Viladimir İliç Lenin
Marx-Engels-Marksizm






Lenin, Marx-Engels-Marxism
[Türkçesi: Lenin: Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Mayıs 1990, İkinci Baskı]

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.

e-posta:
Kurtuluş-Cephesi Dergisi









MARX'IN DR. KUGELMANN'A
MEKTUPLARININ RUSÇA ÇEVİRİSİNE
ÖNSÖZ


     
      ALMAN sosyal-demokrat haftalığı Neue Zeit'ta yayınlanan Marx'ın Kugelmann'a mektuplarının tam bir derlemesini ayrı bir broşür olarak yayınlamaktaki amacımız, Rus kamuoyunun, Marx ve marksizm ile daha yakın bir tanışıklığını sağlamaktır. Tahmin edileceği gibi, Marx'ın yazışmalarında oldukça büyük bir yer, kişisel sorunlara ayrılmıştır. Bu, biyografi yazarı için çok büyük değer taşıyan bir materyaldir. Ama genel kamuoyu için ve özel olarak da Rus işçi sınıfı için, mektuplarda teorik ve siyasal materyal içeren bölümler, ölçülmez önem taşımaktadır. Şimdi içinde yaşamakta olduğumuz devrimci dönemde, Marx'ın işçi hareketinin ve dünya siyasetinin bütün sorunlarına doğrudan yanıt veren bir kimse olarak ortaya koyan bu dokümanın dikkatli bir incelenmesi, bizim için ayrıca öğretici olmaktadır. Neue Zeit'ın editörleri "biz, büyük karışıklıklar döneminde düşünce ve iradesi biçimlenmiş olan [sayfa 143] insanların kişilikleriyle tanışmakla yüceldik" dediklerinde tamamen haklıdırlar. Böyle bir tanışma, 1907'deki Rus sosyalistleri için iki katlı bir gereklilik göstermektedir, çünkü bir ülkenin içinde yaşamakta olduğu her devrimde, sosyalistlerin yüzyüze geldikleri doğrudan görevleri gösteren bir yığın çok değerli bilgi sağlamaktadır. Rusya, şimdilerde bir "büyük karışıklık" geçirmektedir. Bugünkü Rus devriminde, sosyal-demokrat, Marx'ın altmışlardaki oldukça fırtınalı politikasını çok daha sık kendine örnek olarak almalıdır.
      Biz, o yüzden, Marx'ın yazışmalarında, teorik açıdan özel önem taşıyan bölümlerine yalnızca kısaca değinmekle yetineceğiz ve proletaryanın bir temsilcisi olarak, onun devrimci siyaseti üzerinde daha ayrıntılı olarak duracağız.
      Marksizmin daha tam ve daha derin kavranılmasına bir katkı olması yönünden 11 Temmuz 1868 tarihli mektup (s. 42, vd.) son derece ilginçtir. Kaba iktisatçılara karşı polemik biçiminde, Marx, bu mektubunda, çok açık bir biçimde değerin "emek teorisi denilen şeyi, kendisinin nasıl anladığını açıklamaktadır. Marx'ın değer teorisine, Kapita’in en az eğitilmiş okurlarının doğal olarak akıllarına gelen ve bu nedenle de "profesörce" burjuva "biliminin" sıradan ya da bahçe temsilcilerinin çok büyük bir şevkle sarıldıkları, belli itirazlar, burada, Marx tarafından kısa, basit ve dikkate değer bir açıklıkla tahlil edilmektedir. Marx, burada, değer yasasının açıklığa kavuşturulması yönünden yürümüş olduğu ve yürünmesi gereken yolu göstermektedir. En yaygın itirazları örnek olarak kendi yöntemini bize öğretmektedir. Değer teorisi gibi böylesine salt (öyle görünen) teorik ve soyut sorun ile "karışıklığı sürekli kılması" gereken "egemen sınıfların çıkarı" arasındaki bağıntıyı aydınlığa kavuşturmaktadır. Marx'ı incelemeye ve Kapital’i okumaya başlayan herkesin, bu kitabın ilk ve en zor bölümlerini incelerken bu mektubu okuması ve bir daha okuması ümit edilir.
      Mektuplardaki teorik açıdan çok ilginç olan öteki bölümler, Marx'ın çeşitli yazarlar hakkındaki yargılarıdır. Marx'ın —canlı bir biçimde yazılmış, hırsla dolu ve bütün büyük ideolojik [sayfa 144] akımları derin bir ilgi ile açıklayan ve bunların tahlilini veren— bu düşüncelerini okuduğunuz zaman, büyük bir düşünürün sözlerini dinlemekte olduğunuzu kavrarsınız. Dietzgen üzerine dokunularak geçilen görüşlerden ayrı olarak prudoncular (s. 17) üzerine yapılan yorumlar, okurun özel dikkatini gerektirir. Toplumsal karışıklık dönemlerinde "proletarya kalabalığı içine" atılan ve işçi sınıfının görüşaçısını kavramak ya da proletarya örgütlerinin "sıradan üyeleri" arasında direngen ve ciddî çalışmayı sürdürme yeteneğinde olmayan "parlak" genç burjuva entelektüelleri, birkaç kalem darbesinde dikkate değer bir canlılıkla gözler önüne serilmektedir.
      Engels tarafından (Marx'la irtibatlı olarak) dokuz yıl sonra yazılmış olan ünlü Anti-Dühring'in içeriğini sanki daha önceden belirleyen, Dühring üzerine yorumu (s. 35) alınız. Bu kitabın, ne yazık ki yalnız atlamalarla değil, yanlışlarla da dolu çok kötü bir çevirisi Rusçaya Zederbaum tarafından yapılmıştır. Burada da, aynı şekilde, Ricardo'nun rant teorisine değinen, Thünen üzerine bir yorum var. Marx, 1894'te yayınlanan Kapital’in Üçüncü Cildinin sonunda çürüttüğü ama bugüne kadar — bizim ultra-burjuvamız ve hatta "kara-yüz" Bay Bulgakov'dan "hemen hemen Ortodoks" Maslov'a kadar— tüm revizyonistlerce yinelenen "Ricardo'nun hatalarını", daha 1868'de şiddetle reddetmişti.
      Kaba materyalizm ve ("profesörce" burjuva felsefesinin genel olarak kaynağı olan!) Lange'den kopya edilen "yüzeysel saçmalığın" bir değerlendirilmesiyle birlikte Büchner üzerine yorum da ilginçtir (s. 48).
      Marx'ın devrimci siyasetine geçelim. Rusya'daki sosyal-demokratlar arasında, şaşılacak kadar yaygın darkafalıca bir marksizm anlayışı vardır ki, buna göre, özgün savaşım biçimleri ve özel proleter görevleriyle devrimci bir dönem hemen hemen bir uygunsuzluk sayılırken, bir "anayasa" ve bir "aşın muhalefet" kural sayılmaktadır. Şu anda, dünyada hiç bir başka ülkede Rusya'da olduğu kadar böylesine derin bir devrimci bunalım yoktur — ve dünyanın hiç bir ülkesinde, devrime karşı böylesine kuşkulu ve darfakalı bir tutum takınan [sayfa 145] "marksistler" (marksizmin küçük düşürücüleri ve bayağılaştırıcılan) yoktur. Devrimin içeriği yönünden burjuva olması gerçeğinden, devrimin yönlendirici gücünün burjuvazi olduğu yüzeysel sonucunu, bu devrimde proletaryanın görevlerinin, bağımsız nitelikte değil, tâbi nitelikte olduğunu ve devrimde proletaryanın önderliği olanağının olmadığı sonucunu çıkarıyorlar!
      Marksizmin bu sığ yorumunu, Marx, Kugelmann'a yazdığı mektuplarında ne de güzel sergilemektedir! İşte 6 Nisan 1866 tarihini taşıyan bir mektup. O tarihte, Marx, temel yapıtını bitirmişti. Bu mektubun yazılmasından ondört yıl önce, 1848 Alman Devrimi üzerindeki son yargısını vermişti. Kendisi de, 1850'de, 1848'de bir sosyalist devrimin yaklaşmakta olduğu yolundaki sosyalist hayallerinden vazgeçti. Ve 1866'da, yeni siyasal bunalımların büyümekte olduğunu gözlemlemeye henüz başladığında şöyle yazıyor:
      "Bizim darkafalılar [Alman burjuva liberallerini kastediyor], Hapsburg'lar ve Hohenzollern'leri uzaklaştıran bir devrim olmadıkça ... sonunda bir başka Otuz Yıl Savaşının gelmesinin zorunlu olduğunu ensonu kavrayamayacaklar mı!" (s. 13-14.)
      Kapıyı çalan devrimin (Marx'ın umduğu gibi aşağıdan değil, yukarıdan geldi) burjuvaziyi ve kapitalizmi uzaklaştıracağı konusunda, burda en ufak bir hayal kırıntısı bile yoktur, ama bu devrimin yalnızca Prusya ve Avusturya monarşisini ortadan kaldıracağı konusunda en açık ve en kesin deyimler vardır. Ve Marx bu burjuva devrimine nasıl da güven duymaktadır! Sosyalist hareketin ilerlemesi için burjuva devriminin engin yararını kavramış olan bir proleter savaşçısının ne devrimci tutkusudur bu!
      Üç yıl sonra, Fransa'da napolyoncu imparatorluğun düşüşünün öngününde, "çok ilginç bir" toplumsal harekete değinirken, Marx, olumlu bir heyecan patlamasıyla diyordu ki, "Parisliler kapıyı çalan yeni devrimdeki görevlerine kendilerini hazırlamak üzere, yakın devrimci geçmişlerinin düzenli bir incelemesini yapıyorlar." Ve geçmişin bu incelemesinden ortaya [sayfa 146] koyduğu sınıf savaşımını tanımlarken, Marx, şöyle bağlıyor (s. 56): "Ve böylece tarihsel cadı kazanlarının tümü kaynıyor. Bizim ülkemiz [Almanya] ne zamana kadar bundan uzak kalacaktır."
      Kuşku ile düşünceye dalmış, bilgiçlikle sersemlemiş, pişmanca konuşmaya eğilimli, devrimden çabucak bıkmış ve devrimin gömülmesini ve yerine anayasal metnin konulmasını bir bayram bekler gibi özleyen Rus marksist entelektüellerinin Marx'tan öğrenmeleri gereken ders budur. Teorisyenden ve proletaryanın önderinden, onlar, devrime inancı, işçi sınıfını, âcil devrimci amaçlarını sonuna kadar götürmek yolunda savaşa çağırma yeteneğini ve devrimin geçici ters gidişi arkasında yufka yürekle hıçkırıklara yer vermeyen bir ruh direngenliğini öğrenmelidirler.
      Marksizmin bilgiçleri bunun tümünün törel herzeler, romantizm, gerçek duygusundan yoksunluk olduğunu düşünüyorlar! Hayır, baylar, bu onsuz, marksizmin brentanoculuğa, struveciliği ve sombartçılığa dönüşeceği devrimci teori ve devrimci siyasetin bileşimidir. Marksist öğreti, sınıf savaşımının teorisini ve pratiğini tek bir ayrılmaz bütün içinde eritmiştir. Nesnel durumu aklı başında bir biçimde anlatan bir teoriyi alıp, onun mevcut düzenin haklı çıkarılması şeklinde çarpıtan ve hatta kendini devrimin her geçici gerilemesine elden geldiğince çabuk uyarlayacak, "devrimci hayalleri" elden geldiğince çabuk bırakacak ve "gerçekçi" tamirciliğe dönecek kadar ileri giden kişi marksist değildir.
      En barışçıl zamanlarda, Marx'ın ifade ettiği gibi görünüşte "saf ve sevimli" ve (Neue Zeit'ın koyduğu gibi) "berbat bir biçimde durgun" zamanlarda, Marx, devrimin yaklaşışını duymak ve proletaryayı gelişen devrimci görevlerinin bilinci yolunda uyarmak yeteneğini göstermişti. Bizim, Marx'ı darkafalı bir biçimde basitleştiren entelektüellerimiz, en devrimci zamanlarda, proletaryaya, bir pasiflik, bir boyun eğerek "akıntıyla sürüklenme", zamana uygun bir liberal partinin en tutarsız unsurlarının ürkek desteği siyasetini öğretmektedirler!
      Marx'ın Komünü değerlendirmesi, Kugelmann'a mektuplarını [sayfa 147] taçlandırmaktadır. Ve bu değerlendirme, Rus sağ kanat sosyal-demokratlarının yöntemleriyle karşılaştırıldığında, özel bir değer taşımaktadır. 1905 Aralığından sonra yüreksizce feryat eden Plehanov: "silaha sarılmamalıydılar" derken kendini Marx'la karşılaştırma alçakgönüllülüğünü göstermeliydi. Marx da, diyor Plehanov, 1870'teki devrimi frenledi.
      Evet, Marx da devrimi frenledi. Ama, Plehanov'un kendi karşılaştırmasında, Plehanov ile Marx arasında nasıl bir uçurum olduğunu görün!
      1905 Kasımında, Rusya'da ilk devrimci dalganın doruğuna ulaşmasından bir ay önce, Plehanov, proletaryayı üstüne basa basa uyarmaktan çok uzak bir biçimde, doğrudan, silah kullanmanın öğrenilmesinin ve silahlanmanın zorunluluğundan sözetmişti. Ancak, bir ay sonra savaşım ateşlendiği zaman, Plehanov, savaşımın önemini, olayların genel akışı içindeki rolünü ve daha önceki savaşım biçimleriyle olan bağıntısını tahlil etme yolunda en ufak bir girişim yapmadan, pişman bir entelektüel rolünü oynamakta acele etti ve "silaha sarılmamalıydılar" diye feryat etti.
      1870 Eylülünde Komünden altı ay önce
Marx, Fransız işçilerine doğrudan bir uyarma yaptı: ayaklanma umutsuz bir budalalık eylemi olacaktır, diyordu ünlü Enternasyonal Hitabında. 1792 ruhunda bir hareketin olasılığına ilişkin milliyetçi yanılsamaları önceden sergiledi. Olaydan sonra değil, ama olaydan birkaç ay önce, "silaha sarılmayınız" diyebilmişti.
      Ve Eylülde umutsuz diye adlandırdığı bu dava Mart 1871'de fiilen biçimlendiğinde, nasıl davrandı? O, (Plehanov'un Aralık olaylarında yapmış olduğu gibi) bunu, düşmanlarına, komüne önderlik eden prudoncu ve blankicilere karşı "iğnelemek" için kullandı mı? O bir bayan öğretmen gibi azarlayıp "ben size dememiş miydim, sizi uyarmamış mıydım; bu sizin romantizminiz, sizin devrimci çılgınlığınızdan geliyor" demiş midir? Komüncülere, Plehanov'un Aralık savaşçılarına yapmış olduğu gibi, kendini beğenmiş darkafalıların vaazıyla, "silaha sarılmamalıydınız" öğüdünde bulunmuş mudur? [sayfa 148]
      Hayır. 12 Nisan 1871'de, Marx, Kugelmann'a heyecan dolu bir mektup yazar — her Rus sosyal-demokratının ve her okumuş Rus işçisinin evinin duvarında asılı görmeyi istediğiniz bir mektuptur bu.
      Eylül 1870'te, Marx, ayaklanmayı umutsuz bir budalalık eylemi olarak adlandırıyordu; ama Nisan 1871'de, halkın kitle hareketini gördüğü zaman, tarihsel devrimci harekette ileri bir adım olarak damgasını vuran büyük olayların içinde yeralan bir kimsenin keskin dikkatiyle onu gözlemiştir.
      Bu, diyor, bürokratik askerî mekanizmayı yerle bir etme girişimidir ve başka ellere aktarma girişimi değil. Ve prudoncu ve blankicilerin önderlik ettiği "kahraman" Parisli işçiler için en yüce övgüler söylemiştir. "Bu Parislilerdeki" diye yazıyor, "ne esneklik, ne de tarihsel inisiyatif, ne özveri yeteneği! ... [s. 88]. Tarih bu büyüklükte benzer bir örneğe sahip değildir."
      Marx'ın her şeyin üzerinde değer verdiği şey, yığınların tarihsel inisiyatifi idi.
      Ah, bizim Rus sosyal-demokratları, Marx'tan Rus işçileri ve köylülerinin Ekim ve Aralık 1905'teki tarihsel inisiyatifini değerlendirmeyi bir öğrenebilselerdi! Yanılgıyı altı ay önceden gören derin bir düşünürün, yığınların tarihsel inisiyatifine gösterdiği saygı ile ve cansız, duygusuz, bilgiç: "silaha sarılmamalıydılar" sözlerini karşılaştırın! Bunlar, yerle gök kadar birbirlerinden ötede değil midir?
      Ve bütün kendine özgü ateşliliği ve isteğiyle, tepki gösterdiği kitle savaşımında yer alan biri gibi Marx, o sırada Londra' da yaşadığı sürgünde, "göğü titretmeye hazır" olan "pervasız kahraman" Parislilerin âcil adımlarını eleştirmeye koyuldu.
      Ah , 1906-07'de, Rusya'daki devrimci romantizmle alay eden marksistlerimiz arasındaki mevcut "gerçekçi" alıklar, bu sırada Marx'a nasıl da dudak bükeceklerdi! insanlar, göğü titretme "girişimi" önünde saygı ile eğilen, bir metaryaliste, bir iktisatçıya, ütopya düşmanına nasıl da horgörü ile bakacaklardı! İsyancı eğiliminden, hayalciliğinden vb. vb. ötürü ve göğü titreten hareketi benimseyişinden ötürü, bu "keçe içerisindeki [sayfa 149] adamlar"44 nasıl da gözyaşı, lütufkâr tebessüm ya da acıma yağdıracaklardı!
      Ama Marx, devrimci savaşımın daha yüksek biçimlerinin tekniğini tartışmaktan korkan çocuk sürüsünün45 aklıyla hareket etmiyordu. Onun tartıştığı, tamamıyla ayaklanmanın teknik sorunlarıydı. Savunma mı yoksa saldın mı? — diye soruyordu, sanki askerî hareket hemen Londra'nın biraz dışarısında oluyormuş gibi. Ve bunun kuşkusuz saldırı olması gerektiği kararına vardı: "Hemen Versay'a yürütneliydiler..."
      Bu, Nisan 1871'de, büyük ve kanlı Mayıstan birkaç hafta önce yazılmıştır...
      "Hemen Versay'a yürümeliydiler" — göğü titretmek biçimindeki "umutsuz budala eylemine" başlayan (Eylül 1870) ayaklanmacılar böyle yapmalıydı.
      1905 Aralığında kazanılmış olan özgürlüklerin geri alınması yolundaki ilk girişimlere güçle karşı koymak için "onlar silaha sarılmamalıydılar" ...
      Evet, Plehanov kendini Marx'la karşılaştırmakta pek de haklı!
      Marx teknik eleştirisine devam ederken: "İkinci hata", diyordu; "Merkez Komitesi" (.askerî kumanda —buna dikkat ediniz— Ulusal Muhafızın Merkez Komitesi kastediliyor) "iktidarını pek çabuk teslim etti...".
      Marx, önderlerin olgunlaşmamış kalkışıma karşı nasıl uyarılacağını biliyordu. Ama göğü titreten proletaryaya karşı tutumu, Blanqui ve Proudhon'un yanlış teorileri ve yanılgılarına karşın tüm hareketi daha yüksek bir düzeye çıkaran yığınların savaşımı içine katılan bir kimsenin, pratik bir öğütleyicinin tutumuydu.
      "Bununla birlikte" diye yazıyordu, "Paris'teki bu kalkışım —eski toplumun kurtları, domuzları ve aşağılık köpekleri 'tarafından ezilmiş olsa bile— Haziran ayaklanmasından bu yana, Partimizin en şanlı hareketidir. ..."
      Ve Komünün tek bir yanılgısını bile proletaryadan gizlemeksizin, Marx, bu kahramanca harekete, bugüne kadar "gökyüzü" uğruna savaşta en iyi kılavuz olan ve liberal ve [sayfa 150] radikal "domuz" için de korkutucu bir umacı görevi yapan "bir yapıt armağan etti.[1*]
      Plehanov, Aralık olaylarına gerçekten de kadetlerin incili olacak bir "yapıt" armağan etti.
      Evet, Plehanov kendini Marx'la karşılaştırmakta pek de haklı.
      Kugelmann, anlaşılan savaşımın umutsuzluğuna ve romantizme karşı olarak realizme değinerek Marx'a bazı kuşkularını ifade eden bir yanıt verdi — her halükârda, Komünü, bir ayaklanmayı, 13 Haziran 1849'da Paris'teki barışçı gösteri ile karşılaştırıyordu.
      Marx, hemen (17 Nisan 1871) Kugelmann'a sert bir ders verdi.
      "Eğer savaşıma yalnızca yanılmaz uygunluktaki fırsatlar koşuluyla girişilmiş olsaydı" diye yazıyordu, "dünya tarihini yapmak gerçekten çok kolay olurdu6."
      Eylül 1870'te Marx, ayaklanmayı umutsuz bir budalalık eylemi olarak niteliyordu. Ama yığınlar ayağa kalkınca, Marx, savaşımın süreci içerisinde onlarla birlikte yürümek, onlarla birlikte öğrenmek istedi ve onlara bürokratik öğütler vermek istemedi. Önceden fırsatları kusursuz bir doğrulukla hesaplama girişiminin şarlatanlık ya da iflah olmaz bir bilgiçlik olacağını anlıyordu. Onun her şeyin üstünde değer verdiği şey, işçi sınıfının kahramanca ve özverili dünya tarihini yapmada inisiyatifi ele almasıydı. Marx dünya tarihini, "önceden tahmin etmek zor değildi ... bunu yapmamaları gerekirdi..." öğütlerini veren darkafalı aydın açısından değil de, fırsatları önceden yanılmaz bir biçimde hesaplamada durumunda olmaksızın, onu yapanların görüşü açısından görmüştür.
      Aynı zamanda Marx, tarihte, umutsuz bir dava için bile olsa, yığınların umutsuz bir savaşımının, bu yığınların daha ileri eğitiminde ve bir sonraki savaşım için yetişmesinde temel olduğu anların bulunduğunu değerlendirebilmişti. [sayfa 151]
      Sorunun böyle bir ifadesi, boşuboşuna Marx'ın adını anmayı ve geleceği belirleme konusundaki yeteneğini değil de, sırf geçmiş konusundaki yargılarını almayı seven, günümüzün sahte marksistleri için tamamen anlaşılmaz ve hatta ilke olarak yabancı bir şeydir. Plehanov 1905 Aralığından sonra "fren yapmak için" işe giriştiği zaman, bunu düşünmemişti bile.
      Ama, Marx'ın bizzat kendisinin Eylül 1870'te ayaklanmayı umutsuz bir budalalık eylemi olarak gördüğünü hiç unutmaksızın, ortaya attığı sorun tam da bu sorundu.
      "... Versay'ın canaille[2*] burjuvası" diye yazıyordu, "... Parislilere ya dövüşe girişme ya da savaşım vermeksizin yenilme seçeneğini sunmuştu. İkinci durumda işçi sınıfının moralinin bozulması ne kadar olursa olsun, 'liderlerin' yenilgisinden çok daha büyük bir bahtsızlık olacaktı".
      Ve bununla biz, Marx'ın Kugelmann'a mektuplarında öğrettiği proletaryaya lâyık bir politikaya ilişkin dersler konusundaki kısa gözden geçirmemizi tamamlıyoruz.
      Rusya işçi sınıfı, "göğü titretme" yetisinde olduğunu daha önce bir kez tanıtlamıştır ve daha birkaç kez yeniden tanıtlayacaktır. [sayfa 152]


