FR. UBERWEG. FELSEFE TARİHİ
ÖĞELERİ
(MAX HEINZE TARAFINDAN
GÖZDEN GEÇİRİLMİŞTİR)
3 CİLT. 1876 – 1880. LEIPZIG25
İlk kez 1930 yılında | Elyazmasına tıpatıp |
Lenin Derlemesi XII, s. 347’ | uygundur. |
de yayınlanmıştır. |
FR. PAULSEN. FELSEFEYE
GİRİŞ
189926
Girişin sorunu açıkça ortaya koyma tarzı, son derece karakteristiktir: Modern felsefenin sorunu, “dinsel dünya görüşünü doğanın bilimsel açıklamasıyle uzlaştırmaktır” (s. IV)[49]. Sic! Ve tüm ayrıntılarda geliştiriliyor bu fikir: Mücadele, denilmekte, iki cephede birdendir – maddeciliğe karşı ve (hem Katolik, hem Protestan) Cizvitçiliğe (“Jesuitisme”) karşı. Tabii burada maddecilik, rein mechanisch, physikalisch u.s.w.[50] olarak anlaşılmakta (verilmekte?). Modern felsefenin Kant’a dayandığını ve bir “idealist bircilik” meydana getirdiğini de açıkça söylüyor yazar. 10. sayfaya kadar... “bilme ile iman arasında barış”... Ve s. 11 : “Bu barışı kurmak”, “işte Kant felsefesinin ekseni... Her ikisine de kendi hakkını vermek: Hume’un şüpheciliğine karşı, bilgi’ye; maddecilik’te dogmatik olumsuzluğa karşı, iman’a – işte kendi çalışmasının ürünü” (12). “Bir tek şey bulandırabilir, umutla” (bu barış’ın umuduyle) “dolu olan bu perspektifi; o da... dinin mutlak düşmanı ve şimdi geniş halk yığınları arasında yayılmakta olan radikalizmdir... |
|||||
Görüldüğü gibi, dinsizlik şimdi sosyal-demokrasinin dogması halindedir” (bir vakitler de burjuvazinin dogması halindeydi), (s. 14 –15). | |||||
“Tersine döndürülmüş bir dinselliktir bu. Ve tıpkı eskisi gibi bu yeni olumsuz dogmatizm de, eleştiri ve şüphe ruhunu dogmalarıyle zincire vurması bakımından, bilimin düşmanıdır.” | ? | ||||
(Antipfaffen[51] başlığını hatırlatıyor; ve Hıristiyanlığın zenginlere karşı her türlü taraflılığa yabancı olduğunu ve Avrupa’nın içine yuvarlanmakta olduğu kavgadan sonra da var olmağa devam edeceğini ileri sürüyor.) [sayfa 41] | |||||
Maddeciliği eleştirirken ve (idealist anlamda yorumladığı) Allbeseelung[52] teorisini savunurken, Paulsen hiç farkına varmıyor ki 1) eleştirdiği şey maddecilik değil, bazı maddecilerin bazı kanıtlarıdır; 2) ve çağdaş psikolojiyi idealist anlamda yorumlamakla, kendi kendisiyle çelişkiye düşmektedir.
