Viladimir İliç Lenin
Marx-Engels-Marksizm






Lenin, Marx-Engels-Marxism
[Türkçesi: Lenin: Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Mayıs 1990, İkinci Baskı]

Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.

e-posta:
Kurtuluş-Cephesi Dergisi









MARX-ENGELS MEKTUPLAŞMASI


     
      BİLİMSEL sosyalizmin, ünlü kurucularının mektuplaşmalarının çoktan vaadedilen basımı, ensonu yayınlanmış bulunuyor. Bunun yayınlanmasını, Engels, Bebel'e vasiyet etmişti, Bebel de, ölümünden kısa bir süre önce, basıma hazırlama işinin, kendi payına düşen kısmını tamamlamayı başardı.
      Birkaç hafta önce, Dietz, Stuttgart, tarafından yayınlanan Marx-Engels mektuplaşması, dört büyük ciltten oluşmuştur. Bunlar, Marx ve Engels'in 1844'ten 1883'e kadar geniş bir dönemi kapsayan, 1.386 mektubunun tümünü içeriyor.
      Editörlük işi, yani, çeşitli dönemlerdeki mektuplaşmalara önsözler yazılması, Edvard Bernstein tarafından yapılmıştır. Bekleneceği gibi, bu iş, hem teknik hem de ideolojik açıdan doyurucu olmamıştır. Bernstein, aşın oportünist görüşler doğrultusundaki ünlü "evriminden" sonra, baştanbaşa devrimci ruhla dolu mektupları baskıya hazırlama işine asla girişmemeliydi. [sayfa 69] Bernstein'ın önsözleri, kısmen anlamsız, kısmen de, tamamen yanlıştır — örneğin, Lassalle ve Schweitzer'in Marx ve Engels tarafından sergilenen," oportünist yanlışlarının kesin, açık ve kısa anlatımı yerine, şu tip seçmeci tümcelere ve sataşmalara rastlıyoruz: "Marx ve Engels, Lassalle'a karşı çıkmakta her zaman haklı değillerdi" (cilt III, s. XVIII) ya da taktiklerinde, Liebknecht'e değil, Schweitzer'e "çok yakınlardı" (cilt IV, s. X.) Bu saldırıların, oportünizmi gizlemek ve süslemekten başka bir amacı yoktur. Ne yazık ki, Marx'ın, çoğu muhalifleriyle yaptığı ideolojik savaşıma karşı takınılan bu seçmeci tutum, bugünkü Alman sosyal-demokratları arasında giderek yaygınlaşmaktadır.
      Teknik açıdan, dizin yetersizdir — bütün ciltler için bir tane dizin var (örneğin Kautsky ve Stirling, atlanılmış); tek tek mektupların notları son derece eksik ve Sorge'da ve başkalarında olduğu gibi, ait oldukları mektuplara yakın konacakları yerde, editörün önsözleri içinde kaybolmuşlar.
      Yayının fiyatı gereğinden çok fazla — dört cilt için 20 ruble kadar tutuyor. Kuşkusuz, mektuplaşmanın tamamı, daha az lüks bir basım halinde ve daha elverişli bir fiyatla yayınlanabilirdi ve yayınlanmalıydı, buna ek olarak, işçiler arasında daha geniş ölçüde dağıtılabilmesi için ilke açısından en önemli olan paragraflar seçilip ayrıca yayınlanabilirdi ve yayınlanmalıydı.
      Basımın, bütün bu kusurları, doğal ki mektuplaşmanın incelenmesinde zorluk yaratacak. Bu da üzülünecek bir şey, çünkü onun bilimsel ve siyasal değeri çok büyüktür. Burada, Marx ve Engels, okurun önünde, bütün büyüklükleriyle apaçık canlanmakla kalmıyorlar, ayrıca, marksizmin son derece zengin teorik içeriği, kusursuz bir biçimde sergileniyor, çünkü, Marx ve Engels, mektuplarında öğretilerinin en çeşitli yönlerine tekrar tekrar dönüyorlar, (eski görüşlere göre) en yeni, en önemli ve en zor görüşleri —bazan tartışarak ve çekişerek— vurguluyor ve açıklıyorlar.
      Burada —en önemli dönemeçlerdeki durumuyla ve en yaşamsal noktalarıyla— bütün dünyadaki işçi sınıfı hareketi [sayfa 70] tarihinin çarpıcı canlı bir görünümü, okurun gözleri önüne seriliyor. Daha da değerli olanı, işçi sınıfı siyasetinin tarihidir. Marx ve Engels, en farklı durumlarda, Eski ve Yeni Dünyanın çeşitli ülkelerinde ve değişik tarihsel anlarda, işçi sınıfının siyasal görevlerinin sunulmasının en önemli ilkelerini tartışıyorlar. Ve mektuplaşmanın kapsadığı dönem, işçi sınıfının burjuva demokrasisinden ayrıldığı, bağımsız bir işçi sınıfı hareketinin doğduğu, proletarya taktiklerinin ve siyasetinin temel ilkelerinin tanımlandığı bir dönemdir. Günümüzde çeşitli ülkelerdeki işçi sınıfı hareketinin, burjuvazinin durgunluğu ve çürümesi sonunda, günün bayağılıklarına dalan işçi liderlerinin uğraşması sonunda vb., oportünizmden neler çektiğini, gözlemleme fırsatını buldukça, oportünizme ve devrimci lafazanlığa en ufak bir ödün vermeden, proletaryanın, değişiklik getirmekteki temel amaçlarını en derin bir kavrayışla ortaya seren ve bu devrimci amaçlar açısından, o andaki görevlerin ve taktiklerin az rastlanır bir bükülgenlikte tanımını veren mektuplaşmanın içerdiği malzemenin zenginliği daha değerli hale gelmektedir.
      Eğer bütün mektuplaşmanın odak noktasını, açıklanan ve tartışılan fikirlerin tümünün yöneldiği merkezî noktayı bir tek sözcükle tanımlamaya kalkarsak — bu sözcük, diyalektik olacaktır. Materyalist diyalektiğin, ekonomi politiğe ta temelden yeniden biçim verilmesine uygulanması, tarihe, doğal bilime, felsefeye ve işçi sınıfının siyasetine ve taktiklerine uygulanması — işte Marx ve Engels'i en çok ilgilendiren şey, en özlü ve yeni katkılarını yaptıkları nokta ve devrimci düşünce tarihine getirdikleri ustaca ilerlemeyi oluşturan şey budur.
     