      5 Şubat 1907




JOHANNES BECKER, JOSEPH DİETZGEN,
FRİEDRİCH ENGELS, KARL MARX VE
DİĞERLERİNİN, FRİEDRİCH SORGE VE
ÖTEKİLERE YAZDIKLARI MEKTUPLARIN RUSÇAYA
ÇEVİRİSİNE ÖNSÖZ


      MARX'ın, Engels'in, Dietzgen'in, Becker'in ve geçen yüzyıldaki uluslararası öteki işçi sınıfı hareketinin öteki önderlerinin mektuplarının derlemesinin burada Rus kamuoyuna sunulması, bizim ileri marksist yazınımızı tamamlayan vazgeçilmez bir parçadır.
      Burada, biz, sosyalizmin tarihi için Marx ve Engels'in faaliyetlerinin kapsamlı bir tahlili için bu mektupların önemleri üzerine ayrıntılarıyla eğilmeyeceğiz. Konunun bu yanının açıklanması gereksizdir. Yayınlanan mektupların anlaşılmasının, Enternasyonalin tarihi üzerindeki (bkz: Jaeckh, The International, Znaniye tarafından yayınlanan Rusça çevirisi) ve aynı zamanda da Alman ve Amerikan işçi sınıfı hareketinin tarihi (bkz: Franz Mehring, Alman Sosyal-Demokrasisinin Tarihi ve Morris Hillquit, History of Socialism in the United States), vb. konusundaki bellibaşlı yapıtlarla tanışıklığı gerektirdiğini [sayfa 153] belirtmekle yerinelim.
      Ayrıca belirtelim ki, burada biz, bu yazışmaların içeriklerinin genel bir özetini ya da onların ilişkili olduğu çeşitli tarihsel dönemlerin bir değerlendirilmesini vermeye girişmeyeceğiz. Mehrinğ, bunu, bu çevirinin sonuna yayıncının belki de ekleyeceği ya da ayrı bir Rusça baskı olarak yayınlanacak olan Der Sorgesche Briefwechsel başlıklı son derece güzel makalesinde, (Neue Zeit, 25, Jahrg., Nr. 1 und 2)[
3*] yapmıştır.
      Rus sosyalistleri için bugünkü devrimci dönemde özel önem taşıyan şeyler, otuz yıla yakın bir dönem içinde (1867-95) Marx ve Engels'in faaliyetlerinin gizli kalmış yanlarıyla bir tanışıklıktan militan proletaryanın çıkarmak zorunda olduğu derslerdir. İşte bu yüzden, bizim sosyal-demokrat yazınımızda, okurlara Marx ve Engels'in Sorge'a yazdıkları mektupları tanıtmak yolundaki ilk girişimlerin Rus devriminde sosyal-demokrat taktiklerin "yaşamsal" sorunlarıyla da bağlantılı olması (Plehanov'un Sovremennaya Jizn ve Menşevik Otkliki) şaşırtıcı değildir. Ve biz, okurlarımızın dikkatini, yayınlanan yazışmalarda, Rusya'daki işçi partisinin bugünkü görevleri açısından ayrı önem taşıyan bölümlerin bir değerlendirmesine özellikle çekmek isteriz.
      Marx ve Engels, mektuplarında, en çok İngiliz, Amerikan ve Alman işçi sınıfı hareketinin âcil sorunlarıyla uğraşmışlardı. Bu doğaldır, çünkü onlar bu sırada İngiltere'de yaşayan ve Amerikalı yoldaşlarıyla mektuplaşan Almanlardı. Marx, Alman sosyal-demokratı Kugelmann'a yazdığı mektuplarda[4*] Fransız İşçi sınıfı hareketi üzerine, özellikle de Paris Komünü üzerine çok daha sık olarak ve çok daha büyük ayrıntıyla düşüncelerini açıklamıştır.
      Marx ve Engels'in, İngiliz, Amerikan ve Alman işçi sınıfı hareketleri üzerine söylediklerini karşılaştırmak oldukça öğreticidir. Bir yanda, Almanya'nın, öte yanda İngiltere ve Amerika'nın, kapitalist gelişiminin değişik aşamalarını ve bir sınıf [sayfa 154] olarak burjuvazinin bu ülkelerin tüm siyasal yaşamı üzerindeki farklı egemenlik biçimlerini temsil ettiğini anımsadığımızda, böyle bir karşılaştırma daha da büyük önem kazanır. Bilimsel bir bakış açısından, burada materyalist diyalektiğin bir örneğine, farklı siyasal ve ekonomik koşulların özgül özelliklerine uygulanmasında, sorunun değişik noktalarını, değişik yanlarını öne geçirme ve vurgulama yetisinin bir örneğini görüyoruz. İşçi sınıfı partisinin pratik politikası ve taktikleri açısından, burda biz, Komünist Manifesto'nun yaratıcılarının, savaşkan proletaryanın, çeşitli ülkelerdeki ulusal işçi sınıfı hareketlerinin çeşitli aşamalarına uygun olarak görevlerini açıklama yolunun bir örneğini görüyoruz.
      Marx ve Engels'in, İngiliz ve Amerikan sosyalizminde en sert biçimde eleştirdikleri, onun işçi sınıfı hareketinden yalıtılmış olmasıdır. İngiltere'deki Sosyal-Demokrat Federasyon48 ve Amerikan sosyalistleri konusunda yapmış oldukları bütün yorumlarının ağırlığı, onların, marksizmi, bir dogmaya, "katı [starre] Ortodoksluğa" indirgedikleri, onu "bir eylem kılavuzu değil de, bir amentü" olarak almaları, onlarla birlikte yürüyen, teorik olarak çaresiz ama canlı ve güçlü yığınsal işçi sınıfı hareketine kendilerini uyumlama, yeteneksizliği suçlamasıdır. "1864'ten 1873'e kadar, ancak bizim programımızı açıkça benimseyenlerle birlikte çalışmayı sürdürmekte direnmemiş olsaydık, diye kızıyor Engels 27 Ocak 1887 tarihli mektubunda, bugün nerede olurduk!" Ve bir önceki mektubunda (28 Aralık 1886) Henry George'un düşüncelerinin Amerikan işçi sınıfı üzerindeki etkilerine değinerek şöyle yazmıştı:
      "Gelecek Kasımda bona fide[5*] bir emekçiler partisine verilecek bir ya da iki milyon çalışan insanın oyu, bugün, öğreti açısından kusursuz bir program için verilecek yüzbin oydan ölçülmeyecek kadar daha değerlidir.
      Bunlar çok ilginç bölümlerdir. Ülkemizde, bir "emek kongresi" düşüncesini ya da Larin'in "geniş işçi partisi"49 türünden bir şeyleri savunmada bunlardan yararlanmakta sabırsızlık gösteren sosyal-demokratlar vardır. Neden bir "sol cephe"nin savunmasında değil? diye Engels'in bu aceleci "yararlanıcılarina" [sayfa 155] sormak isterdik. Alıntıların yapıldığı mektuplar Amerikan işçilerinin seçimlerde Henry George için oy kullandıkları bir zamana atıfta bulunmaktadır. Bayan Wischnewetzky —bir Rusla evli ve Engels'in yapıtlarının çevirmeni Amerikalı bir kadın—, ondan, Engels'in yanıtından da görüleceği gibi, Henry George'un ayrıntılı bir eleştirisini yapmasını istemişti. Engels, ona (28 Aralık 1886) bunun zamanının daha gelmediğini, asıl sorunun, tümüyle an bir program üzerinde olmasa bile, bir işçi partisinin örgütlenmeye başlamasının gerektiği olduğunu yazmıştı. Daha sonra, işçiler, yanılgının ne olduğunu kendileri anlayacaklar, "kendi yanılgılarından öğreneceklerdir", ama "çalışanların partisinin ulusal birleşimini —programı ne olursa olsun— geciktirebilecek ya da önleyebilecek olan herhangi bir şeyi büyük bir yanılgı olarak kabul ederim...".
      Söylemeye gerek yok ki, Engels, sosyalist görüş açısından Henry George'un fikirlerinin saçmalığı ve gerici niteliği konusunda eksiksiz bir bilgiye sahipti ve bundan sık sık sözelmişti. Sorge'un yazışmaları, Karl Marx'ın 20 Haziran 1881 tarihini taşıyan ve Henry George'un radikal burjuvazinin bir ideologu olarak nitelendiren son derece ilginç bir mektubunu da içermektedir. "Teorik açıdan bu adam tümden gelişmemiştir" diye yazmıştı, Marx. Bununla birlikte Engels, yığınlara "kendi yanılgılarının sonuçlarını" söyleyebilecek kimseler var olduğu sürece, seçimlerde bu sosyalist-gericiye katılmaktan korkmuyordu (29 Kasım 1886 tarihli Engels'in mektubu).
      Amerikan işçilerinin o dönemdeki bir örgütü olan Emeğin Şövalyeleri Knights of Labor ile ilgili olarak, Engels, aynı mektubunda şöyle yazıyordu: "Emeğin Şövalyelerinin en zayıf yanı [sözcüğü sözcüğüne: en çürük, faulste] onların siyasal yansızlıklarıydı. ... Harekete yeni giren her ülke için önem taşıyan ilk büyük adım, her zaman, bu parti ayrı bir işçi partisi olduğu sürece, işçilerin nasıl olursa olsun bir siyasal parti halinde birleşmeleridir."
      Açıktır ki, bu sözlerden, sosyal-demokrasiden partisiz emek kongrelerine vb. kadar sıçramanın doğrulandığı konusunda hiç bir şey çıkarılamaz. Ama, her kim Engels'in, marksizmi bir [sayfa 156] "dogma"ya, "taassup"a, "sekterlik"e indirgeme suçlamasından sakınmak istiyorsa, bundan, radikal "sosyal-gericiler" ile ortak bir seçim kampanyasına girmenin kimi zaman yerinde olduğu sonucunu çıkarmak zorundadır.
      Ama daha da ilginç olanı, kuşkusuz, Amerika-Rusya paralelliği (biz, bunlara, karşıtlarımıza yanıt vermek için değinmek zorunda kalmıştık) üzerinde değil de, İngiliz ve Amerikan işçi sınıfı hareketinin temel özellikleri üzerinde durmak olacaktır. Bu özellikler şunlardır: proletaryanın karşısında herhangi bir büyük ulus ölçüsünde demokratik görevlerin bulunmayışı; proletaryanın burjuva siyasetine tam tâbi oluşu; grupların yalnızca bir avuç sosyalistin proletaryadan sekterce yalıtılmış olması; seçimlerde, çalışan yığınlar arasında en küçük bir başarının olmayışı, vb.. Her kim ki bu temel koşulları unutur, "Amerikan-Rusya paralellerinden" geniş vargılar çıkarmaya çalışır ise, o en büyük yüzeyselliği yapıyor demektir.
      Eğer Engels, bu koşullar altında, işçilerin iktisadî örgütlerine bu denli ağırlık verseydi, bu, en sağlam bir biçimde kurulmuş demokratik sistemlerin sözkonusu olması ve bunların proletaryanın karşısına salt sosyalist görevler çıkarmasıdır.
      Engels, eksik bir programla da olsa, bağımsız bir işçi partisinin önemini vurgulamıştır, çünkü o daha önce işçilerin siyasal bağımsızlığının sözü bile edilmediği ve işçilerin daha çok burjuvazinin arkasında sürüklendiği ve hâlâ da öyle olan ülkelerden sözetmekteydi.
      Böylesine kanıtlardan çıkarılan vargıları, proletaryanın partisini, liberal burjuvazinin kendi partilerini kurmalarından önce kurduğu, burjuva politikacılarına oy verme geleneğinin proletaryaca hiç bilinmediği ve âcil görevleri, sosyalist değil de burjuva demokratik olduğu ülkelerde ve tarihsel durumlara uygulamaya kalkışmak, Marx'ın tarihsel yöntemiyle alay etmek olurdu.
      Eğer biz, Engels'in İngiliz ve Amerikan hareketleri konusundaki düşünceleri ile onun Alman hareketi konusundaki düşüncelerini karşılaştırırsak, düşüncemiz okur için daha da açıklık kazanacaktır. [sayfa 157]
      Böylesine çok ilginç düşünceler, yayınlanan yazışmalarda da bol bol bulunmaktadır. Ve bütün bu düşünceler arasında bir al iplik gibi dolaşmak çok farklı bir şeydir — îşçi partisinin "sağ kanadına" karşı bir uyarı, sosyal-demokrasideki oportünizme karşı acımasız (bazan —1877-79'da Marx'ta da olduğu gibi— öfkeli) bir savaştır.
      Bunu, önce, mektuplardan alıntılar yaparak doğrulayalım ve daha sonra da bu olgunun değerlendirilmesini sürdürelim.
      Her şeyden önce, Marx'ın Höchberg ve ortaklan konusundaki düşüncelerini burada kaydetmeliyiz. Der Sorgesche Briefzwechsel adlı makalesinde Franz Mehring, oportünistlere arşı Marx'ın saldırılarını —ve Engels'in de daha sonraki saldırılarını— hafifletmeye çalışmaktadır ve kanımızca bunu oldukça fazlasıyla yapmaktadır. Özel olarak, Höchberg ve ortaklan açısından, Mehring, Marx'ın Lassalle ve lasalcılığa ilişkin yargısının yanlışlığı konusundaki görüşünde direnir. Ama, yineliyoruz, bizi burada ilgilendiren, Marx'ın şu ya da bu sosyaliste karşı yaptığı saldırıların doğru olup olmaması ya da abartılmış olup olmaması ile ilgili tarihsel bir değerlendirme değil de, ilkede genel olarak sosyalizmin içindeki belirli eğilimler konusundaki Marx'ın değerlendirmesidir.
      Alman sosyal-demokratlarının lasalcılar ve Dühring ile uzlaşmalarından yakınırken (19 Ekim 1877 tarihli mektup), Marx, aynı zamanda, "sosyalizme 'yüce, idealist' bir yönlenme vermek isteyen, yani, onun (onu kullanmayı deneyen herhangi bir kimseden ciddî nesnel inceleme isteyen) materyalist temelinin yerine ilâhî Adalet, Özgürlük, Eşitlik, ve Kardeşlik tanrılarıyla modern mitolojiyi koymak isteyen bütün bir yarı-olgun öğrenciler çetesi ve üstün zekâlı diplomalı doktorlarla [Almancada "doktor" bizim "öğretim üyesi adayı" ya da "I. sınıf üniversite mezunu"na karşılık olan akademik bir derecedir] uzlaşmayı da suçlar. Zukunft'u yayınlayan Dr.Höchberg, bu eğilimin bir temsilcisidir ve partiye girişini para ile satın almıştır — sanırım 'en asil' niyetlerle, ama benim için "niyetler' beş para etmez. Onun Zukunft programından daha aşağılık bir şey, daha 'alçakgönüllü iddialar taşısa bile' dünyada pek az [sayfa 158] görülmüştür". (Mektup No: 70.)