Bk. s. 126 “Kuvvet... belirli bir etkinliğe doğru bir yönsemeden başka bir şey değildir; ve dolayısiyle de, genel özüyle, bilinçsiz irade ile düşümdeşir.” (Ergo - Seelenvorgänge und Kraft[53], yazara başlangıçta gözüktüğü kadar unüberbrückbar[54] değildirler katiyen, s. 90 u. ff..[55] S. 112–116 : Weltall[56], niçin Weltgeistes’in[57] taşıyıcısı olamaz? Çünkü insan ve beyni, yazarın da doğrudan doğruya kabul ettiği gibi, zihnin üstün gelişmesidirler. |
|||||
Paulsen maddecileri eleştirdiğinden, zihnin üstün biçimlerini maddeye karşıt tutuyor. İdealizmi savunduğunda ve çağdaş psikolojiyi idealistçe yorumladığında, zihnin aşağı biçimlerini Kräfte’ye[58] yaklaştırıyor. Felsefesinin can evinden vurulabileceği nokta da işte burası.) | NB | ||||
Bk. özellikle, Paulsen’in madde’nin ölü bir şey olduğu fikrine karşı çıktığı 106–107. sayfalar. × Kontra, s. 86 : “en ufak bir düşünce izini bile içermez hareket”.. Gedanke ist Bewegung[59] fikrinden, biraz fazla kolay bir şekilde sıyrılıyor gibi görünmekte yazar. Kanıtları, şu basit “kamu sağduyusu”na indirgenebilir rahatça : “Saçmadır bu”, “düşünce bir hareket değil bir düşüncedir” (s. 87). Bu anlayışa göre, ısı da belki bir hareket değil sadece ısıdır örneğin?? Tepeden tırnağa budalaca şeyler yazarın ileri sürdüğü kanıtlar : Fizyoloji bilgini, düşüncelerden söz etmeğe devam edecektir hep, diyor, bu düşüncelere benzer hareketlerden söz etmeyecektir artık. Isı için de öyledir: Hiç kimse hiç bir zaman ısıdan söz etmezlik edemeyecektir. [sayfa 42] Açıkça bu fizyoloji bilgini, “yöndeş damar devindiren sinir sürecinin hanımına” sözetmeyecektir... “Böyle bir şey, apaçık bir saçmalık olurdu” (86–87). Elbette! Ama B. Paulsen’in saçmalığı bu! Bir ısı eksikliği duyacak olursak, ısının bir çeşit hareket olduğu üzerine değil, kömür bulma çareleri üzerine konuşmağa başlarız. Düşüncenin Bewegung olduğu tezini, sinnlos[60] olarak değerlendiriyor Paulsen. Kendisine gelince, ikiciliğe karşı kendisi ve aynı zamanda da “eşdeğer”den söz ediyor (140 ve 143) – “psişik’ın (ya da Begleiterscheinung[61]) fizik eşdeğeri”. Yazarı Büchner’e karşı tiksinti dolu bir öfkeye sürükleyen begriffliche Konfusion’un[62] ta kendisi değil mi yani bu? Kendi paralelizm anlayışının “lokal” değil de “ideal” olduğunu söylerken (s. 146), ikici karakterini daha açıkça ortaya koymuş oluyor Paulsen. Bir açıklama değil bu, bir teori de değil, basit bir söz kurnazlığı. [sayfa 43] |
1908’te yazılmıştır. | |
İlk kez 1930 yılında Lenin | Elyazmasına tıpatıp |
Derlemesi XII’de yayınlanmıştır. | uygundur. |
ERNST HAECKEL’İN HAYATIN MUCİZELERİ
VE EVRENİN MUAMMALARI BAŞLIKLI
KİTAPLARININ KONTRANDÜSÜ ÜZERİNE
NOT
Frankfurter Zeitung. 1904
no. 348 (15 Aralık),
1. sabah baskısı
1904 sonunda yazılmıştır | Elyazmasına tıpatıp |
uygundur. |
SORBONNE KİTAPLIĞINDAKİ DOĞA BİLİMLERİ
VE FELSEFE KİTAPLARI
ÜZERİNE NOTLAR28
Seiten 1 - 293 - felsefe akımları 294 - 445 - felsefe problemleri |
On felsefe akımı:29 1) yeni –idealizm (iradeci metafizik) 2) yeni pozitivizm (pragmacılık) W. James. 3) “yeni-Naturphilosophie hareketi” (Ostwald ve enerjetik’in maddecilik üzerindeki “zaferi”) 4) “yeni – romantizm” (H. St. Cham-berlain, vs.) 5) Yeni-vitalizm 6) evrimcilik (Spencer) 7) bireycilik (Nietzsche) 8) geisteswissenschaftliche Bewe-gung[66] (Dilthey) 9) philosophiegeschichtliche[67] 10) yeni-gerçekçilik (Eduard von Hartmanü!) |
birinci nerede ??