      Aşağıdaki açıklamada, mektuplaşmayı genel olarak gözden geçirdikten sonra, mektupların içeriklerinin ayrıntılı açıklamasını verdiğimizi iddia etmeden, Marx ve Engels'in ilginç sözlerinin ve tezlerinin bir özetini vermek istiyoruz. [sayfa 71]
     

1. GENEL GÖZDEN GEÇİRME


      Mektuplaşma, 1844'te 24 yaşındaki Engels'in Marx'a yazdığı mektuplarla başlıyor. Almanya'nın o zamanki durumu, çarpıcı bir canlılıkla ortaya konmuş. İlk mektup, 1844 Eylül sonu tarihini taşıyor ve Engels'in doğduğu ve ailesinin yaşadığı Barmcn'den postalanmış. O zamanlar, Engels 24 yaşında bile değildi. Aile yaşamından sıkılıyor ve uzaklaşmak istiyordu. Babası, oğlunun durmadan siyasal toplantılarda dolaşmasına ve komünist inançlarına pek öfkelenen bir despot, sofu bir fabrikatördü. Engels, çok sevdiği annesi olmasa, ayrılmadan önceki birkaç günü bile evde geçirmeyeceğini yazıyordu. "Asla inanamazsın" diye Marx'a yakınıyordu, "aile, ayrılışıma karşı ne de basit nedenler, ne de batıl korkular öne sürüyor."
      Daha Barmen'de iken —bir aşk sorunu yüzünden, burada biraz daha alıkonulmuştu— babasının önerisini kabul etti ve iki hafta kadar fabrikanın yazıhanesinde çalıştı (babası fabrikatördü). Marx'a şöyle yazıyordu: "Pazarlık etmek çok korkunç, Barmen çok korkunç, zamanı böyle harcamaları çok korkunç ve her şeyin ötesinde, yalnızca bir burjuva olarak değil, proletaryaya aktif olarak karşı koyan bir burjuva, bir fabrikatör olarak kalmak çok korkunç." Engels, işçi sınıfının durumu üzerine yazdığı kitapta (bu kitap, bildiğimiz gibi, 1845'te çıktı ve dünya sosyalist yazınının en iyi kitaplarından biridir) kendini avuttuğunu söyleyerek devam ediyor. "Ve belki de, insan, yazı yazmadığı sürece, komünist olduğu halde, dış durumu açısından bir burjuva, pazarlıkçı bir canavar olarak kalabilir, ama geniş komünist propaganda yürütmek ve aynı zamanda pazarlıkla ve sanayi ile uğraşmak, yürümez. Yeter. Paskalyada burayı bırakıyorum. Bir de buna, tam hıristiyan-Prusyalı bir ailenin, uyuşuk yaşantısını ekle — artık dayanamayacağım; sonunda bir Alman darkafalısına dönüşüp, komünizmin içine dar-kafalılığı sokabilirim." İşte genç Engels bunları yazıyordu. 1848 Devriminden sonra, yaşamın gereksinimleri onu babasının bürosuna dönmek ve uzun yıllar boyunca bir "pazarlıkçı canavar" olmak zorunda bıraktı. Ama, o, sağlam durmayı ve [sayfa 72] kendine hıristiyan-Prusyalı çevreler değil, ama tümüyle farklı yoldaşça çevreler sağlamayı ve yaşamının sonuna kadar "komünizmin içine darkafalılığın sokulmasının" amansız bir düşmanı kalmayı bildi.
      1844'te Alman eyaletlerindeki toplumsal yaşantı, 20. yüzyılın başlarında, 1905 devriminden önceki Rus toplumsal yaşantısına benziyordu. Siyasal yaşam için, genel bir zorlama, hükümete karşı kaynayan genel bir öfke vardı; rahipler, tanrıtanımazlıklarından ötürü gençliğe ateş püskürüyor; burjuva ailelerde, çocuklar, "hizmetçilere ve işçilere aristokratça davranıyorlar" diye, ana babalarıyla tartışıyorlardı.
      Genel muhalefet havası, herkesin kendini komünist ilân etmesi biçiminde yansıdı. Engels, Marx'a, "Barmen'deki polis komiseri, komünisttir" diye yazıyordu. Köln'de, Düsseldorf'ta, Elberfeld'de iken — ne yana dönse, komünistlere rastlıyordu! "Seci adında ... ateşli bir komünist karikatürist iki ay içinde Paris'e gelecek. Ona senin adresini vereceğim; heyecanlı yaradılışı ve müzik sevgisinden dolayı onu pek seveceksin, ayrıca bir karikatürist olarak çok yararlı olabilir."
      "Burada, Elberfeld'de mucizeler oluyor. Dün [22 şubat 1845'te yazılmıştır] kentin en büyük salonunda ve en iyi lokantasında, üçüncü komünist toplantımızı yaptık, ilk toplantıya 40, ikincisine 130, üçüncüye ise en az 200 kişi katıldı. Paralı aristokrasiden küçük dükkân sahiplerine kadar, bütün Elberfeld ve Barmen, proletarya dışında herkes, toplantılar da temsil edildi."
      İşte Engels, harfi harfine bunları yazıyordu. O zamanlar Almanya'da herkes komünistti, proletarya hariç. Komünizm, herkesin ve başta burjuvazinin muhalefet duygularını yansıtma biçimiydi. "Dünyada hiç bir şeyle ilgilenmeyen, en aptal, en tembel ve en darkafalı insanlar, komünizm konusunda âdeta heyecan duyuyorlar." O zaman, komünizmin baş vaizleri, bizim narodnikler, "sosyalist-devrimciler"16, "halkçı sosyalistler" ve başkaları tipinde adamlardı, yani hükümete karşı kimi daha çok, kimi daha az öfke duyan, iyi niyetli burjuvalar. Ve bu koşullar altında Engels, sayısız sahte sosyalist eğilimler ve [sayfa 73] gruplar arasında ateşli devrimciler ama kötü komünistler olan, bir yığın iyi niyetli insanla ilişkileri koparmaktan çekinmeden, onu proletarya sosyalizmine ulaştıracak yolu bulabildi.
      1846'da Engels Paris'te idi. O zamanlar Paris, siyasetle ve değişik sosyalist teorilerin tartışmalarıyla kaynıyordu. Engels, hevesle, sosyalizmi inceledi. Cabet, Louis-Blanc ve diğer önde gelen sosyalistlerle tanıştı ve bir dergi yönetim yerinden ötekine, bir çevreden ötekine koştu durdu.
      Esas olarak, o zamanın en önemli ve en yaygın sosyalist teorisi prudonculukla ilgileniyordu. Ve, Proudhon'un Sefaletin Felsefesi adlı yapıtının yayınlanmasından (Ekim 1846; Marx’ın ünlü yanıtı, Felsefenin Sefaleti 1847'te çıktı) bile önce, Engels, acımasız bir alay ve görülmemiş bir derinlikle, o zamanlar özellikle Alman sosyalist Grün tarafından savunulan, Proudhon'un temel görüşlerini eleştirdi. Kusursuz İngilizcesi (Marx İngilizceyi çok sonraları öğrenmiştir) ve İngiliz yazını hakkındaki bilgisi, Engels'in, hemen (16 Eylül 1846 tarihli mektup) İngiltere'deki ünlü prudoncu "İşçi Pazarlarının" iflâsı örneğini belirtmesini olanaklı kıldı. Engels öfkeyle, Proudhon, sosyalizmi gözden düşürüyor diye ilân etmektedir — Proudhon'un ortaya koyduğuna göre, işçilerin sermayeden hisse salınalmaları gerek.
      26 yaşındaki Engels, "gerçek sosyalizmi" tamamen ortadan kaldırıyor. Komünist Manifesto'dan çok önce, 23 Ekim 1846 tarihli mektubunda, bu deyime rastlıyoruz ve Grün'den bunun baş savunucusu olarak sözcdiliyor. "Anti-proleter, küçük-burjuva, darkafalı" bir öğreti, "salt gevezelik", her çeşit "insansever" emeller, "'kaba' komünizme karşı boş korkular" (Löffel-Komrnunismus, sözcük anlamıyla "kaşık komünizmi", "mide komünizmi"), insanlığa "mutluluk getirmek için barışçı planlar" — bunlar, Engels'in kullandığı ve Marx-öncesi sosyalizmin bütün türleri için geçerli olan sıfatlardır.
      Engels şöyle yazıyor: "Proudhon'un birlik planı, üç gece tartışıldı. Önce, Grün başlarında olmak üzere, bütün klik bana karşıydı. ... Esas konu, zor yoluyla devrimin gerekli olduğunu kanıtlamaktı." (23 Ekim 1846) Yazdığına göre Engels, sonunda [sayfa 74] çok öfkelendi, muhaliflerini öyle sıkıştırdı ki, bunlar açıkça komünizme saldırmak zorunda kaldılar. Komünist olup olmadıkları konusunda oylama yapılmasını istedi. Bu grüncüler arasında büyük bir kızgınlığa yolaçtı, "İnsanlığın iyiliğini" tartışmak için biraraya geldiklerini, komünizmin gerçekte ne olduğunu bilmeleri gerektiğini öne sürmeye başladılar. Engels, hiç bir kaçamağa fırsat vermemek için, onlara son derece basit bir tanım verdi. Engels, "bu yüzden komünistlerin amaçlarını şöyle tanımladım", diye yazıyor, "(1) burjuvazinin çıkarlarına karşı proletaryanın çıkarlarını gerçekleştirmek; (2) bunun için özel mülkiyeti kaldırmak ve yerine malların ortaklığını getirmek; (3) bu amaçları gerçekleştirmek için zor yoluyla demokratik bir devrimden başka araç kabul etmemek." (1848 devriminden bir-buçuk yıl önce yazılmıştır.)
      Tartışma, toplantıda, iki grüncünün oyuna karşı onüç oyla Engels'in tanımının kabul edilmesiyle sona erdi. Bu toplantılara, yirmi kadar marangoz ustası da katılıyordu. Böylece, Alman Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin temelleri, altmışyedi yıl önce Paris'te atılmış oldu.
      Bir yıl sonra, 23 Kasım 1847 tarihli mektubunda, Engels, Marx'a, Komünist Manifesto'nun bir taslağını hazırladığını bildiriyor ve bu arada, başta önerilen soru—yanıt yöntemine karşı olduğunu açıklıyordu. Engels, "Şöyle başlıyorum: Komünizm Nedir? Ondan sonra, doğrudan doğruya proletaryaya — onun doğuşunun tarihine, eski emekçilerle arasındaki farka, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkinin gelişmesine, bunalımlara, sonuçlarına geçiyorum. ... Sonunda, Komünistlerin Parti siyasetine." diye yazıyor.
      Engels'in bütün dünyayı dolaşmış olan ve bugün de bütün temel noktalarıyla doğru ve sanki dün yazılmışçasına gerçek ve güncel olan bir yapıtının ilk taslağı üzerine yazdığı bu tarihsel mektup, Marx ve Engels'in adlarının, modern sosyalizmin kurucusu olarak yanyana geçmesinin ne kadar haklı olduğunu açıkça kanıtlar. [sayfa 75]
     