      Hemen hemen iki yıl sonra yazılmış (19 Eylül 1879) bir başka mektupta Marx, Engels'in ve kendisinin J. Most'u destekledikleri yolundaki dedikoduları yalanladı ve Sorge'a, Alman sosyal-demokrat partisi içerisindeki oportünistlere karşı tutumunun ayrıntılı bir açıklamasını verdi, Zukunft, Höchberg, Schramm ve Edvard Bernstein tarafından yönetiliyordu. Marx ve Engels, bu tür yayınla herhangi bir ilişkide bulunmayı kabul etmemişlerdir ve bu aynı Höchberg'lin katılmasıyla ve onun mali yardımıyla yeni bir parti organının kurulması sorunu ortaya atıldığında, Marx ve Engels, önce bu "doktorlar, öğrenciler ve Katheder-Sosyalistler karışımı" üzerinde denetim sağlamak için, başyazar olarak, kendi adayları Hirsch'in kabul edilmesini istemişler ve daha sonra da eğer Höchberg, Schramm ve Bernstein eğilimi değişmez ise, "Partinin ve teorinin böylesine bir bayağılaştırılmasına" [Verluderung—Almancada daha da vurgulayıcı bir sözcük] karşı açık savaş açacakları konusunda onları uyararak doğrudan Bebel, Liebknecht ve sosyal-demokrat partisinin öteki önderlerine bir genelge gönderdiler. Bu, Alman-Sosyal Demokrat Partisinde, Mehring'in Tarihinde "bir karışıklık yılı" ("Ein jahr der Verwirrung") olarak tanımladığı dönemdi. Sosyalistlere-Karşı Yasadan sonra Parti, bir anda doğru yolu bulmadı, önce Most'un anarşizmi ile Höchberg ve ortaklarının oportünizmi arasında yalpaladı. Sonuncuları kastederek "teoride bir hiç olan ve pratikte yararı olmayan bu insanlar" diye yazıyordu Marx, "sosyalizmin dişlerini (ki bunlara üniversite reçetelerine uygun olarak düzen vermişlerdir) ve özel olarak Sosyal-Demokrat Partinin dişlerini sökmek, işçileri aydınlatmak, ya da kendi deyişleriyle, onlar kendi karışık yarı-bilgilerinden sağladıkları 'eğitim öğeleri' ile doldurmak ve her şeyden önce Partiyi küçük-burjuvazinin gözünde saygın kılmak istemektedirler. Bunlar sefil karşı-devrimci gevezelerden başka bir şey değiller."
      Marx'ın "öfkeli" saldırılarının sonucu, oportünistlerin geri çekilmeleri oldu ve — ortadan kayboldular. 19 Kasım 1879 tarihini taşıyan bir mektubunda Marx, Höchberg'in yazıkurulundan [sayfa 159] uzaklaştırıldığını ve Partinin bütün etkin önderlerinin —Bebel, Liebknecht, Bracke, vb.— onun fikirlerini reddettiklerini ilân etti. Sosyal-Demokrat Partinin organı Sozial-Demokrat, o zamanlar partinin devrimci kanadında bulunan Vollmar'ın başyazarlığı alanda çıkmaya başladı. Bir yıl sonra (5 Kasım 1880) Marx, kendisinin ve Engels'in durmadan Sozial-Demokrat'ın içerisinde bulunduğu "perişan" yönetim biçimine karşı kavga verdiklerini ve düşüncelerini çoğu kez keskin bir biçimdewobei's oft scharf hergeht") açıkladıklarını anlatmaktadır. Liebknecht, 1880'de Marx'ı ziyaret ederek, her açıdan bir "düzeltme" yapılacağını vaadetmiştir.
      Barış sağlandı ve savaş hiç bir zaman su yüzüne çıkmadı. Höchberg çekildi ve Bernstein devrimci bir sosyal-demokrat oldu — hiç değilse Engels'in 1895'te ölümüne dek.
      20 Haziran 1882'de Engels, Sorge'a yazdığı mektupta, bu savaşımdan, geçmiş bir şey diye sözetti: "Genel olarak, Almanya'da işler çok iyi gidiyor. Okumuş bayların Parti içinde gerici bir ... kaymaya neden oldukları doğrudur, ama, perişan bir biçimde başarısızlığa uğradılar. Sosyal-demokrat işçilerin her yerde karşı karşıya kaldıkları kötü muamele onları üç yıl öncesinde olduklarından daha devrimci yaptı. ... Bu insanlar [Partinin okumuşları], ne pahasına olursa olsun, Sosyalistlere-Karşı Yasanın uysallıkla ve yumuşaklıkla, yaltaklanma ve teslimiyetle iptalini rica etmek ve sağlamak istiyorlardı, çünkü bu onların yazınsal kazançlarını engelliyordu. Yasa iptal edilir edilmez ... bölünmenin açığa çıkması olasıdır ve Viereck'ler ve Höchberg'ler, zaman zaman en sonunda kıçlarının üzerine oturana dek, uğraşılacak ayrı bir sağ kanat oluşturacaklardır. Bunu biz, Sosyalistlere-Karşı Yasanın benimsenmesinden hemen sonra, Höchberg ve Schramm, Yıllık'ta, Partinin çalışmasının en rezilce değerlendirilmesi olan şeyi yayınladıkları zaman ve Partinin davranışının daha kültürlü [gebildetes yerine "Jebildetes" — Engels, Alman yazarlarının Berlin aksanını anıştırmaktadır], ince ve kibar olmasını istedikleri zaman ilân ettik."
      Bernştayncılığın 1882'deki kehaneti, 1889'da ve daha sonraki yıllarda çarpıcı bir biçimde doğrulandı. [sayfa 160]
      Ve bundan sonra ve özellikle de Marx'ın ölümünden sonra, Engels, hiç abartmasız denebilir ki, Alman oportünistlerince çarpıtılmış ne varsa düzeltmekte yorulmak bilmez bir çaba harcamıştır.
      1884'ün sonu. Donanma tahsisatı için oy veren
("Dampfersubvention", bkz: Mehring'in Tarihi) Alman sosyal-
demokrat Reichstag milletvekillerinin "küçük-burjuva
önyargıları" mahkûm edildi. Engels, bu konu üzerinde oldukça
çok yazışması gerektiğini Sorge'a bildirmektedir (31 Aralık 1884 tarihli Mektup).
      Yıl 1885. Bütün "Dampfersubvention" sorunuyla ilgili düşüncelerini söyleyen Engels, "iş hemen hemen bölünmeye varmıştır" diye yazmıştır (3 Haziran). Sosyal-demokrat milletvekillerin "darkafalılıkları" "çok büyüktü". "Almanya gibi bir ülkede, bir küçük-burjuva sosyalist parlamento grubu kaçınılmazdır" diyordu Engels.
      Yıl 1887 Engels, Viereck gibi (Höchberg benzeri bir sosyal-demokrat) birini milletvekili seçmekle Partinin kendi kendini gözden düşürdüğünü yazan Sorge'u yanıtladı. Engels, yapılacak bir şey olmadığını, işçi partisinin Reichstag için iyi milletvekilleri bulamadığını söyleyerek, kendini haklı buldu. "Sağ kanattaki baylar, kendilerinin yalnızca Sosyalistlere-Karşı Yasa yüzünden hoşgörüldüklerini biliyorlar ve Parti hareket özgürlüğünü yeniden sağlar sağlamaz, bunlar, partiden atılacaklardır." Ve genel olarak, "Partinin parlamenter kahramanlarından daha iyi olması, bunun tersinden daha" yeğdi (3 Mart 1887). Liebknecht bir uzlaşmacıdır —diye yakınıyordu Engels—, hep ayrılıkları kapatmaya yarayan tümceler kullanıyor. Ama iş bir bölünmeye gelince, kesin karar anında bizimle birlikte olacaktır.
      Yıl 1889. Paris'te sosyal-demokrat iki uluslararası kongre.50 Oportünistler (Fransız fırsatçıları başı çekiyordu), devrimci sosyal-demokratlardan ayrıldılar. Engels (o zaman altmış sekiz yaşındaydı), gençlik heyecanı ile kendini kavgaya attı. Birçok mektup (12 Ocaktan, 20 Temmuz 1889'a kadar) oportünistlere karşı kavgaya ayrılmıştır. Yalnızca onlar değil, [sayfa 161] Almanlar da —Liebknecht, Bebel ve ötekiler— uzlaşmacı tutumlarından ötürü hırpalandı.
      12 Ocak 1889 tarihinde Engels, fırsatçılar Fransız Hükümetine satıldılar diye yazıyordu. Ve İngiliz Sosyal-Demokrat Federasyonunun (SDF) üyelerini, fırsatçılarla ittifak kurdukları için, suçluyordu. "Bu allahın belâsı kongre ile ilgili olarak yazmak ve koşuşturmak, bir başka şey için bana zaman bırakmıyor" (11 Mayıs 1889). Engels, kızgınlıkla, fırsatçılar durmuyorlar, ama bizimkiler uyuyor diye yazıyordu. Şimdi Auer ve Schippel bile, bizim, fırsatçıların kongresinde bulunmamızı istiyorlar. Ama "sonunda" bu, Liebknecht'in gözlerini açtı. Engels, Bernstein ile birlikte oportünistlere karşı kitapçıklar yazdı (bu kitapçıklar Bernstein'ın imzasını taşıyordu ama Engels bunları "bizim kitapçıklar" diye adlandırıyordu).
      "SDF dışında, bütün Avrupa'da fırsatçılardan yana tek bir sosyalist örgüt yok. [8 Haziran 1889.] Bu yüzden de onlar sosyalist olmayan sendikalara sığınıyorlar" (bu, ülkemizde, geniş bir işçi partisini, bir işçi kongresini vb. savunanların bilgisine sunulur!). "Amerika'dan bir Emek Şövalyesi alacaklar." Düşman, bakunincilere karşı kavgadakinin aynıydı: "Yalnızca şu farkla ki, anarşistlerin sancağı fırsatçıların sancağı ile yer değiştirmiştir: küçük çaplı ayrıcalıklar için, özellikle önderlere iyi ücretli iş karşılığı (kent meclisinde, emek alışverişinde, vb.) ilkelerin burjuvaziye satılışı?" Brousse (fırsatçıların önderi) ve Hyndman (fırsatçılarla birleşen SDF önderi) "otoriter marksizme" saldırdılar ve "yeni bir Enternasyonalin çekirdeğini" oluşturmak istediler.
      "Almanların bönlükleri konusunda bir fikrin olamaz. Bunun ne anlama geldiğini Bebel'e bîle anlatmak bana çok büyük bir çabaya maloldu." (8 Haziran 1889.) Ve iki kongre toplandığında, sosyal-demokratlar fırsatçılardan (bunlar sendikalistler, SDF Avusturyalıların bir kesimi vb. ile birleşmişlerdi) sayıca üstün geldikleri zaman, Engels pek sevinmişti (17 Temmuz 1889). Liebknecht ve ötekilerin uzlaştırıcı plan ve önerilerinin başarısızlığa uğramasından memnun olmuştu (20 Temmuz 1889). "Bizim duygusal uzlaşıcı kardeşlerimiz bunu [sayfa 162] haketmişlerdir, çünkü bütün dostaneliklerine karşın, en yumuşak yerlerine iyi bir tekme yemişlerdir. Bir zaman için, bu onlara iyi gelebilir."
      ... Marx ve Engels'in "kibarlık" konusunda pek fikirleri yoktur dediğinde (Der Sorgesche Brieftvechsel) Mehring haklıydı: "Vurdukları darbenin üzerinde uzun boylu düşünmedikleri gibi, aldıkları her darbe karşısında da ağlayıp sızlanmazlardı." "Eğer onların iğnelerinin uçlarının benim kocamış, kalın ve iyi dabaklanmış derimi deleceğini sanıyorlarsa, yanılıyorlar"[6*] diye yazmıştı Engels bir keresinde. Ve Mehring, Marx ve Engels'ten sözederken, onlar, kendilerinin kazandıkları duyarsızlığa başkalarının da sahip olduğunu kabul ediyorlardı diyordu.
      Yıl 1893. Bernştayncılık üzerinde yargıya varırken, kendini ortaya koyan Fabiyanların mahkûm edilmesi (çünkü Bernstein, İngiltere'de, oportünizmini Fabiyanların deneyimini kullanarak "geliştirmedi" mi?). "Fabiyanlar, burada, Londra'da, toplumsal devrimin kaçınılmazlığını kavrayacak kadar yeterli anlayışa sahip, ama bu koskoca görevi belki de, tek başına, pişmemiş proletaryaya emanet edemeyen ve bu nedenle kendilerini onların başına koyacak kadar nazik bir kariyerci grubudur. Devrim korkusu onların temel ilkesidir. Bunlar par exellence[7*] eğitim görmüşlerdir.' Sosyalizmleri belediye sosyalizmidir; ulus değil de, hiç olmazsa şimdilik, topluluk, üretim araçlarının sahibi olmalıdır. Öyleyse bunların bu sosyalizmi burjuva liberalizminin aşın ama kaçınılmaz bir sonucu olarak sunulmaktadır; böylece, taktikleri, liberallere karşı bir hasım olarak kararlı muhalefet yürütmek değil de onları sosyalist sonuçlara doğru iten ve bu yüzden onlarla el altından iş çeviren, liberalizm ile sosyalizmi içice kaynaştıran — sosyalist adayları liberallerin karşısına koyan değil de, onları liberallere bağlayan, onları liberallere empoze eden, ya da onlarla birlikte olmalarını sağlamak için dolaplar çeviren taktiklerdir. Bunları yaparlarken, kuşkusuz, yalan söylediklerinin ya da kendi kendilerini aldattıklarının, [sayfa 163] ya da sosyalizm konusunda yalan söylediklerinin farkında değillerdir.
      "Büyük bir gayretle, bir sürü zırvanın yanısıra, bazı iyi propaganda yazıları da yayınladılar, gerçekten de bunlar bu alanda İngilizlerin ortaya koyduğu yazıların en iyisidir. Ama bunlar, sınıf savaşımını uyutmak biçimindeki özel taktiklerine geçer geçmez hepsi kokuşmaya başlar. Onların Marx'tan ve hepimizden —sınıf savaşımı nedeniyle— fanatik bir biçimde nefret edişleri buna dayanır.
      "Kuşkusuz bu insanların pek çok burjuva izleyicileri vardır ve bu yüzden de paraları. ..."[8*]
     