not gecikmeli mi yoksa?? |
1909 yılının ilk yansında | |
yazılmıştır | Elyazmasına tıpatıp |
İlk olarak 1933 yılında Lenin | uygundur. |
Derlemesi XXV’te yayımlanmıştır |
FEUERBACH’IN
DİNİN ÖZÜ ÜZERİNE DERSLER
YAPITININ ÖZETİ30
En erken 1909 yılında | |
yazılmıştır | Elyazmasına tıpatıp |
İlk olarak 1930 yılında | uygundur. |
Lenin Derlemesi XII’de yayımlanmıştır |
L. FEUERBACH. YAPITLAR C. 8, 1851
“DİNİN ÖZÜ ÜZERİNE DERSLER”31
8° R. 807
Önsöz’ün tarihi, 1.1.51. “Bitişi utanç verici ve sonuçsuz olan”[68]* 48 devrimine niye katılmadığını açıklıyor burada Feuerbach (VII). 48 devrimi, Orts -und Zeitsinn’den[69] yoksundu ; des Herrn’den[70]* bekliyorlardı fikir özgürlüğünü anayasacılar, cumhuriyetçilerse (VII–VIII) kendi iradelerinden (“cumhuriyetin hemen doğmasını sağlamak için, bunu istemek yetiyordu”)... (VIII).
“Devrim yeniden patlar ve ben de bu devrime aktif şekilde katılırsam, işte o vakit zafere ulaşacağından ve gerek monarşinin gerekse hiyerarşinin sonlarının geldiğinden emin olabilirsiniz” (VII). 1. ders (1–11) S. 2 “Siyasal ve felsefî idealizmden bıktık usandık artık; şimdi siyasal maddeci olmak istiyoruz biz.” 3–4 – Niçin köye çekilmiş Feuerbach : “Tanrı’ya inanan insanlar”dan kopuş, s. 4 (Z. 7 v. u.[71]) (bkz. s. 3 in f.[72]) – “doğa” ile yaşamak (5). tüm “überspanntes” koşulları ablegen.[73] 7–11 Yapıtlarının bir özetini veriyor Feuerbach (7–9): “Modern felsefenin tarihi” (9–11 “Spinoza”, “Leibniz”)32. [sayfa 51] 2. ders (12–20) 12–14 “Bayie” 15. Sinnlichkeit[74], “maddesel ile tinselin düşünülmüş ve kurulmuş birliği değil, gerçekten varolan hakikî birliği”dir bence: “Öyleyse tıpkı gerçeklik kadar bendedir bu birlik”. Sadece Magen[75] değildir sinnlich olan, Kopf[76] da vardır (15). (16–20: Feuerbach, Ölümsüzlük üzerine yapıt, açıklama33). 3. ders (21–30). “Hıristiyanlığın Özü”34 adlı yapıtıma, bana göre insan’ın hiç bir şeye bağımlı olmadığı öne sürülerek karşı çıkıldı; “insanı tanrılaştırdığım söylenerek, bu sözümona tanrılaştırmaya karşı çıkıldı” (24). “Ama insanın önkoşul olarak sahip bulunduğu varlık... sizin Tanrı’nız değildir; doğanın ta kendisidir” (25). “Doğa’nın bilinçten yoksun varlığı, ebedî, kökensiz, ilk varlıktır benim için; ama sıra bakımından değil, zaman içinde ilk varlıktır, manevî bakımdan değil, fizik bakımdan ilk varlık”... (27). Bir olumlamayı da içinde barındırmaktadır benim olumsuzlamam... “Benim öğretimin mantıksal sonucu, hiç şüphe yok ki, Tanrı’nın olmadığıdır” (29), ama Tanrı’nın özünün bilgisinden çıkar bu sonuç (= doğanın özünün, insanın özünün dilegelişi, anlatımı). 4. ders. “Bağımlılık duygusu, dinin temelidir” (31) (“Furcht”[77] 33 4–5–6). “Spekülatif diye anılan filozoflar... o filozoflardır ki görüşlerini eşyaya değil eşyayı görüşlerine uyarlamaktadırlar” (31). (5. ders) [sayfa 52] – Korkuyu, Tanrı’ya inanışı asıl doğuran, ölüm’dür (41). “İnsanı doğadan kopartıp alan idealizmden tiksiniyorum; doğaya bağımlı olmaktan utanç duymuyorum” (44). “Hıristiyanlığın özü”nde, teolojik anlamda doğanın tanrılaştırılmasını nasıl istemiyorsam..., aptalca başıma kakıldığı gibi, insanı da tanrılaştırmış değilim ben...” (46–47). 