri kalmış bir ülkeyi yenebileceğini kanıtlamak için, Sung Hanedanının Yuan, Ming Hanedanının Çing tarafından yıkılması gibi tarihsel örnekleri kanıt gösterebilirler. Biz, bunların uzun süre önce olduğunu ve bugünkü özel durumda geçersiz olduğunu söylesek bile, küçük ama güçlü bir kapitalist ülkenin, büyük ama zayıf ve geri bir ülkeyi yenebileceğini kanıtlamak için, İngiltere'nin Hindistan'ı boyunduruğu altına aldığını söyleyeceklerdir. Bu yüzden, bütün bu boyun eğme taraftarlarını susturmak ve inandırmak için ortaya başka kanıtlar koymalı ve hâlâ kararsız ve şaşırmış durumda olanları inandırmak için propaganda işlerinde çalışanları yeterli kanıtlarla donatmalı ve böylece onların Direnme Savaşına olan inançlarını kuvvetlendirmeliyiz.
14. Bu durumda bizim dayandığımız temeller nelerdir? Çağımızın ayırıcı özellikleri. Bu ayırıcı özellikler, Japonya'nın gerilemekte olması ve onu destekleyenlerin azlığı ile Çin'in ilerlemesinde ve gördüğü yardımın çokluğunda, somut olarak yansımaktadır.
15. Bizim savaşımız herhangi bir savaş değildir, Çin ile Japonya arasında bindokuzyüz otuzlarda verilen belirli bir savaştır. Düşmanımız Japonya, her şeyden önce cançekişen emperyalist bir güçtür; Japonya, gerileme dönemine girmiş olması bir yana, İngiltere'nin henüz yükselme çağında bulunduğu ve Hindistan'ı dize getirdiği zamanki İngiliz kapitalizminden çok farklı durumda olduğu gibi, yirmi yıl önce, Birinci Dünya Savaşındaki Japonya'dan da farklıdır. Bugünkü savaş, dünya emperyalizminin, ve her şeyden
(sayfa 245) önce, faşist ülkelerin genel çöküşünün arifesinde açılmıştır. Aslında, emperyalizmin son umutsuz mücadelesinin doğasından olan bu serüvenci savaşın düşmanlarımız tarafından çıkartılmasının gerekçesi budur. Bu yüzden, savaşın sonucu olarak Çin'in değil, Japon emperyalizminin egemen çevrelerinin mahvolması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Üstelik, Japonya, bu savaşa, birçok ülkenin savaşa tutuştuğu ya da tutuşmak üzere olduğu bir zamanda ve bizim barbarca saldırılara karşı mücadeleye hazırlandığımız ve Çin'in kaderinin dünyanın pek çok ülkesinin ve dünya halklarının kaderiyle bağlandığı bir zamanda girişmiştir. Japonya'nın bu ülkelerde ve bu halklar arasında uyandırdığı muhalefetin asıl nedeni budur.
16. Peki, Çin ne durumda? Bugünkü Çin, öbür tarihsel dönemlerdeki Çin ile karşılaştırılamaz. Çin, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplumdur ve bu yüzden, zayıf bir ülke sayılmaktadır. Ama aynı zamanda Çin, tarihsel bakımdan, ilerleme dönemindedir ve bu, Japonya'yı yenebilecek güçte olmasının ana gerekçesidir. Biz, Japonya'ya karşı Direnme Savaşının ilerici bir savaş olduğunu söylerken, bu ilericiliği alışılagelen ya da genel anlamda kullanmadığımız gibi, Habeşistan'ın İtalya'ya karşı giriştiği savaştaki anlamda, ya da Tayping Devriminde, 1911 Devriminde kullanıldığı anlamda kullanmıyoruz; biz, bunu, Çin'in bugün ilerici olduğu anlamında kullanıyoruz. Çin bugün ne bakımdan ilericidir? Çin, artık, tümüyle feodal bir ülke olmadığı; Çin'de, az da olsa kapitalizm bulunduğu için ilericidir; bir burjuvazimiz ve bir proletaryamız var; uyanan ya da uyanmakta olan geniş halk yığınlarımız var; Komünist Partimiz ve politik bakımdan ileri bir ordumuz var; Komünist Partisinin önderliğindeki Çin Kızıl Ordusu; uzun yılların verdiği devrimci bir geleneğimiz ve deneyimimiz, özellikle Çin Komünist Partisinin kurulmasından beri geçen on yedi yıllık bir deneyimimiz var. Bu deneyim, Çin'de halkı ve politik
(sayfa 246) partileri eğittiği gibi, Japonlara karşı kurulan bugünkü birliğin temellerini de attı. Mademki, 1905 devrimi deneyimi olmaksızın Rusya'da 1917 zaferi olamazdı deniliyor, bizim de son on yedi yılın deneyimleri olmaksızın Direnme Savaşını kazanmamız olanaksız olurdu diyebiliriz. İç durum böyledir.
Bugünkü uluslararası durumda, Çin, savaşta yapayalnız değildir; bu da tarihte görülmemiş bir gerçektir. Çin'in geçmişte verdiği savaşlar da, Hindistan'ın verdiği savaşlar da yapayalnız yürütüldü. Bugün Çin'i desteklemek için doğan ya da doğmakta olan çok geniş ve derin halk hareketleriyle karşılaşıyoruz. 1917 Rus Devrimi de uluslararası destek kazandı ve Rus işçileriyle köylüleri zafere ulaştı, ama bu destek, ölçü, derinlik ve doğa bakımından bizimki kadar geniş değildi. Bugün dünyadaki halk hareketleri görülmemiş bir genişlikte ve derinlikte gelişiyor. Sovyetler Birliği'nin varlığı, bugünkü uluslararası politikada yaşamsal bir etkendir ve Sovyetler Birliği, Çin'i, kuşkusuz, büyük bir istekle destekleyecektir, yirmi yıl önce böyle bir şey yoktu. Bütün bu etkenler, Çin'in son zaferi için vazgeçilmez önemdeki koşulları yarattı ve yaratagidiyor. Geniş ölçüde dolaysız yardım, bugün için yetersiz ve yavaş yavaş olacak, ama Çin, ilerici ve büyük bir ülke, ve bunlar, ona savaşı uzatma gücü veren ve uluslararası yardım beklemesini ve almasını sağlayan etkenlerdir.
17. Bir de şu var: Japonya, arazisi dar, kaynakları ve nüfusu az, asker sayısı sınırlı küçük bir ülke olmasına karşılık, Çin, arazisi geniş, kaynakları zengin, nüfusu kalabalık, askeri pek bol olan büyük bir ülkedir; böylece, güçlülük ve zayıflık arasındaki karşıtlığın yanında, bir de küçük bir ülke ile büyük bir ülke, gerileme ve zayıf destek ile ilerleme ve kuvvetli destek arasındaki karşıtlık vardır. İşte bunun içindir iki, Çin, asla dize getirilemeyecektir. Güçlülük ve zayıflık arasındaki karşıtlıktan çıkan sonuç şudur: Japonya, belirli bir süre ve belirli bir ölçüde Çin'i ezebilir, ve Çin'in
(sayfa 247) önünde çetin bir yol vardır, Direnme Savaşı çabuk sonuca bağlanan bir savaş değil, uzatmalı bir savaş olacaktır; ama öteki karşıtlıktan da -yani büyük, ilerici ve desteklenen bir şeye karşı, küçük, gerileyen ve zayıf destek gören bir ülkenin bulunması karşıtlığından- çıkan sonuç şudur: Japonya, Çin'i sürgit ezemez, sonunda ne olursa olsun yenilecektir; oysa Çin, asla boyunduruk altına alınamayacak, kesin zaferi elbette kazanacaktır.
18. Habeşistan niçin yenildi? Birincisi, Habeşistan sadece zayıf değil, küçüktü de. İkincisi, Habeşistan Çin kadar ileri değildi; kölelikten serflik sistemine geçmekte olan, Komünist Partisi şöyle dursun ne burjuva partileri ve ne de kapitalizmi olan, Sekizinci Hareket Ordusu şöyle dursun, Çin ordusuna benzeyen bir ordusu bile olmayan bir ülkeydi. Üçüncüsü, düşmanın karşısında tutunamadı ve uluslararası yardım gelene kadar bekleyemedi, savaşı bir başına vermek zorunda kaldı. Dördüncüsü ve en önemlisi, İtalya 'ya karşı verdiği savaşın yönetiminde yanlışlıklar vardı. Bunlardan dolayı, Habeşistan, boyunduruk altına alındı. Ama Habeşistan'da hâlâ yaygın bir gerilla savaşı var ve bu savaş sürerse, dünya durumu değişince Habeşler, ülkelerini kurtarmaya güç yetirebileceklerdir.
19. Ulusça boyun eğme teorisyenleri, önce "direnme boyun eğmedir", sonra da "savaşı sürdürmek boyun eğmek demektir" iddialarını kanıtlamak için, modern Çin'de kurtuluş hareketlerinin başarısızlıkla sonuçlanan tarihini öne sürerlerse, yanıtımız şudur: "Devir değişti." Hem Çin'in kendisi, hem Japonya'daki iç durum ve hem de uluslararası çevre, hepsi farklı. Çin'in değişmeyen yarı-sömürge ve yarı-feodal durumu, hâlâ oldukça zayıf olmasına karşılık, Japonya'nın dünden daha güçlü olduğu ciddi bir sorundur. Japonya'nın bugün için Japon halkının dizginlerini hâlâ elinde bulundurduğu ve Çin'i istila etmek için uluslararası çelişkilerden yararlandığı da bir gerçektir. Ama uzun bir
(sayfa 248) savaşta bu şeyler ister istemez karşıtlarına dönüşür. Bu değişiklikler, henüz gerçekleşmedi, ama ilerde gerçekleşecektir. Boyun eğmeden yana olanlar, bu noktayı atlıyorlar. Çin'e gelince, şimdiden yeni bir halkımız, yeni bir politik partimiz, yeni bir ordumuz ve Japonya'ya karşı yeni bir direnme politikamız var. On yıl önceye göre çok farklı bir durum. Üstelik bütün bunlar daha da gelişecektir. Kurtuluş hareketlerinin defalarca başarısızlıkla karşılaştığı ve bunun sonucu Çin'in bugünkü direnme savaşı için daha büyük bir gücü biriktiremediği, tarihsel ve acı bir derstir. Ve artık, devrimci güçlerimizden hiç birini yokolmaya bırakmamalıyız. Gene de, bugünkü temel üzerinde büyük bir çaba göstererek yavaş yavaş ileriye doğru atılır, direnmemizin gücünü artırabiliriz. Bütün bu çabalar, Japonlara karşı Büyük Ulusal Birleşik Cephe üzerinde toplanmalıdır. Uluslararası desteğe gelince, doğrudan doğruya ve geniş ölçüde bir yardım görünürde yoksa da, gerekli koşullar hazırlanmaktadır. Çünkü uluslararası durum eskisine göre temelden değişmiştir. Modern Çin'in kurtuluş hareketlerindeki sayısız başarısızlıkların öznel ve nesnel koşulları vardır, ama durum bugün bambaşkadır. Bugün düşmanın kuvvetliliği ve bizim zayıflığımız gibi Direnme Savaşını çetinleştiren pek çok güçlükler var. Ama şurası da bir gerçektir ki, düşmanı yenmemiz için elverişli koşullar var. Yapmamız gereken şey, kendi öznel çabalarımızı bunlara katmaktır. Bôylece güçlüklerin üstesinden gelecek, zaferi kazanacağız. Bunlar, tarihimizin hiç bir döneminde var olmayan elverişli koşullardır ve işte bundan ötürü Japonlara karşı Direnme Savaşı, geçmişin kurtuluş hareketleri gibi başarısızlıkla sonuçlanmayacaktır.
UZLAŞMA MI, DİRENME Mİ?
KOKUŞMA MI, GELİŞME Mİ?
20. Ulusça boyun eğme teorisinin tümüyle yersiz
(sayfa 249) olduğu, yukarda, ayrıntılarıyla açıklandı. Ama bu teoriyle bağlanmayan birçok insan var; bunlar, bugünkü duruma çok üzülen samimi yurtseverlerdir. Onları üzen iki şey var: Japonlarla bir uzlaşma ve politik gelişme olanakları konusundaki kuşkular. Bu iki cansıkıcı sorun, enine boyuna tartışılıyor ve bir çözüme varılamıyor. Şimdi bunları inceleyelim.
21. Daha önce de açıklandığı gibi, uzlaşma sorununun kendi toplumsal kökleri vardır ve bu kökler var oldukça bu sorun ortaya çıkagidecektir. Ama uzlaşma bir çare değildir. Bu noktayı kanıtlamak için gene Japonya'ya, Çin'e ve uluslararası duruma bakmamız yeter. Önce Japonya'yı alalım. Direnme Savaşının başında, uzlaşmaya elverişli bir atmosferin doğabileceği bir zamanın geleceğini tahmin ettik; yani Kuzey Çin'i, Kiyangsu'yu ve Çeki Yang'ı işgal ettikten sonra Japonya, Çin'i teslim olmaya zorlayan bir yola başvuracaktı. Gerçekten de bu plana başvurdu, ama tehlike çabucak atlatıldı. Bunun bir nedeni, düşmanın her yerde barbarca bir politika izlemesi ve düpedüz yağmaya girişmesidir. Çin teslim olsaydı, her Çinli, yurtsuz bir köle olurdu. Düşmanın yağmacı politikası, Çin'i boyunduruk altına alma politikası, maddi ve manevi olmak üzere iki yanlıydı. Bu iki yanlı politika, bütün Çinlilere, yalnızca alt tabakaya giren halka değil, ama üst tabaka üyelerine de uygulandı. Sonunculara elbette daha nazikçe davranılıyordu, ama fark ilkede değil, uygulamanın derecesinde idi. Aslında düşman, Çin'in iç kesimlerinde, üç kuzey eyaletinde uyguladığı eski tedbirlerin aynısını uyguluyor. Maddi yönden, yoksul halkın yiyeceğini, giyeceğini bile e!inden alıyor, onları aç ve çıplak bırakıyor. Üretim araçlarını yağma ediyor, Çin ulusal sanayiini zincire vuruyor. Manevi bakımdan, Çin halkının ulusal bilincini yok etmeye çalışıyor. "Doğan Güneş" bayrağı altında bütün Çinliler, uysal uyruklar olmaya, Çin ulusal ruhunu zerre kadar göstermeleri
(sayfa 250) yasaklanmış yük hayvanları derekesine düşmeye zorlanıyor. Düşmanın bu barbar politikası, Çin'in ta iç kesimlerine kadar uygulanacaktır. Japonya, o obur iştahıyla, savaşı durdurmaya hiç niyetli değildir. Japon bakanlar kurulunun Çin'deki bütün halk tabakalarını öfkelendiren 16 Ocak 1938 tarihli demecinde belirtilen politika
[14] inatla yürütülmekte. Bu öfkeyi Japon savaşının gerici ve barbar özelliği iyice körükledi; "kaderden kaçılmaz" sözü doğrulandı ve halk arasında kesin düşmanlık duygusu billurlaştı. Düşmanın ilerde, ilk fırsatta, yeniden Çin'i teslim olmaya zorlama planını uygulaması beklenir ve bizim boyun eğme taraftarları yeniden kovuklarından çıkarlar ve büyük bir olasılıkla (İngiltere, Amerika, Fransa ve özellikle İngiltere'nin üst tabakası arasındaki) yabancı unsurlarla suç ortağı olarak işbirliğine girişirler. Ne var ,ki, olayların genel gidişi böyle bir teslime izin vermeyecektir. Japon savaşının aman vermez ve barbar özelliği, sorunun bu yanını karara bağlamış bulunuyor.
22. İkincisi, Çin'i ele alalım. Direnme Savaşında Çin'in azmini destekleyen üç etken var. Her şeyden önce halkı Japonlara direnmede yöneten güvenilir bir kuvvet olarak Komünist Partisi var. Sonra, İngiltere'ye ve Amerika'ya sırtını dayamış, ve bu yüzden, onlar söylemedikçe Japonlara teslim olmaya yanaşmayacak Kuomintang var. Son olarak, çoğu uzlaşmaya karşı olan ve Direnme Savaşım destekleyen öteki politik partiler ve gruplar var. Bu üçü arasındaki birlik sonucu, uzlaşmadan yana olan kimse, hainlerle birlik olacak, ve herkes onu cezalandırmaya hak kazanacaktır. İhanet etmek istemeyen herkesin tutacağı tek yol,
(sayfa 251) birleşmek ve Direnme Savaşını sonuna kadar sürdürmektir. Bundan dolayı, uzlaşmanın başarıya ulaşması olasılığı yok gibidir.
23. Üçüncü olarak, uluslararası durumu ele alalım. Japonların müttefikleri ile öteki kapitalist ülkelerin üst tabakalarındaki bazı unsurlar dışında bütün dünya, Çin'in uzlaşmasından değil, direnmesinden yana. Bu etken, Çin'in umutlarını pekiştiriyor. Bugün, bütün ülke halkı, uluslararası güçlerin yavaş yavaş Çin'e yardım edeceği umudunu besliyor. Bu boş bir umut değil; özellikle Sovyetler Birliği'nin varlığı, Direnme Savaşında Çin'e cesaret veriyor. Şimdi her zamankinden güçlü olan sosyalist Sovyetler Birliği, her zaman, Çin'in sevincini de kederini de paylaştı. Kapitalist ülkelerin gözleri kârdan başka bir şey görmeyen üst tabaka üyelerinin hepsinin tam tersine Sovyetler Birliği, bütün zayıf ülkelere ve bütün devrimci savaşlara yardımı görev sayıyor. Yani Çin, savaşı yapayalnız vermiyor; genellikle uluslararası desteği kazandığı gibi, özellikle Sovyetlerin yardımına da dayanıyor. Çin ile Sovyetler Birliği, coğrafi bakımdan yanyana; bu durum, Japonya'nın sıkıntısını artırdığı gibi, Çin 'in Direnme Savaşını da kolaylaştırıyor. Japonya'ya coğrafi yakınlık Çin'in direnmesindeki güçlükleri artırdığı gibi, Sovyetlere olan yakınlığı da Direnme Savaşı için ayrıca lehte bir durum.
24. Bu konuyu şöyle bir sonuca bağlayabiliriz: uzlaşma tehlikesi varolmakla birlikte, üstesinden gelinebilir. Düşman, politikasını bir dereceye kadar değiştirse bile, temelinden değiştiremez. Çin'de uzlaşmanın toplumsal kökleri varsa da, uzlaşmaya karşı olanlar çoğunluktadır. Uluslararası plandaki bazı güçler de uzlaşmadan yana, ama ana güçler direnmeden yanadırlar. Bu üç etkenin birleşmesi, uzlaşma tehlikesinin bir yana itilmesi ve Direnme Savaşının sonuna kadar sürdürülmesi olanağını sağlıyor.
25. Şimdi de ikinci soruyu yanıtlayalım. Yurdumuzdaki
(sayfa 252) politik gelişme ile Direnme Savaşı azmi birbirinden ayrılamaz. Politik gelişme ne kadar büyük olursa, savaş azmimiz o kadar fazla; savaş azmimiz ne kadar fazla olursa, politik gelişmemiz o kadar büyük olur. Ama aslında her şey bizim Direnme Savaşı azmimize bağlı. Kuomintang rejimi altındaki çeşitli alanlarda, arzu edilmeyen gelişmeler çok önemlidir ve bu zararlı etkenlerin yıllardır birikmesi, geniş yurtsever safları arasında büyük kaygı ve gevşeme kaynağı olmaktadır. Ama kötümserliğe yer yok, çünkü Direnme Savaşındaki deneyim, Çin halkının, son on ayda, geçmişteki birçok yıllarda yitirdiği ilerleme kadar ilerlediğini göstermiştir. Uzun kokuşma yıllarının birbiri üzerine binen etkileri, halkın Japonlara karşı direnme gücünün gelişmesini ciddi şekilde engelliyor ve zaferlerimizi sınırlıyor ve savaşta kayıplar vermemize yolaçıyorsa da, Çin'deki Japonya'daki ve bütün dünyadaki genel durum, Çin halkının ilerlemekte olduğunu gösteriyor. Bu ilerleme, ilerlemeyi engelleyen kokuşma etkeni yüzünden, yavaş olacaktır. İlerleme ve ilerlemenin yavaşlığı, bugünkü durumun iki özelliğidir ve bu yavaşlık, savaşın acil gereklerine ayak uyduramamakta ve yurtseverleri kaygılandırmaktadır. Ama biz, devrimci bir savaşın ortasındayız ve devrimci savaş, yalnızca düşmanın zehirlerini yokeden bir aşı değil, bizi de kirlerimizden arındıran bir şeydir. Her haklı devrimci savaş pek çok şeyi değiştirebilen ya da bu değişiklik için yolları açan pek büyük bir güç taşır. Çin-Japon savaşı, hem Çin'i, hem Japonya'yı değiştirecektir. Yeter ki, Çin, Direnme Savaşında ve Birleşik Cephede dirensin. Eski Japonya, yeni bir Japonya'ya; eski Çin, yeni bir Çin'e dönüşecektir. Ve hem Çin'deki ve hem de Japonya'daki halk, ve başka şeyler, savaş sırasında da, savaştan sonra da, değişecektir. Japonlara karşı savaş ile ulus olarak yeniden kuruluşumuz birbiriyle sıkı sıkıya ilişkilidir. Japonya'nın da değişeceğini söylemek, yöneticilerinin giriştikleri saldırı
(sayfa 253) savaşının yenilgiyle sonuçlanacağını ve belki de Japon halkının bir devrim yapmasına yolaçacağını söylemektir. Japon halk devriminin zafer günü, Japonya'nın değişme günü olacaktır. Bütün bunlar, Çin'in Direnme Savaşı ile yakından ilgilidir ve hesaba katılması gerekli şeylerdir.
ULUSÇA BOYUN EĞME TEORİSİ YANLIŞTIR
ÇABUK ZAFER TEORİSİ DE YANLIŞTIR
26. Nispi kuvvet, büyüklük, gelişme ya da gerileme ve desteklenme durumu gibi temel karşıt özellikler bakımından düşmanla aramızda yaptığımız karşılaştırmalı incelememizde, ulusça boyun eğme teorisini çürütmüş bulunuyoruz. Ayrıca, uzlaşmanın niçin olası olmadığını ve politik ilerlemenin olanaklı olduğunu açıkladık. Boyun eğme taraftarları, yalnızca güçlülük ve zayıflık arasındaki çelişki üzerinde durarak, öteki bütün çelişkileri savsıyor ve bunu tezlerine temel alacak şekilde şişiriyorlar. Kuvvetler arasındaki karşıtlık üzerinde durmaları, onların tek yanlılıklarını gösteriyor ve konunun bu yönünü abartmaları ise öznel olduklarını ortaya koyuyor. Böylece, soruna bütünüyle bakılınca, onların dayandıkları bir temel olmadığı ve yanıldıkları görülür. Ne boyun eğmeden yana ve ne de kötümser olmayıp, belirli bir zamanda ve belirli bir bakımdan, bizim gücümüzle düşmanınki arasındaki açık eşitsizlik ya da ülkedeki çöküntü yüzünden şu an için kötümser bir hava içinde olanlara gelince, onların da konuyu tek yanlı ve öznel olarak ele aldıklarını söylememiz gerekir. Ama onların yola gelmeleri nispeten daha kolay. Onlar bir defa uyarıldılar mı, durumu kavrayacaklardır; çünkü onlar, yurtseverdirler ve yanılgıları geçicidir.
27. Çabuk zaferden sözedenler de aynı şekilde yanılıyorlar. Onlar, ya kuvvetlilikle zayıflık arasındaki çelişkiyi büsbütün unutarak yalnız öteki çelişkileri ansıyorlar ya da
(sayfa 254) Çin'in üstün yanlarını gerçeğe uymayacak şekilde abartıyorlar. Bunlar, bir anlık kuvvet dengesini yersiz bir kibirlilik içinde değerlendiriyor ve tıpkı "Gözönündeki bir yaprak, Tay Dağını kapatır" atasözünde olduğu gibi, bütün durum için geçerli sayıyorlar. Kısacası, onlar, düşmanın kuvvetli, bizim ise zayıf olduğumuzu kabul etmek cesaretini gösteremiyorlar. Çoğu zaman bu gerçeği yadsıdıkları için, gerçeğin bir yanını yadsımış oluyorlar. Bunlar üstünlüklerimizin de sınırlı olduğunu kabul etmek cesaretini gösteremiyorlar, ve böylece gerçeğin bir yanını daha yadsımış oluyorlar. Sonuç olarak, küçük ve büyük yanlışlar yapıyorlar, ve öznellik ile tek yanlılık, burada da, zarar veriyor. Bu dostların da yürekleri yerli yerinde ve onlar da yurtsever kişiler. Ama "beylerimizin gönülleri aslında yüce" olmakla birlikte, görüşleri yanlıştır ve bunlara uyarak hareket eden, başını taş duvara çarpar. Çünkü, durumun değerlendirmesi gerçeğe uymazsa, hareket hedefine ulaşamaz; böylesine hareket, ordunun yenilgisi, ulusun boyun eğmesi, tutsaklığı demektir. Bu bakımdan, sonuçta, yenilgiyi önceden kabul edenlerle aynı kapıya çıkılmış olur. Çabuk zafere ulaşma teorisinin de işe yaramadığı görülüyor.
28. Biz, ulusça boyun eğmenin tehlikesini yadsıyor muyuz? Hayır, yadsımıyoruz. Çin'in iki olası gelecekle karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Kurtuluş ya da tutsaklık. Bu ikisi, şiddetli bir çatışma halinde. Bizim görevimiz, kurtuluşa ulaşmak ve tutsaklığı ortadan kaldırmaktır. Kurtuluşun koşulları, Çin'in gelişmesi, ilerlemesi (ki bu ana koşuldur), düşmanın içinde bulunduğu güçlükler ve uluslararası destektir. Biz, boyun eğme taraftarlarından farklıyız. Nesnel bir çözümleme ve çok yanlı bir görüş sonunda, ulusça boyun eğme ve kurtuluş olasılıkları üzerinde duruyor, kurtuluşun çok daha olasılığı bulunduğunu görüyor, 'bunun başarıya ulaşma koşullarını gösteriyor ve bunları sağlamaya çalışıyoruz. Boyun eğme taraftarları, öznel ve tek yanlı bir
(sayfa 255) görüşle, tek olasılığı, yani ulusça boyun eğmeyi kabul ediyorlar. Kurtuluş için gerekli koşulları göstermek ya da bunları sağlamak uğruna çaba göstermek şöyle dursun, kurtuluş olasılığını bile kabul etmiyorlar. Ayrıca, biz, uzlaşma ve kokuşma eğilimlerini kabul etmekle birlikte belirttiğimiz öteki eğilim ve olayları da görüyor ve bunların zamanla duruma egemen olacaklarını ve daha şimdiden ilk koşullarla şiddetli bir çatışma içinde olduklarını da kabul ediyoruz. Üstelik biz sağlıklı eğilimlerin ve olayların egemen olması için gerekli koşulları gösteriyor, uzlaşma eğilimlerinin üstesinden gelmeye, ülkedeki kokuşmuş durumu değiştirmeye çalışıyoruz. Bu yüzden, kötümserlerin tersine, umutsuz değiliz.