      1913 sonunda yazılmıştır.
 
   
       

MARX VE ENGELS İÇİN DİKİLEN ANITIN
AÇILIŞ KONUŞMASI
7 KASIM 1918


      DÜNYA işçilerinin devriminin önderleri Marx ve Engels anısına dikilen bir anıtı törenle açıyoruz.
      İnsanlık, milyonlarca çalışana işkence eden, ufak bir avuç sömürücünün baskısı altında, çağlar boyu acı çekti ve zayıf düştü. Ama, bir önceki dönemin sömürücüleri, toprak ağaları, birleşmemiş, dağınık ve cahil köylü serfleri soyar ve ezerken, yeni dönemin sömürücüleri, kapitalistler, karşılarında, ayaklar altında ezilmiş halkın öncüsünü, kent, fabrika, sanayi işçilerini gördüler. Fabrika onları birleştirmiş, kent yaşantısı bunları uyandırmış, grevlerdeki ve devrimci eylemdeki ortak savaşım onları sertleştirmişti.
      Marx ve Engels'in büyük tarihsel hizmeti, kapitalizmin çöküşünü ve artık insanın insan tarafından sömürülmeyeceği komünizme geçişin kaçınılmazlığını bilimsel tahlille kanıtlamalarıdır. [sayfa 76]
      Marx ve Engels'in büyük tarihsel hizmeti, bütün ülkelerin proleterlerine, rollerini, görevlerini, uğraşlarını: sermayeye karşı devrimci savaşta ilk başkaldıran olmayı ve bu savaşımda bütün çalışanları ve sömürülenleri çevrelerinde birleştirmeyi göstermeleridir.
      Büyük sosyalistlerin bu kehanetlerinin gerçekleşmeye başladığı, olağanüstü bir dönemde yaşıyoruz. Hepimiz, birçok ülkede, proletaryanın dünya sosyalist devriminin şafağını görüyoruz. Ulusların emperyalizm tarafından katledilmesinin anlatılmaz dehşeti, her yerde ezilenlerin kahramanca ayaklanmasına yolaçıyor ve kurtuluş uğruna savaşımda, güçlerini, kat kat artırıyor.
      Marx ve Engels'in bu anıtı, milyonlarca işçiye ve köylüye, savaşımda yalnız olmadığımızı tekrar tekrar anımsatsın. Daha ileri ülkelerin işçileri, bizimle yanyana, başkaldırıyor. İlerde onları da, bizleri de, daha zor savaşlar bekliyor. Ortak savaşım ile kapitalist baskı kırılacak ve sonunda sosyalizm kazanacaktır! [sayfa 77]
     
 
     
       