KLASİKLER, SOSYAL-DEMOKRASİ İÇERİSİNDEKİ AYDIN
OPORTÜNİZMİNİ NASIL DEĞERLENDİRMİŞLERDİR?


      Yıl 1894. Köylü Sorunu. Engels, 10 Kasım 1894'te, "Kıta Avrupası'nda," diye yazıyordu "başarı daha fazla basan için iştah kabartıyor ve köylüyü yakalamak, sözcüğün tam anlamında moda haline geliyor. Önce Fransızlar Nantes'da, Lafargue aracılığıyla ... kapitalizmin bizim adımıza icabına bakmakta olduğu küçük köylülerin yıkımını... hızlandırmak bizim işimiz değildir diye açıklamakla kalmıyorlar, ayrıca küçük köylüleri, vergilenmeye, tefeciliğe ve toprakbeylerine karşı doğrudan korumalıyız diye ekliyorlar da. Ama biz bu işe karışamayız, birincisi, bu aptalca bir iş olduğundan, ikincisi de olanaksız olduğundan ötürü. Sonra, Frankfurt'tan Vallmar geliyor ve bir tüm olarak köylülüğe rüşvet vermek istiyor, oysa ilgilenmek durumunda olduğu yukarı Bavyera köylüleri, Ren Bölgesinin boğazlarına dek borçlanmış küçük köylüsü değildir, erkek ve kadın çiftlik işçilerini sömüren ve bir miktar da hayvan ve tahıl satan orta ve hatta büyük köylülerdir. Ve büktüm ilkeyi bir yana itmeden yapılamaz."
      Yıl 1894, Aralığın 4'ü. "... çok çok oportünistleşen ve hemen [sayfa 164] hemen sıradan bir halk partisine dönüşen (yani önderlerinin çoğundan ve son zamanlarda partiye katılanlardan söz ediyorum) Bavyeralılar, Bavyera Meclisinde, bütçeyi tümüyle onayladılar; ve özellikle Vollmar, yukarı Bavyeranın çiftlik işçilerinin desteğini sağlayacağına —25'le 80 akrlık (10'la 30 hektarlık) toprağı olan ve bu yüzden ücretli emekçiler olmaksızın edemeyen— büyük köylülerin desteğini sağlamak amacıyla, köylüler arasında ajitasyona başladı."
      Böylece görüyoruz ki, Marx ve Engels, on yıldan fazla bir süre, sistemli olarak ve şaşmadan, Alman Sosyal-Demokrat Partisi içerisindeki oportünizmle savaştılar ve sosyalizm içerisindeki aydın darkafalılığına ve küçük-burjuva anlayışına saldırdılar. Bu son derece önemli bir olgudur. Kamuoyu, Alman Sosyal-Demokrat Partisinin, marksist proletarya politikası ve taktiklerinin modeli olduğunu bilir, ama marksizmin kurucularının, Partinin "sağ kanadına" (Engels'in deyimi) karşı nasıl sürekli bir savaş yürütmek zorunda kaldığını bilmez. Ve Engels'in hemen ölümünden sonra bu gizli tutulmuş savaşın açığa çıkması hiç de raslantı değildir. Ama, Alman sosyal-demokrasisinin tarihsel gelişiminin on yıllarının kaçınılmaz bir sonucuydu.
      Ve şimdi biz, çok açık bir biçimde, Engels'in (ve Marx'ın) önerilerinin, yöneltmelerinin, düzeltmelerinin tehdit ve öğütlerinin iki çizgisini görüyoruz. Onların İngiliz ve Amerikan sosyalistlerine yapmış oldukları başvurmaların en ısrarlısı, işçi sınıfı hareketi ile kaynaşmaları ve örgütleri içerisinden dar ve geri kafalı sekter tutumun sökülüp atılması yolunda olmuştur. Alman sosyal-demokratlarına en ısrarlı bir biçimde öğretmek istedikleri, darkafalılığa, "parlamenter ahmaklığa" (Marx'ın 19 Eylül, 1879 tarihli mektupta kullandığı ifade) ve küçük-burjuva aydın oportünizmine kapılmaktan sakınmaları yolundadır.
      Bizim sosyal-demokrat dedikoducularının birinci türden öğütler konusunda gevezelik ederlerken, ikincisi sözkonusu olduğunda, dillerini tutup sessiz sedasız kalmaları ilginç değil mi? Marx ve Engels'in mektuplarının değerlendirilmesinde böylesine bir tek yanlılık, bazı Rus sosyal-demokratlarının... [sayfa 165] "tek yanlılıklarının en iyi göstergesi değil mi?
      Şu sıralarda, uluslararası işçi sınıfı hareketinin derin bir mayalanma ve aşılanma belirtileri gösterdiği bir dönemde, oportünizmin aşırılıklarının, "parlamenter budalalığın" ve dar-kafalı reformizmin, devrimci sendikacılığın öteki aşırılıklarına yolaçtığı bir sırada — Marx ve Engels'in, İngiliz, Amerikan ve Alman sosyalizmini "düzeltme" biçimindeki genel çizgisi olağanüstü bir önem kazanmaktadır.
      Sosyal-demokrat işçi partilerinin bulunmadığı, sosyal-demokrat parlamento üyelerinin bulunmadığı ve gerek seçimlerde, gerek basında vb. sistemli ve sağlam bir sosyal-demokrat politikanın bulunmadığı ülkelerde —böyle ülkelerde—, Marx ve Engels, sosyalistlere ne pahasına olursa olsun dar sekterlikten kaçınmalarını, proletaryayı siyasal olarak sarsmak üzere işçi sınıfı hareketine katılmayı öğretmişlerdi. 19. yüzyılın son otuz yılı içerisinde proletarya, ne İngiltere’de, ne de Amerika'da, hemen hemen hiç siyasal bağımsızlık göstermemiştir. Tarihsel burjuva demokratik görevlerin hemen hemen hiç bulunmadığı bu ülkelerde, siyasal alan, tümüyle yengin ve kendinden hoşnut, işçileri aldatma, bozma ve baştan çıkarma sanatında, dünyanın bir başka yerinde eşi olmayan burjuvazi tarafından tutulmuştu.
      Marx ve Engels tarafından İngiliz ve Amerikan işçi sınıfı hareketlerine verilen bu öğütlerin Rusya koşullarına kolayca ve doğrudan uygulanabileceğini düşünmek, marksizmi, onun yöntemini iyice kavramak, belirli ülkelerdeki işçi sınıfı hareketinin somut tarihsel özelliklerini incelemek için değil de, küçük, hizipçi ve aydınca hesapların acısını çıkarmak için kullanmak demektir.
      Öte yandan, burjuva demokratik devrimin daha tamamlanmamış olduğu, "parlamenter biçimlerle süslenmiş askerî despotluğun" (Marx'ın Gotha Programının Eleştirisi'nde kullanmış olduğu ifade)[
9*] egemen olduğu ve bu egemenliğin daha devam ettiği, proletaryanın uzun zaman önce politikaya [sayfa 166] çekildiği ve sosyal-demokrat bir politika izlediği bir ülkede — böylesine bir ülkede— Marx ve Engels'in en korktuğu şey, parlamenter bayağılaştırma ve işçi sınıfı hareketinin görevlerinin ve amaçlarının darkafalılıkla alçaltılmasıydı.
      Rusya'da burjuva demokratik devrim döneminde marksizmin bu yanını vurgulamak ve onu öne geçirmek her şeyden önce bizim görevimizdir, çünkü ülkemizde geniş, "parlak" ve zengin bir liberal burjuva basın, komşu Alman işçi sınıfı hareketinin "örnek" bağlılığını, parlamenter yasallığını, alçakgönüllülüğünü ve yumuşaklığını proletaryaya gürültüyle ilân etmektedir.
      Rus devriminin bu burjuva hainlerinin çıkarcı yalanı bir raslantı, ya da kadet kampının geçmiş ya da gelecekteki bazı bakanlarının kişisel ahlâksızlığı yüzünden değildir. Rus liberal toprakbeylerinin ve liberal burjuvazinin köklü ekonomik çıkarlarından doğmaktadır. Ve bu yalanla, bu "yığınların sersemletilmesi"yle ("Massenverdumung" — Engels'in 29 Kasım 1886 tarihli mektubunda kullandığı ifade) savaşmakta Marx ve Engels'in mektupları bütün Rus sosyalistleri için vazgeçilmez bir silah görevi görmelidir.
      Liberal burjuvazinin çıkarcı yalanı, halka Alman sosyal-demokratlarının örnek "alçakgönüllülüğünü" sunuyor. Bu sosyal-demokratların önderleri, marksizm teorisinin kurucuları bize şöyle diyorlar:
      "Fransızların devrimci dili ve eylemi, Viereck ve ortaklarının [Alman Reichstag'ında sosyal-demokrat grubundaki oportünist sosyal-demokratlar] ikiyüzlülüğünü oldukça zayıf kılıyor" (bunlar, Fransız radikallerinin Fransız proletaryasından kopmasına yolaçan Decazville grevi51 ve Fransız meclisinde bir işçi sınıfı grubunun kurulmasına değinilirken söylenmiştir). "Yalnız Liebknecht ve Bebel son sosyalist tartışmada konuştular ve her ikisi de iyi konuştu. Bu tartışmayla bir kez daha nazik bir toplumda kendimizi gösterebiliriz, ki hepsi için durum hiç de böyle değildir. Uluslararası harekette Almanların önderliğine, özellikle bu kadar çok darkafalıyı Reichstag'a göndermelerinden sonra (ki bunun kaçınılmaz olduğu da doğrudur) meydan okunması genel olarak iyi bir şeydir. Almanya'da [sayfa 167] her şey barış zamanlarında darkafalı hale gelir; ve bu yüzden Fransız rekabetinin iğnesi kesinlikle gereklidir. ..." (29 Nisan 1886 tarihli mektup.)
      Bunlar esas olarak Alman sosyal-demokrasisinin ideolojik etkisi altında kalan Rus Sosyal-Demokrat işçi Partisinin en kapsamlı bir biçimde öğrenmesi gereken derslerdir.
      Bu dersler, 19. yüzyılın en büyük adamlarının mektuplaşmasındaki herhangi bir bölümde değil de, onların proletaryanın uluslararası deneyiminin yoldaşça ve içten eleştirilerinin, diplomasinin ve küçük hesapların bulunmadığı bir eleştirinin tüm havası ve özü ile bize öğretiliyor.
      Marx ve Engels'in bütün mektuplarının gerçekten de bu hava ile ne denli dolu olduğu, biraz daha özel, ama son derece ilginç şu bölümlerden de görülebilir.
      1889'da, eğitilmemiş ve niteliksiz işçilerin (gaz işçileri ve dok işçileri, vb.) genç ve taze bir hareketi, İngiltere'de boy gösterdi. Yeni ve devrimci bir ruhun damgasını taşıyan bir hareketti bu. Engels bundan çok hoşnuttu. O, bu işçiler arasında ajitasyon yöneten Marx'ın kızı Tussy'nin oynadığı rolden övünerek sözetmiştir. 7 Aralık 1899'da Londra'dan yazdığı mektupta, "... Burda en kötü şey" diyor "işçilerin kemiklerine işlemiş olan burjuva 'saygınlığı'dır. Toplumun herbiri sorgusuz kabul edilen, herbiri kendi gururuna, ama yanı zamanda da 'yüksek' ve 'üstün' büyüklerine karşı yaradılıştan bir saygıya sahip olan sayısız katmanlara bölünmesi öylesine eskidir ve sağlam yerleşmiştir ki, burjuvazi, zokasını yutturmayı hâlâ oldukça kolay bulmaktadır. Örneğin John Burns'un gizliden gizliye genel olarak burjuvazi ve kardinal Banning, Lord Mayor yanındaki gözdeliğinden, kendi sınıfı arasındaki gözdeliğine oranla daha fazla gururlanmadığından hiç de emin değilim. Ve yıllarca önce burjuvazi ile ve özellikle tutucu unsurlarla iş çevirmiş olan Champion —eski bir teğmen—, papazların Kilise Kongresinde, sosyalizmi övmüştür vb.. Çoğunun en iyisi diye gördüğüm Tom Mann bile Lord Mayor ile birlikte öğle yemeği yiyeceğinden sözetmekten hoşlanıyor. Eğer, bu, Fransızlar ile karşılaştınlırsa, sonunda bir devrimin ne için yararlı olduğu anlaşılır." [sayfa 168]
      Hiç yorum gerektirmiyor.
      Bir başka örnek. 1891'de bir Avrupa savaşı tehlikesi vardı. Konu üzerine Engels, Bebel ile mektuplaştı ve Rusya'nın Almanya'ya saldırması halinde, Alman sosyalistlerinin çaresiz Ruslara ve herhangi bir Rus müttefikine karşı savaşmaları gerektiği konusunda görüşbirliğine vardılar. "Eğer Almanya ezilirse biz de ezileceğiz, oysa en iyi durumda savaşım öylesine şiddetli bir savaşım olacaktır ki, Almanya varlığını ancak devrimci araçlarla koruyabilecek, öyle ki, pek olası olarak yönetimi ele almayı ve 1793'ü sahnelemeye zorlanacağız." (24 Ekim 1891 tarihli mektup.)
      Şu damların tepesinden 1905'te Rus işçi partisi için "Jakoben" umutların sosyal-demokratça olmadığı yaygarasını koparan oportünistler buna dikkat etmeliler! Engels, Bebel'e, sosyal-demokratların geçici hükümete katılma olasılığını açıkça önermiştir.
      Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin görevleri konusunda bu tür görüşleri benimseyen Marx ve Engels, doğal olarak bir Rus devriminin ve onun dünya çapındaki öneminin en ateşli inancını taşıyorlardı. Bu mektuplarda, hemen hemen yirmi yıllık bir dönem boyunca, Rusya'da bir devrimin ateşle beklendiğini görüyoruz.
      Marx'ın 27 Eylül 1877 tarihli mektubunu alalım. Doğu bunalımı[10*] konusunda oldukça heyecanlıdır: "Rusya uzun bir süreden beri büyük bir karışıklığın eşiğinde bulunuyor, bunun bütün unsurları hazırdır. ... Cesur Türkler yıllardan beri attıkları dayaklarla patlamayı hızlandırdılar, ... Karışıklık secundum artem [sanatın kurallarına göre] başlayacak, kimi anayasacılık oynayacak, et puis ily aura beau topage [ve o zaman iyi bir patırtı kopacak]. Eğer Doğa Ana bize karşı özel olarak kötü davranmaz ise, o zaman eğlenceyi görecek kadar yaşarız!" (Marx o zaman ellidokuz yaşındaydı.)
      Doğa Ana, Marx'ın "eğlenceyi görmek için" yaşamasına izin vermedi, veremezdi de. Ama "anayasacılık oynamayı" [sayfa 169] önceden gördü, ve sanki sözleri Birinci ve İkinci Rus Duması için dün yazılmış gibidir. Ve biz biliyoruz ki, halkı "anayasacılık oynamaya" karşı bu uyarma, liberaller ve oportünistler tarafından o denli tiksinilen boykot taktiklerinin "yaşayan ruhu" idi...
      Ya da Marx'ın 5 Kasım 1880 tarihli mektubunu alalım, Kapital’in Rusya'daki başarısından çok memnundu ve yeni ortaya çıkan Genel Yeniden Dağılım grubuna karşı Narodnaya Volya örgütünün üyelerinin yanında yer aldı. Marx, onların görüşlerindeki anarşist unsurları doğru bir biçimde kavramıştı. Genel Yeniden Dağılım narodniklerinin gelecekte sosyal-demokratlara dönüşeceğini bilmeden ve bu sırada bunu bilme olanağına sahip değilken, Marx, bunlara en acımasız alaylı sözleriyle saldırdı :
      "Bu baylar her türlü siyasal devrimci eylemin karşısında-dırlar. Rusya anarşist-komünist-ateist bir ortama balıklama atlamak üzeredir! Bu sırada, bu atlayışa en usandırıcı doktrincilikle hazırlanıyorlar, ki bu doktrinciliğin sözde principes courent la rue depuis le feu Bakounine.[11*]"
      Burdan biz, Marx'ın, 1905'in Rusya için önemini ve sosyal-demokrasinin "siyasal devrimci eyleminin" daha sonraki yıllarını nasıl değerlendireceğini çıkarabiliriz.[12*]
      Engels'in 6 Nisan 1887 tarihini taşıyan bir mektubu var: "Öte yandan Rusya'da sanki bir bunalım yaklaşıyormuş gibi görünüyor. En son suikastler işleri epeyce bozmuş bulunuyor. ..." 9 Nisan 1887 tarihli bir mektup da aynı şeyi söylüyor. "... Ordu hoşnut olmayanlarla, gizli tertipçi subaylarla doludur. [Engels, o zamanlar Narodnaya Volya örgütünün devrimci savaşımının etkisi altındaydı; umudunu subaylara bağlamıştı ve onsekiz yıl sonra çok hayranlık verici bir biçimde ortaya [sayfa 170] çıkacak olan Rus askerleri nineye denizcilerinin devrimci ruhunu görmemişti henüz...] İşin bir yıl daha süreceğini sanmıyorum; ve bir kez Rusya'da [devrim] patlak verirse [losgeht], o zaman hurra!"
      23 Nisan 1887 tarihli bir mektup: "Almanya'da [sosyalistlerin] işkenceleri birbirini izliyor. Öyle görünüyor ki Bismarck her şeyin hazır olmasını istiyor, öyle ki, şimdi Rusya'da yalnızca ay meselesi olan devrimin patlak verdiği [losgesehlagen werden] anda, Almanya, hemen, onun örneğini izleyebilir."
      Ayların çok, çok uzun olduğu ortaya çıktı. Kuşkusuz, kaşlarını çatıp alınlarını kırıştırarak Engels'in "devrimciliğini" sert bir biçimde suçlayacak, ya da yaşlı sürgün devrimcinin eski ütopyacılarına hoşgörüyle gülecek darkafalılar bulunacaktır.
      Evet, Marx ve Engels, devrimin yakınlığının belirlenmesinde, devrimin zaferiyle ilgili umutlarında (örneğin 1848'de Almanya'da), bir Alman "cumhuriyeti"nin kapıyı çaldığına olan inançlarında (1848-49'da bir Reich anayasası için yürütülen askerî kampanyaya katılan bir kimse olarak duygularını anımsayan Engels, bu döneme ilişkin olarak, "cumhuriyet için ölmek" diye yazmıştı[13*]) pek çok ve sık sık yanlışlar yapmışlardı. Onlar, "uğruna insanca olabilen bütün şeyleri feda ettikleri ve tehlikeye attıkları [Becker kendini ve en yakın dostlarını kastederek "biz" diye sözediyor: 21 Temmuz 1871 tarihli 14 Nolu mektup] Güney Fransa'daki isyanı yükseltmeye"... "giriştikleri zaman, 1871'de de yanlış yapmışlardı." Aynı mektup şöyle diyor: "Eğer Martta ve Nisanda daha çok araca sahip olsaydık, Güney Fransa'yı ayaklandırır ve Paris'teki Komün'ü kurtarırdık" (s. 29). Ama böylesine yanılgılar —bütün dünyanın proletaryasını küçük, basmakalıp ve önemsiz görevlerin üstüne çıkartmaya çalışan ve çıkaran devrimci düşüncenin devlerinin yanılgıları— devrimci gururun boşluğu, devrimci savaşımın yararsızlığı ve karşı-devrimci "anayasal" kuruntuların çekiciliği konusunda alkış tutan, yaygara koparan, yalvaran ve nutuk [sayfa 171] atan resmî liberalizmin bayatlaşmış erdeminden bin kez daha soylu ve daha yüce ve tarihsel olarak daha değerli ve doğrudur...
      Rus işçi sınıfı, özgürlüğünü kazanacak ve yanılgılarla dolu da olsa, devrimci eylemi ile Avrupa'ya bir hız verecektir — ve bırakın darkafalılar kendi devrimci eylemlerinin yanılmaz-lığıyla böbürlenip dursunlar. [sayfa 172]
     
      6 Nisan 1907





BOYKOTA KARŞI
BİR SOSYAL-DEMOKRAT YAYINCININ NOTLARI
(PARÇALAR)
     