6. ders – Hayvanlara tapınma (50 ff). “Ama insanı bağımlılığı altında tutan... doğadır, duyuların nesnesi olan doğa... Doğanın duyular aracılığıyle insan üzerinde yarattığı bütün izlenimler... dinsel tapınma nedenleri haline gelebilirler” (55). (7. ders) Egoizmden kastım, “filistenin ve burjuvanın” egoizmi değil (63); “teolojik ikiyüzlülüğe, dinsel ve spekülatif fantastik anlayışına, siyasal despotizme” karşı doğaya, insan aklına uygunluğun felsefî ilkesidir (63 i. f.) Bk. 64, çok önemli. Id. 68 i. f. ve 69 i. f. – (felsefî anlamda) egoizm, dinin köküdür. (70: Die Gelehrten[78] kendi silâhlarıyle, yani gene kendilerinden yapılacak alıntı ve aktarmalarla yenik düşürülebilirler ancak)... ... “man die Gelehrten nur durch ihre eigenen Waffen, d. h. Zitate schlagen kann”... (70). Bu arada s. 78’de: Energie d. h. Thätigkeit[79] deyimini kullanıyor Feuerbach. Bu, kayda değer. Gerçekten de enerji kavramının içinde, örneğin hareket kavramında bulunmayan öznel bir durak (moment) vardır. Ya da, daha doğrusu, enerji kavramında ya da bu kavramın dilbilimsel kullanımında nesnelliği dışındalayan birşeyler var. Ayın hareketine versus[80] ayın enerjisi (bk.) 107 i. f. ... “Kökendeki varlıktır doğa, ilk ve son varlıktır.” [sayfa 53] 111 ... “Benim için... felsefede... duyulur olan, ilktir; bundan kastım, ilk’in aşılması gereken anlamına geldiği spekülatif felsefe anlamında ilk değildir sadece, varolan’dan tümdengelimle çıkarılamayan ve kendi kendisi dolayısiyle hakikî olan anlamında ilk’tir.”. ... “Tinsel olan – duyulur olan’ın dışında ve onsuz, hiç bir şey değildir.” NB genellikle s. 111 ...”felsefenin hareket noktası olan... duyuların hakikilik ve cevhersellik karakteri... (NB).” 112 ... “İnsan, fizik gerçeklik olan kafası aracılığıyle düşünür ancak. Akıl, duyuların toplanma noktası olan kafada, beyinde, sağlam bir maddesel alana sahiptir.
114: Doğa = ilk, unableitbares, ursprüngliches Wesen** “Böylece “Dinin özü” ile ‘’Felsefenin ilkeleri” biribirlerine bağımlıdırlar36” (113). “Hiç bir şeyi tanrılaştırmıyorum; dolayısıyle, doğayı da” (115). 116 – Doğanın tanımı’nı vermemek suçlamasını cevaplıyor Feuerbach : “Doğa deyince, insanın, insanolmayan olarak kendinden ayırdettiği tüm duyulur kuvvetlerin, şeylerin ve varlıkların bütününü anlamaktayım... Ya da, sözcüğü pratik açıdan alacak olursak: Doğa, tanrıcı imanın doğaüstü telkinlerinden bağımsız bir şekilde, dolayımsızca, duyulur biçimde, hayatının temeli ve nesnesi olarak kendini insana sunan şeydir. Işıktır, elektriktir, magnetizmadır, havadır, sudur, ateştir, topraktır, hayvandır, bitkidir doğa, irada dışı ve bilinçsiz davrandığı oranda insandır, – “doğa” sözcüğünden kastettiğim başka hiç bir şey yok; hele gizemli, bulanık, teolojik hiç mi hiç bir şey yok” (daha yukarıda: Spinoza’dan farklı olarak). [sayfa 54] ... “Doğa, gördüğün ve insanın ellerinin ve düşüncesinin eseri olmayan herşeydir. Ya da doğa, anatomisini ele alarak söyleyecek olursak, varlıktır ya da varlıkların ve şeylerin bütünüdür; bu varlığın ya da, varlıklar ve şeyler bütününün varoluşunu ve özünü ortaya koyan ve meydana getiren mevcudiyetinin (présence’ının), eylemlerinin ya da etkilerinin temeli ise, düşünce değil ya da iradenin niyetleri ve kararları değil, astronomik ya da kosmik, mekanik, kimyasal, fiziksel, fizyolojik yada organik kuvvetler ya da nedenlerdir” (116 –117).