29. Biz de çabuk bir zaferi sevinçle karşılardık; "şeytanları" bir gecede sürüp çıkartmayı herkes ister. Ama biz, bazı kesin ve belirli koşullar olmadıkça, çabuk bir zaferin nesnel gerçeklikte değil, ancak insanın hayalinde varolabileceğine işaret ediyoruz. Bu, bir düştür ve yanlış bir teoridir. Hem düşmanla ve hem de bizimle ilgili bütün koşulların nesnel ve ayrıntılı bir değerlendirmesini yaptıktan sonra, biz, kesin zafere götürecek tek yolun uzatmalı savaş stratejisi olduğuna işaret ediyoruz ve temelsiz çabuk zafer teorisini reddediyoruz. Kesin zafer için bütün vazgeçilmez koşulların sağlanması uğruna çaba gösterilmesi düşüncesindeyiz. Bu koşullar ne kadar erken ve tam sağlanırsa, zaferden o kadar emin olacağız ve zafere daha erken ulaşacağız. Savaşın ancak bu yoldan kısaltılabileceğine inanıyoruz ve gevezelikten öteye gitmeyen ve her şeyi ucuza elde etmek çabasından başka bir şey olmayan çabuk zafer teorisini reddediyoruz.
NEDEN UZATMALI BİR SAVAŞ?
Şimdi de uzatmalı savaş problemini inceleyelim.
(sayfa 256) "Neden uzatmalı bir savaş?" sorusunun doğru bir yanıtına, ancak Çin ile Japonya arasındaki bütün temel karşıtlıklara dayanılarak ulaşılabilir. Örneğin, eğer biz, sadece düşmanın kuvvetli bir emperyalist güç, bizim ise zayıf bir yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olduğumuzu söylersek, ulusça boyun eğme teorisine düşme tehlikesiyle yüzyüze geliriz. Çünkü bir mücadele, yalnızca zayıfı kuvvetliyle karşı karşıya koyarak, teoride de, uygulamada da uzatılamaz. Mücadele, yalnızca büyüğü küçükle, ilericiyi gericiyle ya da bol yardımı kıt yardımla karşı karşıya koymakla da uzatılmış olmaz. Küçük bir ülkenin büyük bir ülke tarafından ya da büyük bir ülkenin küçük bir ülke tarafından ilhakı olağan işlerdendir. Güçlü olmayan ilerici bir ülkenin, büyük ve gerici bir ülke tarafından yıkıldığı çok görülmüştür. Aynı şey, ilerici olup da güçlü olmayan her şey için söylenebilir. Bol ya da kıt yardım önemli ama ancak yardımcı bir etkendir ve etki derecesi her iki taraftaki temel etkenlere bağlıdır. Onun için biz, Japonlara Karşı Direnme Savaşı, uzatmalı bir savaş olacaktır dediğimiz zaman, bu sonucu, her iki tarafı etkileyen bütün etkenlerin iç ilişkilerinden çıkartıyoruz. Düşman kuvvetli, biz zayıfız, boyun eğme tehlikesi var. Ama öte yandan, düşmanın eksiklikleri, bizim üstünlüklerimiz var. Çabalarımızla, düşmanın üstünlükleri ve bizim eksiklerimiz azaltılabilir. Öte yandan, bizim üstünlüklerimiz çoğaltılabildiği gibi eksikliklerimize de çare bulunabilir. Yani, biz, son zaferi kazanabilir ve tutsaklıktan kurtulabiliriz, oysa düşman, eninde sonunda yenilecek ve bütün emperyalist sisteminin çôküşünü önleyemeyecektir.
31. Düşmanın yalnız bir bakımdan üstünlüğü olduğu ve bütün başka bakımlardan eksiklikleri olduğu, bizim de yalnız bir yönden eksikliğimiz, bütün başka bakımlardan üstünlüğümüz olduğuna göre, bu durum niçin bir denge yaratmadı da, tersine, bugün için düşmana bir üstünlük sağladı? Sorunu böylesine biçimsel bir yoldan ele alamayacağımız
(sayfa 257) açıktır. Şimdilik düşmanın kuvvetiyle bizim zayıflığımız arasındaki fark öylesine büyük ki, düşmanın eksikliklerinin, gücünü bastıracak şekilde büyümesi bugün için beklenemeyeceği gibi, bizim üstünlüklerimizin de, zayıflığımızı örtecek derecede gelişmediği ve bugün için gelişemeyeceği gerçektir. Bundan dolayı, şimdilik bir denge değil, ancak dengesizlik olabilir.
32. Direnme Savaşında ve birleşik cephede gösterdiğimiz azim, düşmanın gücünü ve üstünlüğünü az da olsa değiştirmiş olmakla birlikte, henüz köklü bir değişme yoktur. Bu durumda, savaşın belli bir döneminde, düşman belli bir ölçüde zafer kazanacak, biz yenilgiye uğrayacağız. Peki, düşmanın belli bir ölçüde zafer kazandığı, bizim yenilgilere uğradığımız bu dönem, niçin sınırlı olacak da kesin zafer ve yenilgiyle sonuçlanmayacak? Bunun nedeni, önce, başlangıçtan beri düşmanın kuvvetinin ve bizim zayıflığımızın kesin değil, nispi olması; sonra, bizim Direnme Savaşı ve birleşik cephe azmimizin bu nispiliği daha da artırmasıdır. Başlangıçtaki duruma oranla, düşman, hâlâ kuvvetli, ama elverişsiz etkenler, onun üstünlüğünü, yokedecek derecede değilse de, azaltmıştır. Aynı şekilde, biz, hâlâ zayıfız, ama elverişli etkenler, zayıflığımızı, henüz üstünlüğe dönüştürecek derecede değilse de telafi etmiştir. Yani, düşman nispeten kuvvetli ve biz nispeten zayıfız, düşman nispeten üstün, biz nispeten geri durumdayız. Her iki tarafta da, kuvvetlilik ve zayıflık, üstünlük ve geri durum hiç bir zaman kesin olmamıştır ve üstelik, savaş sırasında Japonlara karşı direnme ve birleşik cephe konularındaki azmimiz, bizimle düşman arasındaki ilk kuvvet dengesini daha da. değiştirmiştir. Bundan dolayı, bu aşamada, düşmanın zaferi ve bizim yenilgimiz tümüyle sınırlıdır ve savaş, bu yüzden uzatılmış oluyor.
33. Ama koşullar durmadan değişiyor. Savaş sırasında; doğru askeri ve politik taktikler kullanırsak, ilke
(sayfa 258) yanlışları yapmazsak ve büyük çaba harcarsak, zamanla düşmanın lehinde olmayan ve bizim lehimizde olan koşullar artacak, bunun kaçınılmaz sonucu olarak, nispi kuvvet ve her iki tarafın nispi durumundaki fark sürekli olarak değişecektir. Yeni bir aşamaya ulaşılınca, kuvvetler dengesinde yeni bir değişme olacak ve sonunda düşman yenilecek, biz zafere ulaşacağız.
34. Bugün, düşman, hâlâ kuvvetinden sonuna kadar yararlanıyor ve Direnme Savaşımız, düşmanı henüz köklü şekilde yıpratamadı. Düşmanın yetersiz insan gücü ve doğal kaynakları, henüz saldırı gücünü engelleyecek halde değil. Tersine, bu saldırıyı hâlâ bir dereceye kadar destekleyebiliyor. Hem Japonya'daki karşıtlıkları ve hem de Çin ulusunun direnmesini yoğunlaştıran bir etken olan savaşın gerici ve barbar doğası, düşmanın ilerlemesini kökten engelleyen bir durum yaratamadı. Düşmanın uluslararası planda tecridi günden güne artmakla birlikte, henüz tam değil. Bize yardım edeceğini belirten birçok ülkede, silah ve savaş gereçleriyle uğraşan ve kârdan başka bir şey düşünmeyen kapitalistler, Japonya'yı hâlâ büyük miktarda savaş gereçleriyle donatıyorlar
[15] ve bunların hükümetleri,
[16] Japonya'ya karşı pratik tedbirler almak konusunda Sovyetler Birliği'ne katılmakta hâlâ çekimser davranıyorlar. Bütün bunlardan şu sonuç çıkıyor ki, bizim Direnme Savaşımız çabuk kazanılamaz ve ancak uzatmalı bir savaş olabilir. Çin'e gelince, on aylık direnme sırasında askeri, ekonomik, politik ve kültürel alanlarda bazı gelişmeler olmakla birlikte, düşmanın saldırılarına engel olabilmek ve karşı-saldırıya geçebilmek için gerekli durumdan henüz çok uzağız. Ayrıca, nicel olarak, bazı kayıplara katlanmamız gerekiyor. Lehimizdeki bütün etkenlerin olumlu etkileri görülmekle birlikte, bunlar,
(sayfa 259) bizim büyük çabalarımız olmaksızın düşman saldırısını durdurmaya ve karşı-saldırımızı hazırlamamıza yeterli değildir. Ne memleket içinde kokuşmuş yönetimin yokediImesi ve ilerlemenin hızlandırılması ne de dışarda Japonlardan yana olan kuvvetlerin kazanılması ve onlara karşı olan kuvvetlerin genişletilebilmesi gerçekleştirilebildi. Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi, savaşımız çabuk kazanılamaz, ama ancak uzatmalı bir savaş olabilir.
UZATMALI SAVAŞIN ÜÇ AŞAMASI
35. Çin-Japon savaşı uzatmalı bir savaş ve kesin zafer Çin'in olacağı için, bu savaşın üç aşamadan geçeceği mantıklı olarak kabul edilebilir. İlk aşama, düşmanın stratejik saldırısı ve bizim stratejik savunmamız dönemini kapsar. İkinci aşama, düşmanın stratejik takviye ve bizim karşı-saldırıya hazırlanma dönemimiz olacaktır. Üçüncü aşama, bizim stratejik karşı-saldırı ve düşmanın stratejik geri çekilme dönemi olacaktır. Bu üç aşamadaki somut durumu önceden görmek olanaksız ise de, savaşın bazı ana çizgileri, bugünkü koşulların ışığı altında ortaya konulabilir. Olayların nesnel akışı, birçok kıvrımları ve dönemeçleri taşıyacak şekilde pek zengin ve çeşitlidir ve hiç kimse, Çin-Japon savaşı konusunda kehanette bulunamaz. Gene de, savaşın stratejik yönetimi için, genel gidiş çizgisinin bir taslağı yapılmak gerekir. Bu taslağın bundan sonraki olaylara tıpı tıpına uymaması, üzerinde düzeltmeler yapılması olanaklı olmakla birlikte, uzatmalı savaşa kesin ve amaca uygun bir yön verilebilmesi için bunun yapılması gereklidir.
36. İlk aşama henüz sona ermedi. Düşmanın amacı, Kanton'u Vuhan'ı ve Lançov'u işgal etmek ve bu üç noktayı birleştirmektir. Bu amaca ulaşması için, düşmanın en az elli tümen ya da aşağı yukarı birbuçuk milyon insan kullanması, birbuçuk-iki yıl harcaması ve on milyar yen harcaması
(sayfa 260) gerekir. Bu kadar derinlere nüfuz ederken, sonuçları hayal edilemeyecek kadar felaketli büyük güçlüklerle karşılaşacaktır. Kanton-Hankov demiryolu ile Siyan-Lançov karayolunu işgale girişirken korkunç muharebeler vermesi gerekecek ve böylelikle, bu planında bile başarıya ulaşamayabilecektir. Ama biz, harekât planlarımızı yaparken, düşmanın bu üç noktayı ve; belirli bazı bölgeleri de işgal edebileceği, bunları birbiriyle bağlayabileceği varsayımına dayanmalı, kuvvetlerimizi uzatmalı bir savaşa göre yaymalıyız. Böylece, düşman planını uygulayabilirse, onunla başa çıkmaya güç yetirebileceğiz. Bu aşamada, mücadele şekli olarak gerilla ve mevzii savaşlar ile desteklenen hareketli savaşı kabul etmeliyiz. Kuomintang askeri makamlarının öznel yanılgıları sonucu, bu aşamanın ilk evresinde mevzii savaşa öncelik verilmişti, oysa bu aşama bütünüyle düşünülürse, bu çeşit mücadele ancak yardımcı bir rol oynayabilir. Bu aşamada Çin, geniş bir birleşik cephe kurdu ve görülmemiş. bir birlik sağladı. Düşman sonuca çabuk varma planını gerçekleştirmek ve büyük bir çaba harcamaksızın bütün ülkeyi ele geçirmek için, Çin'i teslim olmaya zorlama yolunda çok aşağılık ve bayağı yollara başvurduysa da, şimdiye kadar bunda başarıya ulaşamadı ve ilerde de başarıya ulaşması olasılığı pek azdır. Bu aşamada, büyük kayıplara karşın, Çin, büyük gelişmeler gösterecek ve bu durum ikinci aşamadaki sürekli direnmesinin temelini oluşturacaktır. Şimdiki aşamada, Sovyetler Birliği, Çin'e önemli yardımlarda bulunmuştur. Düşman tarafında maneviyat bozukluğunun belirtileri başlamış, ordusunun saldırı hızı, bu aşamanın orta evresinde, ilk evresindekine oranla azalmıştır. Son evrede bu hızın daha da azalacağı kuşkusuzdur. Maliyesinde ve ekonomisinde çökme işaretleri belirmiş; halkında ve askerleri arasında savaş bıkkınlığı başlamıştır. Savaşın yönetimini elinde bulunduran klik içinde "savaş bezginliğinin" belirtileri görülmeye başlanıyor, savaşın geleceği
(sayfa 261) konusunda kötümserlik gelişiyor.
37. İkinci aşama, stratejik durgunluk denilebilecek dönem olacaktır. İlk aşamanın sonunda düşman, asker eksikliği ve bizim azimli direnişimiz dolayısıyla stratejik savunması için bazı uç noktaları sabitleştirmek zorunda kalacak tır. Bu aşamada, stratejik saldırıya son verecek ve işgal ettiği bö1geleri koruma aşamasına girecektir. Bu ikinci aşamada, düşman bir yandan Çin halkını soyup soğana çevirirken, bir yandan da ele geçirdiği bölgeleri korumaya, oralarda hileli yöntemlerle kukla hükümetler kurarak, oraları kendisine maletmeye çalışacaktır. Ne var ki, bu çabasında da inatçı gerilla savaşıyla karşılaşacaktır. Düşmanın gerisinin korunmasız olması gerçeğinden yararlanan gerillalarımız, ilk aşamada büyük gelişmeler gösterecek, birçok üs bölgeleri kurulacak, işgal edilen yerlerde düşmanın yerleşmesi ciddi şekilde engellenecek ve böylece, ikinci aşamada, gene yaygın mücadeleler olacaktır. Bu aşamadaki muharebe şeklimiz, hareketli savaşla desteklenen gerilla savaşı olacaktır. Çin henüz büyük bir düzenli orduyu devam ettirmekle birlikte, bir yandan, düşmanın, işgal ettiği büyük kentlerde ve bütün önemli ana muhabere hatları boyunca stratejik bir savunma durumunu benimsemesi, öte yandan, Çin'in teknik bakımdan henüz yeterince donatılmamış olması dolayısıyla, hemen bir stratejik karşı-saldırıya geçmesi çok güç olacaktır. Düşmana karşı cephe savunması yapan birlikler dışında, kuvvetlerimiz nispeten dağınık bir durumda, düşman gerilerine kaydırılacak ve düşmanın eylemli (fiili) işgali altında olmayan bütün yerlerde süslenip yerel halk silahlı kuvvetlerimizle işbirliği yaparak işgal altındaki bölgelere karşı şiddetli bir gerilla savaşına girişecek, düşmanı elinden geldiğince hareket halinde tutarak, şu sıralarda Şansi eyaletinde olduğu gibi, onu hareketli savaşla imha edecektir. İkinci aşamada, muharebe insafsız olacaktır ve ülke ciddi yıkıma uğrayacaktır, ama gerilla savaşı başarıya
(sayfa 262) ulaşacak ve eğer iyi yönetilirse, düşmanın elinde işgal ettiği toprakların ancak üçte-biri kalacak, üçte-ikisi bizim elimize geçecek ve bu, düşman için büyük bir yenilgi, bizim için büyük bir zafer olacaktır. O zamana kadar düşman işgali altındaki topraklar bütünüyle üç sınıfa ayrılmış olacaktır; birincisi düşman üs bölgeleri; ikincisi, bizim gerilla üs bölgelerimiz; üçüncüsü, her iki tarafın mücadelesine sahne olan gerilla bölgeleri. Bu aşamanın süresi, bizim ile düşman arasındaki kuvvet dengesindeki değişmenin derecesi ile uluslararası durumdaki değişmelere bağlı olacaktır. Biz, bu aşamanın nispeten uzun süreceğini ve getireceği güçlüklere katlanmayı göze almalıyız. Bu, Çin için çok zor bir dönem olacak; ekonomik güçlükler ve hainlerin yıkıcı etkinlikleri, iki önemli sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Düşman, Çin'in birleşmiş cephesini yıkmak için, elinden geleni yapacak, işgal edilmiş bölgelerdeki hain örgütler sözde "birleşik hükümet" içine katılacaklardır. Büyük kentlerin yitirilmesi ve savaşın güçlükleri karşısında saflarımızdaki kararsız unsurlar, uzlaşmak için yaygara koparacaklar, kötümserlik ciddi şekilde artacaktır. O zaman bizim görevimiz, bütün halkı tek vücut halinde birleştirmek üzere seferber etmek, savaşı yılmayan bir azimle yürütmek, birleşik cepheyi genişletmek ve takviye etmek, her türlü kötümserliği ve uzlaşma düşüncelerini bir yana itmek, mücadele azmini geliştirmek ve yeni savaş haline uygun tedbirler uygulayarak güçlüklerin üstesinden gelmek olacaktır. İkinci aşamada, bütün ülkeye, birleşik bir hükümeti azimle desteklemek için, çağrıda bulunacağız. Parçalanmalara karşı çıkacağız ve savaş tekniklerini sistemli olarak geliştireceğiz; silahlı kuvvetlerimize yeni bir şekil vereceğiz; bütün halkı seferber ederek karşı-saldırıya hazırlanacağız. Uluslararası durum Japonya'nın daha da aleyhine dönecek ve her türlü
oldu bittiye yer veren Chamberlain tipi "gerçekçilik" politikası gevezelikleri yanında, uluslararası ana güçler, Çin'e yardım
(sayfa 263) etmeye daha eğilimli olacaktır. Japonya'nın Güney-Dcğu Asya ile Sibirya için oluşturduğu tehdit daha da artacak ve belki de başka bir savaş daha çıkacaktır. Japonya'ya gelince, düzinelerle tümeni Çin topraklarında yitip gidecektir. Yaygın gerilla savaşı ve halkın Japonlara karşı giriştiği hareket, bu büyük. Japon kuvvetlerini eritecek, yurt özleminin, savaş bıkkınlığının ve hatta savaş aleyhtarı duyguların körüklenmesiyle işgal ordusunun maneviyatı iyice bozulacaktır. Japonya'nın Çin'i yağma etmesinden hiç bir sonuç alamayacağını söylemek belki de yanlış olur, ama insan gücünün sınırlı olması ve gerilla savaşının verdiği huzursuzlukla, düşman hızlı ve köklü sonuçlara da ulaşamayacaktır. Bu ikinci aşama, savaşın bütünü içinde, geçici bir aşama olacaktır; belki en güç dönem olacaktır, ama bir dönüm noktası da oluşturacaktır. Çin'in bağımsız bir ülke olması ya da sömürgeleşmesi, ilk aşamada büyük kentlerin elde bulundurulması ya da yitirilmesiyle değil, ikinci aşamada tüm ulusun göstereceği çabanın büyüklüğü ile belirlenecektir. Eğer biz, Direnme Savaşına, birleşik cepheye ve uzatmalı savaşa dört elle sarılırsak, Çin, bu aşamada zayıflıktan kuvvetliliğe geçme gücünü kazanacaktır. Bu, Çin'in üç perdelik Direnme Savaşında ikinci perde olacaktır. Ve dramda rol alan bütün oyuncuların çabasıyla, yetkin bir üçüncü ve son perde o1anaklı hale gelecektir.
38. Üçüncü aşama, yitirdiğimiz toprakları geri almak için karşı-saldırı aşaması olacaktır. Bu, her şeyden önce, Çin'in bundan önceki aşamada ulaşabildiği ve üçüncü aşamada büyümesini sürdürecek güce bağlı olacaktır. Ama yalnızca Çin'in gücü yeterli olmayacaktır, aynı zamanda uluslararası kuvvetlerin desteğine ve Japonya'da meydana gelecek değişmelere dayanacağız, yoksa savaşı kazanmamız olanaksızlaşır. Bu, Çin'in uluslararası propaganda ve diplomasi alanındaki ödevlerine ekleniyor. Üçüncü aşamada, savaşımız artık stratejik savunma savaşı olmayacak,
(sayfa 264) kendisini stratejik karşı-saldırı halinde gösterecek, stratejik karşı-saldırı halini alacaktır; ve artık stratejik iç hatlarda dövüşülmeyecek, ama yavaş yavaş stratejik dış hatlara doğru kayılacaktır. Ve biz, Yalu nehrine kadar ilerlemedikçe, bu savaş bitmiş sayılmayacaktır. Üçüncü aşama, uzatmalı savaşın son aşaması olacaktır; ve biz, savaşta sonuna kadar sebat etmekten sözederken, bu aşamayı sonuna kadar sürdürmeyi kastediyoruz. Başlıca mücadele biçimimiz gene hareketli savaş olacak, ama mevzii savaşlar önem kazanmaya başlayacaktır. Mevzii savunma, varolan koşullarda, ilk aşamada önemli değilse de, mevzii saldırılar, değişen koşullar ve görevin gereği bakımından, üçüncü aşamada hayli önem kazanacaktır. Bu üçüncü aşamada, gerilla savaşı, gene hareketli ve mevzii savaşlarla desteklenerek stratejik destek sağlayacak, ama ikinci aşamadaki gibi asıl savaş şekli olmayacaktır.
39. Böylece, savaşın uzatmalı ve insafsız bir savaş olacağı apaçık ortaya çıkıyor. Düşman, Çin'i bütünüyle hiç bir zaman işgali altına alamayacak, ama birçok yeri epey zaman işgal edebilecektir. Çin, Japonları hızla sürüp çıkartamayacak, ama arazinin büyük kesimi Çin'in elinde kalacaktır. Düşman! eninde sonunda yitirecek, biz kazanacağız; ama önümüzde alınması gerekli çetin bir yol bulunacaktır.
40. Çin halkı, bu uzun ve insafsız savaş süresince, çelikleşecektir. Savaşa katılan politik partiler de çelikleşecek ve sınanacaktır. Birleşik cepheye dört elle sarılmak gerekir: ancak birleşik cepheye ve savaşa azimle bağlanarak savaşı kazanabiliriz. Ancak bu yolla bütün güçlerin üstesinden gelinebilir. Önümüzdeki çetin yolu aşarak zafere ulaşabiliriz. Savaşın doğal mantığı budur.
41. Üç aşamadaki nispi kuvvet değişmeleri şu şekilde olacaktır: ilk aşamada düşman kuvvet bakımından üstün, biz aşağı durumda olacağız. Bizim aşağı durumda olmamız bakımından, Direnme Savaşının arifesinden bu aşamanın
(sayfa 265) sonuna kadar geçen zamanda, iki çeşit değişmeyi gözönünde bulundurmalıyız. İlk değişme kötüye doğru bir gidiştir. Zaten gelişmemiş durumda bulunan Çin'in bu halini savaş, toprak, nüfus, ekonomik güç, askeri kuvvet ve kültür kurumlarının kaybı daha da kötüleştirecektir. Bu aşamanın sonunda, başta ekonomik durum olmak üzere, bu bozulma önemli ölçüde olacaktır. Bazı kimseler, bu durumu, kendi ulusça boyun eğme ve uzlaşma teorilerine temel yapmak için istismar edeceklerdir. Ama ikinci çeşit değişme, yani iyiye doğru gidiş de gözden ırak tutulmamalıdır. Bunlar, savaşta kazanılan deneyimleri, silahlı kuvvetlerin kaydettikleri gelişmeleri, politik ilerlemeleri, halkın seferber edilmesini, kültürün yeni bir yönden gelişmesini, gerilla savaşının ortaya çıkmasını ve uluslararası desteğin artması gibi alanları kapsamaktadır. İlk aşamada aşağı doğru gidiş eskimiş nicelik ve nitelik olup, bunun belirtileri aslında nicel olarak ortaya çıkar. Yükselmekte olan şey ise yeni nicelik ve nitelik olup, bunun ortaya çıkışı özellikle niteldir. İşte bu ikinci çeşit değişme, bizim uzatmalı bir savaş vermemize ve kesin zaferi kazanmamıza temel olmaktadır.
42. İlk aşamada, aynı iki tip değişme, düşman tarafında da oluyor. Birinci çeşit değişme, kötüye doğru bir değişme olup, yüzbinlerce kayıp, silah ve savaş gereçlerinin tükenmesi, askerlerin maneviyatlarının bozulması, ülkede halkın memnuniyetsizliği, ticaretin azalması, milyarlarca yen'in harcanması, dünya kamuoyunun kınaması, gibi şekillerde kendini göstermektedir. Bu gidiş, aynı zamanda, bizim uzatmalı bir savaş verme ve son zaferi kazanma olanağımıza da temel olmaktadır. Ama biz, düşman tarafındaki ikinci çeşit değişmeyi, iyiye doğru değişmeyi de hesaba katmalıyız. Bu, onun toprak, nüfus ve doğal kaynaklar bakımından genişlemesini kapsar. Bu da, bizim Direnme Savaşımızın uzatmalı bir savaş olması zorunluluğunu ve çabuk bir zaferin olanaksızlığını ortaya koyar. Ama bazı
(sayfa 266) kimseler, bunu da, kendi ulusça boyun eğme ve uzlaşma teorilerine dayanak olarak kullanmak isterler. Ne var ki, düşman tarafındaki bu iyiye doğru değişmenin geçici ve kısmi karakterini hesaba katmamız gerekir. Japonya, çöküntüye doğru giden emperyalist bir güçtür ve onun Çin topraklarını işgali geçicidir. Çin'de gerilla savaşının hızla yayılması, Japonların eylemli (fiili) işgallerini dar bö1geler içinde sınırlayacaktır. Ayrıca, Japonya'nın Çin topraklarını işgali, Japonya ile öteki yabancı ülkeler arasında şiddetli çelişkilere yolaçmıştır. Üstelik, genellikle, bu gibi işgal hareketlerinde olduğu gibi, Japonya'nın herhangi bir kâr sağlamadan önce yatırımlar yapması gerekecektir. Bunun örneği üç kuzey eyaletinde görülmüştür. Bütün bunlar, bir defa daha, boyun eğme ve uzlaşma teorisini temelinden çürütmekte ve uzatmalı savaş ve kesin zafer teorilerine güç kazandırmaktadır.