V


      Boykot, Rus devriminin olaylar ve kahramanlıklarla en dolu döneminin en güzel devrimci geleneklerinden biridir. Genel olarak bu gelenekleri dikkatle korumanın, onları geliştirmenin ve onları liberal (ve oportünist) asalaklardan temizlemenin görevlerimizden biri olduğunu yukarda belirtmiştik. Bunun ne anlama geldiğini doğru bir biçimde tanımlamak ve kolayca doğabilecek olan yanlış yorumlardan ve yanlış anlamalardan kaçınmak için, bu görevin tahlili üzerinde biraz durmalıyız.
      Marksizm, nesnel durumların ve evrimin nesnel seyrinin tahlilindeki tam bir bilimsel ölçülülük ile yığınların —ve kuşkusuz ayrıca bireylerin, grupların, örgütlerin ve şu ya da bu sınıfla ilişki kurmayı keşfeden ve bunu başaran partilerin— devrimci enerjilerinin, devrimci yaratıcı dehalarının ve devrimci [sayfa 178] inisiyatiflerinin öneminin en kesin bir biçimde tanınmasını harikulade bir biçimde birleştirmesi ile, tüm öteki sosyalist teorilerden ayrılır, insanlığın gelişmesindeki devrimci dönemlerin yüce bir değerlendirmesi, Marx'ın tarih üzerine tüm görüşlerinin mantıkî bir sonucudur. Barışçı gelişme denen dönemler sırasında yavaş yavaş biriken sayısız çelişkiler böyle dönemlerde çözümlenir. Farklı sınıfların, toplumsal yaşam biçimlerini belirlemedeki doğrudan rolleri, böyle dönemlerde en güçlü bir biçimde ortaya çıkar ve yeni üretim ilişkileri temeli üzerinde uzun bir süre devam eden siyasal "üstyapı"nın temelleri böyle dönemlerde atılır. Ve liberal burjuvazinin teorisyenlerinden farklı olarak, Marx, bu dönemlere "normal" yoldan sapmalar, "toplumsal hastalığın" belirtileri, aşırılıkların ve yanılgıların acınacak sonuçları gözü ile bakmamış, insan toplumlarının tarihindeki en canlı, en önemli, dirimsel ve belirleyici anlar olarak bakmıştır. Marx ve Engels'in kendilerinin faaliyetlerinde 1848-49'un yığınsal devrimci savaşımına katıldıkları dönem, merkezî bir nokta olarak öne çıkar. Farklı ülkelerdeki işçi hareketinin ve demokrasinin gelecekteki biçimini belirlerken, bu, onların hareket noktası olmuştur. Farklı sınıfların esas niteliğini ve eğilimlerini en çarpıcı ve en saf biçimde belirlemek üzere, her zaman bu noktaya dönmüşlerdir. Daha sonraki, daha küçük siyasal oluşumları ve örgütleri, siyasal amaçları ve siyasal çatışmaları her zaman, o zamanın devrimci dönemi açısından değerlendirmişlerdir. Liberalizmin ideolojik önderlerinin, Sombart gibi adamların, Maoc'ın faaliyetlerindeki ve yazılarındaki bu özelliklerin bütün kalpleri ile nefret etmelerine ve bunu "bir sürgünün kinine" yormalanna şaşmamak gerek. Marx ve Engels'in devrimci görüşünün ayrılmaz bir parçasını kişisel kine ve sürgün yaşamının kişisel zorluklarına yormak, gerçekten de polisin eli altında bulunan burjuva üniversite bilim böceklerinin tipik bir özelliğidir!
      Mektuplarından birinde, sanırım Kugelmann'a yazdığında, Marx, söz arasında, tartışmakta olduğumuz sorun açısından özellikle ilginç olan, çok tipik bir söz ediyor. Almanya'daki irticaın 1848 devrimci döneminin anısını ve geleneklerini, [sayfa 179] halkın kafasından silmeyi hemen hemen başardığını söylüyor.[
14*] Burda belli bir ülkenin devrimci gelenekleriyle ilgili olarak, irticaın amaçları ile proletarya partisinin amaçlarının çarpıcı bir karşılaştırmasını görüyoruz. İrticaın amacı bu gelenekleri silmek, devrimi "ilkel delilik" —Struve'nin Almanca das tolle Jahr sözlerinin çevirisi ("Çılgın yıl" — polis kafalı Alman burjuva tarihçilerinin ve daha da geniş bir biçimde Alman tarih yazarlarının 1848 yılı için kullandıkları terim)— olarak sunmaktadır. İrticaın amacı, devrimci dönemin öylesine bir bolluk ve çeşitlilikte yarattığı savaşım biçimlerini, örgüt biçimlerini, fikir ve sloganları halka unutturmaktır. Tıpkı İngiliz darkafalılığının o kalın kafalı övgücülerinin Webb'lerin çartizmi, İngiliz işçi hareketinin devrimci dönemini, salt çocukluk, "gençlik çılgınlıkları", ciddî bir ilgiye değmeyen bir saflık örneği, rastlansal ve anormal bir sapma olarak sunmaya çalışmaları gibi, Alman burjuva tarihçileri de, Almanya'daki 1848 yılını böyle ele alırlar. Hâlâ esinlediği kinle, bugüne dek, insanlık üzerindeki etkisinin canlılığını ve gücünü sergileyen Büyük Fransız Devrimine karşı gericilerin takındığı tutum da böyledir. Ve aynı biçimde bizim karşı-devrim kahramanları, özellikle Struve, Milyukov, Kiesewetter gibi dünün "demokratları" ve tutti quanti, Rus devriminin devrimci geleneklerine kaba küfürlerle kara çalmak için birbirleriyle yarışmaktalar. Proletaryanın doğrudan yığın savaşımının, eski rejimin liberal uşaklarını böyle esrimelere sürükleyen o özgürlük parçasını kazanalı ancak iki yıl olmasına karşın, bizim yayınsal yazında daha (şimdiden, kendine liberal (!!) adını veren geniş bir eğilim doğmuştur. Bu eğilim kadet basın tarafından beslenmektedir ve bütünüyle, devrimimizi, devrimci savaşım yöntemlerimizi, devrimci sloganlarımızı ve devrimci geleneklerimizi, aşağılık, ilkel, saf, basit, çılgınca, vb... hatta canice olarak tanımlamaya hasredilmiştir... Milyukov'dan Kamişanski'ye il n’y a qu'un pas![15*] Öte yandan halkı önce İşçi [sayfa 180] ve Köylü Vekilleri Sovyetlerinden Dubasov-Stolipin Dumasına sürükleyen ve şimdi de Ekimci Dumaya sürüklemekte olan gericiliğin başarıları, Rus liberalizminin kahramanları tarafından "Rusya'daki anayasal bilincin büyüme süreci" olarak tanımlanmaktadır.
      Devrimimize en dikkatli ve etraflı bir biçimde incelemek, yığınlara onun savaşım biçimlerini, örgüt biçimlerini vb. tanıtmak, halk arasında devrimci gelenekleri güçlendirmek, biraz önemli ve sürekli olan iyileştirmelerin yalnızca ve tamamen devrimci savaşım aracılığıyla başarabileceğine yığınları inandırmak ve toplumsal ortamı "anayasal" kölelik, ihanet ve molşalinizm mikrobu ile kirleten o kendini beğenmiş liberallerin kesin alçaklığını sistemli olarak sergilemek, kuşkusuz Rus sosyal-demokratlarının görevidir. Özgürlük savaşımının tarihinde, Ekim grevinin ya da Aralık ayaklanmasının bir tek günü, Dumada, kralın suçsuzluğu ve anayasal monarşi konusunda aylar boyu atılan dalkavukça kadet nutuklardan yüz kez daha önemliydi. Halkın, o heyecanlı, olaylı ve çok önemli günleri, Stolipin'in ve onun eli altındaki jandarma sansür memurlarının sevimli rızası ile, liberal parti ve parti-dışı "demokratik" (Öf! Öf!) basınımız tarafından dünyaya böylesine bir yurtseverlikle açıklanan "anayasal" boğulma ve Balalaykin-Molşalin56 refahı aylarından çok daha etraflı ve daha ayrıntılı bir biçimde bilmesini sağlamalıyız — çünkü bunu biz yapmazsak, başka kimse yapmayacaktır.
      Hiç kuşku yok ki, çoğu durumlarda, boykota olan sempati, tamı tamına, devrimcilerin, devrimci geçmişin en güzel döneminin geleneğini beslemek, bugünkü kasvetli günlük çalışmanın neşesiz bataklığını, cesur, açık ve kararlı bir savaşım kıvılcımıyla aydınlatmak için harcadıkları o övülmeye değer çabalarla yaratılmıştır. Ama, tam da, devrimci geleneklere gösterilen bu ilgiye değer verdiğimiz içindir ki, belli bir tarihsel dönemin sloganlarından biri kullanılarak o dönemin esas koşullarının yeniden yaratılabileceği görüşüne, şiddetle karşı çıkmalıyız. Devrimin geleneklerini korumak, onları, sürekli propaganda ve ajitasyon için ve eski rejime karşı doğrudan ve [sayfa 181] saldırgan bir savaşımın koşullarını yığınlara tanıtmak için kullanmayı bilmekle, bir sloganı, onu doğuran ve onun başarısını sağlayan koşulların toplamından ayırarak yinelemek ve esas olarak farklı koşullara uygulamak tamamen farklı şeylerdir.
      Devrimci geleneklere çok değer veren ve onlara karşı dönekçe ya da darkafalı bir tutum takınılmasını acımasızca yeren Marx'ın kendisi de, aynı zamanda, devrimcilerin düşünebilmelerini, eski savaşım yöntemlerinin kullanılamayacağı koşulları tahlil edebilmelerini ve yalnızca bazı sloganları yinelememelerini istemişti. Fransa'daki 1792'nin "ulusal" gelenekleri belki de her zaman, bazı devrimci savaşım yöntemlerinin bir modeli olarak kalacaktır; ama bu, Marx'ın 1870te, ünlü Enternasyonal Söylevinde Fransız proletaryasını, bu geleneklerin farlı bir dönemin koşullarına uygulama yanılgısına karşı uyarmasına engel olmamıştır.
      Bu, Rusya için de geçerlidir. Boykotun uygulanma koşullarını incelemeliyiz; boykotun, tamamen meşru ve devrimin yükseldiği anlarda bazan temel yöntem olduğunu (boş yere Marx'ın adını anan bilgiç taslakları ne derlerse desinler) yığınların kafalarına yerleştirmeliyiz. Ama devrimin gerçekte yükselmekte olup olmadığı —ve bu, bir boykotun ilânı için temel koşuldur— bağımsız olarak konulması ve gerçeklerin ciddî bir tahliline dayanılarak kararlaştırılması gereken bir sorudur. Gücümüz dahilinde olduğu ölçüde böyle bir yükselişin yolunu hazırlamak ve uygun anda boykotu reddetmemek bizim görevimizdir; ama boykot sloganına, her kötü ya da çok kötü temsilî kuruluşa uygulanabilir gözü ile bakmak kesin bir yanılgı olacaktır.
      "Özgürlük günleri"nde boykotu savunmak ve desteklemek için kullanılan uslamlamayı ele alın, hemen göreceksiniz ki, bu tartışmaları bugünkü koşullara uygulamak tamamen olanaksızdır.
      1905'te ve 1906 başlarında, boykotu savunurken, seçimlere katılmanın öfkeyi azaltmaya, mevzileri düşmana teslim etmeye, devrimci halkı yanlış yola sevketmeye, çarlığın [sayfa 182] karşı-devrimci burjuvazi ile bir anlaşmaya varmasını kolaylaştırmaya vb. yarayacağını söylemiştik. Bu iddiaların altında yatan temel öncül, her zaman belirtilmeyen, ama o günlerde kendiliğinden ortada olduğu hep varsayılan öncül ne idi? Bu öncül herhangi bir "anayasal" kanaldan başka, doğrudan çıkışlar arayan ve bulan, yığınların zengin devrimci enerjisi idi. Bu öncül, devrimin gericiliğe karşı sürekli saldırısıydı; bir saldırı ki, genel saldırıyı zayıflatmak üzere düşmanın kasten teslim ettiği ve mevkiin işgal edilmesi ve savunulmasıyla onun zayıflatılması, cinayet olacaktı. Bu iddiaları, bu temel öncülün koşullarından ayrı olarak yinelemeye çalışın, tüm "müzik" düzeninizin bozulduğunu, temel sesinizin yanlış olduğunu hemen hissedeceksiniz.
      İkinci ve Üçüncü Dumalar arasında bir ayrım çizgisi çekerek boykotu haklı çıkarmaya kalkışmak da aynı ölçüde ümitsiz olacaktır. (İkinci Dumada, halkı tamamen kara-yüzlerin eline teslim eden) Kadetler ile Ekimciler arasındaki farka, ciddî ve temel bir fark gözü ile bakmak, 3 Haziran darbesinin yırtıp attığı ünlü "anayasa"ya herhangi bir gerçek önem atfetmek, genel olarak, devrimci sosyal-demokrasi ruhundan çok, kaba demokrasi ruhuna uyan bir şeydir. Biz her zaman, Birinci ve İkinci Dumaların "anayasa"sının yalnızca bir ğözboyama olduğunu, kadetlerin laflarının yalnızca Ekimci niteliklerini örtmeye yarayan bir perde olduğunu ve Dumanın, proletarya ve köylülüğün istemlerinin karşılanması için tümüyle uygunsuz bir araç olduğunu söyledik, savunduk ve yineledik. Bizim için 3 Haziran 1907, Aralık 1905 yenilgisinin doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur. Hiç bir zaman "Duma" anayasasının çekicilikleriyle "büyülenmedik", onun için Rodiçev'in süslü laflarıyla bezenmiş ve gizlenmiş gericilikleri, çıplak, açık ve kaba gericiliğe geçiş, bizi çok büyük hayalkırıklığına uğratamaz. Hatta bu ikincisi, yüksekten atan liberal ahmaklıkların ya da onların ayartmış olduğu halk kesimlerinin aklını başına getirmekte daha etkin bir araç olabilir...
      Menşevik Stockholm kararını, Devlet Duması üzerine [sayfa 183] Bolşevik Londra karan ile karşılaştırın. Birincisinin, süslü, bir sürü lafa boğulmuş ve Dumanın önemine ilişkin ayaklan havada tümcelerle dolu olduğunu ve Dumada çalışmanın verdiği bir büyüklük havasıyla şişirildiğini göreceksiniz. İkincisi, yalın, özlü, ölçülü ve alçakgönüllüdür. Birinci karar, sosyal-demokrasinin anayasalcılıkla birleşmesi üzerine darkafalı bir zafer şenliği havasıyla doludur ("halkın ortasından doğan yeni güç" ve aynı resmî yalancılık havasında vb. vb.). İkinci karar yaklaşık olarak şöyle açıklanabilir: bu lânetli karşı-devrim, bizi, bu lânetli domuz ağılma sürüklediğine göre, biz burada da sızlanmadan, ama aynı zamanda böbürlenmeden devrimin yararına çalışacağız.
      Hâlâ doğrudan devrimci mücadele döneminde olduğumuz bir zamanda, boykota karşı Dumayı savunarak, menşevikler, deyim yerindeyse Dumanın devrim için bir silah niteliğinde bir şey olacağına dair halka söz verdiler. Ve bu sözü tutmakta tam bir başarısızlık gösterdiler. Ama biz bolşevikler, herhangi bir söz verdiysek, bu, yalnızca Dumanın karşı-devrimin bir ürünü olduğu ve ondan hiç bir gerçek iyilik beklenemeyeceği yolundaki güvencemiz olmuştu. Şimdiye kadar görüşümüz kusursuz bir biçimde doğrulanmıştır ve güvenle söylenebilir ki, gelecekteki olaylarla da doğrulanacaktır. Eylül-Aralık stratejisi "düzeltilmedikçe" ve yeni verilere dayanılarak yinelenmedikçe, Rusya'da asla özgürlük olmayacaktır.
      Bu yüzden, bana, Üçüncü Dumanın, İkinci Dumanın kullanıldığı gibi kullanılamayacağı, yığınlara, ona katılmanın zorunlu olduğunun anlatılamayacağı söylendiğinde, şu yanıtı vereceğim: eğer "kullanmak"la, onun devrimin bir silahı olduğu vb. hakkında bir menşevik şişirme kastediliyorsa, kuşkusuz bu olamaz. Ama, ilk iki Dumanın bile aslında yalnızca Ekimci Dumanın adımları olduğu ortaya çıkmıştır, oysa biz gene de bunları, uğruna en kötü temsilî kuruluşları bile kullanmaya her zaman çalışacağımız basit ve alçakgönüllü amaç için (propaganda ve ajitasyon, eleştiri ve yığınlara olan-biteni anlatma) kullandık.[16*] Dumada bir konuşma hiç bir "devrim"e [sayfa 184] yolaçmayacaktır ve Dumayla ilgili propaganda, herhangi bir özel üstünlüğü ile ayırdedilemez; ama sosyal-demokrasinin birinden ve ötekinden elde edeceği yarar, yazılı bir konuşmadan, ya da başka bir toplulukta yapılan konuşmadan daha az değildir ve hatta bazan daha büyüktür.
      Ve biz, yığınlara, Ekimci Dumaya katılmamızı bu kadar basit bir biçimde açıklamalıyız. Aralık 1905 yenilgisi ve bu yenilgiyi "onarmak" için girişilen 1906-1907 çabalarının başarısızlığı yüzünden, kaçınılmaz olarak, gericilik, bizi giderek daha beter sözde-anayasal kuruluşlara sürükledi ve sürekli olarak sürüklemeye devam edecektir. Her zaman ve her yerde inançlarımızı koruyacak ve görüşlerimizi savunacağız, eski rejim kaldıkça, tümüyle sökülüp atılmadıkça, hiç bir iyi şey beklenemeyeceği konusunda her zaman direneceğiz. Yeni bir kabarasın koşullarını hazırlayacağız ve bu gerçekleşinceye kadar ve gerçekleşebilsin diye, daha da sıkı çalışacağız ve yalnızca devrim yükselmişken bir anlam taşıyan sloganlar atmayacağız.
      Boykota, proletaryayı ve devrimci burjuva demokrasisinin bir kısmını, liberalizmin ve gericiliğin karşısına çıkaran bir taktik çizgisi olarak bakmak da bir o kadar yanlış olacaktır. Boykot bir taktik çizgisi değil özel koşullar altında uygun düşen özel bir savaşım aracıdır. Bolşevizmi "boykotçuluk"la karıştırma, onu "boyevcilik"le[17*] karıştırmak kadar kötüdür. Bolşevik ve menşevik taktik çizgilerinin arasındaki fark artık çok açıktır ve 1905 ilkyazında, Londra'daki Üçüncü Bolşevik Kongrede ve Cenevre'deki Menşevik Konferansta benimsenen temelden farklı kararlarla biçimlenmiştir. O zamanlar ne boykot, ne de [sayfa 185] "bolşevizm" sözü vardı, olamazdı da. Herkesin bildiği gibi, bizim taktik çizgimiz, gerek boykotçu olmadığımız İkinci Duma seçimlerinde, gerek bizzat İkinci Dumanın içinde menşevik çizgiden esastan ayrılıyordu. Taktik çizgileri, bu çizgilerden herhangi birine özgü olan herhangi bir özel savaşım yöntemi yaratılmaksızın araçları ve yöntemleri ne olursa olsun, her savaşım alanında, birbirinden uzaklaşır. Eğer Üçüncü Dumanın boykotu, Birinci ya da İkinci Dumalara ilişkin devrimci umutların yıkılmasıyla, "yasal", "güçlü", "istikrarlı" ve "gerçek" bir anayasanın yıkılmasıyla haklı gösteriliyorsa ya da bu boykota böyle durumlar neden oluyorsa, bu en kötü türden menşevizm olacaktır.
     

VII


      Özetleyelim. Boykot sloganı özel bir tarihsel dönemin ürünüydü. 1905'te ve 1906 başlarında, nesnel durum, çekişen toplumsal güçleri doğrudan devrim yolu ile monarşist bir anayasaya dönüş yolu arasında âcil bir seçimle karşı karşıya getirdi. Boykot için bir kampanyanın amacı, esas olarak anayasacı hayallerle savaşmaktı. Boykotun başarısı, devrimin kapsamlı, evrensel, hızlı ve güçlü bir yükselişine bağlıydı.
      Bütün bu bakımlardan, şimdiki durum, 1907 sonbaharına doğru, böyle bir sloganı gerektirmez ve haklı göstermez.
      Seçimler için hazırlanmak yolunda günlük çalışmamızı sürdürürken ve ne kadar gerici olursa olsun temsilî kuruluşlara katılmayı önceden reddetmezken bütün propagandamızı ve ajitasyonumuzu halka, Aralık yenilgisi ile bunun ardından gelen, özgürlüklerdeki azalmanın ve anayasaya tecavüzün tümü arasındaki ilişkiyi açıklamaya yöneltmeliyiz. Doğrudan bir yığın savaşımı olmadıkça, bu tecavüzün kaçınılmaz olarak devam edeceği ve daha da kötüleşeceği kesin inancını halkın zihnine yerleştirmeliyiz.
      Böyle bir slogana gereksinmenin ciddî olarak doğabileceği, yükselen devrim dönemlerinde, boykot sloganının kullanılmasını reddetmeden, şu anda, doğrudan ve yakın etkimizle, işçi [sayfa 186] sınıfı hareketinin şu ya da bu yükselişini, bir bütün olarak gericiliğe karşı, onun temellerine karşı, kapsamlı, evrensel, devrimci ve saldırgan bir harekete dönüştürmek için her çabayı harcamalıyız. [sayfa 187]
     