MARKSÎZMÎN ÜÇ KAYNAĞI VE ÜÇ ÖĞESİ


      UYGAR dünyanın tümünde, Marx'ın öğretisi, marksizme bir çeşit "zararlı mezhep" gözü ile bakan, (resmî ve liberal) bütün burjuva biliminin aşırı düşmanlığını ve nefretini uyandırmaktadır. Ve, başka bir tutum da beklenemez, çünkü sınıfların savaşımı temeline dayanan bir toplumda, "tarafsız" toplumsal bilim yoktur. Bütün resmî ve liberal bilim, şu ya da bu biçimde ücretli köleliği savunmaktadır; oysa marksizm bu köleliğe karşı amansız bir savaş açmıştır. Ücretli köle temeline dayanan bir toplumda bilimin tarafsız olmasını beklemek, sermayenin kârlarını azaltarak işçilerin ücretlerini çoğaltmak gerekip gerekmediği sorununda, fabrikatörlerden tarafsızlık ummak kadar aptalca bir saflıktır.
      Dahası var. Felsefe tarihi ve toplumsal bilim tarihi bize tam bir açıklıkla gösteriyor ki, marksizmde, dünya uygarlığının gelişme çizgisi dışında doğmuş, dar görüşlü, taşlaşmış bir öğreti olan "sektarizm"e benzer hiç bir şey yoktur. [sayfa 78]
      Tam tersine, Marx'ın dehası, tamamen, insanlığın en önde gelen beyinlerinin getirdiği sorulara yanıtlar sağlamış olmasındadır. Onun öğretisi, felsefenin, ekonomi politiğin ve sosyalizmin en büyük temsilcilerinin öğretilerinin, doğrudan ve dolaysız bir devamı olarak doğmuştur.
      Marksist öğreti güçlüdür, çünkü doğrudur. Kapsamlı ve uyumludur ve insana kör inancın, gericiliğin ve burjuva baskısını savunmanın hiç bir biçimiyle bağdaşmayan, eksiksiz bir dünya görüşü sağlar. Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizminin temsil ettiği, insanlığın 19. yüzyılda yarattığı en iyi ürünlerin, meşru mirasçısıdır.
      İşte, kısaca özetleyeceğimiz, marksizmin üç kaynağı ve aynı zamanda üç öğesi bunlardır.
     

I


      Marksizmin felsefesi materyalizmdir. Avrupa'nın modern tarihi boyunca ve özellikle 18. yüzyıl sonlarında, her türlü ortaçağ saçmalığına, kuruluş ve düşüncelerdeki serfliğe karşı kesin bir savaş verilen Fransa'da, materyalizm, doğal bilimlerin öğretilerine bağlı, kör inanca, yobazlığa ve bunun gibi şeylere düşman tek tutarlı felsefe olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden, demokrasi düşmanları, her zaman, materyalizmi, "çürütmek", yıkmak ve türlü lekelemelerle gözden düşürmek için, çok çaba harcamışlar ve önünde sonunda dinin savunması ya da desteklenmesine indirgenen, felsefî idealizmin çeşitli biçimlerinin savunuculuğunu yapmışlardır.
      Marx ve Engels, felsefî materyalizmi en kararlı bir tutumla savundular ve bu temelden her sapışta ne derin hatalar işlendiğini tekrar tekrar açıkladılar. Bu görüşler, Engels'in Komünist Manifesto gibi her bilinçli işçinin el kitabı olan, Ludwig Feuerbach ve Anti-Dühring adlı yapıtlarında bütün açıklık ve ayrıntısıyla ortaya konmuştur.
      Ama Marx, 18. yüzyıl materyalizmi ile yetinmedi, felsefeyi daha yüksek bir düzeye çıkardı. Onu, Alman klasik felsefesinin başarılarıyla, özellikle sonradan Feuebach'ın materyalizmine [sayfa 79] yolaçmış olan, Hegel sisteminin başarılarıyla zenginleştirdi. Esas başarısı diyalektiktir, yani en tam, en derin ve en kapsamlı biçimde, sürekli gelişen maddeyi yansıtan insan bilgisinin göreceliği teorisi, evrim teorisidir. Doğal bilimlerin son buluşları —radyum, elektronlar, elementlerin dönüşümleri— eski ve çürümüş idealizme "yeniden" dönen burjuva filozoflarının öğretilerine karşın, Marx'ın diyalektik materyalizmini kesinlikle doğrulamıştır.
      Marx, felsefi materyalizmi, bütünüyle derinleştirmiş, geliştirmiş ve bunun mantıksal sonucu olarak, doğa bilgisini, insan toplumu bilgisine genişletmiştir. Onun tarihsel materyalizmi, bilimsel düşüncede büyük bir başarıdır. O güne dek, tarih ve siyaset konusundaki görüşlere egemen olan karışıklık ve gelişigüzelliğin yerini, üretici güçlerin büyümesi sonucu, bir toplumsal örgütlenme biçiminden daha üst düzeyde bir başka biçimin nasıl doğup geliştiğini —örneğin, feodalizmden kapitalizmin nasıl doğduğunu— gösteren uyumlu ve bağıntılı dikkate değer bilimsel bir teori aldı.
      İnsanın bilinci nasıl ondan bağımsız olarak var olan doğayı (yani maddenin gelişmesini) yansıtırsa, insanın toplumsal bilinci de (yani onun çeşitli felsefî, dinsel, siyasal vb. görüşleri ve öğretileri), toplumun iktisadî sistemini yansıtır. Siyasal kuruluşlar, iktisadî temele dayanan bir üstyapıdırlar. Örneğin, görüyoruz ki, çağdaş Avrupa devletlerindeki çeşitli siyasal biçimler, burjuvazinin proletarya üzerindeki egemenliğini güçlendirmeye yarıyor.
      Marx'ın felsefesi, insanlığa ve özellikle işçi sınıfına, güçlü bilgi araçları veren, tam bir felsefî materyalizmdir.
     