43. İkinci aşamada, her iki tarafta da yukardaki değişmeler gelişegidecektir. O zamanki durum şimdiden öngörülemez ise de, Japonya, genellikle iniş, Çin ise bir çıkış halinde olacaktır.
[17] Örneğin, Japonya'nın askeri ve mali kaynaklarını Çin'in yürüttüğü gerilla savaşı ciddi şekilde tüketecek, Japonya'da halkın hoşnutsuzluğu artacak, askerlerin maneviyatı daha da bozulacak, uluslararası planda yalnızlığı artacaktır. Çin'e gelince, politik, askeri ve kültürel alanlarda ve halkın seferber edilmesinde daha da ileri gidecek; gerilla savaşı yaygınlaşacak; küçük sanayide ve tarımda bazı yeni ekonomik gelişmeler olacak; uluslararası destek büyüyecek; görünüm bugünkünden tümüyle farklı olacaktır.
(sayfa 267) Bu ikinci aşama, kuvvetler dengesinde büyük değişmelerin görüleceği epey uzun zaman sürebilir; Çin yavaş yavaş yükselirken Japonya yavaş yavaş gerileyecektir. Çin, içinde bulunduğu aşağı durumdan çıkacak, Japonya üstün durumunu yitirecektir. Önce iki ülke eşit duruma gelecek, sonra nispi durumları tersine dönecektir. Bu arada Çin, stratejik karşı-saldırı hazırlıklarını tamamlayacak, karşı-saldırı ve düşmanın ülkeden sürülüp çıkarılması dönemine girecektir. Şunu yinelemek gerekir ki, aşağı durumdan üstün duruma geçme karşı-saldırı hazırlıklarını tamamlama, üç şeye, yani Çin'in gücünün, Japonya'nın güçlüklerinin ve uluslararası desteğin artmasına bağlıdır. İşte bütün bu etkenlerin bir araya gelmesiyle Çin'in üstünlüğü sağlanacak karşı-saldırı hazırlıkları tamamlanacaktır.
44. Çin'in politik ve ekonomik gelişmesindeki zikzaklar nedeniyle üçüncü aşamadaki stratejik karşı-saldırı, başlangıçta bütün ülkede bir örnek ve engelsiz bir görünüm göstermeyecek, bölgesel özellikleri olacak, şurada yükselme gösterirken, burada düşecektir. Bu dönemde düşman, Çin'in birleşik cephesini bozmak için giriştiği hileli çabaları artıracak, bu durumda Çin'in bütünlüğünü sürdürmek daha da büyük bir görev olacaktır. Ve biz stratejik karşı-saldırımızın yarıda kalmaması için, elimizden geleni yapacağız. Bu dönemde, uluslararası durum, Çin için çok elverişli hale gelecektir. Çin'in görevi, tam özgürlüğe kavuşmak, bağımsız, demokratik bir devlet kurmak ve bu yoldan dünyadaki anti-faşist harekete yardımcı olmak için, bu durumdan yararlanmak olacaktır.
45. Aşağı durumdan eşitliğe, sonra da üstünlüğe yükselen bir Çin ve üstün durumdan eşitliğe ve aşağı duruma düşen bir Japonya; savunmadan, olduğu yerde tutunmaya ve karşı-saldırıya geçen bir Çin, saldırıdan kazandığı yerleri korumaya ve sonra geri çekilmeye başlayan bir Japonya... İşte Çin-Japon Savaşının gidişi ve kaçınılmaz eğilimi.
(sayfa 268)
46. Bu durumda, sorular ve karşılıklar şöyledir: Çin dize getirilecek mi? Yanıt, hayır, dize getirilemeyecek, son zaferi kazanacak. Çin zafere çabuk ulaşabilir mi? Yanıt hayır, zafere çabuk ulaşamaz, savaş uzatmalı bir savaş olacaktır. Bütün bu sonuçlar doğru mu? Bence doğru.
47. Bu noktada, ulusça boyun eğme ve uzlaşma taraftarları gene seslerini yükseltecekler: "Aşağı durumdan eşit duruma gelmek için Çin'in Japonya'nınkine denk bir askeri ve ekonomik gücü olması, hele eşit durumdan üstün duruma geçmemiz için askeri ve ekonomik gücümüzün Japonlarınkinden de üstün olması gerekir. Ama bu olanaklı değildir, bundan dolayı da yukardaki sonuçlar doğru değildir."
48. Bu, savaş sorununa mekanik bir yaklaşımı ve tek yanlı bir görüşü yansıtan "silahlar her şeyi belirler"
[18] teorisidir. Bizim görüşümüz bunun tersidir; biz yalnızca silahları değil halkı da görürüz. Silahlar savaşta önemli bir etkendir, ama sonuç üzerinde etkili tek etken değildir; son sözü nesneler değil, insanlar söyler. Kuvvet yarışması, yalnızca askeri ve ekonomik güçlerin yarışması değildir, aynı zamanda insan gücünün ve moralinin de yarışmasıdır. Askeri ve ekonomik gücü insanlar yönetir. Çin halkının, Japon halkının ve öbür ülkeler halklarının büyük çoğunluğu, Japonlara Karşı Direnme Savaşından yana iseler, küçük bir azınlık tarafından yönetilen Japon askeri ve ekonomik gücü nasıl üstün sayılabilir? Ve sayılmazsa, nispeten aşağı bir askeri ve ekonomik güce sahip Çin, üstün tutulmak gerekmez mi? Hiç kuşku yoktur ki, Çin'in askeri ve ekonomik gücü yavaş yavaş artacaktır. Yeter ki, Direnme Savaşına ve birleşik cepheye dört elle sarılsın. Düşmanımız ise, uzun savaş ile, iç ve dış çelişkilerle zayıflayacak, askeri ve ekonomik gücü eninde sonunda tersine dönecektir. Bu
(sayfa 269) koşullar altında, Çin'in üstün duruma geçmemesi için ne gerekçe var? Hepsi bu kadar da değil. Her ne kadar şimdiden öteki ülkelerin açıktan açığa askeri ve ekonomik yardımlarına güvenmemiz doğru değilse de, ilerisi için böyle bir umut beslemememiz için hiç bir gerekçe yoktur. Japonya'nın tek düşmanı Çin olmadığına göre, ilerde de bir veya daha fazla ülke askeri ve ekonomik gücünü, savunma ya da saldırı şeklinde, Japonya'ya karşı kullanır ve bizi açıkça desteklerse, bizim üstünlüğümüz daha da artmaz mı? Japonya küçük bir ülke, giriştiği savaş gerici ve barbar, bu yüzden, uluslararası planda yalnızlığı gittikçe artacak; Çin büyük bir ülke, giriştiği savaş ilerici ve haklı ve uluslararası desteği gittikçe daha çok kazanacak. Bu etkenlerin uzun sürede gelişmesinin, düşman ile bizim aramızdaki nispi durumu değiştirmemesi için herhangi bir gerekçe var mı?
49. Çabuk zaferden yana olanlar, savaşın bir kuvvet yarışması olduğunu nasılsa anlamıyorlar; tarafların nispi kuvvetlerinde bir değişme olmadan önce, stratejik bakımdan kesin sonuçlar verecek muharebeler vermenin gereği olmadığını kavrayamıyorlar. Onların dedikleri yapılsaydı, kafamızı çoktan duvara çarpmıştık. Ama onlar, belki de düşüncelerini uygulamak niyetiyle değil, yalnızca laf olsun diye konuşuyorlar. Ama sonunda Bay Gerçek elinde bir kova soğuk su ile çıkagelecek ve kovayı bu gevezelerin başından aşağı boşaltacak; onların her şeyi ucuza elde etmek isteyen, hiç bir sıkıntıya katlanmak istemeyen hazırlopçu!ar olduklarını gösterecektir. Bu gevezelikleri daha önce de dinledik, çok olmamakla birlikte şimdi de dinliyoruz; ama savaş, durgunluk ve ardından da saldırı dönemine girince, bu konuşmalar belki daha da artacak. Ama bu arada Çin'in ilk aşamadaki kayıpları hayli ağır olursa ve ikinci aşama da uzun sürerse, ulusça boyun eğme ve uzlaşma teorileri epey geçerlik kazanacak demektir. Bundan dolayı, ateşimizi önce bunlara karşı yöneltmeliyiz ve ancak ondan sonra çabuk
(sayfa 270) zafer gevezelikleriyle uğraşmalıyız.
50. Savaşın uzatmalı olacağı kesindir, ama kaç ay ya da kaç yıl süreceğini kimse kestiremez, çünkü bu, tümüyle kuvvetler dengesindeki değişmeye bağlıdır. Savaşı kısaltmak isteyen herkesin yapacağı tek şey, çok çalışmak, bizim kuvvetimizi artırmak, düşmanınkini yıpratmaktır. Yani, tek çıkar yol, daha çok muharebe kazanmaya, düşman kuvvetlerini yıpratmaya çabalamak, düşmanın işgal ettiği toprakları azaltmak için gerilla savaşını geliştirmek, bütün ulusun kuvvetine dayanmak için birleşik cepheyi takviye etmek ve geliştirmek; yeni ordular, yeni savaş sanayileri kurmak; politik, ekonomik, kültürel gelişmeyi hızlandırmak; işçileri, köylüleri, işadamlarını, aydınları ve halkın öteki kesimlerini seferber etmek; düşman kuvvetlerini bölmek ve askerlerini tarafımıza çekmek; dış destek sağlamak için uluslararası propaganda yapmak; ve Japon halkı ile ezilen öteki halkların desteğini kazanmaktır. Ancak bütün bunları yaparak savaşın süresini kısaltabiliriz. Yoksa, sihirli bir kestirme yol yoktur.
KIL TESTERESİ MODELİNDE BİR SAVAŞ
51. Şurasını kesinlikle söyleyebilirim ki, Japonya'ya karşı uzatmalı direnme savaşı, insanlığın savaş tarihine eşsiz bir sayfa yazacaktır. Bu savaşın özelliklerinden birisi, bir yandan, Japonya'nın barbarlığı ve askeri birliklerinin azlığı, ve öte yandan, Çin'in ilericiliği ve topraklarının genişliği gibi çelişik etkenlerden doğan birbirine bağlı "kıl testeresi" modelinde olmasıdır. Tarihte kıl testeresi modelinde başka savaşlar da olmuştur. Ekim Devriminden sonra, Rusya'daki üç yıllık savaş, akla gelen ilk örnek olabilir; ama Çin'deki bu savaşın ayırıcı özelliği, tarihte bir rekor oluşturacak uzatılmışlığı ve şiddetidir. Bu savaşın kıl testeresi modelinde oluşu, kendini şöyle ortaya koymaktadır:
(sayfa 271)
52.
İç ve dış hatlar. Japonlara karşı savaş, bütünüyle iç hatlarda verilmektedir, fakat ana kuvvetler ve gerilla birlikleri arasındaki ilişkiler yönünden durumu ele alırsak, ana kuvvetler iç hatlarda çarpışmakta, düşmanın çevresinde bir kıskaç oluşturan gerilla birlikleri dış hatlar üzerinde savaş vermektedir. Aynı şey, çeşitli gerilla bölgeleri arasındaki ilişkiler için de söylenebilir. Kendi görüş açılarından her gerilla alanı iç hatlar, öteki bölgeler dış hatlar üzerindedir; bunların hepsi biraraya gelerek düşmanın çevresinde bir kıskaç oluşturan çeşitli muharebe cepheleridir. Savaşın ilk aşamasında, stratejik olarak iç hatlar üzerinde harekâtta bulunan düzenli ordu çekilmektedir, ama dış hatlar üzerinde stratejik harekâtta bulunan gerilla birlikleri geniş bir harekât alanı içinde düşmanın gerilerine doğru ilerleyecekler -bunlar, özellikle ikinci aşamada, daha da şiddetle saldıracaklardır- ve böylece hem çekilme ve hem de ilerleme harekâtının en dikkate değer örneklerini vereceklerdir.
53.
Bir geri bölgesi olmak ya da olmamak. Cephe hatlarını düşmanın işgali altındaki bölgelerin dış sınırlarına kadar genişleten ana kuvvetler, bir bütün olarak, ülkenin geri bö1gelerinde harekâtta bulunurlar. Muharebe hatlarını düşmanın gerilerine kadar uzatan gerilla birlikleri ise, bir bütün olarak, ülkenin geri bölgesinden ayrılmıştır. Ama her gerilla birliğinin, kendi hareketli muharebe hatlarını kurmak için dayandığı küçük bir geri bölgesi vardır. Aynı bölgede, düşman gerisinde kısa süreli harekat için bir gerilla bölgeleri tarafından gönderilen gerilla müfrezelerinin durumları farklıdır. Bu gibi müfrezelerin ne geri bölgeleri vardır, ne de muharebe hatları. Geniş bir arazinin, ilerici bir halkın, ilerici bir partinin ve ordunun bulunduğu yerlerde "bir geri bölgesi olmaksızın harekâtta bulunmak", çağımız devrimci savaşlarının bir özelliğidir. Bunda korkulacak bir şey olmayıp, kazanılacak çok şey vardır ve bunu, hiç kuşkuya
(sayfa 272) kapılmadan, elden geldiği kadar geliştirmeliyiz.
54.
Kuşatma ve karşı-kuşatma. Savaşı bütünüyle ele alırsak, bizim düşman tarafından stratejik bir çember içine alınmış olduğumuz besbellidir, çünkü düşman stratejik saldırı halindedir ve dış hatlar üzerinde harekâtta bulunmaktadır. Biz ise stratejik savunma halindeyiz ve iç hatlar üzerinde harekâtta bulunmaktayız. Bu, düşman kuşatmasının ilk şeklidir. Biz, kendi payımıza, bize doğru ayrı kollardan ilerleyen bir veya daha fazla düşman kolunu kuşatabiliriz. Çünkü biz, stratejik dış hatlardan üzerimize doğru ilerleyen düşman kollarına karşı, sayı bakımından üstün kuvvetler kullanarak, taktik dış hatlardan muharebeler vermek politikasını uygulamaktayız. İşte bu, bizim düşmana karşı kullandığımız ilk karşı-kuşatma biçimidir. Bundan sonra, düşman gerisindeki gerilla üs bölgelerini ele alırsak, her bölge ya Vutay dağlarında olduğu gibi her yanından, ya da Kuzey-Batı Şansi bölgesinde olduğu gibi, üç yanından, düşman tarafından sarılmıştır. Bu, ikinci biçim düşman kuşatmasıdır. Eğer bütün gerilla bölgelerini birarada ve düzenli kuvvetlerin durumlarıyla ilişkileri yönünden ele alırsak, bizim de epey düşman kuvvetini kuşattığımız ortaya çıkar. Örneğin, Şansi eyaletinde Tatung-Puçov demiryolunu üç yandan (doğu ve batı yanlarıyla güneydeki son kesiminden), Taynan kentini ise her yanından kuşatmış bulunuyoruz. Hopey ve Şantung eyaletlerinde de, buna benzer bir çok örnek vardır. Böylece, düşman kuvvetlerinin de, bizim de, ikişer çeşit kuşatma harekâtımız olduğu ortaya çıkıyor; tıpkı
veiçi oyununda olduğu gibi.
[19] Her iki tarafın da giriştiği sefer ve muharebeler birbirinin taşlarını tutsak etmeye benzemekte, ve düşman müstahkem mevkilerinin (Tayuvan gibi) ve bizim de (Vutay dağları gibi) gerilla üs bölgelerini kurmamız, tahta üzerindeki yerlere egemen olmak
(sayfa 273) için yapılan hareketlere benzemektedir. Eğer
veiçi oyununu dünyayı içine alacak şekilde genişletirsek, düşmanla bizim aramızda üçüncü bir çeşit kuşatma daha olduğu görülür: bu da saldırı cephesi ile barış cephesi arasındaki iç ilişkidir. Düşman, saldırı cephesiyle Çin'i, Sovyetler Birliği'ni, Fransa'yı ve Çekoslovakya'yı kuşatmakta, biz de buna karşılık, barış cephemizle Almanya'yı, Japonya'yı ve İtalya'yı kuşatmaktayız. Yalnız, bizim kuşatmamız, Buda'nın kolları gibi Beş Unsur Dağı şekline girecek, evreni ters çevirecek ve modern Sun Vu-kung'lar
[20] -yani faşist saldırganlar- bir daha doğrulmamak üzere bu dağın altında ezilip gideceklerdir. Bundan dolayı, biz, Pasifik bölgesinde Japonlara karşı bir cephe kurabilirsek - bu cephede Çin, Sovyetler Birliği ve bu cepheye katılacak öteki ülkelerle birlikte, stratejik bir birim, Japonya'daki halk hareketleri başka bir birim olacak, böylece, faşist Sun Vu-kung'ların çevresinde, kaçabilecekleri bir delik bulunmayan koskoca bir ağ meydana getirilecek ve bu, düşmanımız için kıyamet günü olacaktır. Gerçekten de bu koskoca ağın örüldüğü gün, Japon emperyalizminin tümüyle devrildiği gün olacaktır. Biz, yüksekten konuşmuyoruz, savaşın kaçınılmaz gidişi budur.
55.
Büyük bölgeler, küçük bölgeler. Belki, düşman, Çin Seddi'nin güneyindeki toprakların büyük bir kesimini işgal edebilecek, ancak küçük bir kesimine el süremeyecektir. Bu, durumun bir yanıdır. Üç kuzey-doğu eyaletini içine almayan bu büyük kesimde, düşman, yalnız büyük kentleri, ara muharebe hatlarını ve bazı ovalık yerleri eylemle elinde bulundurabilir. Bütün bunların önemi büyük olabilir, ama yüzölçümü olarak işga1 edilen toprakların ancak küçük bir kesimini ve az bir nüfusu içine alacak, buna karşılık, her
(sayfa 274) yerde mantar gibi fışkıracak gerilla bölgeleri, büyük bir kesime egemen olacaklardır. Bu da, durumun bir başka yönüdür. Çin Seddi'nin güneyindeki eyaletlerden öteye gider, Moğolistan'ı, Sinkiyang'ı, Çinhay'ı ve Tibet'i dikkate alırsak, işgal altında bulunmayan bölgenin, Çin topraklarının daha büyük bir kesimini oluşturduğu görülür. Üç kuzey-doğu eyaletine karşın, düşmanın işgali altındaki topraklar daha küçük bir parçadır. Bu da, yine durumun bir başka yanıdır. Düşmanın giremediği bölge, hiç kuşkusuz önemlidir ve bu bölgeleri çoğaltmak için yalnız politik, askeri ve ekonomik değil, asıl önemlisi, kültürel çaba göstermemiz gerekir. Düşman, bizim eski kültür merkezlerimizi, kültür bakımından geri bölgeler haline getirdi; biz de, tersine, eskiden kültür bakımından geri bölgeleri kültür merkezleri ha!ine getirmeliyiz. Aynı zamanda düşman hatları gerisinde yoğun gerilla bölgeleri geliştirme işi de çok önemlidir ve biz, kültür yanını da içermek üzere, bu işin her yanına büyük önem vermek zorundayız. Kısacası, Çin topraklarının büyük kesimi, yani kırsal yerler, ileri ve aydınlık yerler haline getirilecek, buna karşılık küçük kesimler, yani düşman işgali altındaki yerler, özellikle büyük kentler, geçici bir süre için geri ve karanlık yerler olarak kalacaktır.
56. Böylece şu ortaya çıkıyor ki, uzatmalı ve çok yayılmış Direnme Savaşı, askeri, politik, ekonomik ve kültürel bakımdan kıl testeresi modeli bir savaştır. Savaş tarihinde olağanüstü bir görünüm, Çin ulusunun kahramanca bir girişimi, görkemli ve yeri yerinden oynatan, bir yiğitlik örneğidir. Bu savaş, her ikisini de ileriye doğru itmesi yönünden, yalnızca Çin ve Japonya'yı değil, başta Hindistan olmak üzere, bütün mazlum ulusları ileriye doğru yürümeye itmesi bakımından, bütün uluslar için önemlidir. Her Çinli, bu kıl testeresi modeli savaşa bilinçli olarak kendisini vermelidir, çünkü bu, Çin ulusunun kendisini kurtardığı bir savaşın, yani bindokuzyüz otuzlarda ve bindokuzyüz
(sayfa 275) kırklarda, büyük bir yarı-sömürge ülkenin verdiği özel bir kurtuluş savaşının biçimidir.
SÜREKLİ BARIŞ İÇİN MÜCADELE
57. Çin'in Japonlara karşı verdiği savaşın uzatmalı karakteri, hem Çin'de ve hem de bütün dünyada sürekli barış için girişilen mücadeleden ayrılamaz. Hiç bir tarihsel çağda, sürekli barışa bugünkü kadar yakın olunmamıştır. Sınıfların ortaya çıkmasından beri geçen birkaç bin yıldır, insanın yaşamı savaşlarla doludur. Her ulus, ya kendi içinde, ya da başka uluslara karşı, sayısız savaşlar vermiştir. Kapitalist toplumun emperyalist aşamasında, savaşlar görülmemiş bir insafsızlıkla büyük bir genişliğe ulaşmıştır. Yirmi yıl önceki ilk büyük emperyalist savaş, kendi çeşidinin ilki olmakla birlikte, sonuncusu değildi. Ne var ki, şimdi başlayan savaş, son savaş olmaya, yani insanlık için sürekli barışa yaklaşıyor. Şimdiye kadar, dünya nüfusunun üçte biri savaşa katıldı. Bakınız! Önce İtalya, sonra Japonya, Habeşistan, sonra İspanya, sonra da Çin. Şimdi savaşa girmiş bulunan ülkelerin nüfusu aşağı yukarı 600 milyon, yani, toplam dünya nüfusunun üçte biri. Bugünkü savaşın özellikleri, kesiksiz oluşu ve sürekli barışa yakın bulunuşudur. Niçin kesiksizdir? İtalya, Habeşistan'a saldırdıktan sonra, İspanya'ya saldırıldı ve bu saldırıya Almanya da katıldı; ardından Japonya Çin'e saldırdı. Bunun ardından ne gelecek? Hiç kuşku yok, Hitler büyük devletlerle savaşa girişecek. "Faşizm savaştır"
[21] sözü tümüyle doğrudur. Bugünkü savaş, bir dünya savaşı haline gelene kadar sürecektir; insanlık savaş felaketinden kaçınamayacaktır. Biz, bu
(sayfa 276) durumda, niçin bugünkü savaşın sürekli barışa yakın olduğunu söylüyoruz? Bugünkü savaş, dünya kapitalizminin Birinci Dünya Savaşı ile başlayan genel bunalımının gelişmesinin bir sonucudur. Bu genel bunalım, kapitalist ülkeleri yeni bir savaşa sürüklüyor ve her şeyden önce, faşist ülkeleri yeni serüvenlere itiyor. Bu savaş, kapitalizmi kurtaramayacak, onun çöküşünü hızlandıracaktır. Bu seferki savaş, yirmi yı1 öncekinden daha geniş ve insafsız olacaktır. Bütün ülkeler, ister istemez, bu savaşa sürüklenecek; savaş uzun zaman sürüp gidecek ve insanlık büyük acılar çekecektir. Ama Sovyetler Birliği'nin varlığı ile dünya halklarının gelişen politik bilinci dolayısıyla, bu savaştan, bütün karşı- devrimci savaşların karşısına dikilecek büyük devrimci savaşlar doğacak ve böylece, bu savaş, sürekli barış için bir mücadele özelliği kazanacaktır. Sonraları başka bir savaş dönemi olsa bile, sürekli dünya barışı uzak olmayacaktır. İnsan, kapitalizmi bir defa giderdi mi, sürekli barış çağına ulaşacak ve artık savaşa gereksinme kalmayacaktır. O zaman ne ordulara, ne zırhlılara, ne savaş uçaklarına, ne zehirli gazlara gereksinme kalacaktır. Ondan sonra, insanlık, artık savaş diye bir şey bilmeyecektir. Yeni başlamış bulunan devrimci savaşlar, sürekli barış için verilen savaşın bir parçasıdır. Birarada, 500 milyondan çok nüfusu olan Çin ile Japonya arasındaki savaş, sürekli bir barış için girişilen savaşta önemli bir yer tutacaktır ve bunun sonunda Çin ulusu kurtulacaktır. Geleceğin özgürlüğe kavuşmuş yeni Çin'i, geleceğin özgürlüğe kavuşmuş yeni dünyasının ayrılmaz bir parçası olacaktır. Japonya'ya karşı Direnme Savaşımız, sürekli barış için verilen mücadelenin özelliklerini taşıyor.
58. Tarih, savaşların, haklı ve haksız diye ikiye ayrıldığını gösteriyor. İlerici bütün savaşlar haklı, ilerlemeyi engelleyen bütün savaşlar haksızdır. Biz komünistler, ilerlemeyi engelleyen bütün haksız savaşlara karşıyız, ama ilerici,
(sayfa 277) haklı savaşlara karşı değiliz. Biz komünistler, haklı savaşlara karşı çıkmamakla kalmayız, bu savaşlara eylemle katılırız da. Haksız savaşlara gelince, örneğin Birinci Dünya Savaşı'nda her iki taraf da emperyalist çıkarlar için mücadele etti; bundan dolayı bütün dünya komünistleri bu savaşa kesinlikle karşı çıktılar. Bu çeşit bir savaşa karşı koymanın yolu savaş çıkmadan önce, savaşa engel olmak için elden gelen her şeyi yapmak, savaş patlak verdikten sonra da olanaklı olduğu yerlerde savaşa savaşla karşı çıkmak, haksız savaşa haklı savaşla karşı koymaktır. Japonların giriştiği savaş, ilerlemeyi engelleyen haksız bir savaştır ve dünya halkları, Japon halkı da birlikte, buna karşı çıkmalı; zaten çıkıyorlar da. Bizim ülkemizde, halk, hükümet, Komünist Partisi, Kuomintang, hepsi de saldırıya karşı ulusal devrimci savaştaki haklılığımızı ilan ettiler. Bizim savaşımız, kutsal ve haklı, ilerici ve amacı barış olan bir savaştır. Amaç, yalnız bir ülkede değil, bütün dünyada barış, geçici değil sürekli barıştır. Bu amaca erişmek için bir ölüm-kalım mücadelesi vermeli, her türlü fedakarlığa hazır olmalı, sonuna kadar dayanmalı, hedefe ulaşmadan yarı yolda durmamalıyız. Fedakarlıklar ne kadar büyük ve hedefe ulaşmak için ne kadar uzun zamana gereksinme olursa olsun, önümüzde, daha şimdiden, sürekli barış ve aydınlık içinde yepyeni bir dünya görünmeye başladı. Faşizm ve emperyalizm, savaşı sürdürmek ister, ama biz, savaşa, pek uzak olmayan bir gelecekte son vermek isteriz. İnsanlığın büyük çoğunluğu, bu amaç için, elinden geleni yapma1ıdır, 450 milyonluk Çin, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturuyor, eğer bunların ortak çabası ile Japon emperyalizmi devrilir, özgür ve eşit hakları olan yeni bir Çin yaratılırsa, sürekli dünya barışının kurulmasına büyük bir katkıda bulunulmuş olacaktır. Bu, boş bir umut değildir; çünkü bütün dünya, toplumsal ve ekonomik gelişmesinde, bu noktaya doğru yaklaşıyor; ve insanlığın çoğunluğu, elbirliğiyle çalışırsa, hedefimize birkaç
(sayfa 278) on yılda ulaşılmış olur.