      26 Haziran 1907





MARKSİZM VE REVİZYONİZM


      EĞER geometrik aksiyomlar insan çıkarlarını etkiliyorsa, bunları da çürütmek için, bazı girişimler yapılacağına kuşku yoktur diye ünlü bir söz vardır. Doğa bilimlerinin teorileri ile çatışma halinde olan, tanrıbilimin eski önyargıları, en azgın karşı koyuşları harekete geçirmiştir ve hâlâ da geçirmektedir. Onun için, modern toplumdaki gelişkin sınıfı aydınlatmak ve örgütlemek için ona doğrudan hizmet eden, bu sınıfın görevlerini belirten ve mevcut sistemin yerini yeni bir düzenin (ekonomik gelişmenin yardımıyla) kaçınılmaz olarak alacağını gösteren marksist öğretinin — bu öğretinin yaşam çizgisinde ileri attığı her adımda savaşım vermek zorunda kaldığına şaşmamak gerek.
      Söylemeye gerek yok ki, bu, mülk sahibi sınıfların yükselen kuşaklarını sersemletmek için ve onu iç ve dış düşmanlara karşı "hazırlamak" için, resmî profesörler tarafından, resmî olarak [sayfa 188] öğretilen burjuva bilimi ve felsefesi için geçerlidir. Bu bilim, marksizmi, onun reddedilmiş ve yıkılmış olduğunu söyleyerek duymazlıktan gelecektir. Marx, aynı zevkle, hem, sosyalizmi reddederek bir unvan yapmak isteyen genç bilim adamları ve hem de her türden defteri durulmuş "sistemler”in geleneğini koruyan köhneleşmiş ihtiyarların saldırısına uğradı. Marksizmin ilerlemesi, işçi sınıfı arasında bu düşüncelerin yaygınlaşması ve benimsenmesi gerçeği, her zaman resmî bilim tarafından her "imha edilişinde" daha güçlü, daha sağlam ve daha dinç hale gelen marksizme bu burjuva saldırıların hızını ve yoğunluğunu kaçınılmaz olarak artırmaktadır.
      Ama işçi sınıfının savaşımı ile bağıntılı öğretiler arasında bile, ve esas olarak proletarya arasındaki akımda, marksizm, durumunu hiç de birdenbire güçlendirmedi. Varoluşunun ilk yarım yüzyılında (1840'lardan sonra) marksizm, temel olarak kendine düşman olan teorilerle savaşmakla uğraştı. Kırkların başlarında Marx ve Engels, dünya görüşleri felsefî idealizm olan radikal genç-hegelciler ile hesaplaştılar. Kırkların sonlarında savaşımı prudonculuğa karşı, iktisadî öğreti alanında başladı. Elliler, fırtınalı 1848 yılında, ortaya çıkan partiler ve öğretilerin eleştirisiyle bu savaşımın tamamlandığına tanık oldu. Atmışlarda savaşım, genel teori alanından, doğrudan emek hareketine daha yakın olan alana kaydı: bakuninciliğin Enternasyonalden çıkarılmasına. Yetmişlerin başlarında, Almanya'da sahne kısa bir süre için prudoncu Mühlberger tarafından ve yetmişlerin sonunda ise olgucu Dühring tarafından işgal edilmişti. Ama, her ikisinin etkisi de proletarya üzerinde daha o sırada tamamen önemsizdi. Marksizm, daha o dönemde, emekçi hareket içindeki öteki bütün ideolojiler üzerinde tartışmasız bir zafer kazanmıştı.
      Doksanlara doğru bu zafer ana çizgileriyle tamamlanmıştı. Prudoncu geleneklerin kendine hepsinden çok zemin bulduğu Latin ülkelerinde bile, işçi partileri, programlarını ve taktiklerini marksist temeller üzerine kurdular. Emek hareketinin —dönemsel uluslararası kongreler biçiminde yeniden canlanan— uluslararası örgütü, ta başından beri ve hemen hemen [sayfa 189] hiç savaşım olmadan, marksist görüşün bütün temellerini benimsemişti. Ama marksizm, kendine düşman azçok bütünlük taşıyan öğretileri safdışı bıraktıktan sonra, bu öğretilerde ifadesini bulan eğilimler başka kanallar aramaya başladılar. Savaşımın biçimleri ve amaçlan değişti, ama savaşım sürdü. Ve marksizm var oluşunun ikinci yarım yüzyılında (doksanlarda), marksizmin kendi içinde, marksizme düşman bir eğilimle savaşım vermeye başladı.
      Bernstein, bir zamanların bu Ortodoks marksisti, en gürültülü bir biçimde ve Marx'ı en maksatlı değişikliklerle ifade ederek, Marx'ın revizyonu ile, revizyonizm ile ortaya çıkarak bu eğilime kendi adını verdi. Rusya'da bile —ülkenin ekonomik geriliği ve sertliğin izlerinin ağırlığı altında olan köylü nüfusun çoğunlukta olması nedeniyle— marksist olmayan sosyalizm, doğal olarak hepsinden daha uzun süre yerini korumakta ve gözlerimizin önünde revizyonizme dönüşmektedir. Hem tarım sorununda (bütün toprağın belediyelere geçmesi programı) ve hem de program ve taktiklerin genel sorunlarında, bizim sos-yal-narodnikler, kendine özgü bir bütünlüğe sahip ve marksizme temelden düşman olan eski sistemlerinin cançekişen ve modası geçmiş kalıntıları yerine giderek daha çok Marx'a getirdikleri "değişiklikleri" koyuyorlar.
      Marx-öncesi sosyalizm yenilmiştir. Artık savaşımı kendi bağımsız tabanı üzerinde yürütmüyor, marksizmin genel tabanı üzerinde, revizyonizm olarak yürütüyor. Öyleyse, gelin, revizyonizmin ideolojik içeriğini inceleyelim.
      Felsefe alanında revizyonizm, burjuva profesörce "bilim"in dümen suyunu izledi. Profesörler "Kant'a geri" döndüler — ve revizyonizm yeni-kantçıların kuyruğuna takıldı.57 Felsefî materyalizme karşı papazların bin kez mırıldandıkları yavan sözleri profesörler yinelediler — ve revizyonistler, hoşgörüyle gülümseyerek (en son Handbuch'un ardından sözcük sözcük), materyalizmin uzun süre önce "çürütülmüş" olduğunu gevelediler. Profesörler, Hegel'e bir "ölü köpek" gibi davrandılar,[
18*] [sayfa 190] kendileri idealizmi, öyle ki, Hegel'inkinden bin kez daha küçük ve bayağı olan bir idealizmi öğütlerlerken, diyalektiğe horgörü ile omuz silktiler — ve revizyonistler de onların ardından "ustalıklı" (ve devrimci) diyalektiğin yerine "basit" (ve sakin) "evrim"i koyarak, bilimin felsefî bayağılaştırmasının bataklığında debelendiler. Profesörler, kendi idealist ve kendi "eleştirel" sistemlerini egemen ortaçağ "felsefesi"ne (yani tanrıbilime) uydurarak resmî ücretlerini hak ediyorlardı — revizyonistler de, dini, çağdaş devletle değil de, ilerlemiş sınıfın partisiyle ilgili bir "özel iş" yapmaya çalışarak, onları yakından izliyorlardı.
      Marx'ta böylesine "değişmeler"in sınıf terimleri içinde gerçekten ne anlama geldiğini belirlemeye gerek yok: bu apaçık ortadadır. Şunu belirtmekle yetinelim ki, uluslararası sosyal-demokrat hareket içinde, tutarlı diyalektik materyalizm açısından, revizyonistlerin akılalmaz yavanlıklarını eleştiren tek marksist Plehanov olmuştur. Plehanov'un taktiksel oportünizminin bir eleştirisi maskesi altında, eski ve gerici felsefî saçmalıkları sokuşturmak için, günümüzde çok büyük yanlış girişimler yapılmakta olduğundan, bunun üzerine önemle durulmalıdır.[19*]
      Ekonomi politiğe gelince, revizyonistlerin bu alandaki "değişikliklerinin" çok daha kapsamlı ve ayrıntılı olduğunu, her şeyden önce belirtmek gerek; "ekonomik gelişmenin yeni verileri" ile kamuoyunu etkilemek için girişimler olmuştur. Büyük üretimin küçük üretimin yerini almasının ve yoğunlaşmanın, tarımda hiç olmazken, ticarette ve sanayide çok yavaş olduğu söylenmiştir. Bunalımların şimdi çok daha seyrek ve çok daha zayıf olduğu tröst ve kartellerin, belki de, sermayeyi bunları tümüyle safdışı edebilecek duruma getireceği söylenmiştir. Sınıf [sayfa 191] düşmanlıkları eğiliminin giderek daha yumuşaması ve daha az keskinleşmesi nedeniyle, kapitalizmin "çöküşe" yöneldiği "teorisi"nin anlamım yitirdiği söylenmiştir. Son olarak, Marx'ın değer teorisinin de Böhm-Bawerk'e uygun olarak düzeltilmesinin yanlış olamayacağı söylenmiştir.
      Bu sorunlar üzerine revizyonistlerle savaşım gibi uluslararası sosyalizmin teorik düşüncesinde Engels'in Dühring ile yirmi yıl önce yapmış olduğu tartışmanın getirdiği kadar verimli bir canlanma ile sonuçlandı. Revizyonistlerin tezleri, gerçeklerin ve rakamların yardımıyla tahlil edildi. Revizyonistlerin sistemli olarak modern küçük üretimin görünümünü pembeye boyadıkları tanıtlandı. Büyük üretimin, küçük üretime olan teknik ve ticarî üstünlüğünün yalnızca sanayide değil tarımda da olduğu, reddedilmez gerçeklerle tanıtlandı. Ama meta üretimi, tarımda çok daha az gelişmiştir ve modern istatistikçiler ve iktisatçılar, bir kural olarak, dünya ekonomisi içerisinde değişim sürecine tarımın gelişen bir biçimde sokulduğunu gösteren, tarımdaki özel kolların (kimi zaman da işletilmelerin) seçilmesinde pek usta değildirler. Küçük üretim, doğal ekonominin yıkıntıları üzerinde, eksik beslenmeyle, kronik açlıkla, işgünü-nün uzamasıyla, sürü hayvanlarının niteliğinin ve bakımının kötüleşmesiyle kısacası, kapitalist imalât karşısında elzanaatı üretiminin kendi araçlarıyla varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Bilim ve teknolojideki her ilerleme, kaçınılmaz ve aralıksız olarak, kapitalist toplumdaki küçük üretimin temellerini çökertmektedir; ve bu sürecin bütün biçimleriyle, çoğu zaman karmaşık ve çapraşık biçimleriyle araştırılması, küçük üreticinin toprağını kapitalizm altında korumasının olanaksızlığını ve köylünün proleter bakış açısını benimsemesinin zorunluluğunu göstermek, sosyalist ekonomi politiğin görevidir. Bu sorun, üzerinde, tek-yanlı seçilen gerçeklere dayanan ve kapitalist sistemi bir bütün olarak dayanak almadan yapılan yüzeysel genellemelerle, revizyonistler, bilimsel anlamda günah işlemişlerdir. Siyasal açıdan, isteyerek ya da istemeyerek, köylüleri devrimci proletaryanın görüşlerini benimsemeye yöneltmek yerine onları küçük mülk sahibinin tutumunu (yani [sayfa 192] burjuvazinin tutumunu) benimsemeye, kaçınılmaz olarak çağırmaları ve yöneltmeleri gerçeğiyle günaha girmişlerdir.
      Revizyonizmin durumu, bunalım teorisi ve çöküş teorisi konusunda daha da kötüydü. Yalnızca kısa bir süre için ve yalnızca ileriyi daha da görenler, birkaç yılın sanayi patlaması ve gönencin etkisi altında Marx'ın teorisinin temellerinin yeniden biçimlendirilmesini düşünebilirdi. Gerçekler, revizyonistlere, bunalımların geçmişin bir şeyi olmadığını çabucak gösterdi: gönenci bir bunalım izlemekteydi. Her bunalımın biçimi, sırası ve görünümü değişmiştir, ama bunalım, kapitalist sistemin kaçınılmaz bir öğesi olarak kalmıştır. Karteller ve tröstler, üretimi birleştirirlerken, aynı zamanda da, ve herkesin gözü önünde, üretim anarşisini artırmış, proletaryanın varlığını sürdürmesinin koşullarını ve sermayenin baskısını ağırlaştırmış, bundan ötürü de sınıf karşıtlıklarını eşi görülmedik bir ölçüde şiddetlendirmiştir. Kapitalizmin bir yıkıma doğru gidişi —hem tek tek siyasal ve ekonomik bunalımlar ve hem de kapitalist sistemin bütününün tamamen yıkılması anlamında— tam da yeni dev tekeller tarafından özellikle açık ve özellikle geniş boyutlu bir hale getirilmiştir. Amerika'daki en son malî bunalım ve bütün Avrupa'yı kapsayan işsizliğin görülmedik bir biçimde artışı, birçok belirtisi görülen yeni bir bunalımın kapıyı çalmakta olması bir yana — bütün bunlar, revizyonistlerin son "teori"lerinin, anlaşılan revizyonistlerin birçoğu da dahil olmak üzere, herkesçe unutulmasına neden olmuştur. Ama aydınların işçi sınıfına vermiş olduğu bu kaypaklık dersi unutulmamalıdır.
      Değer teorisine gelince Böhm-Bawerk örneği, belli belirsiz anıştırma ve görüşler dışında, revizyonistlerin tek bir şey katmamış oldukları ve bu yüzden de bilimsel düşüncenin gelişmesinde hiç iz bırakmamış oldukları söylenebilir ancak.
      Siyasal alanda revizyonizm, marksizmin temelini, yani sınıf savaşımı öğretisi değiştirmeye gerçekten çalıştı. Siyasal özgürlük, demokrasi ve genel oy hakkının sınıf savaşımı tabanını ortadan kaldırdığı, Komünist Manifesto'nun işçilerin vatanı yoktur eski önermesini geçersiz kıldığı söylendi bize. [sayfa 193] Onun için, dediler, demokraside "çoğunluğun iradesi" üstün geldiğine göre, ne devlete sınıf egemenliğinin bir organı olarak bakmak gerek, ne de gericilere karşı, ilerici, sosyal-reformcu burjuvaziyle ittifak kurmayı reddetmek gerek.
      Revizyonistlerin bu iddialarının oldukça iyi dengelenmiş bir görüşler sistemine, yani eski ve ünlü liberal burjuva görüşlere vardığı tartışılamaz. Liberaller, her zaman burjuva parlamentarizminin, oy hakkı ve ülkenin yönetimine katılma hakkı hiç bir ayrım olmaksızın bütün yurttaşlarca paylaşıldığına göre, sınıfların ve sınıf bölünmelerini ortadan kaldırdığını söyleyegelmişlerdir. 19. yüzyılın ikinci yansında Avrupa'nın tüm tarihi ve 20. yüzyılın başlarında Rus devriminin tüm tarihi, böylesine görüşlerin ne denli saçma olduğunu açıkça göstermektedir, iktisadî ayrılıklar, "demokratik" kapitalizmin özgürlüğü altında hafiflememiş, tersine ağırlaşmış ve yeğinleşmiştir. Parlamentarizm, en demokratik cumhuriyetlerin bile sınıf baskısının organı olmak doğal özelliğini gidermez, tersine gözler önüne serer. Parlamentarizm, daha önceden siyasal olaylara aktif olarak katılanlara oranla çok daha geniş halk yığınlarının aydınlatılması ve örgütlendirilmesine yardım ederek, bunalımları ve siyasal devrimleri önlemez, tersine bu tür devrimler sırasında iç savaşı en yüksek yeğinliğine ulaştırır. 1871 baharında Paris'teki ve 1905 kışında Rusya'daki olaylar, bu yeğinleşmenin nasıl kaçınılmaz olarak meydana geldiğini, olabildiğince açık olarak göstermiştir. Fransız burjuvazisi bir an bile duraksamadan, tüm ulusun düşmanı ile, ülkeyi yakıp yıkan düşman ordusuyla, proletarya hareketini ezmek için işbirliği yapmıştır. Parlamentarizm ve burjuva demokrasisinin önüne geçilmez iç diyalektiğini —ki bu, yığınsal şiddetle, tartışmada eskisinden çok daha kesin bir sonuca yolaçar— anlamayan bir kimsenin bu parlamentarizm temeli üzerinde, ilke olarak tutarlılık içinde bir propaganda ve ajitayon yürütmeye, işçi sınıfı yığınlarını böylesine "tartışmalara" başarıyla katılmaya gerçekten hazırlamayı gücü hiç bir zaman yetmeyecektir. Batıda sosyal-reformcu liberallerle ve Rus devriminde liberal reformcularla (kadetler) ittifak, anlaşma ve cephe kurma [sayfa 194] deneyimi inandırıcı bir biçimde göstermiştir ki, bu anlaşmalar, savaşçıları, hemen hiç savaş yeteneği olmayan ve en sallantılı ve en hain unsurlarla biraraya getirerek, yığınların bilincini sadece körletiyor, yani onların savaşımlarının gerçek önemini güçlendirmiyor, tersine zayıflatıyor. Fransa'da millerandcılık —revizyonist siyasal taktikleri yaygın, gerçekten ulusal ölçülerde uygulamada en büyük deneyim— bütün dünya proletaryasınca hiç bir zaman unutulmayacak olan, revizyonizmin pratik bir değerlendirmesini sağlamıştır.
      Revizyonizmin ekonomik ve siyasal eğilimlerinin doğal bir tamamlayıcısı da sosyalist hareketin sonal amacına ilişkin tutumudur. "Hareket her şeydir, sonal amaç hiç bir şey" — Bernstein'ın bu beylik lafı, revizyonizmin özünü, pek çok uzun incelemelerden çok daha iyi açıklamaktadır. Bir durumdan bir başka duruma göre tutumunu belirlemek, kendini günlük olaylara ve küçük politikanın kesinti ve değişmelerine uyarlamak, proletaryanın birincil çıkarlarını ve tüm kapitalist sistemin, tüm kapitalist evrimin özelliklerini unutmak, bu birincil çıkarları, anın gerçek ya da varsayılan avantajları uğruna feda etmek — revizyonizm politikası budur. Ve bu politikanın gerçek niteliğinden açıkça çıkan sonuç, onun sayısız biçim değişikliği göstermesi ve her azçok "yeni" sorunun, olayların her azçok beklenmedik ve önceden kestirilmeyen değişiminin, gelişimin temel çizgisini çok az ölçüde ve çok kısa bir süre için değiştirse bile, her zaman kaçınılmaz olarak şu ya da bu revizyonizm çeşidinin ortaya çıkmasına yolaçacağıdır.
      Revizyonizmin kaçınılmazlığı, onun modern toplumdaki sınıfsal kökleriyle belirlenir. Revizyonizm uluslararası bir olgudur. Birazcık bilgisi olan ve düşünebilen hiç bir sosyalist, Almanya'da Ortodokslarla bernştayncılar arasındaki, Fransa'da guesdcilerle joreciler (ve şimdi özellikle brusçular) arasındaki Büyük Britanya'da Sosyal-Demokrat Federasyon ile Bağımsız İşçi Partisi arasındaki, Belçika'da Brouckire ve Vandervelde arasındaki, İtalya'da bütünlükçüler ile reformcular arasındaki, Rusya'da bolşevikler ile menşevikler arasındaki ilişkinin bütün bu ülkelerin bugünkü durumda ulusal koşulların ve tarihsel [sayfa 195] etmenlerin çok büyük çeşitliliğine karşın, her yerde özünde aynı olduğundan en küçük bir kuşku duyamaz. Gerçekte, bugünkü uluslararası sosyalist hareket içerisinde "bölünme", dünyanın bütün çeşitli ülkelerinde şimdi aynı doğrultuda ilerliyor, bu, çeşitli ülkelerdeki türdeş olmayan eğilimlerin birtek uluslararası hareket içerisinde savaşım verdiği otuz, kırk yıl öncesiyle karşılaştırıldığında çok büyük bir ilerlemenin olduğunu tanıtlamaktadır. Ve "devrimci sendikalizm"59 olarak Latin ülkelerinde biçimlenen "soldan revizyonizm" de, marksizmi "düzelterek" kendini ona uyarlıyor: İtalya'da Labriola ve Fransa'da Lagardelle, sık sık yanlış anlaşılan Marx'ın yerine, doğru anlaşılan Marx'a başvuruyorlar.
      Burada, biz, bu revizyonizmin henüz oportünist revizyonizmle aynı ölçüde gelişmekte epeyce uzak olan ideolojik içeriğini tahlil etmek için duramayız: daha uluslararası duruma gelmemiştir, daha hiç bir ülkedeki bir sosyalist parti ile hiç bir büyük savaşın pratiğinin deneyiminden geçmemiştir. Bu yüzden biz yukarda anlatılan "sağdan revizyonizmin" üzerinde duracağız.
      Kapitalist toplumda onun kaçınılmazlığı nerede yatar? Niçin o ulusal özelliklerdeki ve kapitalist gelişmenin derecesindeki farklılıklardan daha derindir? Çünkü, her kapitalist ülkede proletarya ile yanyana, her zaman küçük-burjuvazinin geniş katmanları küçük mülk sahipleri bulunmaktadır. Kapitalizm küçük üretimden çıkmıştır ve çıkmaktadır. Bir sürü yeni "orta katmanlar" kapitalizm tarafından (fabrikalara eklentiler, evde çalışma, bisiklet ve otomobil sanayileri gibi büyük sanayilerin gereksinimlerini karşılamak için bütün ülkeye dağılmış küçük işlikler vb.) kaçınılmaz olarak tekrar tekrar ortaya çıkarılmaktadır. Bu yeni küçük üreticiler, aynı kaçınılmazlıkla yeniden proletaryanın saflarına atılmaktadır. Küçük-burjuva dünya görüşünün geniş işçi partilerinin saflarında tekrar tekrar boy göstermesi, pek doğaldır. Bunun böyle olduğu ve proletarya devriminde ortaya çıkacak olan yazgının değişmesine kadar da böyle olacağı çok doğaldır. Çünkü böyle bir devrimin doğması için nüfusun çoğunluğunun "tümden" proleterleşmesi [sayfa 196] gerektiğinin esas olduğunu düşünmek büyük bir yanlış olur. Bizim şimdi, yalnızca ideoloji alanında sık sık karşılaşmakta olduğumuz şey, yani Marx'ta yapılacak teorik düzeltmeler üzerindeki tartışmalar; şimdi pratikte yalnızca revizyonistlerle olan taktiksel farklılıklar ve bu farklılıklara dayanan bölünmeler gibi işçi hareketindeki tek tek ikincil sorunlarda başgösteren anlaşmazlıklar — proletarya devrimi, bütün tartışma konularını keskinleştirdiği, tüm farklılıkları yığınların gidişini belirlemede en âcil önemi olan konularda odaklaştırdığı ve kavganın sıcağında dostun düşmanın ayırdedilmesini ve düşmana kesin darbeler indirmek için kötü yandaşların ayıklanmasını gerektirdiği zaman, işçi sınıfı tarafından çok daha büyük bir ölçüde yaşanacaktır.
      Devrimci marksizmin revizyonizme karşı 19. yüzyılın sonunda verdiği ideolojik savaşımı, küçük-burjuvazinin bütün yalpalama ve zayıflıklarına karşın, davasının tam zaferine doğru ilerleyen proletaryanın büyük devrimci savaşlarının bir girişidir ancak. [sayfa 197]
     