II


      Ekonomik sistemin, siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği temel olduğunu kavrayan Marx, bütün dikkatini bu ekonomik sistemin incelenmesine verdi. Marx'ın temel yapıtı Kapital, modern, yani kapitalist toplumun ekonomik sisteminin incelenmesine ayrılmıştır. [sayfa 80]
      Marx'tan önceki, klasik ekonomik politik, en gelişmiş kapitalist ülke olan İngiltere'de doğdu. Adam Smith ve David Ricardo, ekonomik sistemler üzerindeki araştırmalarıyla, emek-değer teorisinin temellerini attılar. Marx, onların çalışmalarını sürdürdü; teoriyi kanıtlandırdı ve tutarlı bir biçimde geliştirdi. Her metaın değerinin, bu metaın üretiminde harcanan toplumsal bakımdan gerekli-emek zamanı miktarı ile belirlendiğini gösterdi. Marx, burjuva iktisatçılarının, nesneler arasında bir ilişki olarak gördükleri şeyin, (bir metaın bir başka meta ile değişimi) insanlar arasında bir ilişki olduğunu ortaya koydu. Metaların gelişimi, ayrı ayrı üreticiler arasında, pazar aracılığıyla kurulan bağı ifade eder. Para, bu bağın giderek daha çok yakınlaştığının, ayrı ayrı üreticilerin tüm ekonomik yaşamını ayrılmaz bir bütün halinde birleştirdiğinin belirtisidir. Sermaye ise bu bağın daha da geliştiğini gösterir: insanın emek-gücü bir meta haline gelmiştir. Ücretli işçi, toprağı, fabrikaları ve iş aletlerini elinde tutanlara emek-gücünü satar. İşçi, günün bir bölümünde, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlamak için çalışır (ücretler), günün öteki bölümünde ise, karşılıksız çalışarak, kapitalist için, kapitalist sınıfın zenginliklerinin kaynağı, kârın kaynağı, artı-değeri yaratır.
      Artı-değer teorisi, Marx'ın ekonomik teorisinin temel taşıdır.
      İşçinin emeği ile yaratılan sermaye, işçiyi ezer, küçük mülk sahiplerini mahveder ve bir işsizler ordusu yaratır. Sanayide, büyük üretimin zaferi hemen görülebilir, ama aynı olgu, geniş-ölçekli kapitalist tarımın üstünlüğünün ağır bastığı, makine kullanımının arttığı ve para-sermayenin tuzağına düşen köylü ekonomisinin kullanılan geri tekniğin yükü altında dağıldığı ve yıkıma sürüklendiği tarımda da gözlenilebilir. Tarımda, küçük üretimin çöküşü değişik biçimler alır, ama çöküşün kendisi tartışılmaz bir gerçektir.
      Sermaye, küçük üretimi yıkarak, emeğin üretkenliğinin artmasına ve büyük kapitalistlerin birlikleri için bir tekel durumunun doğmasına yolaçar. Üretimin kendisi, giderek daha çok toplumsallaşmaktadır, —yüzbinlerce ve milyonlarca işçi, [sayfa 81] düzenleşik bir ekonomik kuruluş içinde birbirlerine bağlanırlar— ama bu ortak emeğin ürününe, bir avuç kapitalist elkoymaktadır. Büyük üretimdeki anarşi; bunalımlar, delice pazar ardında koşma ve halk yığınları için güvenli olmayan yaşam.
      Kapitalist sistem, işçilerin sermayeye bağımlılığını artırarak, birleşmiş emeğin büyük gücünü yaratır.
      Marx, kapitalizmin gelişmesini, rüşeym halindeki meta ekonomisinden, basit değişimden başlayarak, en yüksek biçimlerine, büyük üretime kadar adım adım incelemiştir.
      Ve eski, yeni, bütün kapitalist ülkelerin deneyimi, her geçen yıl, biraz daha çok sayıda işçiye, Marx'ın bu öğretisinin doğruluğunu, açıkça sergilemektedir.
      Kapitalizm, bütün dünyada zafer kazanmıştır, ama bu zafer, Emeğin Sermayeye karşı kazanacağı zaferin başlangıcından başka bir şey değildir.
     

III


      Feodal düzen yıkılıp, "özgür" kapitalist toplum yaşama gelir gelmez, bu özgürlüğün yeni bir baskı sistemi ve işçi sınıfının sömürülmesi anlamına geldiği hemen belli oldu. Bu baskının yansıması ve ona karşı bir protesto olarak, hemen çeşitli sosyalist öğretiler doğdu. Ancak, ilk sosyalizm, ütopik sosyalizmdi. Kapitalist toplumu eleştiriyor, (mahkûm ediyor) ve kargışlıyordu, onun yıkımının düşünü görüyordu; daha iyi bir düzen konusunda tasarılar kuruyor ve zenginleri, sömürünün ahlâksızlık olduğuna inandırmaya çabalıyordu.
      Ama ütopik sosyalizm, gerçek çözümü bulamıyordu. Kapitalizmdeki ücretli köleliğin gerçek niteliğini açıklayamıyor, kapitalist gelişmenin yasalarını ortaya koyamıyor, hangi toplumsal gücün yeni toplumun yaratıcısı olabileceğini gösteremiyordu.
      Bu arada, feodalizmin, sertliğin çöküşüyle Avrupa'nın her yerindeki ve özellikle Fransa'daki fırtınalı devrimler, bütün gelişmenin temelinin ve itici gücünün, sınıfların savaşımı olduğunu giderek daha büyük bir açıklıkla ortaya koydu. [sayfa 82]
      Feodaller sınıfının şiddetli bir direnişiyle karşılaşmadan kazanılmış hiç bir siyasal özgürlük yoktur. Hiç bir kapitalist ülke, kapitalist toplumun çeşitli sınıfları arasında, bir ölüm-kalım savaşı olmaksızın, azçok özgür ve demokratik bir temel üzerine oturtulmamıştır.
      Marx'ın dehası, bundan, dünya tarihinin öğrettiği dersi çıkartan ve bu dersi tutarlı bir biçimde uygulayan ilk insan olmasında yatar. Onun çıkardığı bu sonuç, sınıf savaşımı öğretişidir.
      İnsanlar, her zaman, siyasetteki aldatmaların ve aldanmaların aptal kurbanları olmuşlardır ve bütün ahlaksal, dinsel, siyasal ve toplumsal sözler, bildiriler ve vaadler arkasındaki şu ya da bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece de, böyle kalacaklardır. Reform ve ilerleme şampiyonları, ne kadar barbarca ve çürümüş görünürse görünsün, her eski kuruluşun, belirli egemen sınıfların zorlamasıyla ayakta durduğunu görmedikçe, her zaman eski düzenin savunucularının oyununa geleceklerdir. Ve bu sınıfların direnişini kırmanın ancak bir tek yolu vardır; bu da, çevremizdeki toplumun içinde, eskiyi silip atabilecek ve yeniyi yaratabilecek kuvveti oluşturabilen —ve toplumsal durumları yüzünden oluşturmak zorunda olan— güçleri bulmak ve bu güçleri savaşım için bilinçlendirmek ve örgütlemektir.
      Proletaryaya, o güne kadar, bütün ezilen sınıfların içinde boğulduğu manevî kölelikten kurtuluş yollarını gösteren, yalnızca Marx'ın felsefî materyalizmi olmuştur. Genel kapitalist sistem içinde, proletaryanın gerçek durumunu açıklayan, yalnızca Marx'ın ekonomik teorisi olmuştur.
      Proletaryanın bağımsız örgütleri, Amerika'dan Japonya'ya, İsveç’ten Güney Afrika'ya kadar, dünyanın her yerinde çoğalıyor. Proletarya, sınıf savaşımı vererek bilinçleniyor ve eğitiliyor; burjuva toplumun önyargılarından kurtuluyor; saflarını daha da sıklaştırıyor ve başarılarının ölçüsünü değerlendirmeyi öğreniyor; kuvvetlerini çelikleştiriyor ve karşı konulmaz bir biçimde büyüyor. [sayfa 83]
     
      Mart 1913
     
 
     
       

KARL MARX ÖĞRETİSİNİN
TARİHSEL YAZGISI


      MARX'ın öğretisindeki asıl şey, sosyalist toplumun kurucusu olarak proletaryanın tarihsel rolünün açığa çıkarılmasıdır. Dünyanın her yanındaki olayların gelişimi, Marx'ın onu açıklayışından bu yana bu öğretiyi doğrulamış mıdır?
      Marx, bu öğretiyi ilk kez 1844'te geliştirmiştir. Marx ve Engels, 1848'de yayınlanan Komünist Manifesto’larında, bu öğretinin tam bir sistematik bir açıklamasını, bugüne kadar en iyisi olarak kalmakta devam eden bir açıklamasını verdiler. O zamandan beri dünya tarihi, açık-seçik üç ana döneme bölünmüştür: (1) 1848 Devriminden Paris Komününe (1871) kadar; (2) Paris Komününden Rus Devrimine (1905) kadar; (3) Rus devriminden bu yana.
      Şimdi bu dönemlerin herbirinde Marx'ın öğretisinin yazgısının ne olduğunu görelim. [sayfa 84]
     