İNSANIN SAVAŞTAKİ DİNAMIK ROLÜ
59. Şimdiye kadar, bu savaşın niçin uzatmalı bir savaş olduğunu, kesin zaferi niçin Çin'in kazanacağını açıkladık ve uzatmalı savaşın ne olup ne olmadığını ana çizgileriyle ele aldık. Şimdi, ne yapmalı ve ne yapmamalı sorusuna döneceğiz. Uzatmalı savaşı nasıl yönetmeli, kesin zaferi nasıl kazanmalı? Aşağıda karşılığı verilen sorular bunlar. Bunun için şu problemleri sırasıyla tartışacağız: insanın savaştaki dinamik rolü, savaş ve politika, Direnme Savaşı için politik seferberlik, savaşın amacı, savunma içinde saldırı, uzatmalı bir savaşta çabuk kararlar, iç hatlarda dış hatlar, inisiyatif, esneklik, planlama, hareketli savaş, gerilla savaşı, mevzii savaş, imha savaşı, yıpratma savaşı, düşmanın yanılgılarından sonuna kadar yararlanma olanakları, Japonlara karşı savaşta kesin çatışmalar sorunu, zaferin temeli olarak ordu ve halk. İlk olarak insanın dinamik rolü problemini ele alalım.
60. Biz, problemlere öznel olarak yaklaşılmasına karşıyız derken, nesnel gerçeklere dayanmayan ya da uygun düşmeyen düşüncelere karşı durulması gerektiğini söylüyoruz, çünkü bu gibi düşünceler aldatıcıdır ve onlara dayanılarak hareket edilirse, başarısızlık kaçınılmazdır. Ama yapılmış her şey insan tarafından yapılmıştır; uzatmalı savaş ve son zafer, insan eylemi olmadan gerçekleşemeyecektir. Bu gibi eylemlerin etkili olması için, insanın düşüncelerini, ilkelerini ya da görüşlerini nesnel gerçeklerden alması ve planlarını, direktiflerini, politikasını, strateji ve taktiğini yürürlüğe koyması gerekir. Düşünceler özneldir, oysa yapılan işler, eylemler, öznel düşüncenin nesnel hale getirilmesidir; ve her ikisi de, insanoğluna özgü, dinamik rolü temsil eder. Bu çeşit dinamik role, biz, "insanın bilinçli dinamik rolü"
(sayfa 279) diyoruz ve bu, insanları bütün öbür varlıklardan ayırdeden özelliktir. Nesnel gerçeklere dayanan ya da onlara uygun düşen bütün düşünceler doğru düşüncelerdir ve doğru düşüncelere dayanan bütün işler ve eylemler doğru eylemlerdir. Bu düşüncelerin ve eylemlerin tam olarak gelişmesine, bu dinamik role, büyük; önem vermeliyiz. Japonlara karşı savaş, emperyalizmi ülkeden sürüp çıkarmak, eski Çın'i yeni Çin haline getirmek için veriliyor. Bu iş, ancak bütün Çin halkı seferber edildiği ve onun Japonlara karşı direnmede oynayacağı bilinçli dinamik role her türlü olanak sağlandığı zaman başarılabilir. Eğer biz, hiç bir iş yapmadan elimiz kolumuz bağlı oturursak, bizi bekleyen tek sonuç, dize gelmek olur; ne uzatmalı savaş olur ne de kesin zafer.
61. Bilinçli bir dinamik rol oynamak, insanın özelliğidir. İnsan, bu özelliğini savaşta apaçık ortaya koyar. Savaşta zaferi ya da yenilgiyi, askeri, politik, ekonomik ve coğrafi koşullar ve her iki tarafın verdiği savaşın doğası ve tarafların kazandıkları uluslararası desteğin belirlediği kuşkusuzdur, ama sonucu gene de yalnız bunlar belirlemez, bunlara öznel çabaların da eklenmesi gerekir; yani, savaşı yönetme ve savaşa katılma çabası, insanın savaştaki bilinçli dinamik rolü.
62. Bir savaşı yöneten ve zafere ulaşmak isteyen kimse, öznel koşulların getirdiği sınırları görmezlikten gelemez; ancak, bu sınırlar içinde zafere ulaşmak için dinamik bir rol oynamak zorundadır. Bir savaşta komutanlar için etkinlik sahnesi nesnel olanaklar üzerine kurulmalı, ama onlar, bu sahne üzerinde ses, renk, canlılık ve görkem dolu bir dram canlandırmalıdırlar. Belirli nesnel maddi temeller üzerinde, Japonlara karşı savaşta komutanlar, bütün yeteneklerini ortaya koymalı, düşmanı ezmek, saldırı ve zulümden ıstırap çeken ülkemizi ve toplumumuzu bugünkü durumdan kurtarmak, eşitliğe dayanan özgür bir Çin yaratmak için ellerindeki bütün kuvvetleri harekete geçirmelidirler. Savaşı
(sayfa 280) yönetmedeki öznel yeteneklerimiz, burada sonuna kadar kullanılmalıdır. Biz, hiç bir komutanının nesnel koşullardan ayrılmasını, soğukkanlılığını yitirmesini istemiyoruz; ama biz, bütün komutanlarımızın hem atak, hem de sağgörülü birer general olmasını istiyoruz. Komutanlarımız ya1nızca düşmana üstün olacak biçimde atak olmakla yetinmemeli, bütün savaş boyunca değişen durumlarda, duruma her zaman egemen olma yeteneğini de yitirmemelidirler. Savaş okyanusunda yüzerken şaşırmamalı, ölçülü kulaçlarla karşı sahile ulaşmalıdırlar. Strateji ve taktik, savaş yönetmenin yasaları olarak, savaş okyanusunda yüzme sanatını oluşturur.
SAVAŞ VE POLİTİKA
63. "Savaş politikanın süreğidir." Bu anlamda, savaş, politikadır ve savaşın kendisi politik bir eylemdir; ta eski zamanlardan beri, politik karakteri olmayan savaş görülmemiştir. Japonlara karşı savaş, bütün ulusun katıldığı devrimci bir savaştır; ve zafer, savaşın devrimci amacından -Japon emperyalizmini ülkeden silip çıkarmaktan, eşitliğe dayanan özgür, yeni bir Çin kurmaktan-, Direnme Savaşı ile birleşik cepheye dört elle sarılma ilkesinden, bütün halkı seferber etmekten ve subaylarla erler, ordu ile halk arasındaki bölünmezlik politikasından, birleşik cephe politikasının etkili bir şekilde uygulanmasından, kültür seferberliğinden, dünya uluslarının ve Japon halkının desteğini kazanma çabalarından ayrılamaz. Tek sözcükle, savaş, politikadan bir an bile ayrılamaz. Silahlı kuvvetlerimiz arasında, savaşı politikadan ayırarak politikayı küçümseme, savaşın mutlak olduğu düşüncesini savunma eğilimleri yanlıştır ve bunun düzeltilmesi gerekir.
64. Ama savaşın kendisine özgü özellikleri vardır ve bu anlamda, genel planda, politikayla eşit tutulamaz. "Savaş,
(sayfa 281) politikanın başka. .. araçlarla sürdürülmesidir."
[22] politika, olağan araçlarla yürütülmesi olanaksız belirli bir aşamaya ulaştığı zaman, yolu üzerindeki engelleri temizlemek için savaş patlak verir. Örneğin, Çin'in yarı-bağımsız durumu, Japon emperyalizminin politik büyümesi için bir engeldir; Japonya, bu engeli ortadan kaldırmak için bir saldırı savaşına girişmiştir. Peki, Çin'in durumu ne? Emperyalist baskı uzun zamandır Çin'in burjuva demokratik devrimi için bir engeldi, bu engeli ortadan kaldırmak için, birçok kurtuluş savaşı verilmiştir. Japonya, şimdi Çin'in ezilmesi için ve Çin devriminin ilerlemesini büsbütün durdurmak için savaş yolunu seçmiştir; ve bu durumda, Çin de bu engeli ortadan kaldırmak azmiyle Direnme Savaşına girişmek zorunda kalmıştır. Bu engel ortadan kalkınca politik amacımıza ulaşılmış olacak ve savaş sona erecek. Ama bu engel büsbütün ortadan kalkmazsa, savaş, amaca ulaşılıncaya kadar sürer. Bu durumda, Japonlara karşı savaş görevi tamamlanmadan bir uzlaşma arayan herkes, başarısızlığa mahkumdur, çünkü şu ya da bu nedenlerle bir uzlaşma olursa, büyük halk yığınları boyun eğmeyeceği ve politik amacına ulaşıncaya kadar savaşı sürdüreceği için, yeniden savaş çıkacaktır. Bundan dolayı, şu söylenebilir ki, politika kansız savaştır, oysa savaş, kanlı politikadır.
65. Savaşın kendine özgü özelliklerinden, savaşa özgü örgütler, bir dizi özel yöntemler ve özel süreç çıkmaktadır. Örgütler, silahlı kuvvetler ve onlarla ilişkili her şey. Yöntemler,savaşın yönetilmesi için uygulanan strateji ve taktikler. Süreç, karşı karşıya bulunan silahlı kuvvetlerin kendileri için elverişli, düşman için elverişsiz strateji ve taktikler kullanarak birbirine saldırmak ya da kendilerini korumak için giriştikleri özel bir toplumsal eylem biçimidir. Bu yüzden, savaş deneyi, kendine özgü bir deneydir. Savaşa katılan
(sayfa 282) herkes alışageldiği yolları bırakmalı, zafere ulaşabilmek için kendini savaşa alıştırmalıdır.
DİRENME SAVAŞI İÇİN POLİTİK SEFERBERLİK
66. Bizimki gibi büyük bir ulusal devrimci savaş, yoğun ve ayrıntılı bir politik seferberlik olmaksızın kazanılamaz. Japonlara karşı girişilen bu savaştan önce, Japonlara karşı direnmek için politik bir seferberlik yoktu; bu, büyük bir eksiklikti ve Çin bunun acısını çekti. Savaş başladıktan sonra, politik seferberlik, ayrıntılı olmak şöyle dursun, yoğun bile değildi. Halkın çoğu, savaşın başladığını, düşmanın top ateşinden ve düşman uçaklarının attığı bombalardan öğrendi. Bu da bir çeşit seferberlikti, ama bunu biz yapmamıştık, düşman yapmıştı. Şimdi bile, top seslerinden uzak bölgelerde yaşayan insanlar, eski sakin yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu durum değişmelidir, yoksa bu ölüm-kalım mücadelesini kazanamayız. Düşmana artık başka bir fırsat daha kaptırmamalıyız, tersine bu politik seferberlik fırsatından sonuna kadar yararlanmalı, düşmanın önüne geçmeliyiz. Bu fırsat, gerçekten büyük önem taşır, bizim silah ve başka şeylerdeki geri durumumuz ikinci derecede önemlidir. Halkın bütün ülkede seferber edilmesi, düşmanı boğacak uçsuz bucaksız bir deniz yaratacak ve bizim silah ve öteki şeylerdeki eksikliklerimizi giderecek ve savaşta önümüze çıkacak güçlüklerin üstesinden gelmemiz için gerekli koşulları yaratacaktır. Zafere ulaşmak için, Direnme Savaşında ve birleşik cephede ve uzatmalı savaşta ayak diremeliyiz. Ama bütün bunlar, sıradan insanların seferber edilmesinden ayrılamaz. Bir yandan zafere ulaşmayı isterken, öte yandan politik seferberliği savsamak "güneye gitmeyi isterken arabayı kuzeye doğru sürmek" gibidir. Bunun sonucu, elbette, zaferi kazanamamak olur.
67. Politik seferberlik ne demektir? Birincisi, orduya
(sayfa 283) ve halka savaşın politik amacını anlatmak demektir. Her askerin ve her sivilin, niçin savaşıldığını ve bu savaşın kendisini nasıl ilgilendirdiğini bilmesi gerekir. Savaşın politik amacı "Japon emperyalizmini ülkeden sürüp çıkarmak, eşitliğe dayanan özgür ve yeni bir Çin kurmaktır"; Japon aleyhtarı bir atılım yaratabilmek için, savaşa katkıda bulunmak üzere yüz milyonlarca insanı tek bir adam gibi birleştirebilmek için, önce, bu amacı herkese, bütün askerlere, bütün sivillere ilan etmeliyiz. İkincisi, onlara yalnızca amacı anlatmak da yeterli değildir; bu amaca ulaşmak için atılacak adımlar, izlenecek politika da gösterilmelidir. Yani, politik bir program da bulunmalıdır. Elimizde bugün Japonlara Karşı Direnmek ve Ulusu Kurtarmak İçin On Maddelik Bir Program ve Silahlı Direnme ve Ulusal Kurtuluş Programları var. Bu programların ikisini de, hem ordu hem de halk arasında yaymalı, bunların yürütülmesi için herkesi seferber etmeliyiz. Açık ve somut, bir program olmaksızın, Japonlara karşı girişilen savaşı sonuna kadar götürmek için bütün silahlı kuvvetleri ve halkı seferber etmemiz olanaksızdır. Üçüncüsü, onları nasıl seferber edeceğiz? Sözle, broşürle, haber, bültenleriyle, gazetelerle, kitaplarla, oyunlarla, filmlerle, okul, kitle örgütleri ve parti kadroları aracılığı ile. Şimdiye kadar Kuomintang, bölgelerinde yapılan, yalnızca okyanusta bir damladır; üstelik, orda bu iş, halkın zevklerine uymayan, anlayışına yabancı bir şekilde yapıldı. Bu, temelinden değiştirilmelidir. Dördüncüsü, bir defa seferber etmek de yetmez, Direnme Savaşı için politik seferberlik sürekli olmalı; yapılacak iş, politik programımızı halka bülbül gibi okumak olmamalıdır; böyle söylevleri kimse dinlemez; politik seferberliği savaştaki gelişmelerle, askerlerin ve halkın yaşamıyla birleştirmeli, arada bir bağ kurmalı ve bunu sürekli bir eylem haline getirmeliyiz. Bu, savaştaki zaferimizin özellikle dayanacağı çok önemli bir konudur.
(sayfa 284)
SAVAŞIN AMACI
68. Burada savaşın politik amacını ele almayacağız; Japonlara Karşı Direnme Savaşının politik amacını yukarda,."Japon emperyalizmini ülkeden sürüp çıkarmak, özgür ve eşit haklara sahip yeni bir Çin kurmak" olarak belirlemiştik. Burada savaşın, "kanlı politika" olarak, çarpışan orduların karşılıklı kırımı olarak, asıl amacını ele alacağız. Savaşın amacı, en basit tanımıyla. "kendini korumak, düşmanı imha etmektir" (düşmanı imha etmek, onu silahtan tecrit etmek ya da "onu direnme gücünden yoksun" bırakmak demektir, yoksa kuvvetlerin bütün üyelerini fiziksel olarak imha etmek demek değildir). Es,ki savaşlarda ok ve kalkan kullanılırdı; ok düşmana saldırmaya, onu imha etmeye; kalkan savunmaya, kendini korumaya yarardı. Bugünkü bütün silahlar, okun ve kalkanın gelişmiş şekilleridir. Bombardıman uçakları, makineli tüfekler, toplar, zehirli gazlar okun; sığınaklar, çelik başlıklar, müstahkem mevkiler, gaz maskeleri de kalkanın gelişmiş şekilleridir. Tank ise hem okun, hem kalkanın görevlerini birleştiren yeni bir silahtır. Saldırı, düşmanı imha etmek için başlıca yoldur, ama savunmadan da vazgeçilemez. Saldırıda ilk amaç düşmanı imha etmektir, ama aynı zamanda kendini de korumaktır, çünkü düşman imha olunmazsa, siz imha edileceksinizdir. Savunmada ilk amaç kendini korumaktır, ama aynı zamanda, savunma, saldırıyı tamamlamak ya da saldırıya geçmek için hazırlanma da demektir. Geri çekilme, savunmaya girer ve savunmanın bir süreğidir, oysa izleme (takip) saldırının bir süreğidir. Şurasını belirtmek gerekir ki, düşmanın imhası, savaşın ilk amacıdır, kendini koruma ikinci derecede bir amaçtır; çünkü insan, ancak düşmanı büyük ölçüde imha ederek, kendisini etkili bir şekilde koruyabilir. Bundan dolayı, düşmanı imha için ilk yol olan saldırı önde gelir, oysa kendini koruma yolu olan ve düşmanın imhasının ikinci planda kaldığı savunma
(sayfa 285) ise sonra gelir. Savaşta çoğu zaman başlıca rolü savunma oynar, geri kalan zamanda ise saldırı baş roldedir, ama savaş bir bütün olarak ele alınırsa, saldırı gene birincildir.
69. Savaşta kahramanca fedakarlığı nasıl haklı buluyoruz? Bu, "kendini koruma" ile çelişmiyor mu? Hayır, çelişmiyor; fedakarlık ve kendini koruma hem karşıttır ve hem de birbirini tamamlar. Savaş, kanlı bir politikadır ve bir karşılığı gerektirir. Bu karşılık bazan çok pahalıya malolan bir karşılıktır. Kısmi ve geçici fedakarlık (kendini korumamak) genel ve sürekli korunma için yapılır. İşte bunun için, aslında düşmanı imha etmenin bir yolu olan saldırının bir de kendini koruma görevi vardır. Gene işte bunun için savunma saldırı ile birlikte olmalı, yalnızca ve basitçe savunma olmamalıdır,
70. Savaşın amacı, yani kendini korumak ve düşmanı imha etmek, savaşın özü ve savaştaki her türlü etkinliğin temelidir. Bu, öz, teknik ve stratejik, bütün savaş etkinliklerinde başat bir unsurdur. Savaşın bu amacı, temel ilkedir ve hiç bir teknik, taktik ya da strateji ve kavram ya da ilke, bundan ayrılamaz. Örneğin, "ateş sırasında siper alma ve ateş gücünden tam olarak yararlanma" ne demektir? İlkinin amacı kendini korumak, ikincisininki düşmanı imha etmektir. İlkinde araziden yararlanma, hamlelerle ilerleme, dağınık kolda yayılma gibi teknikler sözkonusudur; ikincisinde ateş sahasını temizleme ve bir ateş ağı kurma gibi teknikler kullanılır. Taktik bir harekâtta, saldırı kuvveti, durdurma kuvveti ve yedek kuvvet vardır; bunlardan ilkinin amacı düşmanı yoketme, ikincisininki kendini koruma, üçüncüsününki ise, duruma göre, her ikisidir. Böylece hiç bir teknik, taktik ya da stratejik ilke ya da harekât, savaşın amacından sapamaz ve, bu amaç bütün savaşa egemendir ve baştan sona kadar her zaman ön planda gelir.
71. Japonlara karşı verilen bu savaşı yönetirken, çeşitli düzeylerdeki önderler, her iki taraf üzerinde etkisi olan
(sayfa 286) temel etkenler arasındaki karşıtlığı da, bu savaşın amacını da gözden ırak tutmamalıdırlar. Askeri harekat sırasında, bu karşıt temel etkenler, kendisini korumak ve karşısındakini yoketmek için taraflarca verilen mücadelede ortaya çıkarlar. Bu savaşta, her çatışmada biz, küçük ya da büyük bir zafer kazanmaya, düşmanın bir bölümünü silahsızlandırmaya ve asker ve
gereçlerinin bir kesimini yoketmeye çabalıyoruz. Düşmanın bu kesim kesim yokedilmesi sonuçlarını büyük bir stratejik zafer halinde birleştirmeli, ve düşmanı ülkeden sürüp çıkartma, anayurdu her türlü saldırıya karşı koruma ve yeni bir Çin kurma amacımıza ulaşmalıyız.
SAVUNMA İÇİNDE SALDIRI
UZATMALI BİR SAVAŞTA ÇABUK SONUÇLAR
İÇ HATLAR İÇİNDE DIŞ HATLAR
72. Şimdi de Japonlara Karşı Direnme Savaşının stratejisini izleyelim. Japonlara karşı direnirken, stratejimizin uzatmalı bir savaş olduğunu yukarda anlatmış bulunuyoruz. Ve bu tümüyle yerinde bir stratejidir. Ama bu strateji, özel bir strateji değil, genel bir stratejidir. Özellikle, bu uzatmalı savaş nasıl yönetilmelidir? Şimdi bu sorunu tartışacağız. Yanıtımız şöyledir: Savaşın birinci ve ikinci aşamalarında, yani düşmanın saldırıda bulunduğu ve kazançlarını koruma durumuna geçtiği aşamalarda, stratejik savunma içinde taktik saldırılar yapmalı, uzatmalı stratejik savaşta çabuk sonuca varan seferler ve muharebeler düzenlemeli; stratejik iç hatlarda dış hat seferlerine ve muharebelerine girişmeliyiz. Üçüncü aşamada, stratejik karşı-saldırılara yönelmeliyiz.
73. Japonya güçlü bir emperyalist devlet, biz ise yarı-sömürge, yarı-feodal bir ülke olduğumuz için, o, stratejik saldırı; biz, stratejik savunma politikasını kabul etmiş durumdayız. Japonya, hızla sonuca ulaşılacak bir stratejiyi uygulamak istiyor; biz ise, uzatmalı bir savaş stratejisini
(sayfa 287) uygulamak zorundayız. Japonya, Çin'i hem karadan hem denizden kuşatmak, çevresiyle bağlantılarını kesmek için muharebe gücü oldukça yüksek (şimdi sayıları otuza ulaşan) düzinelerle tümenini, donanmasının bir kesimini ve Çin'i bombardıman etmek için hava kuvvetlerini kullanıyor. Kara ordusu, şimdiden, Potov'dan Hançov'a kadar uzanan geniş bir cephe kurduğu gibi, donanması da Fukiyen'e ve Kuvantung'a ulaştı. Böylece, dış hat harekatı geniş bir alana yayıldı. Öte yandan, biz, iç hatlar üzerinde harekâtta bulunuyoruz. Bütün bunların nedeni, düşmanın kuvvetli, bizim zayıf olmamızdır. Durumun bir yanı böyle.
74. Ama, durumun, bunun tam tersi olan bir yanı daha var. Japonya kuvvetli olmakla birlikte, yeteri kadar askeri yok. Çin zayıf olmakla birlikte, geniş bir ülkesi, kalabalık bir nüfusu ve pek çok askeri var. Bundan iki önemli sonuç çıkar. Önce, geniş bir ülkede, elindeki küçük bir kuvveti kullanmak zorunda olan düşman, ancak bazı büyük kentleri, ana muharebe hatlarını ve ovaların bir kesimini işgal edebilir. Bu yüzden, işgali altında bulundurduğu bazı geniş bölgelerde, kuvvetli bir garnizon bile bulunduramıyor ve buralar gerilla savaşı için uygun birer alan oluşturuyor. Çin, bir bütün olarak ele alındığında, düşman Kanton'u, Vuhan'ı ve Lançov'u birleştiren çizgiyi ve bunun çevresini işgal etmeyi başarsa bile, bunun ötesindeki yerleri zor elde tutabilir. Bu durum, Çin'e, sonu kesin zafere çıkacak uzatmalı savaşı yürütmek için bir geri ve yaşamsal üs sağlamaktadır. Sonra, düşman, küçük kuvvetlerini büyük kuvvetlerle karşı karşıya getirerek, bizim sayıca üstün kuvvetlerimizce kuşatılmaktadır. Düşman bize birkaç yol boyunca saldırmaktadır. Stratejik bakımdan, o, dış hatlar üzerinde, biz, iç hatlar üzerindeyiz; o saldırı halinde, biz savunma halindeyiz; bütün bunlar, onun çok lehinde gibi görünmektedir. Bununla birlikte biz, iki üstünlüğümüzden, yani ülkemizin genişliğinden ve nüfusumuzun kalabalıklığından yararlanabiliriz ve inatçı bir
(sayfa 288) mevzii savaş yerine, esnek bir hareketli savaş yürütür, bir düşman tümenine karşı birkaç tümen, bin düşmana karşı birkaç bin kişi, bir düşman koluna karşı, bir.kaç kol kullanır ve tek bir düşman koluna, onu muharebe alanının iç hatlarında kuşatarak saldırırız. Bu şekilde, düşman, dış hatlar üzerinde ve stratejik saldırı halinde iken, iç hatlar üzerinde savunma muharebeleri vermek zorunda bırakılır. Bizim için ise, stratejik harekâtta iç hatlar ve savunma, dış hatlara ve saldırı seferlerine ve muharebelerine dönüşür. Bu şekilde, ilerlemekte olan her düşman koluna karşı saldırıda bulunulabilir. Yukarda tartışılan her iki sonuç da, düşmanın küçük, bizim ise büyük oluşumuz gerçeğinden çıkmaktadır. Üstelik, düşman kuvvetleri küçük, ama kuvvetli (silah ve eğitim bakımından), bizim kuvvetlerimiz büyük ama zayıf (silah ve eğitim bakımından, ama moralce değil), bu yüzden, muharebe ve seferlerde, biz yalnız küçük kuvvetlere karşı büyük kuvvetler kullanmakla, dış hatlardan iç hatlara doğru harekâtta bulunmakla kalmamalı, aynı zamanda sonuca çabuk gitme politikasını da izlemeliyiz. Çabuk sonuç almak için, genellikle duran değil, ama hareket halindeki düşmana saldırmalıyız. Düşmanın geçmesi kesin olan bir yol boyuna, önceden, gizlice büyük bir kuvvet yığmalı ve düşman hareket halindeyken ve ne olduğunun farkına varmadan, onu ansızın kuşatarak saldırmalı ve muharebeyi çabucak sona erdirmeliyiz. İyi çarpışırsak, bütün düşman kuvvetini ya da büyük bir bölümünü ya da bir bölümünü yokedebiliriz, ve pek iyi çarpışmazsak bile, düşmana hiç değilse ağır kayıplar verdirebiliriz. Bu, bütün muharebelerimize uygulanabilir. Eğer her ay Pinsinkuvan'daki ya da Tayerçuyang'daki gibi bir zafer kazanabilirsek, düşmanın maneviyatı büyük ölçüde bozulur, bizim kuvvetlerimizin maneviyatı yükselir; bu, uluslararası destek kazanmamıza yardımcı olur. Bizim stratejik olarak uzatılmış savaşımız, böylece, savaş alanında çabuk sonuçlu muharebelere dönüşmüş oluyor. Düşmanın savaşı
(sayfa 289) hızla bitirme stratejisi ise, birçok sefer ve muharebelerde yenilmesinden sonra, uzatmalı savaşa dönmek zorundadır.