121 – bir ilk neden (=Tanrı)” olmak gerekir şeklindeki kanıta karşı. “Ancak insanın dar kafalılığı ve rahat düşkünlüğüdür ki, zamanın yerine ebediyeti, sonu gelmeyen nedenden nedene gidişin yerine sonsuzu, kesiksiz eylem halindeki doğanın yerine hareketsiz tanrıyı, ebedî hareketin yerine ebedî durgunluğu koymaktadır” (121 i. f.). 124–125. Öznel ihtiyaçlarından ötürü insanlar, somutun yerine soyutu, sezginin yerine kavramı, çok’un yerine bir’i, nedenlerin sonsuz S sinin yerine tek nedeni koymaktadırlar. Ama bu soyutlamaların “hiç bir nesnel değeri ve nesnel varoluşu, bizim dışımızda hiç bir varoluşu yoktur” (125). ... “Ne başlangıcı vardır doğanın, ne de sonu. Doğada herşey karşılıklı etki halindedir, herşey göreceldir, herşey aynı zamanda neden ve sonuçtur, evrensel ve karşıttır.”... Tanrı’nın yeri yok burada katiyen (129 –130 ; Tanrı’ya karşı basit kanıtlar). ...”Tanrıcıların, teoloji bilginlerinin, spekülatif adı verilen filozofların anlamında, şeylerin ilk ve evrensel nedeninin nedeni, insanın aklıdır”... (130). “Tanrı... kişileşmiş ve bağımsızlığa yücelmiş öz olarak, genelde nedendir, neden kavramıdır”.. (131). “Soyut doğadır Tanrı; yani duyulur, düşünülmüş ve anlayış gücünün bir nesnesine yada bir varlığına dönüşmüş sezgiden soyutlanan doğadır; ilk anlamında doğa, duyuların bize bildirdiği ve dolayımsız olarak sunduğu haliyle, duyulur, gerçek doğadır” (133). [sayfa 55] Tanrıcılar (ölü bir kitle yada madde haline getirdikleri) doğadaki hareketin nedenini görürler Tanrı’da (134). Ama Tanrı’nın kudreti, aslında, doğanın kudretindir (Naturmacht : 135). ... “Gerçekten de biz, şeylerin özeliklerini, gene bu şeylerin eyleme tarzları aracılığıyle tanıyabiliriz ancak...” (136). Tanrıtanımazlık (136 –137), ne das moralische Über (= das ideal)[81]’i, ne de das natürliche Über (= die Natur)[82] ‘i ortadan yok etmez. ... “Dünyanın bir form’undan, dünyadaki bireysel varlıkların ve etkilerin ardarda geliş tarzından başka bir şey midir zaman? Bu durumda ben nasıl olur da dünyaya zaman içinde bir başlangıç verebilirim?” (145). ... “Tanrı, düşüncede dünyadır ancak... Tanrı ile dünya arasındaki fark, zihin (esprit) ile duyular arasındaki, düşünce ile dolayımsız görünüş arasındaki farktan başka bir şey değildir”... (146). Bizim dışımızda varolan bir varlık olarak sunulmak istenilmekte Tanrı. Ama işte bunu yapmak, duyulur varlığın hakikiliğini kabul etmek olmuyor mu doğrudan doğruya? “Böylece” (sırf bundan dolayı) “kabul edilmiş olmuyor mu ki, duyulur varoluş dışında varoluş yoktur? Bizim dışımızda bir varoluşun, düşünceden bağımsız bir varoluşun, duyulur deneyden gayrı bir işareti, duyulur deneyden gayrı bir ölçütü var mı elimizde?” (148). ... “Maddeselliğinden ve cisimselliğinden ayrılmış... doğa... Tanrı’dır”... (149). “Doğa’yı Tanrı’dan hareket ederek çıkarmak, orijinali resminden, kopyasından, bir şeyi o