      Nisan, 1908





DIŞARDAN SEYREDEN BİR KİŞİNÎN ÖĞÜTLERİ


      BU satırları 8 Ekimde yazıyorum ve bunların, 9'unda Petrograd'daki yoldaşlara ulaşacağı konusunda pek az umudum var. Kuzey Sovyetlerinin Kongresi 10 Ekim olarak saptandığına göre, bunların pek geç ulaşması mümkündür. Yine de, Petrograd ve bütün "bölgenin" işçilerinin ve askerlerinin beklenen eylemlerinin kısa zamanda başlayacağı ama henüz başlamamış olması karşısında "Dışardan Seyreden Bir Kişinin Öğütlerini" vermeye çalışacağım.
      Çok açıktır ki, bütün iktidar Sovyetlere geçmelidir. Her bolşevik için aynı ölçüde su götürmemesi gerekir ki, proletaryanın devrimci gücü (ya da bolşevik güç — ki şimdi ikisi de aynı şeydir) genel olarak bütün dünyanın, özel olarak da savaşan ülkelerin çalışan ve sömürülen halklarının, özellikle de Rus köylülerinin görülmemiş sempatisini ve kayıtsız desteğini sağlamıştır. Bu pek iyi bilinen ve uzun zamandır konmuş olan [sayfa 265] gerçeklerin üzerinde durmanın gereği yok.
      Şimdi ele alınması gereken şey bütün yoldaşlarca belki de pek açık olmayan bir şeydir, yani pratikte iktidarın Sovyetlere aktarılmasının, şimdi silahlı ayaklanma anlamına gelmesidir. Bunun besbelli olması gerekirdi, ama herkes bu nokta üzerinde düşünmedi ya da düşünmüyor. Şimdi silahlı ayaklanmayı kabul etmemek bolşevikliğin ve genel olarak devrimci proleter enternasyonalizmin temel sloganını (Bütün iktidar Sovyetlere), kabul etmemek anlamına gelecektir.
      Ama silahlı ayaklanma siyasal mücadelenin özel bir biçimidir, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken özel yasalara bağlıdır. Karl Marx bu gerçeği "ayaklanma savaş kadar bir sanattır"diye yazdığı dikkat çekici bir açıklıkla ifade etmiştir.
      Bu sanatın belli başlı kurallarını Marx şöyle kaydetmiştir:
      1. Ayaklanma hiç şakaya gelmez, ama buna başlayınca sonuna dek gitmenin gerektiğini iyice kavramalısınız.
      2. Kuvvetlerin büyük üstünlüğünü kesin noktalara ve kesin anlarda yoğunlaştırın, yoksa daha iyi hazırlanma ve örgütlenme üstünlüğüne sahip olan düşman, isyancıları ortadan kaldırır.
      3. Ayaklanma bir kez başlayınca en büyük kararlılıkla hareket etmelisiniz, her durumda, tavsatmadan saldırıyı ele geçirmelisiniz. "Savunma her silahlı başkaldırmanın ölümüdür."
      4. Düşmana, baskın yapmaya ve kuvvetlerinin dağınık olduğu anda yakalamaya çalışmalısınız.
      5. Ne denli küçük de olsa günlük (eğer bir kasaba sözkonusu ise her saat da denebilir) basanlar için, çaba göstermeli ve ne pahasına olursa olsun "moral üstünlüğü" korumalısınız.
      Marx, silahlı ayaklanmayla ilgili bütün devrimlerin derslerini "devrimci siyasetin bugüne dek bilinen en büyük ustası Danton'un" şu sözleriyle özetlemiştir: "de l'audace, de l'audace, encore de l'audace."[
20*]
      Bunu Rusya'ya ve Ekim 1917ye uygularsak şu demektir: hem içerden, hem dışardan, işçi sınıfı mahallelerinden ve [sayfa 266] Finlandiya'dan, Revel'den ve Kronstadt'tan, Petrograd'a, başarısızlığa uğratılmadan yürütülmesi gereken aynı andaki bir saldırı, bütün donanmanın bir saldırısı, 15.000 ya da 20.000 kişilik (belki de daha fazla) "burjuva muhafızlarımız"dan (subay okullarından), "Vendee birliklerimiz"den75 (Kazakların bir bölümü), vb. çok daha büyük üstünlükte kuvvetlerin yoğunlaştırılması.
      Üç
ana kuvvetimiz —donanma, işçiler ve ordu birlikleri— şuraları başarısızlığa uğramadan işgal etmek ve ne pahasına olursa olsun tutmak üzere biraraya getirilmelidir: a) telefon santralı; b) telgrafhane; c) demiryolu istasyonları; d) ve her şeyden önce de köprüler.
      En kararlı
unsurlar ("yıldırım kuvvetlerimiz" ve genç işçilerimiz olduğu kadar denizcilerin en iyileri) en önemli bütün noktaları işgal edecek ve nerede olursa olsun her yerde bütün önemli operasyonlarda yer almak üzere küçük birlikler oluşturulmalıdır. Örneğin şuraları:
      Petrograd'ı kuşatıp dışarı ile olan ilişkilerini kesmek; denizcilerin, işçilerin ve birliklerin ortak saldırısıyla kenti ele geçirmek — sanat ve üç katlı bir cüret gerektirecek bir görev;
      bomba ve silahla donatılmış en iyi işçilerden düşmanın "merkezlerine" (subay okullarına, telgrafhaneye, telefon santralına vb.'ye) saldırmak ve buraları kuşatmak amacıyla birlikler kurmak. Bunların parolası şu olmalı: "ölmek, düşmanı geçirmeden yeğdirl"
      Harekete karar verildiğinde önderlerin Danton ve Marx'ın büyük emirlerini başarıyla uygulamalarını dileyelim.
      Rus devriminin ve dünya devriminin başarısı iki ya da üç günlük savaşa bağlıdır. [sayfa 267]
     
      8 Ekim 1917





MİLİTAN MATERYALİZMİN ÖNEMİ ÜZERİNE


      YOLDAŞ Trotski, Pod Znamenem Marksizma'nın78 genel amaçlan hakkında gerekli olan her şeyi, bu derginin 1. ve 2. sayısında zaten söylemiş, hem de pek güzel söylemiş bulunuyor. Bu sayının giriş açıklamasında yazıkurulunun ortaya koydukları çalışma programını ve içeriğini daha yakından tamamlayan bazı sorunlar üzerinde durmak istiyorum.
      Bu açıklama, Pod Znamenem Marksizma'nın çevresinde toplanan herkesin komünist olmadığını, ama hepsinin de tutarlı materyalistler olduğunu söylemektedir. Kanımca komünistlerle, komünist olmayanların bu ittifakı kesinlikle esastır ve derginin amaçlarını doğru bir biçimde tanımlamaktadır. Komünistlerin düştükleri en büyük ve en tehlikeli yanılgılardan biri (büyük bir devrimin başlangıcını başarılı bir biçimde gerçekleştiren devrimcilerin genel olarak düştükleri gibi), bir devrimin yalnızca devrimciler tarafından yapılabileceği fikridir. [sayfa 305] Tersine, tüm ciddî devrimci çalışmalar, başarılı olmak için, devrimcilerin ancak gerçekten yiğit ve ileri sınıfın öncüsü rolünü oynayabileceği fikrinin anlaşılmasını ve eyleme geçirilmesini gerektirir. Bir öncü, yalnızca, önderlik ettiği insan yığınından tecrit olmamayı başarabildiği ve tüm yığını ileri doğru gerçekten de yürütebildiği zaman görevini, öncü olarak görevini yerine getirebilir. En değişik faaliyet alanlarında, komünist olmayanlarla bir ittifak olmaksızın, herhangi bir başarılı komünist kuruluş sözkonusu olamaz.
      Bu, Pod Znamenem Marksizma tarafından üstlenilen materyalizm ve marksizmin savunulması için geçerlidir. Neyse ki, Rusya'daki ileri toplumsal düşüncenin ana eğilimleri, sağlam bir materyalist geleneğe sahiptir. G.V. Plehanov'dan başka, modern narodniklerin (halkçı-sosyalistler, sosyalist-devrimciler vb.), Avrupa biliminin sözde son sözlerinin gösterişine kapılarak ve bu gösterişin altında, burjuvaziye, burjuva önyargısına ve burjuva gericiliğine bir çeşit köleliği göremeyerek, moda gerici felsefî öğretilerin izinden gidip, sık sık terkettikleri Çernişevski'ye değinmek yeterli olacaktır.
      Her halükârda, Rusya'da hâlâ, komünist olmayan kamptan gelme materyalistlere sahibiz — ve kuşkusuz oldukça uzun bir süre de sahip olacağız, ve tutarlı bir militan materyalizmin tüm yandaşlarını, felsefî gericilikle ve sözde eğitilmiş toplumun felsefî önyargılarıyla savaşmak yolundaki ortak çalışmaya katmak bizim kesin görevimizdir. Baba Dietzgen —başarısız olduğu kadar da gösterişçi olan yazar oğluyla karıştırılmasın—, aslında modern toplumdaki felsefe profesörleri, çoğu durumda "papaz yandaşlarının diplomalı uşaklarından" başka bir şey değillerdir dediği zaman, burjuva ülkelerde hüküm süren ve onların bilim adamlarının ve yayıncılarının saygısını kazanmış olan felsefî eğilimlerin temel marksist görüşünü doğru, yerinde ve açık bir biçimde ifade etmiş oluyordu.
      Tüm öteki ülkelerdeki kardeşleri gibi, kendilerini ileri saymayı pek seven bizim Rus aydınlarımız, sorunu, Dietzgen'in sözleriyle ifade edilen düşünce düzeyine kaydırmaya pek karşıdırlar. Ama karşı olmalarının nedeni, gerçeklere doğrudan [sayfa 306] bakamamalırıdır. Dietzgen'in acı tanımının kesinlikle doğru olduğunu anlamak için, modern eğitim görmüş kişilerin, yöneten burjuvaziye yönetimsel, ve ayrıca da genel ekonomik, toplumsal ve diğer her türden bağımlılığı üzerinde biraz düşünmek yeter. Burjuvazinin sınıf çıkarları ve sınıfsal konumu ile bir yandan dinin bütün biçimlerine sağladığı destek ve öte yandan da moda felsefî akımların ideolojik içeriği arasındaki bağlantı hakkında bir fikir edinmek için, örneğin radyumun keşfiyle ilgili olanlardan tutun da, şimdi Einstein'ın eteklerine yapışmaya çalışanlara kadar Avrupa ülkelerinde pek sık ortaya çıkan bir yığın moda felsefî akımları anımsamak yeter.
      Yukarıda söylenenlerden anlaşılacaktır ki, militan materyalist bir organ olarak yola çıkan bir dergi, her şeyden önce ister resmî bilimin temsilcileri olarak, ister kendilerine "demokratik sol ya da ideolojik bakımdan sosyalist" yayıncılar diyen özgür kalemler olarak hareket etsinler, "papaz yandaşlığının" tüm, modern "diplomalı uşakları"nı çekinmeden sergileme ve suçlama anlamında militan bir organ olmalıdır.
      İkinci olarak, böyle bir dergi, militan tanrıtanımaz bir organ olmalıdır. Bu çalışmadan sorumlu olan bölümlerimiz ya da hiç olmazsa devlet kuruluşlarımız vardır. Ama bu çalışma, son derece cansız ve yetersiz bir biçimde sürdürülmekte ve anlaşılan bizim gerçekten de Rusvari (Sovyet de olsa) bürokratik yollarımızın genel koşullarından zarar görmektedir. Onun için, bu kuruluşların çalışmasına ek olarak ve bu çalışmayı iyileştirmek ve canlandırmak için, militan materyalizmin propagandasını yapmak üzere yola çıkan bir derginin, yorulmak bilmez bir tanrıtanımaz propaganda ve yorulmak bilmez bir tanrıtanımaz savaş sürdürmesi son derece önemlidir. Bu konuda tüm dillerdeki yazın dikkatle izlenmeli ve bu alanda değerli olan her şey çevrilmeli, en azından gözden geçirilmelidir.
      Çok önceleri, Engels, proletaryanın çağdaş liderlerine, 18. yüzyılın sonlarına ait militan tanrıtanımaz yazını, halk arasında yığınsal dağıtım için çevirmelerini örgütlemişti. Şimdiye kadar bunu yapmadık ve bu, bizim bir ayıbımızdır denebilir (bu devrimci bir dönemde iktidarı almanın, bu iktidarı gereken [sayfa 307] biçimde kullanmayı bilmekten çok daha kolay olduğunun sayısız tanıtlarından biridir). Cansızlığımız, etkinsizliğimiz ve yeteneksizliğimiz, bazan örneğin 18. yüzyılın eski tanrıtanımaz yazınının, antika, bilim-dışı, toyca vb. olduğu gibi, her türden "yüksek" gerçek ile mazur gösterilmektedir. Ya bilgiçliğin ya da marksizmin tamamen yanlış anlaşılmasının bir perdesi görevini yapan bu tür sahte-bilimsel safsatacılıktan daha beter bir şey olamaz. Kuşkusuz 18. yüzyıl devrimlerinin tanrıtanımaz yazılarında bilim-dışı ve toyca çok şey vardır. Ama bu yazıları yayınlayanların onların kısaltmalarına ve 18. yüzyılın sonundan beri dinlerin bilimsel eleştirisinde insanlığın yaptığı ilerlemeye işaret eden, bu konudaki son yayınlara değinen kısa çıkmalar yapmalarına kimse engel olmamaktadır. Tüm modern toplum tarafından karanlığa, cehalete ve boşinanlara mahkûm edilen milyonlarca insanın (özellikle köylülerin ve zanaatçıların) kendilerini bu karanlıktan, yalnızca salt marksist bir eğitimin düz yolundan kurtarabileceklerini düşünmek, bir marksistin yapabileceği en büyük ve en vahim hatadır. Bu yığınlara, en çeşitli tanrıtanımaz propaganda malzemesi sağlanmalı, en değişik yaşam alanlarına ait gerçekler tanıtılmalı, olanaklı her yoldan onlara yaklaşılmalıdır. Öyle ki ilgileri çekilsin, dinsel uyuşukluklarından silkinsinler, en değişik acılarla ve en değişik yöntemlerle harekete geçirilsinler vb..
      Eski 18. yüzyıl tanrıtanımazlarının, keskin, canlı ve yetenekli yazılan, hüküm süren papaz yandaşlığına, zekice ve açıkça saldırmıştır ve insanları dinsel uyuşukluklarından silkmek için, yazınımızda egemen olan ve (gerçeği gizlemenin bir yararı yok) sık sık marksizmi çarpıtan, ustalıkla seçilmiş olgularla hemen hiç örneklendirilmemiş, sıkıcı ve kuru marksizm yorumlarına oranla bin kez daha uygun olduğunu çoğu kez gösterecektir. Marx'ın ve Engels'in tüm temel yapıtlarının çevirilerine sahibiz. Eski tanrıtanımazcılığın ve eski materyalizmin, Marx ve Engels'in getirdiği düzeltmelerle tamamlanmayacağından korkmak için hiç bir neden yoktur. En önemli şey — komünistlerimiz içinden sözde marksist olan, ama aslında marksizmi tahrif edenlerin çoğu kez önemsemedikleri de budur— [sayfa 308] hâlâ gelişmemiş yığınlarda, dinsel sorunlara karşı zekice bir tutum ve dinlerin zekice bir eleştirisini uyandırmaktır.
      Öte yandan dinin modern bilimsel eleştirmenlerine bir gözatalım. Bu eğitim görmüş burjuva yazarları, hemen her zaman dinsel boşinanlanı kendilerine özgü çürütmelerini, onların burjuvazinin ideolojik köleleri olduklarını, papaz yandaşlığının diplomalı uşakları olduklarını hemen sergileyen iddialarla "tamamlarlar".
      iki örnek, Profesör R. Y. Vipper, 1918'de Vozniknovenye Hristiantsva ("Hıristiyanlığın Kaynağı", Faros Yayınevi, Moskova) başlıklı küçük bir kitap yayınladı. Yazar, modern bilimin başlıca sonuçlarını ele alırken politik bir örgüt olarak kilisenin silahları olan boşinanlarla ve aldatmacalarla savaşmaktan kaçınmakla kalmıyor, bu soruları uzaklaştırmakla kalmıyor, ayrıca her iki "ucun" da —idealizmin ve materyalizmin— üzerinde olduğu yolunda, tamamen gülünç ve en gerici iddiayı da ileri sürüyor. Bu, dünyanın her yerinde, çalışan halktan sızdırdığı kârların içinden yüz milyonlarca rubleyi dinin desteğine ayıran egemen burjuvaziye dalkavukluk etmektir.
      Ünlü Alman bilim adamı Arthur Drews, Die Christusmythe (İsa Miti) başlıklı kitabında dinsel boşinanlan ve masalları çürütürken ve İsa’nın hiç bir zaman varolmadığını gösterirken, kitabın sonunda, bu, yenilenmiş, saflaştırılmış, "günden güne büyüyen doğacı akıntıya" dayanacak yetenekte bir din olsa da, dinden yana olduğunu ilân etmiştir (dördüncü Almanca basım, 1910, s. 238). Burada, eski çürümüş dinsel boşinanların yerine, yeni,daha iğrenç ve aşağılık boşinanların konmasında burjuvaziye açıkça yardım eden, açık sözlü ve kasıtlı bir gerici ile karşıkarşıyayız. Bu, Drews'un çevrilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Bu komünistlerin ve tüm tutarlı materyalistlerin belli bir ölçüde, burjuvazinin ilerici kesimiyle bir ittifaka girerek, gericilik suçunu işlediği zaman da bu kesimi hiç çekinmeden teşhir etmeleri demektir. 18. yüzyıl burjuvazisinin, yani onun devrimci olduğu dönemin temsilcileriyle bir ittifaka girmekten kaçınmak, marksizme ve materyalizme ihanet etmek demektir; çünkü, şu ya da bu biçimde, şu ya da bu ölçüde, Drews'larla ittifak hüküm [sayfa 309] süren dinsel cehalet yandaşlığı ile savaşımımızda esastır.
      Militan materyalizmin bir organı olarak yola çıkan, Pod Znamenem Marksizma sayfalarının çoğunu tanrıtanımaz propagandaya, konuyla ilgili yazının gözden geçirilmesine, bu alandaki hükümet çalışmasının büyük eksikliklerini düzeltmeye ayırmalıdır. Modern burjuvazinin sınıf çıkarlarının ve sınıf örgütlerinin dinsel kuruluşların örgütlenmesi ve dinsel propaganda ile nasıl bağlantılı olduğunu gösteren birçok somut olgular ve karşılaştırmalar içeren komünist kitap ve broşürlerden yararlanmak özellikle önemlidir.
      Din ile sermaye arasındaki resmî devlet bağının daha az kendini gösterdiği Amerika Birleşik Devletleri'ne ait tüm malzeme son derece önemlidir. Ama öte yandan da, çok daha açık olarak anlamaktayız ki, (menşeviklerin, sosyalist-devrimcilerin, kısmen de anarşistlerin vb. öylesine mantıksızca taptıkları) o sözde modern demokrasi, burjuvazinin yararına olan ne varsa öğütlemek, yani en gerici fikirleri, dini, cehalet yandaşlığını, sömürücülerin savunulmasını vb. öğütlemek özgürlüğünden başka bir şey değildir.
      însan, militan bir materyalist organ olmak üzere yola çıkan bir derginin, herhangi bir özel yazının, hangi okur çevresi için ve ne bakımdan uygun olacağını göstererek ve ülkemizde hangi yazının yayınlandığını (ancak iyi çevirilere değinmek gerekir ve bunlar da çok fazla değildir) ve nelerin ilerde yayınlanacağını belirterek, okurlara, tanrıtanımaz yazın üzerine gözden geçirmeler sunacağını ummak istiyor.
     