75. Kısacası, yukarda anlatılan harekât ilkesi "dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı savaşıdır". Bu, bizim, "iç hatlarda uzatmalı savunma savaşı" stratejik ilkemizin tam tersidir, ama bu stratejinin yürütülmesi için vazgeçilmez bir ilkedir. Eğer, Direnme Savaşının başlangıcında yaptığımız gibi, seferlerde ve muharebelerde de "iç hatlar üzerinde uzatmalı savunma savaşı" ilkesini uygularsak, bu, düşmanın küçük bizim büyük, düşmanın kuvvetli bizim zayıf olmamız koşullarına tümüyle ters düşer. Bu halde, uzatmalı bir savaşın stratejik amacına ulaşamayız ve düşmana yeniliriz. Bütün ülkedeki kuvvetlerin birkaç büyük hareketli ordu halinde örgütlenmesini işte bu yüzden her zaman savunduk. Her ordu, düşmanın bir hareketli ordusuna karşılık olacak, ama onun iki, üç, dört katı kuvvette olacak; düşmanı yukarda anlatılan ilkeler gereğince, muharebe alanında yoğun bir şekilde oyalayacaktı. Bu, "dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı savaşı" ilkesi, gerilla savaşına olduğu gibi düzenli savaşa da uygulanabilir ve uygulanmalıdır. Bu ilke, savaşın yalnız herhangi bir aşamasına değil, bütün savaş süresince uygulanabilir. Teknik yönden daha iyi donatılmış olduğumuz ve kuvvetliye karşı zayıf durumundan çıktığımız andaki stratejik karşı-saldırı aşamasında, büyük sayıda tutsak ve savaş gereci ele geçirmemiz olanaklı olacaktır. Hele dış hatlar üzerinden çabuk sonuçlu saldırı muharebelerinin sayısı fazla olursa, bu kazancımız da o kadar fazla olacaktır. Örneğin, eğer düşmanın bir makineli tümenine karşı iki, üç, dört makineli tümen kullanabilirsek, bu tümeni imha etmemiz kesindir. Gürbüzce birkaç çocuğun, gürbüz bir çocuğu dövebileceğini herkes bilir.
76. Eğer biz, bir savaş alanında, "dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı savaşını" azimle uygularsak, bu, yalnız muharebe alanındaki kuvvet dengesini değiştirmekle kalmaz,
(sayfa 290) genel durumu da yavaş yavaş değiştirir. Muharebe alanında biz saldırıda olacağız ve düşman savunmada olacak, biz dış hatlar üzerinde üstün sayıda kuvvetler kullanacağız, düşman ise iç hatlar üzerinde daha az sayıda kuvvet kullanacaktır. Biz çabuk sonuç almaya çalışacağız, düşman ise, takviye almak amacıyla savaşı uzatmaya çalışsa da bunu başaramayacaktır. Bütün bu gerekçelerden ötürü, düşman kuvvetli durumdan zayıf duruma düşecek, üstünlüğünü yitirecektir. Oysa bizim kuvvetlerimiz zayıf durumdan kuvvetli duruma geçecek, aşağı durumdan üstün duruma yükseleceğiz. Böyle başarılı birçok muharebeden sonra, düşmanla aramızdaki genel durum değişecektir. Yani, birçok muharebe alanında, dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı muharebelerinde kazanılan zaferlerin birikmesiyle yavaş yavaş kendimizi güçlendirecek, düşmanı zayıflatacağız; bu hal, genel kuvvet dengesini etkileyecek ve onu değiştirecektir. Bu değişme olduğu zaman, bizim tarafımızdaki başka etkenler, düşman kampındaki diğer değişiklikler ve uluslararası elverişli bir ortam, düşmanla bizim aramızdaki tüm durumu, önce eşit, sonra da bizim üstün olduğumuz bir hale getirecektir. İşte böylece, bizim karşı-saldırıya geçme ve düşmanı ülkeden sürüp çıkarma zamanımız gelmiş olacaktır.
77. Savaş bir kuvvetler yarışmasıdır, ama başlangıçtaki kuvvet durumu savaş süresince değişir. Burada kesin etken, öznel çabadır: daha çok zafer kazanmak ve daha az yanlış yapmak gibi. Nesnel etkenler bu gibi değişmeler için olanak sağlar, ama bu olanağı eyleme döndürmek için hem doğru bir politika hem de öznel çaba şarttır. Öznel çaba, ancak böylelikle kesin bir rol oynar.
İNİSİYATİF, ESNEKLİK VE PLANLAMA
78. Dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı seferlerinde ve muharebelerinde, yukarda tartışıldığı gibi, önemli
(sayfa 291) nokta "saldırı"dır; "dış hatlar" saldırı alanını, "çabuk sonuç" çarpışma süresini belirleyen deyimlerdir. Böylece şu ifade ortaya çıkıyor: "dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı savaşları." Bu, hem uzatmalı savaşta, hem de hareketli savaşta en iyi ilkedir. Ama bu ilke, inisiyatif, esneklik ve planlama olmadan uygulamaya konulamaz. Şimdi bu üç sorunu inceleyelim.
79. Yukarda insanın bilinçli dinamik rolünü tartıştığımıza göre, inisiyatiften yeniden söz açmaya ne gerek var? Bilinçli dinamik rol demekle, insanı başka şeylerden ayıran özelliği, yani bilinçli eylem ve çabayı kastediyoruz. İnsana özgü bu özellik kendisini en kuvvetli olarak savaşta ortaya koyar. Bunları önceden tartışmış bulunuyoruz. Burada inisiyatif, özgürlüğün zorla yitirilmesinden farklı olarak, bir ordunun eylem özgürlüğü demektir. Eylem özgürlüğü, bir ordunun yaşamıdır ve bu bir defa yitirildi mi, ordu yenilgiyle ya da yok edilmeyle yüzyüze demektir. Bir askerin silahsızlandırılması, edilgin bir duruma düşürülerek eylem özgürlüğünü yitirmesinin bir sonucudur. Bir ordunun yenilgisi için de aynı şey söylenebilir. Bundan ötürü, savaşta her iki taraf da inisiyatifi kazanmak, edilgin duruma düşmekten kaçınmak için elinden gelen her şeyi yapar. Bizim savunduğumuz dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı savaşı ile, bu savaşın yürütülmesi için gerekli esneklik ve planlamanın inisiyatifi ele almak, düşmanı pasif bir duruma sokarak kendimizi korumak ve düşmanı yoketmek amacına ulaşmak için düşünüldüğü söylenebilir. Ama inisiyatif de edilginlik de, savaşma kapasitesindeki üstün ya da aşağı durumdan ayrılamaz. Bunun sonucu olarak da, savaşın öznel yönetiminin doğruluğundan ya da yanlışlığından da ayrılamazlar. Ayrıca, bir de, inisiyatifi ele geçirmek ve düşmanı edilgin bir duruma sokmak için düşmanın yanlış anlayışlarından ve hazırlıksız olmasından da yararlanmak sorunu vardır. Bu sorun aşağıda incelenecektir.
(sayfa 292)
80. İnisiyatif savaşma kapasitesinden ayrı düşünülemeyeceği gibi, edilginlik de savaşma kapasitesindeki düşüklükten ayrı düşünülemez. Bu üstünlük ya da aşağı durum, inisiyatifin ya da edilginliğin nesnel temelidir. Stratejik inisiyatif en iyi şekilde, stratejik saldırı yoluyla elde tutulabilir ise de, her yerde ve her zaman inisiyatifi elde tutmak, yani kesin inisiyatif, ancak kesin üstünlükle elde edilir. Eğer Japonya çözülmez çelişkilerle karşı karşıya olmasa da, örneğin bir anda milyonlarca insanı savaş alanına sürebilse, mali kaynakları bugünkünün birkaç katı olsa, kendi halkının ve başka ülkelerin halklarının muhalefetiyle karşılaşmasa, Çin halkını umutsuzca bir direnmeye iten barbarca bir politika izlemese, kesin bir üstünlüğü sürdürebilir ve her yerde ve her zaman kesin inisiyatifi elinde bulundurabilir. Tarihte böylesine kesin bir üstünlük, savaşın ilk zamanlarında pek az görülür. Böyle bir üstünlüğe daha çok savaşın sonlarına doğru raslanır. Örneğin, Birinci Dünya Savaşında Almanya'nın tesliminden hemen önce, İtilaf Devletleri kesin üstünlüğe ulaştı. Almanya ise kesin bir aşağı duruma düştü. Böylece Almanya yenildi. İtilaf Devletleri savaşı kazandı. Bu, savaşın sonuna doğru kesin üstünlüğe ve aşağı duruma bir örnektir. Bunun gibi, Çin'in Tayerçuyang'daki zaferlerinden hemen önce, orada kuşatılmış olan Japon kuvvetleri çetin savaşlardan sonra tam bir aşağı duruma düşmüş, oysa bizim kuvvetlerimiz kesin üstünlüğe ulaşmıştı. Böylece düşman yenilmiş ve biz, zafere ulaşmıştık. Bu ise, bir seferin sonuna doğru, kesin üstünlüğe ve aşağı duruma bir örnektir. Bir savaş ya da sefer, nispi üstünlük ya da eşitlik durumu içinde de sona erebilir. Bu durumda, savaşta bir uzlaşma ya da seferde bir duraklama olur. Ama birçok hallerde, zaferi ve yenilgiyi belirleyen kesin üstünlük ve aşağı durumda bulunmaktır. Bütün bunlar, savaşın başlangıcı için değil, sonu için doğrudur. Çin-Japon savaşının sonu şimdiden kestirilebilir. Japonya kesinlikle aşağı bir duruma
(sayfa 293) inecek, Çin ise kesin üstünlüğe yükselerek zaferi kazanacaktır. Ama şu anda, her iki tarafta da, üstünlük ve aşağılık kesin değil nispidir. Askeri, ekonomik, politik örgüt gücüne sahip Japonya, bizim askeri, ekonomik ve politik örgüt zayıflığımız karşısında üstün durumda bulunuyor, ve bundan dolayı, inisiyatifi elinde tutuyor. Ne var ki, askeri ve öteki güçlerinin nicel olarak büyük olmaması ve başka eksiklikleri yüzünden, üstünlüğü, onun kendi çelişkileriyle azaltılmış oluyor. Çin'i işgal etmesi üzerine, bu üstünlüğü daha da azalmış oluyor, çünkü bizim pek geniş arazimiz, kalabalık nüfusumuz, çok sayıda askerimiz ve ulus çapında azimli direnmemizle yüzyüze gelmiştir. Böylece Japonların genel durumu sadece nispi bir üstünlüğe düşmüş ve zaten sınırlı olan inisiyatifini kullanması ve sürdürmesi de nispi bir hale gelmiştir. Çin'e gelince, kuvvetinin azlığı dolayısıyla stratejik bakımdan edilgin bir durumda olmakla birlikte, toprak, nüfus ve asker miktarları bakımından üstün olduğu gibi, halkının ve ordusunun maneviyatı da yüksektir. Bu üstünlük, başka üstünlüklerle birlikte, askeri ve ekonomik bakımdan ve başka bakımlardan aşağı durumunu azaltmakta ve onu nispi stratejik bir aşağı durum haline getirmektedir. Bu, aynı zamanda, Çin'in edilginlik derecesini de azaltmakta, Çin'in, stratejik durumu, bundan ötürü yalnızca nispi bir edilginlik olmaktadır. Bununla birlikte, her türlü edilginlik bir eksikliktir ve bundan hemen kurtulmak gerekir. Askeri bakımdan bundan kurtulmanın yolu, dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı muharebelerine girişmek, düşmanın gerisinde ise gerilla savaşı vermek ve böylece bölgesel üstünlüğü ve inisiyatifi ele geçirmektir. Birçok seferlerle sağlanan bu gibi bölgesel üstünlük ve inisiyatifle yavaş yavaş stratejik üstünlüğü ve inisiyatifi kurar ve kendimizi edilginlikten kurtarırız. İnisiyatifle edilginlik, üstünlükle aşağılık arasındaki iç ilişkiler böyledir.
(sayfa 294)
81. Bundan, inisiyatif ya da edilginlik ile savaşın öznel yönetimi arasındaki ilişkiyi de anlayabiliriz. Açıklandığı gibi, bizim stratejik aşağı durumumuzdan ve edilginliğimizden de kurtulmak olanaklıdır. Bunun yolu, birçok muharebelerde yerel üstünlüğü ve inisiyatifi yaratarak, düşmanın bu bölgelerdeki üstünlüğüne ve inisiyatifine son vermek ve onu aşağı duruma ve edilginliğe mahkum etmektir. Bu yerel başarılar arttıkça, bizim stratejik üstünlük ve inisiyatifimiz de artacaktır. Bu değişiklik doğru bir öznel yönetime dayanır. Niçin? Çünkü biz, nasıl üstünlük ve inisiyatif peşindeysek, düşman da, aynı şekilde bu iki şeyin peşindedir. Bu açıdan bakıldığında, savaş, askeri kuvvet ve mali kaynaklar gibi maddi koşullara dayanarak, karşılıklı iki ordu komutanının, üstünlük ve inisiyatif için giriştikleri mücadelede, öznel yeteneklerinin bir yarışması demektir. Bu yarışmanın, bir yeneni, bir de yenileni olacaktır. Nesnel maddi koşullar bir yana bırakılırsa, yenen bu başarısını doğru öznel yönetimine borçlu olacak, yenilen ise yenilgisini yanlış öznel yönetimine bağlayacaktır. Savaş görüngüsünün
(phenomenon) güç anlaşılır olduğunu, öteki toplumsal görüngülerden daha az belirli olduğunu, yani daha çok bir "olasılıklar" sorunu olduğunu kabul ediyoruz. Ama gene de savaş, doğa-üstü bir süreç değil, yaşadığımız dünyaya ait ve zorunluluk ilkesine bağımlı bir süreçtir. Sun Vu Zu'nun "Düşmanı ve kendini tanırsan, yenilgi tehlikesi olmadan yüzlerce savaş verebilirsin" sözü,
[23] işte bundan ötürü, bilimsel bir gerçeği dile getirmektedir. Yanılgılar, düşmanı ve kendimizi bilmemekten ileri gelir. Üstelik, savaşın doğası gereği, birçok hallerde, her iki taraf hakkında da tam bir bilgi elde etmek olanaklı olamıyor. Bunun sonucu olarak da, askeri koşullar ve harekâtlar hakkında bir belirsizlik meydana geliyor ve bunu da yanılgılar ve yenilgiler izliyor. Ama savaşta durum ve
(sayfa 295) harekâtlar nasıl olursa olsun, bunların genel yanları ve ana noktaları bilinebilir. Bir komutan önce her çeşit keşif, sonra akıllıca tahminler ve: yargılarla yanılgıları azaltır ve genellikle doğru bir yönetimde bulunabilir. "Genellikle doğru bir yönetim" silahıyla, gitgide daha çok muharebe kazanır, aşağı durumdan üstün duruma, edilginlikten inisiyatifi ele almaya yükselebiliriz. İnisiyatif ya da edilginliğin savaşın doğru ya da yanlış yönetimi ile olan ilişkisi işte budur.
82. Yanlış öznel yönetimin, üstünlük ve inisiyatif yitirilerek, aşağı duruma ve edilginliğe düşmeye yolaçacağı, doğru öznel yönetimin ise, tersine, bir değişiklik yaratacağı tezi, büyük ve güçlü orduların uğradıkları yenilgilerle küçük ve zayıf orduların kazandıkları zaferlere bakılınca daha da inandırıcı bir açıklık kazanır. Çin tarihinde olsun, yabancı ulusların tarihinde olsun, böyle birçok örnek vardır. Çin tarihinde bunun örnekleri, Zin ve Çu devletleri arasındaki Çenpu muharebesi,
[24] Çu ve Han devletleri arasındaki Çenkavo muharebesi,
[25] Han Sin'in Çayo ordularını yendiği muharebe,
[26] Sin ve Han devletleri arasındaki Kunyang muharebesi,
[27] Yuan Şayo ile Zayo Zayo arasındaki Kuvantu muharebesi,
[28] Vu ve Vay devletleri arasındaki Çihpi muharebesi,
[29] Vu ve Şu devletleri arasındaki Yiling
(sayfa 296) muharebesi,
[30] Çin ve Zin devletleri arasındaki Fayşeyi muharebesidir.
[31] Yabancı ülkelerdeki örnekler arasında; Napoleon'un seferlerinin çoğu ve Ekim Devriminden sonra Sovyetler Birliği'ndeki iç savaş gösterilebilir. Bütün bu örneklerde küçük ve zayıf kuvvetler, büyük ve güçlü kuvvetlere karşı zafer kazanmışlardır. Her olayda, zayıf kuvvet, düşmanın yerel aşağı durumuna ve edilginliğine karşı o bölgede üstünlüğü ve inisiyatifi ele alarak, önce düşmana ağır bir darbe indirmiş, sonra da kuvvetlerini birer birer ezerek her yerde üstünlüğü ve inisiyatifi ele almıştır. Bunun tersi bir durumda ise, aslında üstünlüğü ve inisiyatifi elinde tutan düşmanın öznel yanılgılar ve iç çelişkiler yüzünden içinde bulunduğu çok elverişli durumu yitirdiği, ordusuz bir general, ülkesiz bir kral haline düştüğü görülmüştür. Buradan da görülebileceği gibi savaşma kapasitesindeki üstünlük ya da aşağı durum, inisiyatifi ya da edilginliği belirleyen nesnel temel olmakla birlikte, bunun kendisi, inisiyatif ya da edilginlik değildir, ancak bir mücadele ve yarışma sonundadır ki, gerçek inisiyatif ya da edilginlik meydana gelir. Mücadelede doğru öznel yönetim, aşağı durumu üstün durum haline, edilgin durumu inisiyatifin ele alınması haline getirebilir; doğru olmayan öznel yönetim ise, bunun tersini yapar. Bütün egemen hanedanların devrimci ordular tarafından yenilmesi gerçeği, bazı bakımlardan, üstünlüğün son zafer şöyle dursun, inisiyatifi bile güvenceleyemediğini gösterir. Aşağı durumda olan taraf, gerçek koşullardan yararlanarak girişeceği etkin öznel hareketlerle, üstün tarafın elinden inisiyatifi alır ve son zaferi kazanır.
83. Yanlış düşüncelere kapılmak ve gafil avlanmak üstünlüğün ve inisiyatifin yitirilmesine yolaçabilir. Düşmanı kasıtlı olarak yanlış düşüncelere yöneltmek ve hiç beklemediği anda ve yerde saldırılarda bulunmak, üstünlüğü
(sayfa 297) kazanmak ve inisiyatifi ele geçirmek için gerçekten önemli iki yoldur. Yanlış düşüncelere kapılmak. nedir? "Pakung dağı üzerindeki her çalıyı, her ağacı düşman askeri gibi görmek"
[32] yanlış düşünceye kapılmanın bir örneğidir. "Doğuya doğru yönelir gibi yapıp batıdan saldırmak", düşman arasında yanlış düşünceler yaratmanın bir yoludur. Kitle desteğinin, haberlerin sızmasını önleyecek kadar iyi olduğu yerlerde, düşmanı çoğu zaman yanlış yargılarda bulunmaya, yanlış hareketlerde bulunmaya sevketmek ve böylece üstünlüğü ve inisiyatifi yitirmesine yolaçmak olanaklıdır. "Savaşta her hileye başvurmak gerekir" sözü işte bu demektir. "Gafil avlanmak" ne demektir? Hazırlıksız yakalanmak demektir. Hazırlıksız kazanılan üstünlük, gerçek üstünlük değildir ve inisiyatifi sürdürmek diye bir şey sözkonusu olamaz. Bu noktayı kavrayan zayıf ama hazırlıklı bir kuvvet, beklenmedik saldırıları ile, üstün bir düşmanı yenebilir. Hareket halindeki düşmana saldırmak kolaydır derken, o anda hazırlıksız olduğunu söylemek istiyoruz. Bu iki nokta, yani düşman arasında yanlış düşünceler yayma ve beklenmedik saldırılarda bulunma, savaşın belirsiz ve bulanık havasını düşman tarafta yayarak kendimize olabilecek en büyük güvenliği sağlamak ve üstünlüğe, inisiyatife ve sonunda zafere ulaşmaktır. Kitlelerin iyi bir şekilde örgütlenmesi, bu amaca ulaşmanın ilk koşuludur. Bunun için düşmana karşı çıkan bütün halkı harekete getirmek, herkesi silahlandırmak, düşmana baskınlar yapmak, haber sızmasını önlemek, kuvvetlerimizi gizlemek büyük önem taşır. Böylece düşman nerde ve ne zaman saldırıya uğrayacağını bilemeyecek ve düşmanın yanlış düşüncelere kapılması ve gafil avlanması olanaklı hale gelecektir. Halk kitlelerinin örgütlenmesi ve silahlandırılması yoluyla, zayıf ve
(sayfa 298) küçük Kızıl Ordu kuvvetleri, Tarımsal Devrim Savaşı döneminde birçok savaşlar kazanmıştır. Mantık bakımından, ulusal bir savaşın, tarımsal devrimci bir savaştan, halktan daha geniş destek görmesi gerekir; ama eski yanılgıların
[33] sonucu olarak, halk örgütlenmemiş bir durumda ve davaya hizmet etmeye hazır değil, bazan düşman tarafından bile kullanılmakta. Geniş ölçüde halka dayanma azmi, savaşın bütün gereklerinin yerine getirilmesi için tek çıkar yoldur. Üstelik, düşmanı yanlış yollara saptırmak ve gafil avlamak da, uygulamak istediğimiz taktiğin başarıya ulaşmasında büyük rol oynuyor. Biz Sung dükü Siyang değiliz ve onun eşekçe ahlakını da gereksinmiyoruz.
[34] Zafere ulaşmak için, olanaklı olduğu kadar düşmanın gözlerini, kulaklarını tıkamalı ve kafalarını karıştırarak komutanlarını yanlış yollara sürüklemeliyiz. Bu söylenenler savaşın öznel yönetimiyle yakından ilgili şeylerdir. Japonya'yı yenmek için böyle bir öznel yönetim kesinlikle gereklidir.
84. Japonya, askeri gücünü ve bizim geçmişteki ve bugünkü öznel yanılgılarımızı sonuna kadar kullanarak, giriştiği saldırı döneminde inisiyatifi elde tuttu. Ancak, bazı kaçınılmaz eksiklikleri ve savaşın sonraki dönemlerinde işlediği öznel yanılgıları ve bizim üstünlüklerimiz dolayısıyla, bu inisiyatif, yavaş yavaş azalmaktadır. Düşmanın
(sayfa 299) Tayerçuyang'daki yenilgisi ve Şansi'deki güç durumu bunu açıkça kanıtlar. Düşmanın gerisinde gerilla savaşının yaygınlaşması, işgal bölgesindeki garnizonlarını tümüyle edilgin bir duruma düşürmüştür. Hâlâ stratejik saldırı halinde bulunmasına ve inisiyatifi elde tutmasına karşın, stratejik saldırı sona erdiği anda inisiyatifi de yitirecektir. Düşmanın inisiyatifini sürdüremeyeceğinin ilk gerekçesi asker yetersizliği yüzünden saldırıyı süresiz olarak sürdürmesinin olanaksızlığıdır. Bizim saldırı muharebelerimiz ve düşman hatları gerisindeki gerilla savaşımız, başka etkenlerle birlikte, düşmanın saldırısını belirli bir sınırda sona erdirmek zorunda kalacağının ve inisiyatifi elinde tutamayacağının ikinci gerekçesidir. Sovyetler Birliği'nin varlığı ve uluslararası durumdaki değişmeler, üçüncü gerekçeyi oluşturur. Böylece, düşmanın inisiyatifinin sınırlı olduğu ve bu inisiyatifi yitireceği görülür. Eğer askeri harekâtta Çin, ana kuvvetlerini seferlerde ve muharebelerde saldırı halinde tutabilir, düşman gerisinde gerilla savaşını geliştirebilir ve halk kitlelerini politik bakımdan seferber edebilirse, stratejik inisiyatif durumunu yavaş yavaş yaratabiliriz.
85. Şimdi de esnekliği tartışalım. Esneklik nedir? Esneklik, askeri harekâtta inisiyatifin somut olarak gerçekleştirilmesi; silahlı kuvvetlerin esnek bir şekilde kullanılmasıdır. Silahlı kuvvetlerin esnek olarak kullanılması bir savaşın yönetilmesinde baş görevdir ve yerine getirilmesi gerçekten güç bir görevdir. Ordunun ve halkın örgütlenmesinden ve eğitilmesinden başka, savaş işi, birliklerin muharebelerde kullanılmasını içerir ve mücadele, ancak bütün bu işler yerine getirildiği zaman kazanılabilir. Ordunun vb. örgütlenmesi kuşkusuz çok güçtür, ama kullanılması, özellikle kuvvetli bir düşmana karşı savaşılıyorsa, daha da güçtür. Bunu yapmak için çok yüksek öznel bir yetenek gerektiği gibi, savaşa özgü karışıklığın, çapraşıklığın, belirsizliğin de üstesinden gelmek, açıklığa ve kesinliğe ulaşmak
(sayfa 300) gerekir; komutada esneklik, ancak böylelikle gerçekleştirilebilir.
86. Japonlara Karşı Direnme Savaşının başlıca hareket ilkesi, dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı muharebeleridir. Bu ilkenin uygulanması için, kuvvetlerin dağıtılması ve toplanması, kollar halinde ilerleme ve tek noktaya birkaç koldan saldırma, taarruz ve savunma, seri hücum ve durdurma, kuşatma ve yandan çevirme, ilerleme ve çekilme gibi çeşitli taktikler ve yöntemler vardır. Bu taktikleri anlamak kolay, uygulamak ve esnek bir şekilde değiştirmek güçtür. Burada birbirine bağlı üç önemli nokta, zaman, yer ve askerdir. Zaman, yer ve asker iyi seçilmezse hiç bir zafer kazanılamaz. Örneğin, hareket halindeki düşmana saldırırken zamanından önce davranırsak, kendimizi belli eder, düşmana hazırlanma olanağını veririz; tersine, zamanı geçirirsek, düşman kamp kurmuş ve kuvvetlerini toplamış olur ve çetin bir mücadele vermemiz gerekir. Bu, bir zaman sorunudur. Eğer düşmanın gerçekten zayıf çıkan sol kanadını saldırı noktası olarak seçersek zafere kolayca ulaşırız, sağ kanadı seçersek hiç bir sonuç alamayız. Bu da yer sorunudur. Belirli bir görev için kuvvetlerimizden belirli bir birliği seçersek, başarı kolay sağlanabilir, aynı iş için başka bir birlik kullanırsak sonuç almak güç olabilir. Bu da asker sorunudur. Yalnız nasıl taktik kullanılacağını değil, bunları nasıl değiştirebileceğimizi de bilmeliyiz. Komuta esnekliğinde önemli iş, saldırıdan savunmaya ya da savunmadan saldırıya, ilerlemeden çekilmeye, ya da çekilmeden ilerlemeye, durdurmadan seri hücuma, ya da seri hücumdan durdurmaya, kuşatmadan yandan çevirmeye, ya da yandan çevirmeden kuşatmaya geçmek gibi değişiklikleri, her iki tarafın asker ve arazi durumuna uygun olarak zamanında yapmaktır. Bu, hem seferlerin stratejik komutası için ve, hem de muharebe komutası için doğrudur.