I


      Birinci dönemin başında, Marx'ın öğretisi hiç de egemen değildi. Sosyalizmin birçok grup ya da eğilimlerinden yalnızca biriydi. Egemen olan sosyalizm biçimleri, çoğunlukla, bizim narodizme (halkçılığa) yakın olanlarıydı: tarihsel hareketin materyalist temelinin anlaşılmaması olması, kapitalist toplumda her sınıfın rolünün ve öneminin ayırdedilmesinde yeteneksizlik, demokratik reformların burjuva niteliğinin, "halk", "adalet", "hak" ve benzeri konulardaki çeşitli yan-sosyalist tümcecikler altında gizlenmesi.
      1848 Devrimi, Marx-öncesi sosyalizmin bütün bu şamatacı, karmakarışık ve gösterişçi biçimlerine öldürücü bir darbe vurdu. Bütün ülkelerde, devrim, toplumun çeşitli sınıflarını hareket içinde ortaya çıkardı. 1848 Haziran günlerinde işçilerin Paris'te cumhuriyetçi burjuvazi tarafından kurşunlanması, doğası gereği, yalnızca proletaryanın, sosyalist olduğunu sonunda açığa çıkardı. Liberal burjuvazi, bu sınıfın bağımsızlığından, herhangi bir tür gericilikten korktuğundan yüz defa daha fazla korkuyordu. Korkak liberaller, gericilik karşısında alçalıyorlardı. Köylülük, feodalizmin kalıntılarının ortadan kaldırılışından hoşnuttu ve işçilerin demokrasisi ile burjuva liberalizmi arasında bir o yana bir bu yana yalpalayarak düzenin destekçilerine katılmıştı. Sınıf-dışı sosyalizmin ve sınıf-dışı siyasetin bütün öğretilerinin saçmalıktan başka bir şey olmadığı kanıtlanmışta
      Paris Komünü (1871) burjuva değişimlerinin bu gelişimini tamamladı, cumhuriyet, yani içerisinde sınıf ilişkilerinin en gizlenmez biçiminde göründüğü siyasal örgütlenme biçimi, sağlamlığını yalnızca proletaryanın kahramanlığına borçluydu.
      Bütün öteki Avrupa ülkelerinde daha çok karışık ve daha az tamamlanmış gelişim aynı sonuca ulaşmıştı — belirli bir biçim almış olan bir burjuva toplumu. Birinci dönemin sonuna doğru (1848-71) fırtınalar ve devrimler döneminde, Marx-öncesi sosyalizm öldü. Bağımsız proletarya partileri ortaya çıktı: Birinci Enternasyonal (1864-72) ve Alman [sayfa 85] Sosyal-Demokrat Partisi.
     

II


      İkinci dönem (1872-1904), birinciden, "barışçı" niteliğiyle, devrimlerin bulunmayışıyla ayrılır. Batı, burjuva devrimlerini tamamlamıştır. Doğu, bu devrimlere henüz başlamamıştır.
      Batı, gelmekte olan değişimlerin "barışçı" hazırlığı evresine girdi. Sosyalist partiler, özellikle proleter nitelikte olanlar, her tarafta kuruldu ve bu burjuva parlamentarizmini kullanmayı ve kendi günlük basınını, kendi eğitim kurumlarını, kendi sendikalarını ve kendi kooperatif birliklerini kurmayı öğrendiler. Marx'ın öğretisi tam bir zafer kazandı ve yayılmaya başladı. Proletaryanın güçlerinin seçilmesi ve toparlanması ve geleceğin savaşları için hazırlanması, yavaş ama sürekli bir gelişim gösteriyordu.
      Tarihin diyalektiği öyleydi ki, marksizmin teorik zaferi, onun düşmanlarını, marksist kılığına bürünmeye zorladı. İçten çürüyen liberalizm, kendini, sosyalist oportünizm biçiminde canlandırma yolunu denedi. Güçlerin büyük kavgalara hazırlanması dönemini, bu kavgalardan vazgeçme biçiminde yorumladılar. Ücret köleliğine karşı savaşımda kölelerin koşullarının iyileştirilmesini, kölelerin birkaç kuruş uğruna özgürlük haklarını satmaları anlamına aldılar. Sınıf savaşımından vazgeçerek, alçakça "toplumsal barış" (köle sahipleriyle barış), öğüdünü verdiler vb.. Bunlar parlamentonun sosyalist üyeleri arasında, işçi sınıfı hareketinin çeşitli yetkilileri arasında ve aydın "sempatizanlar" arasında pek çok yandaş bulmuştu.
     

III


      Ne var ki, oportünistler, Asya'da dünya ölçüsünde önemi olan fırtınanın yeni bir kaynağı ortaya çıkınca, kendilerini, "toplumsal barış" ve "demokrasi" koşullarında fırtınanın gereksizliği konularında pek kutlayamadılar. Sovyet devrimini, Türkiye'de, İran'da ve Çin'deki devrimler izledi. İşte şimdi biz [sayfa 86] bu fırtınalar döneminde ve bu fırtınaların Avrupa'daki "yansımaları" döneminde yaşıyoruz. Artık çeşitli "uygar" sırtlanların diş gıcırdattığı Çin cumhuriyetinin geleceği bir sorun değildir, yeryüzünde hiç bir güç, Asya'da eski serfliği yeniden canlandıramaz ya da asyatik ve yarı-asyatik ülkelerdeki yığınların destansı demokrasilerini silemez.
      Kitle savaşımının hazırlanması ve gelişmesi koşullan konusunda hesapsız bazı kimseler, Avrupa'daki kapitalizme karşı kesin savaşımın uzun bir gecikmeye uğramasıyla, umutsuzluğa ve anarşizme itilmişlerdi. Şimdi biz bu anarşist umutsuzluğun ne denli kısagörüşlü ve yüreksizce olduğunu görebiliyoruz.
      Asya'nın sekizyüz milyon nüfusu ile, Avrupa'yla aynı ülküler uğruna savaşıma sokulmuş olması gerçeği, bize iyimserlik vermelidir, umutsuzluk değil.
      Asya devrimleri, bir kez daha, liberalizmin omurgasız ve temelsiz olduğunu, demokratik yığınların bağımsızlığının olağanüstü önemini ve proletarya ile burjuvazinin her çeşidi arasındaki kesin ayırımı, bize göstermiştir. Hem Avrupa'da hem de Asya'daki deneyimden sonra, sınıf-dışı siyaset ve sınıfmış» sosyalizmden sözeden bir kimseye yapılması gereken şey, hemen onu bir kafese koyup Avustralya kangurusu ya da benzeri bir şeyle birlikte sergilemektir.
      Asya'dan sonra Avrupa da, Asya'daki gibi olmamakla birlikte, karışmaya başladı. 1872-1904 "barışçı" dönemi, bir daha dönmemek üzere geçip gitti. Yüksek geçim maliyeti ve tröstlerin zorbalığı, liberalizmle en çok bozulmuş olan İngiliz işçilerini bile harekete getiren ekonomik savaşımı, görülmemiş bir keskinliğe itmektedir. En "kalın kafalı" burjuva-Junker ülkesi Almanya'da bile, siyasal bir bunalımın mayalanmakta olduğunu görüyoruz. Çılgınca silahlanma ve emperyalizm siyaseti, modern Avrupa'yı, daha çok bir barut fıçısına benzeyen bir "toplumsal barış"a dönüştürüyor. Bu sırada, bütün burjuva partilerinin çürümesi ve proletarya partilerinin olgunlaşması sürekli gelişme gösteriyor.
      Marksizmin ortaya çıkmasından beri, dünya tarihinin her [sayfa 87] üç büyük dönemi de, marksizme yeni doğrulamalar ve yeni zaferler getirmiştir. Ama, tarihin gelmekte olan döneminde, proletaryanın öğretisi olarak marksizmi, daha büyük bir zafer beklemektedir. [sayfa 88]
     