şeyin idesinden çıkarmak istemekten farksızdır” (149). İnsan, soyutlamaları – örneğin zaman ve mekân’ı – Verkehrtheit (149 i. f.), verselbständigen[83] erkine sahiptir (150). “İnsan zamanı ve mekânı, mekânsal ve zamansal şeylerden soyutladığı halde... gene de bu [sayfa 56] şeylere, varoluşlarının ilk nedenleri ve koşulları olarak, mekânı ve zamanı varsayar. Demek ki, dünyanın, yani gerçek şeylerin bütünlüğünün, dünyanın cevherinin, muhtevasının, mekânın içinde ve zamanın içinde bir kökeni olduğunu düşünmektedir. Hegel’de bile madde, sadece zamanın ve mekânın içinde doğmaz, bunun yanı sıra zamandan ve mekândan doğar” (150). “İşte bunun içindir ki, zamanın, zamansal şeylerden ayrılmış olarak, niçin Tanrı ile özdeş tutulamayacağını kavramak gerçekte zordur” (151). ... “Gerçeklikte, bunun tam tersi doğrudur..., mekânı ve zamanı varsayan, şeyler değildir, mekân ve zaman şeyleri varsayar; çünkü mekân yada uzam, uzanan, yayılan bir şeyi ve zaman da hareketi varsaymaktadır: Gerçekten de, hareketten türeme bir kavramdan başka bir şey olmayan zaman, hareket halindeki bir şeyi varsayar. Herşey mekânsal ve zamansaldır” (151–152). “Dünyayı bir Tanrı’nın yaratıp yaratmadığı sorunu... zihnin (esprinin) duyulur dünyaya bağlantısı sorunudur” (152). – alabildiğine önemli ve zor bir felsefe sorunudur bu, bütün felsefe tarihi bu sorunun çevresinde döner (153) – Eski Çağ felsefesinde Stoacılarla Epikuroscuların, Platoncularla Aristotelesçilerin, şüphecilerle dogmacıların, Orta Çağda adcılarla gerçekçilerin, modern dönemde de idealistlerle “gerçekçiler ya da ampiristler”in (sic! 153) kavgaları. Şu yada bu felsefeye eğilim, bir parça da (kitabî versus pratik) insanların karakterine bağlıdır. “Bilgeliği, iyiliği, güzelliği inkâr etmiyorum ben; bu jenerik kavramların birer varlık olduklarını, tanrılar yada Tanrı’nın yüklemleri gibi, kendi kendilerini koyan Platoncu ideler yada Hegelci kavramlar gibi olduklarını inkâr ediyorum sadece” (158) – bunlar, insanların özelikleri olarak vardırlar ancak. Tanrı’ya inanışın bir başka nedeni daha: Erekçi etkinliğinin idesini doğaya aktarıp yükler insan. Erekliği vardır doğanın – ergo[84] akıl sahibi bir varlık tarafından yaratılmıştır (160). [sayfa 57] “Nitekim insanın doğanın erekliği diye adlandırdığı ve öylece kavradığı şey, aslında, dünyanın birliğinden, nedenlerle sonuçların uyumundan, genellikle doğadaki herşeyin içinde varolduğu ve eylediği o karşılıklı bağlantıdan başka bir şey değildir” (161). ... “İnsanın, daha çok sayıda duyu yada organla donanmış olsa idi, doğada daha çok özeliği yada şeyi tanıyıp bilebileceğini düşünmenin hiç yeri yoktur. Dış dünyada, inorganik doğada olduğu gibi organik doğada da, şu şimdi olduğundan daha çok özelik yada şey yoktur. Ve dünyayı bütünlüğü, bütüncülüğü içinde kavrayabilmesi için tastamam yeterli sayıda zorunlu duyuya sahiptir insan” (163).