(sayfa 301)
87. Eskiler "Kullanılan taktiklerin değiştirilmesinde gösterilen maharet doğuştandır." derler. Bizim esneklik dediğimiz bu "beceri", zeki komutanın bir katkısıdır. Esneklik, pervasızlık demek değildir ; pervasızlığa yer yoktur. Esneklik, zeki komutanın, "zamanı ve durumu ölçüp biçtikten" sonra (burada "durum", düşmanın durumu, bizim durumumuz ve arazi durumudur) nesnel koşullara dayanarak gerekli tedbirleri zamanında alma yeteneğinden oluşur. Bu esneklik, "taktik değiştirmedeki beceridir". Bu beceriye dayanarak, dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı muharebelerinde zaferler kazanır, kuvvetler dengesini lehimize değiştirebilir, düşman üzerinde inisiyatifi kurabilir ve üstünlüğü elde ederek onu ezer ve son zafere ulaşabiliriz.
88. Şimdi de planlama sorununu tartışalım. Savaşa özgü belirsizlikler yüzünden, savaşı bir plana göre yürütmek, başka etkinlikleri bir plana göre yürütmekten daha zordur. "Hazırlık başarıyla, hazırlıksızlık ise başarısızlıkla sonuçlandığı için", önceden planlama ve hazırlık yapılmaksızın savaşta zafere ulaşılamaz. Savaşta kesin belirlilik yoktur, ama, gene de bir dereceye kadar nispi belirlilik vardır. Kendi durumumuz hakkında nispeten kesin bilgimiz vardır. Düşman hakkındaki bilgilerimiz çok belirsiz olmakla birlikte, çözümleyebileceğimiz işaretler, izleyebileceğimiz ipuçları, üzerinde kafa yoracağımız olaylar dizisi vardır. Nispi belirlilik dediğimiz bu hal, savaşta, planlama için nesnel bir temel sağlar. Modern teknik gelişmeler (telgraf, radyo, uçaklar, motorlu araçlar, demiryolları, gemiler vb.), savaşta planlama olanaklarına yardımcı olmuşlardır. Gene de, savaştaki sınırlı ve geçici belirlilik yüzünden, tam ve kararlı bir planlama güçtür. Bu planlama, savaşın (akış ya da değişme) hareketiyle ve bir de yaygınlık derecesine bağlı olarak değişmek zorundadır. Küçük kol ya da birliklerin saldırı ya da savunma planları gibi taktik planlar, çoğu zaman günde birkaç defa değiştirilmek gerekir. Bir
(sayfa 302) seferin, yani büyük birliklerin harekat planı, genellikle seferin sonuna kadar aynı kalabilirse de, bazan kısmen ya da tümüyle değiştirildiği de olur. Her iki tarafın tüm durumlarına dayanan stratejik bir plan, daha da kararlıdır, ama o bile, belirli bir stratejik döneme uygulanır ve savaşın yeni bir döneme girmesiyle onun da değiştirilmesi gerekir. Savaşın genişliğine ve nesnel koşullara göre taktik, sefer ve stratejik planların yapılması ve değiştirilmesi, bir savaşın yönetilmesinde temel bir etken, savaşta esnekliğin somut bir belirtisi, yani kullanılan taktiklerin değiştirilmesindeki bir beceridir. Japonlara karşı girişilen bu savaşta görev alan her seviyedeki komutan, bunu dikkate almalıdır.
89. Savaşın akıcılığı (seyyaliyeti) yüzünden, bazı kimseler, savaş planlarının ya da politikalarının nispeten kararlı oluşunu tümüyle yadsırlar ve bu gibi plan ya da politikaların "mekanik" olduğunu söylerler. Bu görüş, yanlıştır. Bundan önceki bölümde bunu bütünüyle gördük; savaş koşullarının ancak nispeten belirli olması ve savaşın (hareket ya da değişmesinin) akışının hızlı olması yüzünden, savaş planları ya da politikaları ancak nispeten kararlı olabilir ve savaşın değişen koşulları ve akışına göre zamanında değiştirilmeli ya da düzeltilmelidir. Böyle yapmazsak, mekanist oluruz. Ne var ki, belli bir dönemde nispeten kararlı olan savaş planları ya da politikalarına olan gereksinme yadsınmamalıdır. Bunu yadsımak, her şeyi, savaşı olduğu kadar yadsıyanın kendisini de yadsımak demektir. Hem askeri koşullar ve hem de askeri harekât, her ikisi de, nispeten kararlı olduğu için savaş planlarının ve politikalarının nispi kararlılığını kabul etmek zorundayız. Örneğin Kuzey Çin'deki savaş koşulları ve Sekizinci Hareket Ordusunun harekatının dağınıklığı, belirli bir aşamada nispeten kararlı olduğu için, bu aşamada, Sekizinci Hareket Ordusunun stratejik harekât ilkesinin nispeten kararlı olmasını yani "Asıl olan gerilla savaşıdır, ama koşulların
(sayfa 303) elverdiği yerde hareketli savaş fırsatını kaçırmayınız." ilkesini kabul etmek zorunluluğu vardır. Bir seferin planının geçerlilik süresi, stratejik bir planın geçerlilik süresinden daha kısadır. Taktik planın geçerlilik süresi daha da kısa olmakla birlikte, bunların her birinin belirli bir kararlılık süresi vardır. Bu noktayı yadsıyan kimse, savaşı yönetmek için gerekli yöntemden yoksun demektir ve tutacağı yol, raslantıyla doğru ya da yanlış olabilir. Belirli bir dönem için geçerli bir planın bile akıcı olduğunu kimse yadsımaz, yoksa bir planın bir başkasına yerini bırakması diye bir şey sözkonusu olamaz. Ama her plan bir sınır dahilinde ve uygulandığı çeşitli savaş harekâtının hudutları içinde akıcıdır, gelişigüzel ve kesin değildir. Yani nitelik yönünden değil, nicelik yönünden akıcıdır. Belirli bir dönem içinde kesin bir değişme sözkonusu değildir. Zaten böyle bir durumda nispi kararlılık derken, bunu demek istemiştik. Savaş boyunca süren büyük kesin akıcılık nehri içinde her dönem için nispi bir kararlılık süresi vardır. Bizim savaş planları ya da politikaları üzerindeki temel görüşlerimiz bunlardır.
90. İç hatlar üzerinde uzatmalı savunma savaşı stratejisi ile sefer ve muharebelerde dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı savaşlarından, inisiyatiften, esneklikten ve planlamadan sözettikten sonra, şimdi, bunları kısaca özetleyebiliriz. Japonlara karşı savaşın bir planı olmalıdır. Strateji ve taktiğin somut uygulanması olan savaş planlarının koşullara uyabilecek esneklikte olması gerekir. Düşmanla aramızdaki durumu değiştirebilmek için aşağı durumdan üstünlüğe, edilginlikten inisiyatife geçmemiz gerekir. Bütün bunlar, sefer ve muharebelerde, dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı muharebesinde ve iç hatlar üzerinde stratejik uzatmalı savunma muharebesinde ifadesini bulur.
(sayfa 304)
HAREKETLİ SAVAŞ, GERİLLA SAVAŞI VE MEVZİİ SAVAŞ
91. Bir savaş, iç hatlar üzerinde uzatmalı ve savunma savaşı stratejisi çerçevesi içindeki sefer ve muharebelerde, dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu saldırı savaşı niteliğinde ise, hareketli savaş biçimini alır. Hareketli savaş, geniş cepheler boyunca, dış hatlar ve büyük harekât alanı üzerinde, düzenli orduların çabuk sonuçlu saldırı seferleri ve muharebeleri verdiği savaş biçimidir. Aynı zamanda, bu savaş şekli, saldırı muharebelerini kolaylaştırmak için gerektiği zaman girişilen "hareketli savunmayı da" içerdiği gibi, yardımcı bir görev olarak da, mevzii saldırıyı ve savunmayı da içerir. Özellikleri, düzenli ordular, sefer ve muharebelerde kuvvet üstünlüğü, saldırı ve akıcılıktır.
92. Çin'in büyük bir arazisi ve çok sayıda askeri var, ama askerlerinin donatımı ve eğitimi yetersiz. Öte yandan, düşman kuvvetleri sayıca yetersiz, ama donatımları ve eğitimleri daha iyi. Bu durumda, hiç kuşkusuz, bizim asıl savaş şekli olarak hareketli saldırı savaşını benimsememiz ve bunu öteki savaş şekilleriyle tamamlayarak, hepsini hareketli savaş içinde birleştirmemiz gerekir. Kaçmak demek olan "hep geri çekil, hiç ilerleme" ilkesine karşı çıktığımız gibi, umutsuz bir başıboşluk olan "hep ilerle, hiç geri çekilme" ilkesine de karşı olmalıyız.
93. Hareketli savaşın ayırıcı özelliklerinden birisi, büyük ilerlemeleri ve geri çekilmeleri yapabilecek bir orduyu gerektiren akıcılıktır. Ama bunun, Han Fu-çu'nun düşmandan sürekli kaçması ile hiç bir ilişkisi yoktur.
[35] Savaşın ilk gereği düşmanı imha etmek, ötekisi kendini korumaktır. Kendini korumanın amacı düşmanı imha etmektir ve
(sayfa 305) düşmanı imha etmek de gene kendini korumanın en etkili yoludur. Yani hareketli savaş, Han Fu-çu gibi kimseler için bir özürü olamayacağı gibi, ileri tek adım atmadan hep geri çekilmek demek de değildir. Hareketli savaşın temel saldırı karakterine aykırı düşen bu çeşit "hareket", uygulamada, toprak genişliğine karşın Çin'i yeryüzünden silme "hareketi" demektir.
94. Umutsuzca pervasızlık dediğimiz "hep ilerle, hiç geri çekilme" görüşü de yanlıştır. Sefer ve muharebelerde dış hatlar üzerinde çabuk sonuçlu savaşı gerektiren bizim savunduğumuz hareketli savaş, ikincil bir yol olarak mevzii savaşı, "hareketli savunma" ve geri çekilmeyi içine alır. Zaten, bunlar olmaksızın, hareketli savaş bütünüyle uygulanamaz. Umutsuzca pervasızlık, askeri bir kısa görüşlülüktür ve çoğu zaman toprak yitirme korkusundan ileri gelir. Pervasızca hareket eden kimse, hareketli savaşın bir özelliğinin akıcılık olduğunu bilmiyor demektir; akıcılık ise, ancak büyük ilerlemeleri ve çekilmeleri yapabilecek bir orduyla olanaklıdır. Olumlu yanda, düşmanı, bize elverişli ona elverişsiz koşullar içinde bir çarpışmaya sürüklemek için genellikle onun hareket halinde olması bizim de uygun bir arazide bulunmamız; yerel halkın haber sızmasına engel olabilecek düzeyde olması ve düşmanın yorgun ve hazırlıksız olması gibi koşullar bulunması gerekir. Bu, düşmanın ilerlemesiyle ve bizim toprağımızın bir kesimini yitirmekten korkmamamızla olabilir. Topraklarımızdan bir kesimini yitirmek, bu yitirilen toprağın geri alınması da dahil, bütün topraklarımızın sürekli olarak korunması için ödemek zorunda olduğumuz bedeldir. Olumsuz yanda, kuvvetlerimizin korunmasını tehlikeye düşürebilecek elverişsiz bir duruma girdiğimiz zaman kendimizi korumak ve yeni bir fırsat çıktığında düşmana daha ağır bir darbe indirmek için geri çekilmek cesaretini göstermemiz gerekir. Bu ilkeden habersiz olan gözü kara hareketlerin savunucuları,
(sayfa 306) durum apaçık. bizim aleyhimizde olduğu zaman bile, bir kent ya da toprak parçası için mücadeleye girer ve yalnız bu kenti ya da toprak parçasını yitirmekle kalmaz, kuvvetlerini de tehlikeye atmış olurlar. Biz, her zaman, "düşmanı içerlere çekme" politikasını savunduk; stratejik savunma halinde olan zayıf bir ordunun, kuvvetli bir orduya karşı izleyeceği en etkili politika budur.
95. Japonlara karşı savaşta kullanılan savaş şekillerinden hareketli savaş önce, gerilla savaşı ise sonra gelir. Savaşın bütünü içinde hareketli savaş asıldır, gerilla savaşı ikinci derecededir derken, savaşın sonucunun her şeyden önce ve özellikle hareketli savaş biçimindeki düzenli savaşa dayandığını, gerilla savaşının sonucu belirleme sorumluluğunu yüklenmesinin olanaksızlığını söylemek istiyoruz. Bundan, elbette, savaş stratejisinde gerilla savaşının önemsiz olduğu sonucu çıkmaz. Onun, bütün olarak savaş stratejisindeki rolü, yalnızca hareketli savaşa göre ikinci derecede kalır ve onun desteği olmaksızın düşmanı yenmemiz olanaksızdır. Bunu söylerken aynı zamanda gerilla savaşını hareketli savaş halinde geliştirme gibi stratejik bir ödevi de gözönünde bulunduruyoruz. Bu uzun ve amansız savaşta, gerilla savaşı aynı kalmayacak, daha yüksek bir düzeye ulaşarak hareketli savaş haline gelişecektir. Çin Direnme Savaşındaki gerilla savaşının şimdiye kadar görülmemiş genişliği ve sürece uzunluğu gözönüne getirilirse, onun stratejisinin ve rolünün küçümsenmemesi, daha da büyük önem kazanır. Bundan ötürü, Çin'de gerilla savaşının yalnız taktik değil stratejik problemleri de vardır. Bu konuyu "Japonlara Karşı Gerilla Savaşında Strateji Problemleri" başlıklı yazıda ele almış bulunuyorum. Yukarda da belirtildiği gibi, Direnme Savaşının üç stratejik aşamasındaki mücadele şekli şöyledir: birinci aşamada hareketli savaş önde gelir, gerilla savaşı ve mevzii savaş yardımcıdır. İkinci aşamada gerilla savaşı birinci plana geçecek ve hareketli
(sayfa 307) savaş ve mevzii savaş ona yardımcı olacaktır. Üçüncü aşamada, hareketli savaş yine önde gelecek ve onu mevzii savaş ve gerilla savaşı destekleyecektir. Ama üçüncü aşmadaki hareketli savaşı yalnız düzenli kuvvetler yürütmeyecek, bir kesimini, olabilirse önemli bir kesimini, gerilla kuvvetleri iken hareketli kuvvetler halini alan birlikle üzerine alacaktır. Japonlara Karşı Direnme Savaşındaki her üç aşama bakımından da, gerilla savaşından vazgeçmek olanaksızdır. Bizim gerilla savaşımız, savaş tarihinde eşi görülmemiş büyük bir dramı temsil edecektir. Bundan dolayı, Çin'deki milyonlarca düzenli askerden hiç değilse birkaç yüz binini bütün düşman işgali altındaki yerlere dağıtarak, kitleleri silahlandırmak ve halk kitleleri ile işbirliği yaparak gerilla savaşı vermek gerekir. Bu iş için ayrılan düzenli kuvvetler, bu kutsal görevi dikkatle yerine getirmeli ve daha küçük muharebelere katıldıkları, ulusal kahraman olarak görülmedikleri için, daha küçük duruma düşürüldüklerini sanmamalıdırlar. Bu gibi düşünceler yanlıştır. Gerilla savaşı, düzenli savaşlar gibi çabuk sonuç ya da ün sağlamaz, ama "uzun yol atın gücünü, uzun görev insanın yüreğini ortaya koyar". Bu uzun ve amansız savaşta gerilla savaşı büyük gücünü kanıtlayacaktır. Üstelik bu gibi düzenli kuvvetler, Sekizinci Hareket Ordusunun yaptığı gibi, dağıldıkları zaman gerilla savaşı, toplandıkları zaman hareketli savaş vereceklerdir. Sekizinci Hareket Ordusunun ilkesi, "Gerilla savaşı asıldır ama koşullar elverince hareketli savaş fırsatını kaçırmamak"tır. Bu ilke, tümüyle doğrudur; bunun karşısında olanlar yanılmaktadır.
96. Çin'in bugünkü teknik düzeyde, mevzii savaş, savunma ya da saldırı şeklinde olsun, genellikle pratik değildir ve bizim zaafımız kendini burada gösteriyor. Ayrıca düşman, bizim müstahkem mevkilerimize hiç yanaşmadan ilerleyerek topraklarımızın genişliğinden yararlanıyor. Bundan ötürü, mevzii savaş önde gelmek şöyle dursun, bizim
(sayfa 308) için önemli bile olamaz. Ama savaşın birinci ve ikinci aşamasında, hareketli savaşın genişliği içinde girişilecek seferlerde, yerel mevzii savaşı destekleyici bir biçimde kullanmak hem olanaklı ve hem de gereklidir. Yarı-mevzii "hareketli savunma", her adımda, düşmana direnme amacı için girişilen hareketli savaşın daha da önemli bir kısmıdır. Böylece düşman kuvvetleri oyalanmış ve zaman kazanılmış olacaktır. Stratejik karşı-savunma döneminde mevzii saldırı görevini tümüyle yerine getirebilmek için, Çin modern silah ikmalini artırmak zorundadır. Bu üçüncü aşamada, mevzii savaş, haliyle daha büyük bir rol oynayacaktır, çünkü düşman kendi mevzilerine dört elle sarılacaktır ve bizim, hareketli savaşın yanısıra, kuvvetli mevzii saldırılara geçmeksizin, yitirdiğimiz toprakları geri almamız olanağı bulunmayacaktır. Üçüncü aşamada bile, hareketli savaşı asıl savaş şekli haline getirmek için her türlü çabayı göstermeliyiz. Savaş yönetme sanatı ve insanın etkin rolü, Birinci Dünya Savaşının ikinci yarısında Batı Avrupa'da olduğu gibi, mevzii savaşlarla geniş ölçüde sınırlandırılmıştır. Savaşı "siperlerden dışarı taşırmak" bizim için tek doğal yoldur, çünkü savaş Çin'in geniş toprakları üzerinde verilmektedir ve bizim tarafımız, daha uzun süre, teknik donatım bakımından zayıf durumda olacaktır. Teknik durumunun düzeldiği üçüncü dönemde bile, Çin, düşmanını bu yönden pek geçemeyecektir, ve bu yüzden, hareketli savaşı her zaman ön plana alacaktır. Kesin zafere ancak bu yoldan ulaşılabilir. Sonuç olarak, Çin, Direnme Savaşı boyunca mevzii savaşı esas almayacaktır. Esas ya da önemli olan hareketli savaş ve gerilla savaşıdır. Bu iki savaş biçimi hem savaş yönetme sanatının gösterilmesine, hem insanın etkiri rolünü oynamasına en uygun zemini hazırlamış olacaktır. Talihsizlik içinde ne büyük bir talih!
(sayfa 309)
YIPRATMA SAVAŞI VE İMHA SAVAŞI
97. Önce de dediğimiz gibi, savaşın aslı ya da amacı, kendini korumak, düşmanı imha etmektir. Bu amaca ulaşmak için, hareketli, mevzii ve gerilla savaşı gibi üç tip savaş bulunduğu ve bunların etkinlik dereceleri de farklı olduğu için, yıpratma savaşı ile imha savaşı arasındaki fark da büyüktür.
97. Önce de dediğimiz gibi, savaşın aslı ya da amacı, karşı verilen bu savaş hem yıpratma ve hem de imha savaşıdır. Bu, neden böyledir? Çünkü düşman, gücünden sonuna kadar yararlanıyor ve stratejik üstünlüğü ve stratejik inisiyatifi elinde bulunduruyor. Bu yüzden, biz, imha seferleri ve muharebeleri vermedikçe, onun gücünü hızla azaltamayız; üstünlüğünü ve inisiyatifini kıramayız. Bizim, hâlâ zaaflarımız var ve stratejik aşağı durumdan ve edilginlikten hâlâ kurtulamadık. Bu sebeple, imha seferleri ve muharebeleri vermedikçe, iç ve uluslararası durumumuzu düzeltmek ve elverişsiz durumumuzu değiştirmek için zaman kazanamayız. İmha seferleri, stratejik yıpratma hedefine ulaşmanın bir yoludur. Bu bakımdan imha savaşı yıpratma savaşıdır. Çin, imha yoluyla yıpratma yöntemi kullanarak, uzatmalı bir savaş verebilir.
99. Ancak, stratejik yıpratma amacına, yıpratma seferleriyle de ulaşılabilir. Genellikle, hareketli savaş imha; mevzii savaş yıpratma; gerilla savaşı ise bu iki görevi de aynı zamanda yerine getirir. Bu üç savaş çeşidi,böylece, birbirinden ayrılmış olur. Bu yönden, imha savaşı, yıpratma savaşından farklıdır. Yıpratma seferleri, uzatmalı savaşta ikinci derecededir, ama gereklidir.
100. Teorik bakımdan ve Çin'in gereksinmeleri yönünden düşmanın kuvvetlerini geniş ölçüde tüketme stratejik hedefine ulaşmak için, Çin savunma aşaması önce hareketli savaşı ve kısmen de gerilla savaşını ve imha işini
(sayfa 310) yerine getirmekle kalmamalı, ama (kendisi de ikincil savaş şekli olmakla beraber) mevzii savaş ve kısmen de gerilla savaşıyla yıpratma görevini de yerine getirmelidir. Durgunluk döneminde ise, düşman kuvvetlerini daha da geniş ölçüde tüketmek için gerilla savaşıyla ve hareketli savaşlarla imha ve yıpratma işini sürdürmeliyiz. Bütün bunların amacı savaşı uzatmak, kuvvetler dengesini yavaş yavaş değiştirmek, karşı-saldırı için gerekli koşulları hazırlamaktır. Stratejik karşı-saldırı sırasında ise, imha yoluyla yıpratma yöntemini kullanmayı sürdürerek, düşmanı ülkeden sürüp atmanın koşulları yerine getirilecektir.
101. Son on aylık deneyimlerimize dayanarak şunu da belirtmek gerekir ki, hareketli savaş seferlerinin birçoğu, hatta çoğunluğu, birer yıpratma seferi halini aldı ve gerilla savaşı bazı bölgelerde asıl görevi olan imha işini hakkıyla yerine getiremedi. Deneyimlerin olumlu yanı, düşman kuvvetlerini hiç değilse yıpratmış olmamızdır. Bu, hem uzatmalı savaş için ve hem de kesin zafer için önemlidir ve kanımızı boşuna akıtmamışızdır. Ama eksikliklerimiz şunlardır: birincisi düşmanı yeterince tüketemedik; ikincisi, hem oldukça ağır kayıplar vermekten kaçınamadık ve hem de az miktarda savaş ganimeti ele geçirdik. Bu durumun nesnel nedenini, yani düşmanla aramızdaki teknik donatımı ve eğitim farkını kabul etmekle birlikte, hem teori ve hem de uygulama yönünden ana kuvvetlerimizi koşullar elverdiği anda imha savaşları vermeye teşvik etmemiz ve bunu sağlamamız gerekir. Gerilla birliklerimiz, sabotaj ve taciz gibi belirli görevleri yerine getirirken, sırf yıpratma muharebeleri vermek durumunda iseler de, koşullar elverir vermez, onların da imha savaşları vermesi için uygun tedbirlerin alınması gerekir. Düşman kuvvetlerini, geniş ölçüde tüketmek ve bizim kuvvetlerimizin yükünü azaltmak ancak böyle olabilecektir.
102. "Dış hatlar", "çabuk sonuç" ve dış hatlar üzerinde
(sayfa 311) çabuk sonuçlu saldırı savaşı ile hareketli savaşta "hareketlilik", harekâttaki asıl ifadelerini, kuşatma ve yandan çevirme taktiklerinin kullanılmasında bulur; bundan dolayı, üstün kuvvetlerin biraraya getirilmesini gerektirirler. Kuvvetlerin toplanması, kuşatma ve yandan çevirme taktiklerinin kullanılması, hareketli savaşın, yani dış hatlar üzerindeki çabuk sonuçlu saldırı savaşının, zorunlu unsurlarıdır. Bütün bunların amacı, düşman kuvvetlerinin imhasıdır.
103. Japon ordusunun kuvveti, kendini yalnız o ordunun silahlarında değil, subay ve erlerinin eğitiminde de gösteriyor. Bu üstünlük, örgütlenme derecesinden, hiç yenilmemekten gelen kendine güvenden, Mikado'ya ve doğa-üstü şeylere olan boş inanlardan, Çin halkını küçük görmekten ve benzeri şeylerden ileri geliyor. Bütün bunlar, Japon savaş ağalarının uzun yıllar süren beyin yıkama çalışmalarının ve Japon ulusal geleneklerinin sonucudur. Pek çok düşman askeri yaraladığımız ve öldürdüğümüz halde, az tutsak almamızın başlıca gerekçesi de budur. Bu, geçmişte pek çok kimsenin küçümsediği bir noktadır. Düşmanın bu özelliklerini yoketmek uzun zaman alacaktır. İlk yapılacak şey, konuya dikkatle eğilmek ve hem politik alanda ve hem de uluslararası politika çevrelerinin ve Japon halkının göstereceği tepki alanında sistemli ve sabırlı bir şekilde çalışmaktır. Askeri alanda ise, imha savaşı, kullanılacak araçlardan birisidir. Düşmanın bu özelliklerini gören kötümserler, ulusça boyun eğme teorisine; kafaları edilginliğe yatkın askerler ise imha savaşına karşı olan düşüncelerine birer dayanak bulabilirler. Biz ise, tersine, Japon ordusunun bu kuvvetli noktalarının yokedilebileceğine ve hatta bunun başladığına inanıyoruz. Bu özellikleri yoketmenin başlıca yolu, Japon askerlerini politik bakımdan bizden yana kazanmaktır. Onların gururlarını incitmekten çok, onları anlamalı ve gururlarını doğru yönde kanalize etmeliyiz. Savaş tutsaklarına yumuşak davranarak, Japon yöneticilerinin
(sayfa 312) giriştikleri saldırının haksızlığını Japon askerlerinin farketmelerini sağlamalıyız. Öte yandan, Çin ordusuyla Çin halkının yenilmez ruhunu, kahramanlığını ve azimli mücadele gücünü, Japon askerlerine göstermeliyiz. Yani muharebelerde Japonlara ağır darbeler indirmeliyiz. Son on aylık askeri harekâttaki deneyimlerimiz düşman kuvvetlerini imha edebileceğimizi göstermiştir; Pinksinkuyan ve Tayer-çuyang seferleri, bunun kanıtlarıdır. Japon ordusunun maneviyatı bozulmaya başlamıştır; askerleri savaşın amacını anlayamıyor. Dört bir yandan Çin ordusu ve Çin halkıyla kuşatılmış durumdalar. Baskınlarda Çin askerlerinden daha az cesur davranıyorlar vb.. Bütün bunlar, imha muharebeleri vermek için elverişli nesnel etkenlerdir ve Savaş uzadıkça durmadan gelişiyor. Düşmanın kendini beğenmiş saldırganlığını imha savaşlarında yoketme açısından, bu gibi muharebeler, savaşı kısaltmak, Japon askerlerinin ve Japon halkının kurtuluşunu hızlandırmak için birer zorunluluktur. Kedi kediyle dost olur, ama kedinin fareyle dost olduğu dünyanın hiç bir yerinde görülmemiştir.