      Mart, 1913.
     
 
     
       

PROGRAMIMIZ


      ULUSLARARASI sosyal-demokrasi, bugün ideolojik bir sarsıntı içindedir. Şimdiye dek Marx ve Engels'in öğretileri, devrimci teorinin sağlam temeli olarak kabul edilmekteydi, ama şimdi bu öğretilerin yetersiz ve geçersiz olduğu konusunda, her yerde sesler yükseliyor. Kendini bir sosyal-demokrat olarak ilân eden ve bir sosyal-demokrat organ yayınlamaya niyetlenen herkes, sosyal-demokratların ve ayrıca daha başkalarının, dikkatlerini yoğunlaştırdığı bir soruna karşı tutumunu açıkça belirlemek zorundadır.
      Biz, tümüyle marksist teorik konumdan yanayız: sosyalizmi bir ütopyadan bir bilime ilk dönüştüren, bu bilim için sağlam bir temel koyan ve bütün yanlarıyla onu daha da geliştirmede ve yetkinleştirmede izlenmesi gereken yolu gösteren ilk teori, marksizm olmuştu. Marksizm, emekçinin kiralanmasının, emek-gücünün satın alınmasının, bir avuç kapitalist, toprak, [sayfa 93] fabrika, maden sahibi vb. tarafından, milyonlarca mülksüz insanın köleleştirilmesini nasıl gizlediğini açıklayarak, modern kapitalist ekonominin yapısını açığa çıkarmıştır. Marksizm göstermiştir ki, bütün modern kapitalist gelişme, büyük üretimdeki küçük üretimi ortadan kaldırma eğilimini yansıtır ve toplumun sosyalist sistemini mümkün ve zorunlu hale getiren koşulları vardır. Marksizm, bize, kök salmış geleneklerin, siyasal entrikaların, anlaşılmaz yasaların ve muğlak öğretilerin kara örtüsü altındaki şey —sınıf savaşımını, her türden mülk sahibi sınıflar ile, mülksüz yığınlar, mülksüzlerin başında bulunan proletarya arasındaki savaşımı— sezmeyi öğretmiştir. Devrimci bir sosyalist partinin gerçek görevini açıklığa kavuşturmuştur: toplumu yeniden biçimlendirmek için planlar kurmak değil, işçilerin aldığı payı iyileştirmek konusunda kapitalistlere ve onların çanak yalayıcılarına öğüt vermek değil, komplo planları hazırlamak değil, ama proletaryanın sınıf savaşımını örgütlemek ve nihaî amacı proletaryanın siyasal gücü ele geçirmesi ve sosyalist bir toplumun örgütlenmesi olan bu savaşıma önderlik etmek.
      Ve şimdi soruyoruz: Günümüzde bu denli gürültü koparan ve Alman sosyalisti Bernstein etrafında toplanan yaygaracı "yenilikçiler" bu teoriye yeni bir şey getirmişler midir? Kesinlikle hayır. Marx ve Engels'in bize geliştirmek üzere bıraktıkları bilimi bir tek adım bile ileri götürmemişlerdir; proletaryaya, savaşımın herhangi bir yeni yöntemini öğretmemişlerdir; geri teorilerin kırıntılarını alarak ve proletaryaya savaşım teorisini değil de, teslimiyet teorisini —proletaryanın en kötü düşmanlarına, sosyalistlere eziyet etmekte yeni araçlar aramaktan hiç bıkmayan hükümetlere ve burjuva partilerine teslimiyet— öğütleyerek geri çekilmişlerdir. Rus sosyal-demokrasisinin kurucularından ve önderlerinden biri olan Plehanov, Bernstein'ın en son "eleştirisini" acımasızca eleştirmekte tamamen haklıydı; Bernstein'ın görüşleri, şimdi Alman işçilerinin temsilcileri tarafından da (Hannover Kongresinde)17 reddedilmiştir.
      Bu sözlerden ötürü bir suçlama yağmuru beklemekteyiz; bizim, sosyalist partiyi, "dogma"dan sapmalardan ötürü, her [sayfa 94] bağımsız düşünceden ötürü, "kâfirleri" cezalandıran bir "gerçek müminler" mezhebine dönüştürmek istediğimiz vb. konusunda sesler yükselecektir. Biz, bütün bu modaya uygun ve keskin tümcecikleri biliriz. Ne var ki, bunların içinde gerçeğin ve mantığın bir dirhemi bile yoktur. Bütün sosyalistleri birleştiren, onların bütün inançlarına dayanak olan ve savaşım yöntemlerine ve eylem araçlarına uyguladıkları devrimci bir teori olmadan, güçlü bir sosyalist parti olamaz. Böyle, bildiğiniz kadarıyla doğru gördüğünüz bir teoriyi, temelden yoksun saldırılara ve onu bozma girişimlerine karşı savunmak, sizin her eleştirinin düşmanı olduğunuzu göstermez. Biz, Marx'ın teorisini tamamlanmış ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine, biz, onun, eğer yaşama ayak uydurmak istiyorlarsa, sosyalistlerin her doğrultuda geliştirmek zorunda oldukları bilimin yalnızca bir temel taşını koyduğuna inanıyoruz. Biz inanıyoruz ki, Marx'ın teorisinin bağımsız geliştirilmesi, Rus sosyalistleri için özellikle önem taşımaktadır; çünkü bu teori, yalnızca, özel olarak, İngiltere’de Fransa'dakinden farklı, Fransa'da Almanya'dakinden farklı ve Almanya'da Rusya'dakinden farklı olarak uygulanan genel yol gösterici ilkeler sağlamaktadır. Bu nedenle biz, teorik sorunlar üzerinde makalelere gazetemizde sevinçle yer ayıracağız ve bütün yoldaşları anlaşmazlık noktaları üzerinde açık tartışmaya çağırmaktayız.