168 – “Sonsuz bilgelik” (Tanrı’nınki) konusundaki söylevlerinden ötürü Liebig’e karşı... || Feuerbach ve doğa bilimleri!! NB Bk. bugün Mach ve şürekası38. || 174 –175 –178 – Doğa=cumhuriyetçi doğa; Tanrı = hükümdar \ Feuerbach’ta defalarca var bu! \ 188–190 – Ataerkil bir hükümdardı Tanrı; şimdi ise, anayasacı bir hükümdar oldu; yönetiyor gene, ama yasalara uyarak yönetiyor. Nereden geldi espiri (Geist) ? – diye soruyor tanrıcılar, tanrıtanımaza (196). Pek aşağılık (despectierliche: 196) bir şey olarak görüyorlar doğayı, espiriyi de yüce mi yüce (zu hohe, zu vornehme (!!) Vorstellung[85]) bir şey olarak görüyorlar. Bir Regierungsrath[86] bile kendini doğrudan doğruya doğayla açıklayamazdı (197). “Vücutla gelişir espiri, duyularla gelişir... duyulara bağlıdır... Kafatası nereden geliyorsa, [sayfa 58] beyin nereden geliyorsa, espiri de oradan geliyordur; organ nereden geliyorsa, işlevi de oradan geliyordur” (197: bk. daha yukarda (197) “kafanın içinde espiri”). “Spritüel faaliyet bile gövdeseldir, cisimseldir” (197–198). Cisimsel dünyayı espiriden, Tanrı’dan doğurtmak, dünyayı hiçten yaratmağa götürür – “çünkü espiri, maddeyi, cisimsel cevherleri, hiç’ten almıyorsa nereden alıyor?” (199). ... “Doğa cisimseldir, maddeseldir, duyulur’dur” (201). Jacob Böhme = “maddeci tanrıcı”: Yalnız espiriyi değil maddeyi de tanrısallaştırır. Tanrı maddeseldir onda – mistisizmi buradadır (202). ... “Gözlerle ellerin başladığı yerde, tanrılar biter” (203). (Tanrıcılar “doğadaki kötülüğü... maddeye, yada doğanın önüne geçilmez zorunluğu’na yüklerler” (212). 213’ün ortası ve 215’in ortasında “naturliche” und “bürgerliche Welt”[87]. Burada 1. bölümü (dinin temeli olarak doğa üzerine) bitirdiğini ve 2. bölüme geçtiğini yazıyor Feuerbach: İnsan espirisinin özelikleri Geistesreligion[88]’da kendisini göstermektedir. – “Din, şiirdir” – denilebilir, iman = hayal-gücü olduğuna göre. Ama şiiri ortadan kaldırmış olmuyor mu(Feuerbach)yum böylece? Hayır. Dini, şiir değil de sadece basit nesir olduğu “ölçüde” (Feuerbach’ın italikleri) yürürlükten kaldırmış oluyorum (aufhebe) (233). Yapıtlarının gerçeklik olarak kabul edilmesini şart koşmaz sanat (233). [sayfa 59] Dinde, hayalgücünün dışında, Gemüth[89] (261), pratik yan (258), en iyinin, korumanın, yardımın, v.s. aranışı... çok büyük önem taşır. (263) Dinde avunç aranır (tanrıtanımazlık, trostlos[90] oluyormuş). “Oysa, doğanın değişmez bir zorunlulukla davranmadığı, doğanın zorunluğunun üzerinde insanları seven bir varlık bulunduğu düşüncesi..., insan egoizmine hoş gelen bir düşüncedir” (264). Ve sonraki cümlede, bir taşın düşüşünün “Naturnotwendigkeit[91]” u (264).
Din = çocukluk, insanlığın çocukluk çağı (269); ahlak’tan bir Tanrı yapıp çıkardı Hristiyanlık, bir ahlaki Tanrı yarattı (274). Embriyon halindeki kültürdür din, denebilir ki: “En gerçek din, kültürdür”... “Ama sözcükleri zorlamak, kötüye kullanmak olur bu; çünkü din sözcüğüne, boş ve kör inançlarla açılan insandışı tasarımlar bağlıdır daima” (275). Eğitim’e övgü (277). “Dinin hayat üzerinde, özellikle de kamusal ve siyasal hayat üzerinde en ufak bir etkisi olamayacağını ileri süren yüzeysel bir görüş ve olumlama.” “Kendi payıma, insanı dinin kölesi olarak bırakan bir siyasal hürriyete on paralık değer vermem” (281). Din insanda doğuştandır (“bu önerme..,, has Almancaya çevrilince, şu demektir” =kör inanç insanda doğuştandır (283). “Hıristiyana göre, doğa karşısında hür bir neden vardır; doğanın, iradesine ve sözüne itaat ettiği bir efendidir bu; nedensel bağ diye adlandırılan şeye, zorunluğa, sonucu nedene ve nedeni sonuca [sayfa 60] birleştiren zincire bağlı olmayan bir Tanrı’dır. Oysa payenlerin Tanrısı, doğanın zorunluğuna bağlıdır; ve en gözde kullarını kurtaramaz bile ölümün zorunluğundan.” (Görüldüğü gibi, sistematik şekilde: Notwendigkeit der Natur, yazmakta Feuerbach). “Ama Hristiyanın hür bir neden kabul etmesi, arzularında, kendini doğanın zorunluğuna, bağıntılılığına bağlamamasındandır” (301). ((Ve aynı sayfada üç kez daha: Notwendigkeit der Natur.)) Ve s. 302 : doğanın, insanın varoluşunu egemenlikleri altında tutan tüm yasaları ya da zorunlukları”... Bk. 307: “Lauf der Natur”[93]. “Doğayı Tanrı’ya bağımlı kılmak, doğanın evrensel düzenini ve zorunluğunu iradeye bağımlı kılmaktır” (312). Ve s. 313 (yukarda) – “Naturwendigkeit” !! 320: “doğanın zorunluğu” (der Natur)... Genellikle insan, öznel’i nesnel’e dönüştürür; yani ancak düşüncesinde, tasarımında, hayalgücünde varolan bir şeyden, düşüncesinin, tasarımının, hayalgücünün dışında varolan bir şey yapar; insanın bu dönüştürme tarzının “örnekler”ini... dinsel tasarımlarda bol bol “buluruz”... (328). “Görüldüğü gibi Hristiyanlar, espiriyi, ruhu, insanın vücudundan koparıp almakta ve bu koparılmış, vücuttan yoksun bırakılmış espiriyi kendilerine Tanrı yapmaktadırlar” (332).