104. Öte yandan, bugün için hem teknik donatım ve hem de eğitim yönünden düşmana göre aşağı durumda olduğumuzu kabul etmeliyiz. Bundan dolayı, imha savaşında, özellikle ovalarda savaşırken, düşman kuvvetlerinin tümünü ya da büyük bir kesimini tutsak etmek gibi, büyük başarılar kazanmak çoğu zaman güçtür. Çabuk zafer teorisyerilerinin aşırı istekleri, bunun için yanlıştır. Bu savaşta kuvvetlerimizden istenilen şey olabildiği kadar imha muharebeleri vermeleridir. Elverişli koşullarda her muharebe için üstün kuvvetleri biraraya getirmeli kuşatma ve yandan çevirme taktiklerini kullanmalıyız. Düşman kuvvetlerinin hepsini olmasa bile, bir kısmını çevirmeli; hepsini olmasa bile, bir bölümünü tutsak etmeli ve tutsak alamazsak, düşmana ağır kayıplar verdirmeliyiz. İmha muharebelerine elverişli olmayan koşullarda yıpratma muharebeleri vermeliyiz. Koşullar
(sayfa 313) elverirse kuvvetlerin biraraya toplanması, elvermezse dağıtılması ilkesini kullanmalıyız. Seferlerde komuta ilişkilerine gelince, koşullar lehimize olduğu zaman merkezileştirilmiş komuta ilkesini, koşullar aleyhimize olduğu zaman, merkezileştirilmemiş komuta ilkesini kullanmalıyız. Bunlar, Japonlara Karşı Direnme Savaşı için girişilen harekâtta, temel ilkelerdir.
DÜŞMANIN YANILGILARINDAN SONUNA KADAR
YARARLANMA OLANAKLARI
105. Düşman komutanlığı, Japonların yenilmesi için bazı olanakları kendi eliyle hazırlıyor. Tarihte yanlış yapmayan general olmadığı gibi, düşman da yanlış yapmaktan en az bizim kadar kaçınamaz. Yani, düşmanın yanılgılarından yararlanmak her zaman olanaklıdır. On aylık saldırı sırasında, düşman, taktikte olsun stratejide olsun, bir çok yanlışlar yapmıştır. Yaptığı beş büyük yanlış aşağıdadır:
Birincisi,. bölük pörçük takviyedir. Bu, düşmanın Çin'i küçümsemesinden ve asker eksikliğinden ileri geliyor. Düşman, bize hep tepeden baktı. Dört kuzey-doğu eyaletini az kayıpla ele geçirdikten sonra, Doğu Hopey'i ve Kuzey Çahar'ı işgal etti ve bunların hepsini de stratejik keşifle başardı. Düşman, bu durumdan, Çin ulusunun bir kum yığınından başka bir şey olmadığı sonucunu çıkardı. Tek bir darbe ile Çin ulusunun yıkılacağını sanan düşman, "çabuk sonuç" planına başvurdu. Küçük kuvvetlerle bizi önüne katıp kovalamaya kalkıştı. Geçen on ay içinde, Çin'in gösterdiği büyük birliği ve direnme gücünü hiç beklemiyordu. Çin'in bir atılım dönemine girdiğini, ilerici bir politik partisi, ilerici bir ordusu ve halkı olduğunu unutarak, başarısızlıkla karşılaşınca, kuvvetlerini on iki tümenden otuz tümene yükseltti. Eğer ilerlemeye niyetliyse, bu kuvvetleri daha da artırmak zorundadır. Ne var ki, Japonya'nın Sovyetlerle olan
(sayfa 314) uzlaşmaz karşıtlığı, insan gücü ve mali yetersizlikleri, savaş alanına süreceği asker sayısını ve daha fazla ilerlemesini, ister istemez, sınırlayacaktır.
İkincisi, bir ana saldırı yönünün olmamasıdır. Tayer-çuyang seferinden önce, düşman, kuvvetlerini aşağı yukarı eşit şekilde Kuzey ve Orta Çin arasında böldü ve kuvvetlerini, bu bölgelerin her ikisinde de, yeniden parçalara ayırdı. Örneğin, Kuzey Çin'deki kuvvetlerini Tiyentsin-Pukov, Payping-Hankov ve Tatung-Puçov demiryolları arasında bölüştürdü. Ve bu hatlar boyunca bazı kayıplar verdi, işgal ettiği yerlerdeki bazı garnizonları terketti ve sonunda, daha fazla ilerlemek için elinde kuvvet kalmadı. Düşman, önemli bir ders aldığı Tayerçuyang yenilgisinden sonra, ana kuvvetlerini Suçov yönünde topladı ve yanılgısını geçici olarak düzeltti.
Üçüncüsü, stratejik koordinasyon eksikliğidir. Kuzey ve Orta Çin'deki düşman kuvvetlerinin kendi birlikleri arasında koordinasyon var, ama bu ikisi arasında, bütünüyle ele alınırlarsa, apaçık bir koordinasyon eksikliği göze çarpıyor. Tiyentsin-Pukov demiryolunun güney kesimindeki kuvvetleri, Sayopenpu'ya saldırdığı zaman kuzey kesimindeki kuvvetleri; Tayerçung'a saldırdığı zaman da güneydeki kuvvetleri, hiç bir harekette bulunmadı. Düşmanın her iki yerde de başarısızlığa uğraması üzerine, Japon Ulusal Savunma Bakanı durumu yerinde incelemeye geldi ve Japon Genel Kurmay Başkanı komutayı eline aldı; ve o an için koordinasyon sağlanmış oldu. Japonya'daki toprak ağaları sınıfı, burjuvazi ve savaş ağaları, çok ciddi iç çelişkiler içindeler ve bu çelişkiler gittikçe büyüyor; askeri koordinasyon eksikliği, bu gerçeğin somut bir belirtisidir.
Dördüncüsü, stratejik fırsatları değerlendirmedeki başarısızlıktır. Bu yanılgı, asker eksikliği ve stratejik izleme (takip) kuvveti eksikliği yüzünden, düşmanın Nanking ve Zançov'u işgal ettikten sonra duraklamasında kendini
(sayfa 315) apaçık gösterdi.
Beşincisi, büyük kuvvetlerin kuşatılması, ama az sayıda kuvvetin imhasıdır. Tayerçuyang seferinden önce, Şanghay, Nanking, Sançov, Pavoting, Nankov, Sinkoyo ve Linfen seferlerinde, pek çok Çin birliği geri püskürtüldü, ama çok az sayıda tutsak alındı. Bu, düşman komutasındaki budalalığı gösteriyor:
Bu beş yanılgı -az takviye, ana saldırı yönünün bulunmaması, stratejik koordinasyon noksanlığı, fırsatları değerlendirmemek, büyük kuvvetlerin kuşatılması fakat az sayıda imha-, Tayerçuyang seferinden önce Japon komutasındaki yetersiz noktalardı. O zamandan beri, düşman bazı düzelmeler gösterdiyse de, asker eksikliği, iç çelişkiler ve öteki etkenler dolayısıyla bu yanılgıları yinelemekten kaçınamayacaktır. Ayrıca, bir noktada kazandığını ötekinde yitiriyor. Örneğin, kuvvetlerini Kuzey Çin'de Suçov'da topladığı zaman, Kuzey Çin'deki işgal ettiği yerlerde büyük bir boşluk bıraktı ve biz, buralarda, gerilla savaşını geliştirmek olanağını bulduk. Bunlar, bizim zorumuzla işlenmiş yanılgılar değil, düşmanın kendi yanılgıları. Biz de düşmanı bazı yanlışlar yapmaya yöneltebiliriz. Akıllıca girişilen hareketler ve iyi örgütlenmiş yerel halkın yardımıyla onu istediğimiz bir duruma sokabiliriz. Yani, "doğuya doğru çıkış yapar gibi görünerek batıdan saldırabiliriz". Bu olanağı yukarda tartışmıştık. Bütün bunlar, düşman komutasında da zafer için, bazı boşluklar bulabileceğimizi gösteriyor. Bununla birlikte, bunu stratejik planlamamızda önemli bir temel diye almamalıyız. Tersine, tutulacak asıl yol, düşmanın az yanlış yapabileceği varsayımına ağırlık vermektir. Üstelik, bizim yaptığımız gibi, düşman da bizim yanılgılarımızdan yararlanabilir. Bu fırsatı en aza indirmek, komutanlarımızın görevidir. Düşman komutası yanlışlar yaptı, gelecekte de yapacak ve biz de onu yanlış yapmaya yönelteceğiz. Bütün bu yanılgılardan yararlanacağız. Bunlardan
(sayfa 316) sonuna kadar yararlanmak, komutanlarımızın Direnme Savaşındaki belli başlı işidir. Ne var ki, düşmanın stratejik ve sefer komutası yanlış olsa da, muharebe komutasında bazı yetkin noktalar var; küçük birlik ve kol taktikleri konusunda kendisinden öğreneceğimiz çok şey var.
JAPONLARA KARŞI SAVAŞTA KESİN SONUÇLU
ÇARPIŞMALAR SORUNU
106. Japonlara karşı verilen bu savaşta kesin sonuçlu çarpışmalar sorununa şu üç yönden yaklaşmak gerekir: zaferden emin olduğumuz her sefer ya da muharebede kesin sonuç alacak şekilde azimle dövüşmeliyiz; zaferden emin olmadığımız sefer ya da muharebelerde kesin bir çarpışmaya girişmekten kaçınmalıyız; bütün ulusun kaderini belirleyebilecek ve stratejik bakımdan kesin sonuçlu olabilecek çarpışmalardan kesinlikle kaçınmalıyız. Japonlara Karşı Direnme Savaşını öteki savaşlardan ayıran özellik, bu kesin sonuçlu çarpışmalarda da kendisini göstermektedir. Düşmanın kuvvetli olduğu ve bizim zayıf olduğumuz savaşın birinci ve ikinci aşamalarında, düşmanın amacı, ana kuvvetlerimizi kesin sonuçlu bir çarpışmaya zorlamaktır. Bizim amacımız, bunun tam tersidir. Biz, kendimiz için elverişli koşulları seçmek istiyoruz. Zaferden emin olduğumuz zaman üstün kuvvetler toplayacağız ve kesin sonuçlu seferlere ya da muharebelere girişeceğiz; Piniksinkuyan'da, Tayerçuyang'da ve bazı başka yerlerde böyle yaptık. Zaferden emin olmadığımız elverişsiz koşullar altında kesin sonuçlu çarpışmalardan kaçınmak istiyoruz. Canteh seferinde ve öteki seferlerde bu politikayı benimsedik. Stratejik bakımdan kesin sonuçlu bütün ulusun kaderini belirleyecek çarpışmalara gelince, bundan kesinlikle kaçınmalıyız; kısa bir süre önce, Suçov'da bunun için çekildik. Düşmanın bir "çabuk sonuç" için yaptığı plan, böylece suya düştü; şimdi bizimle uzatmalı bir
(sayfa 317) savaşa girişmekten başka çaresi yok. Bu ilkeler, arazisi dar bir ülke için uygulanamayacağı gibi, politik bakımdan geri bir ülkede de uygulanamaz. Çin büyük bir ülke ve gelişme çağında olduğu için, bu ilkeler uygulanabiliyor. Stratejik bakımdan kesin sonuçlu çatışmalardan kaçınıldığı sürece, yani, "yeşil dağlar yerinde durdukça odun için tasalanmanın gereği yoktur", çünkü topraklarımızdan bir kesimini yitirsek bile elimizde gene de manevra yapabileceğimiz yerimiz olacak, ve ülke içindeki gelişmeyi hızlandırmak, uluslararası desteği kazanmak ve düşmanın içten çözülmesini beklemek için zaman kazanmış olacağız. İşte bu, Japonlara karşı verilen savaşta güdülecek en iyi politikadır. Uzatmalı savaşın çetin sınavına katlanamayan ve kısa yoldan zafere ulaşmak isteyenler, yani çabuk zafer teorisyenleri, durum biraz elverir elvermez, stratejik bakımdan kesin sonuçlu bir çatışmaya girilmesi için yaygarayı kopartıyorlar. Bunların istediklerini yapmak, savaşın bütünü bakımından akla gelmeyecek tehlikelere atılmak, uzatmalı savaşa son vermek ve kendimizi düşmanın öldürücü tuzağına bırakmak demektir; bundan daha kötü bir politika olamaz. Kesin sonuçlu çarpışmalardan kaçındıkça, hiç kuşkusuz bazı toprakları bırakmak zorunda kalacağız. Bunu, durum tümüyle kaçınılmaz bir hale geldiği zaman, (evet ancak o zaman) yapmak cesaretini de göstermek zorundayız. Böyle zamanlarda en küçük bir pişmanlık duymamalıyız, çünkü zaman kazanmak için yer yitirmek doğru bir politikadır. Rusya'nın, kesin sonuçlu bir çarpışmadan kaçınmak için geri çekilmek cesaretini göstererek, Napoleon'u o yaşa kadar görmediği bir yenilgiye nasıl uğrattığını tarih anlatıyor. Bugün, Çin de aynı şeyi yapmak zorundadır.
107. "Direnmeyen kişiler" olarak suçlanmaktan korkuyor muyuz? Hayır, korkmuyoruz. Hiç savaşmadan düşmanla uzlaşmaya, direnmemek denir ve bunu kötülemek şöyle dursun, buna göz bile yumulamaz. Biz Direnme savaşında azimle
(sayfa 318) mücadele ederiz, ama düşmanın öldürücü tuzağından kaçınmak için ana kuvvetlerimizin bir darbede yokedilmesine de göz göre göre izin veremeyiz; bu, direnme savaşını sürdürmeyi güçleştirir. Kısacası, ne yapıp yapıp ulusça boyun eğmekten kesinlikle kaçınmak zorundayız. Bu noktada kuşkusu olmak, savaş konusunda kısa görüşlülüktür ve insanı ulusça boyun eğme taraftarlarının saflarına sürükler. "Yalnız ilerle, hiç geri çekilme" ilkesindeki umutsuzca pervasızlığı, moda haline geldiği zaman, Direnme Savaşını sürdürmeyi olanaksızlaştıracağı ve sonunda ulusça boyun eğmeye yolaçacağı için eleştirmiş bulunuyoruz.
108. Muharebelerde olsun, büyük ya da küçük seferler. de olsun, koşullar elverdiği anda, kesin sonuçlu çatışmalardan yanayız ve bu bakımdan edilginliğe asla izin veremeyiz. Ancak bu gibi kesin sonuçlu çatışmalarla düşman kuvvetlerini yıpratma ve yoketme hedefine ulaşabiliriz. Japonlara karşı girişilen bu savaşa katılan her asker, bu konuda üzerine düşeni yapmak zorundadır. Bu amaca ulaşmak için oldukça büyük fedakarlıklar gerekir; fedakarlıktan kaçınmak yüreksizlerin ve Japonlardan korkma hastalığına yakalananların tutumudur. Bu tutuma kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Li Fu-ying, Han Fu-çu ve öteki kaçakların idamları tam yerinde olmuştur. Doğru bir savaş planlaması çerçevesi içinde kahramanca fedakarlık ruhunu ve uygulamasını teşvik etmek, muharebede g6zünü kırpmadan ileri atılmak, uzatmalı savaşın verilmesi ve kesin zafere ulaşılması için kesinlikle gereklidir. "Yalnız geri çekil, hiç ilerleme" taraftarlarının korkaklığını şiddetle kınadık ve disiplinin hiç noksansız uygulanmasını destekledik. Ancak doğru bir plana uyularak verilen kesin sonuçlu kahramanca çarpışmalarla bu güçlü düşmanın kökünü kurutabiliriz. Durmadan kaçmak ise, tersine, ulusça boyun eğme teorisini desteklemek demektir.
109. Önce kahramanca çarpışmak ve sonra toprak
(sayfa 319) terketmek, çelişkili bir durum değil mi? Kahraman savaşçılarımız kanlarını boşu boşuna akıtmış olmayacaklar mı? Bu sorunların bu şekilde ortaya konulması tümüyle yersizdir. Yemek yemek ve sonra barsaklarımızı boşaltmak da, boşu boşuna yemek yemek değil mi? Uyumak ve sonra yataktan kalkmak, boş bir iş değil mi? Sorunlar bu şekilde ortaya konulabilir mi? Bence konamaz. Durmadan yemek, durmadan uyumak. Yalu nehrine kadar duraksamadan kahramanca savaşmak ... bütün bunlar yaşamın gerçekleri değil, öznel ve biçimsel hayallerdir. Herkesin bildiği gibi, zaman kazanmak ve karşı-saldırıya hazırlanmak için dövüşmemize ve kan dökmemize karşın, bazı toprakları bırakmak zorunda kaldık. Ne var ki, zaman kazandık, düşman kuvvetlerini yoketmek, yıpratmak amacımıza ulaştık; savaşta deneyim kazandık; şimdiye kadar uyuşuk halde bulunan halkı ayaklandırdık ve uluslararası durumumuzu düzelttik. Kanımızı boşuna mı akıtmış olduk? Kuşkusuz hayır. Toprağımızı, askeri kuvvetlerimizi ve aslında ülkemizi korumak için düşmana bıraktık. Koşullar elverişli olmadığı zamanlarda, topraklarımızın bir kesimini terketmeyip de hiç kazanma şansımız olmadan, körü körüne kesin sonuçlu çarpışmalara girişsek, yitirilmiş toprakları kazanmak şöyle dursun, askeri kuvvetlerimizi yitirdiğimiz gibi, bütün topraklarımızı da elden çıkarmış olurduk. İşlerini yürütebilmesi için bir kapitalistin sermayeye gereksinmesi vardır, sermayesini yitiren kapitalist artık kapitalist sayılmaz. Bir kumarbazın bile yedek bir parası olur, tek bir elde bütün parasını ortaya sürer de şansı yardım etmezse, bir daha oyun oynayamaz. Olaylar, bir o yana bir bu yana sapar, düz bir çizgi üzerinde yürümez. Savaş bir istisna değildir. Sadece biçimciler bu gerçeği anlayamazlar.
110. Bence, aynı şeyler, stratejik karşı-saldırı aşamasındaki kesin sonuçlu çarpışmalar için de geçerlidir. O zaman düşman aşağı, biz üstün durumda olsak da, "kazançlı
(sayfa 320) kesin sonuçlu çatışmalar vermek, kazançlı olmayandan kaçınmak" ilkesi gene de uygulanacak ve Yalu nehrine ulaşmamıza kadar uygulanagidecektir. İnisiyatifi, baştan sona, ancak böyle elimizde tutabiliriz. Düşmanın "meydan okumalarına" ve dışarıdan bizi 'kışkırtanlara" gelince, onları elimizin tersiyle bir yana itiveririz. Direnme Savaşında, ancak bu tutarlılığı gösteren generaller, cesur ve akılı olduklarını ortaya koymuş olurlar. "Dokunulur dokunulmaz yerlerinden sıçrayanların" akılları, buna ermez. Savaşın ilk aşamasında stratejik bakımdan azçok edilgin durumda olmamıza karşın, her seferde inisiyatifi elde bulundurmaya çalışmalıyız. Sonraki aşamalarda ise, inisiyatifi elbette elimizde bulunduracağız. Biz, tek bir elde varını yoğunu ortaya süren kumarbazlar değiliz; biz, uzatmalı savaştan ve son zaferi kazanmaktan yanayız.
ORDU VE HALK, ZAFERİN TEMELİDİR
l1l. Japon emperyalizmi, ne Çin'e karşı saldırısına ne de Çin devrimini ezme hareketine son verecektir. Bu, onun emperyalist doğası tarafından belirleniyor. Çin direnmeyecek olsa, Japonya, tıpkı dört kuzey eyaletinde yaptığı gibi, tek silah atmadan bütün Çin'i kolayca ele geçirir. Çin direndiği için, Çin'in direnme kuvvetleri, Japonya'nın ezme kuvvetlerinden üstün olana kadar düşmanın bizi ezmeyi sürdürmesi kaçınılmaz bir yasadır. Japon toprak ağaları sınıfının ve burjuvazisinin büyük gereksinmeleri var; Güney-Doğu Asya'nın ve Sibirya'nın kuzeyine ulaşmak için önce Çin'e saldırarak cepheyi merkezden yarma politikasını benimsediler. Japonya'nın duracağı yeri bileceğini ve Çin'in kuzeyini ve Yuyangsu ve Çekiyang eyaletlerini işgalle yetineceğini sananlar, yeni, bir aşamaya giren ve yokolmaya yaklaşan emperyalist Japonya'nın eski Japonya'dan farklı olduğunu anlayamıyorlar. Japonya'nın savaşa süreceği
(sayfa 321) asker sayısının ve ülkenin içerisindeki ilerlemesinin sınırlı olduğunu söylerken, mevcut gözönüne alındığında, Japonya'nın Çin'e karşı kuvvetlerinin ancak bir kesimini kullanabileceğini ve ülke içinde kuvvetinin elverdiği ölçüde ilerleyebileceğini söylemek istiyoruz. Çünkü Japonya, başka yönlere de saldırmak isteğinde olduğu gibi, başka düşmanlara karşı da kendisini savunmak zorundadır. Ayrıca, Çin ilerleme yolunda olduğunun ve inatçı bir direnme gücüne sahip bulunduğunun kanıtlarını vermiştir. Japonların her şiddetli saldırısının Çin'in direnmesiyle karşılaşması doğaldır. Japonya, bütün Çin'i haliyle işgal edemez, ama girebildiği her yerde Çin'in direnmesini kırmak için her türlü çabayı gösterecek ve iç ve dış gelişmeler Japon emperyalizmini ölüm döşeğine yatırmadan önce bu çabalarından vazgeçmeyecektir. Japonya'daki politik durum için yalnız iki çıkış noktası vardır: ya yönetici sınıf bütünüyle devrilerek politik iktidar halka geçecek ve savaş sona erecektir, ve bu, şu anda olanaksızdır; ya da toprak ağası sınıfı ile burjuvazi gitgide faşizme daha fazla saplanarak devrilme günleri gelene kadar savaşı sürdürecektir. Japonya'nın bugün tuttuğu yol budur ve sonucu da böyle olacaktır. Japon burjuvazisi arasındaki ılımlıların ön safa geçerek savaşı durduracaklarını umanlar, boş hayallerle vakit geçirmektedirler. Japon politikasının gerçekleri, yıllardan beri, ılımlı Japon burjuvazisinin, toprak ağalarının ve mali sermayenin tutsağı haline geldiğini göstermektedir. Şimdi, Japonya, Çin'e karşı savaş açtığına göre, Çin'in direnmesinden öldürücü bir darbe yemedikçe ve elinde yeter güç bulundukça, eninde sonunda Güney-Doğu Asya'ya ya da Sibirya'ya ya da her ikisine birden saldıracaktır. Avrupa'da savaş patlak verir vermez bu yola yönelecektir ve hırslı Japon yöneticileri, bunun büyük planlarını hazırlamış bulunmaktadır. Sovyetler'in gücü ve Çin'e karşı giriştiği savaşta zayıf düşmesi yüzünden, Japonya'nın, Sibirya'yı işgal planını bir yana
(sayfa 322) bırakarak Sovyetler Birliği'ne karşı bir savunma durumuna geçmesi elbette olanaklıdır. Bu durumda, Çin'e karşı saldırısını gevşetecek yerde, tersine şiddetlendirecektir, çünkü o zaman yapılacak tek şey, zayıfı gövdeye indirmek olacaktır. Çin'in, Direnme Savaşına, birleşik cepheye ve uzatmalı savaşa dört elle sarılması daha da ağırlık kazanacak ve çabalarımızda en küçük bir gevşeme olmaması daha da gerekli hale gelecektir.
112. Bugünkü koşullar altında Çin'in Japonya'ya karşı zafer kazanmasının öngerekleri ulus çapında birlik ve geçmiştekine oranla, on, hatta yüz kat fazla gelişecek şekilde çalışmaktır. Çin zaten gelişme dönemindedir ve iyi bir birliğe de ulaşmıştır, ama gelişmesi de, kurduğu birlik de, yeterli olmaktan uzaktır. Japonya'nın böylesine geniş bir bölgeyi işgal etmesinin nedeni, yalnız Japonya'nın güçlü olması değildir, ama aynı zamanda Çin'in zayıf olmasıdır. Bu zayıflık, son yüz yılın, özellikle de son on yılın çeşitli tarihsel yanılgılarının birikimi sonucudur. Yoğun ve uzun süreli bir çaba harcamaksızın bu kadar güçlü bir düşmanı yenmek olanaksızdır. Kendimizi büyük bir çabayla vermemiz gereken pek çok şey var, ama ben, burada, iki temel noktaya değineceğim: orduda gelişme, halkta gelişme.
1l3. Askeri sistemimizde reform, onun modernleştirilmesini ve teknik donatımının geliştirilmesini gerektirmektedir; bunlar yapılmaksızın düşmanı Yalu nehrinin karşı yakasına sürüp götüremeyiz. Birliklerimizi kullanmada, gelişmiş ve esnek strateji ve taktiğe gerek var; bu olmadıkça, zafer kazanamayız. Asker ordunun temelidir, ama askeri ilerici politik bir anlayışa ulaştırmadan ve bu anlayış ilerici politik çalışmalarla geliştirilmeden, subaylar ve erler arasında samimi bir beraberlik kurmaya, onlarda Direnme Savaşına karşı büyük bir heves uyandırmaya, teknik donatım ye taktiklerimizi en etkili bir şekilde kullanmak için sağlam bir temel kurmaya olanak yoktur. Teknik üstünlüğüne
(sayfa 323) karşın, Japonya'nın sonunda yenileceğini söylerken, imha ederek ve kayıplar verdirerek kendisine indireceğimiz ağır darbelerin, eninde sonunda, silahları politik bakımdan bilinçlenmemiş askerlerin elinde olan düşman ordusunun maneviyatını sarsacağını söylemek istiyorum. Bizde ise, tersine, subaylarla erler, Direnme Savaşının politik amacında birlik halindedir. Bu durum, Japonlara karşı olan bütün kuvvetler arasında politik çalışmalar yapmamız için ortam yaratmaktadır. Ordudan, feodal kalıntıları, en başta dayağı ve zorbalığı temizleyerek, subaylarla erlerin iyi ve kötü günleri aynı derecede paylaşmalarını sağlayarak, orduda belirli ölçüde bir demokrasi uygulanmalıdır. Bu yapılınca, subaylarla erler arasında birlik kurulacak, ordunun savaş gücü artacak, bu çetin ve uzun savaşı sürdürme gücümüz olacaktır.
114. Savaş için gerekli en zengin kaynak, halk kitlelerinde bulunmaktadır. Çin halk kitlelerinin örgütsüz olması, Japonlara, bize karşı zorba davranışlarda bulunma cesaretini veriyor. Bu kusur giderilince, Japon saldırganlar, çepeçevre ateş çemberiyle sarılı kuduz boğa gibi, yüz milyonlarca, başı dik halkımızla sarılacak ve onların seslerini yalnızca, biraz yükseltmeleri bile düşmanın yüreğine korku salacak ve düşman yanarak yokolmaya mahkum olacaktır. Çin ordularının sürekli takviyeye gereksinmesi vardır, ve halen alt kademelerde görülen zorla askere alma
[36] ve yerine başkasını satın alma yöntemleri hemen yasaklanmalı ve bunun yerine milyonlarca insanın isteyerek orduya yazılmalarını sağlayacak olan geniş bir politik seferberliğe girişilmelidir. Savaş için para bulmakta büyük güçlüklerle karşılaşıyoruz, ama halk bir defa seferber edildi mi, bu güçlük
(sayfa 324) de ortadan kalkacaktır. Çin gibi büyük ve nüfusu kalabalık bir ülke, neden para sıkıntısı çeksin? Orduyla halk bir olmalı ki, herkes orduyu kendi ordusu gibi görsün. Böyle bir ordu yenilmez ve Japonya gibi emperyalist bir güç onunla boy ölçüşemez.