      Bütün sosyal-demokratların ortak programının Rusya'ya uygulanmasında ortaya çıkan temel sorunlar nelerdir? Belirtmiştik ki, bu programın özü, proletaryanın sınıf savaşımını örgütlemek ve nihaî amacı proletaryanın siyasal iktidarı ele geçirmesi ve sosyalist bir toplumun kurulması olan bu mücadeleye önderlik etmektir. Proletaryanın sınıf savaşımı, iktisadî savaşım (tek tek kapitalistlere karşı ya da tek tek kapitalist gruplarına karşı işçilerin koşullarının iyileştirilmesi mücadelesi) ile, siyasal savaşımdan (hükümete karşı, halkın haklarının genişletilmesi uğruna, yani demokrasi uğruna ve proletaryanın siyasal gücünün genişletilmesi uğruna savaşımdan oluşur. Bazı Rus sosyal-demokratları (anlaşılan bunların arasında Raboçaya Mysıl'ı yönetenler de vardır) [sayfa 95] iktisadî savaşımı kıyaslanamaz ölçüde daha önemli saymakta ve siyasal savaşımı azçok uzak bir geleceğe ertelemeye kadar işi vardırmaktadırlar. Bu tutum, temelden yanlıştır. Bütün sosyal-demokratlar, işçi sınıfının iktisadî savaşımının örgütlenmesinin zorunlu olduğu konusunda, işçiler arasında bu temele dayanarak ajitasyon yürütmenin, yani patronlara karşı günlük savaşımlarında işçilere yardımcı olmanın, baskının her biçimine ve her türüne onların dikkatlerini çekmenin ve bu yolla onlara birliğin gerekli olduğunu açıkça kavratmanın zorunlu olduğu konusunda görüşbirliği içerisindedirler. Ama siyasal savaşımı, iktisadî savaşım uğruna unutmak, uluslararası sosyal-demokrasinin temel ilkesinden ayrılmak anlamına gelir, emekçi hareketinin tüm tarihinin bize öğrettiğini unutmak anlamına gelir. Burjuvazinin ve ona hizmet eden hükümetin tescilli yandaşları, işçilerin salt iktisadî birliklerini örgütlemek ve bu yolla onları "siyasetten", sosyalizmden uzak tutmak konusunda birçok girişimlerde bile bulunmuşlardır. Rus hükümeti de, yalnızca ezildikleri ve haklarından yoksun bırakıldıkları gerçeğini onlara unutturmak için her zaman halkın önüne bir parça kemik attığı ya da atıyormuş gibi yaptığına göre, böyle bir girişimde de bulunabilir. Almanya'da ve öteki bütün Avrupa ülkelerinde (Türkiye ve Rusya hariç) işçilerin yaptıkları gibi, işçiler özgürce toplantılar düzenlemek, birlikler kurma hakkına, kendi gazetelerine sahip olma hakkına ve temsilcilerini ulusal meclislere gönderme hakkına sahip olmadan, hiç bir iktisadî savaşım, onlara sürekli bir iyileştirme sağlayamaz, ya da bu savaşım geniş boyutlarda yürütülemez. Ama bu hakları kazanabilmek için siyasal bir savaşım yürütmek zorunludur. Rusya'da yalnızca işçiler değil, tüm yurttaşlar siyasal haklardan yoksundurlar. Rusya mutlak ve sınırsız bir monarşidir. Tek başına çar, yasaları çıkarır, memurları atar ve onları denetler. Bu nedenden ötürü, Rusya'da çar ve çarlık hükümeti sanki bütün sınıflardan bağımsız ve herkese eşit davranıyormuş gibi gözükmektedir. Ama, gerçekte bütün memurlar, yalnızca mülk sahibi sınıflardan seçilmektedir ve bakanları kendi havalarına göre oynatan ve istedikleri her şeyi gerçekleştiren büyük kapitalistlerin etkisi [sayfa 96] altındadırlar. Rus işçi sınıfı çifte bir boyunduruk altına sokulmuştur; kapitalistler ve toprakbeylcri tarafından soyulup soğana çevrilmektedir ve onlara karşı savaşmasını önlemek için de polis elini ayağını bağlamakta, ağzını tıkamakta ve halkın haklarını savunmak yolunda yapılan her girişim ezilmektedir. Kapitaliste karşı her grevde, işçiler üzerine askerî ve polis birlikleri salıverilmektedir. Her iktisadî savaşım zorunlu olarak siyasal savaşıma dönüşür ve sosyal-demokrasi, birini öteki ile, proletaryanın tek bir sınıf savaşımında çözülmez bir biçimde birleştirmek zorundadır. Böyle bir savaşımın, birinci ve baş amacı, siyasal hakların kazanılması, siyasal özgürlüğün kazanılması olmalıdır. Eğer yalnız başına St. Petersburg işçileri, sosyalistlerin birazcık yardımıyla, hükümetten bir ayrıcalık koparıp almakta hızlı bir başarı sağladılarsa —işgününün kısaltılması konusundaki yasanın kabulü18—, öyleyse bir tüm olarak Rus işçi sınıfı, tek bir Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi önderliğinde, kararlı savaşım ile karşılaştırılmayacak kadar çok daha önemli ayrıcalıkları kazanabilecektir.
      Rusya İşçi sınıfı, öteki sınıfların yardımı olmasa da, tek başına, iktisadî ve siyasal savaşımını yürütmek yeteneğindedir. Ama siyasal savaşımda işçiler, tek başına değildir. Halkın haklarından tümüyle yoksun oluşu ve başı-bozuk[
1*] memurların vahşî kanunsuzlukları, özgür düşüncenin ve özgür konuşmanın cezalandırılmasını hoş görmeyen tüm namuslu eğitilmiş insanların öfkesini kabartmıştır; eziyet gören Polonyalıların, Finlilerin, Yahudilerin ve Rus mezhep gruplarının öfkesini kabartmıştır; memurların ve polisin eziyetinden hiç bir yerde kurtulamayan küçük tüccarların, imalâtçıların ve köylülerin öfkelerini kabartmıştır. Halkın bu gruplarının hepsi, ayrı ayrı, kararlı bir siyasal savaşım yürütme yeteneğinden yoksundur. Ama işçi sınıfı, bu savaşımın bayrağını yükselttiği zaman, her yandan destek sağlayacaktır. Rus sosyal-demokrasisi halkın hakları için savaşanların, demokrasi için savaşanların tümünün başına geçecek ve yenilmezliğini kanıtlayacaktır! [sayfa 97]
      Bunlar bizim temel görüşlerimizdir ve biz bunları düzenli olarak ve her yönüyle gazetemizde geliştireceğiz. İnanıyoruz ki, bu yolla biz, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin yayınlamış olduğu Bildiri'sinde belirtilen yolda yürüyeceğiz. [sayfa 98]


      1899






Dipnotlar

[1*] Lenin, bu sözcüğü, özgün metinde de Türkçe olarak kullanmıştır. —ç.



Sayfa başına gidiş