“Düşüncede, sıfatı isimden, özeliği özden ayırmaktadır insan... Ve metafizik Tanrı, doğadan [sayfa 64] çıkarılıp alınmış en genel özeliklerin bütününden, özetinden başka bir şey değildir; işte bu özeti, duyulur varlıktan, doğanın maddesinden ayırarak, hayalgücünün yardımıyle bir özneye ya da bağımsız bir varlığa dönüştürür yeniden insan” (417). Aynı rolü oynuyor Mantık da (418, Hegel söz konusu tabii): das Sein’ı, das Wesen’i[96] tikel bir gerçekliğe dönüştürüyor. – “Metafizik varoluştan fizik bir varoluş, öznel varoluştan nesnel bir varoluş yapmak istemek, mantıksal yada soyut varoluştan tutup da yeniden mantıksal, gerçek bir varoluş yapmak istemek, saçmasapan bir iştir!” (418). “Demek ki, varlıkla düşünce arasında ebedî bir kopma ve bir çelişme var? Evet, ama sadece kafada; gerçekte ise, bu çelişme çoktan çözüldü; ve şüphesiz ki, senin ilkokula özgü kavramlarına değil de gerçekliğe uygun bir tarzda çözüldü; beş duyunun besiyle birden çözüldü tabii” (418). 428: Tanrı olmayan herşey, hiçtir; yani Ben olmayan herşey, hiçtir.[97] [sayfa 65] 431–435; Gassendi’den aktarılmış iyi bir parça. Çok güzel bir pasaj: özellikle 433 Tanrı = somut ve soyut üzerine (konusuz) sıfatlar koleksiyonu. 435 “Evren’in temsilcilerinin bir meclisidir kafa” – bizde kafa soyutlamalarla, Gattungsbegriffen[98]’le dolu olduğu vakit, alabildiğine doğal bir şekilde “genelden tikeli, yani... Tanrı’dan doğayı çıkarırız tümdengelimle (ableiten).” 436–437: (Gözlem no. 16). Anayasacı krallığa karşı değilim ben, ama “akıl açısından insanın özüne dolayımsız olarak uygun yönetim biçimi” demokratik cumhuriyet’tir. ... “Zekice yazmak, okurun da zekâ sahibi olduğunu varsaymağa, herşeyi söylememeğe, bir önermeyi geçerli kılan ve düşünülebilir yapan bağlantıları, koşulları ve sınırlamaları okurun kendi kendine söylemesine bırakmağa dayanır” (447). (Feuerbach’ın) eleştirmen profesör von Schaden’e (438–439) ve Schaller’e (449–450–463) cevabı ilginç. ... “Kesin olarak, varlığın yerine doğayı, düşüncenin yerine insanı”, yani soyutlamayı değil somut olan’ı – – – die dramatische Psychologie[99]’yi “koyuyorum ben” (449), İşte bunun içindir ki, Feuerbach ve Çernişevski’nin felsefede kullandıkları “antropolojik ilke” terimi, dar44 oluyor. Ve dolayısıyle de naturalizm gibi antropolojik ilke de, maddecilik’in uygun düşmeyen ve güçsüz birer tasvirinden başka bir şey değiller.
|
|