1l5. Çoğu kimse, subaylar ile erler, ordu ile halk arasındaki ilişkileri gerginleştiren şeyin yanlış yöntemler uygulamaktan ileri geldiğini sanır, oysa ben, her zaman, bunun temel bir tutum (ya da ilke) sorunu olduğunu, askerlere ve halka saygılı olma sorunu olduğunu yinelerim. Çeşitli politikaları, yöntemleri ve ilişki biçimlerini, bu tutum saptar. Bu tutumdan ayrılırsak, politikalar, yöntemler ve ilişki biçimleri yanlış olacak, subaylarla erler, orduyla halk arasındaki ilişkiler doyurucu olmayacaktır. Ordunun politik çalışmaları için benimsediğimiz üç ana ilkenin birincisi subaylarla erler arasında birlik; ikincisi orduyla halk arasındaki birlik; üçüncüsü düşman kuvvetlerinin parçalanmasıdır. Bu ilkeleri etkili bir şekilde uygulamak için askerlere ve halka karşı saygılı bir tutum takınmakla işe başlamalı, ve silahlarını bırakan savaş tutsaklarının insanlık onurlarına saygılı olmalıyız. Bunları temel tutumlar olarak değil de, teknik birer sorun gibi ele alanlar, yanılmaktadırlar ve bu görüşlerini düzeltmelidirler.
116. Vuhan'ın ve öteki yerlerin savunulmasının acil bir hal aldığı şu anda, savaşın desteklenmesi için bütün ordudaki ve halktaki inisiyatifi ve hevesi kamçılamak pek önemli bir görev olmaktadır. Vuhan'ın ve öteki yerlerin savunulması ciddi olarak ele alınmalı ve yürütülmelidir. Ama, buraları elde tutup tutamayacağımız bizim öznel isteklerimize değil, somut koşullara bağlıdır. Bu koşulların en önemlileri arasında ordunun ve halkın tümüyle mücadele için seferber edilmesi vardır. Bütün bu gerekli koşulların saptanması için büyük bir çaba harcanmazsa, hatta bu koşullardan birisi bile eksik olsa, Nankıng'in ve öteki yerlerin
(sayfa 325) kaybı gibi felaketlerin yinelenmesi kaçınılmazdır. Koşulların hazır olduğu yerlerde, Çin'in de Madrid'leri olacaktır. Bugüne kadar Çin'in bir Madrid'i olmadı. Şimdiden sonra birkaç Madrid yaratmak için canımızı dişimize takıp çalışmalıyız, ama bütün bunlar koşullara bağlıdır. Bu koşulların en önemlisi, bütün ordunun ve halkın geniş-çapta politik seferberliğidir.
117. Bütün çalışmalarımızda, genel politika olarak Japonlara Karşı Ulusal Birleşik Cepheye dört elle sarılmalıyız. Ancak böyle bir politika izleyerek Direnme Savaşını ve uzatmalı savaşı azimle sürdürebilir, subaylarla erler, orduyla halk arasındaki ilişkileri geniş bir ölçüde düzeltebilir, tüm halkımızı ve bütün ordumuzu elimizde bulunan toprakların savunulması, yitirdiklerimizin geri alınması ve sonunda kesin zaferin kazanılması için harekete geçirebiliriz.
118. Ordunun ve halkın bu politik seferberlik sorunu, gerçekten çok büyük önem taşır. Bunun üzerinde yinelemeye düşmek tehlikesini göze alarak durmamızın gerekçesi, bu yapılmaksızın zafer kazanmanın olanaksızlığıdır. Zafer için vazgeçilmez birçok başka koşul daha vardır, ama politik seferberlik en önemlisidir. Japonlara Karşı Ulusal Birleşik Cephe, hiç kuşku yok ki, yalnızca ordu karargahları ile birkaç politik partinin değil, tümüyle ordunun ve halkın birleşik cephesidir. Bu cepheyi kurarken bizim ana hedefimiz, bütün orduyu ve bütün halkı buna katılmak üzere seferber etmektir.
SONUÇLAR
1l9. Vardığımız sonuçlar nelerdir? Şunlardır: "Çin, Japon kuvvetlerini hangi koşullarda yenebilir ve imha edebilir?" "Bunun için üç koşul gerekli: birincisi, Çin'de Japonlara karşı birleşik bir cephe kurulması; ikincisi, Japonlara karşı uluslararası bir cephe kurulması;
(sayfa 326) üçüncüsü, Japonya'da ve Japon sömürgelerinde, devrimci halk hareketlerinin doğması. Çin halkı yönünden, Çin halkının birliği, bu üç koşulun en önemlisidir."
"Böyle bir savaş ne kadar sürebilir?" "Bu, Japonlara karşı kurulan birleşik cephenin gücüne ve Çin'i ve Japonya'yı ilgilendiren birçok etkene bağlıdır."
"Eğer bu koşullar hızla gerçekleştirilemezse savaş uzar. Ama sonunda, Japonya kesinlikle yenilecek; Çin kesinlikle zafere ulaşacaktır. Ne var ki, fedakarlıklar büyük olacak, çok ıstıraplı bir dönemden geçilecektir."
"Bizim stratejimiz, ana kuvvetlerimizi uzun ve akıcı (seyyal) bir cephe üzerinde harekâtta bulunacak şekilde kullanmak olmalıdır. Çin birlikleri, başarıya ulaşmak için yaygın bir muharebe alanı üzerinde çok hareketli bir savaş yürütmek zorundadır."
"Hareketli savaşı yürütecek eğitilmiş ordular yanında, köylüler arasında çok sayıda gerilla birlikleri de örgütlemeliyiz."
"Savaş arasında, Çin, askeri birliklerinin donanımını zamanla takviye edebilecektir. Bundan dolayı Çin, savaşın sonraki döneminde, mevzii savaşlar verebilecek, Japonların işgali altındaki bölgelere mevzii saldırılarda bulunabilecektir. Japon ekonomisi Çin'in uzun direnmesi karşısında sarsılacak ve Japon kuvvetlerinin maneviyatı, sayısız muharebelerin yorgunluğu altında bozulacaktır. Çin tarafında ise gizil
(latent) direnme gücü, sürekli olarak meydana çıkartılacak, çok sayıda devrimci, halk örgütleri için mücadele etmek üzere, cephelere akacaktır. Bunların ve başka etkenlerin biraraya gelmesiyle, Japonların işgali altındaki tahkim edilmiş yerlere ve üslere son ve kesin sonuçlu saldırılarda bulunmaya güç yetireceğiz ve saldırgan Japon kuvvetlerini Çin'den sürüp çıkartacağız." (Edgar Snow ile 1936 Temmuzunda yapılan bir görüşmeden.)
"Böylece Çin'in politik durumunda yeni bir dönem açılmış
(sayfa 327) bulunuyor. ... Şimdiki aşamada, ana görev, ulusun bütün kuvvetlerini Direnme Savaşında zafere ulaşmak üzere seferber etmektir." "Savaşta zafere ulaşmanın anahtarı, başlamış bulunan direnmeyi bütün ulusun katılacağı toptan bir direnme haline getirmektir. Ancak böyle bir toptan direnme savaşıyla kesin zafer kazanılabilir."
"Direnme Savaşında ciddi bazı zayıf tarafların varlığı, başarısızlıklara, gerilemelere, içten bölünmelere, ihanetlere, geçici ve kısmi uzlaşmalara ve başka ters durumlara yolaçabilir. Bundan dolayı, savaşın çetin ve uzatılmış bir savaş olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Ama biz, Partimizin ve tüm halkımızın çabasıyla, başlamış bulunan direnmenin bütün engelleri aşacağına ve gelişmeyi sürdüreceğine eminiz." (Çin Komünist Partisi Merkez Komitesinin 1937 Ağustosunda kabul ettiği, "Bugünkü Durum Üzerine Karar ve Partinin Görevleri" başlıklı karardan alınmıştır.)
Bizim çıkardığımız sonuçlar bunlardır. Düşmana boyun eğmeden yana olanların gözünde, düşmanlar üstün insan, biz Çinliler değersiz insanlarız; çabuk zafer teorisyenlerinin gözünde ise, biz Çinliler üstün insanız, düşmanlarımız ise değersiz kimseler. Bunun ikisi de yanlış. Biz. bambaşka bir görüşteyiz: Japonlara Karşı Direnme Savaşı uzatmalı bir savaştır ve son zafer Çinlilerindir. İşte bizim vardığımız sonuçlar.
120. Konuşmam, burada sona eriyor. Japonlara Karşı Büyük Direnme Savaşı gelişiyor; birçok kimse, zaferin tam olarak kazanılmasını kolaylaştırmak için kazanılan deneyimlerin özetlenmesini bekliyorlar. Benim tartıştığım şeyler, yalnızca son on ayın genel deneyimleridir ve belki de bir çeşit özet olarak kabul edilebilir. Uzatmalı savaş sorunu, her türlü dikkate ve tartışmaya değer bir konudur. Ben, yalnızca ana noktalar üzerinde durdum, umarım ki siz bunları inceleyecek, tartışacak, değiştirecek ve genişleteceksiniz.
(sayfa 328)
Dipnotlar
[1] Mao Çe-tung, bu konuşma dizisini, Japonlara Karşı Direnme Savaşının incelenmesi için kurulan Yenan Derneğinde, 26 Mayıs ile 3 Haziran tarihleri arasında yapmıştır. -Ed.
[2] İstilacı Japon kuvvetleri, 7 Temmuz 1937'de, Pekin'in 10 kilometre kadar güney-batısındaki Lukoçiyao garnizonuna saldırdılar. Japonlara karşı ulus ölçüsünde meydana gelen hareketin etkisi altında kalan Çin birlikleri direndiler. Bu olay, Çin halkının sekiz yıl kahramanca sürdürdüğü Direnme Savaşının başlangıcı oldu. -Ed.
[3] Bu ulusça boyun eğme teorisi, Kuomintang'ın görüşüydü. Kuomintang, Japonlara karşı direnmeye istekli değildi, ancak zorunluluk karşısında Japonlarla mücadele ediyordu. Lukoçiyao Olayından (7 Temmuz 1937) sonra, Çan Kay-şek kliği, ister istemez Direnme Savaşına katıldı; Vang Çing-veyi kliği ise, ulusça dize gelme teorisinin temsilciliğini yapıyordu, Japonlara teslim olmaya hazırdı ve sonradan öyle yaptı. Şurasını da söylemek gerekir ki, ulusça boyun eğme düşüncesi, yalnız Kuomintang'da yoktu, toplumun orta tabakalarını etkilediği gibi, çalışan halkın bazı gerici unsurlarında bile görülüyordu. Güçsüz ve kokuşmuş Kuomintang hükümeti, birbiri ardına muharebeler yitirdikçe ve Direnme Savaşının ilk yılında Japon kuvvetleri rahatça Vuhan'a doğru ilerleyince, bazı gerici kimseler iyice kötümserliğe düşmüşlerdi. -Ed.
[4] Bu görüşlere Komünist Partisi içerisinde raslanıyordu. Direnme Savaşının ilk altı ayında bazı Parti üyelerinde düşmanı hafife alma eğilimi görülüyordu. Bunlar, düşmanın tek bir darbeyle yenilebileceği görüşündeydiler. Kuvvetlerimizi bu kadar güçlü buldukları için böyle düşünmüyorlardı; bunlar, Komünist Partisinin yönetimindeki askeri birliklerin ve örgütlü halk kuvvetlerinin henüz çok küçük olduğunu biliyorlardı, ama Kuomintang'ın Japonlara karşı direnmeye geçmesine güveniyorlardı. Onlara göre, Kuomintang çok güçlüydü ve Komünist Partisiyle işbirliği yaparak Japonlara ağır darbeler indirebilirdi. Onları bu yanlış değerlendirmeye sürükleyen, Kuomintang'ın tek bir yüzünü, Japonlara karşı direnen yüzünü görmeleri, gerici ve kokuşmuş yüzünü görmezlikten gelmeleriydi. -Ed.
[5] Çan Kay-şek ve çevresinin görüşü buydu. Onlar, Japonlara karşı direnmek zorunda kalmakla birlikte, Çan Kay-şek olsun Kuomintang olsun, umutlarını yalnızca dış yardıma bağlamışlardı ve kendi güçlerine güvenmedikleri gibi, halkın gücüne de hiç güvenmiyorlardı. -Ed.
[6] Tayerçuyang, Şantung'un güneyinde, Çin ordularının Japon istilacılara karşı Mart 1938' de savaşa tutuştukları bir kenttir. Japonların 70-80 bin kişilik kuvvetlerine karşı, Çin ordusu, 400 bin kişi çıkartarak Japonları yenmiştir .-Ed.
[7] Bu görüş, Kuomintang'ın Politik Bilim Grubunun organı Tu Kung Pao'nun başyazısında ortaya atılmıştır. Boş hayallere kapılan bu klik, Tayerçuyang tipi birkaç zaferin Japon ilerlemesini durduracağı umudundaydı. Onlara göre. kendi sınıflarının güvenliğini tehlikeye atabilecek olan uzatmalı bir savaş için halk seferberliği gerekli değildi. O sıralarda, bütün Kuomintang, bu hayale kapılmıştı. -Ed.
[8] Çin Kızıl Ordusunun ve Japonlara karşı uyanan Çin halk hareketinin etkisi altında, Çang Suyeh-liyang komutasındaki Kuomintang'a bağlı Kuzey-Doğu Ordusuyla, Yang Hu-çeng komutasındaki 17. Hareket Ordusu, Partinin önerdiği, .Japonlara karşı ulusal birleşik cephe politikasını kabul etti ve Japonlara karşı konulması için Çan Kay-şek'in Komünist Partisi ile birleşmesini istedi. Çan Kay-şek, yalnız bu öneriyi reddetmekle kalmadı, daha da ters bir tutum takınarak "komünistlerin ezilmesi" için askeri hazırlıklarını hızlandırdı ve Siyan'da öğrencilerin Japonlara karşı giriştikleri hareketi bastırdı. 12 Aralık 1936'da, Çan Suyeh-liyang ve Yang Hu-çeng, Siyan Olayını düzenlediler, Çan Kay-şek'i tutukladılar. Bu olay üzerine, Çin Komünist Partisi, bu iki komutanın yurtseverce davranışını desteklediğini bildirdi ve olayın Japonlara karşı birlik ve direnme temeline göre bir sonuca bağlanmasını istedi. 25 Aralıkta, Çan Kay-şek, Japonlara karşı Komünist Partisi ile birleşmek zorunda kaldı ve serbest bırakılarak Nanking'e döndü. -Ed.
[9] İngiltere, 18. yüzyılın sonundan başlayarak Çin'e, yıllarca ve durmadan artan oranda afyon ihracına başladı. Bu durum, hem Çinlileri afyon tiryakisi haline getirdi ve hem de Çin'in elindeki gümüşlerin yağmasına yolaçtı. Buna karşı Çin'de şiddetli bir muhalefet doğdu. 1840 yılında, İngiltere, Çin ile olan ticaretini korumak bahanesiyle silahlı saldırıya geçti. Lin Çe-şu komutasındaki Çin birlikleri, direnmeye geçtikleri gibi, Kanton halkı kendi kendine, "İngiliz Birliklerini Ezelim" örgütünü kurdu ve saldırgan İngiliz kuvvetlerine ağır darbeler indirdi. 1842'de, kokuşmuş Çing rejimi, İngilizler ile Nanking Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşmaya göre, İngilizlere tazminat ödeniyor, Honkong kenti İngilizlere bırakılıyor, Şanghay, Fuçov, Amoy, Ninpo ve Kanton, İngiliz ticaretine açık pazar haline getiriyor; Çin'e yapılacak ihracattan alınacak gümrük resminin Çin ile İngilizler arasında ortaklaşa saptanması koşulu getiriliyordu. -Ed.
[10] Tayping Devrimi ya da Tayping Kutsal Saltanatı Hareketi, 19. yüzyılda, Çing hanedanının zulmüne ve feodaliteye karşı girişilmiş devrimci bir köylü hareketidir. 1851 Ocağında Hung Siyu-çuyan, Yang Siyu-çing ve başka önderler, Kuvangsi eyaletine bağlı Çintiyen köyünde bir ayaklanma düzenlediler, ve Tayping Kutsal Saltanatının kurulduğunu ilan ettiler. Kuvangsi'den kuzeye doğru ilerleyen köylü ordusu, 1852'de, Hunan ve Hopeh'i işgal etti. 1853'te Kiyangsi'den ve Anvay'dan geçerek Nanklng'i ele geçirdi. Daha sonra bir kısım kuvvetler, kuzeye doğru ilerleyerek Tiyentsin dolaylarına kadar geldiler. Ne var ki, Tayping ordusu işgal ettiği yerlerde sürekli üs bölgeleri kuramadığı gibi, Nanking'i başkent seçen önderler, birçok politik ve askeri yanlışlar yaptılar. Bundan dolayı, Tayping Ordusu Çin hükümetinin ve İngiliz, Amerikan ve Fransız saldırganlarının karşı-devrimci ortak saldırısına dayanamadı ve bu hareket, 1864'te yenilgiye uğradı. -Ed.
[11] Kang Yu-veyi, Liyang Çi-çayo ve Tan Su-tung'un önderlik ettiği 1898 Reform Hareketi, liberal burjuvazinin ve okur-yazar toprak ağalarının çıkarlarını temsil ediyordu. İmparator Kuyang Su, hareketi destekliyordu, ama hareket kitleye dayanmıyordu. Orduyu elinde tutan Yuan Şih-kay, iktidarı ele geçiren ve gericilerin önderi olan imparatoriçe Dovager Zu-si'ye, reform taraftarlarını teslim etti. İmparator Kuyang Su hapsedildi, öteki beş önderin kafaları kesildi. Böylece, hareket acı bir yenilgiyle sona erdi. -Ed.
[12] 1911 Devrimi, Çing Hanedanının otokratik rejimini deviren bir burjuva devrimiydi. 10 Ekim 1911'de devrimci düşüncelerin etkisinde kalan ordunun bir kesimi, Hupeh eyaletine bağlı Vuçang'da ayaklandı. Burjuvazinin ve küçük-burjuvazinin kurdukları devrimci dernekler, işçi, köylü ve asker kitleleri ayaklanmaya katıldı ve çok geçmeden Çing Hanedanı devrildi. 1912 Ocağında, Nanking'de, Çin Cumhuriyeti Geçici Hükümeti kuruldu ve Sun Yat-sen geçici başkanlığa getirildi. Böylece, iki bin yıldan fazla süren feodal monarşi yıkılmış oldu. Demokratik cumhuriyet düşüncesi halk tarafından benimsenmişti, ama devrime önderlik eden burjuvazi, uzlaşıcı bir doğadaydı. Köylü kitlelerini toprak ağaları sınıfının feodal egemenliğini ezecek şekilde harekete geçirecek yerde, devlet iktidarını, emperyalist ve feodal baskılar altında, kuzeyli toprak ağası Yuan Şih-kay'a teslim etti. Bunun sonucu olarak, devrim yenilgiyle sonuçlandı. -Ed.
[13] "Çin Devrimci Savaşında Strateji Sorunları" başlıklı yazının 2 nolu dipnotuna bakınız, s. 93. -Ed.
[14] 16 Ocak 1938'de, Japon kabinesi, Japonya'nın Çin'i zorla boyunduruk altına alacağını ilan etti. Aynı günlerde, tehditle ve bazan da tatlılıkla, Kuomintang hükümetini teslim olmaya zorluyordu. Eğer Kuomintang hükümeti "direnme niyetini sürdürürse" Japon hükümetinin Çin'de yeni bir kukla hükümet kuracağını, açılacak görüşmelerde Kuomintang'ı "taraf olarak" kabul etmeyeceğini ilan ediyordu. -Ed.
[15] Burada ima edilen kapitalistler özellikle ABD kapitalistleridir. -Ed.
[16] "Bunların hükümetleri" sözüyle Mao Çe-tung, İngiltere, Amerika ve Fransa gibi emperyalist ülkelerin hükümetlerini kastediyor. -Ed.
[17] Mao Çe-tung'un, Japonlara Karşı Direnme Savaşının durgunluk döneminde Çin'de bir ileri atılım olabileceği üzerine olan bu öngörüsü, Komünist Partisinin önderliğindeki Kurtarılmış Bölgeler Olayı ile doğrulanmıştır. Kuomintang bölgesinde ise, atılım yerine bir gerileme olmuştur, çünkü, Çan Kay-şek'in başında bulunduğu yönetici klik Japonlara karşı direnmede edilgin, Komünist Partisine ve halka karşı etkin bir politika izlemiştir. Bu tutum, geniş halk kitleleri arasında tepkiyle karşılanıyor ve onların politik bilinçlenmelerini hızlandırıyordu. -Ed.
[18] "Silahlar her şeyi belirler" teorisi gereğince, silah yönünden Japonlara karşı aşağı durumda olan Çin'in yenilgisi kaçınılmazdı. Bu görüşü, başta Çan Kay-şek olmak üzere, Kuomintang gericilerin hepsi paylaşıyordu. -Ed.
[19] Japonlara Karşı Gerilla Savaşında Strateji Sorunları başlıklı yazının 11 nolu notuna bakınız. s. 214. -Ed.
[20] Sun Vu-kung, 16. yüzyılda, Çin'de yazılan Si
Yu Çi, (Batıya Kutsal Yolculuk) adlı hikayedeki maymun kraldır. Maymun kral, bir takla atarak 108.000
Li yol alırdı. Ama Buda'nın eline geçince, pek çok takla atmışsa da kurtulamamıştır, Buda, elinin bir işaretiyle, parmaklarını Beş Unsur Dağının beş doruğu haline getirmiş ve Sun Vu-Kung'u gömmüştür. -Ed.
[21] Georgi Dimitrov, Ağustos 1935'te toplanan Komünist Enternasyonalin Yedinci Dünya Kongresine sunduğu
"Faşist Saldırı ve Komünist Enternasyonalinin Görevleri" başlıklı raporda
"Faşizm, tam bir şovenizm ve yağma savaşıdır." demişti. -Ed.
[22] V. İ. Lenin,
Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları, Ankara 1976, s. 17. -Ed.
[23] "Çin Devrimci Savaşında Strateji Sorunları" başlıklı yazının 4 nolu notuna bakınız. s. 105. -Ed.
[24] Şantung eyaletinin şimdiki Çuyançeng ilçesinin güney-doğusunda bulunan Çenpu, M.Ö. 632'de, Zin ve Çu devletleri arasındaki büyük bir savaşa sahne olmuştur. Savaşın başında, Çu birlikleri üstün durumdaydı. Zin birlikleri, 90 Li kadar çekildikten sonra, düşmanlarının zayıf noktaları olan sağ ve sol kanatlarına yüklenmişler ve onları ağır bir yenilgiye uğratmışlardır. -Ed.
[25] "Çin Devrimci Savaşında Strateji Sorunları" başlıklı yazının 26 nolu notuna bakınız, s. 136, -Ed.
[26] M.Ô. 204 yılında, Han devleti generallerinden Han Sin, Çinsing'de Çayo Siyeh ile büyük bir muharebeye tutuştu, Çayo Slyeh'in 200,000 kişilik ordusu, düşman ordusundan birkaç kat fazlaydı. Askerlerini arkaları nehre gelmek üzere yayan Han Sin, kahramanca bir çarpışmaya girdi ve birliklerinin bir kısmını da düşmanın gerilerini işgal için gönderdi. Bir kıskaç içinde sıkışan Çayo'nun askerleri, büyük bir yenilgiye uğradılar. -Ed.
[27] "Çin Devrimci Savaşında Strateji Sorunları" başlıklı yazının 27 nolu notuna bakınız. s. 136. -Ed.
[28] Aynı yazı, 28 nolu not. s. 136. -Ed.
[29] Aynı yazı, 29 nolu not. s. 136. -Ed.
[30] Aynı yazı, 30 nolu not. s. 136. -Ed.
[31] Aynı yazı, 31 nolu not. s. 136-137. -Ed.
[32] M. Ö. 383'te, Çin devleti yöneticisi Fu Çiyen, Zin kuvvetlerini küçümsedi ve üzerlerine saldırdı. Zin'in askerleri, düşmanın ilerleyen birliklerini Loçiyen'de yenerek, hem karadan ve hem denizden ilerlediler. -Ed.
[33] Arkadaş Mao Çe-tung, burada, Çan Kay-şek ile Vang Çing-veyi'nin 1927'de Kuomintang ve Komünist Partisi arasındaki ilk ulusal birleşik demokratik cepheye ihanet ederek, halka karşı giriştikleri on yıllık savaşa ve böylece Çin halkının daha geniş ölçüde birleşmesinin önlenmesi olayına değiniyor. Bunun sorumlusu başta Çan Kay-şek olmak üzere, Kuomintang'daki gericilerdi. -Ed.
[34] Sung devletinin Dükü Siyang, ilkyazın ve güzün yönetimi elinde bulundurdu. M.Ö. 638'de, Sung devleti, güçlü Çu devleti ile savaşa tutuştu. Çu birlikleri nehri geçerken Sung kuvvetleri muharebe düzenine girmiş bulunuyorlardı. Çu askerlerinin sayıca fazla olduğunu gözönünde bulunduran Sung subaylarından biri, o anda saldırıya geçilmesini önerdi ama Dük, "Kişizadeler hazırlıksız olanlara saldırmaz." dedi. Çu kuvvetleri nehri geçtikten sonra, henüz savaş düzenlerini tamamlamadıkları sırada aynı subay gene hemen saldırı önerisinde bulunduysa da, Dük, "Kişizadeler savaş düzenlerini tamamlamamış bir orduya saldırmaz." yanıtını verdi. Dük, ancak Çu birlikleri iyice hazırlandıktan sonra saldırı emrini verdi. Sonunda da Sung askerleri feci şekilde yenildiler ve Dük de yaralandı. -Ed.
[35] Kuomintang savaş ağalarından Han Fu-çu, birkaç yıl Şantung valiliği yaptı. Japon istilacıları, 1937'de Payping'i ve Tiyentsin'i işgal ettliten sonra, Tiyentsin-Pukov demiryolu boyunca, güneye doğru, Şantung'a ilerlerken, Han Fu-çu, hiç bir yerde direnmeden Şantung'dan Honan'a kadar kaçtı. -Ed.
[36] Kuomintang, halkı zorla askere alarak ordusunu genişletti. Askeri kuvvetler ve polis, önüne gelen yerde halkı yakalıyor, bağlıyor ve sanki mahkummuş gibi davranıyorlardı. Parası olanlar, Kuomintang'ın ileri gelenlerine rüşvet veriyorlar ya da yerlerine başkasını satın alıyorlardı. -Ed.