      ------------
      Komünist Partisine mensup olmayan tutarlı materyalistlerle ittifaka ek olarak, militan materyalizmin yapacağı çalışma için en az bu ittifak kadar, belki de ondan fazla önemli olan bir şey de, materyalizme eğilim duyan ve sözde eğitim görmüş toplumda yaygın olan, idealizme ve kuşkuculuğa doğru moda felsefî sapmalar karşısında onu savunmaktan ve öğütlemekten korkmayan modern doğa bilimcileriyle bir ittifaktır. [sayfa 310]
      Pod Znamenem Marksizma
n° 1-2'de yayınlanan, A. Timiryazev'e ait Einstein’ın rölativite teorisi üzerine makale, derginin bu ikinci ittifakta da başarılı olacağını ummamıza olanak veriyor. Buna daha çok dikkat etmek gerekir. Modern doğa biliminin geçirmekte olduğu keskin altüst oluşun çoğu kez büyük ve küçük gerici felsefî okullara ve büyük ve daha az önemli felsefî akımlara yolaçtığını anımsamak gerekir. Bu yüzden doğa bilimindeki son devrimin ortaya çıkardığı sorunlar izlenme-dikçe ve doğa bilimcilerin bir felsefî derginin çalışmalarına katılmaları sağlanmadıkça, militan materyalizm, ne militan, ne de materyalizm olabilir. Derginin ilk sayısında, Timiryazev, materyalizmin temellerine bizzat hiç bir etkin saldırıda bulunmayan Einstein'ın, teorisine tüm ülkelerdeki bir yığın burjuva aydınının daha şimdiden sahip çıktığı gözlemlemek durumunda kalmıştı; bunun, yalnızca Einstein için değil, 19. yüzyılın sonundan bu yana doğa biliminin büyük reformcularının, çoğu için değilse de, bir kısmı için geçerli olduğunu belirtmek gerek.
      Bu görüngüye karşı tutumumuzun politik bakımdan bilinçli bir tutum olabilmesi için, hiç bir doğa biliminin ve hiç bir metaryalizmin, sağlam felsefî temellere dayanmadıkça burjuva fikirlerin saldırısına ve burjuva dünya görüşünün yeniden kurulmasına karşın savaşımında gerilemeden duramayacağını kavramak gerekir. Doğa bilimci, bu savaşımda gerilememek ve onu muzaffer bir sona ulaştırmak için, bir modern materyalist, Marx'ın temsil ettiği materyalizmin bilinçli bir yandaşı olmalıdır, yani bir diyalektik materyalist olmalıdır. Bu amaca ulaşmak için, Pod Znamenem Marksizma'nın yazarları, hegelci diyalektiğin materyalist bir açıdan sistemli bir biçimde incelenmesine girişmelidirler; bu diyalektik, Marx'ın Kapital(inde ve tarihsel ve politik yapıtlarında gerçekten uyguladığı ve başarıyla uyguladığı bir şeydir, öyle ki, şimdi Doğu'daki (Japonya, Hindistan ve Çin) yeni sınıfların, —yani dünya nüfusunun büyük kısmını oluşturan ve tarihsel edilgenliğiyle ve tarihsel uyuşukluğu ile şimdiye kadar birçok ileri Avrupa ülkesinin durgunluğunu ve çürümesini koşullandırmış olan yüz milyonlarca insanın— yaşama katılması ve savaşımındaki her gün, [sayfa 311] yeni halkların ve yeni sınıfların yaşama katılmasındaki her gün, marksizmin taze bir doğrulanması olmaktadır.
      Kuşkusuz, hegelci diyalektiğin bu incelenmesi, bu yorumu bu propagandası son derece zordur ve bu doğrultudaki ilk deneylerde hata olasılığı kesindir. Ama ancak hiç bir şey yapmayanlar, hiç hata yapmazlar. Marx'ın materyalist bir biçimde kazanılmış hegelci diyalektiği uygulama yöntemini temel alırsak, bu diyalektiği her yönden geliştirebiliriz ve geliştirmeliyiz, dergide Hegel'in başlıca yapıtlarından alıntılar yayınla-malı, bunları materyalist bir biçimde yorumlamalı ve Marx'ın diyalektiği uygulayış tarzına ait örneklerin yardımıyla olduğu gibi, yakın tarihin, özellikle de modern emperyalist savaşım ve devrimin görülmemiş bir bollukta sağladığı, ekonomik ve politik ilişkiler alanındaki diyalektik örneklerinin de yardımıyla onları değerlendirmeliyiz. Benim görüşüme göre, Pod Znamenem Marksizma'nın yazıkurulu ve yazarları, bir tür "Hegelci Diyalektiğin Materyalist Dostları Derneği" oluşturmalıdır. Modern doğa bilimcileri, (aramayı bilirlerse ve biz onlara yardım etmeyi bilirsek) materyalist bir biçimde yorumlanmış hegelci diyalektikte, doğa bilimindeki devrim tarafından ortaya atılan ve burjuva modasının aydın hayranlarının ayağını gericiliğe doğru "sürçtüren" felsefî sorular bir dizi yanıt bulacaktır.
      Materyalizm, önüne böyle bir görev koymadıkça ve bu görevi sistemli bir biçimde yerine getirmedikçe, militan materyalizm olamaz. Sçedrin'in bir deyimini kullanırsak, savaşıldığı kadar savaşçı olmayacaktır. Bu olmaksızın, önde gelen doğa bilimcileri, felsefî çıkarsamalarını ve genellemelerini yaparken, eskiden olduğu kadar sık çaresiz kalacaklardır. Çünkü doğa bilimi öyle hızlı gelişmekte ve bütün alanlarda öyle derin bir devrimci altüst oluştan geçmektedir ki, felsefî çıkarsamalar olmaksızın yapması olanak-dışıdır.
      Bitirirken, Pod Znamenem Marksizma'nın da üzerinde durmak istediği felsefe ile hiç bir bağıntısı olmayan, ama her zaman toplumsal sorunlarla ilgili olan, bir örnek aktaracağım.
      Bu, modern sahte-bilimin, gerçekten de, büyük ve en rezilce gerici görüşler için bir araç görevi görüşünün bir örneğidir. [sayfa 312]
      Geçenlerde, bana, Rus Teknik Derneğinin79 Onbirinci Dairesi tarafından yayınlanan Ekonomist'in 1. sayısının (1922) bir nüshası gönderildi. Bana bu dergiyi gönderen genç komünist (onu okuyacak zamanı yoktu sanırım), onunla büyük ölçüde aynı görüşte olduğunu aceleyle ifade etmiş. Gerçekte, dergi — ne ölçüde kasten olduğunu bilmiyorum—, kuşkusuz bilim, demokrasi vb. örtüsü altında gizlenmiş modern feodalistlerin bir organıdır.
      Bay P. A. Sorokin diye biri, bu dergide, "Savaşın Etkisi" üzerine geniş bir sözde-"sosyolojik" araştırma yayınladı. Bu bilgi dolu makalede, yazarın ve yurtdışındaki sayısız öğretmen ve meslektaşlarının, "sosyolojik" yapıtlarına, bol bol bilgi dolu atıflarda bulunulmaktadır, işte onun irfanından bir örnek.
      83. sayfada,şunları okuyorum:
      "Petrograd'da her 10.000 evlenmeye karşılık şimdi 92,2 boşanma vardır — olağanüstü bir rakam. Bozulan her 100 evlilikten, 51,1'i bir yıldan az sürmüştür: yüzde 11'i bir aydan az, yüzde 22'si iki aydan az, yüzde 41'i üç-altı ay arası, ve yalnızca yüzde 26'sı altı aydan fazla sürmüştür. Bu rakamlar modern yasal evliliğin, aslında evlilik-dışı cinsel ilişki olan bir şeyi gizleyen 'çeşni' sevenlerin iştahlarını 'yasal' bir biçimde doyurmalarını olanaklı kılan bir biçim olduğunu göstermektedir." (Ekonomist, n° 1, s. 83.)
      Gerek bu bay, gerek bu dergiyi çıkaran ve bu tür konuşmalara yer veren Rus Teknik Derneği, kuşkusuz kendilerine demokrasi yandaşları gözü ile bakmaktadırlar ve aslında oldukları gibi, yani feodalist, gerici, "papaz yandaşlığının diplomalı uşakları" diye çağrılmayı büyük bir hakaret sayacaklardır.
      Burjuva ülkelerinin, evlenme, boşanma ve evlilikdışı doğmuş çocuklarla ilgili yasalarıyla ve bu alandaki gerçek durumla en ufak bir tanışıklık bile, konuyla ilgilenen herkese, en demokratik burjuva cumhuriyetlerde bile, modern burjuva demokrasisinin, bu bakımdan, kadınlara ve evlilik-dışı doğmuş çocuklara karşı gerçekten de feodal bir tavır koyduğunu göstermeye yetecektir. [sayfa 313]
      Doğaldır ki, menşeviklerin, sosyalist-devrimcilerin, anarşistlerin bir kısmının ve Batıda bunlara tekabül eden tüm partilerin, demokrasi hakkında ve onun bolşeviklerce nasıl ihlâl edildiği hakkında bağırıp çağırmalarını engellememektedir. Oysa işin aslında bolşevik devrimi, evlilik, boşanma ve evlilik-dışı doğan çocukların durumu gibi sorunları açısından, tutarlı bir biçimde demokratik olan tek devrimdir. Ve bu, her ülkenin nüfusunun yarıdan fazlasının çıkarlarını doğrudan ilgilendiren bir sorundur. Ondan önce bir sürü burjuva devrimi gelmiş ve kendilerini demokratik diye adlandırmışlarsa da, bolşevik devrimi, bu bakımdan gerek gericiliğe ve feodalizme karşı, gerek egemen ve mülk sahibi sınıfların olağan ikiyüzlülüğüne karşı, kararlı bir savaşım veren ilk ve tek devrim olmuştur.
      Her 10.000 evlenmeye karşı 92 boşanma Bay Sorokin'e olağanüstü bir rakam gibi görünüyor; ancak şunu düşünebiliriz: ya yazar, yaşamdan tümüyle koparılmış, bir manastırda yetiştirilmiştir, öyle ki böyle bir manastırın var olduğuna hemen hiç kimse inanmayacaktır, ya da gericiliğin ve burjuvazinin çıkarları için gerçekleri tahrif etmektedir. Burjuva ülkelerdeki toplumsal koşullarla biraz olsun tanışıklığı olan bir kimse, fiilî boşanmaların (kuşkusuz kilise ve yasa tarafından onaylanmamış olan), gerçek sayısı her yerde ölçülmez derecede daha büyüktür. Bu bakımdan Rusya ve öteki ülkeler arasındaki tek fark, yasalarımızın iki yüzlülüğü ve kadının ve çocuğunun alçaltılmasını onaylamayıp, hükümet adına, tüm ikiyüzlülüğe ve tüm alçaltılmaya karşı sistemli bir savaş ilân etmesidir.
      Marksist dergi de, bu modern "eğitim görmüş" feodalistlere karşı savaş vermek zorundadır. Bunlardan çok muhtemelen hiç de az olmayan bir sayı, hükümetten para almakta ve ünlü sapıklar, gençlere ait eğitim kuruluşlarında yönetici mevkiine ne kadar uyuyorlarsa, bunlar da bu işe o kadar uydukları halde gençliğimizin eğitimi için hükümetçe istihdam edilmektedirler.
      Rusya işçi sınıfı, iktidar olabileceğini gösterdi, ama onu kullanmayı henüz öğrenemedi, çünkü aksi halde bilgili toplulukların bu tür öğretmenlerini ve üyelerini, pek kibar bir [sayfa 314] biçimde, burjuva "demokrasisi"ne sahip ülkelere postalamış olurdu. Böyle feodalistlerin yeri orasıdır.
      Ama işçi sınıfı öğrenecek, yeter ki öğrenme isteği olsun. [sayfa 315]
     
      12 Mart 1922                                                 Pod Znamenem Marksizma'daki
      Pod Znamenem Marksizma
, n° 3                             metne göre basılmıştır.
      Mart 1922
      İmza: N. Lenin






Dipnotlar

[1*] Lenin, Marx'ın Fransa'da İç Savaş’ına atıfla bulunuyor (Marx and Engels, Selected Works, Vol. I, s. 473-545). - Ed.
[2*] Ayaktakımı —ç.
[3*] "Sorge Mektuplaşmaları", Neue Zeit, 25. yıl, Sayı 1 ve 2. -Ed.
[4*] Bkz : Karl Marx'ın Dr, Kugelmann'a Mektupları, Rusça çevirisi N. Lenin tarafından bir önsözle birlikte hazırlandı, St. Petersburg 1907.
[5*] Gerçek. -ç.
[6*] Lenin, Engels'in F. Kelley-Wischnewetzky'ye yazdığı 2 Mayıs 1888 tarihli mektuptan alıntı yapıyor. -Ed.
[7*] Mükemmel. -ç.
[8*] Lenin, Engels'in A. F. Sorge'a yazdığı 18 Ocak 1893 tarihli mektuptan alıntı yapıyor (Marx and Engels, Selected Correspondance, Moscow 1965, s. 453-54). - Ed.
[9*] Bkz: K. Marx, F. Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, s. 42. -Ed.
[10*] Lenin, 1877-78 Türk-Rus savaşını kastediyor. -Ed.
[11*] Bakunin ateşinden beri ilkeler bilinmektedir. -ç.
[12*] Yeri gelmişken belirtelim ki, eğer belleğim beni yanıltmıyorsa, Plehanov ya da V. î. Zasuliç 1900-03'te bana, Aramızdaki Ayrılıklar ve Rusya'da kapıyı çalan devrimin niteliği konusunda Engels'in Plehanov'a bir mektubunun olduğunu söylediler. Böyle bir mektubun var olup olmadığı ve şu anda elde bulunup bulunmadığını ve yayınlanmasının zamanının gelip gelmediğini bilmek gerçekten de ilginç olacaktır.52
[13*] Lenin, Reich Anayasası İçin Almanların Kampanyası (Die deutsche Reichsverfassungskampagne.) başlığı altındaki diziden "Cumhuriyet İçin Ölmek" makalesini kastediyor. -Ed.
[14*] Marx'ın Kugelmann'a 3 Mart 1869 tarihli mektubu (Marx and Engels, Selected Correspondance, Moscow 1965, s. 218). -Ed.
[15*] Yalnızca bir adım var! -ç.
[16*] Proletari'deki, (Cenevre) 1905, Dumadan yararlanmayı genel olarak reddetmediğimizi ama şimdi karşı karşıya bulunduğumuz bir başka sorun bile, yani doğrudan devrimci bir yol uğruna savaşmakta olduğumuzu belirten "Bulugin Dumasının Boykotu" adlı [bkz: Collected Works, Vol. 9. s. 179-87. -Ed.] makale ile karşılaştırınız. Ayrıca bkz: Proleteri'deki (Rusça baskı), 1906, Sayı 1, Dumada çalışmadan elde edilmesi gerekli yararların ufak boyutlarının vurgulandığı "Boykot" makalesi. [Bkz: V. I. Lenin, Collected Works, Vol. 11, s. 141-49. - Ed.]
[17*] Boyevcilik — Rusça boyevik sözcüğünden geliyor. Devrimci savaşım sırasında silahlı eylem taktikleri uygulayan, siyasal mahkûmların kaçmalarına yardım eden, devrimin gereksinmesini karşılamak üzere devlet malı fonlara el-koyan, casusları ve ajan provokatörleri ortadan kaldıran, vb. devrimci muharebe takımı üyesi. 1905-07 devrimi sırasında bolşeviklerin özel muharebe takımları vardı.
[18*] Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt, s. 26. -Ed.
[19*] Bkz: Bogdanov, Bazarov ve ötekiler tarafından yazılan Marksizm Felsefesi Üzerine Çalışmalar. Burası, bu kitabın tartışma yeri değildir, ama şimdi ancak şunu söylemekle yetinmeliyim ki, çok yakın bir gelecekte metinde yeni-kanatçı revizyonistler konusunda söylemiş olduğum her şeyin esas olarak bu "yeni" hümcü ve yeni berkeleyci revizyonistler için de geçerli olduğunu bir dizi makalede, ya da ayrı bir kitapçıkta tanıtlayacağız.58
[20*] Saldırı, saldırı, gene saldırı. -ç.



Sayfa başına gidiş